Engin Çeber İçin Bir Ağıt
By eg on Şub 9, 2009 in Adalet, Türk faşizmi
Merhametin, sevmek iştiyâkının, empati ve diğerkâm olmanın gitgide uzaklaştığı bir toplumdan herşeyden önce uzaklaşan adalet olur. Engin Çeber’in başına gelenlerin yüreğimizde açamadığı küçücük bir sızı, bize hayatımızda açılan kocaman utanç delikleri olarak geri dönecektir.
Uğur Kaymaz’ı duymuşuzdur; hani o, devletin güvenlik güçlerince yakın mesafeden sekiz kurşunla vurulan ilkokul beşe giden çocuk. Öldürülmesinin detaylarını öğrendiğimizde de isyan etmiştik, ancak resmini gördüğümde; ilkokul forması altında tertemiz bir çocuk yüreği bakışlarının göründüğü vesikalık resmini, gözyaşlarım içimi daha bir kanatarak akmıştı gecenin bir yarısında. Zaten, yoksulluğun, hayatlarının ayrılmaz bir parçası olduğu çocukların, o küçücük kurbanların gazetelere sadece vesikalık fotoğrafları yansır. Çünkü yoktur ki başka resimleri…Uğur’un da o güzel bakışlarında, pırıl pırıl ilkokul çocuğu umudu ve güzelliği yansıyan yüzünde ve gözlerinde sanki bize soru soran bir yan da vardı. Eminim bilmiyordur niye öldürüldüğünü Uğur’cuk. Devletin güvenlik kuvvetleri kim bilir hangi büyük tehlikeden ülkelerini kurtarmak için Uğur’un gözlerindeki bakışı soldurdular. Nasıl dayandılar ki bir çocuğun ölü gözlerine bakabilmeye?
O zamanlar bir yazı yazıp sormuştum onu öldürenlere… Hangi devletin güvenliği, hangi amacın, idealin yüceliği bir çocuk bakışını ölüleştirmeye değer? Eğer devletin güvenlik kuvvetleri, devleti Uğur’dan koruyorlarsa, o devlet zaten çoktan patlatılması gereken irin dolu bir çıban haline gelmemiş midir? Sormuştum o zaman serbest kalan güvenlik görevlilerine… baktınız mı Uğur’un söndürdüğünüz gözlerine? Baktınız mı pırıl pırıl ışıyan umutlu fotoğrafına…hapisten çıkmış olabilirsiniz, ama en büyük hapis, insanın vicdanının hapishanesi değil midir? Nasıl anlatacaksınız bir fidanı kopardığınızı varsa çocuklarınıza? Gözlerimden yaşlar gelerek Uğurcuğa ağıt yazmıştım. Aslında Uğur bir melek ona ağıta gerek yoktu, ama o fidanı koparanların katılaşmış, körleşmiş, ölmüş ruhlarına,vicdanlarına ağıt yazmalıydı asıl.
Ece Ayhan diyordu ya, “bir teneffüs daha yaşasaydı tabiattan tahtaya kalkacak çocuk, devlet dersinde öldürülmüştür…” diye, bizim ülkemizde devlet dersinde öldürülenlere vicdanlarımız uğramıyor nedense.
Engin Çeber, bir pankartla hak aradığı için tutuklanıyor. İçerde dövülüyor ve ölüyor. Bir başka devlet dersinde öldürülen kurban! Güçsüze, suçlu bile olsa, kendi eline ve insafına teslim edilmiş birisine, hele ki gözlerine bakabildiği birisine nasıl işkence edebilir bir insan? Hangi sâikler, hangi yüce devlet çıkarları bir cana bu şekilde kıyabilir? Eğer bir devlet, kendi vatandaşına, suçlu bile olsa – ki Engin Çeber’in öyle bir durumu da yok büyük ihtimal – bu muameleyi gösteriyorsa, o devlette ilk kaybolan şey adalet ve hakkâniyet, halkın da ilk kaybettiği şey o devlete güven olmaz mı?
Gözler insanın ruhuna açılan kapısıdır derler ya, gözlerine bakılan bir insana kötülük yapılabileceğine oldum olası aklım almaz. Peki işkence edenler, öldürenler nasıl bir ruh halindeler ki bunu yapabiliyorlar? Uğur Kaymazlara, Engin Çeberlere kıymayı, hangi ruh hali ve hangi büyük menfaatler makul gösterebiliyor? İşkenceye sıfır tolerans diyen devlet görevlileri, yöneticileri, bu işkence toleranslarını nasıl gösterebiliyorlar? Devletin hâin kategorisinde damgaladığı kişiler için herşey mübah mıdır yoksa? Hâin olmanın çok kolay olduğu ülkemizde, hepimizin rahatlıkla başına gelebilecek böyle bir olaya vicdanî bir tepki vermeyi, sadece ucu bize ve bizim gibi düşünenlere dokununca mı yapacağız? Hâin diye damgalanan o insanlarda ruh yok mudur ki biz bu işkenceleri onlara layık görüyoruz?
Engin Çeber, fikri, yaşam tarzı, görüşleri ne olursa bir zulme kurban gitmişse bunun için söyleyebilecek sözümüz, dökülecek bir damla gözyaşımız yok mudur? Yoksa çoğu kişinin yaptığı gibi (ki Uğur Kaymaz için bile benzer şeyleri söyleyen ve vicdanı hiç sızlamayan çok arkadaşım oldu maalesef) “onlar hainler o zaman herşey mübah” diyerek vicdanımızı temizleme yoluna mı gideceğiz?
Gözyaşlarımızın, vicdanlarımızın sahiciliği, Dağlıca’da, Aktütün’de şehit düşen o askerlere ağlamakla ama hesabını da sorumlulardan sormakla, zulüm etmemesi gereken ve asıl varlık amacı da bu olan devletin görevlilerinin zulmü karşısında da sahici bir tepki verebilmekle ölçülebilir ancak. Çünkü vicdan, insan, fikir, fraksiyon, din ya da milliyet bağı ayırmaz. Çünkü vicdan, haksızlığa karşı susunca üstünün kirli pisliklerle örtüleceğini bilir. Çünkü vicdan, her insanın bir kalbi, iyiliğe teşne bir ruhu olduğunu bilir ve her insanın “rahmanî” yönünü önceler. Vicdan, görünürde o insan kötü bile olsa bir insana zulüm yapmayı reddeder, çünkü o insanı kaynaklandığı Varlık için, Rabbi için sever ve merhamet gösterir. Hele ki kendi elinde, güçsüz ve yalnız olana zulmetmeyi hiçbir vicdan kendisine yakıştıramaz.
Engin Çeber’in ölümünden kim sorumluysa o insanlara söyleyebileceğim şeyler var: mahkemenin büyüğü vicdan mahkemesidir. Belki devlet, âli menfaatleri gereği suç işleyen devlet görevlisini bile affedebilir ama vicdan mahkemesi ve mahkeme-i kûbra affetmez. Gözlerine bakabildiğiniz, ruhunu, kalbini görebildiğiniz bir gence işkence yapabiliyorsanız, evinizde çocuğunuzu, eşinizi nasıl sevebiliyor, dostlarınızın yüzüne nasıl bakabiliyorsunuz? Hayat, Eichmann’ın yaptığı gibi, öyle iki parçaya bölünebilecek ve bir parçasının vicdandan bağımsız yürütülebileceği, diğer parçasında ise sevgiyle, dostlukla bir insan rolü oynanabileceği bir şey değildir. Unutmayın bu hayat merhametle ayakta durur, merhameti elimizden kaçırdığımız an ne yaşamaya, ne de o savunduğunuzu söylediğiniz devlete bir gerek kalmaz .
İslam dinine imanı olanlara bir ayeti hatırlatmayı bir görev addediyorum, ki büyük mahkemeyi düşünsünler… “Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (Maide Sûresi/8)”