Molotof kokteyli, işçi hakları ve polis devleti
By Tavit Kilimciyan on May 2, 2008 in Makale
Bir şişenin içine yanıcı bir sıvı doldurma ve ağzından içeri bir parça bez sokup tutuşturma fikri sanırım ilk kez ispanya iç savaşında kullanılmıştı asimetrik savaş taktiği olarak. Ama Finlandiya’nın Rusya tarafından işgali sırasında direnişçiler Rus dış işleri bakanı Molotof’un adını bu “silaha” verince doğmuş Molotof kokteyli efsanesi.
İspanya iç savaşının yol açtığı ölüm sayısı 1 milyon. Bu kokteyl ile Madrid’in bir kısmı tamamen yanmış. Finlandiyalılar da bayağı bir Rus tankı yakmışlar bir likör fabrikasında seri halinde ürettikleri binlerce Molotof kokteyli ile.
Polis gücünün kontrol altında tutulması devletin sorumluluğu altında. Devlet üzerine düşen görevi yapmazsa yani polisini gerektiği gibi eğitmez, kontrol etmez, suçlu polisleri yargılamaz ise polisi teröristten ayıran sınır gittikçe incelebilir hatta görünmez hale gelebilir.
ABD ve Fransa dünyaya demokrasi ve insan hakları dersi vermeyi çok seven iki ülke. Demokrasilerinin belli bir olgunluğa eriştiğini de görmezlikten gelemeyiz. En azından kimse iktidar partisini kapatmaya veya askeri darbe yapmaya yeltenmiyor.
Ama Amerikan polisinde yaygın olan bir sorun ırkçılık. Zenci polisler dahi iş arkadaşları tarafından ayrımcılığa tabi tutuluyorlar. 2 mart 1991 gecesi Amerikan polisi tarafından “yargısız infaz” edilen Rodney Glen King de bu ırkçılığın kurbanlarından oldu. Maaşları halkın vergisi ile ödenen polisler tarafından saldırıya uğrayan King’in videosu Amerika’yı ayağa kaldırmıştı. Mahkemenin polisleri beraat ettirmesi ise bardağı taşıran son damla olmuş, California’daki olaylarda kentin bazı mahallelerinde büyük yangınlar çıkmış, mağazalar yağmalanmıştı. ( Büyük görmek için resmin üzerine tıklayın )
Amerika örneğine benzeyen ama Türkiye’de pek bilinmeyen bir durum ise Fransa’da var. Fransız polisinin önemli bir kısmı milliyetçi dernek ve örgütlere üye. Hatta polis arabalarında FN (Front National – Milli Cephe) adlı ırkçı partiye yakın duran bu derneklerin amblemlerini de görmek mümkün. Genellikle Fransız polisi sıkı bir denetim altında. Ama bazı sorunlu bölgelerde devlet zayıflıyor ve doğa boşluk kabul etmiyor. Yıllardır polisin tacizlerine maruz kalan (beyaz ırktan Katolik ailelerin çocukları da dahil) banliyö gençleri her gece yüzlerce araba yakmışlar, devlet dairelerini hatta okulları tahrip etmişlerdi 2005 yılında.
Türk polisi de bu tabloda bir istisna değil. Kendi kendine gelin güvey olan, yasal görevleri dışında “vatanperverlik” kapsamında yeni görevler icad eden polisler ve yargı mensuplarının tuhaf icraatları her gün halkın devlete olan güvenini biraz daha sarsıyor. Bazı güvenlik görevlileri katillerle Türk bayrağı önünde hatıra fotoğrafı çektiriyor. Başka şehirlerdeki polislerden bilgi saklıyor. Telefonla gelen istihbaratları gizliyor. Öldürülen kişilerin Hıristiyan veya Ermeni asıllı olup olmaması kanunların nasıl uygulanacağını da belirliyor.
AKP’nin artık bu konuda kalıcı adımlar atma vakti geldi. Ya adaleti sağlamalı ya da partinin adını SKP (Sadece Kalkınma Partisi) olarak değiştirmeli.
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
Maymunist imanla nereye kadar?
Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.
2 Yorum
Yazan:snowqueen Tarih: May 3, 2008 | Reply
Bakıyorum da birileri iyi polis kötü polisi oyanamaya ne kadar meraklı.
Bütün suç kötü polislere yıkılacak tabi.
Polis emri kimden aldı?
Hükümetten almadı mı?
AKP’den demokrasi beklemeye devam edin ama unutmayın, beyaz atlı prensler sadece masallarda gelir.
Yazan:Talha Can Tarih: May 21, 2008 | Reply
Her defasında bazı önemli ayrıntıları atlıyoruz herhalde;
http://www.pakvizyon.com/?p=99
http://www.pakvizyon.com/?p=91