Kemalizm, demokratlik ve liberallik
By eg on Ara 8, 2008 in Kemalizm, Liberalizm
Son aylardaki tartışmalar düşüncelerimize, hayat görüşlerimize ve anlayışlarımıza katkı yaptığı oranda ülke ve dünya için de bir kazanç olacaktır. Türkiye’deki yönetimle ilgili yaşadığımız krizler, parlementer demokrasinin devamlı sekteye uğratılması gerçeği bizleri de demokrasinin aslında ne olduğu ve ne olması gerektiği üzerine düşündürmüş olmalı. Hangi fikirsel “kamptan” olursa olsun, biz ister darbeci ,ister antidemokrat olarak adlandıralım hemen hemen hiç kimse kendisine öyle bir yaftayı layık görmüyor. Bu başlı başına benim açımdan düşünmek için bir fırsattır. Demokrasi gerçekte ne demektir? Her fikri kamptan olan insan darbeci dahi olsa kendini “şucu,bucu ama mutlaka demokrat” olarak adlandırdığına göre bu demokrasi denen şey ne menem birşeydir de her kılıfa girebiliyor!
Hepimizin birey olarak hayata bir bakışımız, kendimizi ve hayatımızı adlandırma biçimimiz vardır mutlaka. Bu bakışların hepsinin biricik ve – o kişi açısından- doğru olduğunun epistemolojik olarak dile getirilmesi liberalizmin yöntemi. Bu bakışlardan birisinin mutlaklığına ve bu mutlaklık anlayışının yaşadığımız toplumu ve elbette devleti yönlendirmesi gerektiğine dayalı görüş de ideolojik bir bakışı ve son tahlilde totaliterliği gerektiriyor.
Tek bir bakış açısını ve bu bakış açısının içinde yer aldığı ideolojik tutumu mutlaklaştıran ve bu mutlaklaştırma üzerinden birey, toplum ve devlet kurgusu yapan zihniyetlerin totaliterleştirici olduğu muhakkaktır. Kemalizm bu tip zihniyetlerin ülkemizdeki örneklerinden birisi. Kaynaklandığı pozitivizmden ve vülger materyalizmden hareketle yaratılmaya çalışılan toplum tasavvuru çeşitli yerlerinden patlamaya başladığında içinde yer aldığı toplumsal görüşü, ideolojik tutumu sorgulatmaya da başlatacaktır elbette. Türkiye için şu an en önemli konu da bu totaliter zihniyetin epistemolojik analizini yapmak ve çözüm yollarını da bu analizler eşliğinde bulabilmektir.
Aydınlanma düşüncesinin uygulamalarından olan vülger materyalizm aslında Türkiye’nin devlet ve toplum kurgusunun da ana unsurunu oluşturuyor. Kemalizme göre laiklik tanımı da Batı demokrasilerine göre oldukça farklılık arzediyor. Laiklik liberal düşüncedeki gibi olmazsa olmaz bir unsurken, uygulamada Batı’daki kaynaklarından da oldukça farklı bir yapıda olduğu görülüyor. Devletin dini alanı tanzim ettiği, kamusal alanın da devletin istediği şekilde dindışı alan olarak oldukça genişletildiği bir yapı söz konusu olan. Bu yapıda dinle ilgili bireysel insani talepler de devletin ideolojik kurgusu içinde değerlendirilirken ,özgürlük alanını genişletmek ya da daraltmak hakkını bizzat bir ideolojiden (kemalizm) alan bir durum söz konusu. Bu anlamda devlet, dini veya ideolojik fikirlerde tarafsız olmak bir yana bir ideolojiyi kendi varlığının temeline oturtuyor. Bu ideoloji için tehlike görülebilecek her türlü insani talep ise varlığını ve meşruiyetini yine bu ideolojinin muğlak tanımlarında alan bir hukuk aracılığıyla reddediliyor, ya da görmezden geliniyor, askeri ya da yargısal darbelerle tamamen alt üst edildiği de bizim ülkemiz için vaka-i adiyeden.
Bu açıdan ,totaliter olduğu kuşku götürmeyen tutumlara dayanan ve bir fikri diğerinin üstünde düzenleyici ve üstünlük sahibi gören kemalizm gibi ideolojilerin demokratiklığının mümkün olmadığı düşüncesinden hareketle bu tartışmada kemalizme fazla yer vermeyeceğim. Ancak Batı tipi liberal demokrasilerde de son yıllarda iyice ayyuka çıkan krizlerin ve özellikle liberal ve “laik olmayan” bireylerle ve cemaatlerle karşılaşmasında Batı demokrasilerinin verdiği kötü sınavın değerlendirilmesi bizim için elzemdir.
Batı’nın aydınlanma dönemi ve bunun en zirve noktası olan modernlik doğal olarak liberalizm düşüncesiyle paralel yürüdü. Bu modernlik anlayışı epistemolojik bir görecelilik üzerine kurulur gibi görülür. Ancak bu görecelilik, arkasında dünyayı algılamadaki “seküler” ve bilimsel bakışın egemenliği paralelinde olan bir göreceliliktir. Yani seküler ve “modern” kaldığınız sürece liberal ve sisteme entegre edilebilir olabilirsiniz. Liberalizmin karşısında konumlanan sosyalizm de “Janus’un yüzleri” gibi aynı kaynaktan beslenen bir ideoloji olması hasebiyle , benzer bir dünya ve politika algısına yol açıyor.
Fukuyama ve Huntington gibi liberal düşünürlerin liberalizme nihai zafer kazandırdığı ve tarihin sonunu getirdiği dönemlerden bu yana çok uzun yıllar geçmedi ve liberal düşünce ve bu düşüncenin ideolojik önderliğinde şekillenen liberal demokrasi gerek Avrupa’da gerekse de ABD’de krizin eşiğine geldi. Bu kriz sanıyorum liberal düşüncenin kendisine aşırı güveninden kaynaklanan, kendisine dışarıdan bakamamaktan kaynaklanan “düzeltilebilecek” bir iç kriz olmaktan çok, tamamen ontolojik bir kriz. Liberal demokrasi bu krize girmeye yazgılıydı çünkü.
Liberalizmin “eşitlikçi” görünen yapısına sosyalist cenahtan yapılan eleştiriler liberalizmin görünen eşitlikçi yapısının aslında güç dengelerini göz ardı etmesi sonucu haksızlıkları, adaletsizliği meşrulaştırması temeline dayanıyordu. Bu eleştiriler liberalizmin görünen çehresine dokunurken, aslında en dipteki ontolojik ve epistemolojik sorununa dokunamıyor ve liberal demokrasinin kendisine getirdiği yeni sosyal devlet modelleriyle bertaraf da ediliyordu.
Liberallerin teorilerinin görünen eşitlikçiliğine rağmen aslında kurdukları toplum ve devlet modelinde sadece liberal bireylerin birbirleriyle ilişkisinden doğan bir yapı söz konusuydu. Bu yapı aydınlanma ideolojisinden kök aldığından dolayı seküler bireyler varsayıyordu. Epistemoloji olarak görecelilik ana kuralsa da aslında ontolojisi seküler bir ontolojiye dayanıyordu. Liberal demokrasinin krizlerinin sebeplerini de burada aramak lazım. Bugün Avrupalı insanın “öteki” ile yoğunlaşan karşılaşmasına verdiği tepkiler de aslında liberal birey projesinin reel alanda işlevsizleştiği bir yapıyı gösteriyor. Kökünü aldığı Aydınlanma’dan dolayı yaşam biçimi seküler olmayan birey modern ve aydınlanmış birey olmadığı için bu bireyin toplumsal alana katkısı ve bu katkının etrafında şekillenen insani taleplerinin de düzenlenmesi aynı derecede sorunlu bir yaklaşım haline gelmektedir. “laik” ve modern birey tarafından çoğunlukçu demokrasiye göre düzenlenen toplumsal alan ve devlet biçimi “laik” ve “liberal” bir yaşam biçimine uzak bireyin entegrasyonunu gerektirmekte, entegre edemediği zaman da onları gettolaştıran bir yapıya dönüşmektedir. Entegrasyon ise tam anlamıyla “öteki” denen bu bireyin ehlileştirilmesi (laik ve liberal bireyler haline gelmesi) anlamına gelmekte. Ehlileşmesi çok zor olan kültürlerden gelenlerin ise bugün birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi ya sınırdışı edilmesi ya da “hadleri bildirilerek” onlarla birlikte yaşama lütfuna laik hale getirilmesi söz konusu.
Peki bunu sebebi nedir? Bu kriz neden kaynaklanıyor? Liberalizmin kaynaklandığı aydınlanma düşüncesinin varsaydığı insan modelinin en belirgin özelliği bireysel akılla doğrunun bulunabileceğine inançtır. Ancak bu aklın da elbette şemsiyesi konumunda bir “laik akıl” vardır. Buna göre her insan teki kendi düşüncesi sonucu bir doğruya varır. Bu birey karşısındakiyle ilişkisini kendi mutlak doğrusundan hareketle yapar. “Karşıdakinin” sizin doğrunuzu eleştirme ya da yanlışlama hakkı yoktur. Görünürde ne kadar güzel işte denebilecek bu düşüncenin problemi de tam da içinde yer alıyor. Birincisi toplum ve devlet denen organizmanın ve demokrasinin kurulması bu göreceli doğrular arasında seçimini çoğunlukçu bir yapıda yapmak zorunda kalıyor. Bu da çoğunluğun azınlık olana hükmetmesi sonucunu doğuruyor. Bunu engellemek için liberal demokrasilerde hukuk kurumuna çok büyük iş düşüyor. Ancak hukuk kurumunun kontrol edici normlarının da bu liberal birey perspektifinden hareketle kurulacağı düşünülürse liberal demokrasinin totaliterliğe kayan yapısı anlaşılabilir. İkinci problem ise kendisinde mutlak doğru vehmeden bireyin diğer bireylerle ilişkisi diğerini anlamak ya da diğeriyle diyalog yapmak şeklinde değil, “öteki”ne fikrini dayatmak şeklinde oluşur. Bu da liberal demokrasiyi birey adacıklarında oluşmuş yapıda, insanların ilişkisinin mekanikleştiği , “öteki” denen birey ve grupların doğallaştığı bir sonuç doğurur.
Aslında tam da bu noktada Etyen Mahçupyan’ın liberalliğin ve demokratlığın ontolojisi ile ilgili açıklamasını hatırlamak gerekli. Etyen Mahçupyan, bu “doğruyu bildiği” iddiasında olan liberal birey tipini eleştirirken “Buna göre insan zihni dış gerçekliği kendi işleme sistematiğine uygun olarak algılar. Örneğin ‘nedensellik’ bizim zihnimizin çalışma ve anlama biçimidir ve gerçekliğe ait bir olgu olup olmadığı kesin olarak bilinemez. Aynı şekilde yeterlilik, zorunluluk, öz, töz gibi kategoriler dış gerçeklikle değil, zihnimizin niteliğiyle ilişkili kavramlardır. Bizim düşündüğümüz bağlantı ve tespitlerin aynen gerçek olup olmadıklarını hiçbir zaman bilemeyiz, çünkü hepimiz insan olduğumuz için zihnimizin ürünlerini farklı bir zihinle mukayese edemeyiz.
Öte yandan birçok bilimsel önermenin gerçeklik karşısında işlevsel olması, zihnimizin bir biçimde dış gerçekliği algılayabildiğini de ortaya koymakta. Dolayısıyla insan zihni ile gerçeklik arasında bir ‘tekabüliyet’ olduğu açık. Ama bu ancak ‘göreceli’ bir tekabüliyettir. Yani önermelerimizin işlevsel olması, dış gerçekliği ‘aynen’ algılayabildiğimizi değil, onu kullanabilecek bir biçimde algıladığımızı gösterir. Bu felsefi arkaplanın bize söylediği şudur: İnsanoğlu herhangi bir fikre ne denli inanırsa inansın, o fikir ona ne denli apaçık gelirse gelsin; söz konusu fikrin mutlak anlamda doğru olduğunu öne süremez. Bu nedenle insanoğlu düşünce ve inanç sistemleri karşısında mütevazı ve kuşkucu kalmak durumundadır… “diyordu. Buna göre liberal birey ve bu birey fikrinden oluşmuş liberal demokrasi, diyaloğu ve insanların birbirini anlaması üzerinden olan bir ilişkiyi değil, tam tersi çoğunlukla meşruiyetini milli devletlerde bulan yapıyı öngörmekte. Bu yapı liberal modern bireylerin ileri, “öteki”nin ise bu düzeye gelinceye kadar geri olarak yaftalandığı bir yapı demek aynı zamanda.
Kemalizmin totaliter yapısının aşikarlığı bir yana liberal demokrasinin de totaliterliğe kayışı yeni bir demokrasi arayışını doğurmakta. Bu arayış tüm dünyada liberalizmin eleştirileri ve çıkmazlarıyla birlikte ortaya değişik fikirleri de çıkardı. Bu tartışmalar bizim için de önemli açılımlar sağlamakla birlikte bizlerin de evrensel bir demokrasinin nasıl olabileceğini düşünmemiz gerekli. Etyen Mahçupyan ile Atilla Yayla’nın liberallik ve demokratlık tartışmaları aslında son derece ufuk açıcıydı. Yeni bir demokrasi anlayışının gerekliliği elzemdir. Burada Etyen Mahçupyan ya da Atilla Yayla’dan birini seçmekten ya da daha global açıdan bakarsak demokratlarla liberal demokratların bakış açısını benimsemek yerine her bakışı değerlendirip yanlış ve doğru yönlerini kapsamlı bir analize tabi tutmak en doğru yol.
Totaliter ideolojiler gibi, liberalliğin de bir ideoloji olduğu bu şekilde ortadadır. Demokrasi ideolojilerden birisinin kapsam alanı içinde tanımlanan bir şey mi olmalıdır? O ideolojik tutum bilhassa demokrasiye de zarar veren bir tutum olacağı için sanıyorum doğru bir demokrasi bu olmamalı. Belki modernizme ve aydınlanma ideolojisine eleştiri getiren postmodern düşünürlerin tezleri yardımcı olabilir. Postmodern düşünce bireyin algısının her türlü gerçekliği kendi algısı üzerinden yorumlaması dolayısıyla , en azından insanda bilgi olarak varolmasıyla mutlak doğru olarak adlandırılabilecek bir bilginin olmadığını söyler. Dolayısıyla her birey kendisinin bilgisine kuşku ile bakmak mecburiyetindedir. Bence bu tezlerin eleştirilmesi bile yeni bir demokrasi anlayışı için ufuk açıcı olacaktır.
Mutlaka her birey hayatı anlamlandırmada bir takım bilgilerden yararlanır. Bu bilgiler inanç dolayısıyla gelen bilgiler, akıl dolayısıyla gelen bilgiler, deneysel ,bilimsel bilgiler olabilir. Birey olarak bilgimizin mutlak doğru oluşundan emin olmamamız nasıl bir sonuç doğurur bunu düşünmek gerek bence. Bu bir ideolojiye tutunmada kuşku demektir. Aynı zamanda bir inanc bilgisine de kuşkuyla bakmak demektir. Bu mutlak bilgiyi reddetmek uğruna mutlak bir nihilizme varmak mıdır?
Bir dine ,bir düşünceye veya bir ideolojiye mensup bireyin kendi bilgisinden kuşku duyması ve bu kuşkudan dolayı diğer bireylerle ilişkisinin anlamaya ve öğrenmeye açık olması ; toplumsal ve bireysel taleplerin de bu şekilde ele alınması ve her bireye ve onun bilgisine aynı “doğruluk derecesinde (ya da yanlış olma ihtimali derecesinde) ” yaklaşması sonucunu doğuracaktır. Demokratlık bu ontolojik yapı üzerinden kurulursa seküler olsun ya da olmasın, rasyonel olsun ya da olmasın her türlü insani talep toplum içindeki ilişkilerle değerlenir ve bu kapsamda ele alınır ve özgürlüğe mutlak bir alan açılır elbette. Bunda kuşku yok. Etyen Mahçupyan’ın bu konudaki analizlerine katılmamak da elde değil. Ancak bu bireysel kuşkuculuk ne demektir orasının açılması oldukça önemli kanımca. Ya da bir birey belirli konularda kuşkusu olmayan bir bilgiye sahip olamaz/olmamalı mıdır?
Elbette postmodern düşünürlerden böyle bir birey için nihilizmi kast edenler de olmuştur. Ancak mutlak doğru bilginin olmayacağından kast ettiğimiz kendi kişisel algılarımızın sınırlı olması ve her türlü bilginin kendi kişisel algılarımız dolayımında gerçekleşmesi dolayısıyla bu bilginin biricikliğidir. Ancak burada liberal ontolojiden farklı olarak kendi bilgimizden emin olduğumuz değil, kuşku duyduğumuz bir durum söz konusudur. Örnek olarak bir dine inanan bireyin örneğin materyalist bir bireyle ilişkisinin demokratlıkta nasıl anlamlandırılması gerektiği verilebilir. Buna göre her iki bireyin de muhtemelen kendi bilgisinden emin olduğu bir durum söz konusudur. Bu durumda demokratlık aynen liberal demokrasinin “liberal” bir birey gerektirmesi gibi “demokrat” birey mi gerektirir. Yani reel liberalizm bir krize giriyorsa, “reel demokratlık” da bir krize girer mi? Ya da çıkış yolu gerçekten bu mudur? Bence değil. Burada kendimizi inanan ya da inanmayan olarak değerlendirsek de – ki buna elbette hepimizin hakkı var – bilgimizin bizdeki biçiminin en doğru biçimi temsil ettiğinde kuşkumuzdur söz konusu olan. Yani dindar bir demokrat dindar olmayan birisiyle ilişkisinde ya da tersinde söz konusu olan, bir tür bilgi ve yaşam biçiminin karşı tarafa mutlak doğru olarak dayatılması ve bu doğru üzerine eylem yapılması değil ,tam tersi karşı tarafın da doğruyu bilme imkanının olduğunu peşinen kabul etmesidir. Bu tür ilişkide konu tepeden inme bir zorlama değil, diyalog ve iknadır. Hoşgörü değil, birlikte yaşamanın ortak kurallarının bu ilişkiden çıkmasıdır. Bu açıdan liberalizm gibi bir birey tipi önermez/gerektirmez demokratlık. Çünkü kendi “demokratlık” bilgisinin de doğruluğundan emin değildir.
Aslında ontolojisinin anlatılmaya çalışıldığı demokratlık denen düşüncenin amaçladığı şey, bireyler arasında hiyerarşik bir yapının olmadığı, her bireyin veya grubun insani taleplerinin eşit düzeyde değerlendirilmesi ve toplumsal yapının içindeki ilişkilerde karşılanmasıdır. Demokratlık kendi öznelliğini bilen ve diğerleriyle birlikte yaşaması gerektiğini bilen bireyin diğer bireylerle ortak bir gelecek, ortak bir hayat belirleme arayışıdır. Aslında her türlü birey için kendi sınırlılığının farkında olmak ve bu sınırlılığın diğer bireylerle ortak yaşamayı gerektirdiği açıktır. Bu ortak yaşamak, ortak yaşam için ortak bilginin de beraberce üretilmesi demek aslında. Bu açıdan liberalizm gibi liberal modern birey , modern olmayan birey ayrımı yapmak ve tüm epistemolojisini buna uygun kurmak yerine, her bireyin öznelliğini kabul etmek ve bu öznellik çerçevesinde öznelliğin yayılarak toplumsallaşabildiği bir toplum ilişkisi biçimi kurmak, demokratların ana amacıdır. Bu her türlü yaşam biçiminin ve insani talebin diğeri üzerinde hiyerarşik bir üstünlük kurmadan eşit düzeyde ve ikna ilişkisine dayanan bir yapıyı öngörür.
…Bu makale ilginizi çektiyse…
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan…
Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.
1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.
Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.
3 Yorum
Yazan:metedro Tarih: Ara 8, 2008 | Reply
doğru yada yanlış insan ürünü tüm izimler eksiktir ve uygulama aşamasında da faydadan çok zarar getirmektedir. neden mi? işte tamda çözüm bu sorunun cevabında yatıyor. çünkü mutlaklık diye bir şey vardır ve insan denen unsur bu mutlaklığı reddettikçe yanlış devam edecektir. İnsanı yaratan ALLAH onun hayatını düzenlemeyi tabiki bilir ve kurallarınıda söylemiş ama insan bunları reddeder sonra sorunlar çıukınca bu kez çeşitli yasalar, kurumlar, izimler ile işi onarmaya hayatı güzelleştirmeye çalışır. hey haatt… olmazki. olmaz kardeşim. bunu herkes bilir belki ama…yorum yooohh
Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Ara 9, 2008 | Reply
Şu baştaki demokrasinin her kılıfa uyması bana faşizmin asla sahiplenilmemesini hatırlattı.Faşizmde tam tersi bütün ülkelerde vardır ancak asla faşism olarak geçmez
Yazan:Alper Akalin Tarih: Ara 10, 2008 | Reply
İlk eleştirim yazının diline olsun; yazı hafif havada kalmış argumanlarla karmaşık bir dille yazılmış olduğu için, verilen mesajların %50’sini bile kaptım mı emin değilim? Literatür ve epistemoloji okumadığımdan değil, yazarın hafif “karmaşık” yazmak istemesinden dolayı bu karışıklığın ortaya çıktığı kanaatindeyim.
Neyse, liberalizme yöneltilen eleştirileri; bu yazıda cevaplamaya çalışayım.
Yazar demiş ki;
Liberalizm (eğer iskoç aydınlanmasının şekil verdiği liberalizmden bahsediyorsak) eşitliğe vurgu yapmaz. Ya da kanun önündeki eşitliği vaad ederken, mutlak eşitlik gibi bir sosyalist olgudan oldukça uzak durur.
Ama yazarın şu sözü, bana ne tür bir liberalizmden bahsettiği konusunda oldukça net bir fikir verdi.
Yazı boyunca liberalizme atfedilen, “eşitlik”, “laik akıl” ve “doğruyu akılla bulma” kavramları, yazıda eleştirilen liberalizmin, fransız aydınlanmasından etkilenen, kurucu aklın ideolojik inşasını oluşturduğu, “bağımsızlık” hedefi ile reel politiğe oturtulmaya çalışılan “kıta avrupası” liberalizmidir. Yani, o dönemde jakoben akımın kendisini kralcılardan ayırmak için kullandığı “biz liberaliz” argumanı çevresinde şekillenen liberalizm.
Yalnız, birey ekseninde hareket eden ve akıldan çok duyuları (rasyonalizm yerine ampirizim) öne çıkaran anglo-saxon liberalizmi (ki öncüleri locke, hume ve smith)’, fransız tipi “liberalizm”den mutlak surette ayırmak gerekir. Zaten şu an “liberalizm” olarak bilinen ve “özgürlüğü” öne çıkaran (özgürlük ile bağımsızlık arasındaki farka dikkat çekmek isterim) ve bütün dünyayı etkisi altına alan ideoloji, anglo-saxon akımın bir ürünüdür.
Bu yüzdendir ki, yazının liberalizm krizde çünkü sırtını “kurucu akla” yaslıyor argumanını epistemolojik bakımdan hatalı buluyorum. Kaldı ki, rasyonalist liberaller (mises, rand) gibi kişiler bile, herhangi bir dayatma ve kuruculuğa soyulmaz; sadece kişinin kendi bildiği doğruları kendi hayatlarında sonuna kadar uygulama özgürlüğünü savunur.
Ve demokrasinin, bu doğruları uygulamayı engelleyecek şekilde genişlemesinden de rahatsızlık duyması, liberaller ile demokratların esas çekişmesini oluşturur. Evet doğru, liberaller ortak karar almaktan çok hoşlanmazlar ama ortak karar almayı dayatanlar, yazıda bahsedildiği gibi liberal ideolojiye mensup olanlar değil, radikal demokrat olarak kendini adlandıranlardır desem, mübala etmiş olmam sanırım.