Kurtuluş savaşı kazanmanın zararları
By Mehmet Yılmaz on Nis 19, 2008 in darbe, Kemalizm, Militarizm, Milliyetçilik, Psikolojik harp
Amerikan Ordusundan subayların katkılarıyla hazırlanan Direnişle Mücadele – Kontrgerilla rehberi‘ni okuyorum şu aralar. Vietnam’dan Irak’a ABD’nin işgal ettiği ülkelerde öğrendiklerini bir doktrin olarak sunan son derecede teknik, operasyonel bir yapıt.
Bir “Field Manual” (= el kitabı) biçimine tasarlanmış olduğundan ideoloji ve politika gölgesinde değil daha çok işgal subaylarının günlük sorunlarını çözmeye yönelik hazırlanan eserde en çok dikkatimi çeken noktalardan biri şu oldu:
Direniş savaşlarını izleyen barış dönemlerinde ortaya çıkan çeteleşme süreci. Öyle ya, düşman ülkeyi terk etmiş, sıcak savaş sona ermiş. Herkesin silahları bırakıp “normal” bir iş tutması gerekmez mi?
Ortadoğu’da, Balkanlarda ve Türkiye’de tekrar eden bir şema var aslında. Kurtuluş mücadelesi boyunca savaşanlar barış döneminde genel olarak şu işlere yöneliyorlar:
- 1) Siyaset (kurtarıcı – Kurucu rolüyle)
- 2) Yeni rejimin ordusunun lideri (Rejimin muhafızı rolüyle),
- 3) Yeni ülkenin gizli servisi (iç düşmanlara karşı ülkeyi korumak için),
- 4) Arazî, çek senet, vb mafyası.
Bir anlamda bunların hepsine “ihtiyaç” var, 4cü de dâhil. Neden? Savaş yeni bitmiş. Sınırlar yer değiştirmiş. Etnik temizlikler, zorunlu göçler yaşanmış. Bir önceki devletin tapu vb kayıtları tahrip olmuş. Kaymakam, vali gibi yerel yetkililer ya ölmüş ya da yenileriyle değiştirilmiş. Yeni bir anayasa yapılmışsa bile kimse neyi nasıl uygulayacağını bilmiyor.
Böyle bir ortamda devletin boş bıraktığı her alanı dolduran, güçlünün zayıfa diş geçirebilmesi için ideal aracılar elbette çeteler, mafyalar. Ancak esas sorun şu:
Arazi mafyasının başı ile filan bakan aynı köyden, silah arkadaşı, ideolojik olarak yakınlar. Birçok ortak dostlarını şehit vermişler. Gizli servisin ikinci adamı çek mafyasından birinin kızıyla evli. Bir diğerinin oğlu askerliğini filanın yanında yapıyor… Ve bunların hepsi de aynı ideolojiye inanmış, aynı ortak düşmanlara karşı hayatlarını tehlikeye atmış insanlar. Hepsi kendilerini “vatanın gerçek sahibi“ kabul ediyor.
Özetle ülkenin meşru yöneticileriyle en tehlikeli mafyaları arasında sıkı bağlar, çıkar ilişkileri, ortak dost ve düşmanlar fakat aynı zamanda kuyruk acıları, iç kavgalar oluşuyor. Susurluk, Şemdinli, bitmek bilmeyen darbeler ve muhtıralar bu çerçevede ele alındığında daha okunaklı bir manzara çıkıyor kanaatimizce.
Gene bu sebeple Atatürk sadece bir “kurtarıcı” olarak rahmetle anılan bir komutan olması gerekirken başörtüsü yasağına gerekçe oluyor. Hem de hiç bir zaman telaffuz etmediği, yazmadığı ilkeleriyle.
Geçenlerde bir Kemalist Latife Hanım’ın başörtüsünden o kadar rahatsız olmuş ki fotoğraftan kesip çıkarmış onu. Hâlâ vefat etmiş bir insandan başka kimseden medet umaMAmak, sırtını kendi halkına dayayaMAmak ne acı.
Ancak en çarpıcı fotoğraf kanaatimizce Ergenekon davası sanıklarından Veli Küçük ile Danıştay cinayetinden sonra yakalanan Alpaslan Arslan’ın birlikte çektirdikleri hatıra fotoğrafı.
“Aklı olanlar için bunda işaret çok”
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?
İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
Maymunist imanla nereye kadar?
Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.
3 Yorum
Yazan:isimsiiz Tarih: Nis 23, 2008 | Reply
Ya allah aşkına bıkmadınız mı artık aynı şeyleri bozuk plak gibi çalmaktan. Yazı yazıyorum diyorsunuz bir konu bütünlüğü dahi yok.
size göre “zındık,embesil, geri kafalı, kör, 1930lara hapsolmuş, YÜZEYSEL DÜŞÜNEN” bir kemalist profili var ve bunların alayı böyle. Ya ne olur söyler misiniz
konu ile ne alakası var şu fotomontaj olayının. Ben de Kemalist fikir karşıtıyım ama asla “aslında M. Kemal böyle demediydi sonradan değiştirdiler” filan demedim. 6 okun altısı da bizzat M. Kemal’in fikridir. Özellikle iktidarını sağlamlaştırdıktan sonraki döneme bakmanızı tavsiye ederim (tabi liberal saçması kitap dışında bir farklılık yapmaya karar verip okumaya zahmet ederseniz.).
Asıl sizin yaptığınız M. Kemal’i putlaştırmak. “Kemalistlik kötü ama Atatürk aslında böyle hata yapmazdı -yapmamıştı- onu CHP bu hale getirdi sonradan.” safsatasından ya da korkaklığından kurtulun artık bir zahmet. Diğer yandan Allah’a şükür “[…] Hâlâ vefat etmiş bir insandan başka kimseden medet umaMAmak […]” gibi yüzeysel, dar açılı karşıdakini anlamaktan bu denli uzak bir yorum yapmadım ateşli bir anti-kemalist olmama karşın. Ölülerden medet umma edebiyatına bir Kemalist girse emin olun kaçacak yer arayabilirsiniz kendi medet umduğunuz ölülerden. (Örnek vermiyorum biraz düşünmeyi deneyin.)
Saygılar.
Yazan:mehmet celebi Tarih: May 2, 2008 | Reply
art niyetli olarak hazırlandıgı kesin olan latife hanımın çıkartılmıs oldugu fotografının kaynagı belirsizdir
bu sebeble fotografın hizmet etmek istedigi amaç konusunda emin olamazsınız
Yazan:yoshynazlican Tarih: Eki 29, 2008 | Reply
lakinsüperolmus