Çifte Cinayet: Tanrı’nın Ölümünden İnsanın Ölümüne
By Sever Isik on Kas 4, 2008 in Felsefe, Modernleşme
Foucault, Kelimeler ve Şeyler‘i “insanın ölümü”nü ilan ederek bitirir. “İnsan, düşüncemizin arkeolojisinin yakın tarihli olduğunu kolaylıkla gösterdiği bir icattır. Ve belki de yakınlardaki son”, Düşünce zeminin, modern epistemenin değişmesiyle/sarsılmasıyla ‘İnsan, tıpkı denizin sınırındaki bir kum görüntüsü gibi’ kaybolacaktır (Foucault, 1994: 499). İnsanın ölümü tezini daha iyi kavramak için Foucault’nun öncüsü Nietzsche’nin Şen Bilimde bir kaçığın ağzından ilan ettiği “Tanrının ölümü” tezine bakmak ve ikisini birbiri ile ilişki içinde anlamak gerekir. Nitekim Foucault da ikisi arasında bir birliktelik ilişkisi olduğunu düşünmektedir.
Nietzsche’ye göre; “Tanrı öldü”. O’nu biz öldürdük ve hepimiz O’nun katiliyiz (Nietzsche, 2003:130). Tanrı’nın ölümü, Hıristiyani değerlerin/ahlakın artık inanılmaz oluşu ve özünde nihilizm olan Avrupa insanının da ölmesi demektir. Zira Tanrı değerler hiyerarşisinin zirvesidir. Tanrı’nın çürümesi ve ölmesi varlığı, ontolojik olarak, Tanrının varlığına bağlı olan insanında epistemolojik özne olarak ölmesi demektir.
Nietzsche’nin müjdelediği “üst-insan”/overman”ın doğuşu da Tanrı’nın ölümü ile birlikte okunduğunda daha anlamlı hale gelir; artık Tanrı öldüğü için “insan alt edilmesi gereken bir şeydir” (Nietzsche, 1999:25-26). üstinsan/insanüstü tanrının/aşkının yerine geçeceğinden, geçmesi gerektiğinden insan ona yer açmak için Tanrı(sı) ile birlikle sahneden çekilecektir/çekilmelidir.
Nietzsche’nin “insan üstü”nü “insanın sonu” temasıyla birleştiren ilk düşünür Deleuze’dür. O, şöyle der: “Varlığı suçlamayan ve onu değersizleştirmeyen insana hala insan denebilir mi? O artık insan gibi düşünebilir mi? O, insandan başka bir şey, belki de insanüstü bir şey olmaz mı? Foucault “insanın sonu” temasında Deleuze’den de ileri giderek kartezyen sujenin ölümünü ilan eder (Kökoğlu, 2002: 114). Foucault, bu düşüncelerini Kelimler ve Şeyler’de dile getirir: Ona göre Nietzsche’ nin ilan ettiği şey; “Tanrının mevcut olmaması veya ölümü değil de, insanın sonudur”. Çünkü sonuncu insan Tanrı’yı öldürmüş ve kendi dilini, düşüncesini ve gülüşünü onun mekanına yerleştirerek, varoluşunu ve iradesini bu cinayet üzerine bina etmiştir. İnsan “Tanrı’yı öldürdüğü için, kendi sonluluğuna kendi karşılık vermek zorundadır; fakat Tanrı’nın ölümünün içinde konuştuğu, düşündüğü ve varolduğu için, cinayeti de ölmeye adamıştır.” (Foucault, 1994: 497). Deleuze’ünde ifade ettiği gibi Tanrının ölümü düşüncesi, insanın ölmesiyle ve insanın egosunun parçalanıp dağılması ile hedefine varabilecektir (Kökoğlu, 2002: 108).
“Tanrı’nın ölümü”nü mutlak olanın sona ermesi olarak değerlendiren Didier Eribon, bu durumun aynı zamanda “insanın ölümü” anlamına geleceğinden “Tanrı’nın ölümü”nün bir çifte öldürmeyi gerçekleştirmiş olan davranışın içinde ortaya konulmuş olacağını; böylelikle de, sonluluğu içinde sonsuzdan ayrılamaz olan insanın ölümüyle ancak “Tanrı’nın ölümü”nün gerçekleşebileceğini kaydeder (Urhan, 2000: 87). Nietzsche’nin ilan ettiği şey, katilin sonu, inansın çehresinin gülüşü içinde paramparça olması ve maskelerin geri dönüşüdür. Şeylerin akışının içinde bulunduğu zamanın parçalanmasıdır; Aynı’nın geri dönüşüyle insanın mutlak dağılmasının özdeşliğidir (Foucault, 1994: 497). Klossowski ise şöyle der: “Tanrı birliğin garantisi idi. Eğer Tanrı ölürse özdeşleşmenin garantisi kalmazdı, insan hiçbir şekilde özdeşleşemezdi. Yani Tanrının ölümü daha başlangıcında insanın ölümünü içinde taşımaktaydı. Tanrı’nın ölümünden sonra onun yerini alan insanın ölümü kadar normal bir şey olamazdı” (Akay, 2000: 100).
“Tanrı’nın ölümü” düşüncesi postmodernizmin mihenk taşıdır. Burada Tanrı’nın tarihe anlamını ve yönünü veren bir nihai gerçeklik olarak anlaşılması gerekir. Nietzsche’ ye göre değerler gerçeğe dayanır. Değerler kirlendiğinden Tanrının gücü belirgin bir şekilde azalmıştır. Eğer ilahi olan, dünyayı aşamıyorsa, o zaman kutsal, tecrübede dile geliyor demektir. Postmodernlerin diliyle Tanrı, artık bir “meta-söylem” statüsüne sahip değildir. Bu nedenle teolojik olan problem birden bire toplumsal ve tarihsel bir problem haline gelir (Murphy, 2000: 129). Eğer Tanrı ölmüşse her şey mümkündür. Böylece Nietzsche klasik metafiziğin sona erdiğini dile getirir (Murphy, 2000: 129). Nietzsche’nin felsefesinde Tanrı’nın ölmesinin sebebi bilginin artık nihai sebepler peşine düşmemesi ve insanlığın da ölümsüz bir ruha inanma ihtiyacı duymamasıdır. Tanrı kendi yasalarından biri olan hakikat arayışı adına ölmüş olsa bile bu arayışın anlamı onunla birlikte kaybolmuştur (Vattimo, 1999: 78,210). Artık hakikat olan ve sabit olan bir şey kalmamıştır. İnsan da bu nihilizme bağlı olarak antropolojik karakterli beşeri bilimlerdeki epistemolojik konumunu kaybetmiştir.
Bilgi teorisinin teolojiden kopuşu kesin olarak Nietzsche’nin analizi ile başlar (Foucault, 2000c: 173). Nietzsche Batı düşüncesinden iki noktadan ayrılır. Birincisi; bilgi ile eşya arasındaki kopmadır. Batı felsefesinde bilinecek şeylerle bilginin kendisinin süreklilik ilişkisini mümkün kılan ve bilgiye dünyadaki şeyleri gerçekten bilme gücünü sağlayan ve bilginin sürekli hata, yanılsama keyfilik olmamasını sağlayan Tanrı idi. Descartes’tan beri ve hatta Kant’ta bile bilgi ile bilinecek şeyler arasında bir uyum olmasını sağlayan bu ilkedir. Bilginin dünyadaki şeyler üzerinde temellenen bir bilgi olduğunu kanıtlamak için Descartes Tanrı’nın varlığını kabul eder (Foucault, 2000c: 172-173).Bilgi ile bilinebilecek şeyler arasında hiçbir ilişki yoksa, bilgi ile bilinen şeyler arasındaki ilişki keyfi ise, iktidar ve şiddet ilişkisi ise bilgi sisteminin merkezinde Tanrı’nın varlığı artık zorunlu değildir (Foucault, 2000c: 173). Bilgilerimizin garantörü olan Tanrı’nın ölmesi ile beraber insanın verili herhangi bir hakikati kabul etmesi veya araması da artık söz konusu edilemez.
Descartes’tan bu yana insan öznesinin birliğinin arzudan bilgiye, içgüdüden bilgiye, bedenden hakikate giden süreklilik tarafından sağlandığı görülür. Bunarın tümü öznenin varlığını güvence altına alıyordu. Bir yanda içgüdü mekanizmalarının, arzu oyunlarının, beden mekanizmaları ile irade arasında çatışmaların ve diğer yanda bilginin var olduğu doğruysa bu durumda insani öznenin birliğine artık ihtiyaç yoktur (Foucault, 2000c: 173). İkinci olarak, bilgi ile içgüdüler arasında sadece kopma, tahakküm ve kölelik ilişkileri, iktidar ilişkileri olduğu doruysa o zaman bu artık Tanrının değil, birliği ve egemenliği içindeki öznenin de yok oluşudur (Foucault, 2000c: 173). Çünkü artık bilgilerimizin dünya ile uyum içinde olmasını sağlayan bağ ortadan kalkmıştır.
20. yüzyılın ortalarına kadar devam eden antropolojik karakterli modern epistemenin merkezi öznesi ve nesnesi insandı. Modern epistemeyi, insanlık için epistemolojik paradoks yaratan bir durum olarak algılayan Fuocault’ya göre, içinde yaşadığı toplumsal deneyimin ürünü olan insan, aynı zamanda tümdengelimsel bilginin aracılığıyla bilgiyi kurandır. Böyle bir epistemolojik gerilim fazla sürmez ve sonunda modern epistemede düşüncenin temeli olan insan fikri, karanlığa gömülürken, emprik ve aşkın bir icat olan insan da kesin olarak ortadan silinecektir (Munslow, 2000: 197). Foucault, bize beşeri bilimlerin dayanağı olan insanın sahneyi terk ettiğini söylemektedir.
İnsanın ölümü teorisi, sosyal bilim teorisinin merkezinde yer alan epistemolojik temeli teşkil eder. Çünkü bu teoriler insan merkezli bir nesnel hakikat kavrayışının imkansızlığı ve yokluğu düşüncesi üzerine inşa edilmişleridir. İşte Foucault’un Kelimler ve Şeyler‘i/ İnsan Bilimleri Arkeolojisi posthümanist ve postmodern teorinin temeli olarak insanın ölümünü ifade ederek son bulur.
Kaynakça
AKAY, Ali (2000). Foucault’da İktidar ve Direnme Odakları, İstanbul: Bağlam Yay.
FOUCAULT, Michel (1994). Kelimeler ve Şeyler/ İnsan Bilimlerinin Bir Arkeolojisi. (çev. M. Ali Kılıçbay). Ankara: İmge Kitabevi.
FOUCAULT, Michel (2000c). “İktidar Üzerine Diyalog”. Entellektüelin Siyasi İşlevi. Der.Işık Ergüden & Tuncay Birkan. (çev. Işık Ergüden). İstanbul: Ayrıntı Yayınları, s. 181-195
KÖKOĞLU, Fahrettin (2002). “Nietzsche ve Modern İnsanın Sonu”, Tezkire, S. 25, 107-117
NİETZCHE, Friedrich(1999). Böyle Buyurdu Zerdüşt. (çev. A. Turan Oflazoğlu). Bursa: Asa Yayınları
NİETZCHE, Friedrich(2003). Şen Bilim. (çev. Levent Özşar) Bursa: Asa Yayınları
MUNSLOW, Alun (2000). Tarihin Yapısökümü. (çev. Abdullah Yılmaz). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
MURPHY, John W.(2000). Postmodern Sosyal Analiz ve Postmodern Eleştiri. (çev. Hüsamettin Arslan). İstanbul: Paradigma Yayınları.
VATTİMO, Gianni (1999). Modernliğin Sonu. (çev. Şehabettin Yalçın). İstanbul: İz Yayınları.
URHAN, Veli (2000). Michel Foucaul ve Arkeolojik Çözümleme, İstanbul: Paradigma Yayınları.
3 Yorum
Yazan:Mustafa Tarih: Kas 4, 2008 | Reply
Descartes bir problemi cözmek icin Allaha inanmamisti. O felsefesinde zarureten yani mutlak bicimde Allahin varligina vardi. Meditationes isimli kitabini iyi okumak lazim. Batida Descartes icin yaygin önyargilardan biri onun subje-obje-etkisinin “Cözümü” icin Tanriya inandigi iddiasi. Felsefe tarihinde insaat alanlari az degildir. Felsefe tarih kitablarini safca okumak uygun degil. Nietzsche Tanri öldü dediyse hem zamaninin subje olarak vasiflandiran insanin özü ve “hiristiyanca” tasavvur edilen Tanrinin “ölmesi”.
Yazan:haki demir Tarih: Kas 4, 2008 | Reply
okumaya ve yazmaya yeni intibak ediyorum, bu sebeple bütünlüğü olan bir kompozisyondan ziyade bazı notlar düşeyim.
*epistemolojinin evreni, genel manada insan iç alemidir. Batı insanının (filozoflar dahil) psikolojik evreni ise “psikanalitik” ile malul ve mahduttur. İnsanın psikolojik haritası doğru çıkarılamadığında ve bu haritanın yönleri ve hareketleri doğru tespit edilemediğinde epistemoloji, kendini dahi izah edemeyen bir muamma olarak kalacaktır.
“İlim maluma tabidir” ölçüsü, “eşya ne ise odur” tespitinin devamında bir mana ifade eder. Ne var ki, malum (eşya) ile ilim (bilgi) arasında psikolojik evren vardır ki, bu evrende cereyan eden sınırsız sayıdaki vaka, bilginin eşyaya tabi olmasına manidir. Dolayısıyla epistemoloji, psikolojik evrendeki sayısız vehmi kutsamak mecburiyetinde kalmıştır. Psikolojik evrende malul hale gelen bilgi ile eşyanın “kendi haline” olduğu gibi ulaşmak kabil olmadığı için de zaten ontoloji yoktur. Ontoloji olmadığında “eşyanın kendi hali” görünemeyeceği için daire başa döner ve epistemeoloji kurulamaz.
*Batının tanrı ile münasebetinin zıvanadan çıkmasının sebebi, “malum ilme tabidir” mertebesindeki tecellilerin gölgelerine rast gelmiş olmasıdır. Pozitivizmdeki küçük akıl hamlesinin (batının en büyük hamlesidir bu) neticesi olarak bilim ve teknolojideki gelişmelerle, küçük eşya terkipleri inşa edebilme maharetine kavuşmuştur. Küçük eşya terkipleri inşa edebildiğini görünce (eşyanın bilgiye tabi olduğuna dair tecellinin gölgesinin gölgesi) aklı ile ulaştığı noktada aklını kaybetti. Aklını kaybettiğini anlamak için akıl lazım ya… Aklını kaybedende de o yok ya… İşte tam bu noktada birşeylerin öldüğü (yokolduğu) doğru da… Aklın sarhoşluğu, tanrının öldüğü vehmini üretti. Evet, bu insanın ölümüydü.
*Her varlık kendi gerçekliği içinde mevcudiyetini devam ettirebilir. Kendi gerçekliğinden çıktığında, meydana gelen varlık artık kendisi değildir. Öyleyse kendisi ölmüştür veya yok olmuştur. Eşyanın bilgiye tabi olduğuna dair büyük hakikatin küçük tecellilerine şahit olan felsefe, tanrıyı öldürüp kendini (insanı) onun yerine ikame edebileceğini zannetti. Bu mümkün olsa bile yani (MUHAL-FARZ)insan tanrı olabilse dahi, insan olmaktan çıkacaktı. Kendi olmaktan çıktığında ölmüş olacaktı. Bu kadarını dahi akledemedi. PARADOKSA BAK… Al sana akıl oyunları…
Yazan:Hasan Tarih: Kas 5, 2008 | Reply
Kesin olan şey Niçe’nin öldüğüdür. Tanrı unulmadığına göre ölmüş olamaz.Bu hastalıklı düşüncenin varlığın anlamsızlaşması ve vahşileşmesi ile sonlanması kaçınılmazdı.
Tanrı’nın inkarının aklın, insanın değersizleşmesi ve yok olması ile sonuçlanması normal görünüyor.Bugün yaşanan acıların bununla doğrudan alakası var.