Şu kamplaşmadan kurtulalım mı?
By Mehmet Yılmaz on Tem 16, 2008 in Demokrasi, Kemalizm, Laiklik, Liberalizm, Militarizm, Milliyetçilik, Özgürlükler, Toplum, Türk Solu
Yönetmenliğini Giuseppe Tornatore‘nin yaptığı La Leggenda del pianista sull’oceano (Okyanus üzerindeki piyanistin* efsanesi) buram buran insan kokan bir film. Bütün hayatını SS Virginian adlı bir transatlantikte geçiren, geminin dışındaki dünya ile her türlü teması reddeden bir piyanistin duygu yüklü öyküsü aslında insan doğası ve Türkiye’deki siyasî kamplaşma üzerine birçok ipucu veriyor.
Müziğe hâkimiyeti ile ün salan piyanist (Tim Roth) en yakın arkadaşı trompetçi Max’a (Pruitt Taylor Vince) neden karaya ayak basmadığını şu cümlelerle açıklıyor:
“Gemimde evimdeyim. Benim dünyam geminin kıçından burnuna kadardır. Kara benim için fazla büyük bir gemi. Fazla güzel bir kadın gibi, fazla uzun bir yolculuk, fazla kokan bir parfüm.”
Kamplaşmakta ısrar eden Türkler sonsuz dünyadan korkarak gemisine sığınan bu piyaniste benziyorlar. “Kafamı karıştırmayın benim, dostum kim? Düşmanım kim? Bilmek istiyorum” diye öfkeleniyordu Kurtlu Hilal makalesine yorum bırakan bir ülkücü. Kendimizi savunmak için ördüğümüz mutlak gerçek(!) duvarları bizim zihinsel hapishanemiz oluyor.
Dönek damgası yeme korkusuyla körlüğe mahkûm ediyoruz kendimizi, Sovyet Rusya’nın demir perdesi veya İsrail’in utanç duvarı ile yaptığı gibi bedenlerimizle beraber düşlerimizi de bu mutlak gerçeklerin(!) arkasına hapsediyoruz.
Derin Düşünce sitesinde mutlak gerçekleri(!) kurcalamayı, ezber bozmayı hep sevdik biz: Müslümanların iç hastalıkları dedik, Zaman Gazetesi ırkçı mı oluyor? Diye sorduk. AKP’nin sözlerini tutmadığından ama buna rağmen hakkıyla eleştirilemediğinden yakındık. Tarihinizle gurur duymak başka dedik Osmanlı Fetişizmi yapmak başka. İslam ve lüks tüketim konusunu sorguladık.
Din özgürlüğünü savunduk ama erdemin ve güzel ahlâkın devlet eliyle kurumsallaştılmasına karşı durduk. Devletin “Günah işleme özgürlüğüne” saygı duymasını istedik. İslâmî devrimle kurulacak bir devletin müslümanlara hizmet edemeyeceğini savunduk.
Türkiye’nin düze çıkması için İslâm dini demokrasi ile bağdaşabilir hatta bağdaşmalıdır diye israr ettik.
Ezberi bozulanların olumsuz tepkileri bize doğru yolda olduğumuzu gösterdi:
- 1) Yahudiperverler,
- 2) MOSSAD ajanları,
- 3) BOPçular,
- 4) Amerikan uşakları,
- 5) Fetullahçılar! ABD’ye gidin!
- 6) Haklısın ama şimdi sırası mı?
- 7) Ellerin taşı değil dostun bir gülü yaralar beni….
Kendini Muhafazakâr dindar tarif eden dostların (bir kısmının) özeleştiriye tepkileri böyle oldu. Fikirlerimizle değil kimliklerimizle uğraştılar, bize sloganlarla yanıt verdiler.
Bu arada Kemalistleri unutmadık tabi. Halkın tercihlerine güvenmeyen, şeriattan korkan Kemalistlere İran’a şeriat demokrasi ile mi geldi? Diye sorduk. Tarif dahi edilemeyen bu ideoloji yüzünden halka baskı yapıldığını gördük. (Kimliğimin derdi ordumu gerdi!) Bugünkü Kemalistlere bakarak İyi ki Atatürk Kemalist değildi dedik. Kemalizm adına kafatasçılık yapıldığını, mezarların açılıp kafataslarının ölçüldüğünü anlattık. Askerî darbelere dört elle sarılanların Atatürk’ün arkasına saklanmalarını sorguladık. Türkiye’nin bütün sorunlarını silahla çözemeyeceğimizi, PKK ile mücadele konusunda özeleştiri yapmamız gerektiğini söyledik. Kemalizm’den kaynaklanan tek tip vatandaş projesinin PKK’ya yaradığını yazdık. Kürt kimliğine daha fazla saygı göstermeliyiz dedik. Türk Silahlı Kuvvetlerini demokrasiye karşı kullanmanın sakıncalarını anlattık. Türkiye’yi korku ile yönetmeye kalkarsanız gideceğimiz yer faşizm olacaktır diye uyardık.
Ezberi bozulan Kemalistlerin olumsuz tepkileri bize doğru yolda olduğumuzu gösterdi. Fikirlerimizle değil kimliklerimizle uğraştılar, bize sloganlarla yanıt verdiler:
- 1) Atatürk düşmanları,
- 2) İran’a gidin siz,
- 3) Hepimizi çarşafa sokacaksınız,
- 4) Ne mutlu Türk’üm diyene!
- 5) Türkiye laiktir, laik kalacak!
- 6) Arap hayranısınız,
- 7) Ilımlı islâm projesine alet oluyorsunuz,
- 8) Atatürk sevgisinden mahrum kalmış yürekleriniz,
- 9) Kur’an kurslarında beyniniz yıkanmış.
Aynı haftalarda ülkücüleri ve genel olarak milliyetçileri de özeleştiriye çağırdık. Nihal Atsız tarzı milliyetçiliğin bizi böldüğünü, Alparslan Türkeş’in fikirlerinin Türkiye’ye fayda getiremeyeceğini ispat ettik. İslam her türlü ulusçuluğu reddeder, Ezan sesiyle Kurt uluması arasında seçim yapın diye uyardık. Milliyetçilik tutkalına veya çimentosuna gerek yok dedik. Kan, ırk soy üzerinden yapılan millietçiliğin birleştirici değil bölücü olduğunu gördük, gösterdik. Orta Asya efsaneleri ile tarih yazmanın, korku tacirliği yapmanın gençleri suça ittiğini anlattık. Çanakkale’de ölen anzaklara “evladımız” derken PKK’lıların cenazelerinin engellenmesindeki tutarsızlığı işaret ettik. Kin ve intikam söylemleriyle değil büyüklük göstererek, affederek yol almanın dinimizce daha uygun olduğunu hatırlattık.
Ezberi bozulan ülkücülerin olumsuz tepkileri bize doğru yolda olduğumuzu gösterdi. Fikirlerimizle değil kimliklerimizle uğraştılar, bize sloganlarla yanıt verdiler:
- 1) Siz Kürt müsünüz?
- 2) Genetik kontrole ihtiyacınız var,
- 3) Türkiye Türklerindir,
- 4) PKK destekçileri,
- 5) Ermeni bozmaları,
- 6) Turan düşünü anlamadınız,
- 7) Kurt uluması olmayan yerde ezan sesi de duyulmaz.
Aramıza yeni katılan dostumuz Rasim Ozan Kütahyalı Türk solunu öyle bir eleştirdi ki solcu ve eski solcuların ezberleri tepetaklak oldu. Aslında Ozan sadece kral çıplak diyen o ufak çocuk gibi yaptı. “Siz” dedi, “hiç bir zaman solun evrensel değerlerini kucaklamadınız. Hep ulusalcıydınız. Haksız yere idam edilmiş olmanız sizi haklı yapmaz”:
Türk solu geçmişini sorguluyor…
Denizlerin yolundan 21 Haziran yürüyüşüne…
Tam bağımsızlık, tam barbarlık demektir!
Ulusalcı Türk Solu ve Deniz Gezmiş’in yolu
Deniz’lerin yolu Bizi Nereye Götürür?
Ezberi bozulan solcuların olumsuz tepkileri bize doğru yolda olduğumuzu gösterdi. Fikirlerimizle değil kimliklerimizle uğraştılar, bize sloganlarla yanıt verdiler:
- 1) Solu satıyorsun, hainsin,
- 2) Dincilerin ekmeğine yağ sürüyorsun,
- 3) Liboşsun,
- 4) İşçi sınıfı ezilirken nasıl böyle düşünebilirsin?
- 5) Bravo, gerçek bir solcunun yapması gerekeni yaptın…
Körlük değil döneklik zamanı şimdi!
Rahmetli Alparslan Türkeş’in bir sözü vardı: “Davadan döneni vurun! Ben dönersem beni de vurun!” Yani Türkeş bile kendisinin davadan dönme ihtimalini gözönüne almışken biz niye dönmeyelim ve siz niye dönmeyeceksiniz?
Bir zamanlar hepimiz değişik düşlerin peşinden sürüklendik. Ülkemiz için daha çok refah ve daha çok adalet istedik. Ama yöntemlerimiz farklı idi. Kimimiz dünyayı komünist bir gözlükle gördü: işçi sınıfı iyiliği ve erdemi, zenginler ve patronlar ile kötülüğü temsil ettiler. Dış düşman Amerikan emperyalizmine karşı mücadele etmeliydi.
Başkaları “bize müslüman olmak yeter, anayasamız Kur’an” dediler. Bu da siyah beyaz gösteren bir gözlüktü. Müslümanlar iyi, yahudiler ve Hıristiyanlar kötüydü. Dış düşman Siyonizme, Haçlı zihniyetine karşı mücadele etmek gerekiyordu.
Ülkücüler ve kürt milliyetçileri erdemi Türklükte (Kürtlükte) gördüler. Nihal Atsız’ın dediği gibi Ermeniler, Ruslar, Lazlar, Kürtler, çerkezler… Türklerin düşmanıydı.
Kürtçülere göre ise Kürtler ile Türkler bir arada yaşayamazdı, Kemalist modelde bir kürt ulus-devleti kurulmalıydı.
Ama ortak hata şuydu: Kemalizm gibi bir “çağdaşlaşma” projesi veya inançsal, sınıfsal, ırksal bir aidiyet üzerinden devrim yapmak ve ERDEMLi BiR DEVLET(!) kurmak.
Yani gerçekte sadece bireysel vicdanın bir sonucu olabilecek erdemi devlete aktarmak. Vatandaşı çocuklaştıran, bireysel sorumluluklarından arındıran komünist / Kemalist / islamist / Kürtçü bir devlet kurarak yeryüzünü cennete çevirmek. Bir buzdolabı veya bilgisayar gibi bir aygıtın erdem üretmesi ne kadar anlamlı ise devlet denen aygıtın da erdem üretmesi o denli anlamlı.
« Humeyni Lenin’i döver mi? » adlı yazımızda dediğimiz gibi erdemi devlet eliyle kurumsallaştırmak için hemen herkesi öldürmekten başka çareniz yok. Bunun için komünist Stalin, islamist Humeyni ve Faşist Hitler uygulamada aynı noktaya vardılar. Bunu içindir ki şapka kanununu uygulayan istiklâl mahkemeleri insanları idama mahkum etti.
Şimdi döneklik yapmanın tam zamanı
Belki öldük öldürdük bu olmayacak düşleri gerçekleştirmek için. İşkence gördük uğrunda. Hapis yattık. Eğitimimizi yarım bıraktık vatan sevgisi uğruna. Kimimiz sığınmacı oldu yurtdışında. Vatanına dönemedi yıllarca. Vefat eden annesini, babasını toprağa veremedi.
Bu ideallerin hepsi saygı değer duygulardan ortaya çıkmıştı. Yapılan fedakarlıklar gerçekti ve saygıyı hak ediyordu. Ama yöntemlerimiz yanlıştı. Şimdi döneklik yapmanın tam zamanı.
İdeolojilerinizi artık geçmişe gömün. Sadece bireye saygıyı, bireylerin özgürlüğünü savunun. Çünkü Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu tek çimento insan hakları ve bu hakları savunacak demokratik bir hukuk devleti.
(*)Filmdeki piyanistten bir parça dinlemek için buraya tıklayın.
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?
İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
Maymunist imanla nereye kadar?
Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.
47 Yorum
Yazan:Nurullah ENGIN Tarih: Tem 16, 2008 | Reply
İyi demiş Gothe “İnsan Kendini İnsanda Tanır” …
Yetişmekte olan bu gençliğe (örneğin daha yeni bu yıl üniversiteye başlıyacak olan bana ve benim akranlarıma ve arkamdan geleceklere) göstermekte olduğunuz bu doğrular için, bu gerçekler için, ve yaşamın vazgeçilmesi olan bu düşünceler için, önce yüreklerimizde, sonra beyinlerimizde ve en son çevremizde Kendi Rönesanslarımızı, Reformlarımızı yapmaya, uygulamaya, yaşamaya yardım ettiğiniz için, bize Öğrettiğiniz için …
Herşey için Teşekkürler! …
“KUTUPLAŞTIRILAMAYAN”, İnsan için yaşayan; Din, Dil, Irk ve bunun gibi hiç bir dar görüşlü ayrımları yapmayan biri olmak için Sizinle, fikren ve kalben yanyana bulunmakta Onur ve Gurur duyuyorum! …
Umarım sizde Beni ve Bizleri KABUL EDERSİNİZ!…
Yazan:ozan Tarih: Tem 17, 2008 | Reply
Alparslan Türkeş’in fikirlerinin Türkiye’ye bir yarar getirmeyeceğini söylüyorsunuz,ayıptır sorması siz Sayın Türkeş’in kaç konuşmasını dinlediniz,kaç kitabını okudunuz?Onu ne kadar tanırsınız?Size Ayrılıkçı Kürtlerin cenazelerine de saygı gösterilmesi gerektiğini söyledinizğiz makaleniz ile alakalı siz Kürtmüsünüz?Hiç Şehit Cenazesine katıldınız mı diye sorduğum da beni herşeyi bilme havasında olmakla suçladınız,halbuki ben sadece samimiyetinizi ölçme adına sormuştum.Bir süredir sitenizi takip ediyorum çıkan tüm yazıları okuduğumu söyleyemem ama bir çoğunu okudum,genel manası ile Türk milliyetçilerine karşı olan gizli kininiz hemen ortaya çıkıyor, eli silahlı teröristlere gösterdiğiniz hoş görüyü Türk milliyetçilerine neden göstermiyırsunuz diye de sordum size hatta hayırdır bir yaranızmı var diye ayrıca belirttim ama cevap vermediniz!
Bu site de herkesin her kesimin görüşlerine önerilerine rahatsızlıklarına yer vermişsiniz ama ülkücülere hiç yer vermemişsiniz Mehmet Bey!Neden?Ben söyleyeyim size:siz de elini bozkurt işareti yapan,bıyıklarını hilal şeklinde bırakan madolyon milliyetçilerini ülkücü sanıyorsunuz ve adı Türk İslam ülküsü olup içinde ırkçılağa dair hiç bir leke barınmayan Turan davasını yanlış anlayıp yanlış anlatıyorsunuz.
Sayın Mehmet Bey,sizin sitenizde propaganda yapmaya çalıştığınız gibi ülkücüler ırkçı,ayrılıkçı,kafatasçı cahil hiç bir şeyden anlamayan vizyonu dar aklı sığ ve sadece kavgadan ve çatışmadan anlayan insanlar değillerdir.Ülkesini gerçekten seven zaafları bile bu vatan ve millet sevgisinden kaynaklanan değerli ve kıymetli insanlardır.Bayrağımızı yırtıp yakan tüm kutsaliyetlerimize söven bizleri tahrik edip sokağa dökme adına yapmadığı şabelikler kalmayan öğretmenimizi öldürüp hemşiremize tecavüz eden belediye otobüsümüzü yakan PKK yandaşı insanların bile sevecek yanını bulup ülkücülere gelince agrasif ve anlaşılmaz(!)bir saldırganlık içine giren sizlere bir tavsiyem var eğer İstanbul da iseniz geleyim yanınıza size ülkücü ve ülkücülük anlatayım…
Maden niyetiniz ezber bozmak ben size garanti de veriyorum %100 ezberiniz bozulacak!
Yazan:Arzu H. Tarih: Tem 17, 2008 | Reply
Ozan Bey,
Siradan bir Türk ile ülkücü bir Türk arasinda ne fark var?
Yazan:ozan Tarih: Tem 17, 2008 | Reply
İsterseniz bu davet de buluşmadan önce ülkücünün ve ülkücülüğün ne olup olmadığını bundan 40 yıl önce anlatan üstat Necip Fazıl’ın ifadeleri ile ülkücülüğü okuyayalım:
”Ülkücü;
Sen;
Allahsız’ın nefret,
Namussuz’un dehşet,
Yüreksiz’in heybet,
Basıboş’un mihnet,
Devrimbaz’ın zulmet,
Eyyamcı’nın şirret,
İnmeli’nin sıklet,
Anarşist’in devlet,
Komunist’in illet
sandığı ve tanıdığı sen, bütün
bu menfilerin topyekun ve müşterek
düşmanı olduguna göre, acaba nasıl
bir “Müsbet” belirtmekte veya belirtme
yolunda ilerlemeye davetli bulunmaktasın?…
Bunca hıyanet tipinin bir arada düşmanı
olabilmen riyazi bir katiyetle ispat eder ki,
sen sanıldıgın ve tanındıgın gibi olmak,
böyle bir sanılma ve tanınmanın
kıymetini gerçekleştirmek borcundasın!
Sanıldıgın ve tanındıgın gibi ol!
Allah seni dusmanlarınca sanıldıgın ve
tanındıgın üzere yetiştirsin!…
“Allahsızın, vatansızın, namussuzun,
yüreksizin,başıboşun, devrimbazın,
inmelinin,anarşistin,komunistin gözünde
ben buyum!” demekten üstün bir
hüviyet ve hak tespitin olamaz!
Tez’ini kötülerin (antitez)’inden devşirmek
nasibi ne büyük talih!…
Allah’a hamdet!…”…
Yazan:Ayhan Tarih: Tem 17, 2008 | Reply
ya bu ülkücülük kendi basina bir din haline geldi, bizim bir tanidik Hacca gitmisti, orda bile eliyle bozkurt selami yapan tipler varmis, utanmasalar HZ MUHAMMED ASLINDA TÜRKTÜ diyecekler yakinda :))
Yazan:sinem korkmaz Tarih: Tem 17, 2008 | Reply
Alparslan Türkeş gençlere nisan almayi, ates etmeyi, bomba atmayi ogretti. bu zavalli cocuklarin bir kismi mezarda bir kismi da hapiste su anda. disarida kalanlarda uyusturucu kacakciligi yapan, kadin satan cetelerin eline dustu. bu adamin turkiyeye nasil bir iyilik yapabilecegini bilen varsa anlatsin. bence hep zarari dokundu.
Yazan:suzannur Tarih: Tem 17, 2008 | Reply
Sanırım kamplaşmak doğal bir tepki olmuş, özeleştiri değil de, ama’larla bu da şöyle amaaa, demek ve olayların asıl noktasını kaçırmak bu olsa gerek. Eleştirirken de, siz şusunuz biliyorum kibriyle, yine aynı akıl almaz fikri sabitle diğerine şunu demek: Senin ne dediğini yüzeysel okudum, okuduklarım da bana uymadı, sen düşmansın :))Öyleyse her yazdığın yanlıştır, karalamadır, düşmanlıktır, siz aslında hiçbir şey bilmiyorsunuz, ben çok iyi bilirim demektir. O kadar var ki bu tip insanlardan, her kesimden. Ben bunu salt kibir olarak görüyorum, salt kibir. Acaba’sız, farklılığa tahammülsüz, tek-tip ve dinlemeye uzak…
Özeleştiri kültürüne ihtiyacımız var ve bunun olacağı yerlerse, şimdilik buralar gibi görünüyor. Bağcıya kızsa da kimileri, aslında kendisinin dile getirilme hakkı verilen bu platformda üzümü yemeden de geri durmadan,bağcıyı iki döveyim de beni kızdırmasın demekten dur olmuyorlar. Yazmak bilgi çağının en önemli etken davranışı. Yazılmasında sıkıntı yok zaten hiç bir fikrin, sorun üsluptaki düzeysizlik ve küfretmeye meyyal zat-ı şahaneler.Biraz da burnundan kıl aldırmak lazım oysa, görünenin tek taraflı görünmediğini fark edebilmek için. Bir fikri tartışırken, insana saygının kendine saygı olduğunu idrak ederek ve bir ada içine hapsettiğimiz ütopyamızın adanın dışından farklı algılandığını görebilme kapasitesi gösterebilecek düzeye gelerek.
Zor tabii, becerebilene aşk olsun.
Yazan:TT Tarih: Tem 17, 2008 | Reply
-Türk milliyetçilerine karşı olan gizli kininiz hemen ortaya çıkıyor,
-Bu site de herkesin her kesimin görüşlerine önerilerine rahatsızlıklarına yer vermişsiniz ama ülkücülere hiç yer vermemişsiniz Mehmet Bey
-eğer İstanbul da iseniz geleyim yanınıza size ülkücü ve ülkücülük anlatayım…
-Maden niyetiniz ezber bozmak ben size garanti de veriyorum %100 ezberiniz bozulacak!
…
Birebir görüşmeye dayalı, %100 garantili ezber bozma ilanı!…: ))
Yazan:MY Tarih: Tem 17, 2008 | Reply
Nurullah Bey,
Sitemize hos geldiniz, güzel söeleriniz için tesekkürler. Sanirim ilk yorumunuz bu. üniversiteye basladiginizi yazmissiniz. Demek ki 18-20 yaslarindasiniz. Benim gibi 40’a yaklasan bir insan kardesinizden “agabey” nasihati degil ama haddim olmayarak önemli bir uyari: Istediginizi düsünün, konusun, oy verin, dernek ve parti kurun. AMA SAKIN HA SAKIN SIDDETLE, TAS, SOPA, SILAH ile is görenlere yaklasmayin. Hiç bir ideoloji insan hayatindan daha kiymetli olamaz. (Siz de zaten bunun farkindasiniz yazdiklarinizdan anlasilan 🙂
ülkücü, solcu, sagci altin gibi çocuklar harcandi bu ugurda. onbinler belki de yüzbinler okka altina gitti.
Düsünceleriniz ise sizin olsun. Kimsenin gerçeklerini ezbere kabul etmeyin, okuyup arastirin, yabanci kaynaklardan istifade edin. Vakit alir ama kazik yemezsiniz.
dostlukla
Yazan:MY Tarih: Tem 17, 2008 | Reply
Ozan Bey,
Degil Necip Fazıl, dünyanin bütün ilahiyatçilari toplansa, onlarin da arkasina 6 milyar insan gelip karsimda dursa ALLAH’in kelami olan Kur’an’in bir harfi etmez.
Ben herkes inaniyor diye inananlardan degilim. Imanda demokrasi olmaz. ALLAH’i kalbimde hissetigim için inanirim.
ALLAH’in ölçütlerine göre ülkücülük irkçiliktir. Bunun müspeti menfisi olmaz. “Genelde ALLAH’a taparim ama bazen de irkima taparim” diyene müslüman denmez.
Irkçilik, ülkücülük, ulusalcilik… vs adiyla yapilan kan, soy kavgalari Islam cografyasinin kanseridir. Filistinde, Bosna’da, Endonezya’da, Pakistan’da, Cezayir’de ve Türkiye’de kanayan yaralarin içinde hep bu kan, soy ütünlügü saplantisi vardir.
Evet, ülkücüler beni PKK’lilardan daha çok rahatsiz ediyor. çünkü PKK marksist bir örgüttür. 1970 model devrimci komünist gerilla prensiplerine göre savasir ve kan döker. Onlarin kirlettigi komünizmdir. Mao’nun, Lenin’in, Che’nin teorilestirdigi komünist gerilla savasidir.
Oysa ülkücüler sizin de az önce yaptiginiz gibi davalarina ALLAH’in adini alet ederler. Müslümanlarin adina leke sürerler. Islam’i anlamak yerine dinimizin içinden islerine gelen kavramlari alip kullanirlar, mesela sehitlik gibi. Islam’i anlamadiklari ve çok fazla umursamadiklari için de ülkücüler cenaze törenlerinde camileri stadyuma çevirirler. Slogan atarlar, bayrak sallarlar, intikam yeminleri ederler.
Oysa müslüman kisi hayatin bir imtihan, ölümün de hayatin bir parçasi oldugunu bilir. Cennete giden sehit kardesi için sessizce dua eder. Bir yandan da aklini kullanir, “nasil oluyor da dünyanin en büyük ordularindan biri bu PKK’yi halledemiyor? Sorun silahta mi? komutanda mi? yoksa yöntemlerde mi? “ diye düsünür bir parça.
PKK… Ters giden nedir? Bundan sonra nereye? adli yaziyi okumus muydunuz?
çünkü dinimiz bir özelestiri dinidir. Hem Kur’an, hem hadisler hem de Hz Mevlana gibi alimler müslümanlari özelestiriye davet etmistir.
Kur’an’da akli ve bilimi ögrenmeyi, kullanmayi emreden 750 ayet vardir.
Simdi kendinize sorun bakalim, Hz Muhammed bugünkü sehit cenazelerindeki rezaleti görseydi ne derdi acaba?
Saygilarimla
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 17, 2008 | Reply
Kurtulalım…Ama nasıl?Bakın,bu platformu henüz yeni keşfettiğimde oldukça ilginç bir durumla karşılaşmıştım.Heyecanı sözlerine yansıyan bir yorumcu(muhtemelen çok genç bir kardeşimizdi) fikirlerimden ötürü beni bir hayli azarlamıştı.Suçum,hoşgörü ve “ötekine” saygıyı vurgulamktı.Bu tarz bir diyalog çağrısından belliki rahatsız olmuştu dostumuz.Beni sahte melek takılmakla(kendi ifadesidir)boş konuşmakla itham etmiş,olaki beni kasdettiği dikkatimden kaçarsa “üzerine alan alınsın,bu tipleri bildim bileli hiç sevmem”diyerek de mesajın yerine ulaşmasını garantilemişti.Tabi üzülmedim değil.Hem üzüldüm hem şaşırdım.Üzüldüm,çünkü saldırgan,hakaretamiz ya da tahrik edici hiçbir ifade içermeyen bir yorum eğer bu denli agresif bir tepkiyle karşılanabiliyorsa bu oldukça düşündürücüydü.
İlk etapta tuhaf bir savunma güdüsüyle bir cevap yazmayı düşündüm.Kendimi aklamak istercesine,durumun kendisinin düşündüğü gibi olmadığını,ortada yanlış bir anlaşılma olduğu şeklinde ikna edici bir şeyler yazmayı denemek istedim,fakat sonra vazgeçtim.Daha oğrusu bu girişimimin”özürü kabahatinden beter”misali tansiyonu daha da yükseltebileceği endişesiyle cesaret edemedim.
Oysa görüşlerini beyensem de beyenmesem de arkadaşımıza bir açıklama borçluydum.Ve kendime güvenim olmadığımdan(yani bir tatsızlık yaşanmasın hasebiyle)bunu erteledim.İstedim ki zamanla bazı şeyler anlaşılsın.Zaman en iyi çareydi.Arkadaşımızın hakkımdaki yargılarının değişebileceğine dair umutlarımı ise hiç yitirmedim.Gerçi şansıma bir daha yorumlarına rastlamadım.Ama eminim mutlaka ortak bir paydada buluşabileceğimizin bir yolu olacaktı.Zira diyalog kurabilmenin,bir zeminde buluşabilmenin kanalları asla sandığımız kadar tıkalı değil.Yeter ki nefsimize yenik düşmeyelim ve olayları kişiselliğe vardırmayalım.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 17, 2008 | Reply
Bu arada siteye hangi tarz merasimle:-) karşılandığımı anlatmak isterken konuyu biraz yarım bıraktım.
Yani demek istediğim kamplaşmaktan pekâlâ kurtulabiliriz.
Nasıl mı?
İncindiğimizde,öc alırcasına karşımızdakini yaralamaya kalkışmayarak.
Eleştirerek,ama daha önce anlamaya çalışarak.
Duymak istediklerimizin dışındaki sözcükleri de özgür kılarak.
Öldürerek,yokederek değil yaşatmaya çalışarak.
Ön yargı yerine,her zaman yanılabileceğimizi de peşinen kabul ederek.
Başkalarının doğruları bize yanlış gelirken,kendi doğrularımızın da başkalarına yanlış gelebileceğine ihtimal vererek.
Ve en öfkeli anımızda sevgiye,hoşgörüye ve toleransa başvurarak.
Ve kendimizi her zaman ötekinin yerine koyarak.
*****
Bu reçeteyi eksiksiz uygulayalım,bakın bakalım kamplaşmadan,kutuplaşmadan eser kalır mı?Ne dersiniz,bu kutuplaşma illetinden kurtulmak için bu perhize katlanmaya değmez mi?
Yazan:Nurullah ENGIN Tarih: Tem 18, 2008 | Reply
Açıkcası siteyi uzun bir süredir takip ediyorum. Mustafa Akyol’un sitesi sayesinde buraya gelmiştim ve sizn birbirinden değerli bir çok yazınızıda okudum. Özellikle bazı yazılarınızdan çok etkilendim. PKK… Ters giden nedir? Bundan sonra nereye? ve Müslümanların iç hastalıkları yazılarınız beni en çok etkileyenlerdendir. Daha önce herhangi bir yorum bırakmamıştım ama en son bu yazınızıda okuyunca en azından yanınızda birilerinin olduğunu ve halen KUTUPLAŞTIRILAMADIĞI ve inşallah KUTUPLAŞTIRILAMAYACAĞINI göstermek istedim.
Dediğiniz gibi bende okumaya ve farklıyı görmeye çalışıyorum.Hatalı olan biri dahi varsa Empati kurup onu anlamaya çalışıyorum. Özellikle Kitap ve daha sonra dergi, gazete ve yazılar okuma konusunda ve bunun değerini anlama konusunda geç kalmış bir birey oldum ama yinede yanlışı gördüm ve düzeltmeye çalışıyorum. Artık bende OKUYORUM!.. Her fikri!
Dediğiniz gibi 18-20 yaş aralığında; 19 yaşındayım, biraz ücre bir yerde Van’da yaşamaktayım ama inşallah o değerli öğüdünüzü yerine getirmeye çalışacağım.
“Kimsenin gerçeklerini ezbere kabul etmeyin, okuyup arastirin, yabanci kaynaklardan istifade edin.”
Tekrar Teşekkür Eder, Bizleri daha fazla aydınlatmanız için yeni yazılarınızı dört gözle beklediğimi bildirmek isterim.
Yazan:suzannur Tarih: Tem 18, 2008 | Reply
Aziz Bey,
Bazen o kadar can yakıcı yorumlar oluyor ki, kendinizi tanımakta zorluk çekeceğiniz ifadelere başvurabiliyorsunuz. Ben bir kez yaşadım, ama o zat-ı şahaneyle bu sayede aramızda kırmızı sınırlar oluşturduk devletler misali. Artık o kişi benim yorumlarıma cevap vermiyor, ben de o kişinin yorumlarına dokunmuyorum. İtinayla bundan kaçıyoruz.
Sessiz anlaşma :))
Ha, kim diğerine bir şey anlatabildi, hiçkimse. Nuh deyip Peygamber dememe sendromu diyorum ben buna. Ne kadar alttan da alırsanız alın, olMUyor malesef. Kendinizi ne kadar cahil, boş, şu bu olduğunuz gibi ilginç kategoriler altında buluyorsunuz. Her nedense, bu tarz insanlar her şeyi de bilirler, bir siz bilmezsiniz ya da özellikle bilmiyorsunuzdur. Gözlerinizi gerçeklere kapatmışsınızıdr ve uzar gider…
Ama bu demek değil ki, herkes böyle. Herkesin böyle olmadığını göstermek için bile yazmak lazım, yazmak ve ne fikri savunuyorsanız savunun, fikrinizle ezber bozmak lazım. Ezberci olanlardan gına geldi çünkü, kategorize edenlerden ve tuhaf genellemelere gidenlerden, dinlemeyip sadece konuşanlardan, üslupsuz ifadelerden, fikr-i sabitlerden…
Devamlı aynı tekrarları dile getirenlerden, tek taraftan olaylara bakmayı doğru tutum zannedenlerden ve her olayı eşit mesafeden değerlendirmeye çalışanları döneklikle, şu-buyla -guya öyle yapınca karşıdaki suçlu olacak- suçlayanlardan…
Ezber bozmak için yazmaya devam…
Yazan:ozan Tarih: Tem 18, 2008 | Reply
Sayın Türkeş’i hiç okumadan kulak dolması ile anlayıp algıladığınızı anlamış oldum Mehmet Bey bunun için kendisinin milliyetçilik hakkında ki düşüncelerini kısaca şu şekilde sunabiliriz;
Türkeş, Türk milletinin yeni bir yolun yolcusu ve yeni bir kaderin sahibi olması gerektiğini düşünüyordu. Bu yeni yol, Türkiye’yi bilimde, ahlakta, teknikte ve sanayide yeryüzünün en ileri ülkesi yapmak isteyenlerin yolu olacaktı.
Türkeş, tıpkı Orhun Kitabelerindeki gibi, geceyi gündüze katıp emek harcayarak, ter dökerek kendi düşünce eserlerini meydana getirecek ve Türk milletini kökünden koparmadan, bilimde, sanatta kanatlandırıp çağlar üzerinden uçuracak gerçek aydınlara ihtiyaç duyulduğuna işaret ediyordu.
Türkeş, bunun için sadist Slav marksizmine veya soğuk Anglo-Sakson kapitalizmine sarılmaya gerek olmadığını, üçüncü bir yola ihtiyaç duyulduğunu belirtti. Ülkede sosyal adaleti ve Türk milletinin toplum olarak büyük bir hızla kalkınmasını sağlayacak yüzde yüz yerli ve milli bir doktrin olması gerektiğini vurguladı. Bu doktrinin ruhunu “Her şey Türk milleti için, Türk’e doğru ve Türk’e göre” prensipleri teşkil etti. İşte Türkeş’in o ünlü “9 Işık Doktrini” bu düşüncelerin ürünüdür.
Türkeş Türkiye’de yaşayan ve Türklüğü benimseyen, aynı kültürle yoğrulmuş, aynı dine mensup insan topluluğunun Türk milletini teşkil ettiğine inanır. Bu sınırlar dışında yaşayanlarla birlikte çok büyük ve geniş bir aile olan Türkler’in, temel varlığı ve meselelerin çözüm yeri ve sahibi olarak Türkiye’yi gördüklerine inanır. Bu bakımdan Türkiye’nin birinci planda ele alınması, korunması ve yüceltilmesinin başlıca konuyu teşkil ettiği görüşündedir.
Alparslan Türkeş’e göre Türk milliyetçiliğinin temel görüşünü şu şekilde özetlemek mümkündür.
“Türk milletinden olmak, Türk milletini sevmek ve Türk devletine sadakatle hizmet aşkı taşımak, vatan bağlılık duygusu içinde bulunmak ve Türk milletinin yükselmesi için elinden gelen her fedakarlığı yapmak ve çalışmak duygusu ve şuurudur. Bu duygu ve şuuru taşıyan herkes Türk’tür. Kalbinde yabancı başka bir milletin özlemini, özentisini taşımayan, kendisini Türk hisseden, Türklüğü benimseyen ve Türk milletine, Türk devletine hizmet aşkı taşıyan herkes Türk’tür.
Türkeş’in milliyetçilik anlayışının temelinde, Türk milletine karşı beslenen derin sevgi yatmaktadır. Türkeş;
“… Bizim milliyetçiliğimiz, Türk milletine karşı duyulan derin ve köklü bir sevgi ve Türk milletinin içinde bulunduğu müşkül durumdan bir an önce en modern, en ilmi metotlarla çıkarılarak en kısa yoldan modern uygarlığın en ön safına geçirilmesini sağlama duygusundan kuvvet alır” der.
Şimdi burayı dikkatle okuyun;Türkeş’in ortaya koyduğu Türk milliyetçiliği anlayışında, başka milletlere karşı kin ve nefrete, gareze, öfkeye yer yoktur. .Türk milletine duyulan derin sevgi esastır.
Türkeş’in Türk siyasi hayatına kazandırdığı ve kitleleri derinden etkilediği milliyetçilik anlayışının yanına “Türkçülük” kavramını da oturtmak gerekir.
“Milliyetçiyiz, Türkçüyüz. Neden Türkçüyüz? Çünkü milletimiz Türk milletidir. Türkçülük Türk milletinim hayatının her safhasında yapacağı her şeyin Türk ruhuna, Türk geleneğine uygun olması ve Türk’e yararlı olması amacının, fikrinin ön planda tutulmasıdır.”
Alparslan Türkeş’teki bu yüksek manevi anlayış, Ülkücülüğü doğurmuştur. Türk muhitini en kısa yoldan, en kısa zamanda modern uygarlığın en üst seviyesine çıkarma, mutlu, müreffeh, bağımsız, hür ve kendi haklarına sahip bir hayata kavuşturma ideali Türkeş’in ülküsünü oluşturur.
“Bizim ülkücülüğümüz, daima gerçekçi olmayı ve girişilecek faaliyetlerde Türkiye’yi “hiçbir zaman tehlikelere, risklere, maceralara sürüklemeyecek bir yol üzerinde bulunmayı esas kabul eder.”
Alparslan Türkeş’e göre Türk milletinin “kutlu güç kaynaklarının” başında İslamiyet, milliyetçilik ve Türkçülük gelmektedir. Ayrıca birlik, beraberlik, iç barış ülküsü, cihan devleti kurabilme özellik ve kabiliyeti de Türk milletinin temel özellikleri arasında yer alır.
Türkeş, ülküsünü, idealini, sevdasını, aşkını bilim adamları, aydınlar ve gençlerle paylaşmıştır. Özellikle de gençlere hitab ederken Bilge Kağan gibi; “Ey Türk! Titre ve kendine dön” diye kükremiş ve bu dönüş iki bine iki kala en yüksek temposuna ulaşmıştır. Gençleri, aydınlan sevdasına ortak olmaya, yeni ufuklara çağıran Türkeş, Ülküsünü Bilge Kağan’dan, Kür-Şad’ın izinde Anadolu’ya kazımıştır:
“Ben Türk milletini:
Sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye,
Rüşvet, hile ile çiğnenen, çiğnetilen hukuk düzenlerine,
Ahlaktan mahrum bir hürriyete,
Tefeciliğe, karaborsaya yer veren bir ekonomiye çağırmıyorum.
Türklük gurur ve şuuruna, İslam ahlak ve faziletine, yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe, kardeşliğe, kısaca hak yolu, hakikat yolu, Allah yoluna çağırıyorum. Modern medeniyetin en ön safına geçmek üzere çağlar üzerinden sıçramaya çağırıyorum. Hareketin adını isteyenlere açıkça ilan ediyorum:
Yeniden maneviyata dönüş…
Türk aydınları, Türk gençliği, buluşma yerimiz Büyük Türkiye’dir.”
Bugün 60’lı yaşların üstünde olanlar, yani babalarımız, savaş, açlık, kıtlık, karne dönemlerini görmüşlerdir. Bu kuşak, zor yılların da etkisiyle, yalnızca yaşayabilmeyi, hayatta kalabilmeyi, daha açık söyleyişle midelerini düşünmüşlerdir. Bundan dolayı kendileri hiçbir zaman suçlanamaz.
Türkeş, Türk milletinin bir siyasi parti etrafında toplanması gerektiğine inanıyordu. Sürgün dönüşü ayaklan havaalanında vatan topraklarına değer değmez bu düşüncesini hayata geçirmek için çalışmalara başladı. Türk gençliğine Türk milliyetçiliği konularında bir öğretmen gibi dersler verdi. Gece gündüz çalıştı. Yorulmadı, yılmadı, yüksünmedi. Çalıştı, çalıştı, çalıştı… İhanetlere uğradı, terk edildi, yalnız bırakıldı. En yakınlarından Türk milleti uğruna şehit verdi. Ama o çelikleşmiş iradesiyle, engin fikirleriyle her zaman çalıştı. Yılmadı…
Türk milletinin yeni bir ruhla silkinmiş evlatlara ihtiyacı vardı. Türkiye, 1960’ların özellikle ikinci yarısından başlayarak, 70’li yılların ortasına kadar unutturulmuş olan “Türk” kimliğiyle yeniden tanıştı. Türk milletinin kalkınmış Ülkeler seviyesine çıkabilmesi için milli kimliğin hakim kılınması ve yetişen gençlerin Türk olduğunun idrakinde olması gerekiyordu. Türkeş’in Türk milletine ve Türk gençliğine hatırlattığı vasılların başında “Türk milliyetçiliği” gelmektedir.
“Bizim Türk milliyetçileri olarak davamız, Türk milletinin varlığını yüceltmek ve ebediyyen devam ettirmek davasıdır. Bu fikrin, bu davanın üstünde başka hiçbir fikir, başka bir dava yer alamaz.”
Türkeş, “Türk” milletine mensup olduğunun şuuruna varan gençlere 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren dinlerini hatırlatmıştır, “İslam ahlâk ve fazileti” olarak tarif ettiği İslam dininin bütün gençlerin yüreklerinde duymasını sağlamıştır. Şüphesiz Türkeş, Balıkesir yöresi Türkmen aşiretlerinden Çipniler’in MHP’ye ilhakı dolayısıyla yaptığı bir konuşmasında, Alevi vatandaşların da MHP’ye katılması gerektiğini ve Türk-İslam ülküsünü hayata geçirmek isteyen tek partinin MHP olduğunu söylemişti. Türkeş bu konuşmasını, “Yolumuz Allah yoludur” diyerek bitirmiş ve Alevi-Sünni ayırımının Türk mille! ine yapılabilecek en büyük kötülük olduğunu belirtmişti. Bu açıklamadan sonra Alevi vatandaşlarımız kitleler halinde MHP’ye iltihak etmişti.
Gerçekten de o yıllarda Türkiye sağcı-solcu, Alevi-Sünni, ilerici-gerici olarak bölünmeye parçalanmaya çalışılıyordu. Komünistler bazen Atatürkçülük maskesi ardına sığınarak, bazen de halkların, işçilerin, emekçilerin ezildiğini öne sürerek bunları kendilerine kılıf yapmak suretiyle, Türk milletine yönelik saldırıları hep cepheden sürdürüyorlardı.
Türkeş ise o dönemde ortaya çıkarak, “Biz ne sağcıyız ne solcu, Türk milliyetçisiyiz. Ancak, halkın anladığı manada sağcı olabiliriz. Türk mîlletini ve vatanını kamplara bölmeyin. Sesimize kulak verin. Bu kavga sağ-sol kavgası değildir, bir dış saldırıdır. Demokratik rejime yönelmiştir. Ülkeyi yıkmak istiyorlar” demişti.
Ancak o kara dönemde bazı çevreler bu sese kulak asmıyorlardı. Hem içeriden hem de dışarıdan pek çok işbirlikçi, Türkeş aleyhine kampanyalar, yürütüyorlardı. Faşist dediler, Irkçı dediler. Kafatasçı dediler. Fakat o bunların hiçbirisinden yılmadı. Çünkü söylenenlerin hiçbirisi değildi. O Türk milletinin “Başbuğu” idi.
Yerli ve yabancı ihanet şebekelerinin ve gafillerin uzantıları Türkeş’i yıkmak, Türkeş’i karalamak, Türkeş’i yok etmek için türlü oyunlara başvurdular. O bunların hepsini zamanında öğrendi. Gereken tedbirleri aldı.
Çünkü Türkeş, Türk milletine güveniyordu.
Türkeş gür sesiyle millete yaptığı çağrıyı sürekli tekrarlıyordu: “Bizleri milliyetçi Türkiye’ye götürecek ana ilkeler, temel hedefler Dokuz Işık Doktrini’nde gösterilmiştir. İdeolojimiz, çağın en dinamik ideolojisi, Türk milliyetçiliğidir. Dokuz Işık Doktrini ve Türk milliyetçiliği ideolojisini sizlere takdim ediyorum. Bunları sonuna kadar savunacak, Türkiye’nin en ücra köşesine kadar yayacaksınız.”
12 Eylül harekatıyla Türk milliyetçilerinin kervanı basıldı. Kervan yağmalandı. Çünkü Türkeş adım adım iktidara yürüyordu. C-5 tezgahından pek çok ülkücü geldi geçti. Kışın zemherisinde çırılçıplak soyularak gecenin karanlığında kilometrelerce yürütülen Ülkücüler vardı. Elektriğin tuzlu acısını hücrelerinin her zerresinde hisseden Ülkücüler vardı.Sabah namazını kılarken dipçikle beyni patlatılan ülkücüler vardı,14 yaşında mapusun soğuk yüzü ile tanışıp dert sofrasından bal yiyen ülkücüler vardı…
Türk milleti için çekilen acılara, sıkıntılara, ayrılıklara, gözyaşına rağmen, Türkeş yılmamıştır. Tutsaklık günlerinden sonraki bir görüşmede, şöyle diyordu:
“Dünyanın her yerinde Türkler yaşamaktadır. Dünyanın dört bir yanına dağılan, dal budak salan Türkler’i, önce bulundukları yerlerde teşkilatlandırmak gerekir. Ardından bu teşkilatlar yılın belli gününde bir araya gelip “Dünya Türkleri Kurultayı” tertiplenmelidir. Bunu Yahudiler, Ermeniler, Çinliler, Yunanlar ve daha pek çok millet yapıyor. Türkler’in büyük bölümü ise esirdir…”
Türkeş, basılan kervanı, yabalanan kıymetleri yeniden toplarlamak için gece gündüz çalıştı. Yok olan teşkilatı yeniden toparladı. Türkmen atasözünü ne güzel söylemiş: “Göç yolda dizilir…”
“Emanet olunan davayı kucakladım. Hiç arkama bakmadan, tereddütsüz, hiçbir şeye aldırmadan yürüyorum. İleriye doğru yürüyoruz. Hızlanıp koşmak gayreti içindeyiz.. Koşacağız. İleriye gittikçe geride kalmayıp, beni takip edin. Bu mücadelede her hangi bir sebeple ben düşersem bayrağı kapın, daha ileriye gidin.”
1991 yılında yapılan seçimlerde Türkiye yeni baştan nefes aldı.
Ancak Türkiye’nin bütünlüğü tehlikedeydi. Milletin birlik ve beraberliğine kasteden hain çeteler yine sahnedeydi. Vatandaşlarımız-her gün ölüyordu. Askerimiz, polisimiz şehit ediliyordu. Ülkede Türk-Kürt ayrımı yapılıyordu. Alevi-Sünni çatışması körükleniyordu. Türkiye; güzelim vatanımız, birkaç cepheden kamplara ayrılmak isteniyordu. Anaların gözyaşı dinmiyordu. İki aylık kundaktaki bebelerin üstüne şarjörler boşaltılıyordu. Oyun aynıydı: “Parçala-birbirine vurdur-kırdır…” Dün oynananlar aynıydı. Oyuncular da aynıydı. Türk milletine ve Türkiye’ye melanetlerini kusanlar, bugün de aynı.
Geçmişte bunların sebebi olarak gösterilen MHP ne yapıyordu? Türkeş’in yıllar önce ortaya koyduğu gerçekler, artık devlet politikası haline gelmişti. Türkeş’i zindanlara koyanlar, O’nun görüşlerini, reçetelerini uyguluyorlardı.
Türkeş’e karşı en haksız, en ağır ithamlarda bulunanlar, Türkeş’ten bir özür bile dilemediler. Türkeş ise, böyle bir şartı elinin tersiyle itiyordu.
Türkeş bunlara ne dedi:
“Türkiye’nin dışında Türkler var. Türkiye kardeşlerinin hürriyet ve müstakilliğini kazanabilmesi için her yola başvurmalıdır.”,
Anadolu’da yaşayan Türkler varlık mücadelesini verirken, bütün Türk Dünyası’nın varolma savaşım sürdürürken, ayıplanan, suçlu görülen, ırkçı denilen, Turancı(!) diye horlanan Türkeş, herkesin Türk cumhuriyetleri ile kucaklaşmasını, hatta bunun yeterli olmadığını söyleyerek hükümetlere yüklenilmesini, sitem edilmesini sevinçle karşıladı. Bunun yanısıra hiçbir zaman gurura kapılmadı. Çünkü O Başbuğu idi, Türk milletinin Başbuğu…
Türkeş, devlet adamlığının gereklerini yerine getirerek Türk milletinin dertlerine çareler üretmeye devam ediyordu. Kamuoyundan büyük bir destek sağlamıştı. Yapılan yoklamalarda en önde çıkan Türkeş’ti. Türkeş, işi sıkı tutuyordu. Her fırsatta kervanı basmak isteyen uğrulara karşı daima uyanık, ihtiyatlı, tedbirli ve zinde olmuştur, Türk milletine yaptığı çağrılarda, Hacı Bektaş Veli’nin buyurduğu gibi “Gelin canlar bir olalım” diyordu. Ancak çaşıtlan, uğruları, iblisleri, kırmızı sakalları çok iyi tanıyordu. “Gel kim olursan ol gel. Tövbeni yüz bin kere bozmuş olsan da yine gel” demiyor muydu Mevlana? Türkeş Halil İbrahim sofrasıydı. Gelenler kim olursa olsun, ancak kısmeti kadar alabilirlerdi bu Yesevi Ocağı’ndan.
Türkeş’in ocağında hafız kadar duru berrak zihinler, dimağlar, Yusuf yüzlüler vardı. Çetin günlerde her türlü zorluğu gül bahçeli otağlara çevirmişlerdi. Bunu başaran isimsiz kahramanlardı. Gel, kim olursan ol yine gel: “Yel kayadan ne alır?”
Şimdi ömründe gırtlağına ocak tozu ilişmemiş,tam olarak yaşayan bir ülkücüyü tanımamamış sizin gibi fikir fukaralarının ülkücüler hakkında yazdıklarını okuyorumda içim sızlıyor Mehmet Bey,makalelerinde afilli afili bir çok yabancı isimden şahıstan ondan bundan şundan söz ediyorsun istersen bir araştır bakalım;Velican Oduncu kimdir?Ali Bülent Orkan kimdir?Dursun Önkuzu kimdir?Nasıl ki bugün birden mütahit oluveren eski mücahitlere göre İslami hareketleri,nasıl ki liboş oluveren tatlı su solcusu eski devrimcilere göre sol hareketkeri değerlendrimek kokuşmuş karekterlere bakarak geneli yargılamak yanlış ise bir iki tane adama(!)bakarak ülkücü ve ülkücülüğü yargılamak ve zan aaltında bırakmakta yanlıştır.Bir fikir sitesi olduğunu iddia etttiğiniz sitenizin kombine yazarlarından her fırsatta Türk milliyetçiliğine ve ülkücülüğü saldırmayı değilde ”ya kardeşim bu adaları hep dışlıyoruz ama bu adamlar ne düşünür,fikirleri nelerdir demenizi beklerdim.Ama açıkcası ülkücü ve ülkücülüğü sadece birilerininin taşeron kavgacısı,kontragerila,olarak gösteren sizlerden bu konuda pek umudum yok…
Yazan:burak Tarih: Tem 18, 2008 | Reply
Ben din bilgini değilim ama Allah’ın adını alıp bu kadar net konuşabilmeniz hakkaten çok etkileyici. Tabii “kim müslüman kim değil” bir kalemde yazmanız da ilgimi çekmedi değil.
Bir de gereksiz yere Atatürk referansları yapan insanlar gibi gereksiz yere din ve Tanrı referansı yapmak da nedense çok itici geliyor.
Selametle
Yazan:Göktürk Tarih: Tem 18, 2008 | Reply
“Ezber bozmak” ifadesinin kendisi ezber haline gelmedi mi sizce?
Yazan:MY Tarih: Tem 18, 2008 | Reply
Burak Bey,
“Ben din bilgini değilim ama Allah’ın adını alıp bu kadar net konuşabilmeniz hakkaten çok etkileyici. Tabii “kim müslüman kim değil” bir kalemde yazmanız da ilgimi çekmedi değil.”(BURAK)
Bunun için din bilgini olmak gerekmez, müslüman olurken söylenen bir cümle vardir,
herhalde Türkçesini yazmama gerek yok.
eger ALLAH’tan baskasina tapiliyorsa söz konusu din Islam olamaz. ALLAH’in yanina baska ilah kabul edilseydi Hz Muhammed o putlari kirmazdi. Bunlarin yanina ALLAH’i da koyalim derdi.
Irkçilik konusuna gelince. Benim yazdiklarimla yetinmeyin, kendiniz arastirin tabi ki. Ama Kur’an kan-soy davasini bu kadar açik bir dille reddederken bunun aksini savunmak O’nun sözlerinin kesinliginden süphe etmek anlamina gelmez mi?
Kur’an’i kismen kabul eden birine ben nasil din kardesim diyeyim? Illa ki rahatsiz oluyorsaniz söyle diyelim, ben eger müslümansam irkçilar degil. Eger onlar müslüman ise ben degilim.
Yine de her seyin en dogrusunu ALLAH bilir.
Dua ile
Yazan:MY Tarih: Tem 19, 2008 | Reply
Ozan Bey
Öncelikle bu uzun açiklama için ayirdiginiz vakite ve seviyeli uslubunuza tesekkur ederim.
Bir kez okudum ama bir kez daha salim kafayla okuyacagim.
zahmet olmazsa size ve konuyla ilgilenen arkadaslara iki yazi önerecegim:
Türk Milliyetçiliğinin intiharı: CHP ile MHP birleşsin!
Psikopatlık ve Karizma
Size de sunlari sormak isterim:
1) Nihal Atsiz hakkinda ne düsünüyorsunuz?
2) Nihal Atsiz hakkinda Türkes ne düsünüyordu?
3) Bugünkü ülkücüler geçmise dönük özelestiri yapiyorlar mi?
4) Türkes’in çok iyi ve masum bir portresini çizmissiniz. Oysa söylemlerinde çok fazla kan ve siddet vardi. DAVADAN DÖNENi VURUN! lafi da onun degil mi? Neden vuralim? yani selami kessek olmuyor mu?
Yazinizda Türkesçi milliyetçiliginin Türkiye’yi ve Türkleri sevmek oldugunu anlatiyorsunuz. Neden Ermeni ülkücüler yok? Neden yahudi bir Türk veya sonradan protestan olmus biri yok ülkücüler arasinda?
Neden MHP güneydogu’da kürtlerin oyunu alamiyor? Neden arap kökenli müslüman türkler yok aranizda? Süryani (hristiyan) vatandaslarimiz da sizi desteklemiyor.
Belki yaniliyorum ama bu tablodan anlasilan ülkücü hareketin etnik ve dini kimlikler üzerinde yürüdügüdür. Yani dediginiz gibi Türkiye’yi sevmek yetmiyor, biyolojik ve iman olarak da belli bir kaliba uymak mecburiyeti var. Bunun dilimizdeki adi IRKçILIK ve AYRIMCILIK degil mi?
Ozan Bey,
Global olarak Türkes’i sizin algilayisinizi anlatmissiniz. Türkes kelimelerini silip yerine mesela Atatürk, Tayyip Erdogan veya Ecevit’i koysak ne degisecek? Türkes’e özel bir bilgi içeriyor mu yazdiklariniz? Yoksa kemalistlerin yaptiklari gibi liderinizi övmekle mi yetiniyorsunuz?
MHP’lierde çok sik rastladigimiz lider ve teskilat kültü size Hitler gençligini hatirlatmiyor mu? Veya Mussolini’nin su sözlerini (mealen) “her sey devlet için vardir, devletin disinda hiç bir sey yoktur”
CKMP’nin (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi) gençlik hareketi için kullanılan “milliyetçi toplumcu” adı Nazilerin Nasyonal Sosyalizm’ini çağrıştırmiyor mu? 1980’den önce polis abilere “yardim etmek amaciyla” solcu döven ülkücüler Hitler gençliginin milis kuvvetine benzemiyor mu? Darbelere bahane üretmek için kullanilan sonra da kullanilmis bir kagit mendil gibi atilan bu gençlerin
yaptiklari 1930’larin Almanya’sini, Kristal gecesini ve Parlemento binasi yanginlarina benzemiyor mu?
Türkes’in hukuk devletine, demokrasiye ve halk iradesine saygili oldugunu nasil düsünebiliriz? Darbeci Milli Birlik Komitesinde yer aldigini unuttunuz mu? 27 mayis’ta darbe bildirisini radyodan okuyan kisinin Alpaslan Türkes oldugunu bilmiyor muydunuz yoksa?
Halkina güvenen bir insan neden darbe yapsin? Ayrica siyasi rant için her türlü paralel hukuk sisteminin altindan ülkücü mafyalar çikmadi mi? Sadece Susurluk bile buna yeter. Tabi bazi “dindar” takilanlarin susurluk skandali sirasindaki sessizlikleri de onlari büyük ölçüde bu hukuksuzlugun suç ortagi yapar, onu da unutmayalim.
Gençlere önem verdigini söylüyorsunuz. Onlarca yil harekerin liderligini neden birakmadi baskalarina? neden yerine
yeni gençler yetistirmedi?
Ve son olarak Devlet Bahçeli’nin Erzurum’da insanlarin üzerine yagli urgan atmasine ne diyorsunuz? Eger orada bir grup deli çikip ta “madem Apoyu asamiyoruz bari bir kaç kürt asalim” deyip katliam yapsalardi bunun Türklüge hizmeti ne olacakti? Sorarim size.
Gelelim Türklük kavramina. Adriyatik’ten çin denizine uzanan cografyada … evet 140 milyon Türkçe konusan insan yasiyor. Ama bu cografyada Türklere faydali bir seyler yapilacaksa bu geri kalanlar ile iyi anlasmamiza bagli. 7 milyon ermeni, 150 milyon rus, 1O milyon yunanli ve …1.5 milyar çinli ile ortak projeler gelistirmemiz gerek. Kaldi ki Orta asyadaki “Türk” cumhuriyetlerinin bazilarinin nüfusu %40 rus. elitlerin neredeyse tamami. Onlara da dag Türkü mü diyecegiz? Kendini rus sanan dönekler diye rapor mu yazacak Halaçoglu adli resmî tarihçi?
Sevgili Ozan Bey,
“Sadist slavlar, kapitalist anglo-saxonlar” gibi beylik laflarla hiç bir yere gitmek mümkûn degil. Kusur ve kaliteleri irklara ve etnik kökenlere atfeden Türkes’i övmeye devam ettikçe kendinizi IRKçI söylemlere hapsediyorsunuz.
Türkes hiç bir zaman milletinin destegini arkasina alamamis, marjinal kalmis bir liderdir. PKK’ya kizip MHP’ye oy verenler oluyor zaman zaman. Ama bu hareket bütün siyasi projesini etnik aidiyet üzerine kurdu. Hala da agizlarinda kürt nefreti, ermeni nefreti, hristiyanlasma korkusu, siyonist korkusu… saymakla bitmez. Kahraman Türkler diye edebiyat yapip bütün projeyi korku üzerine kurmak ne komik degil mi? Eskiden de komünist korkusu vardi ülkücü dillerde.
Bu sebeple erbakan, Türkes, Ecevit ve Demirel’in temsil ettikleri hareketlerin son kullanma tarihleri geçti. Etkin ve dini aidiyetle bir yere varilamayacagini hepimizin anlama günü geldi. Evet, Türk’üm, bununla gurur duyarim. Ama nokta. Orada durun. Bir brezilyali her sabah uyanip da “Kahretsin, ben niye Türk dogmadim?” diyor mu? demek ki benim gururum izafîdir. Türkiye’de dogmam ve Türkleri tanimam sebebiyledir. Eger Madagaskar’da dogsaydim bununla gurur duyacaktim.
Su halde milliyetçilik her haliyle evrensel olmaktan uzaktir. Aksi takdirde sirp milliyetçileri ile Türk milliyetçileri balkanlarda kapisir miydi? Bu kan, soy kavgalari olmasaydi Balkanlar ve Ortadogu bu günkü kan gölüne döner miydi? Enver Pasa denen o deli Turan Düsü pesinde olmasaydi o yüzbinlerce asker can verir miydi? Ama gidin ülkücü sitelere, hâlâ “Enver pasa’nin askeri olsaydim keske” diye yorum yazan zavallilar var. 12 Eylül sürecinde hapishanelerde bomba patlatan, yangin çikaran ve yanarak ölen ülkücülere “ülkü sehidi” diyenler var. “Keske bende ölseydim” diyenler var.
Türkiye’yi ve Türkleri seven herkesin tefekkür etmesi gereken noktalar bunlar.
Saygilarimla
Yazan:Olcayto Tan Tarih: Tem 19, 2008 | Reply
Yazdıklarınıza katılmakla beraber bundan daha vahimi salt ideoloji olarak ülkü veya ülkücülüğün değil ancak Alparslan Türkeş’in dönemi itibariyle samimiyetinden endişe edilmesi gerektiği , 7 tipli öğrencinin öldürülüşün de Abdi ipekçi suikastinde kimlerin hangi ellerin olduğu çok açık. ilişkiler ağı c.i.a ‘e kadar uzanan ve her daim “ülkücü katile derin koruma” senaryosuyla biten bu davranış bu hakkaniyetsizlik Türklükle mi bağdaşır islamiyetle mi? 80’lerin bu sığ ve indirgemeci yaftalarıyla “sağ, sol komünist faşist” gibi küresel dünyada , yeni dünya düzeninde kendine yer arayan Türkiye için değerlerle siyaset yapmak nasıl bir çözüm üretilebilir? Bu kadar sığ bu kadar kısır kavramlar gelecek için ne üretebilir daha vahimi madem görüşüne davasına bağlı teşkilatlı organize bir yapı var değişen dünyada ülkücülük kavramı neden revize edilmiyor en elit diyebileceğimiz üniversite öğrencisi ülkücüler bile neden satırlarla sopalarla? Neden yazmıyor çizmiyor üretmiyor davasını fikrini geliştirmiyor, bakın değiştirmek demiyorum.tümüyle karşı olsam da eğer “ülkücülük ve ülkücüler” saygı görmek , ve Türklüğe bir şey katmak istiyorlarsa fikirde dünyadaki bu muazzam devinime ayak uydurmalıdır.Az çok tarih bilen biri bile Osmanlının yönetim yapısını hiyerarşisini Türklüğe ve İslamiyete bakış açısını bilir.Bir ülkücünün burada takip ettiği şey birbirleriyle onlarca yerde çelişen bu kavramlardan hangisidir ve esaslı olarak hangisini temellendirebilir?
“Türkeş, tıpkı Orhun Kitabelerindeki gibi, geceyi gündüze katıp emek harcayarak, ter dökerek kendi düşünce eserlerini meydana getirecek ve Türk milletini kökünden koparmadan, bilimde, sanatta kanatlandırıp çağlar üzerinden uçuracak gerçek aydınlara ihtiyaç duyulduğuna işaret ediyordu.”
Orhun kitabeleri ve geceyi gündüzüne katarak Türklük için çalışan lider çok şık evet peki ülkücüler Abdi İpekçi gibi gerçek aydınları vurarak ya da dahasını vurdurarak mı gerçek aydınlar yetiştiriyordu yoksa gerçek aydın arzu edilen fikirleri izleyen aydınlar mıydı ? Bizim ülkücüler hakkında gerçekleri konuşan yazan çizen onlarca gerçek aydınımız vardı, hepsi baştan mı yaratıldı ?
“Türkeş, bunun için sadist Slav marksizmine veya soğuk Anglo-Sakson kapitalizmine sarılmaya gerek olmadığını, üçüncü bir yola ihtiyaç duyulduğunu belirtti.”
Soğuk, sadist vs bir takım vurgulu sözcükler… ancak bilindiği üzere dünyada uygulanmış en temel iki ekonomik sistem sadist slav marksizmi ki, Marksizm felsefesi itibariyle bir ırka atfedilemez ve soğuk anglo-sakson kapitalizmidir, bizde kamu kesiminin payı nispeten daha ağırlıklı olmakla beraber MHP’nin iktidara geldiğinde devletimizin halen uyguladığı ve iktidar partisi olan MHP’nin uygulamaya devam ettiği ekonomik sistemdir ve bilindiği kadarıyla Alparslan Türkeş’in bilimsel değerde bunlara alternatif olabilecek bir iktisat çalışması yoktur.
“cihan devleti kurabilme özellik ve kabiliyeti de Türk milletinin temel özellikleri arasında yer alır.”
Barışçı bir tavırla bu ne kadar bağdaşır ? Dünyada başka bir milleti haksızlığa uğratmadan kurulabilmiş bir cihan devleti var mıdır?
Gerçekten de o yıllarda Türkiye sağcı-solcu, Alevi-Sünni, ilerici-gerici olarak bölünmeye parçalanmaya çalışılıyordu. Komünistler bazen Atatürkçülük maskesi ardına sığınarak, bazen de halkların, işçilerin, emekçilerin ezildiğini öne sürerek bunları kendilerine kılıf yapmak suretiyle, Türk milletine yönelik saldırıları hep cepheden sürdürüyorlardı.
Türkeş ise o dönemde ortaya çıkarak, “Biz ne sağcıyız ne solcu, Türk milliyetçisiyiz. Ancak, halkın anladığı manada sağcı olabiliriz. Türk mîlletini ve vatanını kamplara bölmeyin. Sesimize kulak verin. Bu kavga sağ-sol kavgası değildir, bir dış saldırıdır. Demokratik rejime yönelmiştir. Ülkeyi yıkmak istiyorlar” demişti.
Aslında kamplaşma süreci tam olarak da bu subjektif , empatiden uzak yaklaşımlar. Evet biz sağcıyız ama Türk milletini kamplara bölmeyin? Bu nedir? Bu politik görüş altında birleşmeyen farklı düşünen birey mi ülkeyi kamplara bölmektedir? Hayır aslında her ikiside benzer bir sağduyusuz tavırda türeyecek ve kamplaşılacaktır.
Neden hala buradayız? neden bunları konuşuyoruz ? Buna mı ihtiyacımız var? Yoksa karşımızdakini dinlemeye anlamaya mı? daha az ateş ve daha fazla sağ duyuya mı?
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 19, 2008 | Reply
@Ozan Bey,
Yorumlarınızın tamamını okudum.Üslubunuza diyeceğim yok.Fakat düşünceleriniz,”ülkücüler”hakkında iyi yargıların oluşmasına engel olacak çelişkilerle dolu.Bakın,Pir Sultan Abdal’dan,Mevlana’dan alıntılar yapmışsınız.Ve ülkücülüğün tam da bu değerli şahsiyetlerin yolundan gittiğini ima etmişsiniz.Peki,sormak istiyorum yüzlerce gencin kanına girildiğinde(öldürülen 7 TİP li,onlarca aydın ve yazar ve daha niceleri) sizce bu hoşgörüyle ne kadar bağdaşıyor.Maraşt’a evleri tek tek işaretlenerek katledilen alevilere böyle mi yakınlık ve sempati gösterilmeliydi.Keza Çorum’da,Malatya da,Sivasta yapılan toplu katliamlar da bu sevgi ve hoşgörünün sonucu mu olmuştu?Hiç düşündünüz mü Mevlana “kim olursan ol yine gel”derken acaba bunu mu kasdetmişti.Pir Sultan Abdal”gelin canlar bir olalım”derken acaba kan dökmeyi mi ima etmişti?Bugün yaşasalardı şehit cenazelerinde kusulan öfkeyi,ekilmek istenen düşmanlık tohumlarını alkışlayacaklar mıydı?O bakımdan gerçeklerimizle yüzleşmek durumundayız.Geçmişte yaşanmış bu acı olayları görmezden gelerek kimseyi ikna edemezsiniz.Evet,siz bütün bunları tasvip etmeyebilirsiniz,buna inanıyorum.Ancak bunun için içtenlikle ve cesaretle özeleştiri yapmak durumundasınız.Hâlâ hiçbir şey olmamış gibi davranıp,bu ülkeye yaşattığı acı,gözyaşı ve kayıpları sorgulamaksızın körü körüne bir davayı yüceltmek ne size ne de bu ülkede yaşayan hiç kimseye fayda getirmez.Kin,öfke,savaş ve şiddetle bir yere varılmaz.Artık bu tür komplekslerden kurtulmamız gerek.Daha çok uzak değil yakın bir tarihte kanlı-bıçaklı iki ulus olan Alman ve Fransızlar bakın neredeyse birleştiler.Dünya gittikçe değişiyor.Siz hâlâ titremekten,kükremekten,gürlemekten sözediyor,Türkeş’in tarihten çıkıp sizi kurtarmasını bekliyorsunuz.
Dolayısıyla bu mantıkta ısrar ederek birbirimizi tüketiyoruz.Kurtarıcıları bir kenara bırakalım,bu memlekete iyi kötü hizmetleri olmuşsa saygıyla analım.Ama bizler hala yaşıyoruz ve varsa sorunlarımız bizler tarafından çözülecek.Bakın son otuz yıl içinde bizden çok daha geri ülkeler bizi solladılar,biz ise kamplaşmakla,kutuplaşmakla meşgulüz.Ve bu mantığı değiştirmediğiz sürece de geri kalmaya devam edeceğiz.
O halde gelin hep beraber daha güçlü ve demokratik bir Türkiye inşa edelim.Savaş,şiddet ve kavgayla değil;barış,adalet ve hoşgörüyle yapalım bunu.Gelecek nesillere adaletle donanmış,çağdaş,müreffeh bir ülke miras bırakalım.
Yazan:Doğanşah Genç Tarih: Tem 21, 2008 | Reply
Milliyetçilikle ırkçılığı karıştırmayalım Türk dünyanın en iyi ırkıdır demek ırkçılıktır. Kürtleri ırağa, Atatürk’ü sevmeyenleri Iran’a, fetocuları amerikaya yollamaya çalışan zihniyeti kınıyorum. Bu ülke Atatürk’ün olduğu kadar benim, kürdün, ermeninin, sosyalistin, anarşistin, libealin, şeriatçının, fetocunun da. Düşünceleri devlet değil halk yargılamalı eleştirerek. Ayrıca Türkeş milliyetçi değil ırkçıydı, hükümetin değil askerin ülkeyi yönetmesinin yanındaydı. Bir gün insanların birbirine sadece insan olarak bakması dileğiyle
3hhareketi Üyesi/ Dogansah
Yazan:ozan Tarih: Tem 21, 2008 | Reply
Sayın Mehmet Bey …
Size de sunlari sormak isterim demişsiniz ve devam etmişsiniz…
1) Nihal Atsiz hakkinda ne düsünüyorsunuz?
2) Nihal Atsiz hakkinda Türkes ne düsünüyordu?
3) Bugünkü ülkücüler geçmise dönük özelestiri yapiyorlar mi?
4) Türkes’in çok iyi ve masum bir portresini çizmissiniz. Oysa söylemlerinde çok fazla kan ve siddet vardi. DAVADAN DÖNENi VURUN! lafi da onun degil mi? Neden vuralim? yani selami kessek olmuyor mu?
Yazinizda Türkesçi milliyetçiliginin Türkiye’yi ve Türkleri sevmek oldugunu anlatiyorsunuz. Neden Ermeni ülkücüler yok? Neden yahudi bir Türk veya sonradan protestan olmus biri yok ülkücüler arasinda?
Neden MHP güneydogu’da kürtlerin oyunu alamiyor? Neden arap kökenli müslüman türkler yok aranizda? Süryani (hristiyan) vatandaslarimiz da sizi desteklemiyor”
Hüseyin Nihal Atsız hakkında ne düşünürsünüz diye sormuşsunuz ben görüşlerini tasvip etmem ve ülkücülerde (Aşırı Türkçü franksiyonlar hariç)etmezler.Türkeş de aşırı ırkçı görüşlerinden dolayı kendisi ile yollarını ayırmıştır.Hemen aklnıza Nihal Atsız gelmiş oysa ki bu konuda aklınıza gelen ilk ismin Seyit Ahmet Arvasi olması gerekirdi çünkü Atsız Türkçü Seyit Ahmet Arvasi ise ülkücüdür.Ayrıca ülkücülerin dünya görüşü milliyetçiliğe bakış açıları eğitim hakkında ki görüşleri ekonomik düşünceleri gibi konularda ki düşüncelerini merak edecek olursanız merhum Arvasi Bey’in Türk-İslam Ülküsü 1-2-3 adlı eserlerine de bakabilirsiniz.Unutmadan hemen söyleyeyim kendisi etnik olarak Arap’tır…
Ülkücüler geçmişe dönük muhasebe yapıyor mu diye sormuşsunuz.Elbette yapıyoruz,hatalarımızın yanlışlarımızın hepsinin olmasa da bir kısmının farkındayız inşallah Cenab-ı Allah bizlere furkan nasip ederde hepsini görüp rızasını derecesinde düzeltiriz kendimzi.
Sayın Mehmet Bey,ülkücü dediğiniz insanlar uzaydan gelmemiştir,gökten pat diye düşmemeiştir.Bu toplumun şartları bundan 30-40 önce kutsaliyetlerine uzanan ellere karşı bir refleks doğurma ihtiyacı duymuştur ve ülkücü hareket doğmuştur.Şimdi sorarım ben size günde omuzunda 7 tabut taşıyan sayın Türkeş’e karşı muhalifleri veya zıt düşünce de olan rakipleri gül atıyordu da sayın Türkeş mi sadece bunlara şiddet ile cevap veriyordu?Elbette hayır…Keşke o olaylar hiç yaşanmasa idi…Ama yukarı da yazılan yazıları okuyorum da sanki bu şiddet ortamının tek sorumlusu ülkücüler olarak gösterilmiştir,oysa ülkücüler,bu konuda şiddeti uygulayanlar şiddet uygulananlar olmuşlardır.Ülkücü hareketin 80 öncesi olaylarında ardında bıraktığı 4000 şehid bunun en önemli ispatıdır.İnsanlar sırf ülkücü olduğundan dolayı eğitim haklarından mahrum olmaktaydılar,ciğerleri pompa ile şişirilip Ziraat Falültesinin bilmem kaçıncı katından aşağı atılan ülkücülerin arkadaşlarının ruh halini düşünebiliyormusunuz?c-5 Lerde Tabutluklar da sırf ülkücü olduğu için beyinleri bilmem kaç volt ampül ile pişirilip,tırnakları çekilen,vuıcudna elektirikler verilen,zorla gecenini bilmem kaçında kaldırıp siz milliyetçisiniz ya kalkın ulan istiklal marşı okyun deyip sabahlara kadar uyandırılıp bu şekilde psikolojik işkencelere de tabi tutulan ülkücülerin yürek frekansına kulak vermeyi düşündünüz mü hiç?Sayın Mehmet Bey sizden sırf Allah rızası için bir isteğim olacak yazdıklarınızdan az çok mürekkep yaladığınız belli oluyor ben size gelin bire bir anlatayım teklifinde bile bulundum ama siz sıfatım ülkücü olduğu için olsa gerek yine beni yanlış anladınız:)):isteğim şu lütfen yanına sarkık bıyıklı siyah takım elbiseli iki üç zibidi alıpta herkese lolo yapan sokak kabadayılarını sırf Allah rızası için urganlara yürüyen Yusuf Yüzlü insnalar ile aynı sıfatta buluşturmayın.Bugün paçasından haram ve kul hakkı akan adamlar ile asılmaya götürülürken arkadaşlarının cebinde ki paralar ile kefen parası bile çıkaramadığı gariban ama onurlu,gururlu heybetli ve asla haram yemeyen gerçek ülkücüler ile hiç bir alakası yoktur.Ama sistem en koyu ve sert rüzgarlarını ülkücülere karşı vurdu.Ülkücüler ne sağ ne sol sadece insanları bu hale sokan ve kardeşleri biribine vurudran sistem ile kavgalı iken problemi tam ense kökünden yakalamış iken önlerine sembolik düşmanlar konuldu ve hemen hemen her köyde şubesi bulunan koca ülkücü hareket pasivize edildi.Biz bunun farkındayız,hatalarımızında yanlışlarımızında farkındayız.Ama bizi en çok yaralayan anlaşılamamaktır!
Ülkücülerin için de etnik kökeni değişik insanlar niye yok diye sormuşsunuz,ama özür dileyerek belirtmek zorundayım,bu sizin ülkücü hareketi pek bilmediğinzi göstermektedir şöyleki yazının başında da belirttim,örneğin Ülkücü Hareketin fikir babalarından ve Türk İslam Ülküsü adlı eserin sahibi Ahmet Arvasi Arap’tır!
Aranızda neden Ermeni yok diye soruyorsunuz,eminmisiniz son kararınız mı?Levon Panos Dabağyan adını duydunuz mu?
İstanbulludur, yazardır. CKMP ve MHP’lidir; 1969 senato seçimlerinde aday olmuştur. Türkeş’in isteğiyle yıllarca Ortadoğu Gazetesi’nde makale yazmıştır.Ve bir Ermeni’dir!
Yeterli mi Mehmet Bey?
Yazan:Olcayto Tan Tarih: Tem 21, 2008 | Reply
Ozan bey,ülkücülerin ve ülkücülüğün durumunu yakın tarihte öyle bir lanse etmişsiniz ki sanki bu süreçte her daim haksızlığa uğramış mağdur edilmiş ve kendini korumak zorunda kalmış bunun için şiddete başvurmuş gibi.7 tipli öğrencinin Abdi İpekçinin ve daha nicelerinin öldürülmesi gerekli miydi? bundan alınacak ders veya telafi edilecek bir durum yok, böyle hareketlerin telafiside yok.İddianız üzerine farz edelimki bu süreçte ülkücüler mağdur edildi, mağduriyeti çözmenin yolu mağdur eden gibi davranıp silaha sarılmak şiddete başvurmak mıdır? Böyle olmadığı zaten ortada.Neden ülkücülere yapıştırılmış bu bahsi geçen yaftalar ” sarkık bıyıklı siyah takım elbiseli iki üç zibidi alıpta herkese lolo yapan sokak kabadayılarını sırf Allah rızası için urganlara yürüyen Yusuf Yüzlü insnalar ile aynı sıfatta buluşturmayın.” gibi; neden ülkücülere, ülkücülüğe mal ediliyor , neden bir radikal solcuya, anarşiste veya örnekteki gibi uç görüşlere bile böyle çirkin bir imaj çizilmiyor.Ben üniversite öğrencisiyim, bir siyasi parti ve görüş adına konuşulması gereken nispeten daha önemli; tüzüğü, programı, vizyonu gibi konuları bir kenara bırakarak siyasetle tarihle ekonomiyle yakından uzaktan ilgisi olmayan bir adam gözüyle gördüğüm şeyi söyleyeyim. 9 Eylül üniversitesinde bu insanlar en dar tanımıyla konuşuyorum “solcularla” birbirlerine girdiler. ortada bir sebep yok dialog sağlanamıyor ve sen şusun, ben buyum sloganlar ve kavga dövüş, hemen silahlar çıktı en yakın ocaktan adamlar çağırıldı ve söz konusu karşıt görüş sahipleri bir şekilde pasifize edildi.Burası İzmir devam ediyorum.Erciyes Üniversitesinden benden 2 yaş büyük bir arkadaşım var ağır ülkücü kendisi Erciyeste kendilerine özgü bir sistemleri var tuvaletinden koridoruna her şeyin bir başkanı şusu busu hiyerarşisi var daha çirkini bu adamların yıkım ekibi var ne iş yapıyor bu yıkım ekibi ?Nazi Almanyasında benzer gençlik bile inanın daha ciddi işlerle uğraşıyordu.Bu ekip bir çeşit ahlak polisi gibi görev sürdürüyor.Misal bir erkekle bir kız görüyor yakınlaşıyorlar hemen olaya müdahale ediliyor ağız burun kırılıyor ama bu insanlardan hiç biri gerçek bir erkek gibi bir kadına da yanaşamıyor :), ramazanda sigara içen yakalanıyor dövülüyor böyle boş 3-5 adam bir araya gelince kendini bir şey oldum zanneden dahası ülkücülüğe ve Türklüğe hiç yakışmayacak biçimde yüreksiz,haksız 4-5 kişi 1 adamı döven kendince toplumsal düzeni sağlayan herkese posta koyan sevimsiz bir güruh.Ben hayatımda böyle solcu, fetullahçı veya anarşist görmedim.Artık kimsenin böyle düşünen toplumu bu derece huzursuz eden dar görüşlü insanlara ihtiyacı yok ve bunların topluma zarar vermekten başka bir fonksiyonuda yok daha kötüsü teşkilatın gayri-meşru ağızıyla gayri-meşrudan başka gücüde yok.Çok yazık.Bu konuyla ilgili sürekli ortaya konan kontra argüman ise bir kaç tane kendini bilmez zibidinin ülkücülüğe mal edilmemesi gerektiğiki ben yüzyüze konuştuğumda sizin genel başkan yardımcınız Tunca Toskay’da aynı biçimde dile getirmişti, ancak onlarca üniversite gezdim ki Erciyes ülkücülerin kalesi denilmekte yanlışsam düzeltin orada bile durum bu kadar vahimse daha kötüsü; siz şayet desteklemiyorsanız kendinizden yaşça küçük 3-5 tane zibidiye sahip çıkamıyorsanız koskoca ülkücü hareket nasıl bir idari kadroya kaldı demektir ki bu daha da vahim.Onu bunu geçelim bunlara cevap verin lütfen gençlerinizin neden üretemediğine neden okumadığına cehaletlerini şiddete nasıl dönüştürdüklerine bu karanlığı bu amaçsızlığı nasıl desteklediğinize en çirkin harekete bile nasıl sahip çıktığınıza nasıl yücelttiğinize, bu cahil insanları neye ittiğinize…
Yazan:İzzet Kütükoğlu Tarih: Tem 21, 2008 | Reply
Bir zamanlar bende bir ideolojinin hızlı savunucusu idim, bana göre benim partim bir iktidar olsa memleket kurtulur, fakir fukara bayram eder, huzura kavuşur idi. ben öyle zannederdim.
Bu gün, sağcıya, solcuya, milliyetçiye, ulusalcıya vede imanlısına gülüp geçiyorum sadece…
Yirmi yıla yakındır şuna inanır şunu söylerim:
Hiç bir iktidardan kurtulmak, kurtulmak değildir!
Gerçek kurtuluş, ülkeyi düzen bozukluğundan kurtarabilmektir!
Cumhuriyet bellediğimiz bu düzen yozluğundan kurtulamadığımız sürece, kurtarıcı aramaların sonu gelmeyecektir!
Bu ülke ancak, cumhuriyete kavuştuğu vakit kurtulmuş olacaktır!
Onuda kimsler aramıyor, yazıklar olsun…
Herkes bir kurtarıcı peşinde, herkes bir ideolojiye iman etmiş vaziyette!
Gerçek cumhuriyetin fazileti, seçilmiş krallarında değildir. fazilet cumhuriyetlerin adında değildir… fazilet cumhuriyetin sisteminde, sistematiğindedir!
Böyle bir cumhuriyet ülkenin yakınından bile geçmiş değildir!
Koskoca ülkede hiç kimsenin cumhuriyetin sistemini, sistematiğini düşünmeyip, kurtarıcı aramanın peşinde koştuğu bir ülkede, sistematik olarak cumhuriyetin olabilme imkanı yoktur ne yazık ki!
fazla seçenek yoktur! ya bu cumhuriyetin nersinde hata ve kusur olduğunu düşünüp, cumhuriyetin kusurlarını hatalarını ayıklayıp gerçek anlamda cumhuriyete kavuşup kutulacağız.
Yada, tarihi tekerrür etireceğiz!
Çağ bilgi çağı…
lakin biz cahiliye devrini yaşıyoruz!
Bakın internet ortamına, aklı başında adam arayın bakalım kaç kişi bulabileceksiniz.
Mesela ben, google yazıyorum bu nasıl cumhuriyet diye, Türkiye’de böyle bir soru soran düşünen olmamış!!!
Bunu yazdığınızda Bir şarkının sözleri çıkıyor.
Bir ülke cumhuriyetle yönetiliyor. Ne yöneten mutlu, ne yönetilen mutlu, ne zengin ne fakir mutlu, ülkenin istiklali elden gitmiş istikbali kararmış.
Ama gelin görün ki, bu ülkede, benim cumhuriyetim nasıl bir cumhuriyet diye düşünen yok!
Kimse kusura bakmasın! bu kadar az düşünen bir millet cumhuriyetin adı ile avunmaya kendini kandırmaya mahkumdur!
Soracaksın, sorgulayacaksın, düşüneceksin, “bu nasıl cumhuriyet? diye!”
Bunu kim sormuş Allah, Muhammet aşkına!
Bir birimizle itişmekten, uğraşmaktan bunu düşünecek zamanımız mı kalıyor?
Bir yerlerde yazıyorum, ban soruyorlar senin gibi düşünen kaç kişi var diye…
Bende diyorum ki, meselede burada zaten! Koskoca ülkede benim gibi düşünen üç adamın bulunamayışı!
Rahmetli Recep Yazıcıoğlu, bu düzen bizim defterimizi dürecek diye bağıra bağıra gitti.
Herkes çok iyi vali idi, adam gibi adamdı falan gibi anlamsız övgülerle ona methiyeler düzdü, düzmeye de devam ediyor.
Bir kimsede bu adam, “bu düzen bizim defterimizi dürecek” derken ne demek istedi diye düşünmedi, düşünmüyor yazıklar olsun!
Ondan sonra vatanseversin, milliyetçisin, ulusalcısın, hadi canım sende!
Yazan:ozan Tarih: Tem 22, 2008 | Reply
…..aynen makale için kullanılan resimde olduğu gibi birbirimize bağırıyoruz…karşımızdakinin ne dediği pek umrumuzda değil…hatta ne dedeğini OKUMUYORUZ bile sonra da acayip SAÇMALIYORUZ VESSELAM…
Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Tem 22, 2008 | Reply
Ülkücüler geçmişe dönük muhasebe yapıyor mu diye sormuşsunuz.Elbette yapıyoruz,hatalarımızın yanlışlarımızın hepsinin olmasa da bir kısmının farkındayız inşallah Cenab-ı Allah bizlere furkan nasip ederde hepsini görüp rızasını derecesinde düzeltiriz kendimzi.(OZAN)
Amin diyorum, cümlemize. Sadece ülkücülerin degil herkesin, hepimizin buna ihtiyaci var.
Hatta basindan beri sizin ve benim söylediklerimin içinde hatirlanmaya deger bir satir varsa bu yazdiginizdir kanaatimce.
Seviyeli üslubunzla ülkücüler hakkindaki bazi fikirlerimi degistirdiniz, itiraf edeyim. En azindan özelestiriye açik olma konusunda hakli oldugunuzu ispat ettiniz.
Fransa’ya geldigim ilk yillarda Islam’in aleyhine bir söz söylendiginde mesela kadin haklari veya siddet konusunda, hemen “asla olamaz böyle bir sey! Bakin filan ayet, filan hadis” diyordum.
Oysa bugün Islam cografyasinda kadinlarin hakki yeniyor mu? EVET. Islam adina sidet uyugulaniyor mu? EVET. Müslüman ülkelerin bir çogunda halka iskence yapiliyor mu? EVET.
Demek ki bos beyaz bir sayfa açmaktan yorulmayacagiz.
Sözünü ettiginiz sarkik biyikli, siddet söylemli ülkücüler gerçek mi? EVET. Bunun önüne kim geçecek? Sizin gibi özelestiriye açik insanlar. Zira ülkücü, Türk veya Müslüman olmak için önce insan olmak gerekiyor. Ortak zemin budur. Bos beyaz sayfa da budur.
Saygiyla
Yazan:Olcayto Tan Tarih: Tem 22, 2008 | Reply
Yanlış anladınız Ozan bey,üslubum sıkıntı verdiyse bağışlayın kimseye bağırmak, saldırmak değerlerini aşağılamak gibi bir niyetim yok, gerçeği, gördüğüm manzarayı mübalasız aktarmaya çalışıyorum, bunun neden böyle olduğuna nasıl düzeltileceğine cevap arıyorum.Makalenizi dikkatle okudum kişisel görüşümüde belirttim hatta oradan sık sık alıntılar yaptım, son derece duygusal ve subjektif buluyorum.Değerler üzerinden bir sonuca varmak, bununla bir politika çizmek yerine , sonuca daha farklı gitmeliyiz.Makalenizi okuyunca tüm samimiyetimle söylüyorum, bunu genelde ülkücülere yöneltilen faşist,ırkçı kafatasçı vb gibi ucuz tanımlarla lütfen bağdaştırmayın zira ülkücü hareketin desteklesemde/desteklemesemde bundan farklı bir vizyonu olduğunu biliyorum.Makaledeki lider tanımlanışı hitlerin propaganda sürecini anımsatıyor.Burada da yanlış anlaşılmaya yer vermemek için hemen tekrar belirteyim Alp Arslan Türkeş’in kitaplarında ve söylemlerinde katiyen böyle ırkçı bir tavır yok aksine kucaklayıcı bir tavır var bu konuda hemfikiriz.Ancak bu propaganda biçiminin gidişatı ne kadar ayrışsa da lider odaklı.En bilinen örneği hitlerin propoganda süreci olduğu için bu örneği verdim örnekler çoğaltılabilir. epik bir biçimde lanse edilmiş Türk milleti için gece gündüz çalışan, okuyan, didinen birinden bahsediyoruz sürekli ama şişiriyoruz gibi geliyor.Bu affedilmez yanlışları bu tutumu objektif bakmadığımız için körüklüyoruz sadece ve bu tutum yüzünden bu bahsi geçen gençler doğru bir iş yaptıklarını zannediyorlar çünkü kendilerini herkesin bildiği gibi en sığ sosyal psikoloji yaklaşımıyla “liderleriyle özdeşleştiriyorlar.” Liderleride en iyimser bakış açısıyla zaman zaman şiddet icra ettiği ve tapınılan bir nesne bir kült gibi lanse edilmiş olduğundan yapılan hatalar bile gerek görüldüğü zaman yapılabilecek eylemlermiş gibi algılanıyor ve lider bunu bir şekilde geri beslediği için görüşü izleyen kişi kötüyü, yanlışı, meşru olmayanı icra edecek haklı zemini kendinde buluyor.Halbuki demokrasi dediğimiz şey anlayış olarak hiç bir insanın bu hakkı kendinde görmemesi ve bu davranışı icra etmemesi üzerine kurulu değil mi? Bu yüzden eğer sizin yarattığınız bu jenerasyonun sıkıntılarını bizlerde çekiyorsak bunu çözme sorumluluğunda olan yine sizsiniz.Hoşa gitsin ya da gitmesin bu yüzden ben gördüğüm tabloyu size bir şekilde aktardım.Ayrıca siyasi bağlamda belirli bir kampta olan bir kimse biz kimseyi kamplaştırmıyoruz kucaklıyoruz diyemez.Zira bir başkasıda aynı şeyi söylüyor bundan sonra kim kucaklayacak mücadelesine girişiliyor ki bu kamplaşma zaten.
Endişelerimiz , arzularımız insanlar için istediklerimiz farklı şekillerde farklı yollardan olsada ortak ve bu ortak çerçeve sizin üzerinizdeki ülkücü ibaresi değil ikimizin üzerindeki ortak insan ibaresi olsa, japonyada’ki adamla ortak noktamızda bu olmaz mı?.Bu adam ben Türk’üm demesede belki soğuk savaş jargonunu üstümüzden atıp beraber tüm dünyayı kucaklarız bu daha şık olmaz mı?
Saygılarımla…
Yazan:A.Y Tarih: Tem 23, 2008 | Reply
S.A
Bu site çok acayibime gitti… Bakıyorum ki herkes kendi görüşüne hayran bir şekilde yolunu çizmiş… Ama ne yazık ki ben, pek bu görüşlerin hiç birine katılamayacağım…
Herkes birbirlerinin yaptığı hatalarla kendine bir ölçü getirmiş bulunuyor!
Yani iyilik kötülük kavramı insanların bencesine göre anlam bulmuş…
Yine aynı şekilde doğru ve yanlış kavramı!
Mesela ben bu özeti ve yorumları okuduğum zaman ben de kendimce bir değerlendirme yaparsam ve bu değerlendirmemi de örneklendirirsem şöyle diyebilirim…
Arkadaşın biri diğer bir arkadaşın gittiği yolun yanlış olduğunu iddia etmiş…
Ve aynı şekilde diğer arkadaşta o diğer arkadaşın yanlış olduğunu iddia etmiş!
ve bu arkadaşlar birbirlerinin hep yanlışlıklarla noktalamışlar…
Aynı sokakta oturan ve birbirine düşman iki aile gibi…
ikiside birbini kötüleyerek kendilerinin doğru olduklarını iddia ederler…
Bende diyorum ki Bu iki aile de doğru değildir…
Necip Fazıl vapurla Karaköy’e geçerken, yanına biri yaklaşıp:
“Üstad”, diye sormuş “Peygamberlere ne diye gerek duyuldu, biz kendimiz yolumuzu bulabilirdik.”
N. Fazıl, okuduğu kitaptan başını kaldırmadan:
“Ne diye vapura bindin ki, yüzerek geçsene karşıya” cevabını vermiş.
Arkadaşlar madem hepinizin Kendi görüşü doğru madem gittiğiniz yol doğru neden 126 bin ile veya 226 bin peygamber gönderilmiştir…
Bu peygamberler gelince insanları neye çağırıyordu!
O zaman ki insanların ne tür bir yaşantıları vardı!
ve peygamberler gelince onların yaşaya geldiği ve hayatlarına da o tür yaşayışların üzerine bina ettiği değer ve düşünceleri reddetmelerinimi emrediyorlar dı!?
Kur’an’da kavimlere giden peygamber kıssalarını okuduğumuz zaman görüyoruz ki her peygamber otoriter olmuş nemrut’a Fravun’a Kral’a kişilere veya kişiye ilk önce ALLAH’ın emrine boyun eğ demesi…
Dikkat edin, yaratmak da, emretmek de yalnız ALLAH a mahsustur (Araf-54).
Onlara; “Allah’ın indirdiklerine uyun” denilince; “Hayır, biz atalarımızdan gördüklerimize uyarız” derler. – Peki, ya onların ataları hiçbir şeyi düşünemeyen, doğru yolu bulamamış kimseler idiyse de mi öyle yapacaklar? (Bakara-170)
atalar dini detaylı bilgi için: http://www.zeynepder.org/forum/index.php?topic=8626.0
ve bunlara benzer bir sürü ayet Kur’an’ı kerimde mevcuttur…
Peygamber efendimiz HZ. Muhammed (s.a.v.) ahir zaman ile ilgili görüşleride şu şekilde ifade etmiştir: ahir zaman da her Kişi kendi görüşüne (kendi Doğrusuna) hayran kalacaktır, ve o zaman her kişi kendi görüşüne hayran olduğu için insan sayısı kadar da Din ortaya çıkacaktır!
Ama ALLAH’u Teala Kur’an’ı kerimde: Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19] demiştir…
Yani sizin o kadar tartıştığınız idealler
Kur’an tabiri ile batıl birer dindir…
ve islamın ilk şartı olan: LÂ İLÂHE İLL’ALLÂH Bütün batıl dinleri reddet ve müslüman ol der…
örnek olarak :Dinde zorlama yoktur. Doğruluk ile sapıklık birbirinden kesinlikle ayrılmıştır. Kim Tağut’u, azgınlığı reddederek Allah’a inanırsa kopması sözkonusu olmayan, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Hiç kuşkusuz Allah herşeyi işitir, herşeyi bilir.
(Bakara-256)
Ayrıntılı bilgi için: http://www.sevde.de/Kuran-Tevsiri/Kuran_Tefsiri.htm
(Bakara-256)’ya bakılabilir…
Son olarak demokrasi taraftarlarına değinmek istiyorum:
yabancı bir adam demokrasiyi şu şekilde tarif eder, demokrasiyi örümcek ağına benzeterek: küçüklerin takılıp kaldığı büyüklerin ise yırtarak geçtiği bir örümcek ağıdir der!
türkiyeden bir kaç örnek verebiliriz:
mesela hortumcular bankaları hortumlar hemen serbest bırakılır, ama baklava çalan çocuk için aynı şeyler geçerli değil…
Zaten bakanlara, başbakanlara ve onlara yakın olan kişilerin mal varlıklarına bakarsanız anlarsınız birşeyleri…
örnekler çoğaltılabilir…
ve İslam’ın Demokrasiye bakışı:
Demokrasi hayat, insan ve varlık konusunda özel bir düşünceye sahip olan bir dindir ve devleti dinden ayıran laik düşünceyi sabit kılan nizamdır. Demokrasi dinine göre Allah Teala için yapılacak ibadet ancak mescidler, kiliseler, zaviyeler ve mabedlere hastır. Fakat hayatın özel veya genel meseleleriyle ilgili konular demokrasi dinine hastır. Yani, demokrasi dininde yönetici olan kimsenin Allah Teala’ya ait olan yetkileri kendisinde bulundurma yetkisi vardır. Fakat, Allah azze ve celle’nin hakkı olan konularla ilgili kanun yapma yetkisi yoktur. Zira böyle yaparsa dini siyasete alet etmiş olma ithamına maruz kalır ve kökten dinci ya da bölücü terörist ithamı ile karşılaşır. Allah Teala şöyle buyuruyor: Allah’ın yarattığı ekin ve hayvanlardan Allah’a bir hisse ayırmakta ve kendilerince: ‘Bu Allah’a ait, şu da ortaklarımıza ait’ demektedirler. Ortakları için olan hisse Allah’a ulaşmamakta, fakat Allah’a ayrılan hisse ortaklarına ulaşmaktadır. Verdikleri hüküm ne kötüdür!’ (En’am 6/136) Demokrasi dinine göre, halk kendi kendine hükmeder. Yani, kanun koyan ve kendisine itaat edilen Allah (c.c.) değil, insandır. Demokrasi dinine göre, Allah’ın dinine zıt olsa da, onunla alay edilse de, beşeri kanunlara muhalefet etmediği müddetçe inanç hürriyet vardır. Dileyen dilediği fuhuşu yapar, zina eder, livata yapar vs. Zira demokrasi dini için mukaddes hiçbir değer yoktur. Buna rağmen, bu din itiraz edilemeyen, hesab sorulamayan üstünlükte görülür. Demokrasi dini, batıl ve İslam’a zıt olsa bile, çoğunluğun görüşü mukaddes ve geçerlidir. Demokrasi dininde yöneticinin seçimi konusunda, en basit ve cahil insanla, en takvalı ve alim insanlar eşit tutulur. Demokrasi dininde, akidesi ve fikri ne olursa olsun, İslam’a aykırı olsa bile, siyasi partilerin ve değişik grupların oluşumu serbesttir. Buna göre demokrasi dininde, kendisine ibadet ve itaat edilen ilah, insanın heva ve hevesidir. İşte bu sapık olan demokrasi fikrinin sahipleri, bu yeni din demokrasiye inanırlar ve düşmanlıkları, dostlukları, savaşları sadece bu din için yaparlar. Bu dine giren kimseyi kendilerine dost edinir, ona yardımcı olurlar. Bu dine girmeyen kimseye ise düşman olup, ona savaş açarlarDemokrasi bir tağuttur ve Allah’tan (cc) başka ibadet edilen tağutların temelini oluşturur. Buna rağmen insanlar bu dine girmede hiç çekinmez ve tereddüt etmezler. Ona muhakeme olurlar ve onu hiç çekinmeden överler. Şöyle şaşırtıcı bir durum vardır: Kendilerinin müslüman olduklarını iddia eden kimseler yahudilik ve hıristiyanlık dinine girmekten çekinirler. Buna rağmen demokrat, komünist, sosyalist veya laik bir partinin dinine girmekten hiç çekinmezler. Oysa nasıl hıristiyanlık ve yahudilik birer din ise, demokrasi, komünizm, sosyalizm, laisizm de aynı şekilde birer dindir. Bu dinlerin hepsi batıldır. Aralarında tek fark; yahudilik ve hıristiyanlığın semavi asıllı oluşu, demokrasi, komünizm, sosyalizm ve laisizm semavi değil, heva ve hevesin ürünü oluşudur…
Arkadaşlar İslam dini müjdeleyicidir…
ALLAH insanlara zülm etmez, insanlar bilip bilmeden ALLAH’a muhalefet ederek kendilerine zülm eder…
Herkes kendince doğrudur,iyidir ve herkeste kendi bilidiği doğruyu,iyiyi çevresine benimsetmeye çalışır… insanlarda bu fıtridir…
Ama size tavsiyem kendi bildiğiniz doğruya değil, Kur’an doğrusuna gelin ancak böyle huzuru bulursunuz…
Yoksa eğer herkes kendi bildiği doğruyla hareket ederse o zaman ne anne çocuğu ile ne çocuk annesi ile ne kardeş, kardeşi ile geçinir… Hele siz ata babanızdan gördüğünüz ideallere iman eden kişiler asla birbiriz ile geçinemezsiniz!
İslam dururken batıya batılılara hayran olmayın…
Kişi sevdiğinin dini üzerinedir, her kim sevdiğine dikkat etsin!… hadisi şerifi hatırlayın…
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Allah teâlâ buyurdu:
“Ben kulumun zannı üzereyim. Beni andığı zaman, ben onunla beraberim. Beni kendi nefsinde anarsa, ben de onu kendi nefsimde anarım. Eğer beni bir topluluk içinde anarsa, ben de onu, o topluluktan daha hayırlı bir topluluk içinde anarım.
Bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir adım yaklaşırım. Bana bir adım yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak giderim.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buhârî.
inş. yararlı olmuştur…
ALLAH hak edene hidayet nasip etsin…
Yazan:Samet Yılmazçelik Tarih: Tem 28, 2008 | Reply
sinemnur adlı kişiye sesleniyorum alparslan türkeş hiç bir zaman ne ateş atmayı ne nişan atmayı nede bomba attırmayı öğretmiştir.Bunu yapsa yapsa pkklılar yapar çünkü onlar kalleştir…Ben Milliyetçi değilim TÜRKİYE CUMHURİYETİ vatandaşıyım.Bunu alparslan türkeşi korumak içinde yazmıyorum sana bunları her kim anlattıysa yalandan ibaret.Var mı belgen,kanıtın var mı? yok değil mi?Ben Burdan pkklıları savunanlara sesleniyorum.Bebek Katillerine terörist diyemeğenlere sesleniyorum.Acaba rahat uyuyabiliyorlar mı?
Yazan:Olcayto Tan Tarih: Ağu 2, 2008 | Reply
Değerli A.Y,
Demokrasi hayat, insan ve varlık konusunda özel bir düşünceye sahip olan bir dindir ve devleti dinden ayıran laik düşünceyi sabit kılan nizamdır
Demişsiniz.
öncelikle
din :Tanrı’ya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum, diyanet.
TDK
demokrasi ise;
Halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimi, el erki, demokratlık. TDK
Bu durumda, demokrasiyi din diye tanımlamamız için, tanımda belirtilen şekliyle demokrasiyi kapsaması gerekiyor ancak görüldüğü üzere böyle bir durum mevcut değil. Demokrasi bir egemenlik biçimiyken , din doğa üstü bir durumdur ve inanç sistemidir bu yüzden islamiyet bir din demokrası ise yönetim biçimidir.bu yüzden islamiyet ve demokrasi karşı karşıya oturtulamaz ve din tanımı altında gruplandırılamaz.Laisim ise zorlama bir tanım olmakla beraber demokrasinin alt yapısını hazırladığı “laiklikten” farklıdır. Laikliği, yani demokrasinin olmazsa olmazını bir sistemmiş gibi -izm lerle süsleyerek ortaya koymak insanları bu kavramdan soğutma çabasıdır.Laiklik demokrasinin bütün dinlere karşı aynı mesafede durarak her birinin inanç özgürlüğünü koruyan bir kavramdır ve bu bağlamda aynı topraklarda yaşayan bir müslümanın baş örtüsü takmasını bir hristiyanın kliseye gidebilmesini ve budist bir rahibin geleneksel kıyafetlerini özgürce giyebilmesini devlet eliyle garanti eder.
Bu yüzden laiklik din ile devlet işlerinin ayrılması değil devletin bir başka grup üzerinde baskı yaratmasına sebebiyet vermemek için bütün dinlere aynı mesafede durulmasını ifade eder, ancak bütün bu karşıt görüşlerin bir arada barınabilmesi için bir takım kurallar ve uygulamalar vardır ve bu uygulamalar bir takım kısıtlamalar getirebilir.
Farklı inanışa sahip insanların devlet kurumlarına kendi inanışlarını taşımak suretiyle bölünmelerine sebebiyet vermemek için bu kısıtları getirebilir, nasıl okula giderken belirli bir kıyafet yönetmeliği vardır , bu yönetmelik devletin her alanında olacaktır olmalıdır.
Bunu oturtamamış devletler ise toplumsal huzuru sağlayamadıkları için bir çeşit baskı rejimine dönüşmekten kaçamazlar, bu gün hukuk sistemleri şerri kurallarla düzenlenmiş tüm devletler de bunun yaşayan örneğidir.(Suudi Arabistan, Irak ,İran vb…)
Ayrıca laiklik, bu şekilde demokrasiyle yönetilen yabancı devletler de bile azınlık olan müslümanların haklarını ve inanç özgürlüklerini koruyan bir araç olmuştur.
Demokrasi dinine göre, Allah’ın dinine zıt olsa da, onunla alay edilse de, beşeri kanunlara muhalefet etmediği müddetçe inanç hürriyet vardır
Demokrasinin beşeri kanunları ise herhangi bir dinin, grubun, ve bunlara ait simgelerin aşağılanmasını hor görülmesini kesin bir şekilde yasaklar.
Türk ceza kanunu’nun 216. maddesinin üçüncü fıkrasındaki ilgili hüküm şu şekildedir.
“halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”TCK 216
Benzer hukuki düzenlemeler demokrasiyle idare edilen devletlerin tümünde vardır ve bu haliyle demokrasi islamiyetin ve müslümanların özgürlüğünün de garantörüdür.
Dileyen dilediği fuhuşu yapar, zina eder, livata yapar vs.
Demokrasi dinine göre beşeri kanunlar her türlü hak ve özgürlüğü garanti altına alma üzerinedir, biz öyle inanmıyoruz tasvip etmiyoruz diye müslüman olmayan bir kimseyi, islamiyetin şerri hukukuna uymadı diye yargılayamayız.iyi veya kötü bizden farklı düşünüyor diye hiç kimseyi recmedemeyiz.
Burada bahsi geçen bütün doğrular da yine kişinin doğrusudur yani sizin, sizin gibi düşünenlerin doğrusu, fikrin gelişiminin önündeki en büyük engel kişisel doğruları mutlak doğrular sanmamızdır bu durumda sizin gibi düşünen kişilerin sayısı ne kadar çok ise mutlak doğrularda o kadar çok olacaktır ki bu durumda bunların bir arada barınabilmesi için demokrasiye yine en çok sizin ihtiyacınız olacaktır diye düşünüyorum..
son olarak bu konuyla ilgili yazınızı, görüşlerinizi nette bulmak zor değil aşağıdaki link yazınızın tümünü içeriyor; http://berzahnur.azbuz.com/readArticle.jsp?objectID=5000000003748409
ben kopyala yapıştırdan ziyade sizin fikirlerinizi duymak için sabırsızlıkla bekliyorum.
Saygılarımla…
Yazan:A.Y Tarih: Ağu 10, 2008 | Reply
Olcayto Tan arkadaş kopyala yapıştır seçeneğinden rahatsız olmuş ki benden kendi fikirlerimi bekliyor… ben ilk önce islama tabi olan bir müslümanım… ve islam ile alakalı olan herşeyi alır yapıştırırım… ha o’nun görüşü ha benim görüşüm farketmez… çünkü müslümanın ölçüsü Kur’an ve sünnettir… ve bende kur’an ve sünnet ölçüsünde olan bütün bilgileri kabul ederim… ve benim fikrim de zikrim de islam’dır
Sizin gibi insanlar ibadeti namaz oruc hac ile niteliyor… oysa ibadetin aslı itaattır… itaatta kime ise ibadette onadır!!!
mesela ALLAH kur’an da içkiyi yasakladığı için içki içmiyorum… bu da bir ibadettir… mesela zinayı yasakladığı için zina da yapmıyorum… bu da bir ibadettir…
mesela ALLAH namaz kılın diyor ben namaz kılıyorum… bu da bir ibadettir…
ama benim yaptığım bütün itaatler islam çizelgesi içindedir…örnekler çoğaltılabilir…
Din’in aslı da yaşam biçimidir…
bizim yaşam biçimimizi belirleyen ALLAH’tır
yani emreden, emri ile cezalandıran, insanlara hayatlarında yön veren, rızık veren, yaşatan ve öldüren ve tekrar diriltecek olan Alemlerin Rabbi olan ALLAH’tır…
“Bu durumda, demokrasiyi din diye tanımlamamız için, tanımda belirtilen şekliyle demokrasiyi kapsaması gerekiyor ancak görüldüğü üzere böyle bir durum mevcut değil. Demokrasi bir egemenlik biçimiyken , din doğa üstü bir durumdur ve inanç sistemidir bu yüzden islamiyet bir din demokrası ise yönetim biçimidir.bu yüzden islamiyet ve demokrasi karşı karşıya oturtulamaz ve din tanımı altında gruplandırılamaz.Laisim ise zorlama bir tanım olmakla beraber demokrasinin alt yapısını hazırladığı “laiklikten” farklıdır. Laikliği, yani demokrasinin olmazsa olmazını bir sistemmiş gibi -izm lerle süsleyerek ortaya koymak insanları bu kavramdan soğutma çabasıdır.Laiklik demokrasinin bütün dinlere karşı aynı mesafede durarak her birinin inanç özgürlüğünü koruyan bir kavramdır ve bu bağlamda aynı topraklarda yaşayan bir müslümanın baş örtüsü takmasını bir hristiyanın kliseye gidebilmesini ve budist bir rahibin geleneksel kıyafetlerini özgürce giyebilmesini devlet eliyle garanti eder.”
“din doğa üstü bir durumdur ve inanç sistemidir bu yüzden islamiyet bir din demokrası ise yönetim biçimidir.”
firavunda sizden farklı bir düşüncede değildi zaten…
firavun’a musa a.s ALLAH’ın emirlerine itaat et ve insanlarıda ettir dediği zaman o olmaz o göklere hükmeder… o emirleri ile sadece doğa olaylarını kontrol altına alır… yer yüzünde otoriter benim diye kıssalar okumuştum… ve demiştir ey mısır halkı siz kimin buyruğu altındasınız?… mısır kimin? burada kimin emirlerine itaat ediyorsunuz?Nil nehri kimin? kimin topraklarında rızıklanıyorsunuz… sizin en yüce rabbiniz ben değilmiyim? Musa’nın sizin dininizi değiştireceğinden korkuyorum vs. vs… tefsirlerde mevcuttur…
demokrasi bir egemenlik biçimi demişsin…
Kur’an da da egemenliğin yalnızca ALLAH’a ait olduğunu yusuf 39-40. ayet açıklar…
39- “Ey hapishane arkadaşlarım, çok sayıda ilaha inanmak mı, yoksa ezici iradeli tek Allah’a inanmak mı daha iyidir?”
yani ey Tan arkadaş 550 puta mı yoksa ezici iradeli tek Allah’a inanmak mı daha iyidir?
40- “Allah’ı bir yana bırakarak taptığınız düzmece ilahlar, ya sizin ya da atalarınızın taktığı birtakım boş, içeriksiz adlardan başka bir şey değildirler. Allah onlara hiçbir güç vermiş değildir. Egemenlik sadece Allah’ın tekelindedir. O yalnız kendisine kulluk sunmanızı emretmiştir. Dosdoğru din, işte budur. Fakat insanların çoğu bu gerçeği bilmiyor.”
-Kul manası türkçede köledir…
köle nedir tan arkadaş efendisine itaat edendir…
bizim efendimiz ALLAH’tır biz yalnızca ALLAH’a kölelik yaparız müslüman olarak… müslüman ne dir tan arkadaş… ( teslim olandır ) kime teslim olmuş müslüman ALLAH’ın dediğine… ha işte bak bende demek ki ALLAH’ın emrine itaat ediyorum… ve doğal olarak ibadet ediyorum!!!
eğer demokraside sana değişik bir yaşam sunuyorsa o zaman o na neden din demiyorsun ki!!!
ey Muhammed:Şu halde sen, onlar, o sana gelenler arasında her kim olursa olsun Allah’ın hak ile indirdiği Kitap ile hükmet, sana gelen haktan saparak onların isteklerine, eğri arzularına uyma. Zira arzulara uyulmamak için sizden her birine yani siz İslâm ümmetinden yahut siz ümmetlerden her birinize, biz bir şir’a, hak maksûda götürür özel birer yol ve bir minhâc, yani bütün o yolları içine alan umûmî bir cadde, açık bir yol tayin ettik.
yani şeriat belirledik…
demokrasi sadece sizin gibi insanların nefsine yönelik kanun çıkartır… istediğiniz gibi içersiniz… istediğiniz gibi giyersiniz… istediğiniz gibi herşeyi yaparsınız… sadece demokrasiye ters ise yapmazsınız… hiç islam’a tersmi diye düşünüyormusunuz…
Yusuf -Allah’ın selâmı üzerine olsun- burada, harikulâde, son derece net ve aydınlatıcı şu birkaç cümleyle, bu dinin genel niteliklerini, bu inanç sisteminin temel prensiplerini mükemmel bir biçimde çizmiş bulunuyor. Yine şirk, tağut ve cahiliye sisteminin temellerini de son derece şiddetli bir biçimde sarsmış durumda:
“Ey hapishane arkadaşlarım, çok sayıda ilaha inanmak mı, yoksa ezici iradeli tek Allah’a inanmak mı daha iyidir?”
Yusuf, karşısındaki iki genci kendine arkadaş ediniyor. “Arkadaşlarım” diyerek, onların sevgisini kazanıyor. Buradan hareketle de, çağrısının özüne, inancının temeline inmeye başlıyor. Onları kendi inanç sistemine hemen doğrudan çağırmak yerine, önce onlara nesnel bir soru yöneltiyor:
“Çok sayıda ilaha inanmak mı, yoksa ezici iradeli tek Allah’a inanmak mı daha iyidir.”
İnsanın özbenliğini, merkezinden vuran, şiddetle sarsan bir sorudur bu. İnsanın özbenliği tek bir ilah tanıdığı halde, birçok rabblerle karşılaşılması neyin nesidir?.. Kulluk edilecek, buyruğuna boyun eğilecek ve şeriatına uyulacak Rabb olmaya gerçek anlamıyla lâyık olan sadece, her şeyden üstün tek Allah’dır. Tanrı birlenip, onun varlıklar dünyasında her şeyden üstün bir otoriteye sahip olduğu benimsendiğinde, buna bağlı olarak, rabbin de birlenmesi ve onun insanların yaşamında her şeyden üstün bir otoriteye sahip olduğunun benimsenmesi gerekmektedir. Allah’ı bir ve her şeyden üstün kabul eden insanların, onun dışında birinin buyruğuna boyun eğmeleri ve Allah dışında bir rabb edinmeleri, bir an için bile olsa asla mümkün değildir. Rabb olarak sadece ve sadece, evrendeki tüm yasaların sahibi ve evrenin yöneticisi durumundaki Allah tanınmalıdır. Tüm evrene söz geçirebilmekten aciz bir kimsenin, buyruklarıyla evrene üstünlük sağlayamazken, otoritesiyle insanlar üzerinde üstünlük sağlayan bir rabb konumuna geçmesi asla doğru değildir!
Burunların ötesini görmeyen bütünüyle kör, aciz, bilgisiz, benmerkezci bir sürü uydurma rabblere boyun eğmek yerine, insanların, her şeyden üstün tek Allah’ın Rabliğine boyun eğmeleri kuşkusuz en doğru olanıdır. Burada belirttiğimiz eksiklikler, Allah dışındaki tüm uydurma rabbler için geçerlidir. insanlığın yaşadığı korkunç perişanlığın temelinde, bir sürü uydurma rabbler edinerek parçalanma ve kulların sözkonusu uydurma rabblerin aralarındaki bencillikler ve çekişmeler doğrultusunda darmadağın olmaları yatmaktadır… Tarih boyunca kimi zaman yeryüzünün sahte rabbleri Allah’ın otoritesini ve rabbliğini kendilerine yamamışlar; kimi zaman da cahil kimseler bilgisizlik, hurafe ve efsanelerin etkisiyle ya da baskı, aldatmaca ve propaganda etkisiyle onlara böylesi bir otorite sunmuşlardır. Yeryüzünün bu sahte rabbleri, ben merkezcilikten, salt kendini ve koltuğunu düşünmekten; kendi otoritesini sürdürüp güçlendirme noktasındaki o amansız hırstan kendilerini bir an için bile olsa sıyıramamaktadırlar. Bu sebeple de otoriteleri için, ama yakın ama uzak vadede, bir tehlike olarak gördükleri tüm güçleri, tüm potansiyelleri ortadan kaldırabilmek; aldatmacaları gün yüzüne çıkıp sona ermemesi için tüm güçleri, tüm olanakları kendilerine övgüler döktürmeye, kendilerinin borazanlığını yapmaya seferber edebilmekten başka bir şey düşünmemektedirler!
Her şeyden üstün olan tek Allah, evrendeki hiçbir şeye en ufak bir gereksinim duymayacak denli güçlüdür. O kullarının, erdemliliğinden, kurtuluşundan; çalışmasından ve belirlediği ilkeler doğrultusunda ilerleme kaydetmelerinden başka hiçbir şey istememektedir. Onların bu yoldaki tüm çabalarını, kendisine ibadet olarak saymaktadır. Kullarını yükümlü kıldığı ibadetlerde bile amaç, onların yaşamlarını ve durumlarını en iyi düzeye getirebilmek için, yüreklerini ve duygularını ıslah edebilmektir… Yoksa Allah’ın kullara hiçbir ihtiyacı yoktur. “Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsızın, Allah ise müstağnîdir, övülmeye lâyık olandır…” (Fâtır Suresi 15) İşte, her şeyden üstün tek Allah’a boyun eğmek ile çeşitli uydurma rabblere boyun eğmek arasında böylesine büyük bir farklılık vardır…
Daha sonra Hz. Yusuf, bir adım daha ilerleyerek, cahiliye inancını ve cahiliyenin korkunç kuruntularını çürütmeye geçiyor:
“Allah’ı bir yana bırakarak taptığınız düzmece ilahlar, ya sizin ya da atalarınızın taktığı birtakım boş, içeriksiz adlardan başka bir şey değildirler. Allah onlara hiçbir güç vermiş değildir.”
İster beşer türünden olsun, isterse beşer dışındaki ruhlar, şeytanlar, melekler, Allah’ın hakimi bulunduğu evrensel güçler türünden olsun, sözkonusu sahte rabblerin tamamı, rabblik noktasında bir hiçtir, rabblik gerçeğinin en ufak bir niteliğine bile haiz değildir. Rabblik sadece ve sadece, her şeyden üstün ve tek olan, kulların yaratıcısı ve onların tümünden üstün bir konumda bulunan Allah’a aittir… Gelgelelim çeşitli cahili sistemlere ve ortamlara mensup kimi insanlar, sözkonusu sahte rabblere, kendi kafalarından bazı isimler yamamakta, bazı sıfatlar takmakta ve de kimi özellikler yakıştırmaktadır. Bunların başında da bu tür sahte rabblere tanınan, hüküm koyma ve otorite yetkisi gelmektedir… Oysa Allah onlara ne böylesi bir otorite tanımış, ne da onların doğru olduklarına ilişkin bir delil indirmiştir…
Bu noktada Yusuf, bu çürük inanç sistemini yere sermek üzere son darbesini indirerek, doğruyu açıklıyor: Otorite kimin olmalıdır? Hüküm koyma yetkisi kimin olmalıdır?! Kime boyun eğilmelidir?! Bir başka deyişle, kime “kulluk” edilmelidir?!
“Egemenlik sadece Allah’ın tekelindedir. O yalnız kendisine kulluk sunmanızı emretmiştir. Dosdoğru din, işte budur. Fakat insanların çoğu bu gerçeği bilmiyor.”
Hüküm koyma yetkisi, sadece ve sadece Allah’ın olmalıdır. İlahlığının her şeye egemen olması gereğince hüküm, sadece Allah’a özgüdür. Zira egemenlik tanrılığın niteliklerindendir. Egemenliğin kendisine ait olduğunu ileri süren, ister bir birey, bir sınıf, bir parti, ister bir grup, bir ulus, isterse uluslararası bir örgüt şemsiyesi altında tüm insanlar olsun- tanrılığın nitelikleri noktasından herkesten önce Allah’a savaş açmış demektir. Tanrılığın baş niteliği durumundaki egemenlik noktasında yüce Allah’a savaş açan ve egemenliğin kendisine ait olduğunu ileri süren, yüce Allah’ı apaçık bir biçimde inkâr etmiştir. Böyle bir kimsenin kâfir olduğu noktasında dinin kesin hükmü için, sadece bu ayetteki ifade bile yeterlidir!
Kişiyi dosdoğru dinin çerçevesinin dışına çıkaran, tanrılığın baş niteliği konusunda Allah’a savaş açmış bir konuma getiren böylesi bir iddia için, sadece putperestlikte tek bir kalıp yoktur. Bir başka deyişle böylesi bir iddiaya kalkışan kişinin ille de, “Sizin için, kendimden başka bir tanrı tanımıyorum!” ya da -tıpkı Firavun gibi açıkça- “Sizin en yüce rabbiniz benim!” demiş olması şart değildir. Sadece, Allah’ın şeriatını egemen kılmayıp, bir kenara iterek, yasaları başka bir temele dayandırmak ya da sadece Allah dışında egemen konuma gelmiş makamdakileri, otoritenin kaynağı olarak görmek bile bu türden bir iddiaya kalkışmış bir konuma sürüklenmeye yeterlidir. Bunu yapan, tüm uluslar ya da bir grup insan bile olsa, durum değişmemektedir… İslâm sisteminde ümmet, kendisine bir yönetici seçerek ona Allah’ın şeriatının hükümlerini uygulama yetkisini verir. Ancak bu, yasalara meşruluk kazandıran egemenliğin temelinde ümmetin bulunduğu anlamına gelmez. Tam tersine egemenliğin kaynağı sadece Allah’ındır. Ne var ki, İslâm araştırmacılarından bile pek çok kimse, hükümet eden yani yöneten ile otorite kaynağını birbirine karıştırmaktadır. İnsanlar bir bütün olarak, egemenlik yani hüküm koyma hakkına sahip değildirler. Bu hak sadece, bir olan Allah’a aittir. İnsanlar sadece, Allah’ın şeriatında bildirdiği hükümleri uygulamak durumundadırlar. Allah’ın şeriatında yer almamış bir hükmün ne doğruluğu sözkonusudur, ne de meşruluğu! Doğru olan, sadece Allah’ın koyduğu hükümlerdir…
Hz. Yusuf, hüküm koyma hakkının sadece Allah’a ait olduğunu açıklamasının ardından şöyle diyor:
“O yalnız kendisine kulluk sunmanızı emretmiştir.”
Bu açıklamayı Arap insanının anladığı biçimiyle anlayabilmemiz için öncelikle, sàdece bir olan Allah’a özgü kılınan “tapmanın, kulluk etmenin” anlamını iyice kavramamız gerekmektedir…
Ayette bunu ifade için kullanılan “a-be-de” fiilinin sözlük anlamı: itaat etmek, boyun eğmek, onurunu yenip alçakgönüllü olmaktır… Başlangıçta bu fiilin, İslâmdaki terminolojik anlamıyla dinin gereklerini yerine getirmeyi içermesi sözkonusu değildi. Sadece, sözlük anlamıyla alınması söz konusuydu… Zaten bu ayet ilk indiği sırada, dinin gerekleri tümüyle henüz bildirilmediğinden, sözkonusu fiilin o anda terminolojik anlamını da içerebilmesi mümkün değildi. Dolayısıyla bu fiille ifade edilmek istenen, o an için sözlük anlamındaki kapsamdır. Ki bu aynı zamanda, terminolojik anlamda da aynen yer alacaktır. Bununla anlatılmak istenen; gerek kulluk noktasında, gerek yasalar ve ahlâki davranışlar noktasında, sadece Allah’a itaat etmek, sadece O’na boyun eğmek, sadece O’nun buyruklarını benimsemektir. Dolayısıyla kulluğun gerçek göstergesi, tüm bu konularda sadece Allah’a boyun eğmektir. Zira Allah, yaratıklarından herhangi bir kimseye değil, sadece kendisine kulluk edilmesini istemiştir.
Tapınmanın, kulluk etmenin anlamını bu şekilde kavramamızın ardından Yusuf’un, hükmü sadece Allah’a özgü kılmayı, neden sadece yüce Allah’a kul etmekle açıkladığını da daha iyi anlıyoruz. Zira, hüküm yüce Allah’dan başkasına ait olması durumunda, O’na kulluk edebilmek, O’na boyun eğebilmek gerçek anlamda mümkün değildir. Yüce Allah’ın, gerek insanların yaşamı, gerekse varlıklar düzeni için kaderde belirlediği karşı konulamaz hükümlerinde de; insanların yaşamlarına ilişkin belirlediği ve seçimi onların iradesine bıraktığı şeriatındaki hükümlerinde de aynı olgu geçerlidir. O’na boyun eğmek, ancak O’nun tüm hükümlerinin benimsenmesiyle gerçekleştirilebilir.
Burada bir kez daha yineliyoruz: Hüküm noktasında Allah’la çekişmeye kalkışmak, buna cüret edenin Allah’ın dininden çıkması demektir. -Bu, dinin mutlak ve açık bir hükmüdür!- Çünkü. böylesi bir eylem kişiyi, sadece Allah’a kulluk etme çizgisinin bütünüyle dışına çıkarmaktadır… Hüküm noktasında Allah’la çekişmeye kalkışmak, buna cüret edenlerin Allah’ın dininden kesinkes çıkmasına neden olan düpedüz bir şirktir! Buna cüret edenin iddiasında haklı olduğunu düşünenler; böyle bir kimseye itaat edenler; onun Allah’a ait otorite ve nitelikleri gaspetmesini yüreklerinde de olsa kınamayanlar da, onunla aynı akıbete düşmüşlerdir! Allah’ın tartısına vurulduklarında, sonuçta hepsinin durumu aynıdır!
Yusuf, gerçek dinin, hükmü Allah’a özgü kılarak sadece O’na kulluk etmek olduğunu belirtiyor:
“Dosdoğru din, işte budur.”
Bu sözle bir sınırlama ifade ediliyor: Hükmü Allah’a özgü kılarak sadece O’na kulluk etmeye çağıran bu din dışında, dosdoğru olan hiçbir din yoktur!
“Fakat insanların çoğu bu gerçeği bilmiyor.”
Bilmediklerinden ötürüdür ki Allah’ın bu dosdoğru dinine uymamaktadırlar. Bu noktada hiçbir şey bilmeyen bir kimsenin, ne inanması beklenebilir, ne de gerekenleri yapması!.. Dinin özünü ve gerçeğini bilmeyen birtakım kimseleri, onlar da bu dine mensup diye nitelemek ne akla sığar, ne de realiteye! Bu tür kimseleri müslüman olarak niteleyip eksikliklerinin faturasını da bilgisizliklerine çıkarmak geçerli bir mazeret değildir. Zira bilgisizlik ya da bilmemek, sözkonusu niteliği taşıyabilmeyi anında engellemektedir. Aslında bir şeye inanmak, o şeyi bilip öğrenmiş olmanın sonucudur… Akla da mantığa da uygun olanı budur. Bunun böyle olduğu zaten kendiliğinden apaçık ortadadır.
Hz. Yusuf, harikulâde, net mi net, aydınlatıcı birkaç cümleyle bu dinin genel niteliklerini, bu inanç sisteminin temel prensiplerini mükemmel bir biçimde çizmiş bulunuyor. Öte yandan cahiliye sisteminin temellerini de şiddetli bir biçimde sarsmış durumda..
Tağut, ilahlığın en başta gelen niteliği durumundaki “rabblik” iddiasında bulunmadıkça yeryüzündeki varlığını koruyamaz. Bu amaçla o, insanları kendi buyruğu ve hükmüne köleleştirebilme; kendi düşüncesine ve yasalarına boyun eğdirebilme peşindedir. Dolayısıyla, sözkonusu iddiasını, gerçek düzlemde pratiğe dökebilme sevdasındadır. Bunu diliyle açıkça söylememiş olabilir belki ama, uygulamaları bu noktada sözden çok daha güçlü bir kanıt ve gösterge durumundadır.
Tağut ancak, insanların yüreklerinde dosdoğru din ve gerçek inançtan eser kalmadığı sırada ortaya çıkıp varlığını sürdürebilir. Hükmün sadece Allah’a ait olduğu; zira kulluğun sadece bir olan Allah’a yapılması gerektiği; kulluğun hükme boyun eğmek anlamına geldiği; bunun aslında kulluğun bir göstergesi olduğu vb. esaslar insanların inançlarında gerçekten yer ettiği zaman tağutun varlığını sürdürebilmesi asla mümkün değildir.
Yusuf, iki arkadaşının kafalarını kurcalayan konuyla bağlantılı olarak konuşmaya başlayıp, onlara vermek istediği öğütü mükemmel bir biçimde noktalıyor. Sonra da, tüm söz ve açıklamaları için onlara daha da güven verebilmek için, öğüdünü bitirir bitirmez, rüyalarının yorumunu da hemen yapıveriyor:
ve tevbe 31 suresinde tefsirinde ise itaat kime ise ibadette onadır…
size yine kopyala yapıştır yapıyorum… çünkü benim savunduğum islamdır…
31- Onlar Allah dışında hahamlarını, rahiplerini ve Meryemoğlu İsa’yı ilah edindiler. Oysa onlara sadece tek ilaha, kendisinden başka ilah olmayan ve onların yakıştırma ortaklarından uzak olan Allah’a kulluk etmeleri emredilmişti.
Okuduğumuz ayet, surenin bu kesitinin doğrusal bir uzantısıdır. Bilindiği gibi surenin bu kesitinde müslümanların vicdanlarında beliren şu tür kuşkular giderilmeye çalışılıyordu; “Bu adamlar, yani yahudiler ile hristiyanlar, Kitap ehlidirler. Buna göre onlar, Allah’ın dinine bağlıdırlar.”
Bu kuşkulara karşılık, bu surede şu gerçeklere dikkat çekiliyor: Bu adamlar, yüce Allah’ın dinine bağlı değildirler. Bu gerçeği inançlarından sonra pratik hayatları da kanıtlıyor. Onlara tek olarak yüce Allah’a kulluk etmeleri emredildi. Oysa onlar yüce Allah’ı bir yana bırakarak hahamlarını ve rahiplerini ilah edindiler. Tıpkı Meryemoğlu İsa’yı ilah edindikleri gibi. Bu tutumları ise yüce Allah’a ortak koşmaktır, şirktir. Yüce Allah onların bu ortak koşma yakıştırmalarından münezzehtir. Buna göre onlar davranış ve pratik hayat düzeyinde gerçek dini din edinmedikleri gibi inanç ve düşünce düzeyinde de Allah’a inanmış değildirler.
Kitap ehlinin hahamlarını ve rahiplerini nasıl ilah edindiklerini anlatmadan önce Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- bu ayetin açıklamasına ilişkin sağlam kaynaklı sözlerine başvurmak istiyoruz. Çünkü kesin çözüm O’nun sözlerindedir.
Bu ayette geçen “Ahbar” terimi, “Hebr” ya da “Hıbr” sözcüğünün çoğuludur. Bu terim “Kitap ehlinin bilginleri” -daha çok yahudi bilginleri- anlamına gelir. Yine bu ayette yeralan “Ruhban” terimi ise “rahip” sözcüğünün çoğuludur. Bu terim, “Kendini ibadete adamış, dünyadan el-etek çekmiş kişi” anlamına gelir. Rahipler normal olarak evlenmezler, başkaca bir iş tutmazlar, geçim peşinde koşmazlar.
“Durr-ül Mensur” adlı kitabın bir yerinde şöyle deniyor: Tirmizi’nin, İbn-i Munzır’ın, İbn-i Ebu Hatem’in, Ebu Şeyh’in, İbn-i Murdeveyh’in, Beyhaki’nin ve diğer hadis dergilerinin bildirdiklerine göre, sahabilerden Adiyy b. Hatem şöyle diyor; “Bir gün Peygamberimizin yanına gitmiştim. O sırada Tevbe suresinin `Onlar Allah dışında hahamlarını ve rahiplerini ilah edindiler’ cümlesi ile başlayan ayetini okuyordu. Ayeti bitirince bana dönerek şöyle buyurdu:
“Gerçi onlar hahamlarına ve rahiplerine tapınıyorlar, ibadet etmiyorlar. Fakat bu din adamları kendilerine bir şeyi helal kılınca o şeyi helal sayıyorlar, buna karşılık din adamları bir şeyi yasaklayınca onu haram kabul ediyorlar.”
İbn-i Kesir tefsirinde de şöyle deniyor: İmam-ı Ahmed, Tirmizi ve İbn-i Cerir değişik kanallara dayanarak bize bu belgeyi naklediyorlar: Adiyy b. Hatem, Peygamberimizin davetini alınca, çağrısını işitince Şam’a kaçtı. Bu zat cahiliye döneminde hristiyan olmuştu. Bir ara kız kardeşi kabilesinden birkaç kişi ile birlikte müslümanlara esir düşmüş, fakat Peygamberimiz kadını bağışlayarak, serbest bırakmıştı. Kadın kardeşinin yanına dönünce onu müslüman olmaya ve Peygamberimize gidip kendisi ile görüşmeye teşvik etmişti. Bunun üzerine Medine’ye geldi. -Bu zat o sırada Tay kabilesinin şefi idi, babası da cömertliği ile ün salmış bir kişi olan Hatem Tai idi.- Peygamberimizin huzuruna vardığında boynunda gümüş bir haç vardı. O sırada Peygamberimiz `Onlar Allah’ın dışında hahamlarını ve rahiplerini ilah edindiler’ cümlesi ile başlayan ayeti okuyordu. Ayet bitince bizzat kendi ifadesine göre Peygamberimize `Onlar, hahamlarına ve rahiplerine tapmıyorlar, kulluk etmiyorlar’ dedi. Onun bu sözlerine Peygamberimiz şu karşılığı verdi:
“Evet, ama din adamları onlara helal şeyleri yasakladılar ve haram şeyleri serbest ettiler. Onlar da din adamlarının bu hükümlerine uydular. Bu tutum, onların, din adamlarına kulluk etmeleri anlamına gelir.”
Tefsir bilgini Sudey, bu ayeti açıklarken şöyle der; `Onlar yüce Allah’ın kitabını arkalarına atarak din adamlarının hükümlerine başvurdular. Bundan dolayı yüce Allah bu ayetin devamında `Oysa onlara sadece tek ilaha kulluk etmeleri emredilmişti’ buyuruyor. Yani o tek ilah bir şeyi haram kılınca, o şey haram sayılacak, O’nun helal ilan ettiği şeyler helal bilinecek, koyduğu yasaya uyulacak ve verdiği hüküm yürürlüğe konacaktır.”
Tefsir bilgini Alusi de bu ayeti şöyle açıklıyor; “Çoğu tefsir bilginlerinin görüşüne göre bu ayetteki ilah edinmekten maksat, Kitap ehlinin din adamlarını evrenin ilahları saydıkları, böyle bir inanç taşıdıkları değildir; buradaki ilah edinmekten maksat, onların din adamlarının kişisel emirlerine ve yasaklarına uymalarıdır.”
Gerek bu açık anlamlı ayetten, gerekse Peygamberimizin -son söz niteliğindeki- yorumundan ve gerekse eski-yeni tefsir bilginlerinin sistemine, bu dine ilişkin son derece önemli gerçekler öğreniyoruz. Bu gerçeklere, aşağıda kısaca değinmek istiyoruz:
1- İbadet, yasal hükümlerde Kur’an’ın ayetlerin ve Peygamberimizin bu ayetlere ilişkin açıklamalarına uymak demektir. Yahudiler ile hristiyanlar, hahamları ile rahiplerinin ilah olduklarına inanmak, onlara ibadet amaçlı hareketler sunmak anlamında bu din adamlarını ilah edinmiş değillerdi. Buna rağmen yüce Allah, bu ayette onların müşrik olduklarına, bir sonraki ayette de kâfir olduklarına hükmetmiştir. Bu hükmün tek gerekçesi, onların din adamlarını yasa koyma mercii olarak kabul etmeleri, koydukları yasalara uymaları, boyun eğmeleridir. İlahi hükmün tek sebebi budur. Ayrıca, inançta ve ibadetlerde Allah’tan başkasını ilah edinmiş olmak şart değildir. Sırf bu tutum, sahibini Allah’a ortak koşmuş duruma düşürür. Sırf bu sapıklık, sahibini mü’minlerin safından çıkarıp, kâfirlerin saflarına katmak için yeterlidir.
2- Bu ayet hahamlarına yasa koyma yetkisi tanıyan, onlarca konmuş yasalara uyan ve itaat eden yahudiler ile Hz. İsa’ya ilahlık yakıştıran ve ona ibadet amaçlı davranışlar sunan hristiyanları aynı derecede müşrik sayıyor, aralarında hiçbir fark görmüyor. Yani her iki tutum da sahiplerini Allah’a ortak koşmuş saydırma açısından eşit ağırlıklı suçlardır. Her iki sapıklık da sahiplerini mü’minlerin safından çıkarıp, kâfirlerin saflarına katmak için yeterlidir.
3- İnsanın Allah’a ortak koşan bir müşrik sayılması için yasa koyma yetkisini Allah dışındaki bir mercii, meselâ kullara tanıması yeterlidir. Bu sapıklığın yanısıra sözkonusu kulun ya da kulların ilah olduğuna inanması, onu ya da onlara ibadet amaçlı hareketler sunması şart değildir. Az önceki iki paragrafımız bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır. Biz burada bu gerçeği bir kere daha vurgulamak istedik.
Gerçi bu ayetlerin içerdikleri gerçeklerin ilk amacı, o günkü islâm toplumuna egemen olan olumsuz şartlara karşı koymaktır, o günkü müslümanların kalplerindeki Bizanslılarla savaşmaya ilişkin tereddütleri ve fobileri silmektir, “Bizanslılar madem ki Kitap ehlidirler, o halde müzmindirler” şeklindeki ön yargının doğurduğu kuşku bulutlarını dağıtmaktır. Fakat bu gerçekler bu konudaki temel işlevlerinin yanısıra genel-geçerlidirler ve bu nitelikleri ile genel anlamda “dinin özü”nün ne olduğunu belirleme hususunda bize ışık tutarlar.
Gerçek din “islâm”dır. Yüce Allah tüm insanlar için bu dini seçmiştir, bunun dışındaki bir dini hiç kimsele,r kabul etmez. Müslüman olabilmek için yüce Allah’ın ortaksız ilahlığına inandıktan ve ibadet nitelikli eylemleri sırf O’na sunduktan sonra, yasal hükümlerde de sırf O’na uymak şarttır. Eğer insanlar O’nun yasaları dışında başka yasalara uyarlarsa, yahudiler ve hristiyanlara ilişkin hükmün kapsamına girerler. Yani Allah’a inanmamış “müşrikler” sayılırlar. İstedikleri kadar “Biz müminiz desinler” faydasızdır. Çünkü yüce Allah’ın dışındaki bir merciin, meselâ bazı kulların koydukları yasalara uymaları bu damgayı yemeleri için yeterlidir. Böyle durumlarda insanların bu damgayı yemekten kurtulabilmeleri için kullar tarafından kendilerine empoze edilen yasalara karşı çıkmaları, onlara baskı altında uymak zorunda kaldıklarını kanıtlayan protesto nitelikli bir reaksiyon göstermeleri, yüce Allah’a yönelik bu küstahlıkları onaylamadıklarını, onları bertaraf etmeye güçleri yetmediği için dişlerini sıktıklarını ortaya koymaları gerekir.
Günümüzde “din” kavramının sınırları, insanların kafalarında, alabildiğine daralmıştır. Günümüzün insanları dini sadece vicdanda hapsedilmiş bir inanç ve birtakım ibadet amaçlı eylemler saymaktadırlar. İşte yahudilerin burada kınanan tutumu da böyle idi. Onlar bu anlayışları yüzünden okuduğumuz ayete ve Peygamberimizin bu ayete ilişkin yorumuna göre Allah’a inanmamış, O’na ortak koşmuş, O’nun sadece tek ilaha kulluk etmelerini buyuran emrine ters düşmüş sayılmışlar, ayrıca Allah’ı bir yana bırakarak hahamlarını ilah edinmekle suçlanmışlardır.
Dinin başta gelen anlamı “deynunet” yani boyun eğmek, teslim olmak ve uymaktır. Bu tutum da ibadet amaçlı eylemlerin sunuluşunda olduğu kadar yasalara uymada da ortaya çıkar, somutluk kazanır. Bu mesele yüce Allah’dan başkalarının koyduğu yasalara uyanların sergiledikleri pişkinlikle ve cıvıklıkla bağdaşmayacak derecede ciddidir. Böyle kimselerin sırf yüce Allah’ın ilahlığına inanıyorlar ve ibadetlerini sırf yüce Allah’a sunuyorlar diye kendilerini yüce Allah’a inanmış, müslümanlar saymaları en hafif deyimi ile kaba bir vurdumduymazlık, bir kaypaklık örneğidir. Yüce Allah’dan kaynaklanmayan yasaların egemen olduğu toplumlarda yaşayanlar eğer bu ortak suçun sorumluluğundan gerçekten kurtulmak istiyorlarsa, yüce Allah’ın otoritesine yönelik bu küstahlıkları onaylamadıklarını kesinlikle kanıtlayacak, protesto nitelikli bir tavır ortaya koymalıdırlar.
Bu cıvıklık, bu kaypaklık yaşadığımız tarih döneminde bu dinin karşılaştığı en büyük tehlikedir. Düşmanların bu dine yönelttikleri en öldürücü silah budur. Dinimizin bu düşmanları, yüce Allah’ın müşriklikle, gerçek dini din edinmemekle ve “Allah’ı bir yana bırakarak başka ilahlar edinmekle” suçladığı rejimlerin ve insanların günümüzdeki benzerlerine, zamanımızdaki izdaşlarına “islâm” yaftasını yakıştırmak için can atıyorlar. Madem ki, bu dinin düşmanları bu tür rejimlere ve kişilere islâm yaftası yakıştırmaya bu denli özen gösteriyorlar, o halde bu tür yanıltıcı yaftaları yere düşürmek, bu tür maskeleri indirerek arkalarında gizlenen müşrikliği, kâfirliği ve yüce Allah dışında ilah edinme sapıklığını gözler önüne sermek de bu dinin taraftarlarının görevidir. Bu konudaki sözlerimizi incelediğimiz ayetin ikinci cümlesini bir kere daha okuyarak bağlayalım:
“Oysa onlara sadece tek ilaha, kendisinden başka ilah olmayan ve onların yakıştırma ortaklarından uzak olan Allah’a kulluk etmeleri emredilmişti.”
bu tefsiride demokrasi ile artık kıyas yaparsınız…
demokrasi de çoğunluk ölçü edinilir
islamda ise ALLAH’ın dediği ölçü edinilir!!
Dikkat ediniz ki, hem yaratmak, hem de emretmek Ona (Allah’a) mahsustur.” (A’raf 7/54)
Bizim yaratıcımızda emredicimizde ALLAH’tır!!!
SİZİN SAVUNDUĞUNUZ DEMOKRASİ ALLAH’ın RAB SIFATINA ŞİRK KOŞMAKTIR…
YİNE KOPYALA YAPIŞTIR YAPIYORUM…
ÇÜNKÜ BENİM KENDİM YAZACAKLARIM DA AYNEN BU ARKADAŞLARIN YAZDIKLARINDAN FARKLI OLMAYACAKTIR…
Yüce Allah’ın güzel isimlerinden biri. Sözlükte “Rabb” kelimesi mâlik, yaratıcı, sâhip, bir şeyi ıslâh eden, terbiye eden, efendi anlamlarını ifade etmektedir.
İbnul-Enbârî’ye göre Rabblık, yani bir şeyin Rabbi olmak üç mânâya gelir:
1. Mâlik olmak; yani tasarrufu, kudreti altında bulunan her şeyin yegane sahibi ve idarecisi olmak. İşte sadece o Rabb, bütün onların sahibi, yöneticisi ve istediği gibi, ilmine ve iradesine uygun olarak tasarrufta bulunandır.
2. Kendine itaat edilecek, boyun eğilecek efendi anlamını da ifade eden Rabb, Kur’an-ı Kerim’deki “Mevlâ” kelimesiyle eş anlamlıdır. Yine o Rabb, kendisine itaat edilecek, emirlerine uyu-lup, yasaklarından uzak durulacak yegâne, tek efendi anlamına da gelir.
3. Rabb; ıslâh eden, arıtıp, saflaştırıp, olgunlaştıran anlamındadır. Yani o Rabb, her şeyi düzelten, sivrilikleri, çıkıntıları tesviye eden, tam bir şekilde halden hale geçirerek düzenleyen, terbiye edendir. Bilindiği gibi Rabb kelimesinin asıl mânâlarından biri de “terbiye eden” anlamıdır.
Burada zikredilen bu üç mânâdan kolayca anlaşılmıştır ki; Rabb kelimesi Allah Teâlâ için kullanılmaktadır. Ancak Arap dilinde isim tamlaması şeklinde (izafet terkibi olarak) insan için de kullanılmıştır. Meselâ; “evin sahibi”, “devenin sahibi” gibi anlamlarda da kullanıldığı görülmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de ise “rabbim, rabbın, rabbimiz, rabbınız…” gibi iyelik zamirlerine bitişik olarak da kullanılmıştır. Meselâ; ilk nazil olan ayetlerde; “Ey Muhammed, yaratan Rabbinin adıyla oku!.. Kalemle öğreten Rabbin kerem sahibidir.”
“Rabbimiz, eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma! Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme!. ” (el-Bakara, 2/286) buyurulur.
Bilindiği üzere bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bununla beraber bu ayetlerde geçen Rabb kelimeleri doğrudan doğruya Yüce Allah’a işaret etmektedir. er-Rabb, Allahu Teâlâ demektir. O, her şeyin rabbi, mâliki, sâhibi, efendisi, ıslâh edeni, varlıkların ihtiyaçlarını tekeffül edeni yani görüp gözeteni, ihtiyaçlarını karşılayanıdır. İşte bu anlamlarda “Rabb”, Allah Teâlâ’dan başkası için kullanılmaz. Bu kullanım şeklini daha iyi anlayabilmek için Kur’an-ı Kerim’den örnekler vererek birbirini destekleyen bu mânâları şöylece sıralayabiliriz:
1. Hz. İbrahim (a.s), milletine Şuarâ süresinin 77-81. ayetlerinde şöyle diyordu: “İşte o taptıklarınız benim düşmanımdır. Fakat sadece âlemlerin Rabbi dostumdur. O Rabb ki, beni yaratan ve doğru yola eriştirendir. Beni yediren de içiren de Odur. Hasta olduğumda bana şifayı O verir. Beni öldürecek ve diriltecek O’dur”.
De ki; Allah her şeyin rabbi iken O’ndan başka bir rabb mı arayayım? Herkesin kazandığı kendisinedir. Kimse başkasının yükünü taşıyamaz. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirecektir.” (el-En’am, 6/164)
“O, doğunun ve batının Rabbidir. Ondan başka ilâh yoktur, öyleyse O’nu vekil tut.” (el-Müzzemmil, 73/9)
Görüldüğü gibi bu ayetlerde geçen Rabb lafızları Allahu Teâlâ’nın ismi olup Allah lafzı yerine kullanılmıştır. Terbiye eden, kefil olan, vekil olan, ihtiyaçları gideren, yetiştiren, yaratan, kanun ve hüküm koyan yegane kişi şâri, murâkabe eden, her şeyin sahibi ve maliki olan Allahu Teâlâ anlamında kullanılmıştır.
2. “…O sizin Rabbinizdir, O’na döneceksiniz.” (Hud, 11/34)
“…Hiç kimse diğerinin günahını yüklenmez, sonunda dönüşünüz Rabbinizedir…” (ez-Zümer, 39/7)
“De ki, Rabbiniz sonunda hepinizi toplar, sonra aramızda adaletle hükmeder…” (es-Sebe’, 34/26)
Bu ayetlerde de “rabb”, etrafında toplanılacak mümtaz varlık anlamındadır. Zira lugatta “rabb” kelimesi “Toplum içinde kutup sayılacak ve etrafında toplanılacak mümtaz kişi” anlamına da gelmektedir.
3. “…Allah’ı bırakıp da birbirimizi (kimimiz kimimizi) rabbler edinmeyelim.” (Âl-i İmran, 3/64)
“Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih’i Rabler edindiler. Oysa kendilerine sadece tek ilâh olan Allah’a kulluk yapmaları emredilmişti. O’ndan başka ilâh yoktur. Allah koştukları eşlerden münezzehtir.” (et-Tevbe, 9/31)
Bu iki ayette geçen rabb kelimelerinin çoğulu olan “erbâb” lafızları, toplulukların ve milletlerin önder ve rehber edindikleri kimselere işaret etmektedir. İnsanlar bu önderlerin emirlerine uyarlar, yasaklarından kaçınırlar ve onların koydukları kural ve kaidelere de uyarlar; onların hiç bir delile dayanmaksızın ileri sürdükleri helâl ve haram gibi değerlendirmelerini de kabul ederler. İşte Yüce Allah, onların gerçek mânâda rabb olmayıp diğer insanlar gibi âciz birer insan olduklarını haber veriyor.
4. ” …Yusuf’a elçi gelince; “Efendine dön, kadınlar niçin ellerini kesmişlerdi, bir sor! Doğrusu Rabbin onların düzenini (fendini) bilir.” (Yusuf 12/50)
Bu ayetin hemen baş tarafında geçen “rabb” kelimesiyle, Mısırlılara hitaben Mısır azizi-efendisi kasdedilmiştir. Çünkü Mısırlılar onun otoritesine, üstün özelliklerine ve değerine inanıyorlar, emir ve yasak koymaya yetkili olduğunu kabul ediyorlardı. İşte bu bakımdan ayette geçen “Rabbine dön!” lafızları, “Efendine dön!” anlamındadır. Ancak emir ve yasak koyma yetkisine sahip olan sadece Alemlerin Rabbidir. Ama kanun ve hüküm koyucu olarak Cenab-ı Allah’tan başkasını tanıyan ve kabul edenler bu kanun koyucuları rabb edinmişler demektir.
5. “Eğer yerle gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de bozulurdu. Arşın Rabbi olan Allah, onların vasıflandırdıklarından münezzehtir.” (el-Enbiyâ, 21 /22)
“Yedi göğün de Rabbi, yüce Arşın da Rabbi kimdir?” (el-Mü’minun, 23/86)
Bu ve benzeri ayetlerde de “rabb” lafızları, sâhib, mâlik anlamlarında kullanılmıştır. İşte bütün bu örneklerden ve açıklamalardan anlaşılıyor ki, “er-Rabb” tabiri Yüce Allah’ın güzel isimlerinin en fazla anlam ifade edenlerinden biridir. Bu isim, birbirini destekleyip kuvvetlendiren en az beş ayrı mânâya işaret etmektedir. Böylece Cenab-ı Hakk’ın isimleri ve bu isimlerin ifade ettiği anlamlar daha iyi anlaşılmaktadır ve buna bağlı olarak kişilerin Allah’a olan inançları da o nisbette kuvvetlenip şüphe ve tereddütlerden temizlenmekte ve arınmaktadır.
Günümüz İnsanının Çeşitli Rableri:
Günümüzde, insanların, vicdanlarında inanıp kabul ettikleri rabb ile yaşantılarında, hükümlerine teslim oldukları rabbler aynı değildir. Teorik olarak inandıklarını ifade ettikleri Allah’ın rabblığını, vicdanlarına hapseden günümüz insanlarının pek çoğu, pratik hayatlarında Allah’tan başka rabblerin emirlerine ve hükümlerine teslim olmaktadırlar. Üzülerek belirtelim ki, insanların pek çoğunun mâruz kaldığı en büyük tehlike, Allah’ı günlük yaşantılarında rabb kabul edemeyişleridir. Onlar, bir yandan mü’min ve müslüman olduklarını söylerlerken, diğer yandan da Allah’ın emir ve yasaklarını bir tarafa atarak çeşitli varlıkların ve rehber edindikleri önderlerinin emirlerine uyarlar. Onların koyduğu gayr-ı meşrû hükümlere gönüllü olarak itaat ederler; böylece Allah’tan başkalarını rabb edinmiş olurlar. “Lâ”sı olmayan bir inanç yaygınlaştırılıyor; herşeyle, özellikle egemen tüm güçlerle ve onların rabb anlayışlarıyla uzlaşan, tepkisiz, laik müslümanlık (!). Allah’a inanan, ama tâğuta itaattan ayrılmayan, Allah’a inanan ve tâğutların ilke ve hükümlerini kabul ettiğini ifade eden, hakla bâtılın karıştığı bir din!
Kur’an-ı Kerim’in eski kavimleri ve peygamberleri anlattığı âyetlerinden anlaşılmaktadır ki, en eski asırlardan, kendi nüzûlü zamanına kadar, sapıklık ve inanç bozukluğu ile tanıttığı tüm toplumların, doğrudan Allah’ın varlığını inkâr etmediklerini görüyoruz. Ancak onların hepsinin müşterek sapıklıkları; Allah’ın mutlak rabblığını kabul etmeyişleri, Allah’ın yaratıcı olduğuna inansalar da O’nun tek rabblığına pek çok varlıkları ortak etmeleridir. Rabblığın bir kısım özelliklerini Allah’tan başkalarında görmeleri, ahlâkî, sosyal ve kişisel hayatları için gerekli olan emir ve kuralları, Allah’tan başkalarından almalarıdır. Bunun için, insanların pek çoğu, ya doğrudan doğruya Allah’tan başka rabbler olduğuna inanıyorlar, veya Allah’ın rabblığına teorik olarak inansalar da pratik hayatlarında Allah’tan başkalarının rabblığına teslim oluyorlar. İşte rabb konusunda, peygamberlerin her asırda yıkmak istedikleri asıl sapıklık budur. Hükmü sadece göklere geçen; dünyaya, insanlara, yönetime, sosyal ve siyasal hayata… karışmayan bir Allah inancı. Yani göklerin rabbi. Halbuki Allah; göklerin, yerin, bütün âlemlerin rabbidir.
Önceden hıristiyan olan Adiyy b. Hâtem, boynunda altından bir haç olduğu halde Rasûlüllah’ın huzuruna geldi. Peygamberimiz (s.a.v) ona:
“Ya Adiyy, boynundan şu putu çıkar.” buyurdu. Bu sırada Rasulullah “Yahudiler ve hıristiyanlar, haham ve râhiplerini Allah’tan başka rabbler edindiler.” (Tevbe: 9/31) meâlindeki âyeti okuyordu. Adiyy:
“Ey Allah’ın Rasûlü, hıristiyanlar, râhiplere ibâdet etmediler ki (onları rabb edinmiş olsunlar)” dedi. Peygamberimiz (s.a.v):
“Evet ama onlar (hıristiyan râhipleri ve yahudi hahamları) Allah’ın helâl kıldığını haram; haram kıldığını da helâl saydılar. Onlar da bunlara uydular. İşte onların bu tutumları, onlara ibâdet etmeleri ve onları rabb edinmeleridir.” buyurdu.
Bu hadis-i şerif açık olarak gösterir ki, herhangi birini rabb edinmiş olmak için, ona rabb adı vermek şart değildir. Allah’tan başkalarının emrine, Allah’ın dinine uyup uymadığı hiç hesaba katılmaksızın isteyerek itaat etmek, hükümle ilgili konularda Allah’tan başkalarının sözünü dinleyip kabullenmek, Allah’tan başkasına itaat ederek O’nun dininin emir ve hükümlerine başkasını tercih ederek muhalefet etmek, Allah’tan başkalarını rabb edinmek ve onlara tapmak demektir.
Putlara, şeytanlara ve tâğutlara tapmak nasıl şirk ise; Allah’ın emrine, Hakk’ın hükmüne uymayan kişilerin ortaya attıkları görüşleri benimsemek ve onları Allah’a tercih edip onlara uymak da öylece bir şirktir. Bu durum, onlara kulluk mertebesinden fazla değer vermek, Allah’ın ilâhî hükümlerine uymayan görüş ve fikirlerini benimsemek olduğu için, hem bir çeşit şirk, hem de Allah’ı bırakıp onları rabb edinmektir. Onlara her ne kadar dil ile rabb denilmese de durum, onları rabb tanımanın ta kendisidir.
Onların sözlerine itaat edip, Allah’ın emirlerini terk etmenin puta ve tâğuta tapmakla aynı olmasının sebebi ise açıktır. Çünkü müslüman, Hakk’ın kulu ve ilâhî hükümlerin mahkûmu olan kişidir. Hakkı bâtıl, batılı da hak yapmaya çalışıp, insanlara helâlı haram, haramı da helâl tanıtarak Allah’ın hükümlerini değiştirmeye çalışanlar, ilmî haysiyetten uzak birer tâğutturlar. Bunlara uymak da onları rabb kabul etmektir. Çünkü bu duruma düşenler, Allah’ın hükmüne değil de onların isteklerine uyarak onlara Allah’a tapar gibi tapmış olanlardır.
Günümüzde de insanların hayatına hâkim pek çok rabb kabul edilenler var. Her insan, hangi rabbin kulu olduğunu kendisi tayin edebilir. Ancak, bunu yaparken, kimin mülkünde yaşadığını, hangi rabbe kulluk etmesi gerektiğini iyice düşünmelidir. Şu iyi bilinmelidir ki, inanılan ve hayatın her safhasında emrine uyulan tek rabb Allah olmadıkça O’na kullukta bulunulmuş olunamaz. Peygamberimiz’in: “Rabbim Allah de ve bu sözünde dosdoğru ol” anlamındaki mübarek sözü, Kur’an’daki rabb kavramının ve O’na kulluğun en veciz ifadesidir.
Kabirde insanlara sorulacak: “Rabbin kim?” Dünyada rabb anlayışı ve bu konudaki davranış ve eylemlerine göre cevap çıkacak o insandan. “Rabbim filandır” diyecek insan. Dil, irâdemizin emrinden çıkacak orada. Dünyada kimi rabb kabul etti veya eylemleriyle bu görüntüyü verdiyse, onu söyleyecek dil. Orada “Rabbim Allah’tır” diyebilmek için, burada “Rabbim Allah’tır” deyip bu sözünü yaşantı olarak isbatlamak gerekiyor. Evet, kurtuluşun tek reçetesi: “Rabbim Allah” deyip dosdoğru olmak…
“Tek rab, âlemlerin rabbi Allah’tır.
Kullara kul olan, ne kadar alçak;
Rablık taslayan kul, ne kadar küstahtır.”
pek fazla zamanım olmadığı için ancak kopyala yapıştır şeklinde size cevap vermeyi tercih ettim…
herhalde siz kendi kendinize demokrasiyi çıkarmadınız:P siz de demokrasinin akımından etkilenerek hafızanızdan kopyala yapıştır yaparak savunuyorsunuz… yani sonuçta bir ideali savunuyorsunuz… ben ALLAH’ın idealini savunuyorum… sadece aramızda ki fark siz beşer bir ideali savunuyorsunuz ben ise ALLAH’ın idealini…
size arapların da islam gelmeden önce ne kadar demokratik olduklarını da açıklamak isterdim ama maalesef dediğim gibi fazla zamanım yok…
onu da artık başka zaman kopyala yaptıştır yaparım:D
Sağlıcakla…
Yazan:A.Y Tarih: Ağu 10, 2008 | Reply
Olcayto Tan,
“Dileyen dilediği fuhuşu yapar, zina eder, livata yapar vs.
Demokrasi dinine göre beşeri kanunlar her türlü hak ve özgürlüğü garanti altına alma üzerinedir, biz öyle inanmıyoruz tasvip etmiyoruz diye müslüman olmayan bir kimseyi, islamiyetin şerri hukukuna uymadı diye yargılayamayız.iyi veya kötü bizden farklı düşünüyor diye hiç kimseyi recmedemeyiz.”
ve diğer bir kendince görüşünüze gelince!
islamın ceza hukuku sadece müslümanlar için geçerlidir…
bir başka dinden ve islama göre haram işleyen kişileri islam kendi yasaları ile cezalandırmaz… hangi dine mensup ise o dinin ceza hukukuna göre cezalandırılır…
ama islam devletinde yaşayan kişiler islamda devletinde yaşamak içinde belli şartları kabul ederek kalmıştırlar ve kalırlar!…
ve islam ceza hukukuda astığım astık kestiğim kestik bir ceza huku değildir…
bunun için islamın ceza hukuku ile ilgili kitaplar okumanızı tavsiye ederim… örnek:suç ve ceza kitabını önerebilirim… ama DOSTOYEVSKİ’nin değil yanlış anlaşılmasın:P
bu da bir kopyala yapıştır: bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz! (Uğur mumcu)
“Burada bahsi geçen bütün doğrular da yine kişinin doğrusudur yani sizin, sizin gibi düşünenlerin doğrusu, fikrin gelişiminin önündeki en büyük engel kişisel doğruları mutlak doğrular sanmamızdır bu durumda sizin gibi düşünen kişilerin sayısı ne kadar çok ise mutlak doğrularda o kadar çok olacaktır ki bu durumda bunların bir arada barınabilmesi için demokrasiye yine en çok sizin ihtiyacınız olacaktır diye düşünüyorum..”
Bu tavsiyen için sana teşekkür etmiyeceğim çünkü ben ateşten korunmak için islama girdim…
ve ihtiyaç meselesine de gelince : ALLAH bana yeter diyorum!!
hani merek etmiyorda değilim… siz acaba hangi dine mensupsunuz?
Sağlıcakla…
Yazan:Olcayto Tan Tarih: Ağu 15, 2008 | Reply
1. Sizin gibi insanlar ibadeti namaz oruc hac ile niteliyor… oysa ibadetin aslı itaattır… itaatta kime ise ibadette onadır!!!
Ben bu konuyla ilgili tek bir yorum yapmadım benim neyi nasıl zannettiğim konusunda nasıl böyle bir fakir sahibi oldunuz?
1. din doğa üstü bir durumdur ve inanç sistemidir bu yüzden islamiyet bir din demokrası ise yönetim biçimidir.”firavunda sizden farklı bir düşüncede değildi zaten…bu türk dil kurumunun tanımı yani konuştuğunuz dilin ortak standartlarını belirleyen tanımlayan kurumun adı , bu benim tanımım değil neden beni itham ediyorsunuz anlamadım orayada not koydum ayrıca, bu tanımla ilgili bir sıkıntınız varsa ya konuştuğunuz dili bilmiyorsunuz yada türk dil kurumuna müracaat edeceksiniz,çünkü Türk dil kurumuda firavun gibi düşünüyor.
1. demokrasi bir egemenlik biçimi demişsin…
Kur’an da da egemenliğin yalnızca ALLAH’a ait olduğunu yusuf 39-40. ayet açıklar…
39- “Ey hapishane arkadaşlarım, çok sayıda ilaha inanmak mı, yoksa ezici iradeli tek Allah’a inanmak mı daha iyidir?”
yani ey Tan arkadaş 550 puta mı yoksa ezici iradeli tek Allah’a inanmak mı daha iyidir?
1. ve diğer bir kendince görüşünüze gelince!
islamın ceza hukuku sadece müslümanlar için geçerlidir…
bir başka dinden ve islama göre haram işleyen kişileri islam kendi yasaları ile cezalandırmaz… hangi dine mensup ise o dinin ceza hukukuna göre cezalandırılır…
ama islam devletinde yaşayan kişiler İslamda devletinde yaşamak içinde belli şartları kabul ederek kalmıştırlar ve kalırlar!…
Ben bu ayetlerden haberdarım ve islam hukuku astığım astık kestiğim kestik bir hukuktur gibi bir şey söylemedim ne söyledğim ortada lütfen beni söylemediğim şeylerle itham etmeyin.
Firavuna puta nasıl geldik bir anda?fikriniz alyhinde 2 kelam edilince putperest mi olunuyor ?
Savınıza anti-tez olan her fikri islamiyetin karşısına oturtup bunun üzerinden tartışma yürütmeye çalışmak islamiyeti kullanmak olur.Ancak gerçekten fikri olmayan yada dinden başka bir şey bilmeyen kesimler böyle davranır, bu kopyala yapıştırların yada aşırı tutuculuğun altında bu yatmasın sakın?
Bunun gibi onlarca örnek olmakla beraber bu çelişkiler manzumesinden daha fazla alıntı yapmaya gerek görmüyorum.
Şimdi burada üzerinde durulması gereken ve konuyla alakalı çok ciddi pratik bir çelişki var bir başka dinden olan kimseyi islam kendi yasalarıyla cezalandırmaz. Bu durumda gayri-müslimler mensup olduğu dinle cezalandırılır, ancak islam devletinde yaşıyorsa bu şartları Kabul etmiştir söylediğinizin özü bu .
Burada kişinin iradesi nasıl bir zorbalıkla ve keyfi biçimde elimden alınmaktadır. Bu sürece pratik olarak bir bakalım ,biz bu gün Türkiye Cumhuriyeti olarak yönetim sistemimizi ve hukuğumuzu şerri kurallara gore düzenleyecek bir anayasa tertip edelim ve Türkiye islam devletine dönüşelim. Bu durum da bu topraklarda yaşayan gayri-müslimler kendi iradeleri dışında gerçekleşen bu uygulamaya neden tabi olmak durumundadırlar? Bu nasıl bir yaklaşım nasıl bir anlayış? bu insanları bu noktadan itibaren nasıl bir cezai yaptırıma tabi kılarız ? Bu cezai yaptırım kişinin inanmadığı bir değerler sistemine tabi olmasını mı gerektirir? Ve tabi olmayacaksa bu kişi kendi topraklarında barınamayacak mıdır ? Burası yüksek oranda müslüman bir ülke olabilir ama biz daha buraya gelmeden burada var olan gayri-müslümleri göz ardı ederek egemenliği bu şekilde mi kullanırız.Bu bahsettiğiniz anlayışlar yüzünden tarihte katledilen yerinden yurdundan edilen onlarca müslüman var.Demokrasinin hakim olduğu yabancı devletlerde huzur içinde yaşayan bu müslümanları ne yapacağız ?Barış içinde insan gibi yaşamak inançların üzerinde pratik bir sistemi zorunlu kılar yoksa ben islam devletiyim, sen hristiyan devletisin bu bölünme anlayış devletleri inançları birbirinden koparır kültürlerin bir arada yaşamasını kaynaşmasını engeller ve bizi ortak çıkarlardan koparır bu durumda çıkarı çatışan bu içine dönük gruplarda er geç çatışır bunun bir adı da savaş.Avrupa ne zaman bu akılcılığı din tekelinden çıkarmıştır o zaman ilerlemeye başlamıştır rönesans gibi ve biz islamiyeti devlet yönetiminde ne kadar etkin kıldıysak o kadar geriye gitmişizdir.Osmanlı’nın son dönemleri gibi özellikle islam ülkelerinin içinde bulunduğu modern çağ tablosu vahimdir.Bu problemi yaratan islamiyet değil, islamiyetin özünde olan akılcılığın ve vicdanın göz ardı edilmesi.Dünyayı böyle bir kültürel çıkmaza ve bölünmeye götürmeye çalışmak kendi inancını bu kadar bencilce başkalarının yaşamlarına adapte etmeye kalkmak dünyayı her dönem olduğu gibi karanlığa götürür, ancak problem şu demokrasinin görünürde garantörü olan batı devletlerindede aynı dar kafalılık mevcut islam fobisi saçma bir biçimde tutucu hristiyanları sarmış durumda.yani sizi kopyalayıp fransada yetiştirsek tutucu bir hristiyan olarak şu halinizin karşısına koysak yüzyıllardır dünyanın içinden çıkamadığı bu saçma sapan çekişmenin mayası olmaktan öteye gidemezsiniz oysa ben diyorumki sizin bu iki versiyonunuzda istediği şeye inansın ama birbirini özgür bıraksın kendilerini birbirlerine tabi kılmaya çalışmasın isteyen istediği yerde yaşasın, bu iki kişi bu konuları tartışırkende biz insanı nasıl daha insanca yaşatırız sistemi nasıl daha adil kılarız ? Onlarca aç sefil eğitimsiz insana nasıl ulaşırız bunları tartışalım.
Konuyla ilgisi olmamakla beraber ben açık görüşlü bir müslümanım ancak imanım taklidi değil tahkikidir saygılarımla…
Yazan:A.Y Tarih: Ağu 18, 2008 | Reply
sayın Olcayto Tan,
sizin ile bu konuları daha detaylı konuşmak isterdim ama zamanım olmamasından bende ancak size bu şekilde bir cevap tarzı ile kendimi ifade etmeye çalıştım…
din bir yaşam biçimi olduğu için sizin savunduğunuz herşey de bizim dinimize iyi ve kötü bir şekilde yansır…
din kemal’e ermiştir din’de hiç bir eksik yoktur…
türk dil kurumu demişsiniz… ben türk dil kurumunu savunmuyorum… ve kullandığım kelimeleride türk dil kurumuna bağlı olarak almıyorum… doğru olanlar varsada alıyorum… ben İslama göre yani Kur’an’a göre alıyorum…
Benim için o’nun bunun dediği kelime değil islam’ın dediği kelime önemlidir…
kopyala yapıştır seçeneiğini de genelde size tefsirlerden örnekler getirdim…
çünkü tefsir yapanlar o tür kelimelerin islama göre ne tür manaya geldiğini daha iyi bilirler…ve de örneklerle açıklarlar…
ve bende zaten yazmaya kalksam farkeden birşey olmayacak…
zaten size belirttim bir müslümanın bütün söylemleri ve eylemleri kur’an dır
bizim anlaşmadığımız nokta da bu olsa gerek…
siz türk dil kurumunun kelimelerini kullanıyorsunuz…
bende islamın…
siz türk dil kurumuna göre ne manaya geliyor diye açıklıyorsunuz…
bende islama göre ne manaya geliyor diye açıklıyorum…
gayri müslimler olayına ve türkiye yi şeriat a göre yapma düşüncenizide gelince biraz peygamber hayatı okumanızı tavsiye ederim….
Peygamber de mekke ve medine islam devleti kurduğu zaman nasıl etkilenmişlerse o şekilde etkilenirler diye düşünüyorum… zaten bizim hareket önderimiz ve örneğimizde o’dur
zorbalık seçeneğini de tartışılır örnek bu tür durumlar için tevbe suresine bakmanız yeterli olacaktır…
islam devleti kurulduğu zaman ve müşrik olan kesimler’e ALLAH ne yapmasını gerektiğini bildirmiştir… ve bütün müslümanlarda o ayetlerin çizelgesi içinde hareket etmişlerdir…ve müşriklere öyle muamelede bulunmuşlardır…
şunu da unutmayın ben delillerimi islam’a dayanarak getiriyorum…
benim verdiğim delillere bakmadan
bana zorba dediğiniz zaman o zaman siz ALLAH’a Peygambere ve o’na göre yaşayan bütün müslümanlara zorba dediğinizin farkına varın…
ve eğer benim delillerimide çürütmek istiyorsanız kendi bence fikirlernizi değil bana islamdan delil getirin…
hem 85 yıl önce islam şeriat’ı ile yönetilen bir islam devleti yani osmanlı yıkıldığı zaman cumhuriyet ile başlayan o devir o zaman ki insanları nasıl etkiledi diye hiç düşündünüz mü…
ve hala şeriatı isteyen ve şeriatın gerektirdiği gibi yaşamak isteyen insanları neden düşünmüyorsunuz…
biliyorsunuz ki islamda hak ve batıl mücadelesi vardır…
ve hak ile batıl hep bir savaş demektir…
bu da kıyamete son zamanlarına kadar sürecek…
bu demektir ki hiç bir zaman rahat bir yaşam olmayacak… mehdi a.s zamanına kadar…
ve
iman taklidi değil tahkikidir(katılıyorum)
keşke gereklilerinde de öyle bulunsaydınız…
benden daha çok islamdan delil getiripte bunu bana gösterseydiniz…
türk dil kurumuna göre değil demokrasiye göre değil, kendi bencelerinize göre değil keşke islama göre delillerinizi sıralayıp hareket etseydinizde bende görseydim…
Biliyorsunuz ki taklidi imandan insan tahkiki imana eylemleri ile geçer… ve benim burda savunduğum herşeyin arkasındayım…
şunu da açıklayayım bu zamanda taklidi iman’a pek gerek kalmamış çünkü burası islam devleti değildir. islam devleti oslaydı insanların bu tür düşünceye bürünmeleri gayat normal olurdu.
isteyen istediği düşünceyi zaten savunuyor. ne gerek var yani taklidi iman içerisinde olmaya!
dünyada rahat yaşama düşüncenize de gelince sadece kur’an okusanız ALLAH herkes ile dost olmayın der! özellikle yahudi ve hristiyanlarla!putperestleri zaten hiç barındırmaz islam devleti…
dostluk ve düşmalık için daha geniş bilgi için
islamda vera ve bera’yı okumanızı tavsiye ederim.
siz kendi benceniz ile doğru olduğunuza tahkiki imanlı olduğunuz düşüncesiyle devam edin.
ama ben de size sorayım siz neye iman ettiniz?
eğer islam’ın gereksinimlerine iman ettiyseniz o zaman islam’ın gereksinimlerine göre hareket edin!
neden savunduğunuz herşey kendi benceniz!
eğer herkes kendi bencesiyle hareket edipte doğruysa o zaman neden isanlara müdahalede bulunuyorsunuz? onlarda kendi benceleri çerçevesinde kendilerince doğru!
bir müslüman yanlışı doğruyu islam çerçevesinde
delille getirir.
delillerinizi islamdan getirin sizde!
iyi ve kötü kavramını kendi aklınızla değil!
islama göre deliller getirerek açıklayın.
doğru ve yanlış kavramı sizin gibi kişilerin değerlendirmelerine bırakılamaz islam devletinde.
bütün söylem ve eylemler için Kur’an, Sünnet ve İcma Yolu geçerlidir!
sizde delillerinizi Kur’an, Sünnet ve İcma ile belirleyin!
şimdilik bu kadar
sağlıcakla
Yazan:T Tarih: Ağu 18, 2008 | Reply
Liberalleri sevmiyorum artık.
Bu sitede büyüktür, tecrübelidir, doğru söylüyordudur anlayışı var Kuran anlayışı malesef…
Yazan:A.Y Tarih: Ağu 18, 2008 | Reply
Syn T:
Liberalleri sevmiyorum artık.
Bu sitede büyüktür, tecrübelidir, doğru söylüyordudur anlayışı var Kuran anlayışı malesef…
Neden ama
Yoksa Liberaller herkesin kendi fikirlerini özgürce açıklamasının önününü açtığından dolayımı?
Yoksa size göre herkes kendi doğrusunu savunmasın mı?
Daha doğrusu her şey savunulsun ama Kur’an savunulmasın mı?
Biraz daha açık olsaydınızya.
Malum sizin de fikrinizin önünü açmış bulunuyor Liberaller.
Sizde kendi bildiğiniz doğruları savunun.
ve de kendi doğrularınızla insanları etkileyin.
Kendi doğrularınızla ne tür bir çözüm sunuyorsunuz?
Herhalde sizin doğrunuz herkes kendi fikirini düşüncesini savunsun ama Kur’an yani ALLAH’ın kelamı olmasın öylemi?
İki kelime yazıp kaçmak ne kadar doğru sizce.
Burası bir bilgi paylaşım platform’u Herkes kendi bilgisini sunuyor.
Herkesin amacı kendi idealini yeryüzünde yaşatmak ve taraftar toplamak.
Amaç aynı düşüncede olup aynı çıkarlar doğrultusunda hareket etmek.
Sizin idealiniz nedir?
Dünya’ya ve Türkiye’ye ne tür bir çözüm sunuyorsunuz?
Sizce insanlar hangi İdeolojiye tabii olmalıdır?
Sizin beğendiğiniz model hangisidir?
Görüyorsunuz ki yorumcu arkadaşlar herkes farklı bir inançta.
ve hiçbiride kendi inancından taviz vermiyor.
Kimse kötü bir inançta değil kendilerince.
Ama işte o kadar çok inanç var, ve hepside birbirine zıt.
Eğer herkes kendi inancından taviz vermezse ve bu inançlar doğrultusunda düzgün bir şekilde hareket edilse o zaman Türkiye’de her gün yeni bir devrim olur!
ve bu devrimler demek her gün ölüm demek her gün korku demek.
ve bu ölümler bu korkular sadece Türkiye içindekiler için sınırlanmaz.
Bütün Dünya bu tür ölüm korkuları ile dolar taşar.
Zaten günümüzde sanki yokmu bu tür örnekler.
Amerika İslam ülkelerine demokrasi götüreceğim diye katlettiği siviller bunun açık örneği değilmi.
Bütün ülkeler benim borum ötsün çabası içinde değilmi.
ve her Ülke belli bir İdeolojinin gerekliliğine göre hareket etmiyormu.
Çin farklımı sizce?
Rusya farklımı sizce?
Amerika farklımı sizce?
Bütün ülkeler benim sözüm geçsin diye hareket etmiyormu.
Hangi ülke seni beni onu bunu düşünüyor.
Hepsi ileriye yönelik kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmiyormu.
ve de onların çıkarlarının önüne geçenleri imha etmiyorlar mı?
Hangi gelişmiş ülkeler sömürü yapmadan ayakta duruyor!
Avlamasan av olursun.
Ezmezsen ezilirsin mantığı.
Sömürmesen sömürülürsün.
ve bu tür Ülkelerde de ne kadar çok sömürsen o kadar çok güçlü olur ve söz sahibi olursun.
Zaten yapılan her türlü silahlar bunun göstergesi değilmi!
Her ülke neden kendi ürettiği silahlarla boy gösterisi yapıyor sizce.
Bu silahlar neden yapılıyor!
Bu silahlarla hayvanlar mı vuruluyor.
O kadar silah yapılıyor. bu silahları kullanmadan olurmu.Elbet Dünyada tek güç sahibi olmak için kullanılacak.
Bütün kaynakları elinde bulundurup insanları kendine köleleştirmek için ideolojiler ve bu tür ideolojilere göre hareket eden insanlar bunları yapacaktır.
bunlar kim mi: sen, o, bu , şu ne farkeder.
Bu ne zaman mı olacak.
Dünyada maddeler azaldığı zaman!
Siz acıktığınız zaman veya susadığınız zaman açlıktan susuzluktan ölürmüsünüz. Yoksa suyu ekmeği olupta size vermeyenlere karşı savaşırmısınız.
Bu geçmiş zamanda da şimdiki zamanda da hep aynıdır değişen hiç bir şey yoktur.
ve her zaman da olacaktır.
Benim idealimi sorarsanız.
İslam derim.
Neden mi?
Çünkü İslam Maddeye yönelik bir ideal değildir.
Çünkü İslam ezilenin yanındadır.
Çünkü İslam kul’un başka bir Kul’a, kul olmasına karşıdır.
Ne mutlu ki ALLAH’a kul olupta kulluğun gereksinimlerini yerine getirene.
Sağlıcakla
Yazan:A.Y Tarih: Ağu 18, 2008 | Reply
sayın Olcayto Tan
Şimdi burada üzerinde durulması gereken ve konuyla alakalı çok ciddi pratik bir çelişki var bir başka dinden olan kimseyi islam kendi yasalarıyla cezalandırmaz. Bu durumda gayri-müslimler mensup olduğu dinle cezalandırılır, ancak islam devletinde yaşıyorsa bu şartları Kabul etmiştir söylediğinizin özü bu .demişsiniz
Ben bu yazınızı tam anlamadım.
Söylediğimin özüde bu değil.
Yanlış anlama olmuş sanırım.
Şimdi islam devleti olmayan bir devlete gitmek istediğiniz zaman hangi devlet olursa olsun belirli şartlar getirir önünüze ve sizde bu şartlar çerçevesinde orada oturum hakkına sahip olursunuz.
Yani o ülkede kabul ettiğiniz yasalar çerçevesinde kalırsınız.
ve o yasalara aykırı hareket ettiniz mi ya cezalandırılırsınız yada sınır dışı edilirsiniz.
Ama islam devletinde hangi dine mensup ise gayri müslim bile olsa o dinin gereksinimlerine göre cezalandırılır.
ve islam devletinin getirdiği şartlardan bir tanesi de budur.
örnek yahudiler ve hristiyanlar.
Aceleden size yazıyorum çünkü cafe kapanmak üzere.
yeterince bilgi sunamadım ama daha sonra örnekleri ile isterseniz size açıklarım.
veya “İslamın hareket metodu” kitaplarını okursanız orada bir çok bilgi vardır örneklerle.
Sağlıcakla
Yazan:t Tarih: Ağu 19, 2008 | Reply
Sayın A.Y
yanlış anlamışsınız, malesef Kuran yok demek istemiştim.
Yazan:A.Y Tarih: Ağu 19, 2008 | Reply
Sayın, t
Yanlış anlaşılma için özür dilerim.
Benim yanlış anlamam kısa geçtiğiniz için olmalı sanırım.
Fikirlerinizi açıklamaktan korkmayın.
Yalancılara karşı doğruları savunmaktan çekinmeyin.
ALLAH’u Teala Haklının yanındadır.
Haksızlık önünde eğilmeyiniz. Çünkü haksızlıkla beraber şerefinizi de kaybedersiniz. (Hz Ali)
Sağlıcakla
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Ağu 22, 2008 | Reply
Ama islam devletinde hangi dine mensup ise gayri müslim bile olsa o dinin gereksinimlerine göre cezalandırılır.
ve islam devletinin getirdiği şartlardan bir tanesi de budur.
örnek yahudiler ve hristiyanlar.
bende bundan bahsettim, adım adım gidelim o halde. İslam devletin de bir hristiyan bir müslümanın malını çaldığında yada tam tersi olduğunda.Yani bir gayri müslimle bir müslüman anlaşmazlık yaşadığında bu konu hangi idari birimde çözülür ve bu idari birim hangi hukuku baz alır?
Yazan:aLaaDDiN YüCe Tarih: Ağu 22, 2008 | Reply
Sayın Olcayto Tan Haskol
Bu konu ile ilgili kitap okumuştum ama hafızama tam yerleşmediğinden olsa gerek veya yerleştide yanlış anladığımdan olsa gerek size yanlış anlattım.
kitabıda şuan bulamadım yoksa daha ayrıntılı bir şekilde açıklık getirirdim ama tefsirlere müracaat edersek herhalde sorun çözülür.
Yahudi ve Hristiyanlar islam devletinde kalmak istediklerinde islamın onlara tanıdıkları hakları kabul ederek yani cizye vererek kalırlar.
Ve islam devletinde onların her türlü hakları korunur.
bunun içinde
İslam devletinde yahudi ve hrisitiyanlar kalmak istediklerinde İslam hukukunu baz alırlar. zaten belirttiğim gibi beşer sistemlerdede farklı değildir.
bunun İçin nisa 60/61/62/63/64/65 ayetlerinin tefsirine bakarsanız daha iyi olur diye düşünüyorum.
http://www.sevde.de/Kuran-Tevsiri/Kuran_Tefsiri.htm nisa 60/61/62/63/64/65
yanlış anlattığım için özür dilerim. ama islam’ın emrettiği bu.
Hükmün Ancak Allah’a Ait Oluşu
Bütün usul kitapları, hakimiyet noktasında hüküm verme yetkisinin sadece Allah’a ait olduğunu belirterek başlarlar. Peygamber efendimiz (sav) ise kendisine Allah’ın indirdiği vahiy ile hüküm verirdi. Bu vahyin metluv olması veya gayrı metluv olması arasında fark yoktur.(Metluv vahiy Kur’an-ı Kerimdir.Gayri metluv vahiy ise peygamberimizin hadisleridir)
Ümmet tarafından vekil olarak seçilen İslam şeriatındaki halife ise, ilahi şeriatı uygulamaya koyar. Bu şeriata muhalif herhangi bir maddeyi çıkartıp yürürlüğe koyması onun ebediyen hakkı değildir, İlahi naslar üzerinde inceleme yapan müctehid alimler ise, müslümanların günlük hayatta karşılaştıkları meselelerde, rabbani hükmün bilinmesi için çaba sarf ederler.
Allahu Teala’nın hakim sıfatı O’nun isimlerinden bir isim ve O’nun özelliklerinden bir özelliktir. O halde kim kendi nevasına göre yasama veya kanun koyma yetkisine sahip olduğunu iddia ederse, ancak uluhiyyet (ilahlık) iddiasında bulunmuş olur. Her ne kadar söylemlerinde ilahlık iddiasında bulunmasa bile fiili olarak ilahlık yetkisine yeltenmiş olur. Bilinmelidir ki; hakimiyet yetkisini kendi üzerinde görerek ilahlık iddiasında bulunan, ister halktan bir tabaka, ister halkın hepsi, ister bir parti veya partiyi organize eden bir gurup, isterse de bir kurul veya tek bir fert olsun sonuç değişmez. Bu iddia Allah’ın kanun koyma yetkisine yeltenmektir ve şirktir. Sahibini dinden çıkarır, (tağut hükmüne sokar). Tağut ister Arap olsun, ister Amerikan olsun, ister Afgan olsun, ister Rus olsun, (ister Türk olsun) tağuttur, değişmez. Çünkü küfür tek millettir. Allah’ın indirdikleri hükümler dışında hüküm koyanlar, namaz da kılsalar, oruç ta tutsalar, dini ibadetlerini yerine de getirseler kafirdirler. Irzlar, kanlar, mallar hakkında ortaya atılan hüküm küfür ve iman açısından hakimin kimliğini belirlemektedir.
“Yoksa onların, Allah’ın dinde izin vermediği şeyleri kendilerine meşru kılacak ortakları mı var?” (Şura Suresi: 42/21)
“Üzerlerine Allah’ın ismi anılmamış olanlardan yemeyin, çünkü o kesinlikle Allah’ın emrinden çıkmaktır. Bununla birlikte şeytanlar kendi dostlarına sizinle tartışmaları için mutlaka telkinde bulunacaklardır. Eğer onlara itaat edecek olursanız şüphesiz siz de müşriklerden olursunuz.” (Enam Suresi: 6/121)
Beşeri sistemlere itaat etmek, kalbin rızası ile birlikte olursa şirktir.( Kalbin rızasının kalkması ise ancak ikrah ile mümkündür, (y.y) Sahibini İslam milletinden çıkarır. Kanun çıkarmanın kaynağı Allah’ın kitabıdır. Sonra Resulullah’ın (sav) sünneti, sonra icma, sonra da kıyastır, İslam tarihi boyunca bu kaynaklar üzerinde alimler ittifak etmişlerdir. Allah’ın şeriatından hariç kanun yapan kafir olur. Müslüman imamların ittifakı ile dinden çıkar. Kanun koyma hakkı tağutlara verilirse onlar milleti katlederler, haksız yere ümmetin mallarını yerler ve tüm pislikleri yaparlar. Çünkü kanun onları korur ve onlar kanun adıyla konuşurlar. Bundan dolayı bazı beşeri anayasalarda “memleketimizde filan birisi hakimdir, kanunların üstündedir.” (kanunlar onu yargılayamaz) diye beyan edilir. (Günümüzde milletvekillerinin dokunulmaz, oldukları gibi.)
Allahü Teala kendi muhkem kitabında buyuruyor ki:
“Yok yok! Rabbine yemin ederim ki onlar aralarında çıkan çapraşık meselelerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden nefislerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”(Nisa Suresi: 5/65)
“Allah’u Teala kendi şerefli mukaddes zatına yeminle ifade buyuruyor ki bütün işlerde Allah Resulü’nü hakem tayin etmedikçe hiç bir kimse gerçekten iman etmiş olmaz.” (y.y- İbn-i Kesir Tefsiri. 4/1751)
Hakim, Müstedrek’te bu ayetin sebebi nüzulünü şöyle rivayet etmektedir:
“Bir konu hakkında münafık ile yahudi ihtilafa düşmüşlerdi. Konuyu Allah Resulüne götürürler. Allah Resulü yahudinin lehine hükmeder. Yahudi bu hükme razı olur fakat münafık ise bu hükmü kabul etmez. Münafık ihtilafın çözümü için “Ebu Bekir’e müracaat edelim” der. Hz.Ebu Bekir’e giderler ve durumu anlatırlar. Hz Ebu Bekir’de Allah Rasulü gibi hüküm verir. Münafık Hz. Ebu Bekir’in hükmünü de kabul etmez, Hz Ömer’e durumu arz etmeyi ister ve Hz. Ömer’e giderler. Yahudi münafığı Hz. Ömer’e şikayet edip der ki: “Biz Muhammed’e gittik benim lehimde hüküm verdi . Bu adam da kabul etmedi. Sonra Ebu Bekir’e gittik o da benim lehimde hüküm verdi. Bu adam yine kabul etmedi. Ve sana geldik.” Hz Ömer bunu işitir işitmez içeri girip kılıcını alır ve münafığın kellesini uçurup şöyle buyurur: “Allah Resulünün hükmüne razı olmayanın hükmü budur. Allah Rasulü o münafığın kanını heder sayar. Çünkü Allah resulünün hükmüne razı olmayan müslüman değildir ve kanı hederdir.”
Yukarıda zikrettiğimiz ayetin (Nisa:65) bahsettiği konu (hakimiyet yetkisinin kayıtsız şartsız Allah’a ait oluşu), içinde yaşadığımız şu zamanın en önemli konularındandır. Aynı zamanda hakimiyet yetkisinin sadece Allah’a ait oluşu La ilahe illallah mefhumu ile ilgili olup, direk akideyi ilgilendiren bir husustur. Fıkhi bir konu değildir ki faili fasık olsun. Çünkü Allah’ın indirdiği ile hükmetmek La ilahe illallah’ın pratik halidir. Şehit Seyyid Kutub diyor ki: “Şayet bu dini maden parçasına benzetmiş olsaydık bir tarafı üzerine La ilahe illallah yazılırdı, diğer tarafı üzerine de Allah’ın şeriatı ile muhakeme olmak yazılırdı. Bu ikisi, birbirinden ayrılmaz bir bütündür.”
Bilinmelidir ki bu konu, (insanların La ilahe illallah demeleriyle birlikte Allah’ın şeriatından gayrısına meyletmeleri) ciddi bir tehlikedir. Çünkü La ilahe illallah demek Allah’ın indirdikleri ile hükmetmek demektir. Allah’ın indirdiği ile hükmetmemek ise insanların hayatından Allah’ın uluhiyetini (ilahlığını) kaldırmak, beşer hayatını tanzim etme noktasında Allah’ın hakkını gasbetmek ve insanların, insanlar üzerinde rablik iddia etmesidir.
Daha çok Ayrıntı için: http://www.delikanforum.net/dini-bilgi-ve-egitim/62696-hukmun-ancak-allaha-ait-olusu.html
Benim yanlış olduğum noktalardada beni kur’an ve Sünnet ölçüsünde uyarırsanız sevinirim.
Çünkü hatalar biz kullar içindir. Dönmekte öyle!
Sağlıcakla
Yazan:Olcayto Tan Tarih: Ağu 25, 2008 | Reply
Estağfurullah hata olacak mutlaka, son söylediğiniz üzarinden devam edeyim o halde, söylediğiniz pratik anlamda nasıl uygulanacak .Yani varolan hukuk sistemi tümüyle değiştirilip şerri kurallara dayalı bir hukuk sistemi getirdiğimizde gayri müslimlerin bazı haklarını elinden almış olmuyor muyuz?Bu anlamda bir devletin herhangi bir dine yakınlığı toplumları kültürleri bölüp bir arada yaşamaktan uzaklaştırmaz mı?
Yazan:aLaaDDiN YüCe Tarih: Ağu 25, 2008 | Reply
öyle bir açıdan yaklaşmak gerekirse olaya, bu konuda kendinizce haklısınız.
ama Peygamber efendimiz islam’ı anlattığı zamanda İman eden müslümanlar kendi anne ve babalarının örfleri ile çakışmadılarmı? Kardeşleri ile karşı karşıya gelmediler mi? Amca yiyen birbirlerine karşı değillermiydiler?
ve bu durumlar için ayetler nazil olmuyormuydu.
Ey Muhammed!) De ki: “Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız evler, eğer size Allah’tan, rasulünden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimliyse Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Şüphe yok ki Allah, fasık olan bir kavme hidayet etmez.” (Tevbe: 24)
Din tekerrürden ibaret değilmi?
“Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber müminler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki Allah’ın yardımı pek yakındır.” (Bakara Suresi 214. Ayet.)
“Savaş, hoşunuza gitmediği halde, size farz kılındı. Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara Suresi 216. Ayet.)
“Yoksa siz -Allah içinizden savasanlar (la savasmayanlar)i belli etmeden-sebât edenler(le etmeyenler)i belli etmeden cennete girivereceginizi mi sandiniz?”(Al-i Imran sûresi, âyet: 142)
“Yoksa siz (kendi halinize) birakilivereceginizi, içinizden cihad edenleri, Allah’dan, Resulünden ve mü’minlerden baskasini sir dostu edinmeyenleri Allah’in bilmedigini (onun ugrundaki fedakârliklarinizin mükâfatsiz kalacagini) mi sandiniz? Allah, ne yaparsaniz (hepsinden) haberdardir.”(Tevbe sûresi, âyet: 16)
Ve eğer etkilenme konusunu açarsak isterseniz bir de laik’liğin bizim aileyi ne kadar etkilediğini ve ailemizi nasıl parçaladığını anlatayım. ama çok uzun olduğu için bunu şimdilik anlatmayacağım.
Sonuçta her devrim bir değişim demektir. ve devrimlerde zaten birbirine zıttır. ve doğal olarak karşı taraflıları sarsar. aynen cumhuriyet kurulduğu zaman o zaman ki müslüman insanları etkilediği gibi. ve o zaman ki insanlar da aynı şekilde sıkıntıların içine girdiler. ve de o zaman benim dedem dahil bir çok insanın toprakları elinden alınıp başka taraflara paylaştırıldı. ve bizim dedelerimiz de haklarını almak için birşey yapamadılar, neden mi çünkü şeriat mahkemesi yoktu ve zaten bahsi bile iğdam dı!
“Bu ülkede Din’i namusu olan insanlar aç kalmaya mahkumdurlar” Sözü sizce kime ait.
ve de bu söz, sizce pratikte etkisini gösterdimi yoksa göstermedi!
Ben kendim bu sözün Müslümanlar üzerinde ki yaptığı etkiyi bizat yaşayan biriyim.
zaten sakallı, çarşaflı, türbanlı, Ve de her namaz kılan kişiler irtica olmuyor mu?
vede sosyal imkanları elinde bulunduran kurumlar bu tür kişilere karşı değillermi?
yani bu devlette yaşamak ve sosyal imkanlara sahip olacaksak namussuz mu olmak gerek!?islam’ı bırakıp laikleğe mi girmek gerek!?
Biz müslümanlar olarak bu tür kişilere, getirİlere,sahte ilahlara: ( LA İLAHE ) Dedik, ve devamında da ALLAH’a tek ilah sensin yani( İLLALLAH ) DEDİK. Dünya bu tür inançta olanlara olsun, ahiret biz müslümanlara yeter!
Bu anlamda bir devletin herhangi bir dine yakınlığı toplumları kültürleri bölüp bir arada yaşamaktan uzaklaştırmaz mı?
daha önceden de zaten size belirtmiştim. din bir yaşam biçimidir. ve de laikliğin bir din olduğunu açıklamıştım. şimdi laik olan insanların islam milletine yakın ilgide olduğunumu söylüyorsunuz?
laikler de kendi inancından olan insanlara yakınlık gösterir. bunu zaten pratikte görüyoruz.
çünkü her kişi kendi yaşayışı üzerinde olan kişileri sever. bu fıtridir.
isterseniz hristiyan olan ülkelere bir bakın veya budist olan ülkelere bunlar kendi inancında olanlarla veya olmayanlara aynı muamalede mi bulunuyorar.
inanın ki farklı bir sonuç bulamazsınız.
zaten katledilen insanları araştırmaya koyulursak hepside farklı inançta oldukları için katledilmiştirler.
vede bu inanç biçimi eskiden beri günümüze bu şekilde gelmiştir.
Evet dünyada insanların huzurlu mutlu olamlarını helbet hepimiz istiyoruz ama bu türlü türlü inançlarla olmaz. çünkü bütün inançların temelinde birbirlerine zıtlık var. onun için dünyaya huzur hakim olmaz.
eğer çözüm diyorsak: çözümün yolu dünyaya tek bir inanç biçimin hakim olması!
ben Dünya daki insanları islam’a davet ediyorum. çünkü ben islamda huzuru buldum.
Ve islam dini de insanların elinden zorla mal mülkünü almaz. avam tabakasında cizye(vergi) verme şartı ile kalan kişilerin mal ve can güvenliğini islam devleti üstlenir. zaten demiştim onların her türlü hakları korunur diye.
zaten islam yayıldığı zamanda bir çok hristiyan ve yahudiler hani o krallıkla yönetilen halklar kendi istekleri ile kendi dinlerini de bırakmadan islam otoritesini kabul etmişlerdir.
ve kendi krallarına kendileri karşı çıkmıştırlar. bunun için halid bin velidin hayatını okumak kafidir diye düşünüyorum.
veya Hz ömerin hilafet devrinide okumak daha iyi olur.
ama bütün osmanlı padişahların da pek adil olduğuda söylenemez. çünkü osmanlı devrini kapsamlı bakıldığında islam’a bir çok şekilde aykırı hareket edilmiş. ve doğal olarakta bunu öyle okuyan ve bilen kişiler de bunu islam’a malletmeye çalışmışlar.
yani kişinin zalimliği, islam dininin zalimliği diye lanse edilmiş.
Sağlıcakla
Yazan:Olcayto Tan Tarih: Ağu 25, 2008 | Reply
Alaaddin bey,
sayfa sayfa yazıyorsunuz, alıntılar yapıyorsunuz ancak bunları hiç biri sorunun cevabı değil kendinizce haklısınız deyip geçiyorsunuz madem savunduğunuz ortaya koyduğunuz bir görüş var bunun uygulanabilirliğini şeklini şemalini bir anlatın bakalım.Adım adım ne yapılacağını nasıl uygulanacağını ekonomik alandan tutunda hukuğa sosyal hayata her kuruma dair “pratik” ,”uygulanabilir” düşüncelerinizi bizimle paylaşın.Genel olarak verdiğiniz hadislerden haberdarım , görüşlerinizi desteklemek adına bunları yinelemeye gerek yok ben sözünüze güveniyorum.
Şu anki sistemde bunun nasıl uygulanacağını adım adım izah ederseniz belki bir çözüme götürebilir yararlı fikirler üretebiliriz.
Sosyal imkanlara gelince insanlar görüşleri dahilinde örgütleniyorlar Fetullah Gülen liderliğindeki Nur cemaati bu gün ülkenin en büyük sosyal gücü, bu yüzden görüşünüz çerçevesindeki sosyal imkanlara ve sahip olunan kurumların kuvvetine haksızlık etmeyin , böyle bir mağduriyet demagojisine gerek yok herkes neyin ne olduğunu çok iyi biliyor.
Fikirlerinizi bekliyorum…
sağlıcakla.
Yazan:aLaaDDiN YüCe Tarih: Ağu 26, 2008 | Reply
Sayın Olcayto Tan,
Benim savunduğum görüşler bu sistemle çakışır.
ve onun için bu sistem benim görüşlerimi kabul etmez.
ve benim görüşlerim de bu sistemin içinde yer almak istemez.
çünkü hakkın olduğu yerde batıl zail olur.
eğer birşeylerin değişmesini istiyorsak ilk önce kendimizi ve daha sonrada çevremizi değiştirmek lazım. ve herkeste bu düşünce çerçevesinde hareket ederse sorun kalmaz diye düşünüyorum.
ondan sonra zaten sistemde değişir.
çünkü sistemim bir parçası olarak sistemi değiştirmek düşüncesi bana göre çok saçma ve kendini aldatmaktan başka birşey değil.
Sistemden her türlü desteği gülen cemaati çoğunluk! olarak kendilerini çekerlerse yine sorun kalmaz diye düşünüyorum!
ve zaten eğer değişimi istiyorsak ve islamı hakim kılmak istiyorsak örneğimiz ve önderimiz olan peygamber efendimizin hayatına bakmamız lazım.
o nasıl hareket etmişse bizde aynı şekilde hareket etmemiz lazım.
size bunun içide kitap önermiştim sanırım.
“İslamın Hareket Metodu” 4cilt yeterince bilgi var bu konuda.
evet sizin dediğiniz gibi nur cemaati epeyce geniş bir cemaat ama daha islam’a göre kendilerini değiştirmeden insanları değiştirmeye gittiler.
ve sistemi ilk kendileri korurken ve bu sistem doğrultusundan giderken nasıl olurda islam’ı hakim edelim düşüncesine bürünmüşler tuhaf bir durum ama neyse…
Çünkü hiç bir peygamber hak davayı batıl bir yoldan getirmemiştir.
ama heralde nur cemaati farklı düşünüyor. peygamberlerin yapmadığını biz yapacağız diyorlar Gibi bir görüntü kirliliği içindeler:P
Nede olsa demokraside çoğunluk ölçü:)(ALLAH’ın dediği değil!) Nur cemaatide çoğunluk olduğuna göre sorun yok sannırım.
isterseniz çoğunluk olan nur cemaati talebelerine soralım ne yapıyorlar bunun için.
Ben kendi çevremde olanlara sorduğum zaman lüküs hayat deyip başka birşey demiyorlar. nefislerinize zülmetmeyin ayetinin arkasına saklanıp yine başka birşey yapmıolar. yine herkes ile iyi geçinin diyip liberal görüşlülüğe sahip çıkarak yine başka birşey yapmıolar. ve de biz eğer destek vermezsek o zaman başkaları geçer diyip yine sistemin bir parçası olmaya devam ediolar.ha bunlar kötümüdür meselesine gelince,kişiler kendilerince iyi görebilirler. ama bu tür bir düşünceye ALLAH müsade etmemiştir ve bunun içinde yeterince ayet nazil olmuştur. malum bu ayetlerden haberdarsınız tekrardan yazmaya gerek yok diyorum. ama benim bildiğim islamda çoğunluk ölçü değil ve Kur’an da çoğunluğa uymayı doğru bulmamış ve onların zan ile yani tahmin ile kendilerinin doğru olduklarını iddia edeceklerini bildirmiştir.
zaten cemaleddin kaplan’ın fethullah gülen hakkında söyledikleri de çok doğru…
“Dinler arası diyalog” yoksa Hak kelimesini yazmayı unutmuşlarmı!
Dünyada kaç tane hak din varmış da haberimiz yok. gülen cemaati bizi bu konuda aydınlattı sanırım…
Daha fazla dinler arası diyalog için : http://www.diyalogmasali.com/
ve hakaret meselesine de gelince.
ben kimseye hakaret etmedim.
sadece denileni yazdım.
kişilerin söylediklerine bakarak bende neticeye gittim. yani hakareti ben değil o kişiler zaten kendi kendilerine yapmışlar. ve bunu öyle şekilde benimseyen kurumlarda zaten kabul etmişlerdir.
ayetlerden haberdar olmanızda çok güzel…
o zaman bana fazla soru sormanıza da gerek yok diyorum.
çünkü müslüman bu ayetlerin ve de peygamber efendimizin çizgisinde hareket ederler.
Ve bütün sorunları Kur’an, Sünnet ve İcma ile müslümanlar çözer.
kendi bence fikirleri çerçevesinde değil.
ve Bütün cevaplarda Kur’an, Sünnet ve İcma yolunda mevcuttur
Sağlıcakla.
Yazan:zafer kirac Tarih: Şub 28, 2010 | Reply
elhamdurullah muslumaniz