Ermeni diasporası, Türkler ve ötekiler
By Mehmet Yılmaz on Kas 7, 2008 in Ermeniler
- – Kalp atışlarını duyamıyorum. Bebeğiniz ölmüş.
- – …
- – Kürtaj için randevu vereyim.
- – …
- – Operasyondan sonraki geceyi hastahanede geçirmeniz gerekecek. Pijama, diş fırçası filan getirin gelirken.
Zehra Hanım’ın başından aşağıya kaynar sular döküldü. Gözleri doldu. Düğümlenen boğazından ne bir nefes girebiliyordu içeri ne de bir kelime dışarı çıkabiliyordu. Kocası Kenan Bey’in koluna girdi, adeta dizleri üzerinde sürünerek terk etti muayene salonunu.
Ultrason uzmanının robotsu soğukluğu ikinci bir balyoz gibi inmişti başına. Bu makineleşmiş tavır Fransa’daki doktorlarda görmeye alışık olmadıkları bir muamele idi. Zehra Hanım ve Kenan Bey hastahanenin ufacık park yerinde arabalarını aradılar bir zaman. Evlat acısı başka bir şeye benzemiyordu. Sarsılmışlardı.
Kaybettikleri bebeği kucaklarına almamış, koklamamış olsalar da bağlanmışlardı. Sadece varlığını bilmek bile yetmişti onlara. Aileleri 3 kişi olmuştu çoktan. Bugün aldıkları ölüm haberi doğmuş bir çocuğunkinden daha hafif değildi…
* * * *
Zehra Hanım Türkiye’de doğup büyümüştü. Gurbetçi bir ailenin çocuğu olan Kenan Bey ile evlendikten sonra Fransa’ya yerleşmişti. Evleneli iki yıl oluyordu. İlk hamileliği sırasında gittiği “rutin” bir kontrolde işte böyle öğrendi bebeğinin ölümünü.
Ertesi gün haberi vermek bahanesiyle jinekoloğunu aradı. Kadın kadına konuşabileceği birine ihtiyaç duyuyordu. Uzun bir telefon görüşmesinden sonra jinekolog onu başka bir hastahanede ikinci bir muayeneden geçmeye ikna etti.
* * * *
Şimdi bir başka hastanenin ultrason odasındalardı. Zehra Hanım muayene masasına uzandı. Bu kez karşısında çok daha kibar ve şefkatli biri vardı. Ama karnına ultason aleti yaklaşırken hiç bir umut yoktu içinde. İkinci bir şok yaşamaktan öylesine korkuyordu ki iyimser olmayı yasaklamıştı kendine.
Birden ultrasoncunun yüzünde pırıl pırıl bir gülümseme belirdi. “Durun size dinleteyim” dedi usulca ve eğilip eliyle bir düğmeye bastı. Birden bire Cuk! Cuk! Cuk! Cuk!… Islak, boğuk ama düzgün ritimli bir ses kapladı odayı. Ekranda belirli belirsiz kıpırdayan bir karaltı vardı. Karaltı bu ritimle açılıp kapanıyordu sanki. Bir büyük “cuk” bir küçük, büyük bir küçük… Bebeğin kalbiydi atan!
Zehra Hanım ve Kenan Bey sevinçten ağlıyorlardı. Bebek sanki gittiği karanlık yerden geri dönmüştü. Doğmak istiyordu. Onu bekleyen hayata sımsıkı sarılmıştı. Dualarla, şarkılarla eve döndüler.
* * * *
Yorgunluğunu üzerinden ilk atan Kenan Bey oldu. Öfkeyle ayağa kalktı:
- – Bak şimdi, o ilk hastahanedeki ultrasoncuya söyleyecek iki lafım var!
- – Kenan yapma, çok sevinçli bir günümüz, inan gerek yok.
- – Hastahaneye mektup yazıp şikâyet edeceğim, kalp krizi geçirecektik orada, bunu bize yapmaya ne hakları var? Başkalarının canını yakmasın! Nerede şu kâğıtlar? Kürtaj için randevu veren şu…
Kenan Bey olduğu yere çakılıp kalmıştı. Bebeğin öldüğünü söyleyen ultrasoncu bir Ermeni soyadı taşıyordu!
Karısına bir şey söylemeden kâğıtları aldığı yere koydu. Usulca sandalyeye ilişti. Zihni allak bullaktı. Başlarına gelenin “sadece” meslekî bir hata olduğuna kendini inandırmaya çalıştı. Zaten aksi mümkün olabilir miydi? Daha doğmamış bir çocuğun canına kim kıyabilirdi? Bu mide bulantısı geçecek gibi değildi.
Kenan Bey Ermeni düşmanı olamayacak kadar iç içe büyümüştü onlarla. 1960’larda Anadolu’dan gelen çoğu Türk ailesi gibi Kenan Bey’in ailesine de ilk kucak açan Ermeniler olmuştu. 1915’te gelen Ermeniler Fransızcayı çoktan öğrenmiş, kendi işyerlerini kurmuşlardı. Türk işçilerine yatacak yer, çocuklarına okul bulan Ermenilerdi. Belediyede işleri olur, Ermeni komşuları koşardı. Kız yüzünden karakola düşerlerdi, Ermeni komşuları vardı.
Kenan Bey’in gözünün önüne baba evi geldi. Kur’an’ın asılı olduğu duvarda yaşlı bir de ninenin resmi vardı. Bu nur yüzlü ihtiyar “Mari Ateşyan” idi. O şehrin Türkleri ona “Ana” derlerdi. Türk müziğinden başka müzik dinlemez, Türkçeden başka dil konuşmazdı “Mari Ana” . Türkler de çarşıya gittiler mi onun dükkânına uğramadan, bir acı kahvesini içmeden geçmezlerdi.
Güneşli bir ilkbahar günü lokum yerken nefessiz kaldığında bütün Türkler ağladılar. Kilisedeki cenazesinde Ermeniden fazla Türk vardı. “Mari Ana” dualarla toprağa verildiğinde Kenan da oradaydı.
Ama Kenan’ın içine şüphe düşmüştü bir kere. İçinden bir ses “Ya Orly katliamı?” diyordu. Onca insana kıyan teröristler Ermeni değil miydi? Peki ya Türk konsolosluklarını basan, insan öldüren ASALA? O halde bu Ermeniler küçücük bir bebeğin canına kıymaya da pekâlâ yeltenebilirlerdi.
Ne olurdu şu ultrasoncu kadın Ermeni olmasaydı. Böyle bir meslekî hatanın yapılmış olmasını insan çok daha kolay kabullenebilirdi. Ama Türk olduğun için hedef alınmak! Bir suç işlemeden, sadece ırkın için, milliyetin için canına kastedilmesi…
Peki ya onca Ermeni neden gelmişti Fransa’ya? Kim dağıtmıştı Ermeni ailelerini dünyanın dört bir yanına? Mari Ana Amerika’daki ablasınının izini az mı aramıştı? Onların suçu da Ermeni olmak mıydı?
Bu mide bulantısı geçecek gibi değildi.
* * * *
Bebek doğdu. Arzu adını aldı. Aradan bir kaç yıl geçti. Arzu yürümeyi ve konuşmayı öğrendi. Türk adetlerini öğrendi. Bayramda el öptü. Annesi secdeye kapanırken sırtına tırmandı. Türkçe konuştuğu zaman Fransız çocukların anlamadığını öğrendi.
Kenan Bey bu yaşadığı olayı hiç unutmadı. Fransa’da yaşayan Ermeni ve Türk gençlerinin birbirlerine hakaretler, tehditler yağdırdığı internet sitelerini gezdi sessizce, iz bırakmadan.
Arzu büyürken Türkiye’de Hıristiyan din adamları öldürüldü. Sonra Hırant Dink öldürüldü.
Kenan Bey bütün bunları sessizce izledi.
Nefret duymakla, “seni öldüreceğim” demekle bir insanı gerçekten öldürmek arasındaki mesafenin göründüğü kadar büyük olmadığını düşündü. Evet… Bu mide bulantısı geçecek gibi değildi.
Notlar:
Olaylar ve insanlar bütünüyle gerçektir. İsimler değiştirilmiştir.
Küçük Arzu gayet sağlıklı. Bu yıl ilkokula başlayacak.
1915’te katledilen insanların Arzu gibi ikinci bir şansı olmadı.
… E-kitap okumak için…
Güzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”.
İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:
- Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
- Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.
Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık. Buradan indirebilirsiniz.
Yakında sinemanın bir endüstri değil sanat olduğuna kimseyi inandıramayacağız. Zira “Sinema Endüstrisi” silindir gibi her şeyi ezip geçiyor. Sinema ürünleşiyor. Reklâm bütçesi, türev ürünlerin satışı derken insanlar otomobil üretir gibi film ÜRETMEYE başladılar. Belki en acısı da “sinema tekniği” öne çıkarken sinema sanatının unutulması. Fakat hâlâ “iyi bir film” ile çok satan bir sabun veya gazozun farkını bilenler de var. Çok şükür hâlâ ustalar kârlı projeler yerine güzel filmler yapmaya çalışıyorlar. Derin Düşünce yazarları da “İnsan’sız Sinema Olur mu?” kitabından sonra yeni bir sinema kitabını daha okurlarımıza sunuyorlar. “Öteki Sinemanın Çocukları” adlı bu kitap 15 yönetmenle buluşmanın en kolay yolu: Marziyeh Meshkini, Ingmar Bergman, Jodaeiye Nader Az Simen, Frank Capra, Dong Hyeuk Hwang, Andrey Rublyov, Sanjay Leela Bhansali, Erden Kıral… Buradan indirebilirsiniz.
Bir varmış, bir yokmuş. Mehtaplı bir eylül gecesinde Ay’a bir merdiven dayamışlar. Alimler, yazarlar, şairler ve filozoflar bir bir yukarı çıkıp oturmuşlar. Hem Doğu’dan hem de Batı’dan büyük isimler gelmiş: Lev Nikolayeviç Tolstoy, René Guénon, Turgut Cansever, El Muhasibi, Şeyh-i Ekber, Cemil Meriç, Arthur Schopenauer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, Mahmut Erol Kılıç… Sadece bir kaç yer boş kalmış. Konuklar demişler ki “ başka yazar çağırmayalım, bu son sandalyeler bizim kitabımızı okuyacacak insanlara ayrılsın”. Evet… Kitap sohbetlerinden oluşan derlemelerimizin altıncısıyla karşınızdayız. Buradan indirebilirsiniz.
Önceki kitap sohbetleri:
- Kitap Tanıtan Kitap 1
- Kitap Tanıtan Kitap 2
- Kitap Tanıtan Kitap 3
- Kitap Tanıtan Kitap 4
- Kitap Tanıtan Kitap 5
Sen insansın, homo-economicus değilsin!
Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz Adam, James Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor. Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…
Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.
Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.
Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.
Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.
Kaybedenler Klübü: Anti-demokratik bir muhalefetin kısa tarihi
T.C. kurulurken Hitler, Mussolini ve Stalin başrolleri paylaşıyordu. İki dünya savaşının ortalığı kasıp kavurduğu o korkunç yıllarda “bizim” Cumhuriyet gazetesi’nin faşizme ve faşistlere övgüler yağdırması bir rastlantı mıdır? Kemalistlerin ilâhı olan Atatürk’ün emriyle 80.000 Alevî Kürd’ün Dersim’de katledilmesi, Kur’an’ın, ezanın yasaklanması, imamların, alimlerin idam edilmesi, Kürtleri, Hristiyanları ve Yahudileri hedef alan zulümler de yine Atatürk ve onu ilahlaştıranlar tarafından yapılmadı mı?
Bu ağır mirasa sahip bir CHP ve Türk solu şimdilerde “İslâmî” olduğu iddia edilen bir cemaat ile, Fethullah Gülen’in ekibiyle ittifak içinde. Yobaz laiklerin, yasakların kurbanı olduklarını, baskı gördüklerini iddia ediyor bu insanlar. Ama bir yandan da alenen İslâm düşmanlığı yapan her türlü harekete hatta İsrail’e bile destek vermekten çekinmiyorlar. Tuttukları yol İslâm’dan daha çok bir ideolojiye benziyor: Gülenizm. Millî istihbarattan dershanelere, dış politikadan bankalara kadar her konuda dertleri var. Ama Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Arakan’da zulüm gören Müslümanları dert etmiyorlar. Acayip…
Türk solu, CHP ve Fethullah Bey… Nereden geldiler? Nereye gidiyorlar? Elinizdeki bu kitap meseleyi tarihsel bir perspektifte ele almayı amaçlıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Gurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”
Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.
Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi, buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
(Son güncelleme: Üçüncü sürüm, 28 Ocak 2014)
Türkçe Olimpiyatlarını ve Türk okullarını sevmiştik. Gözü yaşlı vaizin Amerika’da yaşamasına alışmıştık. 1980 öncesinde komünizme karşı CIA ile işbirliği yapmasına “taktik” demiştik. Fethullah Gülen aleyhine açılan davalardan birinin iddianamesinde“pozitivist felsefeye karşı olmak” ile suçlanıyordu. Biz de karşıydık pozitivizme. “Aferin” dedik, “bizdensin”.
Bugün gerçek şu ki Fethullah Bey’in ekibi manşetle, kasetle hükümet devirmeye çalışan, yalan haberle Türkiye’yi ve Müslümanları sürekli zora sokan çirkin insanların tahakkümü altında. Bizim sevdiğimiz, güvendiğimiz “küçük eller” ise koyun sürüsü gibi suskun. Medyada, devlet kurumlarında, emniyet ve adaletin içinde çeteleşme, ergenekonlaşma var. Gülen cemaati dünya ile uğraşmaktan ahirete vakit ayıramıyor. Gülen cemaati bir cemaatten başka herşeye benziyor.
Kitabın ilk yarısında Fethullah Bey’i ve ekibini öven, yapılan iyi işleri savunan, destekleyen makaleler bulacaksınız. Bugün yaşadıklarımızla birlikte değerlendirince can acıtan bir soru kendini dayatıyor bize: Fethullah Gülen ve kurmayları bizi baştan beri kandırdı mı? Yoksa “küçük eller” dediğimiz masum insanların güzel teşkilâtı sonradan mı kokuştu? Kitabı buradan indirebilirsiniz.
Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır
Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?
Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” için. Buradan indirebilirsiniz.
Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.
Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmakolabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.
24 Yorum
Yazan:hakan Tarih: Kas 7, 2008 | Reply
sayın MY;
siz saf kan karışmamış bir Türk sünüz.
Lütfen bu kadar saf olmayın.
Yazının sonunda tek ve en büyük suçlu olarak dedelerimizi itham edip finali yaptınız..
Safkan Türksünüz diyorum çünkü bir Türk ancak bu kadar iyi niyetli ve kör olabilir..
Yazık….
Yazan:Eylem Tarih: Kas 7, 2008 | Reply
Ben bu yanlis teshisin politik sebeplerden olduguna inanmiyorum. Bence evet devletimiz Ermenileri katletti, katledemediklerini dünyanin bir cok ülkelerine sürdü. Ermeniler hakkinda cocukken bir sürü olumsuz seyler duydum, okudum, ama hepsi SADECE YALANDi. Kimsenin kimseyi katletmeye ve dogdugu, büyüdügü topraklardan koparmaya hakki yoktu. Türkiye Soykirimi kabul etmeli, Ermenilerden özür dilemelidir.
Yazan:MustafaMus Tarih: Kas 7, 2008 | Reply
Benim yaşadığım yer eski bir anadolu köyü.
Toprak yollarıyla, taş yapılı küçük evleriyle, elma bahçeleri, buğday tarlalarıyla, söğüt ve kavak ağacıyla bir anadolu köyü işte.
Dedelerim buralarda ermenilerle iç içe yaşamışlar. Ermeni ve türklerin komik olaylarını halen kış gecelerinde büyüklerimizden dinleriz. Köyümüzde Osmanlı’lardan itibaren bir karakol binası da mevcut.
Evimizin bahçe duvarını yenilemek için babamla traktörümüzü aldık eski bir evden kalan taş duvarı söküp kullanılabilecek durumda olanları kasaya yüklemeye başladık.
İhtiyacımız olan taşın yarısını kasaya yüklemiştik.
Taş yüklemek gerçekten zor iştir.
Derken şuanda 65 yaşında olan babam, yılların kendine verdiği alın çizgisinin biraz daha derin, yüzünün biraz daha bulanık ve tedirgin
ifadesiyle başladı anlatmaya.
Gençliğimde eski evlerden birisini üç beş kişi bir araya geldik ve yıkıyoruz diye söze başladı. Taşları bir köşeye evden çıkan ağaç direkleri bir köşeye yığdık. Derken zemine geldik ve zeminden kullanılabilecek durumda gözüken bir tandır çıktı. İçimizden birisi dediki “benim evimde tandır yok, ben şu tandırı sökeyim sağlamsa benim eve götürüp kullanayım.” Başladı sökmeye. Tandırın ağız kısmından bir miktar toprak çıktı ve ardından küçük taşlar. Taşları alınca birde baktık ki bir kafatası. Taşları aldıkça gördükki üniformalı bir osmanlı askeri çıktı tandırdan.
Ermeni kızları karakoldaki osmanlı askerine kaş, göz eder, bakar, güler kendini farkettirirmiş ve genç asker hazır hale gelince kız eve çağrırmış. Binbir hevesle yola çıkan askeri odada bayağı bi kalabalık ermeni bekler.
Sonuç mu, onu zaten söyledim. Sonuç öldürülerek tandıra kömülmek.
(Tandır: ekmek pişirmeye yarayan, daha çok eski evlerin zeminine konulan, bir tür çamurdan yapılan taşlaşmış fırın.)
Ve bunun gibi birçok örnek halen anlatılır. Neyseki biz yeni nesil onların yaşadıkları acıları yaşamayacak kadar şanslıyız.
Yazarın üslubu ve olayı aktarmadaki hikayeleme biçimi oldukça etkileyici ancak belirgin bir biçimde duygusallığın ön plana çıktığı yazı hiç birşekilde tarihi gerçeklere ve araştırmacılığa dayanmadan kaleme alınmış. Yazardan istediğim önyargısız olarak, gerçekten araştırarak yazması ve olayları gösterilenin ötesinde, bir bütün halinde, öncesi ve sonrasıyla birlikte kaleme almasıdır.
Evet,
Arzu yaşamalı!
Tıpkı ermeniler ve fransızlar gibi yaşamalı, alnına sürülmek istenen kara lekeyle değil!
Yazan:Sibel Tarih: Kas 7, 2008 | Reply
Sayin MustafaMus ne guzel ozetlemissiniz yani bir kac ermeni oldurulduyse haketmistir di mi? zaten yuce turk milleti hic boyle kotu seyler yaparmi? i-ih. cocuklara tecavuz edenler? onlar da ermeni. irticalar? ermeni. pkk? onlar kurt. rusvet yiyenler arap. Madimakta alevileri yakanlar? onlar da çinli. 1 mayis 1977de halka ates acan polisler? onlar amarikali. diyarbakir hapishanesinde iskence yapan subaylar? cerkez asillidirlar, turk iskence yapmaaaaz. turkler hic suc islemez.turk ogun calis guven.
Yazan:rukıye Tarih: Kas 7, 2008 | Reply
Fızyolojı labaratuarındayız,hocamız elındekı uzun ve ınce bır cıvıyı beyın ve omurılıgını etkısız hale getırmeye calıstıgı kurbaganın sırtına saplıyor.Kas sınır sıstemınının bırbırıyle ırtıbatını gorecegız.beynı olmus olan kurbanın bır kasını sınırıyle bırlıkte cıkarıyoruz ve makınaya baglayarak ızlıyoruz.Sıra sızde dıyor kalbıme anlamsız bır sızı saplanıyor bır kac arkadas yenı kurbagalar alıyorlar ellerıne denemeye devam,gonlum el vermıyor yenı bır kurbaganın olmesıne hocanın uzerınde calıstıgı kurbagayı secıyorum kendıme ve dıger bacagını baslıyorum kesmeye ve bunları ınsanlar uzerınde deneyenlerı dusunuyorum ders boyunca,onca ınsanın hangı vıcdanla ve hangı amacla olduruludugunu.Ben henuz o kurbagaların sızısını atamadım kalbımden acaba dıyorum katlıamlar,savaslar ve oralarda olen ınsanlar…acaba bu katıllerın kalbı var mı,eger varsa neden sızlamaz kı…dogru ya olu olan hıssetmezkı.ve ders sonu slagonum oldurenler kalplerı olmus olanlardır aslında..
Yazan:özlem Tarih: Kas 7, 2008 | Reply
Mustafa bey,
hikayeniz üzücü gerçekten. Ama daha üzücü olan nedir biliyor musunuz. Ben bundan çok daha acı hikayeleri yani Ermenilerin başına gelenleri bizzat türk ve kürt ailelerden çok dinledim. Bir ara bunları anlatmayı hikaye etmeyi düşündüm ama sonra vaz geçtim. kime ne faydası vardı ki. Türk milliyetçileri inanmayacak Ermenilerin ve Ermeni kıyımına inananların ise sadece acıları dağlanmış olacaktı.
Bazen iyi niyetli olarak yaptığımız bu katliam hikayeleştirmeleri sadece insanların birbirine öfkesini arttırmaya yarıyor bir de yaşıyanların yarasına tuz basıyor o kadar.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Kas 8, 2008 | Reply
Asıl üzücü olan şey,Ermeni meselesinden sözedilirken “hikayeler”yoluyla komikçe bir aklanmaya ve gerçekten iddia edildiği gibi tarihi bir trajedi yaşanmışsa bu”hikaye”ler aracılığıyla olaya meşriyet kazandırma gayretine gidilmiş olmasıdır.Mustafa beyin hikayesi buna örnektir.Ne de sarsılmaz bir doğruymuşçasına hikayesine sarılıyor…Hikayesini aktarırken maşallah usta bir romancının betimleme yeteneğinden de geri kalmıyor.Buğday tarlaları,alın çizgileri falan.Bir de kendinden emin bir tarihçi edasıyla,sanki tüm yaşananları anbe be an izlemiş de böyle kesin sonuca varmış.Ve tüm bu kurduklarıyla finale gelerek şöyle demeye getiriyor:Siz söylenenlere,Ermeniler’in başına geldiği iddia edilen hiç bir şeye inanmayın,küllüyen yalan ve düzmeceden ibaret.Bu konudaki bütün iddialar birer iftira.Ha,bir şeyler yaşanmışsa da,bakın olaylara sebiyet veren nedenler de ortada…Yani Ermeniler bizlere ebediyen hep düşmanlık bellemiş…Bunun gereği olarak da “bizler”den olanları teker teker haklayarak ortadan kaldırmak icap etmiş haliyle.Ee,bu emellerini icra edecek cesaretleri falan da olmadığından kızları kaş göz ederek erkeklerimizi tuzağa düşürürmüş…Sonra da cesetleri yoketmek için tandırlara falan gömülmüş vs.vs.Aslında doğaçlama öykücümüze kalsa belki kazı sonucu daha pek çok “seri tandır”cinayeti de ortaya çıkacak…Belki de bu seri tandır cinayetlerinin hepsi ortaya çıksa asıl onların bize soykırım uyguladığı kanıtlanacak.
Yazık çok yazık!Bu tür komik iddialarle acaba ne amaçlanıyor?Bu kadar kör bir ırkçı yaklaşım kime ne yarar sağlayacak?Sadece “biz haklıydık”demek adına Ermeni halkına hakaret ediliyor…Kızları fingirdek,erkekleri ise mertçe dövüşmekten uzak olacak şekilde bir kez daha hakarete uğruyor.Bu zatın insanlığa bir özür borcu var.Sadece Ermeni halkından değil,bizlere,insanım diyen her kese bir özür borçlu!Çünkü hikayesi ve çirkin ithamları mide bulandırıcı ve utanç verici.
Yazan:elif dedim Tarih: Kas 8, 2008 | Reply
Hakan Bey
Evet haklisiniz yazarimiz saf bir insan.
Irkcilik zehiri bulasmamis.
Olaylara insan merkezli ve “Yaradilani severiz Yaradandan oturu” penceresinden bakiyor…
Ayrica yazisinda hem turklere hem de ermenilere iki tarafli elestirileri de mevcut. Bunu sozum meclisten disari, irkcilik penceresinden bakanlar goremiyor malesef.
Bu tarz yaklasimlar ve katliam hikayeleri irkciligi korukluyor ve koca milletleri birbirine dusman kiliyor. Oysa ki hicbir insan ister turk olsun ister ermeni, atalarinin gunahi ile dogmazlar, ve dogarken milliyet ve irkini secme luksleri de yoktur.
Ayrica Ozlem hanim ve Aziz Beye sonuna kadarkatiliyorum.
Bu baglamda sitede yayinlanan
Muslumanlarin ermenilerden ogrenmesi gereken yazisini tavsiye ederim.
Ozellikle Mustafa Beye
Herkese sevgilerimle.
Yazan:özlem Tarih: Kas 8, 2008 | Reply
“Kızları fingirdek,erkekleri ise mertçe dövüşmekten uzak olacak şekilde bir kez daha hakarete uğruyor.”
Doğru böyle bir hikayeyi tam tersinden Türk kızları kaş göz eder zavallı Ermeni gençleri de gelir sonra hopadanak Türk erkekler üstüne atlar tandıra atarmış diye anlatsak kıyametler kopardı değil mi? Ne de olsa biz de bütün delikanlılar kara Murat tipinde kadınlarımız da azizedir. Doğuştan bunu garantilemişizdir zaten:)
Yazan:Elabars Tarih: Kas 9, 2008 | Reply
Objektif olmak adına Ermenilerin Türklere uyguladıkları şiddeti yok sayma gayretinde olmak kimseye hiçbir şey kazandırmaz.Çoğumuz iyi bilir ki Anadoluda ”Ermeni” kelimesi bir sıfat olarak ”Acımasız,vahşi” manasında kullanılır.Burda dayatılan resmi tarihin etkisi olduğu iddia edilemez.Bizzat kendileri Doğulu olan akrabalarımdan ”Biz acımasısız çünkü bizim atalarımız Ermeniymiş” sözleri duydum.Bu insanlar Ermenilerle doğrudan içiçe yaşamayan insanlar.Dolayısıyla Ermenilerin gidişiyle bir şey elde etmiş değiller.Kendilerini aklamaya çalışıyorlar iddiasında bulunulamaz.
Ben kesinlikle Ermenilere yönelik işlenen suçların Ermenilerin Türklere karşı işlediklerinin dile getirilmesiyle aklanmaya çalışılmasına karşıyım.Ama Türkiye’de Ermeni karşıtlığının nedenlerini doğru saptamak gerekli.Bu yüzden de Türklerin dile getirdiği bu tarz hikayelere gerçek olamaz yaftası yapıştırılmadan önce düşünülmesi gerektiği kanaatindeyim.
Bu arada Ermenilerle ilgili anlatılan hikayelerin farklı şehirlerde birbirinden farklı ve hatta birbirine zıt Emeni portresi çizecek şekilde olduğunu belirtmem gerekli.Bu da o dönem yaşanılan olayların her şehirde birbirinden farklı cereyan etmiş olabileceğini düşündürüyor.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Kas 9, 2008 | Reply
Sayın Elabars,
Ben geçmişte yaşanmış bu insanlık dramının suçlularını arama peşinde değilim.İster tarihi araştırmalar sonucu olsun,ister kulaktan kulağa aktarılan hikayelerle olsun, hadisenin suçlu arama veya savunma şekline dönüşmesinin doğru olmadığını düşünüyorum.Hele ki bu hikayeler onur kırıcı ve taraflardan herhangi birinin acılarına tuz basıyorsa.Benim karşı olduğum tutum bu,yoksa birilerini yaftalama sevdalısı değilim.Hem kimi yaftalayacağım?Bir şekilde kendisini bu dehşetin içinde bulmuş dedelerimi,ninelerimi mi?Bu dedelerin,ninelerin Ermeni,Kürt veya Türk olması neyi değiştirir?Hepsi aynı travmaları yaşadılar…Ermenilerden kaçan müslüman Kürtler,Türkler…Müslümanlardan saklanarak,barınacak yer arayan Ermeni kadınlar,kızlar…Bakın Ermeni kadınlar-kızlar diyorum.Zira hiç bir can güvenliğinin olmadığı bir kaos ortamında erkeklerin böyle bir şansı olamazdı.Bunu bir tarafı suçlama gayesiyle söylemiyorum,eminim can pazarına dönüşen o kargaşa ortamında müslüman bir erkeğin hatta çocuğun da daha güvenli bir Ermeni bölgesine sığınma şansı olmamıştır.Sonuçta nedeni her ne olursa olsun ortada bir savaş vardır ve bunlar elbette böylesi bir savaşta kaçınılmaz manzaralardır.
Dolayısıyla yaşanmış onca dehşetten geriye elbette türlü hikayeler kalmıştır.Pek çoğunu da o dönemlerde henüz çocuk yaşta olan köyümün ninelerinden,bizzat ağızlarından duymuşluğum var.”Muhacir”diyorlardı bunlara.Köyümüz sıcak savaş bölgesine bir hayli uzak olmasına karşın kendini can havliyle bu uzak diyarlara atmalarının bir nedeni olmalıydı bu insanların.Hem bu muhacirlerin tamamı Ermeni değildi,içinde müslüman olanları da vardı.Demek ki savaş hepsini vurmuştu,sevdikleri topraklardan onları uzak diyarlara atmıştı.Geçmişteki acılarını içlerine gömerek çoluk çocuğa karışmışlardı.
Şimdi size soruyorum.O yaşlı ninelerin ağzından tanık olduğumuz hikayeleri bir tarafa çekerek hevesle anlatmak,bunun üzerinden bir şeyler ima etmeye çalışmak sizce o yaraları sarmaya katkı sunabilir mi?
Bu nedenle diyorum ki,ister Ermeni olalım,ister Kürt-Türk veya müslüman,geçmişle kısır bir hesaplaşma içine girmek yerine barış için beyaz sayfalar açalım…Düşmanlıkları daha da derinleştirecek söylemler yerine,insan olma erdemiyle jestler yapalım.Bizim buna ihtiyacımız var,suçlu aramaya değil.
Saygılar…
Yazan:burak Tarih: Kas 9, 2008 | Reply
Yazıya yapılabilecek bir yorumdan ziyade bu yazının tam bir MY klasiği olduğunu söylemekte fayda var. Yani Mehmet hocam, karşı takıma da kendini kabul ettirmek istediği için maç boyunca defansta top çevirirken son dakika da golü atması tam bir MY dehası. Bu arada “kabul ettirmek” kullanımı kesinlikle yanlış anlaşılmasın. Sadece demek istediğim Mehmet hocamın yazıyı yazma amacını oluşturan insanlara, kendini anlatabilmek olduğunun altını çizelim.
Bence güzel bir yazı olmuş.
Benim de Ermeni katliamları için söylemek istediğim bir kaç söz var. Öncelikle hepimiz Ermenilerin katlediğini kabul ediyor muyuz? Evet. Belki öldürüldüler, belki sürülürken öldüler ama öldüler mi, evet. Biz, toplumu; “soykırım” yaftası ilgilendirmemesi gerekir. O, olayın siyasi kısmı. Biz insan olarak bu insanların öldürüldüğünün ya da sürüldüğünün farkında olmamız gerekiyor. Kendileri de katliamlar gerçekleştirmiş olabilirler, bunu kabul etmek de kendilerinin vicdani görevi. Biz insani görevimizin farkında olmalıyız.
Yanlış anlaşılmaması adına da şunları söylemek isterim. Avrupadaki ve Amerikadaki Ermeni lobilerinin gerçekleştirmiş olduğu eylemlerden son derece rahatsızım. Lakin bu rahatsızlık benim olaya bakış açımı değiştirmemeli. Toplumlar siyasetin piyonları haline gelmemeli. Yoksa bu hale düştüğümüz noktada, hiç Ermeni tanıdığı olmayan biri bile Ermeni düşmanı olabiliyor ya da tam tersi Türk tanıdığı olmayan Türk düşmanı. Bu çok tehlikeli ve çok saçma-salak bir durum. Böylesine ecazet kokan bir duruma insanları yakıştıramıyorum.
Sevgiler.
Yazan:ycl ylmz Tarih: Kas 9, 2008 | Reply
o türkiye ermeni soykırımını kabul etmeli dien kişiden şüphelerim var ermenimisin yarası olan gocunur kac kere dedik getirin tarihçilerinizi acalım mezarları bakalım türk mü yatıo ermenimi utanın bee bizler ermenileri beslemiş buyutmususuzz onlar kik karıs toprak için bizi satmıslar sawasda öldüler olabilir sürdük onları yolda öldüler nedeni bize yan cizdiysen sürülürsün sürülürken ölecegini düşünmedinse öbür tarafı haketmişindir demektirr yok yinede diosan ermeniler soykırıma ugramıstır düşüncelerine saygı duyarım ama sadece düşünce olarak kaldıgı müddetce ilerisi seni asar asmazsa biz asırırız türküz türkiyeliyi türkçüyüz olası biolayda ermeninin biri karsıma cıksada soykırım yaptınız dese die dua edenlerdenim özellişkle pkk içinde bulunanlardann pkk nin yüzde 70 ide ermenidir bunlar bole asalak bi millet olarak yasamaya alısmıslar kendi baslarına hiç bişi yapmamıslar şimdide soykırım diyerek bizden tazminat koparıp sırtımızdan gecinmeyi düşünüyolarr anca düşünürlerrr 🙂
Yazan:MY Tarih: Kas 9, 2008 | Reply
@ycl ylmz,
“Biz sürdük, onlar bizi öldürdüler simdi böyle yapiyorlar…”
Böyle siz-biz muhabbeti yaparken ne kadar yanildiginizin farkinda misiniz?
1915’te ölen de öldüren de artik yasamiyor. Eger herkes dedelerinin intikamini almaya kalkarsa bu kan davasi biter mi?
Elbette o yillarda bazi ermeniler ruslara yardim ettiler, turkleri arkadan vurdular. Ama bir çok masum ermeni sirf SOYLARI ERMENi OLDUGU içiN bit KIYIMA ugradilar.
Hinçak ve Tasnak gibi organizasyonlarin Ittihat ve Terakki’deki Türklerle birlikte çalistiklarini da hesaba katacak cesaretiniz var mi?
Ne Ittihat ve Tereakki’nin Türkleri ne de ASALA’nin vahseti övülecek seyler degildir.
Ama bugün 2008 ve 1915’teki kin ve nefretle yasamak zorunda degiliz.
Irkçi yorumlarin yayinlanmasini engelliyoruz.
Irklari suçlamayi/yuceltmeyi birakip bir parça düsünce üretmeye çalisirsaniz memnun oluruz.
DAHA ÖNCE YAYINLADIGIMIZ UYARIYI DiKKATiNiZE SUNUYORUZ
Saygilar
Irkçı okuyucularımızın dikkatine
Irkçılık konusunda sitemiz tarafsız değildir. Düşünce özgürlüğü adına bazı yorumların yayınlanması bu sitede ırkçı propaganda yapılabileceği anlamına gelmez. Yorumlarınız düzenli olarak sansürlenecek olursa bize mail kullanarak doğrudan yazabilirsiniz.
İslâm, Hırıstiyanlık ve Musevilik her türlü kan soy, ırk davasına olumsuz bakar. Teist veya ateist bir çok düşünür de insanların bir arada yaşayabileceği sistemler tasarlamışlar ve her defasında ırkçılığı açık veya gizli olarak reddetmişerdir.
Irkçılık bir akıl hastalığı olmakla beraber Türkiye’nin kanunları, Birleşmiş Milletler’in kararları ve bir çok uluslararası anlaşma ile bir insanlık suçu olarak ilan edilmiştir.
Bir erdemi veya bir kusuru bütün bir ırka, ulusa, etnik/dinî gruba atfediyorsanız bu yoldan acilen geri dönünüz. Kendinizin, ailenizin ve ülkenizin ve hatta insanlığın felaketi için çalıştığınızın farkında olunuz. Psikolojik destek arayınız.
Yazan:MustafaMus Tarih: Kas 10, 2008 | Reply
Türklüğe hakaret etmenin, eleştirinde nasıl eleştirirseniz eleştirin yaklaşımının entellektüellizm sayıldığı bir Türkiye’de bazı yorumcuların yaklaşımını, yorumlarını ve beklentileri çok şaşılacak bir durum değil elbetteki.
Her şeyden önce yazar iki tarafı da suçluyor ozaman haklıdır mantığını kabul etmek mümkün değil.
Madem bu konu soykırım boyutuna taşınıyor, böyle bir ithamda bulunma gafletinde bulunan yorumcuların her şeyden önce soykırım kelimesinin ne anlama geldiğini ve soykırım tabirine doğru anlam yüklemek için gerekçelerinin bilinmesi gerekir. Genel kabul görmesi açısından BM Soykırım Suçunun önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinin 2. Md. Geçen soy kırım suçu kavramı “ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenmiş eylemler.” şeklinde tanımlanır ve grubun mensublarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar vermesi; Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarının kasten değiştirilmesi; Grub içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler alınması gibi şartlar sıralanır.
Yahudi soykırımı kabul edildikten sonra Alman yetkiliye sormuşlar
“yaklaşık 6 milyon yahudiyi bu kadar kısa sürede nasıl yok ettiniz?”
-Çok basit, yüzlerce metreküp gaz, tonlarca mermi ve çeşitli kesici aletler yeterli oldu!
Borç batağına saplanmış, Trablusgarb yenilgisi yaşamış bir Osmanlı, Balkan felaketi yaşamış, açlıktan ölmek üzere olan bir millet ve soykırım? Tarih kitaplarınızı açın okuyun. Cepheye gönderdiğiniz askere giydirecek kıyafetiniz, yedireceğiniz ekmeğiniz, aşınız yokken sistemli bir şekilde Ermeniler yok edilmiştir öylemi?
Hangi gazla, hangi mermiyle, hangi silahla, hangi arabayla?
Gülünç olmayın lütfen.
Dönemi inceleyin, yazışmalarını inceleyin ne takvim-i veka-i de, ne tehcir kanununda, ne bakanlar kurulu kararlarında Ermenilerin yok edilmesine, kısıtlanmasına, kontrol altında tutulmasına yönelik bir kasıt ve amaç yoktur. Kaldıkı tehcir kanununda bile isyan etmiş, komşusunu öldürerek göçe tabi tutulmuş Ermenilerin bile mal ve can güvenliğinden başındaki memur en üst düzeyde sorumlu tutulmuştur.
Böyle bir iddiayı ortaya atan yorumcuların aksi bir belgesi varsa lütfen belgelerini bizimle paylaşsınlar, bizde o belgeleri inceleyelim.
Aksi takdirde sinema salonlarında öğrenilen tarihi, ağlayarak kardeşini kaybettiğini söyleyen kadının söylediklerini kabul ederek bir milleti düşman ve katil ilan etmek akla uygun değil.
Meselenin özü yüzyıllardır birlikte yaşayarak Millet-i Sadıka diye tabir edilen bir toplum, Fransız düşüncesinin getirmiş olduğu milliyetçilik akımıyla ülke kurmak istemişler ve Osmanlıyı parçalama hevesindeki Avrupalı devletler ve Rusya tarafından kullanılmışlardır. Hıncak ve taşnak gibi bazı gruplarla, bireysel olarak veya kimi zaman da rus ordusunda görev alarak Erkeği cephede olan savunmasız Türk kadın ve çocukları katletmişlerdir.
Bu vesileylede katledilen o masum insanları ve asala tarafından öldürülen diplomatlarımızı birkere daha rahmetle anıyorum.
Tarihi gerçekler bir yana,
Yaşanmış olan trajedi ne olursa olsun, şahsi olarak Türkleri yada ermenileride suçlamak mümkün değil.
Asıl suçlu varsa Fransız düşünürlerin ortaya attığı tüm dünyada milyonlarca insanın ölümüne sebep olan milliyetçilik düşüncesidir.
Fazlası değil!
Yazan:ENDER GÜÇLÜ Tarih: Kas 10, 2008 | Reply
BU KONUDA BARBAROS BAYKARA’NIN ŞIRZİ İSİMLİ KİTABINI OKUYUN.KİTAP BUGÜNKÜ ADIYLA KEMALİYE ESKİ ADI EĞİN OLAN ERZİNCANIN İLÇESİNDE GEÇİYOR. ORALARDA DOĞMUŞ BÜYÜMÜŞ VE DEDELERİMDEN 1000 ÇEŞİT HİKAYESİNİ DİNLEDİĞİM VE ERMENİLERİN TAŞNAK PARTİSİ ÖNDERLİĞİNDE BU MESELELERİN FİTİLİNİ NASIL YAKTIĞINI YARI BELGESEL(BUGÜNLERDE ÇOK MODA)YARI ROMAN GİBİ VE BELGELERE DAYALI ANLATIYOR.ÇOĞUNUZDA KONUYLAİLGİLİ CİDDİ BİLGİ EKSİKLERİ VAR BİR NEBZE OLSUN FAYDALANMAK LAZIM.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Kas 10, 2008 | Reply
Evet çoğumuzda bilgi eksikliği var,bu doğru.Fakat kendisini çok bilgili zannedenlerin döktükleri incileri de hep beraber görüyoruz.Başörtüsü ya da islami değerler sözkonusu olunca “Marksist”;insan hakları ve bireysel özgürlüklerden mevzuu açıldığında,bunun sözcülerine “düşman”;konu Ermeniler olunca “muhafazakar”;eğer fikir bir Kürt vatandaştan gelmişse malum, slogan belli(bunun için Erdoğan’a alkış)yani kısa bir süreliğine”AKP”li…Ardından aynı AKP ye türbanın gölgesinde iktidar odular diye “devrimci”…Yani pes doğrusu!Bu bilgi denen şey amma başa belaymış,mübarek lastik gibi nereye çeksen oraya gidiyor.Yok kardeşim “bilgi”böyle bir şeyse şahsen ben almayayım,nemelazım bukalemun gibi renk değitirtecekse varsın eksik olsun.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Kas 11, 2008 | Reply
Mustafa Bey,
Sizin hangi yorumlardan rahatsız olduğunuz ve bundan nasıl bir çıkarıma vardığınızı bilmiyorum.Fakat kendi payıma söyleyeyim beni sadece olayın insanlık boyutu ilgelendiriyor.Yani açıkçası kim haklı kim haksız,ya da geçmişte yaşanmış bu trajedinin adının soykırım mı,tehcir mi,yoksa bildiğimiz sıcak savaş mı olduğunun bence pek bir ehemmiyeti yok.Tek bir insanın bile hayatını kaybetmesi,bir dehşet ortamı yaşaması ya da bir şekilde tedirgin olup yollara düşmesi bence insanım diyen herkesi vicdanına dokunabilmeli.Önceki yorumlarımda da belirttim,bir şekilde acı çekmiş,olayı birebir yaşamış veya yakınlarını kaybetmiş olanların Ermeni,Kürt,Türk,Müslüman olmaları da bir şeyi değiştirmiyor.Sonuçta adı her ne olursa olsun insanların savaş ve şiddetle karşı karşıya geldiği bir trajediden sözediyoruz.Kuşkusuz tartışmakta olduğumuz bu hadise dünyada yaşanmış ilk ve son vaka da değildir;dünya varolalı beri insanlık bu lanetli dramı yaşadı ve hâlen yaşamaya da devam ediyor.Ayrıca geçmişte yaşanmış ancak günümüzde bir türlü atlatamadığımız ve her koşulda ayağımıza dolanan bu talihsiz olaydan da hiç birimiz sorumlu değiliz;ne siz,ne ben ne de suçladığınız diğer kesimler.Dolayısıyla meseleye sen ben davasından biraz kurtarmak gerekir.Bir gayretimiz olacaksa benzer olayların yaşanmaması için olmalı…Yaşadıklarımızdan ders çıkararak başka trajedilerin yaşanmasına izin vememeliyiz.
Ha elbette olayın başka yönleri de var.Uluslararası diplomaside ülkemizi köşeye sıkıştırmak adına bu meselenin ısıtılıp ısıtılıp önümüze konduğu ve bir nevi yaptırım aracı haline getirildiği de doğrudur.Ancak her fırsatta Ermeni yandaşı gibi gösterilmek istenen kesimler de dahil inanın hiç kimse bundan mutlu olmuyor.Dolayısıyla tarihi raporlar,BM kararları,uluslararası savaş hukuku(nasıl bir hukuksa)vb.teşeküllerin bakış tarzıyla değil sadece ve sadece insan gözlüğüyle bakabilmeliyiz.Zira adını andığım bu uluslararası araştırma kurumlarının hazırladıkları raporlar daha ziyade devlet çıkarlarını gözeten bir perspektif üzerine kuruludur.Bu nedenle sözkonusu raporları(haklıyı ya da suçluyu aramak adına)doğrulamak veya çürütmek bizi asıl ihtiyacımız olan sonuca götürmez.Bu,sadece dayatılan mantığa dahil olmak ve onların kartlarıyla oynamaya zorunlu olmaya yarar.Ki böyle bir metod asla sağlıklı bir sonuca ulaşmaz,olayı daha da içinden çıkılmaz hale getirir ve haketmediğimiz bir dizi ithamın devam etmesine neden olur.
O halde gelin tarihi tarihçilere bırakalım.Yerli yersiz iddialaşmalarla kısır bir çekişme içine girmektensa insan olarak ne yapabilirizin cevabını arayalım.Ermenilerle dost olabilmenin,dünya halkları arasında barış rüzgarlarını estirebilecek yöntemlere itibar edelim.Ne bileyim karşılıklı jestler yapalım,birbirimize zeytin dalı uzatalım,güvercinler uçuralım.Barış böyle tesis olur,buzlar böyle erir.Ve hepimizin Ermenisiyle,Türküyle,Kürdüyle buna ihtiycı var.
Yazan:ayşe ümit Tarih: Kas 11, 2008 | Reply
Bu yazıyı yazan ve yorumlayanların konu hakkında kaç tane tarafsız bilimsel kitap okuduklarını merak ediyorum..
Dedem anlatmıştı…
Büyükannem demişti..
Arkadaşım söylemişti..
mişmimişmişmiş…..
Eylem ve Sibel hanımlar da bu bilgi feraseti ile ”herşeyi kabul edelim” triplerinde..
Hatta Hutu ve Tutsileride biz katlettik kabul etmeliyiz!!
Cezayirde sömürü yaparken ,milyonlarıda biz öldürdük kabul etmeliyiz!!!
Hindistanda ,40 bin kumaş dokuyucusunun ellerinide biz kestik(ülkemizin makine dokumalarıyla rekabet etmesinler diye) ,kabul etmeliyiz!!!
Hocalı katliamını da daha yeni biz yaptık..
Kızılderilileri biz yok ettik..
Aztekleri,Mayaları mikroplu battaniyelerle biz soykırıma uğrattık..
Afrikalı siyahileri köle yapıp Anadolunun çiftliklerinde biz yok ettik..
Daha sayayım mı..
Yok saymayayım,çünkü sayın yazar dayanamaz ..
Objektif veya biraz vatansever yorumcuya ”IRKÇI OKUYUCULARIMIZ” yaftasını asmaya hazır!!!
Aziz Nesin bu halk için az bile söylemiş,kulakları çınlasın..
saygıyla…
Yazan:ayşe ümit Tarih: Kas 11, 2008 | Reply
O kadar deha sahibi ki leydiler ve centilmenler;
Ali Tayyar Önder in ”Türkiye nin etnik yapısı” kitabını kitapçı vitrininde gözüyle bile incelememiş ama etnik konularda uzman..
uzman ne kelime ordinaryüs..
”Bayat” desen ekmek aklına gelir..
”Kazan” desen nasrettin hocayı hatırlar..
Kilim desenlerine trene bakar gibi bakar..
Uygur desen Nejat Uyguru hatırlar..
Elin Almanı gelir 40 Türk boyunu da ayrı etnisite diye empoze eder o zaman sana,..
Ondan sonrada Sezen Aksu sundan Etyen Mahçupyanı na kadar herkes ”mozaik edebiyatı” yapar..
YAZIK BE YAZIK..
Yazan:ENDER GÜÇLÜ Tarih: Kas 11, 2008 | Reply
AZİZ BEY HEMEN ”YAFTALAMAYA BAŞLIYORSUNUZ”.NE AKP LİYİM,NE MARKSİSTİM,NE ŞUYUM NE BUYUM,SIRADAN BİR ATATÜRKÇÜYÜM. NE AKP Yİ ALKIŞLIYORUM,NEDE ONLARA DEVRİMCİ DEDİM. LÜTFEN YAZILARIMI DOĞRU ANALİZ EDİN,MIZIKÇILIK YAPMAYIN.BENİM ANLATMAK İSTEDİĞİM;SİZİN BENİ SUÇLADIĞINIZ MESELENİN TA KENDİSİ.SAYIN ERDOĞANI DEVRİMCİ DİYE GÖKLERE ÇIKARIYORSUNUZ AMA İŞİNİZE GELMEYİNCE (BAYRAK DEVLET, MİLLET) DİYİNCE SESİNİZ ÇIKMIYOR.BENİM SAYIN BAŞBAKAN DAHİL KİMSEYE KARŞI ÖNYARGIM YOK,DOĞRULARI SÖYLEDİĞİ SÜRECE BUNLARIN ALTI ÇİZİLİR.EĞER KATILMIYORSAM FİKİRLERİNE, ELEŞTİRİRİM.NİTEKİM TÜRBANIN GÖLGESİNDEKİ HÜKÜMET TANIMLAMASINI SİZE DEĞİL AKP YE YAPTIM.GELELİM BİLGİ VE ERMENİ MESELESİNE.BEN YAZIDA KAYNAK GÖSTERDİM BEN DAHİL BU KONUDA HERKESİN BİLGİ EKSİKLİĞİ OLDUĞUNU SÖYLEDİM.HA YOK SİZ ”BENİM BİLGİYE İHTİYACIM YOK,BENİM BİLGİM BANA YETER” KANISINDAYSANIZ ÖNÜNÜZE GELEN-İŞİNİZE GELMEYEN YAZILARA IRKÇI, MARKSİST,MUHAFAZAKAR SATIRLARI YAZACAĞINIZA BİZLERİ DE AYDINLATMANIZI RİCA EDİYORUM.ÇOK MU ŞEY İSTİYORUM?
Yazan:MustafaMus Tarih: Kas 12, 2008 | Reply
Sayın Yılmaz,
Benim tartışma adabım haklı olmak adına yada sırf birilerinin düşüncesini çürütmek adına değil, inandığım bir doğru varsa, taşıdığım bir kaygı varsa onu ifade ederek gerçek doğruyu bulmak, yada doğruya yaklaşmak adına olur.
Bu yüzden de direk olarak eleştirdiğim, hitap ettiğim kimse yok. Ben ortalığa söylerim isteyen istediğinden, istediği kadar alır.
Şahsi olarak da bilmelisiniz ki kimden ne zaman özür dilemesi gerektiği bilen biriyim.
Yazan:MustafaMus Tarih: Kas 12, 2008 | Reply
Alman savaş suçlusu Adolf Eichmann’ın yargılanmaya başlamasından sonra Yale Üniversitesi psikoloklarından Stanly Milgram, kendi adıyla anılan bir dizi deney gerçekleştirdi.
Deneyin amacı insanların otorite sahibi bir kişi veya kurumun isteklerine kendi vicdani değerleriyle çelişmesine rağmen bağlı kalmaya ne derece meyilli olduklarının ölçülmesiydi.
Ayrıca cevabı aranan bir soruda, Eichmann sadece bir asker olarak kendisine verilen emirleri yerine getirmiş olabilirmiydi?
Stanly Milgram, bir otorite altında veya bir hiyerarşi içinde toplumdaki sıradan masum insanların bile bir dikdatörden, bir erkten veya yönetici bir grup veya kişiden aldığı emirlerle ölümcül bir sistemin parçası olabileceğini titizlikle yürütülen uzun deneyler sonucunda ispatlamıştır.
Deneyler sonucunda iki ana kuram geliştirdi.
İlki Uyum Kuramı’dır. Milgram otorite ile birey arasındaki ilişkiyi tanıtır. Özellikle bir kriz ortamında karar verme konusunda, hiçbir deneyimi ve yeteneği olmayan bir şahıs, kararı otoriteye bırakır ve otorite içindeki hiyerarşiye uyar.
İkinicisi ise Açıklama Kuramıdır. Milgram’a göre itaatin özü bir insanın kendisini başka bir insanın isteklerini yerine getiren olarak görür ve yaptığı hiçbir şeyin vicdani sorumluluğunu üstlenmez. Mesela askerler emirleri sorumluluğun subayda olduğunu bilerek yada kendi vicdanlarına bunu söyleyerek yerine getirirler.
Geleneksel tarih yazıcılığının dışında 1870 ile 1910 arası topraklarının yaklaşık %70 kaybederek dağılma fobisi yaşayan bir yönetim ile ulusculuk düşüncesiyle silanmış, her fırsatta isyana kalkışmış bir millet arasında neler olduğunu, Ender Beyinde belirttiği gibi bilmek iddiasında değilim.
Bu dönem tarih kitaplarından öğrenilebilirmi onuda bilmiyorum.
Benim sorguladığım ortada bir hata var ise neden hata ve sorumluluk şahıslarla sınırlı kalmıyor da bir topluma malediliyor.
Bilinmesi gerekir ki Milgram’ın uyum kuramında açıkladığı gibi, kriz ortamında yaşanan olaylar ne olursa olsun bu sadece o dönemde yönetme gücünü elinde bulunduranları suçlu veya fail yapar.
Eğer suçlayacaksanız onları suçlamalı, onları yargılamalısınız.
Varsa birkaç elit zümrenin yapmış olduğu bir hatayı koskoca bir topluma mal etmek, soykırım olarak tanımlamak gelecek nesillere yüklenilen çok ağır bir yük, soykırımdan daha ağır bir suç olur.
(Kaldı ki, itilaf devletlerinin ısrarlarıyla İttihat ve Terakki Partisi üyesi 12 kişinin 28 Nisan 1919 tarihinde istanbul’da yargılanması esnasında. “ittihat ve terakki partisi içindeki bir grubun Ermenilere katliam yaptığı” yolundaki Ermeni tezlerinin en ünlü savunucularından N.Dadrian’ın iddialarından öteye geçememiştir İkinci olarak Maltada İngilizler tarafından yapılan yargılamada dahi Ermeni iddiaları reddedilmiştir.)
Yazan:Hasan Tarih: Şub 21, 2009 | Reply
Bu yazıyı nasıl fark etmemişim bugüne kadar. Bereket, “rasgele yazılar” diye bir bölümümüz var..
Yukarıda anlatılan hikaye, asla birkaç kişinin başına gelmiş acı bir olay olarak yorumlanmamalı..
Bu olayın ardında “nefretle büyütmenin” nelere yol açacağı yatıyor.
Seneler önce dedesine yapılanı, bambaşka bir insanın doğmamış çocuğundan çıkarırken dedesine yapılandan daha farklı bir şey yaptığını fark edememesi yatıyor.
Peki bu nasıl oluyor?
O doktor, doğmamış bir çocuğu öldürecek kadar nasıl cani olabiliyor..
Ogün Samast nasıl Hrant Dink’i öldürebiliyor?
Ve öldürdükten sonra nasıl bir “halk kahramanı” haline gelebiliyor?
Ötekileştirmek..
Nefret etmek..
Bu nefreti kimliğinin bir parçası olarak görmek.
Devletin selameti için sömürmek..
Böyle insanlar varken şeytana ne gerek var?
Ax, welate min..
Kaybolmuş, gitmiş, parçalanmış bir imparatorluğun hepsinin yüzü birbirine benzeyen, iyi beslenememiş, zenginleşememiş, ekmeğini ve hayatını farklı ülkelerde aramak zorunda kalmış halklarının çocuklarıyız hepimiz..
Aslında ne Türk’üz, ne Kürd’üz, ne de Ermeni’yiz..
Öyle bir babamız var ki Ahparig, hepimiz yetimiz..