RSS Feed for This Post

Basın özgürlüğü, SABAH-ATV ve Kanal Türk

20080516_derindusunce_org_hypnose.jpgİstanbul’da lokantası olan bir dostum yerel bir gazete tarafından şöyle tehdit edildi:

“Önünüze park eden araçların trafiği tıkadığını yazarız. ‘Polis uyuyor mu?’ diye manşet atarız. Rahatınız kaçar. Belediyeyi üzerinize salarız. Rakip gazeteye verdiğiniz kadar ilanı bize de verin yoksa pişman olursunuz!”

Sınırsız basın özgürlüğünün geldiği nokta bu: Eşkıya basın istanbul’da esnafı haraca kesiyor. Tehdide hedef olan dostum sözlerini şöyle bitirdi: “Yerel gazeteler böyle yaparsa büyükler ne yapmaz?”

Büyük medya patronlarının valileri, bakanları hatta devlet başkanlarını tehdit etmesine mani olabilecek bir güç var mı?

ABD’nin 37ci başkanı Richard Nixon anılarında şöyle diyor:

“Bir devlet başkanı medyayı yönlendirme konusunda uzman olmalıdır. Sadece seçim kazanmak için değil inandığı davaya hizmet etmek için de. Aynı zamanda medyayı manipüle etmekle suçlanmaktan da kendini koruması gerekir.”

Nixon’un görevinin sona ermesine ve bazı çalışma arkadaşlarının hapse atılmasına sebep olan Watergate skandalı tarihçilere göre medyanın 4cü kuvvet olarak rüştünü ispatladığı adeta kutsandığı bir milattır. Kanaatimizce bu tarihi Spin Control uzmanlarının direksiyon başına oturduğu bir milat gibi görmek daha yerinde olacaktır.

20080516__derindusunce_org_basin.jpgSpin Doctor deyince akla hemen başrollerini Dustin Hoffman ve Robert de Niro’nun paylaştığı Wag The Dog adlı film geliyor. Yönetmenliğini Barry Levinson‘un yaptığı bu enfes komedi medyanın siyasî amaçlar için nasıl kullanıldığını gözler önüne seriyor. Özetle başkanlık seçimlerinden hemen önce ortaya çıkan bir sex skandalını unutturmak için Arnavutluk ile ABD arasında sanal bir savaş çıkaran, sonra da bu savaşı sanal bir biçimde bitiren bir danışmanın ve bir Hollywood yönetmeninin çok komik ve çok gerçekçi hikâyesi.

Gerçek şu ki ne basın ne de hükümetlerin iletişim büroları hiç bir zaman “halkı bilgilendirmek” gibi misyon üstlenmediler. Bir insana bir “bilgi” veriliyorsa bu onun şu veya bu yönde hareket etme(me)si için oluyor genellikle. Oy vermek, savaşı desteklemek, bir yasaya karşı çıkmak, …

Beyaz Saray’ın basın ile ilişkilerininin yönetildiği The White House – Office of Communications’ın tarihini anlatan John Anthony Maltese‘in kitabı Spin Control değerli bilgilerle dolu. Başkan Gerald R. Ford zamanında bu büronun yöneticiliğini (chief of staff) yapmış olan Dick Cheney 1992’de Maltese’ye şöyle diyor:

“Etkin bir başkanlık yapmak için Beyaz Saray gündemi (agenda) denetim altında tutmalıdır. En büyük güç hedeflerinizi benimsetmek için başkanlığın sembolik boyutunu kullanma kapasitenizdir. Gündemi basının belirlemesine izin verMEmelisiniz. Onlar neyin önemli, neyin önemsiz olduğuna kendileri karar vermek isterler. Ama onlara bırakırsanız başkanlık süreciniz perişan edilecektir.”

Dick Cheney’in Amerikan Ergenekonu olarak da adlandırabileceğimiz Neocon mafyada oynadığı role kilitlenmek medya savaşlarına biraz dar bir pencereden bakmak olur. Birazdan değineceğimiz SABAH ve Kanal Türk satışlarını da ne yazık ki Türkiye’deki aydınlar ihanet-yolsuzluk düzleminde tartışıyorlar. Bu sis perdesi biraz sorgulayan insanları aldatmak için oluşturulmuş, “hah şimdi gerçeği gördüm” dedirtecek bir aldatmaca kanaatimizce, bir tür yem.

Bu tür mekanizmaların işleyişini daha iyi çözebilmek için basın bürolarının tarihlerine yönelmekte fayda görüyoruz. Türkiye’deki duruma bir zoom yapmadan son kez Office of Communications’a göz atacak olursak göreceğimiz durum şu olur: Dick Cheney Nixon’dan beri halka ilişkilerde yönetici konumundadır. Nixon zamanında temelleri atılan bu kurumun yönetiminin bir avuç Spin Doctor’un elinde döndüğüne de tanık oluruz: Dick Cheney, James A. Baker, David Gergen, Michael Deaver, Patrick Buchanan, William Saphire. Bu insanların geçmişlerini araştırmak suretiyle (hiç olmazsa verdiğimiz linkleri kullanarak) bilgi edinecek okuyucularımız Türkiye’deki gazete ve TV satışlarının hiç de göründüğü gibi olmadığını daha iyi “hissedebileceklerdir“. Ford ve Regan gibi başkanların döneminde de basın ilişkilerini yönetmiş olan bu isimlerden David Gergen yaptığı bir röportajda gazeteci Mark Hersgaard’a şunları söylüyordu:

“Hepimiz Watergate yıllarından geliyoruz. Bir çok arkadaşım hapsi boyladı. Parlak kariyerler bir gün içinde söndü gitti. Doruklardaki isimler dibi boyladı”.

Türkiye’deki medya savaşlarını da okurken bu geniş pencereden bakmakta fayda var:

  • 1) Silahlı devlet memurları Osmanlı imparatorluğundan beri süren bir gelenek doğrultusunda sivil amirlere boyun eğmiyorlar,
  • 2) “Kurucu felsefe”, “vatan kurtarma”, “devlet aklı” gibi fikrî/ahlâkî temeller ile basın-üniversite-ordu eksenli anti-demokratik güçler onyıllardır faaliyet halinde,
  • 3) Daha geçen yıl bir e-muhtıra ile hükümet yerli ordu tarafından tehdit edilmiş,
  • 4) Yargı tamamen politize olmuş, yasal sınırlar dışında hareket etme hakkını kendinde görüyor,
  • 5) Polis-yargı ekseninde de görev icrası ideolojik temelde yapılıyor: Deliller kayboluyor, şemdinli gibi olaylarda polis kendi amirine ateş açıyor,
  • 6) Emekli generaller paralel ordu kurmaya teşebbüs ediyor, “halkı bilinçlendirmek için” bazı yerlere bomba attırabiliyor,
  • 7) Bu isli-sisli-pis-puslu ortamda iktidar partisi hakkında HÜRRiYET GAZETESiNiN HABERLERiNE DAYANARAK bir kapatma davası açılmış. Dokunulmazlığı kaldırılması muhtemel AKP’lilerin sudan sebeplerle ağır hapis cezalarına çarptırılmaları işten bile değil.

SABAH-ATV ve Kanal Türk olayları

Son Türkiye seyahatimde gündemdeki iki satış haberi tartışılıyordu:

  • 1) SABAH’ın devlet kredisi kullanarak satılması,
  • 2) Kanal Türk’ün “AKP’ye yakın” bir iş adamına satılması.

Cumhuriyet mitinglerinde figüranlık yapanların peşinden gittiği liderlerin Vatan ve Atatürk Sevgisi‘nin satılık olduğunu öğrenmeleri iyi bir şey sonuçta. ABD ve AB uşağı olmakla, ülkeyi bölmekle suçladıkları bir hükümetle mücadele etmek yerine 40 milyon doları cebe indirmek neo-kuvvacı bir tercih, anlıyoruz.

Gelelim devlet bankalarından alınan krediyle gazete ve TV satın almaya. Dedikodulara göre satış fiatı gerçek değerinin (nasıl belirlenebiliyorsa) çok üzerinde tutulmuş. Satın alan grup isteksizmiş. Söz konusu gazete ve TV Doğan Grubunun eline geçmesin diye yapmış.

Bunu iki türlü okumak mümkün: Ahlâkî ve stratejik.

Ahlâkî bazda bakınca sorulacak ilk soru şu: Bir devletin bankacılk yapması doğru mudur? Özel bankaların serbestçe rekabet ettiği bir ortamda devletin mevduatla, krediyle uğraşması son derece anlamsız. Kâr etmeyen bir çay üreticisine veya fındık kooperatifine devlet desteği verilmesi ne derecede politik ise (=oy avcılığı) bir gazetenin alınması için verilen devlet kredisi de o derecede gayrı ahlâkî.

Demek ki Türkiye’de hükümetlerin ekonomiye siyasî sebeplerle müdahale etme gibi bir alıskanlığı var. Seçim asfaltı, uçak uğramayan hava alanları, doktorsuz devlet hastahaneleri  de bu koltuk değnekli tarıma eklenmesi gereken uygulamalar.

Ama onyıllardır Demirel ve Ecevit’in şehirliden çaldıkları parayı köylüye oy karşılığı (gene devlet bankaları aracılığıyla) dağıtmasına ses çıkarmayanların şimdi hak-hukuk-adalet diye ortalarda gezmesi biraz iki yüzlülük oluyor bizce. Hem şehirde sermaye oluşumunu engelleyen hem de Türk tarımını geri bırakan bu “destek” (ki aslında köstek) uygulaması son derecede gayri ahlâkîdir.

Türk tarımı sandığımız şeyin traktörü Almanya’dan, mazotu Arap ülkelerinden, tohumu israil’den gelirken bunun ülke ekonomisine katkısı nedir? Ihracatın içindeki tarımın payı bu kadar önemsizken söz konusu olan kaynak israfı ve gizli işsizlik değil midir?

Evet, devlet kredisiyle zarar eden kuruluşlara destek olunması, gazete alımlarına devlet bankalarının karışması yanlıştır.

Gelelim stratejik baza: Bu bağlamda yapılan operasyon Türkiye’yi büyük bir belâdan kurtarmıştır bizce. Bu defedilen belâ da SABAH ve ATV’nin Hürriyetleşmesidir.

Hürriyet gazetesi 1980 darbesinden önce “bomba nasıl yapılır?” diye şemalar yayınlamış, insansız Yunan adalarına kayıkla gidip Türk bayrağı dikerek gerginlik başlatmış bir gazetedir. Hıristiyanlara, Kürtlere nefreti körükleyen haber ve yorumların bolluğu, sonradan tekzip etmek zorunda kaldığı aldatmaca irtica haberleri bu gazeteyi yönetenlerin bambaşka projeleri olduğu yolunda fikirler uyandırmaktadır kafamızda.

Cari açık, enflasyon veya terör nasıl birer sorunsa bu gazete de ülkemiz için bir sorundur. Eğer devlet kredisiyle bile olsa bu satış bizi ikinci bir Hürriyet’ten koruduysa bu hayırlı bir olaydır kanaatimizce.

Emeği geçenlerden ALLAH razı olsun.

ALLAH ülkemizi mahvetmek için çalışan ve gazetecilik mesleğinin utanç abidesi haline gelmiş bu insanlara akıl, izan, vicdan ve vatan sevgisi ihsan etsin. Amin.

(Hürriyet hakkında ayrıntılı bilgi için T. Suat Demren’in “Türkiye’nin Hürriyet Gazetesi Sorunu” adlı makalesine başvurulabilir.)

Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

 Derin Düşünce nedir?

Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir?  Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır :)

 Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

Maymunist imanla nereye kadar?

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki…  Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 3 Yorum

  2. Yazan:ALPEREN GÜRBÜZER Tarih: May 17, 2008 | Reply

    MEDYATİK MANZARAMIZ

    ALPEREN GÜRBÜZER

    Her şeyin basite indirgendiği, magazinleştiği ve eğlence showları ile insanları ekranlara ya da gazete-dergi sahifelerine hapsetmek medyacılık sanılıyor. Değerler alt üst olmuş, özel yaşantı alanları fütursuzca çiğnenmiş, yalanın birinin bin para olduğu ortamda Avrupa Birliği, dış politika, ekonomi kimin umurunda. Böyle giderse toplumun hafızası silinerek toplumsal cinnete giden bir akibetle karşı karşıya kalcağız.
    Yapılmak istenen galiba düşünemeyen toplum üretmek ve uyuşturulmuş insanları dedikodu ile oyalamak olsa gerek. Eline tutuşturulmuş ipe sapa gelmez show programları ile onarılmaz yaralar açıp azınlık dediğimiz bir eli yağda bir eli balda kesimin kaprislerine toplumu heba etmek marifet sanki.. Çoğunluğun az elitist tabakanın eline terk edildiği apaçık ortada. İşin içine ideolojik ayırımcılık da eklenince yaşadığımız manzara maalesef geleceğimizi karartıyor. Medya gücünü halktan alması gerekirken azınlık dediğimiz seçkinci zümrenin istek ve doğrultularından alıyor. Reklam pastasından pay almak uğruna toplumun değerlerini hiçe sayan yayınların pompalanması sağlıksız kuşakların doğmasına yol açıyor; hem manen hem madden.. Genç beyinlerin zihnine pranga vurulduğunun hala farkında değiliz. Medyanın dördüncü kuvvet olduğunun şişirilmiş balonuyla kitleleri kendi çıkarları doğrultusunda kullanması vahim sonuçlara yol açacağı aşikâr.
    Dördüncü kuvvet dedik ama aslında birinci kuvvet. Çünkü medyamız etik anlayışdan uzak olduğu için çıkarlarına ters düşen her ne olursa olsun biranda karalama kampanya metotları ile rakiplerini diskalifiye etme şansına sahip. Bu durum yıllardır hala temizleyemediğimiz derin ilişkilerde gizli. Devlet içine sızmış çeteler –sermaye-medya üçgeni ile kurulan düzenek toplumsal aydınlanmayı baltalamak üzere kurulmuş adeta. Halkı iyi anlayan ve halkla hemhal olan anlayışlara kapalı bu sistem var oldukça medyaya yönelik hayıflanmalar bitmeyecek gibi. İdealimizde ki medya anlayışından kastımız; Analitik yorum yapabilen, analitik haber olarak kaynağından araştıran ve objektif kriterleri esas alarak halkın denetimine açık olan bir medyadır. Bakalım bu hastalıklı yapımızla nereye kadar gidecek bu gemi. Gemi şuan hızla su alıyor, ama zaten bir batarsa hepimiz batarız hassasiyeti de yok ortada.
    Osmanlı’nın kendini anlatma diye derdi yoktu. Osmanlı’nın kendisini enforme etme diye bir derdi olmadı, niye olsun ki gerek yoktu çünkü. Osmanlı sistemini adalet ve özgürlükler üzerine inşa ettiği için bu tür şeylere kafa yormadı. Onlar yöneticisi ile yönetileni arasında muhabbet iklimi oluşturmuşlardı hep. İdare edenler ve idare edilenler el ele gönül gönül gönüle sadece Allah’a abd olmuşlardı. Allah’tan gayri sahte mabutlara itibar etmiyorlardı. Şu anda yaşadığımız süreçte medya toplumu sahte sanal cennete çağırmaktan başka bir görev yapmıyor diyebiliriz. Böyle olunca da toplum nezdinde git gide güven kaybına uğruyor. Osmanlı toplumuYaratana kul olmakla mutluluğun şerefini tadıyordu. Geçici dünyevi lezzetlerin cazibesine kapılmadan yaşıyorlardı. Osmanlıda çok elzem durumlarda duyuru mahiyetinde ‘duyduk duymadık demeyin..’ tarzda kulaktan kulağa yayılan dilden dile aktarılan bir kültür var. Kelimenin tam anlamıyla Osmanlı’nın enformasyonu sözlü kültür dediğimiz ağdır. Hiçbir zaman sömürgecilik anlayışı ile hareket etmemişlerdir.
    Türkiye medyası bu noktada problemli .. 1950’lerden geldiğimiz süreçte kimi zaman medya alaylıların, kimi zaman mülkiyelilerin, kimi zamanda güç odaklarının sesi olmuştur. Özal’ın serbes düşünce ve serbes piyasa ekonomik politikaları ile çok sesliliğe geçiş yapmanın neticesinde insanımızın ufkunda zihni değişimler yaşandığı ortaya çıktı. Zihni değişim ister istemez kimlik değiştirmeyi de beraberinde getirdi .. Öyle ki Anadolu insanı tarlasından toprağından çıkıp şehirlere yerleşti, kabuk değişikliği yaşandı, aynı zamanda kentler sol merkezli olmaktan çıkıp hızlı bir süreç yaşandı. Fakat bu durum çok uzun sürmedi 1990’ın eşiğini geldiğimizde bildiğimiz aktörler devreye girerek zihni dönüşümün önüne engel olmak için adına ister kadife darbe denilsin, isterse postmodern denilsin, bu tür müdahelelerle toplumun hızlı bir şekilde kabuk değişimini baltalamak için ellerinden geleni yaptılar. Basın bu tür ortamlarda halktan yana tavır alamayıp zinde güçlerden yana tavır alması düşündürücü. Sadece tavır alsa bir noktada görmezlikten gelinebilir. Bilakis yangına kürekle gitme işlevini üstlenmiştir. Medya yönlendirilmek yerine yönlendirmeyi, yani toplumsal mühendisliği tercih ediyor. Kendi dünyalarında belirlemiş oldukları kalıplarla hareket eden toplum görmek istiyorlar. Toplumsal mühendislik uygulamalarında yeterince mesafe alamamaları onları zaman zaman sinirlendirerek hıncını alamayıp toplumu baskıyla, cinsellik ve dedikodu kazanıyla evcilleştirme yoluna gidiyorlar. Zaten okuma oranı düşük olan toplumuz, birde bunun üzerine içi boş yayınlarla insanımızın ruh dünyasını yıkmak ne kadar etik. Medyamız toplumun belirlediği, sempati duyduğu kişileri değil, kendisinin belirlediği birkaç isimlerle zihinleri karıştıracak proğramlar yapmakta yüksünmüyor. Evlerimizin yatak odalarına kadar bile destursuz girecek kadar ölçüyü kaçıran bir medya var karşımızda. Nezaman adam oluruz, galiba kendi özümüzde var olan dürüst, yalandandan uzak, merhametini yitirmemiş kodlarımıza döndüğümüzde galiba.

  3. Yazan:arif Tarih: May 17, 2008 | Reply

    Mehmet bey, iyi dileklerinize katılmamak mümkün değil. Medyanın, derin politikayı esir alan kripto odağın tek güç bileşeni olmaktan çıktığı günleri yaşıyoruz. Son bir gayret ile geçmiş günleri, eski statükoyu dayatma hamlasininde sökeceğine inanmıyorum. Basındaki ve fikir hayatımızdaki çeşitlenme ile İnternet yayıncılığının etkisini artıracağını ise, yaşananlara bakarak öngörmek mümkün. Bu siteye ve diğer bloglara çalışkan gayretini koyanlar önemli bir iş yapıyorlar kanaatimce. Bir önceki yazınızda değindiğiniz,faşizm tehlikesi kaygısı aklımızın biryerinde hep olsada, bunun kurumsallaşacağından korkmamak lazım. Uluslararası konjoktüre göre bazen azgınlaşsada, bunun dayanakları ve düşüncesi milletimizin harsıyla irtibatlanamaz. Örtülü kripto yapının melanetleri ile, milletin fıtratındaki sert ve kınayana aldırmaz karekteri karıştırmamak lazım. Allah milletimizin yar ve yardımcısı olsun.

  4. Yazan:Ahmet Terzi Tarih: Haz 6, 2008 | Reply

    mehmet yılmaz arkadaş diyorki sabah atv hürriyetleşme operasyonu gülünç
    geröekten gülünç vede diyorki demirel ve ecevit halktan para toplayanlar
    doğrudur siyasiler her dönem zenginlerden yardım almıştır.ama şimdi
    yapılanın farkı ne erdoğanla demireli farklı kılan ne yani kısacası
    aynı tas aynı hamam derler ya aynısı üstelik erdoğanın halk üzerindeki
    baskısı medya üzerinden 10 kat daha fazla 22 temmuz seçimi öncesini
    hatırlayın erdoğan doğan grubunun 1 trilyonluk vergi borcunu sildi neye
    karşılık seçimde akp desteklemesine karşılık ve aynen öyle oldu doğan
    grubu 22 temmuzda akp yi destekledi vede iktidar hala medyayı suçluyor şu
    medyaya bir bakın chp ye tam destek veren gazete sayısı söyleyin bana 1
    veya 2 akp yi destekleyen gazete sayısı 10 u bulur yapmayın halk bu
    gazeteleri alıp okuyor kimin kimi ne kadar desteklediğini biliyor.siz bana
    star veya yeni şafağın akp yi desteklediği gibi fütursuzca desteklediği
    bir gazete ismi söyleyin 1 gazete ismi söyleyemezsiniz ama hala medya suçlu
    vallaha helal olsun size.

  1. 2 Trackback(s)

  2. May 30, 2008: Telekulak : Biri bizi dinliyor : Derin Düşünce
  3. Eyl 30, 2012: Deniz Feneri, Doğan ile kavga, Aydın kime denir? : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin