Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler tutuklandı!
By Mehmet Yılmaz on Oca 8, 2009 in Ergenekon Nedir?
Yoksa kötü kalpli cadı ve suç ortakları mı demeliydik?
“Abdullah Gül’e kızarım, Türkiye’yi yakarım” diye naralar atarak ülkemizi büyük bir krize sürükleyen 367 kurnazlığının mimarı Kanadoğlu’nun evinde bomba var mı? Azmettirdi mi birilerini bir suç işlemeye? Umalım ki olmasın. Kimse zarar görmesin. Ama bu 367 saçmalığı neydi? E-muhtıra neydi? Kapatma davası neydi? Hukukçu olmaya gerek var mı “siz hukuku kendi çıkarlarınıza alet ettiniz” demek için?
Bugün tutuklananlar hakkaniyetli bir yargı görecekler mi? Elbette! Bir hukuk devletidir Türkiye Cumhuriyeti. Başörtüsünü, Kürt dilini, Kilise tamir etmeyi yasaklayan, insan haklarına saygılı, zorunlu din dersi verdiren laik ve çağdaş bir cumhuriyet burası.
Ergenekon sanıkları hapiste insanca muamele görüyorlar mı? Elbette. Ne ayıp bir soru. Diyarbakır 5 nolu askerî cezaevinde işkencelere ne kadar ses çıkardılarsa Sayın Ergenkoncular, onlar için de en az o kadar ses çıkarılacaktır.
Hukuk limon gibidir, herkese, her eve lâzım olabilir bir gün.
Bu tutuklamaların siyasî bir hesaplaşma olduğu söyleniyor. Ben de minik bir araştırma yaptım. Milliyet gazetesi istemeden doğru cevabı duyurmuş, aşağıda sizinle paylaşayım. Anlayacağınız rahat uyuyacağım bu gece.
1 Yorum
Yazan:Melih Tarih: Oca 9, 2009 | Reply
Tek renk düşünmeye ayarlanmış, kısır bilinçlerin açılması, en azından bir başka açıdan da bakabilmesi için hazırladığınızı düşündüğüm, sitenizdeki tüm çalışmalarınızı uzun zamandır okuyorum. Hergün geç vakitlerde, zaman zaman ‘işte bu’ diyerek yerimden sıçrama noktasına geldiğim, birçok çalışmanızı ve en az bu çalışmalar kadar kıymetli olduğunu gördüğüm yorumları da beyeniyle sindiriyorum, herkesin ellerine, berrak zekasına ve bilişine sağlık.
Canım ülkemde gerginlik çığlıkları yine duyulmaya başlandı. Birileri koltuklarının hangi parçası gidecek, kim alacak götürecek diye, doymaz gözlerle etrafa bakarken, kendilerinin yaşamadığı, açlık, yokluk kadar gerçek dünyada, insanlar türlüsünden acı çekiyor. Artık, gelecek değil, şimdiye kaygı duyuyorlar. Galiba, özneler değişsede, eylem aynı, zaman değişsede, mekanlar aynı.
Hani bazen birşeylerin cevaplarını ararsınız da, somut bir çözüm bulamadığınız anda cevap bir yerlerden gelir ya! Gecenin bir vakti kendi kendime, yaşanmaya başlananların acısıyla, serzenişte bulunurken, ‘al oku’ dercesine, bilgisayarımdaki tozlu dokümanların arasında, aşağıdaki hikaye yeniden okumam için karşıma çıktı, ne güzel de yakıştı pamuklu prens ve prenseslerin dünyasına. Ben de sizlerle paylaşmak istedim.
Vaktiyle bir derviş, nefisle mücadele makamının sonuna gelmiş. Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecekmiş. Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değilmiş. Her türlü görünür süslerden de arınması gerekliymiş. Saç, sakal, bıyık, kaş, ne varsa hepsinden, kurtulması gerekmiş. Derviş, usule uygun hareket etmiş, soluğu berberde almış. ‘Vur usturayı berber efendi’, demiş. Berber de dervişin saçlarını kazımaya başlamış. Derviş aynada, omzuna düşen saçları izlerken başının sağ kısmı tamamen kazınmış. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı dükkana girmiş. Doğruca dervişin yanına gitmiş ve başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak ‘Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım’ diye kükremiş. Dervişlik bu… Sövene dilsiz, vurana elsiz olmak gerek. Kaideyi bozmamamış derviş. Ses çıkarmadan, usulca kalkmış yerinden. Berber de mahcup, fakat korkmuş. Delikanlı dengesiz, o da ses çıkaramamış. Kabadayı koltuğa oturmuş, berber de tıraşa başlamış. Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli dervişi aşağılamış, alay etmiş ‘Kabak aşağı, kabak yukarı‘
Nihayet tıraş bitmiş, kabadayı dükkândan çıkmış. Henüz birkaç metre gitmiş ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelmeye başlamış. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında dona kalmış. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverirmiş. Kabadayı oracığa yığılmış, kalmış. Hakkın rahmetine ermiş !
Bizim az önce dayılanan yiğidimizin, canı bir çırpıda gitmiş. Tabi bunu gören mahalle halkı çığlığı basmış, ‘Yetişinn !!’ ortalık toz duman.
Berber ise şaşkın şaşkın, bir sokağın ortasında yatan kabadayıya, bir dervişe bakıp, gayri ihtiyadî sormuş;
Biraz ağır olmadı mı derviş efendi ?
Derviş biraz mahzun, biraz düşünceli cevap vermiş;
Ensemize, kafamıza vurup vurup dalga geçen sahte kabadayıların, kabağın da bir sahibi olduğunu, bu sahibin de en affetmeyeceği şeyin kibir ve kul hakkı yemek olduğunu, unutmaya başlayanlar, tahtlarına, koltuklarına, makamlarına, rantlarına yapışanlar anlayacaklar, birgün hakkı ayarladıkları kepçe, onların kazanlarına da dalınca.
Bugün kul hakkına, hukuka sarılışları, kepçeyi bilişlerindendir !!
Tekil düşünceler, tekil sonuçlar doğurur.
Tekrar bu site için harcanan tüm emeklere sağlık
Sevgiyle