RSS Feed for This Post

“Omurgasız” Muhafazakârlık ile Nereye Kadar?

Liberallere cevap hakkı : Geçen hafta “Liberaller neden başarısız?” adlı bir yazı yayınlayarak kendini tanımlamakta ve ahlâkî bir baz oluşturmakta zorluk çeken bu akımın temel sorunlarına işaret etmiştik. Okuyucularımız kaliteli yorumları ile öyle güzel bir tartışma başlattılar ki 72 saati doldurmadan 50 yorum alan yazı katılımlardaki zenginlik sayesinde amacına ulaştı.

 Liberalizm ve genel olarak siyasî ahlâk üzerine tartışmalarımızı yıl boyunca sürdürmeyi amaçlıyoruz.

Bu bağlamda komşu sitemiz liberal 3H Hareketi bizim eleştirilerimize ve yazarımız Emre Er‘in sosyal adalet üzerine yazdıklarına cevaben bir makale yolladı. Site editörü ve değerli dostum Alper Akalın’ın bu makalesini hem cevap hakkına saygı hem de gerçekten emek verilmiş bir çalışma olarak ilginize sunuyorum.

 3H hareketi internetteki aktivitesinin yanında toplantılar düzenleyen, eylemlere katılan genç ve dinamik bir ekip. Makaleyi yayına girdiğimiz şu saatlerde yüksek vergileri protesto etmek için İstanbul’da toplandılar.

 Bir çok okuyucumuzun 3H ile tanışmaktan kazançlı çıkacağını tahmin ediyoruz.

 MY

“Omurgasız” Muhafazakârlık ile Nereye Kadar? (Alper Akalın)

Giriş: İdeolojik Omurgasızlığın Tanımı

Çağın popüler siyaset paradigması “post-modernizm”in dayatmış olduğu “ilkesiz” ideolojik ( ya da ideolojiksiz) duruş, kendini sadece entelektuel duzeyde değil, aynı zamanda reel politik alanında da göstermekte. Öyle ki, artık kim liberal, kim sosyalist, kim muhafazakar kim ilerici birbirine girmiş durumda. Böylesine bir ortamda, pragmatist; yani duruma göre renk ve içerik değiştirebilen ama nihayetinde kendi içerisinde tutarsız fikir akımları ile söylemlerini sürdürenlerin sesi de daha çok çıkıyor haliyle. Günümüzde, modern ideolojilerin artık yeri olmadığını, sadece sosyalistlerin değil, liberallerin de fikir savaşlarından mağlup çıktığını iddia eden zatların göstermiş olduğu kibir midir, cehalet midir bilinmez ama kesin olan tek şey var ki, o da “omurgasız fikirlerin” eklemlenmiş oldukları akımların şu an halk nezdinde daha çok kabul gördüğü gerçeğidir. 

Daha ileriki tartışmaları açmak için, “ideolojik omurgasız” bireylerin tipolojisini net olarak çizmek gerekiyor. Bu kişiler, değişen dünyaya karşı ayak uydurmanın belirli bir tutarlı çizgide ilerlemesini gereksiz bulurlar. Nihayetinde doğru olan, gerçekleşen olgudur. Yani eğer bir şey gerçekleşmişse, artık o bir doğrudur ve bu doğruyu savunmak ve hatta ona uymak için anlamlı-anlamsız, mantıklı-mantıksız, tutarlı-tutarsız gerekçeler sunmak (veya uydurmak), bu kişiler için bir gereklilik teşkil eder. Doğru olan sonuçtur; sonuç 180 derece değiştiği anda yeni doğru eski doğrunun tam tersi olandır. (1)

Omurgasızlık Militanlaştırır

Böylesine bir anlayışta, ilkelerin yerini “kural tanımayan” bir pragmatizm almıştır. İnsanlığın binlerce yıldır deneme-yanılma, tartışma-kavga yoluyla elde ettiği edinimler, anlık “gerçekler” karşısında terkedilip, yerine yenileri hemencecik oluşturulabilir.

Mesela Yıldıray Oğur’un,  doğru olarak kabul ettiği “darbecileri yakalatmak için herkesin telefonu dinlenebilir” iddiası, devredilemez bir hak olan bireyin yaşam alanına aktif müdahale gibi korkunç bir amacı meşru gösterebilmektedir.(2) İşte, ideolojik omurgasızlıktan bahsettiğimiz tam da böyle bir şeydir. Omurgasız ideologlara göre, “Demokratlık” ya da (yazımızın da muhatapları muhafazakârların da sıklıkla dile getirdiği) “ahlakilik” kılıfı altında, “doğru tanımlanan”  şeylere ayak uydurmamız bir zorunluluktur. Aksi takdirde, tarih sayfalarında silinip gitmemiz kaçınılmazdır.

Peki “doğru” olarak tanımlanan şey hakikaten doğru mudur? Doğruysa, kime göre, neye göre doğrudur? Çoğunluğa göre doğru olsa bile, azınlığın yanlış bulmasına rağmen, çoğunluğun diktası meşru mudur? Yoksa, temel birey hak ve özgürlükleri de mi, eskimiş demode bir “modernite” icadıdır ve post-modernitede terkedilmelidir?

Örnek bir vaka analizi: Sosyal Devlet

Bugünlerde, dünya devletlerinin genel olarak doğru olarak gördüğü “sosyal devlet” olgusu da bu bağlamda incelenmeye değer bir konudur. Sosyal adalet, adil düzen tarzı kavramların toplum geneline doğru olarak dayatılması, “özgürlük” yanlısı bireylerin karşılaştıkları en çetin problemdir. “Sosyal devlet” doğrusu, öylesine zorlu bir “doğrudur” ki, karşı çıktığınız anda yaşam özgürlüğünü tehlike altındadır. Zira, bu olguyu savunanların “bu ülkede yaşıyorsan, vergini vereceksin” tarzı otoriteryan düsturunun görmüş olduğu genel kabul ile başa çıkmak için yapılması gereken olan ya bu diyardan gitmek olmalıdır ki; ya da en nihayetinde zorunda kalınan şey, kalan develeri gütmek olmaktadır.

“Sosyal devleti” doğru olarak kabul ettikten sonra, ona bir gerekçe (veya kılıf) uydurmak, aslında çok da zor değildir. Nihayetinde, acitasyon yoluyla bireylerin vicdanına “devlet mutlaka fakirlere yardım etmeli, sen de vergini vermelisin” duygusunu aşılamak ve bunda başarılı olmak, aslında devlet olmadan da bireylerin doğasında var olan hoşgörü ve yardımseverlik hislerinin varlığının bir kanıtıdır. Ama bunun yanında, ülkede hüküm süren iktidarın, gayri-ideolojik fakat hayli-pragmatik gerekçelerle sunduğu sosyal yardımları (ya da seçim yatırımları) aklamak için sosyal devleti aklama çabaları bir hayli komik kaçmaktadır.

Maslow ile Sosyal Devlet Meşru Gösterilebilir mi?

Bu iddiaların birine, dün 3H Dostu “DerinDüşünce” websitesinde rastladım. Emre Er adlı yazar, sosyal devleti aklama iddiasında özetle şunu savunuyordu:

” Maslow’un ihtiyaç hiyerarşisi teorisine göre, insanoğlunun en önemli ihtiyacı yiyecek ve barınmadır. Sonra da güvenlik gelir. Madem liberaller, devletin güvenlik görevini üstlenmesi gerektiğini savunuyor da, daha temel ihtiyaçlar olan barınma ve beslenmeyi de devletin karşılaması gerektiğini neden savunmasın? Zaten kapitalizm dediğin şey, işsizlik ve açlık doğurur. Kapitalizmi dengelemek için devletin, halkı beslemesi, ısıtması ve barındırması şarttır..”

Böylesine bir argümanın ilk sakat noktası, Maslow’un teorisine duyulan aşırı güvendir. Devlet’in yetki ve görev alanlarını belirlemek gibi insanlık tarihinin en büyük meselelerinden birini, toplum ihtiyaçlarını kavramak için aşırı derecede basitleştirilmiş ve toplum nezdinde bireysel farklılıkları gözetmeksizin genelleştirilmiş bir açıklama ile çözmeye çalışmak, kolaycı ve indirgemeci bir yaklaşımdan öteye gidemez. Kaldı ki, Maslow’un teorisinde belirtilen ihtiyaç hiyerarşisinin de geçerliliğini test etmek gerekir. Zira, Maslow, bu ihtiyaçları, kendi ünivesitesindeki populasyonun en sağlıklı %1’lik kısmı üzerinde test etmiş; hatta çalışmasını Albert Einstein, Jane Addams, Eleanor Roosevelt , Frederick Douglass gibi dönemin topluma örnek olan kişileri üzerinden sürdürerek, yoğunlaşmasını “ruh ve beden sağlığına” sahip bireyler üzerine kaydırmıştır. Ona göre, ruhi ve fiziki gelişmesini tamamlayamamış sağlıksız insanlar üzerinde yapılan çalışma çarpık sonuçlar doğuracaktır (3). Peki, “amaçlı örneklem” (yani deneklerin rastlantısal değil belirli bir amaç doğrultusunda seçildiği) methodu ile varılan bulgular, doğası gereği heterojen toplumlar için nasıl bir gerçeklik teşkil edebilir? Her bir bireyin, şahsına münhasır bir tat, zevk ve sosyal paradigmaya sahip olan bir azınlık olduğunu düşünürsek, Maslow’un kendisinin de bilimselliği konusunda çekinceleri olduğunu itiraf etmekten kaçınmadığı çalışmaya (4) göre hareket etmek ve ona göre bir devlet inşa etmek ne kadar sağlıklıdır?

Öte yandan,  yazar Emre Er’in Maslow’dan yola çıkarak devlete rol biçmesini bir an için doğru sayalım. Bu bağlamda, “Güvenliği sağlayan devlet, neden Maslow’a göre daha öncelikli olan ihtiyaçları da karşılamasın ki” sorusuna vereceğimiz pozitif cevabın etkilerini de iyi araştırmak gerekir.

Devlet Bütün Temel İhtiyaçları Karşılayabilir mi?

İlk önce belirtmek gerekir ki; Emre Er’in vermiş olduğu Maslow hiyerarşi modelinde ilk sırada gelen ihtiyaçlarda bir eksiklik var. Emre Er, bu ihtiyaçları sadece barınma ve yemek olarak sıralamış ama unuttuğu ( ya da bilerek koymadığı) bir ihtiyacımız daha var Maslow’a göre olmazsa olmaz olan. O da seks.. (5)

Açıkçası Maslow bu tespitinde haksız da değil. Türkiye üzerinden gidecek olursak, bakamayacağını, doyuramayacağını ve sağlıklı bir birey olarak yetiştiremeyeceğini bilmesine rağmen, temel barınma ve yiyecek ihtiyacını karşılamakta zorluk çeken bir çok aile “seks” ten vazgeçemiyor. Türkiye’deki cinsel genel manada bastırılmış cinsellik olgusunu da görmezlikten gelemeyeceğimiz de bir gerçek. İspatlamak için bir çok örnek sunulabilir ama en son “barış gelini” Picca’nın tecavüze uğraması bile sanırım münferit sayılamayacak kadar örnek ve hatta artık sıradanlaşmış bir vaka.

Şimdi “seks”in, güvenlik, barınma ve beslenmedeki yetersizliklere rağmen vazgeçilmez olması, acaba devlete ne türlü bir görev biçer sorusunun Emre Er’e çok samimi bir biçimde sorulması gerekir. Burada, muhafazakar arkadaşlar konuyu sulandırdığımı düşünebilir ama kesinlikle çok ciddi bir konu üzerinde konuşuyoruz. Zira Maslow’un hiyerarşinin aynı basamağındaki gereksinimlerden işimize geleni devlete mal edip, işimize (ya da ahlak anlayışımıza) gelmeyeni dışlamak, ikircikli ve çelişkili bir duruşa neden olmakta. Aynı zamanda, yine “subjektif ahlak” konusunu gündemimize taşımakta. Devlet’in bekar kişilere cinsel ihtiyaçlarını gidermeleri için, ilişkiye girecek insan yardımı yapması (ki eşcinsel bir kişinin ihtiyacı durumunda, muhafazakar yöneticiler için durum iyice karışacaktır) toplumun büyük çoğunluğunun ahlakına ters gelebilir: Ama o zaman şu soruyu sormadan da edemiyoruz: İhtiyaçlarımızı devlet yöneticilerinin ahlak anlayışı mı yoksa Maslow mu belirliyor?

Görüldüğü gibi Maslow’dan çıkarak sosyal devleti meşrulaştırma çabaları, iki yerde tıkanıyor. İlki, Maslow bile çalışmasının bilimselliği konusunda bazı şüpheler taşıyor ve bu çalışmanın toplumun bütün geneline atfedilemeyeceğini baştan belirtiyor. İkincisi, Maslow haklı olsa bile, bu sefer Devlet’in beyaz kadın ticaretine başlaması için bir Kamu İktisadi Teşebbüsü kurması gerekiyor ki burada da muhafazakâr arkadaşların ahlaki engeline takılıyoruz. Yani Maslow’u bilim haklı çıkarsa bile, ahlakımız Maslow’u haklı çıkaramıyor.

Sonuç: Omurgasızlık “Muhafazakarlığı” bitirir

Yukarıda bahsedilen çelişkili durum ise,  makalenin başında bahsettiğim “doğruya” göre kılıf-gerekçe uydurma yanlışına bizi yeniden getirmekte. Belirli ve tutarli fikir akımlarından yola çık(a)mayıp, sadece “gerçekleşmiş olanı” (yani sosyal yardımları) aklama çabaları, belki post-modernizmin bize hediye etmiş olduğu bir tutum olabilir. Ama nihayetinde bu ilkesiz ve tutum, “ideolojiler bitti, kalan doğrular benimdir” zihniyetini ikircikli ve samimi olmayan bir pozisyona sokabiliyor. Tüm bu çelişkilerine rağmen, ideolojik omurgasızların “liberalizm ayağını denk alsın, yoksa bitiyor” tarzı kibirli hezeyanlardaki o cesareti de alkışlamak gerekir. Zira, tamamen subjektif, pragmatik ve dogmatik biçimde doğru olduğu baştan kabul edilen ve ettirilen bir “ahlak” anlayışı ile tüm siyasi ve iktisadi meseleleri çözmeye çalışmak ve bunu ” kılıfına” uydurmaya çalışmak, ideolojik omurgasızların hayal gücünde muhtemelen ciddi zorlamalara yol açmaktadır.

Açıkçası, hem “demokratların” hem de “muhafazakarların” liberalizmin sahip olduğu açmazları eleştirmeden önce, kendi açmazlarına odaklanmalarında yarar var. Unutulmasın ki; 200 yıldır liberalizmin sonunu müjdeleyen bir çok fikir akımı oldu. Ve geriye dönüp baktığımızda görüyoruz ki, bu akımların hepsi yeryüzünden silinip gitti; geriye ise bir tek liberalizm ve ona ayak uydurmaya çalışan yan ürünleri kaldı. Eğer, ana çıkış noktasından uzaklaşarak, kendi uydurduğu doğrularla tüm meselelerle başa çıkacağını sananlar varsa, bu yola koyulmadan önce tarihe bakmalarında yarar vardır diye düşünüyorum.

Notlar:

(1) Andrew Heywood(2007). Siyasi İdeolojiler: Postmodernizm, Ankara : Liberte

(2) Yıldıray’ın savunmuş olduğu “demokrasi için her yol mubahtır” anlayışlı iki yazısının özeti için:

Bir Militan Demokrat’ın İtirafları

Demokratlar ve liberaller arasındaki farkı, Yıldıray’ın yazısı üzerinden anlatan 3H Üyesi BLC’nin açıklayıcı yazısı için:

Liberallerin Demokratlardan Farkı

(3) Maslow, Abraham (1954). Motivation and Personality.New York:. Harper. s. 236.

(4) Maslow kitapta aynen şunu der: “Eğer, normal labrotuvar araştırmaları standardını ele alacaksak, yapılan bu araştırma araştırma olarak bile sayılmayabilir. Benim bulgularım, toplumun belirli bir kısmının üzerinden yürütülen çalışmalar sonucunda açığa çıktı. Elbette, daha kapsamlı sonuçlar için başka yargılara da ihtiyaç var.”

Maslow, A.H. (1971). The farther reaches of human nature. New York: Penguin Compass. Chpt 3, “Self-actualizing and beyond”, s. 41.

(5) A.H. Maslow, A Theory of Human Motivation, Psychological Review 50(4) (1943):370-96.

Maslow Diagramı için: http://www.businessballs.com/maslow.htm

Sonraki Yazılar

Sosyal Devlet, Kul Hakkına girer mi?

Özet: İslamda zekat olgusu, sosyal adaletin tesisi konusunda bireylere duyulan güvenin bir sembolüdür. Yalnız, İslam’da zorlama olmadığı gerçeğini de göz önüne aldığımızda, bireylere yüklenen bir dini vecibeyi, devlet gibi kime ait olduğu muğlak; aynı zamanda usul-i adalet konusunda hiç de parlak bir sicili olmayan bir aygıta yüklemek ne kadar doğru? İnsanların rızası olmadan ondan para (ç)alıp, başkasına vermenin İslam’da yeri var mı? Birisine iyilik yaptırmayı zorunlu kılmanın, öbür dünyada hesabı verilebilir mi? Sadece soracağım ve cevap bekleyeceğim..

Liberalizm’i bitiren Demokrasi mi?

Özet: Demokrasi ve Liberalizm, Türkiye’de birbiri yerine kullanılan kavramlar olsa da, aslında ikisi de birbirinden apayrı şeylerdir. Demokrasi, en nihayetinde ortak karar alma mekanizmasıdır. Kamu Tercihi Okulu’nun da açıkladığı gibi, demokrasi yoluyla başa gelmek siyasilerin çıkar gruplarına sağladıkları haksız faydalar, aynı zamanda Devlet’in yetki alanını gittikçe büyütmekte ve bireylerin özgürlüğü için bu durum büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Böylesine bir sistemde, devletin başına geçince devleti küçültmeyi vaad eden liberaller, hangi çıkar grubuna hizmet edip de bir taban bulabilir? Liberallerin siyasetteki başarısızlığı, demokrasinin özgürlükler üzerine set çekmesinden ve liberallerin de bunu kabullenememesinden ileri gelmektedir…

…Bu makale ilginizi çektiyse…

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan…

Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.

Buradan indirebilirsiniz.

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.

Trackback URL

  1. 105 Yorum

  2. Yazan:eg Tarih: Şub 22, 2009 | Reply

    bu yazıya,
    “omurgasız liberallikle nereye kadar” diye bir cevap yazmak farz oldu:) gerçi bu yazının muhatabı olarak kendimi kabul etmesem de bu dünyadaki en omurgasız ideoojinin liberalizm olduğu kanaatindeyim doğrusu.

  3. Yazan:emre er Tarih: Şub 22, 2009 | Reply

    Adıma bir eleştiri yazılması doğrusu beni çok mutlu etti:) Öncelikle teşekkürler.

    Bir taraftan yazıyı okuyup diğer yandan kendi perspektifimi sunuyorum.

    Çağın popüler siyaset paradigması “post-modernizm”in dayatmış olduğu “ilkesiz” ideolojik ( ya da ideolojiksiz) duruş, kendini sadece entelektuel duzeyde değil, aynı zamanda reel politik alanında da göstermekte. Öyle ki, artık kim liberal, kim sosyalist, kim muhafazakar kim ilerici birbirine girmiş durumda.

    Ben diyalektiği severim ve hayatımda uygularım. Bu ne demek? Bir yanda sosyalizm bir yanda liberalizm varsa en güzel sonuç bunlardan yapılacak bir sentezdir. Bu nedenle yazılarımda hem Marxist kavramlar hem Liberal kavramlar bulunur.

    Böylesine bir ortamda, pragmatist; yani duruma göre renk ve içerik değiştirebilen ama nihayetinde kendi içerisinde tutarsız fikir akımları ile söylemlerini sürdürenlerin sesi de daha çok çıkıyor haliyle. Günümüzde, modern ideolojilerin artık yeri olmadığını, sadece sosyalistlerin değil, liberallerin de fikir savaşlarından mağlup çıktığını iddia eden zatların göstermiş olduğu kibir midir, cehalet midir bilinmez ama kesin olan tek şey var ki, o da “omurgasız fikirlerin” eklemlenmiş oldukları akımların şu an halk nezdinde daha çok kabul gördüğü gerçeğidir.

    Senteze gitmeyen her fikir malup olur. Çünkü karşıtından etkilenmeyen bir fikir değişemez. Gelişmenin ilk adımı ise değişmektir. Değişmeden gelişmek mümkün değil. Bunları uzun uzun anlatmak lazım. Ama diyalektiğe hakim olduğunuzu düşünerek kısa tutuyorum. Anlaşılmazsa ayrıca bir yazı ile anlatırım ideolojik duruşumu.

    Daha ileriki tartışmaları açmak için, “ideolojik omurgasız” bireylerin tipolojisini net olarak çizmek gerekiyor. Bu kişiler, değişen dünyaya karşı ayak uydurmanın belirli bir tutarlı çizgide ilerlemesini gereksiz bulurlar. Nihayetinde doğru olan, gerçekleşen olgudur. Yani eğer bir şey gerçekleşmişse, artık o bir doğrudur ve bu doğruyu savunmak ve hatta ona uymak için anlamlı-anlamsız, mantıklı-mantıksız, tutarlı-tutarsız gerekçeler sunmak (veya uydurmak), bu kişiler için bir gereklilik teşkil eder. Doğru olan sonuçtur; sonuç 180 derece değiştiği anda yeni doğru eski doğrunun tam tersi olandır. (1)

    Kendi içinde mantıklı olmayan bir savı savunmam. Ama şu doğru: mantık bazen temelinden değişebilir. Burada yazmaya başlayalı temel bir mantık değişimi olmadı bende. Ama yanlış bir mantık kurduysam da değiştiririm. Bundan korkacak ne var? Ama bence siz korkarsınız.

    Bundan sonra yazacaklarım da öncekilerle tutarlı olacak. Aslına bakılırsa belki yazacağım 40 yazı kafamda. Ne yazacağımı bildiğim için bir çelişki olması düşük ihtimal.

    Böylesine bir anlayışta, ilkelerin yerini “kural tanımayan” bir pragmatizm almıştır. İnsanlığın binlerce yıldır deneme-yanılma, tartışma-kavga yoluyla elde ettiği edinimler, anlık “gerçekler” karşısında terkedilip, yerine yenileri hemencecik oluşturulabilir.

    Yine aynı nokta. “Sizin dediğinizden en iyi yolu bulduk. Kavga tartışma bitsin” sonucu çıkar. Diyalektik sona ererse statüko gerçekleşir. O da gelişimi durdurur. Tarihte insanlık nasıl tartıştıysa şimdi de tartışılmalı ki daha iyisini bulalım. Şu anda en doğruyu bulmadık. Ama sadece biz tartışmayalım. Kendi fikirlerimizde başka fikirlerin çatışmasından doğsun ki yeni olsun.

    Her devirde sizin gibi insanlar çıkıp “Doğru bulunmuş ne kafa karışıklığı yaratıyorsun sen” derler. Ama onlar hep yenildi. Çünkü hep ideolojiler çatıştı.

    Sizin yaklaşımınızı Fukuyama “tarih bitti” diye savundu. İsterseniz bir bakın.

    Size benim söylediklerimi ilkesiz gibi gösteren şey yeni olmaları. Evet tezlerim hiçbir ideolojiyi direkt yansıtmazlar. Çünkü onlar başka fikirlerinin benim kafamda çatışmaları sonucunda doğdular. Öyle olmasa eskileri tekrar ederdim.

    Bakın gerçekten böyle düşünen biriyseniz bence yazmayı bırakın. Ne de olsa yazacağınız herşey yazılmış daha önce. Siz sadece güncele uyarlama yapıyorsunuz. Bence bu çok sıkıcı.

    Bundan sonrasını daha kısa geçmeye çalışacağım.

    Maslow’un teorisinde belirtilen ihtiyaç hiyerarşisinin de geçerliliğini test etmek gerekir.

    Ben orada bir mantığı gösterdim o da şu. Çok açsın, geberiyorsun açlıktan, tiyatroya gider misin? Gitmezsin. Bu kadar.

    Her bir bireyin, şahsına münhasır bir tat, zevk ve sosyal paradigmaya sahip olan bir azınlık olduğunu düşünürsek,

    Düşünmeyin. Çünkü herbir birey açlıktan geberirken tiyatroya gitmez. Maslow’un temel mantığı doğru. Bu apaçık.

    Maslow’un kendisinin de bilimselliği konusunda çekinceleri olduğunu itiraf etmekten kaçınmadığı çalışmaya (4) göre hareket etmek ve ona göre bir devlet inşa etmek ne kadar sağlıklıdır?

    Bu noktadan girmek size hiçbir şey kazandırmaz; çünkü çok açık. Neden devlet? Ölmemek için. Bunu da Hobbes, Rousseau söyler. O zaman beslenme barınmada ölmemek için gerekli olduğuna göre bu devletin en temel görevidir.

    Emre Er, bu ihtiyaçları sadece barınma ve yemek olarak sıralamış ama unuttuğu ( ya da bilerek koymadığı) bir ihtiyacımız daha var Maslow’a göre olmazsa olmaz olan. O da seks..

    (5)

    Bunu konuyu dağıtmamak adına koymadım. Ama sordunuz söyliyim. Modernizmin bir etkisi olarak insanlar geç yaşta evleniyorlar. Evlilik öncesi sekse karşı olanlara devlet evlilik nedeniyle yardım yapmalıdır. Tabi 18 yaşından sonra. Diyelim üniversitede. Devlet evlenicem diyorsa yardım yapmalı. Baya tutarlı oldum ama değil mi:)

    Açıkçası Maslow bu tespitinde haksız da değil. Türkiye üzerinden gidecek olursak, bakamayacağını, doyuramayacağını ve sağlıklı bir birey olarak yetiştiremeyeceğini bilmesine rağmen, temel barınma ve yiyecek ihtiyacını karşılamakta zorluk çeken bir çok aile “seks” ten vazgeçemiyor. T

    Seks = değildir çocuk. Yuh diyorum bu noktada.

    Şimdi “seks”in, güvenlik, barınma ve beslenmedeki yetersizliklere rağmen vazgeçilmez olması, acaba devlete ne türlü bir görev biçer sorusunun Emre Er’e çok samimi bir biçimde sorulması gerekir.

    Cevap yukarıda. Bunu da ayrıca yazmam güzel olacak aslında. Çok iyi noktayı tespit etmişsiniz.

    İkincisi, Maslow haklı olsa bile, bu sefer Devlet’in beyaz kadın ticaretine başlaması için bir Kamu İktisadi Teşebbüsü kurması gerekiyor ki burada da muhafazakâr arkadaşların ahlaki engeline takılıyoruz. Yani Maslow’u bilim haklı çıkarsa bile, ahlakımız Maslow’u haklı çıkaramıyor.

    Beyaz kadın ticaretine gerek yok. Evlenmeden işini görenlerle bir sorun yok zaten. Ama evlenemediği için seks yapamayanlara devlet çöpçatanlık yapmalı maddi destek sunmalı.

    bu akımların hepsi yeryüzünden silinip gitti; geriye ise bir tek liberalizm ve ona ayak uydurmaya çalışan yan ürünleri kaldı.

    Dünyada 30 çeşit liberalizm vardır. Hiçbirini bilmeseniz Neoliberalizm diye bir şey duymuşundur. Her ideoloji zamanla değişir.

    Temel çıkış noktanız çok sorunlu. Değişmemeyi iyi bir durum olarak almışsınız. Biraz diyalektik üzerine okumanızı tavsiye ederim.

    Seks mevzusu süper. Bu konuyu yazabilirim. Bence Türk insanının modernizm ve kapitalizm ile gelen en büyük sorunlarından biridir. Çözümü de sosyal devlettedir.

  4. Yazan:Hasan Tarih: Şub 22, 2009 | Reply

    Y. Oğur’un “militan demokrasi” anlayışının demokrasinin temel değerlerine uymadığını düşünüyorum.

    Aynı zamanda Ergenekon’u yaratan düşüncenin bir benzeri olduğu da ortada. Ergenekoncular ne diyor? “Vatan için vatanseverlerin yaptığı her şey, hukuk dışı da olsa mübahtır.”

    Bunun demokrasi için olanı da farklı bir anlayışı ve pratiği göstermez. Aynı kafa. Elbette ki sn. Oğur’un bu konudaki iyi niyeti tartışılmaz, zaten kendisinin Genç Siviller oluşumu içinde yaptıkları da takdire şayan. Ama bir kaç noktaya dikkat çekmek istiyorum:

    a- Hukuğun dışına çıkma durumuna ve bu durumda kullanacağımız aparatların tümüne (telefon dinleme, adam kaçırma, tevkif etme vs.) “X” diyelim.

    Hasbel kader elimizdeki bu muntazam güçle Kemalizm’i yerle yeksan ettiğimizi düşünelim.

    Bu bir devrim olur.

    Devrimin ertesi sabahı o elimizdeki “X” ne olacak?

    Kim o elimizdeki gücü artık gerek kalmadığı için bırakacağımızı garanti edebilir?

    Bu gücü kullanması için oluşturduğumuz örgütün devrimin ertesinde kendi yeni amaçları için faşizm estirmeyeceğini nereden bilebiliriz?

    Ergenekon da Komünizme karşı NATO tarafından kurulmuş ve eline güç verilmiş bir örgütün varlık sebebini yitirmesine rağmen elindeki gücü hala bulundurması ve bu gücü kendi düşünceleri doğrultusunda kullanmasıyla oluşmadı mı?

    b) Kemalist olmak suç mudur?

    Hayır, değil. Demek ki telefon dinlemeyi ve/veya buna benzer şeyleri meşru bir taban oturtacak bir şey yok elimizde. Faşist fikirlere de ifade özgürlüğü verilmeli.

    @ eg;

    Neye göre liberalizmin omurgasız olduğunu öne sürüyorsunuz? Amaç bu cümleyi kurak mı yoksa liberalizme saldırmanın getireceği “entelektüel görünümden” pay almak mı? Son dönemde bu moda.

    Peki liberaller neden başarısız?

    Bence bunun nedeni biraz insanların ön-kabulleriyle alakalı. Liberalizm; bir kimliksizlik durumu. Daha doğrusu; doğduğumuz toplumun dinsel, milli, coğrafi niteliklerine göre doğar doğmaz edindiğimiz grup kimliklerin ve bunun siyasete, diplomaside, düşünce dünyasında karşılık bulduğu hareketin bir anlamda tasviye edilmesi demek. Bunun yerine birey kültürünü koyuyorsunuz.

    İnsanlar için çoğu kez en önemli şey bir gruba ait olma durumudur. Liberalizm bu durumu yanlış görüyor.

    Bu “çatışmanın” sonucu liberalizmin başarısız olması.

    İşe bir de sosyolojik etkenleri eklemek gerekiyor.

    Şüphesiz bir toplumun birey kültürünü edinmesi felsefi bir tutum olmanın yanında sosyolojik bir durum da aynı zamanda.

    Zaten pek çok kavram, hatta bence demokrasinin kendisi de bir süreç işi.

    Toplumun “birey kültürüne” sahip olması belli sosyolojik evreleri geçirmiş olmasıyla ilgili bir durum..

    Gelelim muhafazakarlığa..

    Burada bir ayrım yapmak gerekiyor. Şöyle bir soru soralım:

    – Hrant Dink’in cenazesine gelen ve “Hepimiz Ermeniyiz” diye bağıran başörtülü kadın muhafazakar mıdır?

    İkinci bir soru:

    – “Yarın bile çok geç, hemen bu gece darbe olmalı, Türk ırkı üstündür” diye bağıran açık bir kadın çağdaş mıdır?

    Buradaki çelişki muhafazakarlığı kendi içinde ikiye ayırarak çözülebilir:

    a- siyasi muhafazakarlık:

    ikinci örnek-soru’daki kadının çağdaş diye adlandırılan görünümüne rağmen savunduğu değerlerin geriliği, yerelliği.

    b- yaşamsal muhafazakarlık:

    birinci örnek-soru’daki kadının yerel-geri olarak nitelendirilen görünümüne rağmen savunduğu değerlerin ilericiliği, evrenselliği.

    —-

    A ve B bir kişide aynı anda bulunabilir. Kişi hem siyasi hem yaşamsal anlamda muhafazakar olabilir.

    Ancak birinin içinde olup diğerine karşı olmak aynı anda mümkün.

    -Kendi yaşamında eşcinselliğe karşı olup, bunu yanlış bulup, eşcinsellerin ifade ve yaşam özgürlüklerini savunan biri yaşamsal anlamda muhafazakarken siyasi anlamda muhafazakar değildir.

    -Allah’a ve onun gönderdiğine inandığı bir dine inanmasına rağmen, başka kişilerin böyle inanmamasına ve “günah işleme özgürlüğüne” saygı duyan biri yaşamsal anlamda muhafazakarken siyasi anlamda muhafazakar değildir.

    -Açık giyinmesine, gayet yüksek eğitim ve gelir seviyesine sahip olmasına rağmen otarşist ekonomi ve politikayı benimseyen biri yaşamsal anlamda muhafazakar olmamasına -hatta karşı olmasına- rağmen siyasi anlamda muhafazakardır. Hatta iki kere muhafazakardır.

    A-çık giyinmesine, gayet yüksek eğitim ve gelir seviyesine sahip olmasına rağmen milliyetçiliği savunan bir kişi yaşamsal anlamda muhafazakar olmamasına rağmen siyasi anlamda muhafazakardır.

  5. Yazan:özlem Tarih: Şub 22, 2009 | Reply

    Ben yazıyı henüz tam olarak okumadım. Ama dayanamayıp bir şey sormak istedim. Diyelim ki darbe yaptmak üzere usulsüz işlere girdiğinden şüphelendiğiniz bir generalin ve çevresinin telefonunu dinlemek etik değil.
    Ya da belli koşullarda etik:
    Diyelim ki doğru dürüst çalışan bir güvenlik teşkilatı ve adam gibi bir yasal kurumların kararı ile dinleyebiliyorsunuz(ama buradaki durumda kurumlar sizden bizden, darbesever vs. gibi bölündüğü için kurumlara da güven kalmamış çünkü kurumların bizzat kendisi darbe girişiminde bulunuyor)
    Bir uyuşturucu ticaretine katıldığını düşündüğünüz mafya babasının da telefonu dinlenemez mi? Peki bu takibi yapması gereken yasal kurumlar bizzat bu ticaretin ortağı olmuşsa orada istisnai bir durum oluşmuş demek değil midir?
    Elbette ki varolan duruma göre çözümler üretmek zaman zaman haksızlık ihtimalini taşısa da gayri ahlaki ve omurgasızlık durumu degğildir bence.
    Biliyorum ki karşı siyasi akımlar da telefon dinler. Burada eleştirilmesi gereken benim bir suç işleme durumum olmadığı halde telefonumun dinlenmesi midir, yoksa sadece telefonumun dinlenmesi midir. Eğer ben silahlı bir güçle hukuk dışı yanlış bir şeyler yapmayı düşünen, buna yeltenen biri olduğum hakkında kuvvetli deliller olan biri isem helal hoş olsun dinlesinler. Ki zaten bu şekilde dinlenerk el-kaide vs. gibi örgütleri de yakalıyorlar. Ama hiçbir şekilde bununla ilgili bir emare kuşku vs. yokken şu muhalifler de aralarında ne konuşuyor hadi bir öğrenelim canına ot tıkıyalım mantığı ile hareket ediliyorsa bu yanlıştır. Dinlenen konuşmalar yine hiçbir şekilde suç teşkil etmez iken şantaj vs. amaçlı kullanılıyorsa bu da yanlıştır. Ama adam, hile düzen vs binbir dalavere ile bir çetenin kurtarılması için planlar yapıyor siz de bunun hakkında kuvvetli delilleriniz olduğu halde takibe almıyorsanız bu omurgalılık değil, görevi ihmaldir.
    Ha burada belki de asıl sorun bu planları yaptığı yolunda kuvvetli emareler olduğu halde gerekli birimlerin bu işe gözlerini kapatması sonucu bazı çevrelerin bile bile mahvolmaya direnmesidir ki bu da ideal değil ama mecburiyet halidir.
    İdeal olan çocuğuma uyuşturucu vermeye çalışan çetenin (bu konuda kuvvetli deliller de varsa) polis teşkilatınca takibe alınmasıdır. Ama bu görevi yapması gerekenler yapmıyorsa ben çocuğumu korumak için onun özel konuşmalarını dinlerim. Bu benim omurgasızlığım değil görevimdir. Eğer ben de böyle işlere bulaşma yolunda kuvvetli emareler veriyorsam yani şu kadına bak saçı başı bize benzemiyor muhakkak çok ta kötü biridirin ötesinde suç işleme yolunda bazı ciddi emareler taşıyorsam beni de güvenlik birimleri, o işini yapmıyorsa bir başka anne dinlemek durumunda kalır bu da ideal olan değil ama çocuğumun hayatı için doğru olandır.

  6. Yazan:dusunceler Tarih: Şub 22, 2009 | Reply

    Müthiş bir genelleme hatasına düşülmüş. Sanki Emre ER’in yazısına tüm muhazafalarlar katılıyormuş gibi sadece ondan hareketle bir değerlendirme yapılmış.

    Ben, illa tanımlama yapılmak gerekirse bir muhafazakar liberal sayılabilirim pek çok yönden. Ve aynı ben, Emre ER’in yazısına şu yorumumla karşı çıkmıştım:

    Başta yazarın kapitalizmden anladığı olmak üzere yazıya katılmadığımı belirtmek isterim. Kapitalist süreçlerle alakalı olarak pekçok bilgi yanlışı da var. Devlet kapitalizmi ile kapitalist teori ayrımı da yapılmamış.

    Liberalliğe yakın duruşa sahip birisi olarak açlara yardım konusunda “olmasın” diyenlerden değilim. Bunun “ne kadar fakir olanlara” yapılacağı konusu önemli bir liberal tartışmadır. Sanırım burada, “çalışamayacak kadar düşkün olan muhtaçlara/hastalara” şeklinde bir kıstas konursa çoğu liberal buna hayır demez. Bundan fazlası, nakdi 600 TL yardımdan çok da farklı etki yaratmaz. Kömürü, kirası ve yiyeceği/evi karşılanan dinç bir ‘fakir’in çalışmak için çok fazla sebebi kalmayacaktır. Bu biçimde bir sosyal politika “yan gelip yatmayı” nakdi yardım kadar teşvik eder. Yiyecek ve kömür gibi yardımlar sadece ve sadece bahsettiğim kıstasa uygun kişilere yapılmalıdır. AKP bu noktada ipin ucunu kaçırır nitelikte icraatler yapıyor görebildiğim kadarı ile.

    Gerçek açlara yapılacak hayati yardımları minimal bir devlette ve liberal ilkelere ket vurmadan da yapmak mümkün iken yukarıdaki gibi işçinin ezilmesinden girip kapitalist teori ile alakalı yanıltıcı kıyaslardan çıkmaya gerek yok. Sulandırılmış sosyalizm olan bugünün “sosyal devleti”, kapitalist teorinin meyvaları ile ayakta kaldığını unutmamalı. Ki bu hızla gider ise 20-25 yılda emekli maaşı ödeyemeyecek duruma gelecek pekçok AB ülkesi. Emeklilik yaşını sürekli yukarıya doğru çekilmeye çalışması ‘keyfe keder’ bir çaba değil. Tavuk kaz yumurtası yapamaz, yaparsa da Hakkın rahmetine doğru kanatlanır.

    Kapitalizm fakirlik getirmemiştir, zaten varolan fakirliği devralmıştır. (Şu verilere bakalım bir zahmet. Açlık ve piyasa ile alakalı şu yazı da okunmalı.)

    Ekonomik liberalizm işçiyi ezer lafı da tam bir safsatadır. Liberalizm o ezilen sömürülen işçiye “ezilmeme, sömürülmeme” özgürlüğünü de bahşeder. (Kapitalizmin sanayi devriminden sonraki ilk dönemi bizzat liberal teorinin kendisi ile çelişir. Devlet kapitalizmi-kapitalist teori diye ayırma sebebim de budur.)
    Gerçek manasıyla serbest piyasa (ekonomik ve siyasi) düzeninde ezilmek ve sömürülmek istemeyen bir işçi pekala bir dönüm arazi çevirerek medeniyetten ve kapitalizmden uzakta tamamen natural biçimde özgürce yaşayabilir. Liberalizmden başka hiçbir sistem insana bu özgürlüğü sunmaz.. (Zannederim hem nimetlerden yararlanmak hem de külfetine katlanmak istememek gibi bir sorunumuz dolayısı ile sıkıntı çekiliyor, başka birşeyden değil.)

    Ee, şimdi sadece Emre ER’i değil de komple bir kitleyi eleştirme genelleştirmesi çöpe gitmedi mi?

    İkinci olarak Mehmet ““Liberaller neden başarısız?” başlıklı yazıya cevap gönderilmiş olduğundan sözetmiş ama ona yönelik herhangi bir cevap göremedim ben yazıda. Sadece Emre ER’in yazısı eleştiri konusu olmuş, onu ben de eleştirdiğime göre hem başlık hem de kalan kısımda yapılan genelleme yanlış.

    Mehmet’in Liberalizm eleştirisine ben de şu yorumumla katkı sağlamaya çalışmamıştım:

    Liberalizmin en önemli sorunu yaygın olarak kabul edildiği gibi ekonomik teorisi değil “birey fetişizmi”dir. Ben konu siyasal ve ekonomik teoriler sözkonusu olduğunda “liberalliğe yakınım” diyorum ama “liberalim” diyemiyorum. “Liberalim” diyemeMemdeki en büyük sebebim de bu birey/özgürlük fetişizmindeki müphemlik ve liberal teorinin bu konuda herhangi bir tutarlı bakış getirememesinden kaynaklanıyor. Daha rahatsız edici olan ise liberalizmin böyle bir kaygıyı bile duymuyor oluşu. Demokratlık ile aralarında sorun da, ha keza. Toplumu ve ahlaki kaygıyı bu derece dışlayan/önemsemeyen bir siyasal düşünce bana hem sığ hem de tehlikeli geliyor. Bu kaygıya dair elimizde kesin bir çözüm reçetesi yok elbet ama liberaller bunun tartışmasına bile baştan kapıyı kapatıyorlar. Liberallik ile ayrıldığım en önemli nokta bu.

    Bir diğer nokta olarak da serbest piyasa ve rekabet ekonomisinin tüketimle besleniyor olmasının önünde -dikkat ekonomik olarak değil- ahlakî açıdan dengeleyici çabalar noktasında -teoriye halel gelecek diye- liberallerin kılını bile kıpırdatmaya yanaşmaması. Bu da ilk bahsettiğim çekince ile direk alakalı aslında. İnsanlığı zaptu rapt altına alalım, ahlaklı yapalım, tüketim konusunda bu derece çılgınlaşmasını zorla engelleyelim demiyorum; “zorlama” dışında yöntemlerle liberal ahlaka ilişkin daha sıkı kuramlar ortaya atılsın, tartışılsın diyorum. Ama görülüyor ki liberal ahlak denince serbet piyasanın ahlakı dayatmasına örnek için dile getirilen “müşterini kazıklarsan silinir gidersin, eşek gibi kaliteli mal yapmak zorundasın” şeklinde alakasız bir ahlak örneği veriliyor. Bu örnekte bahsedilen doğru bir yaklaşım ve bir ahlaki dayatım da içeriyor ama hem yeterli değil hem de bahsettiğim çekince ile direk alakalı değil.

    Muhafazakar liberaller din ekseninde bir ahlakı kuram oluşturmaya çabalıyorlar ama yeterli gelmiyor (çünkü dine inamayanlar da çok, ayrıca pekçok farklı din var); hem sayıları az hem de etkili değiller. Genel bir ahlakî duruş lazım, bir dayatma olmadan, ne ekonomik ne de siyasal bir müdahaleciliğe kapılmadan dünyanın birey/özgürlük fetişizmi ve daha çok tüketim-daha çok üretim-daha çok tüketim sarmalıyla palas pandaras yuvarlandığı meçhule ilişkin olarak kaygı duymak, kafa yormak lazım. Liberal teori çok önemli oranda refah yaratmıştır ama refah ‘herşey’ demek değil.

    Bunlara dair herhangi bir cevap var mı yazıda? Yok.

    Liberalizmin bittiğini iddia eden yok, tam aksine ben orada devam eden bir başka yorumumda “Tüm mahsurlarına rağmen -ki bunlar liberal teorinin kendi yetersizliğinden ziyade varoluşun sorunsalının büyüklüğünden kaynaklanır- elimizdeki en iyi teori, -hem siyaseten hem ekonomik açıdan- liberalizmdir. Her yönüyle çekiştirmeli ve eleştirmeliyiz ki daha iyisine evrilmesine katkımız olsun.” demişim.

    Liberal arkadaşlar, liberalizmin eleştirilemez bir dogma haline gelmesini istemezler zannederim, değil mi? O halde sadece tek bir örnek yazıdan hareketle “örnek vaka” diyerek genelleme ve liberalizmden de daha eski ve halen kitleler nezdinde daha canlı olan muhafazakarlığı, omurgasızlıkla suçlamak gibi ağır bir tanımlama hatasına düşmemeliler.

  7. Yazan:Tarik Tarih: Şub 22, 2009 | Reply

    Yazıda ilk olarak, Emre beyin hükümetin kömür-yiyecek yardımlarına Maslow-sosyal devlet ekseninde olumlu yaklaşımının tutarsızlıkları eleştirilmiş. Bir diğer örnekteyse Yıldıray Oğur’un Ergenekon operasyonlarına kişi hak ve özgürlüklerini liberal perspektifle savunulamayacak derecede kısıtlamak pahasına verdiği destek…

    Şu tespiti yazının ana temasını verdiğini düşündüğüm için alıntılıyorum:

    Yukarıda bahsedilen çelişkili durum ise, makalenin başında bahsettiğim “doğruya” göre kılıf-gerekçe uydurma yanlışına bizi yeniden getirmekte. Belirli ve tutarli fikir akımlarından yola çık(a)mayıp, sadece “gerçekleşmiş olanı” (yani sosyal yardımları) aklama çabaları, belki post-modernizmin bize hediye etmiş olduğu bir tutum olabilir.

    Doğruya göre kılıf-gerekçe uydurma“, tutarlı fikir akımlarını eksen almayarak sadece “gerçekleşmiş olanı aklama çabaları” gibi bir eleştiriyi anlamlı buluyorum.

    Ancak yine de anlamlandırmakta zorlandığım bunun neden kabaca şu post modernist siyaset meselesiyle ilişkili görüldüğü:

    Daha ileriki tartışmaları açmak için, “ideolojik omurgasız” bireylerin tipolojisini net olarak çizmek gerekiyor. Bu kişiler, değişen dünyaya karşı ayak uydurmanın belirli bir tutarlı çizgide ilerlemesini gereksiz bulurlar. Nihayetinde doğru olan, gerçekleşen olgudur. Yani eğer bir şey gerçekleşmişse, artık o bir doğrudur ve bu doğruyu savunmak ve hatta ona uymak için anlamlı-anlamsız, mantıklı-mantıksız, tutarlı-tutarsız gerekçeler sunmak (veya uydurmak), bu kişiler için bir gereklilik teşkil eder

    Eğer bir “hata”, “sapma” görüyorsak, neden-sonuç ilişkileri ekseninde olaya, doğru sorular sorarak yaklaşmalıyız diye düşünüyorum.

    “Gerçekleşmiş olanı aklama çabaları” eski bir entelektüel gelenekten kaynaklanır ve herşeyden önce bir iktidar problemidir. “Nihayetinde doğru olan, gerçekleşen olgudur. Yani eğer bir şey gerçekleşmişse, artık o bir doğrudur” gibi önkabulden yola çıkıldığında aklıma post-modern döneme gelmezden çok önce, modernitenin ilk rölatif uğrağında öne çıkan şu Hegel’ci savsöz geliyor: “Gerçek olan herşey rasyonaldir, ya da rasyonal olan herşey gerçektir

    Prusya tipi diktatörlükleri olumlamak için “devrimci”, Engels’in tabiriyle “devlet profesörleri” bu savsözün ima ettiği rölativiteye sığınıyorlardı. “Feurbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu”ndan bir pasaj:

    The volume before us carries us back to a period which, although in time no more than a generation behind us, has become as foreign to the present generation in Germany as if it were already a hundred years old. Yet it was the period of Germany’s preparation for the Revolution of 1848; and all that has happened since then in our country has been merely a continuation of 1848, merely the execution of the last will and testament of the revolution.
    Just as in France in the 18th century, so in Germany in the 19th, a philosophical revolution ushered in the political collapse. But how different the two looked! The French were in open combat against all official science, against the church and often also against the state; their writings were printed across the frontier, in Holland or England, while they themselves were often in jeopardy of imprisonment in the Bastille. On the other hand, the Germans were professors, state-appointed instructors of youth; their writings were recognized textbooks, and the termination system of the whole development — the Hegelian system — was even raised, as it were, to the rank of a royal Prussian philosophy of state! Was it possible that a revolution could hide behind these professors, behind their obscure, pedantic phrases, their ponderous, wearisome sentences?

    http://www.marxists.org/archive/marx/works/1886/ludwig-feuerbach/ch01.htm

    1848 Alman Devriminin nedenleri, devrime katılan sınıf ve zümrelerin talepleri ve devrimin vardığı nihai noktanın (prusya dikatörlükleri) bu bağlamda iyi incelenmesi ve tartışılması gerektiği kanısındayım. Fikir verici bir başlangıç için:

    http://en.wikipedia.org/wiki/Revolutions_of_1848_in_the_German_states

    Soru şu: Liberal perspektif, mevcut iktidar-iktidarlar karşısında nasıl konumlanmalıdır? Yukarıda yazar tarafından verilen örneklerdeki sapmaları açıklayacak “belirleyici etken” post modern bir “everything goes” yaklaşımı mıdır, yoksa cevap mevcut iktidarın kimliği ve hedeflediklerinde mi yatmaktadır? Birçoklarımızın “doğruluk” perspektifini bırakarak, yazarın iddia ettiği gibi “gerçekleşmiş olana kılıf uydurmaya” yönelten asıl etken hangisidir?

    Birinci örnek: Eğer 27 Nisan seçimlerinde sandıktan, kimi kesimlerin beklediği gibi yüzde 40’ları bulmuş bir CHP-MHP koalisyonu çıksaydı ve bugün devlet kurumlarında başka bir kanat tasfiye ediliyor olsaydı, tarafların yaklaşımı nasıl olacaktı? “Kanunsuz telefon dinlenebilir mi” sorusunun cevabını samimiyetle verelim..

    İkinci örnek: Kömür-yiyecek yardımları devlet eliyle başka bir hükümet tarafından gerçekleştiriliyor olsaydı aynı yaklaşımları, benzer kalemlerden okuyabilecek miydik? Cevabımız evet ise bugün, CHP’nin türban açılımı ya da adaylarının belediyeler eliyle yoksul ailelere yönelik para yardımı programları neden, hicvediliyor, hiç destek bulmuyor?

    İlginçtir, 1848 sonrası Almanya, bize aynı anda hem Prusya tipi “polis” hem de “refah” devletini verdi. Bu ikisinin biraraya gelmesi de aslında pek tesadüfi değildir. Diktatörlüklerin popülist (“halkımızın ihtiyaçları”) ve kozmopolitizm karşıtı plebyen (“o monşerler beni anlamaz”) karakterleri bu bağlamda tekrar düşünülmelidir. Eğer, tabi kendimiz “liberal” addediyor ve bu ideolojik kimlikte ısrar ediyorsak. Yoksa bir “milliyetçi”, “sosyalist” ya da “siyasal islamcı” için bu tip “ilke” sorunları mevcut iktidarın kimliğinden bağımsız olarak ele alınamaz. Dolayısıyla onları böylesi sorulara muhatap etmekte bir o kadar anlamsızdır.

  8. Yazan:Alper Akalin / 3H Tarih: Şub 22, 2009 | Reply

    Şİmdi toptan bir cevap göndereyim.

    @EG

    eg, Liberalizmin omurgasızlıgından ne kastediyor bilmiyorum ama benim omurgadan kastettiğim şey belirli, tutarlı ve insan hak ve özgürlüklerini teminat altına alan bir düşünce iskeleti. Ve liberal omurga, öylesine sağlamdır ki, EG’nin aksine, bu omurgaya sahip cıkan yan ideoloji(msi)ler ancak liberalizm sayesinde devamlılıgını sürdürebilirken (muhafazakarlık & sosyal demokrasi), liberalizmi toptan reddedip, liberaleri hain olarak yaftalayanlar ise tarih sayfalarından silinip gitmişlerdir. (faşizm, ortodoksi sosyalizm)

    @ Emre Er

    Benim seksten bahsettiğim şey evlenmek değil. Benim seksten bahsettiğim şey, onsuz yaşayamacak olan bireylerin bu ihtiyacını karşılamak için devletin ne yapması gerektiği? Para versin derseniz, çelişkiye düşmüş olursunuz zira siz önceki yazılarınızda Kemal Kılıçdaroğlu’nun para vermesini eleştirmiş, ihtiyacı olana yiyecek ve barınma saglamasını devletin yerine getirmesi gerektiğini savunmustunuz. Bu paradigmanıza göre, devlet maddi yardımda bulunmamalı, bizzat ihtiyac sahibi ile ilişkiye girecek bay/bayan temininde bulunmalıdır.

    Ya da, klasik bir biçimde sonuçtan yola çıkarak zorladıgınız ilkelerin yeni bi çelişkisi ile yeniden karşı karşıyasınız.. Zaten yazımda da, bu tutarsızlıktan sık sık bahsettim

    @ Dusunceler

    Aslında bu yazı Mehmetten çok Emre Er ve onun gibi dusunen muhafazakarlara cevaben yazıldı. Mehmet’e sadece ufak giydirmeler var. Özellikle son paragraflarda. Ama tabi ki yeterli değil, mehmete daha geniş bir cevabı Liberalizm’i bitiren Demokrasi mi? yazımda vereceğim.

    Ama şurada genel olarak “muhafazakarlık” ideolojisine bir eleştirimi sunayım. Burada muhafazakarlardan kastettiğim şey, dindar kişiler değil. Zira bütün kişiler elbette farklı düşündüğünden, hepsini kollektivist bir mantıkla aynı tefe koymak yanlış.

    Ama türkiye muhafazakarlığı ile dünya muhafazakar ideolojisinin ortak noktalarından hareketle basit bir “muhafazakar” prototipi tanımından eleştirilerimi genişletebilirim.

    Benim bu yazıda bahsettiğim “muhafakar” tipolojisi, kendisinin doğru saydığı “düzen” ve “ahlak” gibi olguların toplum nezdinde geçerliliğini ve devamlılığını isteyen bir insan modelini içerir. Bunu başarmak için de tutarlı/tutarsız her fikre atlayan ve bir gün akken diğeri kara diyebilmekten hicap duymayan bir kişiyi gözünüzün önüne getirin.

    Tabi burada dindarlık ile muhafazakarlık arasındaki farka da vurgu yapmakta fayda var.. İlki sadece sosyal hayatını dini kurallara göre tanzim etemye çalışan bir birey, diğeri ise dini referans alsın veya almasın, şu ana kadar tutturmuş olduğu düzeni bir şekilde devam ettirmek ve yeniliğe karşı şüpheli duran bir siyasi duruş biçimi. Sizin ikincisiyle baştan aşağı bir alakanız yok; şayet sizi iyi tanıyabilmişsem:) Ben sizi dindar bir liberal olarak görüyorum sayın SD:)

    Muhafazakarlık analizine, Türkiye üzerinden devam edecek olursak, refah partisinin iktidar olduğu yıllarda “islamizm”den etkilenerek bir düşünce haritasına sarılmış olan muhafazakarlar, liberalizm ve demokrasi kavramlarını pek umursamıyorlardı. 28 şubattan sonra, özgürlük kazanımlarının elzem olduguna inandılar ve liberal fikriyata sempati ile yaklaştılar. İktidara geldikten sonra ise, “burada bizim borumuz” öter düşüncesi, liberalizm ile araya bir takım mesafeler koyuldu. Ve şimdi “egemen” muhafazakarların devletçi damarı kabararak, bir “sosyal devlet” saplantısına doğru kayan bir meğil saptamaktayım. EE tabi bu da, iktidarda kalmak için halkı “devlet hizmetleri” ile etkilemek misyonunu arkasında barındıran bir tutum. “Kamu tercihi okulu” teorisinin de çok güzel açıkladığı gibi, oy maksimizasyonu için devletin etki alanı maksimizasyonunu saglamak.

    Liberal Düşünce Topluluğu bu haftasonu İstanbulda bir hürriyet mektebi düzenledi. Atilla Hoca burada çok güzel bir şey söyledi:

    ” Muhafazakarlar, gelenek ve düzenin devamı için her an konum değiştirebilirler. Şayet kendi düzenlerine ,temel hak ve özgürlüklerin karşıtı bir fikir daha çok hizmet ediyorsa, başkaları pahasına bunları savunmayo sürdürmeyi de ilke edinirler”.

    Benim de bu yazıda detaylarını değil ama pırıltılarını sunmuş olduğum arguman bu idi. Siz zaten bu gruba dahil değilsiniz ama genel olarak çizdiğim “muhafazakar” tanımına uyan kişiler üzerinde benim izlenimim bu yönde.

  9. Yazan:özlem Tarih: Şub 22, 2009 | Reply

    Halen yazıyı okumadan yorum yapmak gibi bir durumda olmamam rağmen benim ikinci itirazım ise şu noktadan. bu konuda yorum yapan insanlarin bazı başka durumlarla arada ilinti kurduğunu görüyorum. Mesela bir suçu engellemek için işkence yapılır mı? adam kaçırılır mı gibi? Bu da acayip bir suçu açığa çıkarmak için normal hayatlarda hiçbir zaman uygulanmaması ama belli durumlarda uygulanabilecek kanuni yöntemler vardır. Zanlıyı takibe alır, telefonunu dinler ya da gözaltına alır sorguya çekersiniz. Belli bir süre hürriyet hakkına el konulmuş, özel alanına girilmiş olur. (ama tekrar ediyorum bunları yapması gereken aslında yasal kurumlardır. Ha bizde yasal kurumlar darbeciliği suç görmüyor olabilir o ayrı)
    Ama zanlıya işkence etmek kaçırmak vs. gibi yöntemler hiçbir zaman yasal bir araştırma yöntemi değil. Telefon dinleme ,adam kaçırma diye arka arkaya sıraladığımızda sapla saman iyice karışıyor.

  10. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Şub 22, 2009 | Reply

    Yazıyı dört gözle bekliyordum.Zira,Mehmet Yılmaz’ın makalesine(cevaben gelen yorumlarda)ayrıntılı bir yazıyla karşılık verileceği belirtiliyordu.Dolayısıyla çok verimli bir tartışmaya tanıklık edeceğim diye bir hayli heveslenmiştim.Ancak belirtmeliyim ki,yazı bu anlamda beklentilerimi karşılamaktan çok uzak ve bende büyük bir hayal kırıklığı yarattı.

    Birincisi “düşünceler”rumuzuyla tartışmaya katılan katılımcı dostumuzun da değindiği gibi çok genellemeci yargılar var.Yazının ana fikri liberalizm tartışmasına verilen bir yanıt olmaktan çok,Emre Er’e verilen bir cevap mahiyetinde.Oysa Emre Er’in yazı serisi pekçok kişi tarafından eleştirildi;hem okurlar hem de DD yöneticileri tarafından.Üstelik en sert tepkiler Alper Akalın’ın muhafazakar olarak muhatap aldığı kesimlerden geldi.Dolayısıyla Emre Er’in yazı serisini farklı görüşte olan kesimleri bağlamadığından,muhafazakar kesimleri bu değerlendirme üzerinden yargılamak bana göre objektif bir değerlendirme olamaz.Objektif olmadığı gibi adil bir eleştiri de olamaz.

    İkincisi bir husus başlığın çağrıştırdıklarıdır.Bence basitçe “omurgasızlık”la suçlama en iyimser tanımla bir talihsizliktir.Şayet bu tanım ideolojik tutarsızlığın bir karşığı ise neye göre omurgalı veya omurgasız?Yok,omurgasızlıktan kasıt farklı görüşlere duyulan tolerans ve esneklik ise en başta liberal düşüncenin kendisi ve savunucuları acaba bu anlamda ne kadar omurgalı olabilirler?Nedir kriter?Dolayısıyla omurgasızlık suçlaması oldukça muğlak kalmıştır.Sadece kendi inanmış olduğu ideolojiyi mutlak doğru ve aklayıcı bir çaba olarak görüyorum.Zira,zorlamacı bir mantıkla farklı görüşlerin önüne kırmızı çizgiler çıkarılmıştır.”Bakın biz liberaller şu şu konuda tabuları aştık ama sizin açmazlarınız var” demeye getirilmiş basitçe.Ki bu bana göre bu tür argümanlar basit birer tuzak olmaktan öteye geçmez.Yani kısacası bazı hassasiyetlerinden yola çıkılarak muhazakarlar köşeye sıkıştırılmak istenmiş.Oysa ülke gerçeklerimizi dikkate aldığımızda,henüz aşamadığımız tabu ve kırmızı çizgilerin bu alanla sınırlı olmadığını anlamak eminim hiç de zor olmayacaktır.Şöyle ki:

    Siz,muhafazakarları eşcinsellerin sorunlarına ilgisiz kalmakla,cinsel tabulara sıkışmış kalmakla suçlayan liberaller(ya da kendinizi öyle tanımlayanlar)!Örneğin bir şeriat düzeni ya da bağımsız bir Kürdistan devletini talep eden kitlelerin görüşlerine nasıl yaklaşıyorsunuz?Öyle ya doğru veya yanlış varoluşunu,doğuştan sahip olduğu hakları böyle dile getiren,kendilerini bu şekilde gerçekleştmek isteyen hatırı sayılır bir kesim var?Ne diyorsunuz,bu da en doğal bir taleptir diye cesaretle savunacak mısınız,yoksa onların adına karar vererek daha “akılcı”yolları mı önereceksiniz?Madem düşünmede,talep etmede,mutlu ve tatmin olma araçlarını aramada her birey özgür o halde bir görüş belirtin liberal olarak bu konuda ne nasıl bir duruş gösreceksiniz.Anlayalım mesala omurgalılığın ölçü ve sınırlarını…Ayrıca çok eşliliğe ne diyorsunuz,nasıl değerlendiriyorsunuz…Kominizmi,faşizmi de bir özgürlük biçimi olarak mı ele alıyorsunuz yoksa topluma zararlı diye onların adına başkaları mı karar vermeli?Eğer bütün bu engelleri,tabuları,kırmızı çizgileri aştığınıza beni ikna ederseniz,söz fikirlerinize saygı duyup sizden özür dileyeceğim.Ama yok,”sen ne diyorsun,ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu,şimdi bu uç söylemlerin zamanı mı?”mealinden bana tüm bunların henüz zamanı gelmedi diyorsanız,size yine hak veririm.Çünkü biliyorum ki içinde bulunduğumuz süreç bunları özgürce konuşup tartışmaya henüz müsait değil.Ve böyle olduğu için de lütfen birilerini sınayarak omurgasızıkla suçlamaktan vaz geçin derim.

  11. Yazan:özlem Tarih: Şub 22, 2009 | Reply

    Muhafazakarlar şudur budur gibi bir sınıflama yapmadan önce muhafazakarlığın ne olduğunu tanımlamak gerekir. Eğer muhafazakar olmak var olanı her şartta muhafaza etmeye çalışmak değişime karşı durmak ise bu ülkenin gerçek manada muhafazakarları resmi devlet ideolojisine sahip olanlar başta olmak üzere bir solcu da olabilir bir liberal de, bir dindar da.
    Yok muhafazakarlık liberal literatürde “dindar” olmak gibi bir manaya geliyorsa itiraz ederim bence iyi bir dindar ile muhafazakarlık çelişkili kavramlardır. her şeyden önce varolana karşı itiraz etmek olanı olduğu gibi kabul etmektense değişmeye, dönüştürmeye daha iyi, adil ve insanca olana ulaşmaya çalışmak için hal çareleri aramak (yani sorumlu bir Müslüman olmak) pek muhafazakarlık ile bağdaşmaz. Ama illaki derseniz muhafazakarlık hayatında inandığını söylediği dinin değerlerini referans almak bu dine ait ahlaki ve ameli değerlerden taviz vermemektir, bu durumda da bir “muhafazakar” omurgasız olacak son kişidir. Herkesten çok tutarlıdır çünkü tutarlı olabileceği değer sistemi vardır. Mesela eşcinsel evlilikleri savunurken çok eşli evliliklere karşı çıkmak gibi kendi içinde de dışında da tutarsız bir duruma sahip değildir. Bu bağlamda liberal batılı ülkeler feci tutarsız söylemeliyim.:)
    Öte yandan bana göre eğer devlet diye bir şey olacaksa zekatın dağıtımı ve kullanımından mesuldur. Zekat aslında benim götürüp komşunun eline verdiğim bir şey değildir. Ve evet fakir insanların asgari yemek, sağlık, hatta evlilik ihtiyaçları da bu zekat fonundan karşılanabilir. Peki zekat öyle üç beş dini duyguları güçlü insanın sadece gönül rızası ile verdiği bir şey midir? Hayır o zaten Müslümanların vermesi gereken bir şeydir. Yani eğer burada eleştiri konusu dindarlar ise “siz kendi gönüllü vermeniz gereken bir şeyi bırakıp bizim vergilerimizden yoksul doyuruyorsunuz dolayısı ile hırsızlık yapıyorsunuz” gibi bir mantık da hakkaniyetli değil çünkü bir dindar açısından olması gerekeni belirleyip sonra da kendi belirlediğiniz doğru üzerinden ipi çekiyorsunuz.

    bir de şu var bu yardımları dağıtan AKP lilerin böyle bir yardımı yapması ve bunu savunanların durumu omurgasız olduklarını göstermez. Onlar zaten yapılması gerektiğine inanıyor. Ve bu yardımların halka yol olarak dönmesi ile kömür yardımı olarak dönmesi arasında bir fark yok onların gözünde. Katılmayabilirsiniz ama katılmadığınız bir şeyin savunusu omurgasızlık alameti değildir. Omurgasızlık şudur yarın bu insanlar iktidardan düştüğünde başka bir parti gelir aynı yardımları yaparsa ve bu insanlar ciyaaak böyle bir yardım yapman yanlıştır ayıptır günahtır vs. derse o zaman tutarsız olurlar.

    peki şunu mu söylemek istiyoruz. Tüm yardımları keselim, olabilecek en az sınıra çekelim hepimiz için en iyisi bu.(valla gözünüz kesiyorsa yapın. Böylesi ‘omurgalı’ bir sistem kendi merhametsizliğinin semeresini de en kısa zamanda biçecektir)

    Bir de sekssiz yaşayamamak yemeksiz yaşayamamak gibi bir şey midir? Öyle ise Katolik inancını taammüden din adamlarını öldürmeye teşebbüsten suçluyorum:) Evlilik gibi bir derdi olmayanların böyle bir sorunu yok sanırım evlenmek için ise devletin böyle bir yardımı son derece insani olurdu ama yine de bu yardımı yiyecek ve sağlık yardımı ile bir tutamam. Böyle bir benzetme de sadece demagoji gibi geldi bana. Mesele ihtiyaç değil yaşamsal ihtiyaçlar (yoksun kaldığınız da ölmenize sebep olabilecek cinsten). Bu durumda da tabi ki bir öncelik sıralaması olacaktır.

  12. Yazan:eg Tarih: Şub 22, 2009 | Reply

    pardon benim yazacağım yazı “liberal omurgasızlık ile nereye kadar” olacaktı düzeltmek isterim.

    liberal omurgasızlık deyince kısaca ne kast ettiğimi söyleyeyim. gerek burada , gerekse de başka platformlarda liberallere getirilen eleştirilerde liberaller genelde canhıraş bir savunma pozisyonuna geçiyorlar. sizin yaptığınız eleştiri hemen “saldırma” olarak değerlendiriliyor. etyen mahçupyan’ın yaptığı eleştiriler de atilla yayla tarafından benzer bir şekilde adlandırılmıştı. bakın kimse kimseye saldırmıyor. ben bir ideolojikolik değilim, herhangi bir ideolojiye “bağımlı” değilim. herhalde sizin bağımlılığınız yapılan eleştirileri saldırmak olarak gösteriyor.

    ikincisi bir liberalizme bir eleştiri getirdiğinizde hemen, o eleştirinize çeşitli kulplar takılıyor. mesela ” bu sizin sözünü ettiğiniz kıta avrupası liberalliğidir halbuki ben anglosakson liberalliğini savunuyorum, en hakiki gerçek liberallik odur zaten”…ya da liberallerin modernlikten beslenmelerine mi itiraz ettinz, hemen postmodernlikle suçlanıyorsunuz. halbuki modernizmi ve modernliği eleştiren sadec epostmodernistler değil. mesela amerikanın liberalliğini eleştiriyorsunuz, o zaman da ben anglosakdson liberalliğin ingiltere versiyonua meftunum, başka liberalizm tanımam cevabını alıyorsuunz. benim çocukluğumda bir çizgi film vardı. oradaki çizgi film karakteri değiş tonton der ve hemen bir başka şekle girerdi. liberallik de öyle birşey. yaptığınız eleştiriyi asla kabul etmezler. hemen değişip bir başka pozisyon alırlar. onların vicdansız kapitalizmini mi eleştirdiniz, efendim rawlscu verisyonları vardır, liberalizm adam smith ya da hayek’ten ibaret değildir ki…rasyonelliğe bağımlılıklarını eleştirirsiniz o zaman da humeci, lockeci duyumcudurlar rasyonel değildirler ki. ama insanın bilgi kaynaklarıın aynen aydınlamacıların yaptığı gibi kısıtlayarak insanın aşkınla, içkinle ve ötekiyle bağını koparıyorsunuz diyorsunuz, o zaman da başka bir versiyondan bahseiyorlar. bir ideoloji olarak (mesela sosyalizm içinden) eleştirirseniz, hemen başka bir şekle bürünüveriyorlar. benim için bunların hepsi ayrı…liberalizmi en çok nereden eleştirdiğimi çeşitli yazılarımda yazdım. atilla yayla’nın etyen mahçupyan ile tartışmasında düştüğü komik garabeti de görmekten doğrusu hicap duydum. bir ideolojinin ajentesi olmak geçrekten insanı komik ve trajik pozisyonlara düşürüyor besbelli. ama ben etyenmahçupyan’ın liberalizme getirdiği eleştirilerin çoğuna katılmakla birlike onun ontolojisinde geldiği noktayla çok temel noktalarda ayrılıyorum. ama bu eleştirileri yaptığüınızda da efendim liberalizmin onca yıllık birikimine saygısızlık ediyor görmezlikten geliyormuşuz. efendim benim savunduğum ontolojinin birikimi insanlık tarihi kadar eski diyorsunuz, o zmaan da hayalci oluyorsuunz. sonuçta bir liberalle tartışmanın çok zor olduğunu yakinen biliyorum. çünkü bir liberal bu dünyadaki hiçbir sorunun liberalizm kaynaklı olduğuna ikna olmaz. edemezsiniz. onlar kusursuzdurlar, son kriz de zaten devletçiliğin krizidir kapitalizmin ya da liberalizmin değil! avrupanın ötekiyle yoğunlaşan karşılaşmalarında onu gettolaştırması da asla liberalizm ile açıklanamaz. liberalizm herkesi özgür kılmak üzere gökten zembille inmiştir çünkü. velakin doğudan mı eleştiri yaptınız değiş tonton doğuya doğru…batıdansa değiş tonton batıya doğru! yani liberallerin kendi omurgaları sandıkları şey onları tam da omurgasız yapıp yerlerde süründüren şey aynı zamanda (metafor kullandım kimse kişisel algılamasın!)
    neyse daha uzun bir eleştiriyi başka bir yazıya saklamak üzere….

  13. Yazan:emre er Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    @ Emre Er

    Benim seksten bahsettiğim şey evlenmek değil. Benim seksten bahsettiğim şey, onsuz yaşayamacak olan bireylerin bu ihtiyacını karşılamak için devletin ne yapması gerektiği? Para versin derseniz, çelişkiye düşmüş olursunuz zira siz önceki yazılarınızda Kemal Kılıçdaroğlu’nun para vermesini eleştirmiş, ihtiyacı olana yiyecek ve barınma saglamasını devletin yerine getirmesi gerektiğini savunmustunuz. Bu paradigmanıza göre, devlet maddi yardımda bulunmamalı, bizzat ihtiyac sahibi ile ilişkiye girecek bay/bayan temininde bulunmalıdır.

    Sorun bay bayan temini değil. Öyleyse devlet burada çöpçatanlık yapar, bulur. Kaldıki fahişe temini sorunu geçici çözer. Çözüm çöpçatanlıktır. Ayrıca maddi destek sadece nakit değildir. Kömür yiyecek gibi yine temel ihtiyaçları karşılayarak evliliğin sürdürülmesine katkıda bulunulabilir.

  14. Yazan:Yavuz Yiğit Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    Yazılan koca makaleye verilecek tek bir cevap var “SEKS BİR İHTİYAÇ DEĞİL LÜKSTÜR”.Emre Er’in makalelerinden çıkarttığım ve kendi düşüncemle de uyuşan şey devletin vatandaşların en temel ihtiyaçlarını karşılaması gerektiği..Devlet vatandaşının hayatta kalmasını sağlamalı.
    Bana göre Maslow Seks konusunda çok yanılıyor.
    En alt basamağa bir bakalım;
    Yemek olmadan açlıktan ölürüm,
    ısınmassam soğuktan hasta olur ölürüm,
    giyinmessem üşütür ölürüm,
    sususluktan,havasızlıktan,uykusuzluktan ölürüm
    SEVİŞMESSEM ise masturubasyon yaparım bu kadar basit.

  15. Yazan:emre er Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    Seks konusunda Özlem Hanım’ın yorumu sonrasında bir konunun daha farkına vardım. Nasıl da gözden kaçırmışım?

    Ben ne diyorum? Temel ihtiyaçlar yokluğunda kişinin hayatının tehlikeye girdiği ihtiyaçlardır. Seks yokken hayatım tehlikeye girmiyor ki. Bu açıdan temel ihtiyaç değildir. Sıralamada arka olmalıdır.

    Eyvah şu anda bir önce söylediğimi düzelttim. Ne olacak şimdi? Doğrusu yanlış bir fikir ifade edip ondan dönmenin benim açımdan hiçbir sakıncası yok.

    Ama Maslow seks için temel ihtiyaç dedi. Bu noktada satarım Maslow’u. Yanlış demiş. Emre’nin ihtiyaçlar hiyerarşisi olsun bundan sonra. Bu kadar basit. Bir kişiden yararlanıyorum diye her dediğini kabul etmek zorunda değilim. Nasıl serbest piyasayı savunurken kömür, yiyecek de dağıtılmalı diyorsam Maslow’dan bir konuda yararlanırken, onu da eleştirebilirim.

    Bir başka nokta daha. Bir ideoloji taraftarı olmak onu herşeyi ile kabul etmekse ben liberal değilim. Ama bence böyle olamaz. Bu din midir, bir hükmü reddedince hepsini reddetmiş oluyorsun.

  16. Yazan:Alper Akalin / 3H Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    Yazılan koca makaleye verilecek tek bir cevap var “SEKS BİR İHTİYAÇ DEĞİL LÜKSTÜR”.

    İşte benim de bahsettiğim iki yüzlülük budur. Ahlaki olarak dogru kabul edilen seyleri, maslow ihtiyacları teorisi kılıfı altında dogruymus gibi gostermeye calısmak.

    Soru su: Madem maslowun hiyerarşisinde yer alan yemek ve barınmanın temel ihtiyac oldugunu kabul ediyorsunuz da, seksi neden kabul etmiyorsunuz? En nihayetinde dediğim noktaya geliniyor; dogrularınızı subjektif ahlaka göre belirleyerek, bir paradigmanın işinize gelen yönünü alıyor, tutarlılıgı ve bütünlüğü bozacak olmasına ragmen, işinize geleni almıyorsunuz.

    Omurgasızlıktan kastettiğim budur..

    Diğer sorulara da cevap geliyor. Özellikle Aziz Yılmaz Beyin sorusuna..

  17. Yazan:blue Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    Yazar omurgasızlığı nasıl tarif etmiş bakalım:

    Daha ileriki tartışmaları açmak için, “ideolojik omurgasız” bireylerin tipolojisini net olarak çizmek gerekiyor. Bu kişiler, değişen dünyaya karşı ayak uydurmanın belirli bir tutarlı çizgide ilerlemesini gereksiz bulurlar. Nihayetinde doğru olan, gerçekleşen olgudur. Yani eğer bir şey gerçekleşmişse, artık o bir doğrudur

    Peki neden liberal olmalıyız sorusuna da şöyle cevap veriyor:

    Ve geriye dönüp baktığımızda görüyoruz ki, bu akımların hepsi yeryüzünden silinip gitti; geriye ise bir tek liberalizm ve ona ayak uydurmaya çalışan yan ürünleri kaldı.

    Eh omurga da hafif “S” şeklindedir; yoksa ona düzleşme diyorlar, o da iyi bir şey değil.

  18. Yazan:MY Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    Sevgili Alper Kardeşim,

    Ne yazık ki yazında ve haliyle bu makalenin sunduğu düşünme şeklinde bir çok “precision – teknik hassasiyet” hataları var.

    “Çağın popüler siyaset paradigması “post-modernizm”in dayatmış olduğu “ilkesiz” ideolojik ( ya da ideolojiksiz) duruş, kendini sadece entelektuel duzeyde değil, aynı zamanda reel politik alanında da göstermekte.”(AA)

    Post-modernizm neden böyle bir şey dayatmış olsun? Stalin’in komünizmi, Hitler’in milliyetçiliği, Humeyni’nin “islamcılığı” aynı kapıya çıkıyorsa, devrimler kanla bitiyor, devrimciler ertesi gün muhafazakâr oluyorsa insanlığın artık akıllanması gerekmez mi? “Solcu” kemalistler her kezden daha fazla “muhafazakâr” değil mi?

    “artık kim liberal, kim sosyalist, kim muhafazakar kim ilerici birbirine girmiş durumda. Böylesine bir ortamda, pragmatist; yani duruma göre renk ve içerik değiştirebilen ama nihayetinde kendi içerisinde tutarsız fikir akımları ile söylemlerini sürdürenlerin sesi de daha çok çıkıyor haliyle.”(AA)

    Büyük yanılgı içindesin, Türkiye’nin insanları liberal veya sosyalist veya muhafazakâr değil ki. Sen bir sınıfın asla diğerine karışmayacağı önkabulü ile hatta imanı ile düşünüyorsun. Bu siyasî renkler kullanılmamış bir suluboya kutusu gibi durmuyor Türkiye’de. Daha çok Monet’nin bir tablosunu canlandır gözünün önünde. Alevî aileden gelen bir kadın mühendis’in ateist ve eşcinsel olduğunu varsayalım. Bu kadını hangi kategoriye koyacaksın? Bu kadının kimliği nedir? Belki bazı konularda muhafazakârdır, meselâ Cem evleri’nin ihyasını istiyordur ama başka bazı konularda değildir. Fenerbahçe-Galatasaray değil ki bu!

    Ayrıca büyük kavram karmaşası var burada, siyasetçinin omurgasızlığı ile aydın omurgasızlığı aynı şey mi? Atilla Yayla ile Tayyip Erdoğan aynı çizgilere göre mi yürüyorlar?

    Siyasetçi 4 yılda bir oy toplayan bir adamdır. Devletin idaresine taliptir. Bu yönüyle kapı kapı gezen, tencere, ansiklopedi satan bir müşteri temsilcisine benzer. Müşterisi değiştirmek, dönüştürmek gibi bir iddiası olursa oy kazanamaz. Bkz CHP. Zaten senin gibi bir liberalin de böyle “dönüştürücü” siyasetçilere ters bakman gerekir.

    Seçildikten sonra da birleştirici olmak zorundadır. Farkları değil ortaklıkları öne çıkarır, nabza göre şerbet verir.

    Aydın için durum farklıdır. Toplumu barış ve refah içinde yaşatacak bir siyasî model kurmak isteyen aydın hakkaniyet arar, yaraya tuz basar. Ama elbette tutarlı olmalıdır. Yanlız tutarlılık adına 40 yıl boyunca hiç bir konuda fikir değiştirmeyen, hiç bir hatasını kabul etmeyene (sözüm meclisten dışarı) dense dense “kalın kafalı” denir.

    “Mesela Yıldıray Oğur’un, doğru olarak kabul ettiği “darbecileri yakalatmak için herkesin telefonu dinlenebilir” iddiası, devredilemez bir hak olan bireyin yaşam alanına aktif müdahale gibi korkunç bir amacı meşru gösterebilmektedir.(2) İşte, ideolojik omurgasızlıktan bahsettiğimiz tam da böyle bir şeydir.” (AA)

    Yine çok kestirmeden gitmişsin. Darbecileri değil adi bir hırsızı yakalatmak için bile devlet telefon dinleyebilir, dinlemelidir. Ama hukuk devletinin kuralları dahilinde olmalıdır bu. Ergenekoncuların yaptığı gibi subayların iki dudağı arasında değil.

    “Emre Er, bu ihtiyaçları sadece barınma ve yemek olarak sıralamış ama unuttuğu ( ya da bilerek koymadığı) bir ihtiyacımız daha var Maslow’a göre olmazsa olmaz olan. O da seks.. (5) » (AA)

    Maslow ve seks konusunda da acayip demagoji yapmışsın. Sonradan yorumlarda Emre’ye verdiğin cevap da bu çizgide kalmış.

    Emre’nin yazılarında Maslow’u abarttığını düşünmüyorum. Kaldı ki bundan hiç bahsetmeden bir ölüm kalım meselesi diyebilirdi. Oysa seks bir ölüm kalım meselesi değil.

    Ayrıca cinsel münasebetin o kadar çok boyutu var ki. Sosyal, psikolojik, demografik, …

    İnsan aşık olur, cinsel bir olaydır, evlenir, cinsel bir olaydır, karı-koca ilişkisi cinsel bir olaydır, çocuk sahibi olur, cinsel bir olaydır, boşanır, yine cinsel bir olaydır. Ama bu olayların geldikleri aileler, doğan çocuk ve o çocukla birlikte yaşayacak olan toplum üzerine etkileri ve hukuku vardır.

    Sen bunların hepsini almışsın, bir KAMUSAL GENELEV’de işi bitirmişsin!

    Yazıya ve yanıtlarına hakim olan demagojiyi arındırınca yine birey fetişizmi kokuyor bu söylediklerin. Emre sana MASLOV diyor, sen SEKS diyorsun. Buradan ne anlamalıyız? “Seks varsa eğer bireyin cinsel hazzı içindir, çocuk ve aile bağları bu hazzın birer yan ürünüdür!” Gerçekten Alper Akalın böyle mi düşünüyor?

    İşte benim de yazımda yönelttiğim en önemli eleştirilerden biri buydu. Liberaller birey fetişizmi içindeler. Ayrıca “dünyevi haz” kavramı ile ekonomideki fayda (utility) fonksiyonu arasında bir bağ kuruyorlar, bunun dışında yani haz ve ekonomik refah dışında kalan insanı görmek istemiyorlar.

    Ahlâkın sübjektifliği ayrıca tartışmalı bir konudur. Liberal camiada bunu konuşmaya entellektüel gücü ve cesareti olan insanlar var elbette. Liberal ahlâk arayışları ile ilgili güzel kaynaklar yayınlayacağız yakında.

    Dostlukla

  19. Yazan:blue Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    Yemek ve barınmanın temel ihtiyaç olduğunu anlamak için Maslow denen zat-ı muhtereme ihtiyacımız yok. Picca’ya tecavüz edenler de Maslow abimizin emri diye etmedi. Bunu, seksin temel ihtiyaç olduğunu ispat için öne sürmek de çok hoş olmuş. N’apalım ihtiyaç tabi, adam geçcek ırzına…:)
    Şu, Türk insanının “tatmin edilmemiş cinsellik” muhabbetine de bayılıyorum. Hangi Türk, cinsellik ihtiyacını “bastırıyor” ben öyle bir Türk’e rastlamış değilim. Daha çok “bastıramayan” bir toplumdan söz etmek mümkün. Nitekim tecavüz, bir güdüleri “bastıramama” olayıdır.

  20. Yazan:hakan Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    Merhaba,

    Yemek ve ısınmak seks’ten daha temel ihtiyaçlardır. Neden mi:

    1. Açlıktan ve donarak ölen insan vardır ama seks’sizlikten ölenine rastlamadım. İlk ikisi hayatidir yani.

    2. Aç ve soğuk olan insan seks yapmak istemez. İsterseniz bir deneyin. İftar vaktinde bunu hissedebilirsiniz.

    3. Bütün ömrü boyunca seks yapmadan yaşayan rahipler v.s. vardır. Demek ki temel ihtiyaç değil.

    4. Maslow fetişizmine gerek yok, mantık unu anlamak için yeterli.

    Yazının bütün temeli buna dayandığı için maalesef çok zayıf bir yazı olmuş.

  21. Yazan:hakan Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    Muhafazakarların tanımı gereği toplumun temel ahlak ilkeleri ile kendini sınırlamak istemesi (kırmızı çizgiler çekmesi) de aynı zamanda omurgasızlık olarak adlandırılamaz. Ahlakçılık zaten muhafazakarlığın doğasında vardır ve gereğidir.

    Bu açıdan bakınca bireyin özgürlüğü dışında ahlaki pek bir ilke kabul etmeyen liberalizm daha omurgasız (prensipsiz) sayılabilir.

  22. Yazan:Alper Akalin / 3H Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    Öncelikle bir iki hususu belirtmek isterim..

    Bu yazı, belirli ve tutarlı bir çizgide ilerleyemeyen muhafazakarların (ki tanımını önceki yorumumda yaptım, dindarlarla karıştırmayın lütfen) düşebileceği çelişkiler ve yanılgıları kısa ve kestirmeden giderek (yazı uzun gibi gözükse de konu çok geniş)anlatmaya çalıştı.

    Bu yüzden MY’nin kestirmeden gitmişşsin ve SD’nin genellemelere gitmişsin eleştirilerine katılıyorum. Ama ,yazının altındaki yorumlarla yazıyı daha da zenginleştiririz diye zaten uzun olan yazıyı daha da uzatmak istemedim.

    Bu Maslow/Seks konusu hakkında da daha fazla tartışmayacağım. Zaten diyeceklerim de bu kadar. Bir de şunu belirteyim; bu yazıda Emre er’in “sosyal devlet” savunusu, muhafazakarların çelişkileri iddiamı güçlendirmek için bir vaka analizi (case study) olarak sunuldu. Yazının ana gövdesini de oluştursa, ana mesajlar oralardan değil, ilk ve son paragraflardan çıkarılmalı. Bu yüzden tartışmanın burada saplanıp kalmasını istemiyorum..

    Şimdi kısa kısa eleştirilere cevap vereyim..

    @ Blue bana demiş ki

    Yazar omurgasızlığı nasıl tarif etmiş bakalım:

    “Daha ileriki tartışmaları açmak için, “ideolojik omurgasız” bireylerin tipolojisini net olarak çizmek gerekiyor. Bu kişiler, değişen dünyaya karşı ayak uydurmanın belirli bir tutarlı çizgide ilerlemesini gereksiz bulurlar. Nihayetinde doğru olan, gerçekleşen olgudur. Yani eğer bir şey gerçekleşmişse, artık o bir doğrudur”

    Peki neden liberal olmalıyız sorusuna da şöyle cevap veriyor:

    “Ve geriye dönüp baktığımızda görüyoruz ki, bu akımların hepsi yeryüzünden silinip gitti; geriye ise bir tek liberalizm ve ona ayak uydurmaya çalışan yan ürünleri kaldı.”

    Çok güzel ve zekice bir eleştiri. Yalnız benim bu iki paragraftan kastettiğim şey şuydu. MY, liberalizm bu gidişle Türkiyede biter görüşünü savunuyordu. Ben de, 200 yıldır bu iddia ediliyor ve sonuçta kalan hep liberalizm oluyor dedim. Tabi benim bu dediğim, liberalizm 200 yıldır ayakta, o zaman dediklerinin hepsi doğru ve iman etmeliyiz anlamını çıkarmaz.

    Yalnız muhafazakarların 28 Şubattan beri en öncelikli derdi kaybetmiş oldukları özgürlüklerin yeniden kazanımıydı. Ve bunun için, liberallerle fikir dostluğu çok da işlerine yaradı. Yalnız 2005 yılından beri, iktidarın da yönlendirmesiyle, gelenekçi(altını çizerek vurguluyorum) muhafazakarlarda tekrar bir devletçileşme damarının kabardığını hissediyorum. Hem iktisadi hayatta hem de siyasi hayatta, daha müdahaleci ama kendi ahlak ve düzen normlarına göre düzenleyici daha büyük devlet istekleri, muhafazakarlar için bir tehlike. Zira, elbette bu formdaki devlet yönetimini birilerine miras bırakacalar ve bu devlet, bumerang misali yeniden yavaş yavaş elde edilen özgürlükleri törpüleme amacıyla muhafazakarlara geri dönebilir. Liberallerin, genel olarak ikazı bu yönde..

    İşte bir o yana bir bu yana zıpladıkça, muhafazakarlar kendi kozlarını kaybedecekler. Zira bu sefer tutarsızlıkla suçlanacaklar. Aynen, Nuray Bezirgan’ın eşcinseller bu ülkede hayet rahat, özgürlükleri engellenenler türbanlılar dediğinde düştüğü samimiyetsizlik ve laik kesime salınan korkular gibi.

  23. Yazan:eg Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    yalnız şu muhafazkar, liberal konusunda kafalar karışık galiba. yazdığından ve yorumlarından anladığım kadarıyla alper bey, hayek,smith çizgisinde bir neo-klasik liberal. ve bu neo-klasik liberalizm sosyal liberalizm taraftarları tarafından ( green, hobhouse, mcpherson hatta rawls vesaire..) “muhafazakar liberalizm” olarak ya da “yeni sağcı liberalizm” olarak değerlendiriliyor. bu muhafazakarlık tanımını başkaları da sizin için çok net kullanabilir tabii öyle dğl mi?

  24. Yazan:alper ecer Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    Yildiray’in durumu konusunda benim cekincelerim var. Burada yazilan yaziyi bence ondan ayri bir baglamda degerlendirmek gerekiyor. Bir mucadelenin tarafi olarak yazilmis gercekten militan denebilecek bir aktivistin bence duygusal bir yazisiydi. Liberalizm-demokratlik diye bir tartismayla ilgisi oldugunu dusunmuyorum, Aristo-Kant tartismasiyla ilgisi oldugunu da dusunmuyorum, ama Yıldıray oyle algilamis ve oyle yazmis. Bence o sadece bir aktivizm taraftarligi tartismasi, bu tartismayi Yıldıray bence liberallik-demokratlık ekseninde ele almış, ama başka bir düzelemde ele alınması gerekiyor, o da etik düzlem. Bence bu liberallik demokratlık tartışmasını o bağlamdan çıkaralım. Hem aristocu hem de kantçı liberaller vardır çünkü, demokratlar da vardır. Şahsi itiraz haklarım her zaman bakidir.

  25. Yazan:alper ecer Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    Daha ötesinde Liberaller arasında maalesef “ama liberallik şöyle bir birikim” diyen ya da bazen anglo sakson, bazen kıta avrupası liberalliğine referans veren, işine hangisi geliyorsa ondan bahseden kişiler olabilir. Bunlardan şahsen ben de şikayetçiyim. Şahsen öyle bir şey dememeye ve her ne biliyorsam onu savunmaya çalışıyorum referanssız olarak. Liberalizm şu kadar yüzyıllık bir gelenektir diye bir savunma olabileceğine de inanmıyorum. Fakat liberalizm şöyle kötü böyle kötü diyenlerin de aşırı genellemeler yapabildiğini düşünüyorum. Bir rawls ile bir Hayek ya da Smith’i birleştiren bir çizgi var. Bu çizgi bireylerin kendi mutlulukları için yaşadığı ve öncelikle bunu düşündüğü, zaten de hayatı başka türlü algılayamayacakları. Sonuçta herkes kendi gözlerinden görüyor dünyayı. Dolayısıyla liberalizm diye bir şey varsa o büyük oranda bu demek. Şimdi eleştiren kişinin de o zaman ya doğrudan buna bir eleştiri getirmesi gerek, ya da hangi liberalizm varyantını eleştiriorsa sadece ondan bahsetmesi gerek. Buna ek olarak Alper Akalın’ın yazısında geçen ifadelere katılıyorum. Açıkçası eklektik olmanın ötesine geçemeyen bir yaklaşımla felsefi tartışmalara girilmez. Kapitalizm iyi, ama fakir halkı da doyurması lazım, ondan da koy biraz da şundan, işte dolayısıyla en güzel yaklaşımı ben buldum diye bir şey olmaz. Bunlar “diktatör ideolojileridir”. Eklektik bütün sentez ideolojileri diktatör ideolojileridir, sentezin nereye kadar ondan nereye kadar bundan esinleneceğine kim karar veriyor? Böyle bir zihniyet olur mu? Bütün siyasal programlar insanların adalet duygularına hitap etmek üzere ortaya konurlar ve bundan ötürü de tutarlı olmak zorundadırlar. Bir yazının yarısına kadar bir şey yazıp yarısından sonra ama şunu da unutmamak lazım diye başka bir şey yazamazsınız. MAslow’dan da hareket edemezsiniz. İnsanların temel ihtiyaçlarının şu ve şu ve şu olması Maslow’un demesiyle olmaz, talep etmeleriyle olur. Talep etmiyorsa öyle bir ihtiyacı yoktur. Aynı şekilde talep edenlerin de öyle bir ihtiyaçlarının olması, o ihtiyacın devlet tarafından karşılanacağı anlamına gelmez. Cinsellik de üremek de bir ihtiyaç, bunu devlet sağlıyor mu?

  26. Yazan:Alper Akalin / 3H Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    @ EG

    gerek burada , gerekse de başka platformlarda liberallere getirilen eleştirilerde liberaller genelde canhıraş bir savunma pozisyonuna geçiyorlar.

    bunda bir acayiplik göremiyorum. Liberallere eleştiri geldikten sonra, o eleştirilere cevap yollamak gayet olağan bir şey.. Aynı zamanda, ben kimseye liberalizme saldırıyor demedim.. Güzel güzel beyin fırtınası yapıyoruz, benim bir şikayetim yok, zevkle yorumları okuyor ve cevaplıyorum..

    ikincisi bir liberalizme bir eleştiri getirdiğinizde hemen, o eleştirinize çeşitli kulplar takılıyor. mesela ” bu sizin sözünü ettiğiniz kıta avrupası liberalliğidir halbuki ben anglosakson liberalliğini savunuyorum, en hakiki gerçek liberallik odur zaten”…

    Bırakın da o kulplar takılsın. “Özgürlük” tabanlı Anglo-saxon liberalizmi ile kıta avrupası aydınlanması sonucu ortaya çıkan “bağımsızlık” menşeili liberalizm arasında dağlar kadar fark var. İkisini aynı göbi göstermeye çalışmanız yanlış olur zaten..

    liberallik de öyle birşey. yaptığınız eleştiriyi asla kabul etmezler. hemen değişip bir başka pozisyon alırlar. onların vicdansız kapitalizmini mi eleştirdiniz, efendim rawlscu verisyonları vardır, liberalizm adam smith ya da hayek’ten ibaret değildir ki…

    Efendim liberalizm tek bir bütün değil. Yazıda da bahsettiğim gibi, her türlü fikir akımı liberalizmden etkilenerek kendisini o minvalde şekillendiriyor. Dolayısıyla, liberalizm adı altında birbirinden bağlantısız bir çok filozofun asgari müşterekte bir çok farklı şeyler söylemesi gayet normal. Ben burada, liberalim iddiasını taşıyan bütün fikir akımlarını savunmuyorum.

    Ben zaten muhafazakarlar da illa bir kalıba girsin derdinde değilim. Bu, MY’nin de bahsettiği gibi liberalizme de ters. Ama nedir, 3 temel hak vardır. Yaşam, Hürriyet, Mülkiyet. Ben, bu 3 hakkın vazgeçilemez olduğu iddiasındaki liberallerle aynı çizgideyim. Mesela Locke gibi, Hayek gibi, Barry gibi, Yayla gibi..

    Bu hakların önemini dar zamanında anlayan muhafazakarların, geniş zamanında askıya alması kabul edilebilir bir durum değil. Yani nedir, iktisadi manada yüksek vergiler devam etsin, devlet birey mülkiyetini, sosyal yardımlar adı altında gaspa dönüştürsün. Ya da siyasi manada, türbana özgürlük gelsin ama alevilerin cemevi meselesi sonra gelsin vs.

    Tabi benim lafım, verdiğim örnekteki gibi davranan muhafazakarlara..

    atilla yayla’nın etyen mahçupyan ile tartışmasında düştüğü komik garabeti de görmekten doğrusu hicap duydum bir ideolojinin ajentesi olmak geçrekten insanı komik ve trajik pozisyonlara düşürüyor besbelli.

    yorumlarınızda nedense içerikten çok bir küçümseme ve hoşgörüsüzlük var. O nedenle cevap verecek daha fazla şey bulamadım, kusuruma bakmayın..

    alper bey, hayek,smith çizgisinde bir neo-klasik liberal. ve bu neo-klasik liberalizm sosyal liberalizm taraftarları tarafından ( green, hobhouse, mcpherson hatta rawls vesaire..) “muhafazakar liberalizm” olarak ya da “yeni sağcı liberalizm” olarak değerlendiriliyor.

    hayeke yapılan muhafazakarlık eleştirisi, onun insan aklının sınırlılıgına verdiği atıf ve kendiliğinden dogan duzene inancından dolayı evrimci sosyal paradigmaya sahip olmasından ileri gelmektedir. Schumpeter’in bahsetmiş olduğu “Demokratik sistemlerde, liberalizm ve sosyalizm refah devletinde birleşir” tezine daha yakın durduğumdan, hayekyan muhafazakar çizgiye yakın değilim. Hayek’e inanırsak, toplumun evrimi bizim özgürlüklerimizi engelleyecek bir duruma gelebilir. Hayek’e katıldığım noktalar, adalet ve siyaset teorisi temellendirmeleri daha çok.

    Tabi bu tartışmayı da “Liberalizmi Bitiren Demokrasi’mi” yazımda sürdürmek isterim..

  27. Yazan:Alper Akalin / 3H Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    @ ozlem

    Öte yandan bana göre eğer devlet diye bir şey olacaksa zekatın dağıtımı ve kullanımından mesuldur. Zekat aslında benim götürüp komşunun eline verdiğim bir şey değildir.

    Allah Allah. o zaman kuran-i kerimde, zekat vermek (ki islamin sartlarından biri) müslümanlara değil de devlet yetkililerine mi emredildi de ben göremedim. Bu iddia, basbayagı kolaycılıga kacmaktır. Devlet benim yerime zekat versin. Artık sevapları da devlet toplar..

    bir de şu var bu yardımları dağıtan AKP lilerin böyle bir yardımı yapması ve bunu savunanların durumu omurgasız olduklarını göstermez. Onlar zaten yapılması gerektiğine inanıyor.

    akpliler çok yardım yapmak istiyorsa, gitsin kendi parasıyla yapsın o zaman. Başkasının parasıyla yardım yapmayı meşru göstermenin de
    naifliğine bu kadar pes doğrusu.

    Farz et ki ben müslüman değilim ve kimseye yardım yapmak istemiyorum. Benden zorla aldığı parayı, benim gönlüm olmadan başkasına vermek kul hakkına girmez mi?

    Aslında yeni bir tartışma açmak istemiyorum.. Bir başka yazımda kul hakkı ve sosyal devleti açacağım.. (Sosyal Devlet, Kul Hakkına girer mi?)

    peki şunu mu söylemek istiyoruz. Tüm yardımları keselim, olabilecek en az sınıra çekelim hepimiz için en iyisi bu.(valla gözünüz kesiyorsa yapın. Böylesi ‘omurgalı’ bir sistem kendi merhametsizliğinin semeresini de en kısa zamanda biçecektir)

    Hayır tüm yardımları keselim demiyorum. Tüm yardımları bireylerin insiyatifine bırakalım diyorum.

    İlk başta, ee o zaman herkes açlıktan ölür gibi bir arguman kafalara geliyor. Tabi bu argumanda iki sakat nokta var..

    İlki, devlet olmazsa kimse ölür sanrısı, kişinin kendine olan güvensizliğinden gelir. Yani, devlet olmazsa o zaman açlar ne yapacak? sorusuna cevap, e o zaman açları doyur olacaktır. Nasıl sorusuna cevap da vakıflar aracılığıyla. Yok tabi, “aman benim cebimden çıkmasın, devlet ne güzel başkasından alıyor yardım ediyor, ben de burada sosyal devleti savunuyorum” diyorsanız, o apayrı bir iki yüzlülük vakası..

    Argumandaki ikinci sakat nokta, devletsiz hiç bir sosyal yardım olamayacağının sanılmasıdır. Bu iddia, avrupa ülkelerinde olsa biraz anlarım ama Türkiye gibi sosyal bağları çok güçlü bir toplumsal yapıda, kaldı ki “komşusu açken tok yatan bizden değildir” in telkin edildiği bir dine çoğunlukla inanılan bir toplumda, devlet olmazsa açlar ölür demek nasıl bir açmazdır anlayabilmiş değilim. Teorik olarak da ölmez pratik olarak da ölmez.

    Osmanlı Devleti’nin vergi gelirleri 19. yüzyılın sonuna kadar toplam gelirlerin %5’ini geçmemiştir. Bu oran, şu anki oranlarla karşılaştırdığımızda gayet komik bir rakam. Zaten toplanan bu paralar da, askeri ve merkezi idare harcamalrına gitmekten başka bir şeye de yaramazdı. Peki bu kadar düşük vergilerle ve sosyal yardımda bulunmayan bir devlette, osmanlılar nasıl ölmeden yaşayabildi?

    Cevap olarak bkz: vakıflar ve derneklerle.

    Bu yüzden bence sosyal devlete sarılan müslümanların, ya müslümanlıkları şüpheli ya da kendilerine güveni yok..

    Biraz ağır bir son oldu ama en azından Özlemin bu savunularından ben başka bir şey çıkaramadım..

  28. Yazan:alper ecer Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    bir de şu var, ben bu tartışmayı çok geç gördüğüm için henüz her şeyi okuyamadım, belki yazan yazmıştır. Fakat devletin güvenlik ihtiyacını karşılaması ile devletin diğer ihtiyaçları karşılaması aynı şey değil. Çünkü güvenlik ortak bir ihtiyaçtır, diğerleriyse değildir. Dolayısıyla ortak ihtiyaçları karşılayan devlet (ki bunun pratikteki ifadesi vücut bütünlüğü, mesken ve mülkiyet hakkı gibi şeylerdir) ortak olmayan ihtiyaçları da karşılamak zorunda değildir. Kamu, çıkarlarımızın ortaklaştığı noktalarda devreye girme hakkına sahiptir, her önüne gelen noktada değil. Çünkü her önüne gelen noktada devreye girmesi demek az bir grup tarafından ihtiyaç duyulan mal ve hizmetlerin bedelini bütün topluma ödetmesi demektir. Bizim varsaydığımız kadarıyla, ki bu varsayım devletin varoluşuyla ilgili bir varsayım, devletin istisnasız herkese sağlıyor olduğu yegane hizmet güvenlikltir. Bundan ötürü güvenlik dışında her hizmetin karşılanması bazı vatandaşlardan başka bazı vatandaşlara gelir transferi anlamına gelir. Ki bu da zaten adaletsizliktir. Diğer bir deyişle konu Maslow açısından da sakat, çünkü devlet 1. ihtiyacı karşılıyor hadi, hadi ikinciyi de üçüncüyü de karşılasın diyelim, ama ikinci ve üçüncü ihtiyaçları karşılamak için birinciyi ihlal ediyorsa bunu nasıl meşrulaştırabilirsiniz ki? Yani devlet hadi vatandaşlara kömür dağıtsın, ama kömür dağıtmak için başka vatandaşların mülkiyet haklarını silah zoruyla ellerinden alıyor ve onlara istemedikleri bir maliyeti zorla karşılatıyor sormaksızın. Diğer bir deyişle gasp yapıyor kibarca. Bu insanların güvenliklerini ihlal eden bir şey olduğuna göre bu tür bir ihtiyacı karşılayamaz. Mesela o zaman cinsellik ihtiyacını karşılamak için devlet vatandaşların elinden yemek yiyecekleri parayı da alsın ve onlara bu parayla karşı cinsten bireyler temin etsin, kişi açlıktan ölsün ama cinsellik ihtiyacı devlet tartafından giderilsin. Olabilitesi var mı bunun? Demek ki liberaller devletin ancak eşit ihtiyaç duyulan malları finanse etmesinden yanalar, ihtiyaç duyulan her şeyi değil. Çünkü bir öncelik tutarlılığı var.
    Meraklısı burada Rawls’u da görebilir. Bir liberal olarak Rawls belki sosyal yardım yapılmasını savunuyor, ama bunu herkesin başına gelebilecek bir şey olarak tanımlıyor original position kavramlaştırmasıyla ve öyle olmadığı takdirde eşitsizliğin bir anlam ifade etmeyeceği onun teorisinin merkezi noktası.

  29. Yazan:eg Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    “Açıkçası eklektik olmanın ötesine geçemeyen bir yaklaşımla felsefi tartışmalara girilmez. Kapitalizm iyi, ama fakir halkı da doyurması lazım, ondan da koy biraz da şundan, işte dolayısıyla en güzel yaklaşımı ben buldum diye bir şey olmaz. Bunlar “diktatör ideolojileridir”.”

    efendim bu eklektik olduğu iddia edilen şeyleri liberaller kendi içlerinde liberal serbest piyasa anlayışının insanlığı getirdiği çukura bir çare olsun diye söylediler. sosyal liberalizm de böyle çıktı ortaya. mcpherson’un klasik liberalizme eleştirilerini herhalde biliyorsunuzdur. ki eleştirilerine sonun kadar katılıyprum. ancak o , yine de kapitalist sistem içinde kalarak ama devlete de sosyal anlamda düzenleme yetkisi vererek bir çözüme ulaşılabileceği yönünde. yani bu eklektikse liberalizmin bugün hakim olan ekolü, yani sosyal liberalizmi tamamen iptal ediyorsunuz demektir.

    hayek, nozick vesaire neo-klasik liberallere gelince…atilla yayla’yı da bu minvalde bir karikatür olarak görüyorum, açıkçası benim hayatımda gördüğüm, okurken iğrendiğim, tiksindiğim en vahşi görüşlere sahipler. sanal bir fırsat eşitliğinin, dünyadaki adaletsizliğin anlamını yitirterek özgürlüklerin de anlamını yitirmesine sebep olduğunu göremeyecek kadar vicdansız insanlar bunlar. gerçi nozick’i bir milktar ayırmalıyım. ama hayek tamamen böyledir…zatern sosyal liberalizm de işte bu artık açıkça görülen rezilliklerden liberalizmi kurtarabilmek amacıyla ortaya çıktı. benim eleştirime gelince…çeşitli yazılarda liberalizmin her türüne, tam da alper ecer’in söyledği o “ortak” şeyler yüzünden karşıyım. ama hayekçi versiyonu zaten liberalizmin en vahşi versiyonu…

  30. Yazan:alper ecer Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    özlem’e bir cevap vermek istiyorum burada. zekat tam tersine bireysel bir yardımdır. Vergi değildir, kesinlikle zekat kurumlara veya kurumlar aracılığıyla verilemez. Bu dini hukuk’ta böyle ve bu bir zorunluluk, yani “olsun canım, devlet toplasın, ne farkeder” de denemiyor, öyle verdiğiniz para zekat yerine geçmiyor, vergiden de düşemiyorsunuz. Bunlar sol muhafazakar “bazı” arkadaşların başarıyla çarpıttığı ve bilinçli olarak yanlış aktardığı şeyler. Zekat 40’ta bir oranında bir sosyal yardımdır. “%2.5 oranında bir vergi” değildir. Daha “%2.5 oranında…” derken kaçması gerekir dindar insanın oradan. duyacağı şey her neyse bu dinin kendisinde olduğu gibi değildir ve seküler bir çerçevede yeniden ve fonksiyonel biçimde formüle edilmeye çalışılıyordur çünkü. Kaçın ordan.

  31. Yazan:eg Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    bir başkasıda diyebilir ki:
    efendim benim ne malım var ne mülküm, güvenliğe de hiç ihtiyacım yok. neden benim zaten az olan kanzacımdan polise, askere yani güvenliğe para ayırıyorsunuz.

    baştan beri söylediğim şey basittir: liberaller kendi önkabullerini evrensel olarak dayatmak ve başka evrensel hakları da onların yöneliminde dışarıya atmak suretiyle büyük haksızlıkların da yolunu açıyorlar. sosyal devlete karşı olan liberaller soyut bir fırsat eşitliğini öne alıyor ve özgürlüklerden bahsediyorlar. ama mesela koç’un torunu olarak doğan bir çocuğun özgürlüğü ile fakir bir aileden doğmuş bir çocuğun özgürlüğünün, onları “özgür bıraktık” demekle eşitlenemeyecğeini göremiyorlar. yani teoride özgürlük ve fırsat eşitliği pratikte asla olmayan bir şey. bir nevi sanallık. bu yüzden kapitalizmin ve elbette liberalizmin klasik versiyonları dünyada gelir adaletsizliğinin ve sermayenin birkaç büyük tröstte toplandığı bir sonuç getirdi. bunu görmek için vicdan gerekir ki sosyal liberaller dahi bunu çözmek için vicdandan değil kendi teorilerinin buglarını siyesetle kapatmakta görürler. eh ona da razıyım ya neyse…en azında “etik” bir teori gibi görünen (ama asla ahlaki olmayan) liberalizmin en azından siyasi bir eylem planının olması gerekiyor. sosyal liberalizm de buna cevap veriyordu zaten. sanal teorik özgürlüğün, pratikte hiç de olan birşey olmadığını görebildiler en azından. ama neo-klasikler hala aynı noktada dön baba dön dönüyorlar…

  32. Yazan:blue Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    MY, liberalizm bu gidişle Türkiyede biter görüşünü savunuyordu. Ben de, 200 yıldır bu iddia ediliyor ve sonuçta kalan hep liberalizm oluyor dedim. Tabi benim bu dediğim, liberalizm 200 yıldır ayakta, o zaman dediklerinin hepsi doğru ve iman etmeliyiz anlamını çıkarmaz.

    MY, Türkiye’de liberalizmin bitmesinden çok, neden hiç başlayamadığını anlatmaya çalışmış bence. Ve eleştirilerinden biri de yerel bir dil oluşturamamak. “Liberalizmin 200 yıldır ayakta olacak kadar sağlam olması” lafı da bizim köyde çok yankılanmıyor. Özellikle 200 yıl ayakta kalıp da yıkılan onca felsefeyi gördükten sonra.

    Yalnız 2005 yılından beri, iktidarın da yönlendirmesiyle, gelenekçi(altını çizerek vurguluyorum) muhafazakarlarda tekrar bir devletçileşme damarının kabardığını hissediyorum.

    Konjonktür onu gerektiriyor. Devlet el değiştiriyor. Güçlenmeden hareket edemez. 2005’ten beri güçlenmeseydi, ne Ergenekon ortaya çıkartılırdı, ne Kürtçe TV’ye izin verilirdi, ne sivil anayasaya. Bu aşamada yapılacak bir şey yok. Önce bir normalleşelim hele.

    İşte bir o yana bir bu yana zıpladıkça, muhafazakarlar kendi kozlarını kaybedecekler. Zira bu sefer tutarsızlıkla suçlanacaklar.

    Valla ağzınızla kuş tutsanız; “ağzınızla kuş tutuyorsunuz ama hiç balık tutmuyorsunuz!!” diyorlar. Liberalizm, galiba en çok faşistlerin işine yaradı bu anlamda. Ve “başörtülüye özgürlük diyorsunuz ama eşcinsellerin hakkını savunmuyorsunuz” sözleri de en çok liberallere zarar veriyor zannındayım. Eşcinsellikle hiçbir teması olmamış, hatta ömründe belki hiç bu konuyu düşünmemiş vatandaşa, sürekli eşcinsellerin haklarından bahsetmek; arada derin uçurumlar oluşturmaktan başka bir işe yaramıyor. Elbette bir kişinin bile trajedisi önem vermeye değer. Ama bu hesaplaşmayı gidin devletle yapın. Nuray Bezirgan’a eşcinselleri niye soruyorsunuz? Eşcinselleri TV’den başka yerde görmüş mü; bildiği modacılar, şarkıcılar, aktörler, aktrisler… Eşcinsellerin hesabını başörtülüden soran tavırdır olsa olsa, muhafazakarları liberalizmden soğutan.

  33. Yazan:Alper Akalin / 3H Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    Düsüncelerden SD, mailime bir eleştiri sunmuş, aktarayım:

    Acikcasi makaleni daha doyurucu bekliyordum. Ozellikle de sosyal yardimlar konusundaki liberallerin tavrinin bosuna olmadigi, gerek total refaha etki gerek rekabet gerekse toplamda bu yardimlarin yine gercek fakirlerden ziyade orta sinifa kaynak aktarimina donustugu gibi unsurlari da kapsayan bir elestiri/savunu. Yani sadece Maslow uzerinden degil de genel bir sosyal devlet elestirisi.

    Belirttim cok kez ama söyleyeyim tekrar. Ben bu yazıda sosyal devletin etkisizliğini eleştirmekten ziyade, muhafazakar takılanların çelişkili/ikircikli tutumunu projeksiyon altına aldım.

    Sosyal devleti maslow üzerinden mesru göstermeye çalışan arkadaşlar, bir bakıyoruz sonra Maslow’u terkedebiliyor. Bu bir örnek vaka muhafazakarlar için. Bir çok argumantasyonları için bu geçerli. Bütünlük ve tutarlılık olmadan, bir fikri kendi kriterlerine göre seçmek.

    Mesela mantık alanlar bilir. Mesela a, b yi doğrurur olsun. (a->b). Maslow orneğinden de yola çıkarak ben, omurgasız muhafazakar kesmin b’yi doğru kabul edip, a’yı etmemesini; bunun ise, argumanlarının inandırıcılıgını kaybettiğini eleştirdim.

    Elbetteki sosyal devlet, sadece maslow üzerinden yanlışlanmaz. Sosyal devletin hem ahlaki hem de pratik yanlışlarına bu yazımda girmedim ama bizim siteye girenler bunun hakkında bir çok yazıya ulaşabilir..

    Sosyal devletin ahlaki ve faydacı çelişkilerine, bilmeyenlere kısaca değineyim:

    Ahlaki: Ne hakla benim paramı, benim rızam olmadan başkasına verirsin?

    Faydacı: Devlet verimsiz ve rant dağıtan bir aygıttır.

    Örnek: Topragı sulamak icin kullanılan bir havuz düşünün ve bir musluk dolduruyor olsun onu. Özel sektör, havuzdaki musluga giren suyu maksimum verimlilikte (hatta yarattıgı sinerji ile musluktan daha fazla su miktarı ile)topraga aktarırken, devlet, yolsuzluk faktörü ve musevvik (kar etme güdüsü) duygusundan yoksun bir biçimde, aldıgı suyun bir kısmını baska bir musluktan bir cebe bosaltır (hortumcu), ancak az bir kısmını topragı sulamak için kullanır.

    Ekonomiturkteki son yorumum, sosyal devletin vergi toplama ve dagıtmasındaki basarısızlıgı da ortaya koyuyor:

    Şöyle ki; ülkedeki dolaylı vergilerin (kdv, ötv) yoluyla toplana vaergilerin toplam vergi gelirrlerine oranı %70 civarında. Bu Avrupa için tam tersi; dogrudan (yani gelir üzerinden)..

    Şimdi devlet geliri vergilendiremediği için; tutuyor abudik gubudik dolaylı vergilerle tüm yükü sıradan adama bindiriyor. Tabi ne gereke ile; sıradan adama hizmet götürmek gerekçesiyle. Yani fakirden alıp fakire koyuyor ama devletin verimsizlik ve yolsuzluk payını da düşünürsek, fakirden cok alıp az veriyor diyebiliriz.

    Tabi hükümetin az vergi toplayabilmesinin bir nedeni de; kayıtdısı gelirlerin (ki en kurumsal sirketler bile vergi kacırıyor) kontrol altına alınamaması.

  34. Yazan:eg Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    “zekat tam tersine bireysel bir yardımdır. Vergi değildir, kesinlikle zekat kurumlara veya kurumlar aracılığıyla verilemez. ”

    peygamber(a.s.) zamanındaki uygulama bunun tam tersidir.

  35. Yazan:eg Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    bu arada hayek’in fikirlerinin aynen spencer gibi rahatlıkla sosyal darwinist olarak değerlendirilebileceğini ve hayek’e vahşi deme sebebimin de bu olduğunu özellikle belirtmek isterim!

  36. Yazan:alper ecer Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    güvenliğe hiç ihtiyacım yok diyen vatandaşı öldürerek devletin besleyecegi bir bogazdan boylece kurtuluruz. guvenlik ve camasir makinesi dagitimi arasindaki farki anlamayan bir insana baska turlu bir cevap veremiyorum, kusura bakma.

    şimdi değerli eg. şerbetli ve dolayısıyla argüman işlemez liberalizm düşmanlarından olup olmadigini bilmiyorum, fakat bir türlü anlatamadığım olguyu tekrarlamak istiyorum. insanlar hayatı kendi gözlerinden görüyorlar, ve bu yüzden “ahlak konusunda” da diger her konuda oldugu gibi kendi fikirlerine ve farklı deger yargilarina sahipler. kibarca boyle soyluyoruz ama bunun anlami su: bu farkli fikirlerinden ötürü kimileri de kendi çıkarları doğrultusunda diğer insanlara kötülük de yapabiliyorlar ve onlarin durumlarini umursamayabiliyorlar. bu zaten liberal bir zihnin gozlemi, liberalizmi çürütmez, çünkü bu zaten liberalizmin başladığı yer. ben şahsen bunun farkında olduğum için liberalim.
    devlet denilen organizasyon da bu yapilan kotuluklerden biridir, notral bir organizasyon degildir, bir turlu anlasilamayan bir sey bu. devlet bir haydut cetesidir. eskiden anarsik bir duzende kervanlar gider gelirken yollarini kesen eskiyalar birbirleriyle mucadele ederek farkli bolgelere cekilmis ve zamanla kurumsallasmislardir, bu kervanlarin da isine gelmistir, cunku her an soyguna ugramak yerine bir eskiya grubuna harac vererek bu isten siyriliyorlardi. Haraci alirken tipki bugunun mafyalari gibi guvenligi sagladiklarini soylerler, eger vermezsen de seni oldurerek guvenligini kendileri ihlal ederler. Tipki “cizmesinler abi” diye senden para alan otopark bekcileri gibi. Eger parayi vermezsen zaten kendileri cizerler. Biz de Yunanlilar bizi isgal etmesin diye omrumuzu mevcut devlete vergi verip askerlik yaparak geciriyoruz. Guvenlik ve toplumun birligi adina her yaptiklarina katilmiyoruz zaten, sosyal sozlesmeyle falan gelmis degiller, gene zorunlu bunlar. Ama hic degilse bizden biri gibi mantiklarla boyun egiyoruz. Gene de islerin bu noktaya gelisi de kolay olmadi. Bir zamanlarin farkli bolgeleri haraca kesen eskiyalari para aldiklari gibi arada koylere gidip oradan insan da devsirirlerdi. Kendi bolgelerini genisletmek icin disariya karsi savas da acarlardi ve boyle boyle buyuyen imparatorluklar dunya tarihinde onemli bir yer tutar. Cengiz Han imparatorlugu bunlarin en bilinenlerinden biri. Digerleri de ayni. Zamanla bu harac ceteleri buyudu ve iyice kurumsallasti ve askerlik de harac da (simdi vergi diyoruz) iyice yayildi ve sistematiklesti. Bunlardan olumsuz yonde etkilenen halk kesimleri her kimse o kesimler ceteye isyan etmeye basladilar ve devrimler basladi, halk kesimleri de yonetime ortak olmaya basladi. Elbette halkin tum kesimleri degil, her kim isyan ediyorsa onlar yonetime entegre oldu. Sonucta yonetime entegre olabilenler genisledikce genisledi, ama gene de yonetimin butun halki kapsamadigi ve ancak genis bir cete oldugu gercegi degismedi. Eger butun halki kapsasaydi o zaman yonetime ihtiyac olmazdi, o degerlere sahip vatandalar kimseye metazori yapmaksizin kendliklerinden de ceteye intisab etmeksizin de ayni seyleri ifa edebilirlerdi. Cete de olmazdi.
    Simdiki devletler de bu tur varliklar. Sanma ki sosyal sozlesmelere dayaniyorlar.
    Ama bu demek degil ki sosyal sozlesmelere dayanmalari kotu olurdu, hayir cok daha iyi olurdu; zaten her zaman yonetime entegre olmak isteyenler bunu soyleyerek entegre olurlar. Devlet bir sekilde ortaya cikmak icin sadece 10 tane eli sopali insana ihtiyac duyuyor, geri kalan herkes karsi da olsa. Dolayisiyla devlet hep hayatimizda varolacak, biz istemesek de. Simdi bizim gibi liberaller devletin olmadigi bir donemin ozlemi icindeyiz ve pratikte kalkmayacagini bildigimiz icin (cunku insanlarin deger yargilarindaki farkliliklari biliyoruz ve birilerinin birilerine saldirmakta ve siddet kullanmakta tereddut etmeyecek oldugunu, devletin (yani cetenin) mutlaka kurulacagini biliyoruz) bari bunun etkisini en aza indirelim diyoruz. Devlet senin gonlunle uye oldugun bir organizasyon degildir, icine dogarsin ve ona tabisindir, istesen de istemesen de vergini verir, askerligini yaparsin. Onun (yani ona egemen toplumsal kesimlerin) koydugu kurallara uygun davranmazsan da sana karsi siddet kullanir.
    Burada kisisel olarak insanin rahat ve serbest baska insanlardan bagimsiz yasamasinin onu mutlu edecegini dusunen, fakat devletin de er gec kurulacagini “cozmus” iyi niyetli insanlar olarak diger insanlari guzellikle “devletin” iyi bir sey olmadigina, hayatimiza girmek uzere yetki sahibi olmasinin dogru olmadigina ikna etmeye calisiyoruz. Benim icin devletin camasir makinesi dagitmasi nihai anlamda ahlaksizca degildir, cunku zaten ahlak diye kamusal bir olgu yok. Gucu gucune yetene diye kurulmus bir devlet ve ona entegre olmus, diger vatandaslardan para alinip kendilerine camasir makinesi olarak verilmesini isteyen “entegre” kesimler var. Eger diger vatandaslar bu gaspa itiraz ederlerse zaten bu vatandaslar onlara boyun egdirmeye daha kararli partiden (=sosyal demokratlar) yana olacaklardir. Bu guc mucadelesi de boyle surecektir. Nihai bir kamu ahlaki olmadigi icin bunu becerdiklerinde “eh napalim” derim bunun zararlarini anlatirim. Fakat benim kendime gore bir ahlak anlayisim, kendime gore bir esitlik vs tanimim var ve kendi adalet tasarimimi savunmak ve anlatmakla kendime karsi yukumluyum. Kamusal bir nitelik arzetmeyen bu tasarima gore insanlarin guvenliklerinin baska seyler ugruna ihlal edilmesi kotu bir sey ve ben de boyle dusundugum icin liberalim. Insanlarin esit ve akilli varliklar olarak yeraldigi bir metafizige “sahsen” inaniyorum izninle.
    Insanlarin Koc’un torunu olarak dogmamasi da bir ozgurluk sorunu degil, bir iktidar sorunu. Ben o kisinin mallarini calan kisi degilsem onun parasinin azligini tazmin etmekle de yukumlu degilim. Aradaki fark su. Birinin musebbibi benim, digerinin musebbibiyse ben degilim. Insanlar tipsiz de dogabiliyorlar, peki kim yakisikli olmayan erkeklerin, guzel olmayan kizlarin durumunu tazmin edecek? Kim daha yakisiklilarin yuzune kezzap atacak? Var mi boyle birisi. Dogustan olan farkliliklar birer adaletsizlik degildirler, biz yarista degiliz ki; bu boyle bir dunya, herkes ayri bir noktada kosuyor.

  37. Yazan:alper ecer Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    🙂 hayek kitaplarindan birinin bir bölümünde şöyle bir cümle kullanıyor. “Darwin zamanında evrim ve seleksiyon olgularını öğrenmek için bir biyologa ihtiyaç duyan sosyal bilimci aç kalırdı, çünkü bu kavram zaten darwin’in sosyal bilimlerden aldığı bir kavramdır.”
    ama hayek spencer’cı değil smith’ci olduğunu söyler. spencer gerçekten darwinist ve akıllı olan evrimde ileri gider gibi bir mantıkla hareket ediyor. hayek’se akıllı ve aptal insan ayırımı yapmıyor, insanı kural izleyen standart bir varlık olarak ele alıyor ve sadece sosyal yapıların ve hukuğun evrildiğini, insanların da her nesilde buna uyum sağlayıp yeni durumlara adapte ettiklerini ve daha da geliştirdiğini söylüyor. yani bir anlamda her nesilde hukuğun yeni boşlukları göze batıyor gibi bir şey. sosyal darwinizm insanların hiyerarşik zeka seviyelerine sahip olduğuna dair bir varsayım ve bundan epeyce farklı bir temelden hareket ediyor.

  38. Yazan:eg Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    1. şerbetli bir liberalizm düşmanı ne demek bilmiyorum, ama çoğu liberal gibi senin de yazdıklarının tam bir anlam saptırması olduğunu düşünüyorum.
    2. çamaşır makinası dağıtımını örnek vermek de bu anlam saptırmasına bir örnektir.
    3. son derece net sorular soruyorum aslında…”düşman”ınız değilim ama ideolojinizi ciddiye almıyorum. vicdanı olan hiçkimsenin de liberalizmi özellikle sizin versiyonu ciddiye alacağını sanmıyorum.
    4 sorum şuydu: fırsat eşitliği ve özgürlük diyorsunuz ya liberalizmin en değer verdiği şeyler olarak. ben de soruyorum. bu teori pratikte nasıl işliyor diye. mesela rahmi koç’un torunu olan bir insanın fırsat eşitliği ve özgürlüğü ile, fakir bir ailenin çocuğununki onlara “sizin he rkonuda özgürlüğünüz var “demekle eşitlenir mi? yoksa başka birşey mi yapmalı? ya da liberalizmin bazı argümanlarını (ortak iyi, ortak fayda, insani gelişim vesaire) mi tartışmalı?yani bu özgürlük denen şey pratikte de olabilen birşey midir? teorik özgürlük pratiğe yansır mı? ya da aslında özgürlük insanların kendini gerçekleşitirme özgürlüğü olarak düşünülüp ona göre bir tanım mı yapılmalıdır? ona göre yapılan tanım da otomatik bir söylem değişikliğine yol açacaktır doğal olarak…
    5. valla şu liberallerde en çok hoşuma giden ve beni güldüren şey de atilla yayla’nın etyen mahçupyan’la tartışmasında da sıkça kullandığı “işte senin söylediklerini çürütüyorum hala anlamıyorsun” nahifliğidir. yani kendi kendini tekrarı ve kendi akvaryumunda kral olmayı başkasının fikirlerini çürütüyor olmaya dalalet gösteriyorlar ya , sen de bunu yapmışsın, bana argüman işlemez diyerek…valla çok komiksiniz ne diyeyim!

    5. valla argüman işlemez olan kimdir bilmiyorum ama liberallerin ciddi manada bir omurgasızlıktan malul olduklarını görebiliyorum.

  39. Yazan:eg Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    “güvenliğe hiç ihtiyacım yok diyen vatandaşı öldürerek devletin besleyecegi bir bogazdan boylece kurtuluruz. guvenlik ve camasir makinesi dagitimi arasindaki farki anlamayan bir insana baska turlu bir cevap veremiyorum, kusura bakma.”

    kardeşim siz açlıktan ölen insanlara aynı argümanla karşılık veriyorsunuz. çirkinliğiniz gösterilince de sinirleniyorsunuz. sen de kusura bakma! şimdi bunu açayım. güvenlik ihtiyacı denen şey bugün büyük oranda sermayenin kendi sermayesini ve mülkiyetini korumak üzere kullandığı şeydir. yani benim ihtiyacım birse, koçunki milyardır…dolayısıyla ben güvenliğe ihtiyaç duyacak bir mülke sahip değilsem merak etme sizin saptırmalarınıza da kolay kolay maruz kalmam. esas güvenliğe ihtiyaç duyan mülklerine ve ceplerine tanrı muamelesi yapanlardır. ama o örneği sizin garabet ve çifte standardınıza örnek olsun diye vermiştim. ama herşeyi o kadar düz anlıyorsunuz ki!

    liberalizm son tahlilde devlete en fazla ihtiyaç duyan ideolojidir, söylediklerinin tam tersi. çünkü oluşturdukları toplumsal adaletsizlik ve cinnet ortamından sermaye ve mülklerini korumak için devlet sopasına ihtiyaç duyarlar….bu aslında liberalizmin en derin çelişkilerinden birisidir.

  40. Yazan:özlem Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    Alper beye:
    ben daha yorumları tam okuyamadım ama başlar başlamaz isyan ettim, benim söylediğimi nasıl böyle yorumladınız diye.
    devlet zekatı versin ben de rahat edeyim gibi bir şey mi söyledim? Devlet toplanan zekatı dağıtır dedim. En azından müslümanlığı tartışıyorsanız bu durumu islam tarihinin asr-ı saadet denilen zamandaki uygulamalarına göre tartışmalısınız. Kendi kafanızdan yazdığınız bir fıkha göre müslümanları mahkum etmemelisiniz dedim. Bu uygulama nedir: Alper Ecer bey’in söylediğinin aksine peygamberimiz döneminde insanlar zekatlarını götürüp beyt-ül mala verir sonra bu zekatlar oradan dağıtılırmış. Yani ben götürüp bir fakiri eze eze eline bu parayı saymazmışım. Bu zaten onun hakkı olarak görülürmüş benim sadakam değil. bunun ötesindeki yardımlar infak olarak değerlendirilir ve bunu istediği gibi kullanırmış. Bu vergiden farklı birşey tabi.Direk fakirlere belli sınırlar dahilinde dağıtılan bir yardım. Ha bunu kabul etmezsiniz vay efendim bu faşizanlıktır benim malıma el koymaktır vs. dersiniz o sizin bakış açınız ama kusura bakmayın bu peygamber döneminde nasıl olmuş derseniz böyle olmuş derim. zaten türkiye de insanlar bunu kabul etmedikleri için bizlerde zekatımızı kendi imkanlarımızla dağıtma çarelerini buluyoruz.

    Ben vicdanı olan bir dünyada zekatın zevkle yaşatılabileceğine inanıyorum. Emin olun benim vergilerimi alıp benim barındırılmadığım kurumlara aktarmak yine benim vergilerimle orayı burayı bombalamaktan çok daha insancıl güzel bir devlet yönetim tarzı olurdu.Doğrudur bu gün bunu kimse istemiyor o zaman en azından bu durumda alternatiflerim olabilmeliydi.

    Osamnlı da da şu anda türkiye de de size ne kadar çok insanın açlıktan hastalıktan ve soğuktan yitip gittiğini söylesem sanırım bana inanmayacaksınız. Bunun için biraz hayır kurumları ile çalışmaya gencecik yaşta veremden, romatizmadan perişan olmuş , evlerini iki de bir kanalizasyon basan insanların halini görmeye var mısınız.
    Kusura bakmayın ama benden çalınıp veriyor dediğiniz yardımları dört gözle bekliyorlar. Sandığınız gibi de tembellikten değil çoğu kötü şartlarda yaşamaktan vücutları iflas etmiş çalışamayacak durumda. Sanırım MY liberaller neden başarısız diye bir soru sormuştu. Belki bundandır. bu insanların hiçbir şeyi yok ama bir oy hakkı var. Onu da böyle bir zihniyete verdiklerinde başlarına geleceği biliyorlar.

  41. Yazan:özlem Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    “Ben o kisinin mallarini calan kisi degilsem onun parasinin azligini tazmin etmekle de yukumlu degilim.”(Alper Ecer)
    İşte bu çok temel bir zihniyet farkı. Kur’an ın bize vaaz ettiği şudur. Mutlak mülk Allah’ındır. Ben bana verilen emanete şükreder onu yerli yerince kullanırım. Param var ben seni fakir yapmadım ki bana ne diye bir şey yok benim kitabımda.
    De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.” en-am 162
    Allah’ın bana verdiği emanet var canım, malım vs. ve ben onu onun çizdiği sınırlar içerisinde kullanırım. Ben kendimi öldürüyorum sana ne, ya da benim param sen istediğin gibi sürün ben istediğim gibi harcarım diye bir şey yok benim için.
    Diğer Alper beye anlatmak istediğim bu:bunu eleştirebilirsiniz , bu faşistlik sana ne kardeşim benim malımın kırkta birinden diye bilirsiniz. Ama islama göre bu böyledir, şunu yapmak kul hakkı değil mi. Efendim bırakınız vakıflar yapsın falan dediğinizde yanlış yapmış olursunuz.
    Bir de vay AKP şunu gidiyor kömür dağıtıyor,yemek dağıtıyor vs. Diye kızanlara şunu söylemeliyim: AKP yi birçok alanda eleştirebilirim ama bu alanda değil. Çünkü ben o yapılan yardımlara muhtaç dört gözle bekliyen çaresiz insanları çok gördüm. Kızıyorsanız haklılığınız konusunda buyrun ikna edin. Belki toplum sise hak verir. Bir de sosyal yardımları asgariye indirmek bunu vakıfların sırtlarına yüklemek de en büyük aldatmaca. Evet vakıflar çok kıymetli ve evet allahtan devlet denilen aygıt ne bok olursa olsun insanların hala böyle yardımları örgütleyecek bir vicdanı var ama her şeyi insanların vicdanına aklına yüklüyorsanız o zaman toptan vergileri de ihtiyara bağlayın. Nasıl olsa insan aklı ve vicdanı kendisine gelen hizmetlerin yürüyebilmesi için makul miktarda para vermesi gerektiğini bilir. Herkes götürüp tıpış tıpış verir. Eğer vergilerin yüksekliğini sosyal yardımlar üzerinden sorgularsanız böyle sizi sevmezler işte:) Lüks harcamalar, askeri harcamalar üzerinden sorgulasanız belki bu isyanın bir anlamı olurdu.
    Bu arada çirkin insanlar var o zaman bana da kezzap mı atılmalı meselesini de yine demagoji olarak buluyorum.:)

  42. Yazan:eg Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    hayekle spencer farklı temellerden hareket ediyor olabilirler, ama geldikleri nokta vahşi bir sosyal darwinizimdir.

  43. Yazan:eg Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    sevgili mehmet,
    ben yıllardır liberallerle tartışırım. liberallerle demokratlar arasındaki fark türkiye’de pek görünür gibi değildir ama iş vicdana gelince ortaya çok cidid farklar çıkıyor. çünkü temellerimiz farklı. hele benim gibi demokratlığının temelini “vahdette kesret, kesrette vahdeti görmek” unsuruna bağlayanlar için çok farklı. benim gözümde liberal denince canlanan imge, tek istediği şey köşeyi dönmek olan ve kendi cebinden karşıdaki ölse tek kuruşu feda edemeyecek olan bir takım mülk-perestler. iki genç liberalizm temsilcisinin nezdinde bunu daha net gördük. a

    ama yine de liberalizme bu kadar haksızlık etmek istemem. “bizimkilerin” hayek ve neo-klasik liberalizm ajenteliğine karşıt olarak batıda bu tip bir liberalizmin bu rezilliklerini görüp de düzeltebilmek için uğraşan sosyal liberaller de var. gerçi onlar da başka konularda tepe üstü çakılıyorlar ama en azından bu neoklasik liberallerden daha insancıllar!
    kuyerel’de bir tartışmada solcuların pozitivist olan klasik versiyonlarına “Allah sizin elinize şu ülkeyi düşürmez inşallah” demiştim, şimdi de bu tip liberallere diyorum :
    “Allah inşallah sizin insafınıza ve yönetimine bu ülkeyi teslim etmez. yoksa fakirin yoksulun ezilenin hali harap!”

  44. Yazan:eg Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    bir önceki yorumumda mehmet’e hitabımın amacını yazmayı unutmuşum: amacım mehmetin bu tartışmayı açarak bazı şeyleri daha net görmemize imkan sağlamasına teşekkür etmekti…

  45. Yazan:Alper Akalin / 3H Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    EG ile tartışmanın gereksiz olduğunu düşünüyorum. Kendisi ne yazık ki bir fanatik edasıyla konusuyor. Ne ecer, ne de ben uslubumuzu bu derece bayağılaştırmamıştık.

    MY ve TSD nin iyi niyetine çok büyük saygı duyuyorum bu arada..

    Ben 2 milyar maaş alıyorum,700 milyonu vergiye gidiyor. Peki devletten ne hizmet alıyorum? Hiç, gerçekten hiç. Çünkü zaten devletin bütün hizmetleri paralı..

    Gönülsüz olarak verdiğim 700 milyonu, siz “vermek zorundasın” diye savunuyorsanız, vicdansızlıgı ve insafsızlıgı siz benden daha iyi bilirsiniz EG bey..

  46. Yazan:eg Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    aynen, ben de sizlerle tartışmanın gereksiz olduğunu düşünüyorum. çünkü hiçbir eleştiriyi liberalizm üzerine alınmıyorsunuz. dolayısıyla liberaller olarak liberalizmin kendi hatasından ders alabilme şansını da ilelebet kaybediyorsunuz. ben fanatik değilim. hiçbir ideolojiye , partiye bilmemneye bağımlı değilim. ama sizin bağımlı olduğunuz net olarak görülüyor.
    ayrıca yukarıda yazdığınızla benim sorularımın ilgisi yok. ama liberallerin en iyi bildiği şeyi yapıp konuyu saptırıyorsunuz….halbuki ne kadar net sorular sormuştum, ama hiçbirisine bir tek cevap bile alamadım!

    eh o zaman benden bu kadar.

  47. Yazan:özlem Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    Ya bu çok hararetli bir tartışma oldu(neden herkes bu kadar gerildi anlamış bile değilim) ama biraz ortalığı yumuşatma ve de sulandırma babından bir teklifim var; Osmanlı ‘da vergiler %2.5 miş. Doğru bakın ne yapalım. biz de futuhatlara başlayalım ganimet elde ettikçe vergileri de düşürürüz, yoksulları da vakıflar doyurur alimallah:) ben ilk olarak İsrail’e yürümeyi teklif ediyorum ne dersiniz:)

  48. Yazan:dusunceler Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    Tartisma hararetlenmis, hepsini okuyamadim. Arkadaslar, bir ricam var lutfen yazilari paragraflara bolun ki rahat okunabilsin.

    Bu arada sevgili EG, Hayek’i gunah kecisi yapmis sanki. Hayek’in evrimciligi onun, kendiliginden olusan ‘fiyat’ ve bunun degeri belirleme konusunda en saglikli degerlendirme oldugu dusuncesini yanlislar mi? Ve aradan gecen onca zamana ragmen bunun uzerine herhangi birsey konamadigini gormemize engel midir bu?

    Bunun disinda var mi mantikli bir onerisi olan? Planlamaciligin nelere maloldugunu gormedik mi?

    Kaldi ki Hayek pekcok klasIk liberal tarafindan sosyal devlet konusundaki goruslerinden dolayi “sosyalistlikle” itham edilir neredeyse, Hayek’i zalim yapanlar onun hangi eserlerini okudular acaba?

    Liberalizme vicdansiz diyenler ham haksizlik hem de kolaycilik yapiyorlar. Haksizlik cunku devlet kapitalizmin vahsetini (somuru, emperyalizm vb) liberal teorinin uzerine atiyorlar. Kolaycilik, cunku bir projeleri, yerine koyabilecekleri birsey yok. Antitezden tez olmaz.

    Bu konuyla da direk alakali oldugunu dusundugum, daha once mail grubundaki bir tartismada yazdiklarimdan bazilarini buraya almak istiyorum. (Sosyal devletten daha ziyade genel liberal teori ile alakali bir tartisma idi.):

    Sosyalizmin teshisi nedir? Esistsizlik. Ve bunun sucunu da kapitalizme atar sosyalizm, degil mi? Bu gorus temelde dogru degildir. Cunku esitsizligin ve devralinan fakirligin sucunu kapitalizme atar. Kapitalizm fakirlik getirmemis, varolan fakirligi devralmistir. 200 milyon zengin, 4 milyon 800 bin fakirin olmasi ya da Koc’un oglu ile ayni sartlarda dogmaya Suat efendinin oglu meselesi kapitalizmin sucu degildir. Dunya kurulali ve insan citle cevirdigi topraga “burasi benim” dedigi zamandan beri bu “esitsizlik” vardir. (Kur’an insanlarin kimisini zengin kimisini fakir yaptik der. Ve ‘bireye’ sosyal adaleti emreder, devlete degil. Imtihanbin sirri buradadir.) Bu varolussal bir vakiadir. Kapitalizmden once de mevcuttur. Reel sosyalist tecrubeler de bunu bozamamistir. Buna karsi cikmak ve esitlik gayesi gutmek oldukca insani bir tepkidir ama hayaldir bir utopyadir. Dunya durdukca bu esitsizlik devam edecektir. Kapitalizm bu esitsizligi giderecegim diye yola cikmaz, gercekcidir ama bireysellesme, rekabet ve uretim, refahi tabana yayar. Butun (200 yillik) veriler bunu dogrulamaktadir. Bunun istenen hizda olmamasi kapitalizmin sucu degil dunyanin varolussal probleminin zorlugundan kaynaklanir. Sosyalizm ise “esitlik” vaadederek arzi endam eder ama en buyuk sefalete fakirlige, ayrimciliga ve kana malolur. Iki sistem arasindaki fark budur. Sentez? Bunun sentezi yok, sentezi sulandirilmis sosyalizm olur, ki son tezahurlerini ABD’de gorduk.

    Serbest piyasanin ahlaki formel ahlak degildir. bir dayatimdir. Serbest bir piyasada herkesi her zaman ‘kandiramazsiniz” cunku bir baskasi ayni seyi daha ucuza ya da daha kalitelisi ayni fiyata yapabilir. Nitekim arz-talebi belirleyen sey de bu unsurdur. Su aksak serbest piyasa ekonomisinde bile uzun vadede, kullandigimiz, tercih ettigimiz urunlere bakin. Bunu gorebilirsiniz.

    Buradaki ahlaktan kasit kamil insan ahlaki demek degildir. Verdigin paranin karsiliginda ‘kandirilmamak’tir. Bunu saglayabilecek yegane sistem serbest piyasa ve rekabettir. Rekabet is ahlakini dayatir. Diger ‘ahlakilik’ ise ekonomik teorilerin isi degil, dinlerin ve vicdanin isidir. Insan denen mahluk firsatini buldugunda ahlaksizligin alasini yapar. Boyle yaratilmisitir. Bu her sistemde boyledir. Bunu onleyecek -bana gore- yegane sistem bir ahlak sistematigi sunabilen, dindir. Bu ise metafizik bir unsurdur. Ve bireyseldir. Bunu dayatmaya kalktiginizda ise fasizme demir atmis olursunuz. Fikir ve tesebbus hurriyeti ikiz kardestir. Birisi olmadan bir digerinin gerceklesmesi mumkun degildir.

    Kapitalizm uretim iliskilerinde faydayi merkeze alir. Bu her kapitalistin ahlaksiz olacaginin isareti degildir. Bilakis kapitalizm is ahlakini dayatir. Bunu curuten ornek halen goremedim. Mevcut karma ekonominin izin verdigi tekeller bu teoriye halel getirmez. Liberalizm bu karma ekonomiye, tekellesmeye de karsi cikar. Eger teori degil pratik tartisacaksak ucu pisli degnekler arasindan secim yapmak gerekir. Bunda da yine kapitalizm acik ara onde cikar.

    Gercek bir serbest piyasada patronun kazandigi her kurus ekonomiye bir bicimde totalde yansir. (cunku adam parayi yastigin altina oradan da mezara goturmez.) Bu da genel refah seviyesini arttirir. Az mi geliyor? Buyrun alternatif yaratin. Her iscisine 2000 YTL maas verecek patronlardan murekkep bir sistem kurun. Uretimin canina ot tikayin. Elleri tutan mi var? Ayrica serbest piyasa herkesin bir isten baska bir ise gecmeye istifa edip patronluga terfi etmeye hakki da vardir. Veya daha kolayi bir donum yer alip ekip bicerek her dunyevi ihtiyacinizi karsilayabilirsiniz. Bugun Turkiye’de bunu yapamayacak bir tane Allahin kulu yoktur. Liberalizm bu ozgulugu de sunar insana. Somurulmek istemeyen isci nicin bu yolu secmiyor? Aaa, hem kapitalizmin nimetlerden istifade etmek istiyor hem de tu kaka yapmak.

    Ama dunyanin en temel sorunsali olan “esitsizligi” giderecegim diye yola cikarsaniz zulmun alasini yapmis olursunuz. Tarih bunu ispatlamistir.

    Bakin, asgari ucret ile alaki bir yazi linki vereyim:

    http://3hhareketi.org/index.php?option=com_content&task=view&id=940&Itemid=58

    Bu da kapitalizm ve fakirlik ile alakali istatistiki bilgiler sunan bir yazi. Refahin nasil yukseldigi ve sanilanin aksina gelir dagilimindaki duzelme acikca goruluyor:

    http://www.sonerhoca.com/2008/03/05/kuresel-kapitalizmi-savunmak-johan-norberg/

    Biraz sivri ama bu da gerceklere dayali bir yazi:

    http://radikalfikirler.blogspot.com/2008/04/kapitalizm-ve-idealler.html

    Verilerle bunlari curutebilir misiniz? “Zaten fakir olan” ya da emperyalizmin talani (yani siyaset) ile fakir birakilan ornekler uzerinden teorik serbest piyasa elestirisi yapilmaz. (Bu demek degildir ki kapitalizm modernizm cok iyi birseydir. Teorik serbest piyasa tartismasinda kullanilacak bu argumanlar salt veridir. Endustriyellesme insanliga faydalari yaninda cok daha buyuk yikimlar getirmistir. Endustriyellesme ayri, teorik serbest piyasa savunusu cok ayridir. Endustriyellesme olmadan da liberalizm mumkundu/r.)

    Sosyal yardimlarin devlet eliyle yapilmasi mecburiyet gibi bir dusunce var. Hic ABD’ye gittiniz mi? ABD’deki hristiyan yardim kuruluslari kilise org lari ozerktir sirket kontrolunde degildir. Ve bugun milyarlarca dolarlik butceleri vardir. Bu kuruluslara katkida bulunanlar her cesit gelir grubundan insanlardir. Ve devletten cok daha verimli bir yardim agini yonetirler.

    Ilaveten refahin artmasi Maslow’un hiyerarsisinin tabanindaki insan sayisini azaltir. Bu da insanlarin manevi ihtiyaclarina, ruhi doyuma daha sIki sarilmalarini gerektirir. Ac insan once karnini doyuyur, ama bu kaygisi olmayan insan hayatin anlamini sorgulamaya baslar. Yani piramitte ust tarafa tirmanmaya baslar. Son elli yildaki sosyal yardim organizasyonlarindaki buyuk artislar refah seviyesindeki artis ile paraleldir. Yani liberaleistikce refah artar, refah arttikca da sosyal yardşmlar. Ve devlete gorev vermeden bir olusan bir denge. (Yukarida linklerde ayrintilar mevcut.)

    Bir tahayyul var. Sosyal devlet, aclarin olmadigi, kotulugun bulunmadigi bir toplum vs. Fazil devlet balondur. Farabi’nin de bir eseri vardir, Medinet-ul Fadila ismiyle. Her devletin basina bir peygamber mumkun olmadigina gore sistemin ahlaksizligi sert bicimde cezalandiricagi sekilde olusturulmasi sarttir. Yasanan tum tecrubeler gostermistir ki devlet denen aygit girdigi her isi b.klamistir. Devletsiz de olmaz, cunku birarada gelen insanlar birbirlerinden ve diger insanlardan ancak bu bicimde tesekkul edecekleri bir orgut ile korunabilir. O halde devletin gorevi temel haklari korumak ve bunun geregi olarak savunma (haklari korumak), serbest tesebbus (temel hak), hur dusunce (temel hak) icin gerekli ortami saglamaktir. Tekellesmeyi onlemek de piyasanin gercekten serbest ve rekabete dayali bicimde islemesi icin gereklidir. Bu da temel haklarla direk ilintilidir.

    Ise bakin ki simdiye kadar sermayedarlarla is pisirenler hep buyuk devletler yani disli burokrasiye sahip ulkeler olmustur. Kocun Sabancinin yaratilma suresine bakin. Ya da Rusya’da Chelsea nin patronu nasil zengin oldu? ABD petrol sirketleri ha keza. Tekellemenin onlenmesi saglam bir minimal devletle en az burokrasi ile, isleyen bir demokratik sistemle mumkundur.

    Sosyal devlet? Tamam. Ama sinirlari nelerdir? Bu konuda ben kendi sinirimi, yazdigim bir yazida soyle belirttim: “Zenginden alip fakire verme edebiyati da almis basini gidiyor. Bu almali vermeli bu sistemin fakiri hep fakir birakacagini unutmayalim. Fakir derken “gercek fakirlerden” de sozetmiyorum, yanlis anlasilmasin. Bu sistem memura ve sair orta sinifa kaynak aktarimindan baska birsey degildir, ‘gercek fakirler’ mevcut sosyal guvenlik imkanlarindan en az yararlananlardir. Tum dunyada Sosyal Guvenlik Sistemleri acik verir bu acik belli limitlere kadar da normal gorulur. Teoride bu aciklar cok dusuk gelirlilere ya da geliri olmayanlara dolayli ya da dolaysiz kaynak aktarimindan kaynaklanmalidir. (Bu cok cesitli bicim ve alanlarda olabilir. Bu kesim haric, geri kalaninda ise sistem kendi kendini finanse eder; etmelidir.) Tartismali olmakla birlikte bu sosyal yon elbette olmalidir. Buna uzun boylu bir itiraz yok.

    Ama ne kadar dusuk gelirlilere? Hangi sinifa/tabakaya? Ceplerimizden calinan paranin kimleri finanse ettigine dikkat edelim. Bunu umursamiyorsak ya o sansli tabakadaniz ya da biraz safiz demektir.”

    Serbest piyasa bu kor topal isleyisi ile bile onemli bir refah yaratmis ve bunu tabana yaymayi kismen de olsa basarmistir. Herseyi elestirmek mumkun ama bunu gormemek mumkun degil.

    Liberalizm sorunsuz bir teori degildir. Bir suru sorunlu teoirden en az sorunlu olani tercihtir. Devlete tepki duymak da salt vergiden falan degil, cunku bunu cok kolaylikla atlatmak mumkun. Cunku devlet, yaptigi her iste oldugu gibi vergi toplama isinde de cuvallamis durumda. Nicin dolayli vergiler (sigara/alkol/benzin/cep tel vs vs ) toplam vergilerin %80’i? Bu beceriksizlikten baska bir sey degil. Devletin bu bicimdeki vergi politikasi adaletsizligin siaridir. (cunku vergiyi tabana yayiyor, isci de aldigi benzinde ayni vergiyi oduyor ben de) Yani simdiki mevcut sistem isverenin/zenginin isine gelir.

    Serbest piyasaya inanmak ahlaksiz olmayi gerektirmez, bana hicbir guc isciye calistiginin karsiligini vermeme engel olamaz mesela. Veya hicbir musterimi (piyasa kokusundan na bagimsiz olarak) kaziklamam, kul hakkindan tir tir titrerim. Bunlar ahlaki erdemlerdir, sosyalizmle kapitalizmle alakasizdir. Ahlaksiz insan elinde mudahaleci sistemler tam bir felakete donusur. Bu sistemde ise en azindan zulmun surekliligi olmaz ve nispeten otokontrol vardir.

    Fasizm ile komunizm arasindaki fark icin bir espiri vardir, birisi darbe ile birisi secimle isbasina gelir diye. Ancak bunlar arasindaki fark kaza ile olmekle intihar etmek arasindaki fark gibidir derler. Sonucta olursunuz. (Fikren. Nitekim olmustir iki ideoloji de.) Kolektivizmin gercegi budur. Sosyal devlet meselesi de kollektivizme yelken acan geminin ilk duragidir. Uyanin.

    Bir de su var. Karma devletci ekonomi ile serbest piyasa teorisi ayni zannedip “ahan da bunlar boyle yapti” diyerek liberalizme vahset isnat ediliyor. Gunumuz ABD si bile liberal bir ulke degilen “fasizm ile komunizm arasindaki savasi kapitalistler kazanmadi mi?” diyenler oluyor. Liberalizmin yukselisi 1800 lerin basindan ortalarina kadardir sonra dususe gecmis 20 yy baslari tam anlamiyla devletcilik hakim olmus sonrasinda sosyalizm ve fasizm egemen olmus iki dunya savasi yasandiktan ayaklar suya erdikten sonra 70 lerin akabinde Liberalizm tekrardan yukselise gecmistir. Ingiltere Teacher donemine kadar handiyse sosyalist bir devlettir, Avrupanin tamami yari sosyalisttir. ABD biraz daha liberal olmasina ragmen o da Keynesyen politikalar izleyen devletci bir yapidir.

    Dunyada klasIk liberallerin savundugu anlamiyla liberal bir devlet hicbir zaman olmamis. Herhangi bir liberal dusunurun eseri acip bakarsaniz bunu gorebilirsiniz. Bu teorik bir yaklasim, illa gerceklesecek diye bir kaygi da degil, buna ne kadar yaklasirsaniz refah adalet, ozguluk ve baris o kadar artar, ne kadar uzaklasirsaniz o kadar azalir. Dunya tarihi bunu gostermis durumda. Liberaller acisindan tum caba mumkun oldukca bu ideale yaklasmaktir.

    Zannederim liberalizm konusunda temel hicbir eser okunmadan bazi sosyalist ezberlerden hareketle toptancilik yapiliyor.

    Son olarak goruluyor ki sunulan temenniler disinda bir alternatif yok. Ben de isterim herkes mutlu olsun, hastalik kalmasin, fakir hic olmasin, savaslar olmasin, hepimiz super arabalara binelim, en guzel yemekleri yiyelim, sevelim sevilelim, otlar bortuler bocekler vs . Ama dunyada yasiyoruz ve bu dunya kusurlu bir dunya. Mevcut sistemler icinde insanligin dusunsel evrimin geldigi yer de liberal demokrasi. Ya bunu sorunlariyle beraber kabullenip gerceklerin az pisli kismindan tutacagiz, ya utopik tasavvurlar pesinde kosup fasizme yelken acacagiz. ya da dunyadan elimizi etegimizi cekip “lanet olsun” deyip bir citle cevrilmis evde bu pislikten tamamen uzak durup kesis olacagiz.

    (Liberalizmin hangi yonunlerini elstirdigimi daha yukaridaki yorumumda yazmistim. Bu yorumum da liberalizme nicin yakin olduguma dair bir kayit olsun.)

    TSD

  49. Yazan:dusunceler Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    Bir de Islam ve zekat konusu gecmis yukarida. Yine bahsettigim mail tartisinda o konuda da sunlari yazmışım:

    Bemim İslam anlayisima gore boyle bir zekatin devlet tarafindan toplanmasi ve dagitilmasi gibi bir mecburiyet yok. Ilk donem uygulamalarinda zekat siyasi bagliligin en onemli isareti sayiliyordu. Ancak Hz. Peygamber’in zekat vermeyene bir ceza verdigi gibi bir uygulama ile karsilasmiyoruz. (Salebe olayini hatirlayin.)

    Hz.Ebubekir’in ridde hadiseleri ise merkezi yonetime zekat vermek istemeyen civar kabilelerin itirazi uzerine cikti. Bu yanlis olarak irtidat olarak adlandiriliyor ancak onlar “Hz. Peygamber sag iken o adil bicimde dagitirdi ona verirdik, simdi o yok, biz kendi zekatimizi kendimiz hesaplar kendi fakirlerimize veririz” demislerdir. Hz. Ebubekir bunu merkezi iradeye isyan saymis ve savasmistir. Yani savasma nedeni tamamen siyasidir.

    İslami bir butun olarak incelersek vazettigi degerlerin emirlerin maksadina bakarsak ve nihai olarak insanin bu dunyaya ‘dusmesi’nin hikmetine bakarsak ibadetlerin bireyselligini rahatlikla gorebiliriz. Yani zorla kilinan namaz, zorla alinmis zekat, zorla tutturulmus oruc, Islamin hikmeti imtihanin sirri acisindan bakildiginda anlamsizlasir.

    Bireysel rituellerde evet oyle, ama zekat toplumsal bir sey denebilir. Sonuc acisindan oyledir ama bir farzdan sozediyorsak bireysel tarafini da ihmal etmemeliyiz. Ayrica buna care bulmak zor degil, vergiden bu oranda (%2.5) bir sosyal yardim mecburiyeti/ muafiyeti getirilebilir. %30 kurumlar vergisi oduyor zaten adam, bu teferruat kalir yaninda. (Yani kazancinin %2.5’ugunu sosyal yardimlara verdigini belgelemesi. Bu liberalizm ile uuzn boylu celisen birsey degildir.) Bunu devlet yapsin demenin Islami acidan gerekliligi var mi? Oz olarak amac fakire kaynak aktarimi degil mi? Evet. O halde devlet israri anlamsizdir. (Kaldi ki Islami bir devletten de sozetmiyoruz. Ayrica Islamin bir devlet modeli ongordugunu de dusunmuyorum.)

    TSD

  50. Yazan:Alper Akalin / 3H Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    Suat Beyin son iki yorumunun %95inin altına imzamı atarım.

    %5i de biz Suat Beyle ayrı tartışırız.

    EG bey yanlış anlamayın, amacım sizi kırmak değil. Ama eleştirileriniz çok ağır.

    “Allah inşallah sizin insafınıza ve yönetimine bu ülkeyi teslim etmez. yoksa fakirin yoksulun ezilenin hali harap!”

    şu cümlenin, bizi hain olarak yaftalayan kızıelmacılardan ne farkı var?

    hayır anlamıyorum bu sosyalizm damarı ne menem bir sey? Dindarının bile hoşgörü duygusu yerle bir oluyor. En nihayetinde fikir telakkisinde bulunuyoruz, böylesine etiketlemeleri, fikrini doğru düzgün ifade eden kimseye yakıştıramam doğrusu..

  51. Yazan:eg Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    sevgili suat,
    yazını okudum. uzun bir yazı ama üzgünüm bana hitap etmiyor. burada dünya görüşü farklılığımız ,islama bakışımız vesaire bir sürü farkımız ortaya çıkıyor. o yüzden bu tartışmanın benim açımdan yersiz olduğunu düşünüyorum. burada ne siz beni, ne ben sizi ikna edebilirim bunu görebiliyorum.

    son olarak şunu söyleyeyim: hayek’i vahşi olarak nitelendirenler hayek’i okumuşlar mı diyorsun ya, hayatımda eleştirdiğim hiçkimseyi bilmeden eleştirmedim. hayek’i de son derece iyi bilirim ve eleştirilerimin onun için hafif bile olduğunu düşünüyorum.

    liberalizmin sosyal versiyonu yanlıları ile uzlaşabilirim,birçok konuda anlaşabileceğimiz zeminler olur, ama hayekçilerle değil üzgünüm!

    sevgiyle
    enver

  52. Yazan:eg Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    “Ben o kisinin mallarini calan kisi degilsem onun parasinin azligini tazmin etmekle de yukumlu degilim.”

    efendim bunu söyleyen hiçbir insanla ortak bir çizgi bulabilmem mümkün değildir üzgünüm. benim de amacım kimseyi kırmak değil, ama bu derece vurdumduymazlık bana biraz fazla kusuruma bakmayın!

  53. Yazan:dusunceler Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    Enver hocam,

    Hayek’ci degilim, sadece Hayek’e atifla soylenen seylerin haksizligina vurgu yaptim. Bu arada Hayek’i sosyal devlet ile alakli dusuncelerinden dolayi sosyalistlikle suclayan liberaller herhalde mezarinda ters donerdi seni okusaydi 🙂 Neyse, gecelim.

    Benim, sosyal liberallerle aramda cok fazla ucurum oldugunu dusunmuyorum ama acikcasi uzun soluklu bir tartismaya girmeye benim de niyetim yok — simdilik. (Cunku temel noktalarda liberallerin neyi nicin savundugunun farkinda olundugundan emin degilim.)

    Bir de bir alinti yapmissin -sanirim Alper’den- o da soyle: “Ben o kisinin mallarini calan kisi degilsem onun parasinin azligini tazmin etmekle de yukumlu degilim.” Ve soyle demissin: “efendim bunu söyleyen hiçbir insanla ortak bir çizgi bulabilmem mümkün değildir üzgünüm. benim de amacım kimseyi kırmak değil, ama bu derece vurdumduymazlık bana biraz fazla kusuruma bakmayın!”

    Galiba burada Alper’i yanlis anladin.

    Alper gerekirse acilimini yapacaktir, ben kendim bir cumle kurayim: “Ben o kisinin mallarini calan kisi degilsem onun parasinin azligini “devlet eliyle” tazmin etmekle yukumlu degilim. Ancak kendi kazandigimdan belli bir oranda fakirlere yardim yapmayi bir vicdani/dini yukumluluk/vecibe olarak goruyorum.”

    Bir vicdan testi yapmak gerekse buna dair olcute “devlet” mi karar verecek yoksa tertemiz ve herhangi bir baski alitinda olmayan vicdanlarimiz mi? Kollektivizm ile ozgurlugu ayiran temel nuans bu.

    Bence bir haksizlik yapma durumu var, ama kimde?

    TSD

  54. Yazan:dusunceler Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    Ekleme:

    “Bu is insanlarin vicdanina kalirsa yandi gulum keten helva!” diyenlere devletin kurumu Sosyal Yardimlasma Vakfi’nin butcesi ile camiilerde toplanan hayirlarin, sair teberrularin, IHH, D. Feneri, Cansuyu, Kİmse Yok mu? vb gibi derneklerin butcelerini kabaca karsilastirmalarini salik veririm. Bir de hicbir bicimde kayda girmeyen yardimlar, (dilencilere, komsuya, akrabaya, hastaya vb) var ki, toplamda ‘vicdanin’ meylinin nerelere varacagini gorebilirsiniz. Devlet elini cekerse hic suphe yok ki bu daha da artacaktir cunku onemli sayida insan “devlet bunlara bakiyor” diye fakirlerle mesafelidir ki cok haksiz bir bakis da sayilmaz.

    TSD

  55. Yazan:eg Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    vallahi sevgili suat,
    hayek’i bile sosyal liberal görecek kadar – daha da – vahşilerin olması hayek’i temize çıkarmıyor tabii. ben kendi baktığım noktadan değerlendiriyorum, başkasının baktığı noktadan değil. hayek bir takım klasik liberallere göre sosyal devletçi görülüyorsa sosyal liberaller tarafından da benim görüldüğüme yakın görünüyor. yani koordinat ekseninde nereden referans aldığınıza bağlı. ha sosyal liberalleri de başka açılardan eleştiriyorum. eleştireceğim de o da ayrı bir şey…eğer illa liberallerde yakınlık kuracağım birisini ararsam benim için green ya da macpherson’dur, hobhouse’dur onlar! ama hayek değil!

    tartışmada net bir soru sordum ve kimse bana dolanmadan cevap vermedi. o soru aslında zihniyetin ifşası demektir. bırakın hayek’i şunu bunu da bu konuda şu an muhatabımız olan liberaller ne düşünüyor bunları merak ettim. ama bir cevap gelmedi…

    o yüzden de tartışmayı kestim. senin yazın da klasik liberal cevabı olmuş maalesef. işine geldiğinde iyilikleri liberallere mal etmek, “kötülükleri ” ise zaten liberalizm uygulanıyor mu ki diyerek reddetmek. şimdiye kadar gördüğüm, tartıştığım bütün liberaller aynı şekilde davrandılar…bari sen yapma!
    sevgiyle
    enver

  56. Yazan:özlem Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    Düşüncelere hitaben:
    Evet zekatın devlet tarafından toplanması gibi bir mecburiyeti yok. Bu şuna benziyor aslolan namaz kılmadan önce abdest almaktır. Abdest almanın en uygun şekli ise su ile almak. Ama su yoksa benim abdest almama ve namaz kılmama mani bir durum yoktur. Ben toprakla teyemmüm eder yine namazımı kılarım. Eğer asr-ı saadetteki gibi bir devlet modeli içerisinde yaşıyor olsaydık belki bu zekat kurumunun en güzel işleyişi aynı Hz. Muhammed ve ilk iki halife zamanındaki gibi toplanıp dağıtılması idi. Salebe olayı bunun içerisinde bir istisna ve aslında peygamber tarafından cezalandırılan bir insan. Ya istemiyorsan verme seninkide böyle olsun tarzı bir durum değil.Sonrasında ne olduğu falan detay girmeyeyim.
    Ama şu ortamda benim de isteyeceğim en son şey herhalde devletin benim zekatıma el koyması ve onu götürüp bildiği gibi kullanmasıdır. Yani su mikroplu ben toprakla teyemmüm edeyim daha iyi:) Burada belki vakıflar bu görevi icra etse daha iyi.
    Alper Ecerin dediği gibi devlet bizzat bir haydutluk kurumuna dönüşmüşse aman ben de almayayım. Tabi burada Alper E. bunun mutlaka böyle olduğu başka bir ihtimal olmadığını düşünerek kendi fikirlerinin savunusunu yapıyor. Sadece hayduu biraz dizginlemenin peşinde.Bense bu böyledir kaçınılmaz gerçeğimiz budur dediğimiz zaman hiçbir şeyi değiştirme ümidimizin kalmaz.
    Öte yandan benim itirazım yukarıdaki yazıdaki şu cümlelere idi.
    “İslamda zekat olgusu, sosyal adaletin tesisi konusunda bireylere duyulan güvenin bir sembolüdür. Yalnız, İslam’da zorlama olmadığı gerçeğini de göz önüne aldığımızda, bireylere yüklenen bir dini vecibeyi, devlet gibi kime ait olduğu muğlak; aynı zamanda usul-i adalet konusunda hiç de parlak bir sicili olmayan bir aygıta yüklemek ne kadar doğru? İnsanların rızası olmadan ondan para (ç)alıp, başkasına vermenin İslam’da yeri var mı? Birisine iyilik yaptırmayı zorunlu kılmanın, öbür dünyada hesabı verilebilir mi? Sadece soracağım ve cevap bekleyeceğim.. “

  57. Yazan:dusunceler Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    Ama hocam bu isine gelenleri liberalligin iyiligine mal etmek degil ki?

    Toptanciliga gitmeye gerek yok. Bir insan dusunelim, bir dine inaniyor ve o dinden bazi ahlaki edinimler almis, ama zaman zaman da dine uymayan davranislar sergiliyor ihlaller yapiyor. Simdi bu kisiye iyilerini dinden kotu yanlarin da dinini ihlalden kaynaklaniyor dense, isine gelenler oradan gelmeyenler buradan mi diyecegiz? (Din ile liberalizmi kiyasladigim yok, yanlis anlasilmasin, sadece one surulen mantigin bana tuhaf geldigini soylemeye calisiyorum.)

    Evet, dunyada klasik liberal bir toplum/devlet hic olmamis, ama liberal ilkelere ne kadar yaklasilirsa refah, baris ve sosyal esitlik o kadar artmis. İhlal edildigi zamanlar olmus, o zamanlar da tersine donmus ya da istenmeyen sonuclar cikmis ortaya. (devlet kapitalizmi, emperyalizm tekellesme vb gibi.. ) Ve dunyanin kapitalist gelisimi pekcok acidan ihlallerle kucak kucaga gelismis. Ve bu aksak haline ragmen liberalizm onemli oranda refah yaratmis. (Su linkteki verilere bakalim Allah askina.) Olan biten gercekten boyleyse, “boyle” demek isine gelmek demek degil ki? Iktisad kokenliyim, isim bu benim ve benim dunya duzeninin gelisiminde gordugum bu. (isim bu derken bir ustunluk vehmi olarak degil, bu meselelere ciddi olarak kafa yordugumu belirtmek istedim.)

    Bugun bu ihlaller Afrika’nin acliginin basat sebebidir, gumruk duvarlari kotalar vs. Liberal ilkeler bunlarin tamamina karsi cikar. Bakin aclik ve piyasa ile alakali da kisa bir yazinin linkini vereyim:

    http://www.sonerhoca.com/2008/04/15/cozumu-uzaklarda-aramamak-aclik-ve-piyasa/

    Bana gore liberalizmin en son elestirilecek olan yani ekonomik boyutudur ve liberal dusunurler bu tartismayi dunya olceginde coktan bitirmistir.

    Benim liberalizme yonelik elestirim ozgurluk fetisizmi noktasindadir ve kutsanan bireycilik yuzunden toplumun hic kale alinmamasi ve bunun olasi mahzurlari gibi konulari icerir. (ilk yorumumda degindigim noktalar.)

    Neyse hocam, belki yuzyuze konusmak da mumkun olur bu konulari bir gun.. 🙂

    Selam ve sevgiler.

    TSD

  58. Yazan:eg Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    “Evet, dunyada klasik liberal bir toplum/devlet hic olmamis, ama liberal ilkelere ne kadar yaklasilirsa refah, baris ve sosyal esitlik o kadar artmis. İhlal edildigi zamanlar olmus, o zamanlar da tersine donmus ya da istenmeyen sonuclar cikmis ortaya. ”

    ben tam tersini düşünüyorum ve bu knouda birbirimizi ikna etmemiz hiç mümkün değil suat hocam:))
    liberalizmi ilk defa burada onun ekonomi-politik yanıyla eleştiriyorum. yoksa ana eleştiri eksenim bu değildir aslında. bu arada ben de mühendis kökenliyim ve mühendislik ve teknoloji eleştirisi konusunda en fazla ciddiye aldıklarım o “mesleğin ” dışında olanlardır(özellikle şairler mesela:)). çünkü içinde olanlar çoğu zaman o paradigmaya mahkum kalırlar…

  59. Yazan:dusunceler Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    Hocam hatrin icin cig tavuk yerim o bakimdan burada kesiyorum.. 🙂 Baska zaman devam ederiz insallah.

  60. Yazan:eg Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    mesela macpherson’un klasik ve neoklasik liberalizmde eleştirdii şey (ki bu şey gerek ekonomide gerekse de toplumsal alanda liberalizmin problemlerinin de kaynaklarından birisidir) “sahiplenici bireycilik”tir. ben onun yaptığı bu kapsamlı eleştiriyi önemsiyorum. hobbes’un, locke’nin, hume’nin bireyciliği ona göre (bana gre de) sahiplenici bireyciliktir. bu eleştiriyi burada detaylandırabilirim ama bir yazı konusu olsun bu:)) sonuçta onun eleştirilerinin önemli olduğunu düşünüyorum.

  61. Yazan:eg Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    :)) bilmukabele:)

    sevgiyle
    enver

  62. Yazan:dusunceler Tarih: Şub 23, 2009 | Reply

    Ozlem hanim,

    Alper Ecerin dediği gibi devlet bizzat bir haydutluk kurumuna dönüşmüşse aman ben de almayayım.

    Devletin bir hayduta donusmedigi bir tane, sadece bir tane (asri saadeti haric tutarsak) ornek gosterebilirseniz eger, bunun kacinilmaz olup olmadigi uzerine kafa yorabiliriz.

    Amerikayi yeniden keske gerek yok bana gore. R. Regaen der ki “devlet hicbir problemi cozemez, cunku devletin kendisi bir problemdir.”

    Minimal devlet en iyisidir, bu anlamiyla cok dar kapsamda devletin sosyal bir yonu de olmalidir ama asla daha fazlasi degil. İyi isleyen/islemesi kolaylastirilan ve guzel denetlenen bir vakif/dernek sistemi devletin yardim organizasyonundan bin kat daha evla daha hakkaniyetli ve daha adil sonuclar doguran bir sosyal subaptir.

    (Saleme olayini zekatin ‘dunyevî’ bir yaptirimi olMadigina ornek olmasi icin vermistim. Salebe’nin pismanligi da dunyevî degildi biliyorsunuz.)

  63. Yazan:özlem Tarih: Şub 24, 2009 | Reply

    Suat Bey
    siz nasıl dünyada liberalizm tam olarak uygulanmadı ve liberalizme yaklaşıldığı ölçüde bizler daha rahat sistemlere kavuştuk diyorsanız ben de size cevaben biraz daha üstün bir cevap vereyim. Dünyada bir dönem islam uygulandı, sonrasında toplumlan ne zaman islami değerlere yaklaştılarsa güzel ve adil olana yakın oldular(mesela ömer bin abdulaziz zamanı) ne zaman uzaklaştılarsa rezilliğin dibine vurdular. Yorumunuzda islamiyeti çok protestan bir din anlayışı içerisinde almışsınız. Maalesef bu doğru değil, islam bu kadar bireysel vicdana hapsolmuş bir din değil. Bir çok delil getirebilirim ama başlangıç için maide suresi 44-45-47 nci ayetlere bakmak yeterli sanırım.
    Bir yasa ortaya koyuyorsunuz karma sistemler felakettir. Ama bu tartışmasız bir gerçek değil sadece sizin iddianız.
    Yine sanırım eşitsizliği yok edeceğiz diye bir müslümanın iddiası olamaz akla, mantığa, islam tarihine aykırı. Peygamberimiz zamanında da o toplumun zenginleri vardı fakirleri vardı. Ama bir taraf sınırsız bir şekilde sefahat içerisinde yaşıyorken diğerinin sürünmesini seyretmiyorlardı. Bir dönem hep beraber açtılar. Medine de ise asgari ihtiyaçları fakirlerin beytül malden karşılanmaya çalışılıyordu. Bakınız Suffa örneği.
    Burada zannetmiyorum ki ‘dindar’ insanların şöyle bir iddiası olsun: devlet herşeyi tekeline almalı, sigara fabrikası da kurmalı, opera ve bale de işletmeli vs. Hayır ama ben de insaların temel ihtiyaçları noktasında farklı alternatiflerin olmasından yanayım.Bunu da bir rekabet olarak görün. Özel üniversiteler açıldı bence çok da iyi oldu ama devlet üniversiteleri özele devredilsin böylece her şey daha güzel olur derseniz acaba derim. Allah aşkına üniversitelerde özgürlük yok vs diyen dostlar şunu söyleyebilir mi bana:
    üniversitelerde akademisyenler rektörlerin aleyhine, rektörler hükümetin aleyhine atıyor tutuyor, propaganda yapıyor. Hangi özel üniversitede bir rektör patronunun aleyhine ya da bir öğretim görevlisi rektörün aleyhine bu kadar rahat konuşabilir fikirlerini ifade edebilir?
    Ya da ben de çocuğumu birkaç senedir özel okulda okutuyorum. güzel. Devlet okullarının üçte biri sınıflarda okuyorlar filan. Ama eğer vasatın çok üstünde bir çocuk değilse o okulda okuma şansı da trink parayı bastırmadıkça yok maalesef. Elin adamı şirket kurmuş benim çocuğumu mu düşünecek. derseniz ki devlet kaynak ayırsın bu okullar özele devredilsin hiç de maalesef öyle olmuyor böyle yapılmaya çalışılan ana okulları var orada da işler nasıl gidiyor nasıl yürüyor muhatap olan biliyor.
    Siz devlet denilen aygıtın sosyal yardımları minimuma indirmesi gerektiğini savunuyorsunuz ben ise gerekirse herşeyi minimuma indirsin bir tek sosyal alanda varolsun diyorum. Ve vakıfların falan çok güçlendirilmesi teşvik edilmesi gerektiğine inansam da hala yeterli olmadığını düşünüyorum. Bu da ne kadar kaygan bir zemin. Deniz Feneri harika işler yapan bir kurumdu. Cerrahpaşa’da gevherhan medresesine bir gün öylesine yolum düşmüş yapılanlara hayran kalmıştım. Ama doğru ama yanlış bir propaganda tamamiyle bitirdi. sadece onu değil diğer cemaatlerin de aldığı yardımları nerede ise kat kat düşürdü.

    Sonuç rekabet iyidir. Sadece özel kurumlar arasında değil devlet ile özel arasında da. Kimdi bilmiyorum bir sözü vardı: kapitalizmi de dizginleyen Marksın kırbacı olmuştur diye:)

  64. Yazan:alper ecer Tarih: Şub 24, 2009 | Reply

    merhaba
    bir kaç başlıkta kendi söylediklerimi açayım. zekat olayında bugün diyanet’in web sitesine de baktığınızda zekat’ın kurumlara verilemeyeceği yazıyor. hemen sonrasında tevil etmişler, bu hüküm klasik fıkıhçılar tarafından paranın fakire gideceğinden emin olmak için konmuştur, şimdi buna gerek yoktur falan gibi. ama sonrasında gene klasik fıkıhçıların bu konudaki ısrarlarından bahsediyor. Ben bunu ilk defa diyanet’in web sitesinden okuyup buraya yazmış değilim. Daha önce de bir çok kitapta benzer ibareler görmüştüm. Dolayısıyla zekat bir vergi değildir. Asrı saadet örnekleri de burada geçerli değildir, o gün olan her şey ve yaşayan herkes İslam inancına göre özel insanlardır. Yani peygamber’in zekatı yanlış dağıtıyor olamayacağından hareketle “devlete zekat vermek mümkündür” gibi yorumlar yapılıp, oradan da sosyal devletin islam dininin emri olduğuna, ya da zekat müessesesi varsa bunun sosyal olmayan bir devletle bağdaşamayacağına dair yorumlar yapılabileceğini ben düşünmüyorum. Bu klasik fıkıhçılar da zaten asrı saadette verilen zekatlar caiz miydi tartışması değil, bu dönem nasıl zekat verilmeli tartışması yapıyordu, hala da bunu tartışıyoruz. Normalde yanlış bilmiyorsam doğrudan ihtiyaç sahibinin eline verilmediğinde de ancak vekalet yoluyla başkasına verdirilebiliyor, yani bu bireysel ve nokta atışı türünde bir emir. sosyal devlet dediğimiz şeyle bir ilgisi yok. bilmiyorum özlem hanım kafadan mı atıyorum kendi fıkıh anlayışımı? Hiç daha Peygamber döneminde modern anlamda egemen devlet olmayışına ve sözkonusu toplumun cemaat esasına göre yaşadığına, zengin olsa da gayri müslim vatandaşlardan zekat alınmadığına ve dolayısıyla bugünün kosmopolit toplumlarına bunların uyarlanamayacağına falan girmedim dikkat ederseniz.

  65. Yazan:alper ecer Tarih: Şub 24, 2009 | Reply

    Bir başka nokta da şu devletin haydutluğu meselesi. Elbette devletler haydutlardan türemiştir ve sosyal sözleşmeler üzerine kurulmamıştır, hepsi kanla kurulmuştur. Türkiye de böyledir. Eski saltanat rejimine milli-laik ittihatçılar ortak olmuştur ve geri kalanları ezmişlerdir. Zaman içinde ortalama anadolulu, çiftçi köylü ve onların çocukları da ortak oldu, kalanlar ezilmeye ve marjinalize edilmeye devam etti. Şimdilerde dindar sünniler de ortak oluyor, yarın Kürtler de ortak olacak, öteki gün Kürt Aleviler vs ve bu böyle sürecek. Hep dışarıda kalan birileri olacak. Devlet işte böyle bir şey. Herkes ortak olmaya çalışırken kendisini de kapsayacak yeni bir sözleşme teklif ediyor mevcutlara. Sünniler daha yumuşak bir laiklikle, Kürtler daha az milliyetçi söylem ve anayasal vatandaşlık vs ile entegre olacaklar. Ama bunlar sözleşmenin herkesçe değil içeride olanlarca yapıldığını görmeye engel değil. Bugün entegre olanlar henüz entegre olmamış olanları sözleşmeye dahil görmüyorlar, vs. Dolayısıyla devletin herkesin ortak aygıtı olmasını istemek başka bir şeydir, ki ben de öyle istiyorum, fiilen öyle kurulmadığını ve bu gün de hiç bir zaman da öyle olmayacağını görüyor olmak başka bir şeydir. Egemen bir ideolojinin dışında bir sözleşme önerirseniz sizin ya ağzınızı kapatırlar, ya da doğrudan tecrit ederler. Başka ülkelerde de böyle aleyhinde söz söylenemeyen egemen ideolojiler vardır, bunlar artık daha daralmıştır, ama gene de vardır. Dolayısıyla insanlar için iyi olanı başkaları üzerinde ne hükümran olmaktır, ne de başkalarını hükümranlığı altına almaya çalışmaktır. Hükümranlık altına almanın yolu ve aracı devlettir. Bu aygıtın alanı ne derece sınırlanırsa hükümranlık olgusu da o derece azalır.

    Bunlar tabii bir klasik liberalizm yorumudur, bugün buna liberteryenizm deniyor. Şimdi bunlar tabii Enver Gülşen’e bir şey ifade ediyor mu bilmiyorum. Kendisi muhtemelen “ama filan liberal filozof öyle düşünmüyor” diye başkasının görüşlerini burada ifade edecektir, “benim liberalizm anlayışım bu değil ki, bana ne her liberal olduğunu söyleyenin her söylediğinden” de diyemeyeceğiz, çünkü o zaman “işine gelen liberalizmi işine geldiği zaman kabullenip işine geldiği zaman reddediyor” diye bir cevap alacağız. Bakınız ilk yorumlar. Oysa nasıl Vural Savaş ve Yekta Güngör Özden birer demokratsa ve demokrat bir insan olarak Enver Gülşen bu kişilerin demokrasiyi korumak üzere yaptıklarından burada hesap vermek, ya da kendi görüşlerini onlarınkilerle uyumluluştırarak anlatmak zorunda değilse bu liberaller için de böyle. Liberalizm insanların özgürlüğünü merkez söylemine alan bir ideoloji olduğu için “iktidar”‘ın ne olduğuna dair çeşitli spekülasyonlar çerçevesinde çeşitli özgürlük tanımları geliştirilebilir ve bunların her birinin sahibi de kendi kişisiel tanımlamasında kendisine liberal diyebilir. Tıpkı vural Savaş’ın militan demokratlığı, ya da Marx’ın demokratlığı vs vs. Ama temelde iki tanım vardır özgürlüğe ilişkin, korkudan özgürlük ve ihtiyaçtan özgürlük. Bir liberal olarak benim için önemli olan “özgürlük”, korkudan özgürlüktür. Kimse kimsenin kafasına silah dayamadığında “özgür” olur insanlar. Koc’un torununun baskasindan daha ozgur olmasi diye de bir sey yoktur dolayisiyla. Sizin burada yaptiginiz “parasi olmak” durumunu “ozgur olmak” ile degistirerek bir carpitma yapmak. Imkanlarla ozgurluk birbirinden farkli seylerdir, sakat bir insan kimse onu engellemediginde ozgurdur, buna karsilik gene de yuruyememektedir. Simdi bu kisiye “ozgurce yuruyemiyor, kosup cicekler arasinda suzulemiyor” demek bir siirde falan iyi durabilir, ama gercekte sadece yurumeye muktedir degildir, imkanlari yoktur. Ama birisi onu zorla baglamis degildir, dolayisiyla onu baglayan kisi onu ceza olarak tasiyacaktir gibi bir sey de denemez. Tipki guzel yuzlu dogan bir kizla tipsiz dogan kiz gibi bir durumdur bu. Nasil guzel kizlar, kendilerine asilanlardan tipsizlere koca bulmak veya bunu yapmiyorsa da kendi yuzune jilet atmak gibi (firsat esitligi geregi) yukumlulukler icinde degilse bu da boyledir.
    Dolayisiyla Koc’un torununda ve fakir ailede dogan cocukta ozgurluk pekala esit olabilir, esit olmayan sey para ve firsatlardir. Ben sahsen firsat esitligi diye bir seye inanmiyorum, bu konuyu ortaya atan sizsiniz, kim bunu ortaya atiyorsa bence gidin siz onunla tartisin, beni ya da buradaki kimseyi ortaya atmadigi konularla ilintilendirip onlarla sorgulamayin, sonra da “bir soru sordum cevap veremediler” falan gibi aculca soylemlere girmeyin.
    Siyaset biliminde bir imkansizlik durumunu bir ozgurluksuzluk olarak tanimlamak ciddi bir yol ayirimi demektir. Cunku bir kisiyi imkanlandirmak cogu zaman bir diger kisiyi o kisinin imkanlari icin kaynak olarak kullanmaktan yani araclastirmaktan gecer, bu haliyle bir “imkansizlik” durumunu silah zoruyla telafi edilmesi gereken bir “ozgurluksuzluk” olarak algilamak ortaya otomatik olarak bir “otorite” cikaran bir tavirdir. silahi dayayacak ve “git suna kaynak sagla” diyecek bir otorite yani. Diger bir deyisle birilerini araclastirmadan diger kisilerin “imkan yoksunlugunu” ortadan kaldirmak mumkun degildir. Bundan oturu “ozgurluk” diye anlamli bir hedef varsa, bunun kategorik bir anlam ifade edebilmesinin tek sekli onun “korkudan ozgurluk” olmasidir. Liberalizm bu haliyle “kati anlamda” Kantci bir cerceveye sahiptir.

  66. Yazan:özlem Tarih: Şub 24, 2009 | Reply

    İsterseniz girebilirsiniz:) Alper bey ben sizden bu konuda daha açık görüşlüyüm. Siz İslami kimi durumları tarihin bir döneminde donduruyorsunuz. bu o döneme has idi bu dönemde geçerli değil diyorsunuz. Ama genelde müslümanlar arasında muteber olan görüş bu değildir. ekseriyetle müslümanlar en doğru ve sahih uygulamayı peygamber ve sünniler için dört halife dönemine bakarak şia ise peygamber 12 imam ve ictihada göre çözmeye çalışır. Ben de bu meselelerin tarihin belli bir döneminde dondurmaktan yana değilim.Ancak değişebilir gelişebilir yer zaman duruma göre uygulanırlığı tartışılabilir, esin kaynağı olabilir ya da varolan durum da sürdürülebilir.
    Eğer aynen peygamber dönemini aynı şekilde sürdürmek istiyoruz gibi bir mantıkla hareket edilirse dediğiniz gibi o zaman şu problem doğar eğer bir adil olmayan bir devlette yaşıyorsan da götürüp paranı devlete mi vereceksin. Halbuki ben hangi şartlarda olursa olsun dinimi yaşarım. Ama daha iyi nasıl yaşanır bunun arayışından vaz geçmem. Aslında ben de zekat bir vergi değildir olarak biliyordum. Ama sonrasında meseleyi biraz araştırınca o dönemde vergi de alındığını ve bunun da zekat olarak adlandırıldığını öğrendim. Ama farklı başlıklarla. Sonrasında Hz. Osman döneminde bu iki zekat türünün ayrıldığını biliyoruz. Ama islam tarihinde icraatları en çok eleştirilen halife de Hz. Osmandır.
    Sonuç:
    1.Modern devlet örgütlenmesi yoktur ama zekat denilen kurum icat edilmiştir. Ortada müslümanların bir kısmının sahipleneceği bir uygulama oluşmuştur.
    2. Hristiyanlardan zekat alınmaz ama cizye denilen bir vergi alınır.
    3. bu dönemde devlet zekatıma karışmak isterse
    aklından bile geçirme derim:)
    4. Bu konuda islamda zekat bireyseldir, asla devlet eliyle toplanamaz dağıtılamaz,kul hakkıdır vs tarzı yorumlar çuvallamaya mahkumdur.
    Bu konuda Hayrettin karaman Hoca’nın bir kaç cümlesini alıntılayayım, genel kabul görmüş görüş budur:

    Zekat, günümüzde de önemini koruyan, birçok derde ve probleme deva/çözüm olma kabiliyetinde olan bir mali ibadettir. Devletin (buna uygun bulunan devletin) hem yükümlü, hem miktarlar hem de yararlanacak olanları islami usule göre belirlemek ve ayrı bir bütçe kalemi oluşturmak suretiyle zekatı idare etmesi mümkün olduğu gibi bu idareyi sivil bir örgütlenme ile yapmak da mümkündür. Bunların ikisi de yapılmaz ve zekatın belirlenmesi, ödenmesi fertlere bırakılırsa -bu da aslında caiz olmakla beraber- amaca ulaşma bakımından birçok aksaklığın meydana geldiği tecrübe ile bilinmektedir.

    5. Herşeye rağmen bu konunun çok katı kurallara bağlanmaması müslümanların yararına bir durum ve islamın güzelliğidir. Ben bu ideolojiler konusunda sözümü beni en güzel ifade eden bir alıntı ile söylemek isterim.(ali bulaçtan,ipek böceği-koza)

    http://www.habereditor.com/author_article_detail.php?id=175

    İnsan-peygamber ilişkisini, ipek böceği-koza ilişkisine benzetebiliriz. İpek böceği kendi etrafında koza örer. Bu örme fiili öyle bir noktaya gelir ki, ördüğü koza onu dış dünyadan koparır ve böcek ölüm noktasına gelir.
    Tam bu safhada eğer dışarıdan biri kozayı yararsa böceğe yardım etmiş olur, böcek özgürleşir, kendi hapishanesinden gerçekliğin dünyasına çıkar.

    İpek ticaretini yapanlar böceği öldürüp ipeğe sahip olmak ister, onlar ne böceği özgürleştirir ne dışarıdan bir müdahaleye izin verirler. Eflatun’un mağara istiaresi, bize ‘dışarıdan biri’nin fiili yardımını ilham edici mahiyettedir. Yüzleri mağaranın iç duvarına dönük bir biçimde zincire vurulmuş insanları kim kurtaracak? Kendileri mi, yoksa dışarıdan birileri mi? Eğer insan salt kendi başına kurtulabilir diyorsanız, siz kusursuz bir deistsiniz, dışarıdan yardım almaya muhtaçtır derseniz, oturup uzun uzadıya düşünmeniz lazım. Dışarıdan insana yardıma gelenler veya başka bir deyişle insanı kurtarmak üzere özgürlükler mücadelesinin sürdüğü sahneye çıkanlar, sonunda insanı kendilerinden kurtulma mücadelesini vermeye mecbur etmişlerdir. Faşizm ve komünizm, bilimsel sosyalizm bu türden kurtarıcılardı. 20. yüzyılda beşeriyete kan kusturan bu siyasal rejimlerin felsefi ilham kaynaklarını, bütün Batı felsefesinin kendisine bir dipnot olarak düşüldüğü söylenen Eflatun’a dayandırmaları boşuna olmasa gerek.

    Bir yönüyle insan da ipek böceği gibidir. Kendi bilgisi, tecrübesi ve zaman içinde sahip olduğu birikimi üreterek, üst üste koyarak “irfan” veya “kültür” üretir. Bu “öğrenilen bilgi”dir. İrfan, müteal/aşkınla, vahy ve hikmetle ilişkisi dolayısıyla özgürleştiricidir. Onu üreten insanı kendi hapishanesine kapatması dolayısıyla kültürün kaderi, bir süre sonra kapalı bir sisteme dönüşmektir. Eğer insanın bilgi stokunda her aşamada yaptığı şeyleri test etmesine yarayacak doğru kriterleri yoksa, nerede duracağını ve hangi sınırları çiğneme hakkına sahip olmadığını bilmiyorsa, bir süre sonra ipek böceği gibi kendi kültürüyle etrafına koza örer ve giderek ördüğü şey onu gerçekliğin dünyasından koparan hapishanesi olur. Onu kaynar kazanlara atıp ipeğinden ticari metaa çevirecek olanlar hazır beklemektedirler.

    Aydınlanma, insanın dışarıdan hiçbir yardım almadan kendi akli çabasıyla bulunduğu koza durumundan çıkıp özgürleşebileceğini iddia etti. Kant, açıkça Aydınlanma’yı “içine düştüğü bu erginsizlik durumundan sadece aklı aracılığıyla kurtulması” olarak tanımlıyordu. Fakat bunun mümkün olmadığını deneysel olarak hem müşahede ediyor hem yaşıyoruz. En azından bizi Zeus’un elindeki “bilgi meş’alesi”ne sahip kılmak isteyen Promete’nin -bu liberal felsefenin bireyi, Nietzsche’nin süpermeni de olabilir- sonunda bir tiran olup karşımıza çıktığını ve Zeus’un yaptıklarının kat kat fazlasını hemcinslerine reva gördüğünü söyleyebiliyoruz. Bunun sorumlusu, Allah’ın insana en büyük bağışı olan “akıl” değildir, sorumlu, aklı ilahi menşeinden, Nefha-i ruhun mahiyetinden koparan ve onu nefsin bencil tutkuları, heva ve hevesinin saldırılarına karşı korumasız bırakan zihniyettir.

    Tarihte kozanın kalınlaştığı, insanın kendini “kültür hapishanesi”ne tıktığı her kritik zamanda Allah bir peygamber gönderir. Peygamber kozayı yırtıp insanı bulunduğu yerden elinin içine alıp mı kurtarır? Hayır, öyle olsaydı Eflatun’un istiaresine ve ondan türeyen faşizme ve komünizme çıkardık. Peygamber, insana doğru bir yol haritası verir, onu hidayete yöneltir. Başka bir ifadeyle “enfusundaki hakikat meşalesi”ni tutuşturur, afaktaki “hakikat güneşi”yle bağını kurmasına yardım eder. Ancak geçerli kural şudur: Kendini kurtaran, insandır. Varlık ağacının olgun meyvesi, yeryüzünde Allah’ın halifesi ve bu özellikleri dolayısıyla Eşref-i mahlukat olan insan Allah’ın lütuf ve ihsanı, peygamberin (nubuvvet ve risalet) yol gösterici eşliğinde bunun başarır. Bu ilk peygamberden son Peygamber (sas)’e kadar hep böyle olmuştur.

  67. Yazan:dusunceler Tarih: Şub 24, 2009 | Reply

    Ozlem hanim,

    Benim Islami anlayisim protestan degil aslinda. Ama -benim acimdan- soyle soylemek mumkun zannederim, Islam, dogusundan yarim asir bile gecmeden bir ‘devlet dini’ haline donusturuldugu ve oyle devam ettigi icin yaygin kabulerle celiskili ve bireysellige yatkin yorumlar protestanlik olarak gorulebiliyor. Ben tarihsellik, tarihselcilik gibi akimlara da pekcok noktada itirazi olan birisiyim. Ama bu, yaygin kabullere itiraz etmedigim anlamina gelmez. (Islami anlayisim icin kisa bir ipucu vermek icin soyluyorum.)

    Bir kere sunu ayirmamiz lazim. “Devleti isin icine sokmayalim” demek Islamin toplumsal yonunu gozardi edelim, bireylestirelim demek degildir. Islam toplumsal yonu cok kuvvetli bir dindir, bircok emri toplumsal hassasiyetlere iliskindir. Islama inanmis bir bireyin vicdanina olan bu guvensizligin sebeplerini anlamamak bir yana, devletin uhdesine verilecek bir yeniden dagitim/sosyal yardim organizasyonun ozel organizasyonlardan nicin daha iyi olacagini anlatan hicbir ornege de rastlamiyorum yazilanlarda. (Kaldi ki “hangi devlet” sorusu havada ve siz de fena halde bunun farkindasiniz.)

    Karma sistemlerin felaketligi gozlemler uzerinden yapilan bir degerlendirme, gelecege donuk bir ongoru degil.

    Hz. Peygamber zamaninda evet, vardi lakin artik Hz.Peygamber (s) yok ve bizler basimizin caresine bakmak zorunda olan insanlariz. (Kaldi ki bir dayatma yoktu gonulluluk esasi vardi, tekrar Salebe olayini hatirlatayim.) Onu (s) ornek alabiliriz, ayniyle onun gibi yapamayiz. Her devletin basina bir peygamber getirmek mumkun degil. Devlet bir din degil, bir mekanizma ve siyasal yapi surekli bir evrim halinde. Ayrica su var, uzerine konustugumuz sistem Islamî bir sistem degil. (Nasil bir sistem Islamî olur ya da Islami bir sistem olur mu, bu apayri bir konu. Zekat – bireyselik – devlet iliskisini yukarida acikadim, tekrara girmeyeyim. Islami acidan da dusuncek, islami bir sistemi de dusunsek bu oran cok cuzî bir oran,%2.5 . Burada konusulan devlet ve kollariyla ceplerimize dalan mekanizmalarinin sogusledikleri yaninda tartismaya degecek bir meblag degil.)

    Islam ve Liberalizm konusunda Mustafa Erdogan’in kaleminden genis bir degerlendirme yayinlamistik DD’de. Bu konuya ilgi duyan herkesin okumasini temenni ederim:

    http://www.derindusunce.org/2008/01/02/islam-ve-liberalizm-kisa-bir-bakis/

    Selam ve sevgiler.

    TSD

  68. Yazan:eg Tarih: Şub 24, 2009 | Reply

    alper ecer kardeşim,
    vallahi tipik bir liberalsiniz. değiş tonton değişiyorsunuz.
    evet belki görünürde haklıymış gibisiniz ama kendisini bir ideolojiyle “bağlı” gören herkese o ideoloji içinden cevaplar verilir ve siz onlar beni ilgilendirmez diyemezsiniz. amenna deyin ama o zaman tartışmayı liberalizm tartışmasından çkarıp kendi fikirlerimizin tartışmasına getirin öyle tartışalım ki sizin yaptığınız da “aculluğun daniskası” olmasın!

    tam bir liberal saptırmasıyla vural savaş vesaire diye bir “acul” örnek vermişsiniz. ama ben kendimi onlar gibi, sizin gibi bir ideolojiye bağımlı hissetmiyorum. bir insana da bağımlı değilim. dolayısıyla karşılaştırmanız “aculca” olmuş….kendimi siyaset felsefesi olarak yakın hissettiğim etyen mahçupyan’dan bile konu işin en temeli, ontolojisi vesaire olunca dağlar kadar uzağım. yani kendime bir ad vermiyorum. ama sizin bir adınız var, liberal! o yüzden de ya liberalizm tartışmayın, ya da liberalizme getiirlen eleştirileri değiş tonton yaparak değişerek “aculluk” etmeyin olurmu?

  69. Yazan:dusunceler Tarih: Şub 24, 2009 | Reply

    Yukarida bahsettigim Mustafa Erdogan’in degerlendirmesinden iki basligi buraya aktarayim, dokuman olsun:

    İslam’da Birey ve Cemaat

    Kur’an’ın asli muhatabı birey olarak insanlardır, sorumlu bireylerdir. Gerçekten de Kur’an gerek inanmaya çağıran gerekse ödevler ve sorumluluklar yükleyen ayetlerinde genellikle bireylere (kişilere) hitap eder. Kur’an’daki çoğu hitap ifadeleri “Ey insanlar!”, “Ey mü’minler” şeklindedir ve bunlarla kastedilen herhalde -istisnai durumlar dışında- birey üstü kollektif bütünler olmayıp, tek tek kişilerdir. Bundan dolayı, inananlara hitap eden ifadelerden, tek tek Müslümanları aşan üstün bir topluluk veya bir “bütün”den çok, inananların bir “toplamı” anlamında somut içerikli kavramların anlaşılması doğru olsa gerektir. Nitekim, Kur’an insanların bireysel sorumlulukları üstünde son derece ısrarlıdır; o kadar ki, insanlarla Tanrı arasında hiç bir aracı kabul etmez, insanlar doğrudan doğruya Tanrı’ya karşı sorumludurlar. Arslan’ın da işaret ettiği gibi (1996), Tanrı’ya karşı hesap verme sorumluluğu altında olan, iyi ve kötü “ameller”i nedeniyle muaheze edilecek olan ancak Müslüman kişilerdir(6).

    Öte yandan, bütün dinler gibi, İslam’ın da cemaatçi bir yanının bulunduğu açıktır. Nitekim, sosyal dayanışma üstündeki ısrar ve bir bütün olarak İslami toplumun iyiliğini gözetme gereği ile ilgili buyruklar bunun işaretleridir. Hatta, Fazlur Rahman’a göre (1993: IX-X); Kur’an’ın özellikle ilk inen surelerinde toplumsal yön o kadar kuvvetli işlenmiştir ki, kolaylıkla, İslam’ın sırf sosyal bir hareket olarak doğmuş olduğu hatasına düşülebilir (Oysa, İslam’da topluma ve toplumsal varlığa önem verildiği doğru olmakla birlikte, bu onun kişiden çok toplumu gözettiği veya amaçladığı anlamına gelmez). Öte yandan, bir “gelenek” olarak İslam’ın kişilere bireysel tercihlerini bazı noktalarda kısıtlayan ortak bir kimlik sunduğu da doğrudur.

    Bununla beraber, ortak kimliğin yine de mü’minlerin bireysel tercihlerinden türeyen, varlığını bu tercihlere borçlu olan bir olgu olduğu söylenebilir. Bu durumda, cemaatçi formların İslam tarafından “birey insanın kendi iradesine ve inisiyatifine terke (dilen) bir varlık alanı” (Arslan 1996) olarak görülmesi mümkündür. Bu nedenle, İslam’ın esas itibariyle kollektivist bir sosyal öğretiyi öngördüğü söylenemez (Ayubi [1993: 55, 57]. İslam’ın “siyasi” bir din olmamasının, onun bireyci olduğu anlamına gelmediğine işaret ederek, onun esas itibariyle “kamu etiği” ve “kollektif moral”le ilgili, yani “kamu ahlakının kollektif olarak uygulanması temeli üzerine kurulu” olduğunu belirtmektedir).

    Kanaatimce, İslam’ın kollektivist bir biçimde okunmasında çağdaş kollektivist ideolojilerden etkilenmiş olan İslamcı aydınların etkisi büyüktür. Aynca, bireyciliğin her türlü sosyal formasyonu ve aidiyeti reddetmek anlamına geldiğinin sanıldığı bir kültürel ortamda, insanî varoluşun toplumsal boyutunu vurgulayan her öğretiyi bireycilik-karşıtı bir kavramla tanımlama alışkanlığının teessüs etmiş olması, İslam’ın cemaatçi yanının da kollektivist bir toplumsal öğreti şeklinde algılanmasını kolaylaştırmaktadır.

    İslam’ın bireyi sorumlu temel özne olarak kabul etmesi açısından bakıldığında, onun bir tür “insan hakları” anlayışıyla bağdaşabileceği de söylenebilir. İnsanın Tanrı ile ilişkisi nasıl kavranırsa kavransın, İslam’da tür olarak insanın yaratıklar içinde en onurlu varlık sayılması ve bireysel sorumluluğun esas alınması, birey olarak insandan hareketle geliştirilen insan hakları öğretisi ile bağlantı kurulabilmesini kolaylaştıran bir nokta olarak görülmelidir. Ahmet Arslan’ın İslam-demokrasi ilişkisiyle ilgili olarak belirttiğine benzer şekilde (Arslan 1995: 43-44), insan hakları alanında da modern-seküler insan hakları teorisininkine benzer sonuçlara ulaşacak bir dini açıklama veya argümantasyon pekala geliştirilebilir.

    Böyle bir İslami insan hakları teorisinin söz gelişi bir tür “ilahi doğal hukuk” anlayışından hareketle geliştirilmesi mümkündür. Ayrıca, bununla birlikte veya bundan bağımsız olarak, muhtemel bir İslami insan hakları teorisi “makasıdü’ş-Şeria”ya (7) dayandırılabilir. Bununla beraber, ilke açısından bu bağdaşabilirlik, muhtemel bir İslami “insan hakları” listesi ile evrensel insan hakları arasında tam bir uyum olacağı anlamına da gelmez. Bugün insan hakkı olarak evrensel düzeyde kabul edilen bazı iddia ve taleplerin böyle bir listede yer almayacağı söylenebilir. Nitekim, İslam’ın, bizatihi dinin ve/veya dini topluluğun meşruluğunun sorgulanmasına imkan verecek özgürlük haklarını kabul edebileceği oldukça şüphelidir.

    Piyasa Ekonomisi ve İslam

    Önemli bir nokta da, İslam’ın, liberalizmin kurucu unsurlarından biri olan piyasa ekonomisiyle bağdaşır görünmesidir. Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, piyasa ekonomisinin liberalizmin zorunlu unsurlarından olması, onun başka kültürlerle uyuşmayacağı anlamına gelmemektedir. Aksine, piyasa sistemi çeşitli sosyal formlar ve ahlak anlayışlarıyla bağdaşabilir niteliktedir. Esasen, piyasa sistemi liberalizmden önce de vardı. Günümüzün önde gelen liberal düşünürlerinden Norman Barry’nin de işaret ettiği gibi (1996), piyasa ekonomisinin her yerdeki temel -yani, vazgeçilmez- gereği özgürlüktür. İslam’ın özgürlük-karşıtı bir biçimde yorumlanması da her halde bir zorunluluk değildir. Keza, piyasa sözleşmenin kutsallığının ve adil olarak kazanılan mülkiyetin esas itibariyle ihlal edilmezliğinin genel bir ilke olarak tanınmasını gerektirir; ama her bir hukuk sisteminin bu amaçların korunması için öngöreceği yöntemler elbette, kültürel ve dini normları yansıtacak şekilde farklılık gösterecektir.

    Nitekim, Kur’an birçok ayetinde mülkiyet ve miras hakları ile sözleşme kurallarını kabul etmiştir. Ayrıca, Kur’an ve Sünnet’te ekonominin devlet tarafından yönetilmesi ve üretim araçlarının devlet mülkiyetine geçirilmesi gerektiğine ilişkin herhangi bir hüküm de bulunmamaktadır. Öte yandan, İslami literatürde barış dönemlerinin normal geçim yolu olarak ticaretin saygın bir yeri bulunduğu da kayda değer bir noktadır. Keza, tarihsel olarak bakıldığında, İslam peygamberinin kendisinin de ticaret yapmış olduğu ve İslam’ın tarihsel pratiğinde iktisadi mübadele mekanizmasına hasım bir yaklaşımïn sözkonusu olmadığı görülmektedir.

    Mamafih, İslam’ın bazı hükümleri ilk bakışta piyasanın bireyciliğiyle bağdaşmaz görünebilir. Kur’an ve Sünnet’in sosyal dayanışma ve yardımlaşma üzerindeki ısrarı böyle bir izlenimin doğmasında etkili olabilir. Hatta bu nedenle, İslami öğretiden bir tür sosyalizm çıkarma girişimleri bir ara epey popüler hale gelmişti. Bununla beraber, İslam’ın sosyal dayanışmayla ilgili buyruklarının çoğu ahlaki birer ödev, birer “hayr” niteliğindedir ve İslam’da -bir istisna dışında- genel ve zorunlu bir yeniden dağıtımcılık yoktur. Bu istisna, bilindiği gibi, “zekat”tır. Prof. Fazlur Rahman’ın (1993: 20, 50) bir tür “sosyal adalet” ve “refah” tedbiri olarak nitelediği ve İslami bir toplumsal-ahlaki düzenin son derece hayati bir unsuru olarak gördüğü zekat da (8) sermaye birikimini engelleyecek nitelikte, servet karşıtı bir yeniden-dağıtım kurumu olmayıp, piyasayla bağdaşabilen makul bir vergidir. Zekatın amacı zenginliğin müsadere edilmesi değil, “temizlenmesi”dir; yani “ekonomik” değil, “ahlaki”dir. Esasen Peygamberin sünnetinde de piyasanın korunması yönündeki tavsiye ve pratikler dikkati çekmektedir(Ahmad 1996: 25-29).

    Öte yandan, belirttiğimiz gibi İslam hem mülkiyet hem de miras haklarını kabul eder. Kur’an’ın mülk edinmeye getirdiği sınırlar “ekonomik” değildir; bunlar daha ziyade mülkiyetin kendi başïna bir değer (ahlakî anlamda) olmadığınï, fakat “amacı”na uygun kullanılması istenen bir Tanrısal bağış olduğunu insanlara hatırlatan ilahi tavsiyelerdir. Kişinin mülk veya servetinde “başkalarının da hakkı bulunduğu” yolundaki kutsal ifadelerle asıl kastedilenin zekât olduğu, bunun dışında-ki konularda sözkonusu ifadenin ahlaki bir buyruk olarak yorumlanması gerektiği söylenebilir.

    Miras haklarıyla ilgili olarak belki en problematik konu kadınların mirastaki paylarının erkeklerin yarısı nispetinde öngörülmüş olmasıdır. Bunun liberal bir bakışla onaylanması mümkün değilse de, burada daha önemli olan nokta, İslam’ın “miras hakları”nı kategorik olarak reddetmiş olmamasıdır. Kaldı ki, bugün bazı yazarlar bir tür “teleolojik” yorum yoluyla, Kur’an’ın mirasla ilgili ayetlerinden, kadının günümüzde aile ve toplum içindeki yerini göz önünde tutan sonuçlar çıkarılabileceğini düşünme eğiliminde görünüyorlar.

    Buna karşılık, İslam’ın mutlak anlamda bir “mübadele serbestisi”ni kabul ettiği de söylenemez, bunun birtakım ahlaki sınırları olduğu düşünülmektedir. Bu, haklı bir kaygıdır. Nitekim liberal piyasa ekonomisi anlayışı da hiçbir ahlaki sınır tanımaksızın her şeyin serbestçe mübadele edilmesi anlamına gelmemektedir. Ayrıca, bütün aktüel piyasa ekonomilerinde bedel karşılığında mübadele edilmesi ahlaken onaylanmayan değerlerin var olduğu fiilen de kabul edilmektedir.

    Öte yandan, İslam’ın “adil kazanç” üzerindeki vurgusu da, yanlış olarak sanıldığının aksine, liberal piyasa sistemiyle bağdaşmayan bir husus değildir. Çünkü, bir piyasa ekonomisi mübadele sürecinin herkes için geçerli genel ve adil kurallar çerçevesinde işlemesini öngörür. Bu, liberal öğretinin ahlaki temellerinin zorunlu bir türevi olduğu gibi, pratik açıdan da, böyle -en azından- asgari ahlak kodu ile çevrelenmemiş bir mübadele mekanizması piyasa ekonomisinin kendisini de tahrip edicidir. Bu nedenle, liberal düşünürler piyasada mübadelelerin adilliğini garanti edecek, hile, ikrah ve sahtekârlık gibi sapmaları “medeni” yoldan müeyyidelendirecek, gerektiğinde “cezalandıracak” bir kurallar sisteminin varlığını şart koşarlar.

    Bu hususta İslam’la liberalizm arasında ortaya çıkabilecek belki en ciddi gerilim faizin meşruluğu sorunuyla ilgilidir. Piyasa ekonomisinin, üretim faktörlerinden birinin karşılığı olan faizi esas itibariyle meşru bir kazanç olarak gördüğü malumdur. Ancak ekonominin faiz üzerinde odaklaşmasının (veya bir “faiz ekonomisi”nin) piyasa sisteminin zorunlu bir unsuru olmadığı da bellidir. Başka bir anlatımla, “rant-kollama” etkinliği yoluyla kazanılan para anlamında faiz piyasanın özü değildir. Öte yandan İslam’ın karşı çıktığı olgunun, üretim ve mübadele sürecinin olağan araçlarından biri olan “faiz”den ziyade, ahlaki bir kötülük ve toplumsal bir yıkıcılık olan “faizcilik” olduğu söylenebilir. Kur’an’ın, esas itibariyle, “ekonomik” faize değil, fakat ahlaki bir kötülük olarak “riba”ya karşı olduğu, “faiz”i kınayan ayetlerin hemen hemen hepsinin -ticaretle değil- hayırseverlikle ilgili bağlamlarda yer almış olmasından anlaşılabilir.

    Ayrıca, İslam hukukçuları, bugün “faiz” olarak nitelediğimiz bazı işlemleri (peşin para karşılığında indirim ve kredi karşılığında fazla ödeme gibi) meşru saymışlardır. Hukukçuların caiz görmedikleri, sadece tamamen parasal ödünç vermedeki faizdir (Ahmad 1996: 25). Fazlur Rahman bu konuda şöyle yazmaktadır (1993: 369): “Kur’an’ın yasakladığı riba düzeni ile modern bankacılık ve faizi aynı saymak iki şeyi açıkça karıştırmaktır, çünkü faiz, modern gelişimci ekonomi’ kavramı çerçevesinde… tamamen farklı fonksiyonu olan özel bir düzenlemedir.”

    Makalenin tamamı burada.

    ***

    Yine bu konuyla ilgilenlere bireysel ozgurluk ve rituelerin bireyselligi baglaminda, Saffet Kose’nin “Islam Hukuku Acisindan Din ve Vicdan Hurriyeti” ile Recep Senturk’un “Insan Haklari ve Islam” adli kitaplari nacizane tavsiye ederim.

  70. Yazan:Mustafa Akbas Tarih: Şub 24, 2009 | Reply

    Kusura bakmayin ama cok anlamli Makalede seks örnegi vermek hosafa tuz katmaya benzemis. Seks temel bir ihtiyac degildir qünkü Afrikada bile aylarca ac yatan kalkan insanlar cocuk edinebiliyorlar. Hatta haftalarca yetersiz gida alamayan bir Anne bebegini emzirebiliyor cünkü ona yaratan kalcalarini bebegi icin gida deposu görevi vermis. Kendini sosyal devlet gösteren bir devletin görevi ihtiyaci olan yada zor durumda kalmis vatandasina yardim etmesi ilk görevidir. Sinirli olarak gida yardimi yapilmasinda bir sakinca yoktur. Ama evinde ceryan olmayan bir yasli kadina buzlabi vermek ancak beyaz esya üreticine tesvik programi uygulamaya benziyor.
    Yoksul insanlara yapilan yardim sinirli kalmali ve devlet yoksullugun nedenlerini kaldirmali. Vatandasa verilen egitim yada egitim imkanlari gelecek icin cok karli yatirimdir.

  71. Yazan:alper ecer Tarih: Şub 24, 2009 | Reply

    demagoji yapıyorsunuz enver bey. ben liberalim diyorsam bu “liberalizm diye bir din vardır ve o şey her ne diyorsa ben ona tabiyim” anlamına gelmiyor.

    ben serbest piyasanın ekonomik kaynakları en doğru yönlendiren sistem olduğuna inanıyorum, çünkü planlama ve merkezi bir bürokrasi işleri iyi yönetemiyor gibi bir düşünceye sahibim.

    insanlara şu ve şu haklar tanınmalı diye düşünüyorum, çünkü o ve o haklar tanınmadığı zaman insanlar birlikte yaşayamıyor, birbirleriyle mücadele ediyorlar, kan dökülüyor hiç uğruna, barış ve iyi insani ilişkiler yokoluyor.

    adalet diye bir tasarıma inanıyorum, başka kim inanıyor bunu bilmiyorum, ama benim inandığım bir adalet var. sözleşmeler yoluyla insanlar biribirlerine düşmeden kendileri için karşılıklı güven ortamları yaratsınlar ve insani ilişkiler geliştirip hayatlarını daha iyi yapmanın yolunu arasınlar diye inanıyorum adalete.

    özgürlüğe inanıyorum, insanlar başka birilerinin boyunduruğunda olmasın, kimse kimseye silah dayamasın ve buna devlet de dahil, devlet masum bir aygıt değil. Benim de o masum olmayan aygıta hiç ihtiyacım yok. devlet en fazla ortak çıkarlarımızı gözetsin, bunun dışında hiç bir işe karışmasın, devletsiz yaşayalım gitsin, devlet kimsenin yek diğerini diğerine köle etmek için kullandığı bir araç olmasın istiyorum.

    bunlar ortalama sözler değil. herkesin inandığı değerler de değil. bunlara inanan insanlara her ne diyorlarsa ben işte oyum, ama genelde klasik liberal diyorlar, liberteryen diyorlar, ben kendime liberal derken “liberalizm dinine bağlı” anlamında demiyorum bunu, benimle tartışırken üç aşağı beş yukarı nelerle karşılaşacağınızın bir özeti olmak üzere anlayın diye söylüyorum. Siz bu değerleri ve mantık yürütme tarzını kullanan bir insana bilmiyorum başka bir şey mi diyorsunuz? Hakkaten ne diyorsunuz? Siz benim şu söylediklerimi savunanlara Patonist diyorsanız patonist diyelim. Liberalizm böyle emrettiği ben de anamdan babamdan liberal doğduğum için liberalizme duygusal bağlara sahip olduğum için falan savunmuyorum ki bunu. Adını liberalizm falan koymayalım ya, ne gerek var. Sizinle serbest piyasayı ya da etiği tartışıyoruz, sözleşmeleri ve devleti tartışıyoruz. İndirgemeciliğin bu kadarına da pes yani. Adı liberalizm olmasın hakkaten ya. Siz neden rahatsızsanız açık açık o konuyu söyleyin de tartışalım.

    Sizin anlamadığınız şu. Ben insanların benim söylediğim hiç bir şeyi hiç bir şekilde kabul etmeyebilecek kişiler olduğunu, kimseye hiç bir şeyi kabul ettiremeyebileceğimi ve buna zorlayamayacağımı biliyorum. Siz bunu biliyor musunuz? Gayet basit bir soru soruyorum size. Siz insanların, dinlerinin, değer yargılarının, ahlak anlayışlarının, siyasi görüşlerinin sizinki gibi olmayabileceğini ve hiç bir zaman da sizinkine ikna olmayabileceklerini biliyor musunuz? Lafın gelişi biliyorsunuzdur muhakkak, hiç bunu iliklerinizde hissettiniz mi?

    Ben biliyorum ve beyhude ideallerle uğraşmıyorum, ikna olmadıkları durumlarda insani ilişkiler nasıl olacak sorusuna cevap arıyorum, nasıl ikna ederim sorusuna değil. (Dünyadaki bütün insanların bir şeylere ikna olabileceği gibi varsayımlara dayalı bir düşünceye hangi insanın inanabileceğini de merak ediyordum, ama görerek öğreniyorum ki, varmış.)

    İnsanların etraflarında içine dokunamayacağınız küreleri vardır, bunlar onların haklarıdır, hayat, hürriyet ve mülkiyet buna dahildir. Ve bu insanlar eşittir, hiç kimseden rızasına muhalif bunlardan vazgeçmesi beklenemez ve istenemez. Kendi istiyorsa ister malını, ister hayatını verir kimin için istiyorsa. Ama onun isteği dışında bunlara ben karışamam diyorum, ben veya benim gibi başkaları da toplanıp yapamaz veya benim gibi başkalarından oluşan bir terör örgütü veya etrafınızdaki geniş bir toprak parçasını telle çevirip kendine kapatmış bir terör örgütü veya o toprakları çevirmiş ve sonra da dünya topraklı terör örgütleri birliğine üye olmuş bir terör örgütü. Bana mı sordular başıma yönetici kesilirken? Hiç birisi insanların malına, canına, ve haklarına karışma ayrıcalığına sahip değil, yeterince güçlenip etrafımızı dikenli telle çevirince de ayrıcalıklı olmaz. Çok basit bir şey söylüyorum. Neyi var o terör örgütünün de gaspı sokaktaki vatandaş yapınca suç oluyor, ama o yapınca olmuyor sizin gözünüzde? Ben niye maruz bırakılıyorum benim dışımdaki insanların kendi aralarında verdikleri kararlara?

    Anlaşamayacağız falan demeyin, ne ayrıcalığı olduğunu söyleyin. Söyleyin ki söylecek sözünüz tükendi mi tükenmedi mi görelim?

  72. Yazan:özlem Tarih: Şub 24, 2009 | Reply

    Bu arada zekat verilmesinde vekalet meselesine cevap yazmayı unutmuşum. Zekat meselesinde vekalet verilmesi gerekir gibi bir kural yok.Ya da ben rastlamadım. Belki bazı insanlar kendileri öyle bir gelenek geliştirmiş olabilirler. Kurban vekaleten kesilir.

    Mesele özgürlük konusuna nereden geldi takip edemedim ama buradaki mesele adalet ve insanca yaşam hakkı ile ilgilidir. Çok basit bir anlayışla şudur. İnsanların bir kısmı açlık perişanlık içerisindeyken diğer bazılarının sınırsızca lüks içerisinde yaşaması vicdana,adalete sığmaz. Çok sevdiğim bir hadisteki gibi “gökler ve yer adaletle ayakta durur” eğer toplumda adalet bozulursa herşey çöker. Bundan kasıt eşit olmak hepimiz aynı evlerde oturalım aynı şeyleri yiyip içelim gibi bir ütopya değildir.

    Ve yine temel ihtiyaçlar, değiştirilebilir olanla, değiştirilmesi elde olmayan bir sürü şey aynı sepete atılıyor. Elbetteki güzel bir kız kendini jiletlemeyecek (ne garip bir benzetme bu: ) Çünkü o güzelliği ile diğeri çirkinliği ile bu dünylada imtihan ediliyor Ve bu dünyada eşitlik boş bir iddia olduğu gibi mutlak adalet diye bir şeye inanıyorsak bu dünyayı aşan bir inancımızın olması gerekiyor. Yoksa bütün çirkin kızlar intihar ederdi zaten. Bir kere adaletsizliği giderme çabası kötülük yönünde olmaz. Ama şimdi şunu düşünüyorum insanların yiyecek barınma gibi temel ihtiyaçlarından sonra belki yüzü vücudu deformasyona uğramış bir insanın estetik olması da sosyal yardım kapsamında olabilir. Aynı fakir gencin evlilik yardımı alması gibi(bunu suffalı gençlere yapmışlar) Ama burada tabi ki bir hiyerarşi var. Önce yaşamsal ihtiyaçlar.

    Dediğim gibi ben sorumlu değilim meselesine gelince işte zurnanın zırt dediği yer bu. Ben burada kendi değer sistemime göre sorumluyum. Bu kur an da pek çok ayette geçer.
    Gerçek şu ki, biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.(ahzap 72)

    Hem kendimden sorumluyum hem ailemden hem de dün sokak ortasında yağmur altında buz gibi soğukta selpak satarken gördüğüm kız çocuğundan.

    devlet burada bir araçtır. Elindeki güç sebebi ile haydut olmaya çok elverişli bir araç. ama öbür taraftan yine elindeki güç sebebi ile işe yarar da olabilecek bir araç. Benim bu meselelerde devletin ne işi var demem bence dinin protestanlaşmasıdır. Yoksa zannetmiyorum ki protestanlarda da hayır kurumları,cemaatler olmasın. Yardımlaşma gibi meseleler hayatlarından tamami ile çıksın. Bir de devletin sosyal adaletsizliği gidermekte bir araç olması ile bu yardımların devlet tekelinde olması benim için aynı şey değil.
    Pekala hem vakıflar ile hem de devlet eliyle bu yardımlar yürüyebilir ve biri öbürünün alternatifi değil. Zannetmiyorum insanlar birilerine yardım etmek isteyip de sonra a boş ver devlet nasıl olsa ediyor gibi bir düşünce içerisinde olsunlar.

    mustafa erdoğan çok saygı duyduğum bir akademisyen ve ilk fırsatta makalesini okuyacağıma emin olabilirsiniz.

    Yine de ben Etyen Mahçupya’nın bugünkü yazısını çok tuttum söylemeden geçemeyeceğim;)

  73. Yazan:özlem Tarih: Şub 24, 2009 | Reply

    Ya hiçbir şeyde anlaşamasanız en azından Etyen mahçupyan’ı seven iki insan olarak anlaşabilirsiniz. hele alper beyin Zaman da ırkçı birisine düştüğü bir yorum vardı bir zamanlar ben bile korkmuştum:)

  74. Yazan:eg Tarih: Şub 24, 2009 | Reply

    ah kardeşim o “iliklerinde hissetmek” işte vicdanla olur. ben onu vicdanla sağlıyor ve benden farklı insanların kesret de olsalar birlik olduğunu biliyorum. hani vicdan, hani belki sizlerde en az bulunan şey…

    sizden bin kat daha dmeokratım. sizden bin kat daha fazla insanların özgürlüğünü savunuyorum ama bunları param ve mülküm garanti altında olsunlar diye değil, gerçekten varoluşum bunu gerektirdiği için yapıyorum.bu yüzden aç bir insan gördüğüm zaman yüreğim sızlıyor, sizin “bana ne onun açlığından onun parasını ben mi çaldım “demenize karşılık. bu yüzden dünyada haksızlığa uğrayan kimse onun yanındayım, sizin” bırakalım serbest ortama eğer haklarını elde ederlerse ne ala, edemiyorlarsa zaten serbest piyasada yaşamayı hak etmyorlardır” demenize karşılık. bak kardeşim senin vicdanın beni anlamaya yetmiyor bu çok net. bu sana yazacağım son şey, çünkü gerçekten liberal fanatizmin en çirkn hallerini gösteriyorsun. vicdan, insanlık ne demek, bunlardan dolayı, sırf bunlardan dolayı bir insanın hakkını ve iyiliğini kendinizden dahi fazla düşünmek ne demek asla bilemezsiniz. çünkü kapasiteniz, vicdanınınz insanlığınız cebinizin kapasitesi kadar…sizin anlamanız çok zor! gerçekten çok zor.

  75. Yazan:kacakkova Tarih: Şub 25, 2009 | Reply

    cok mu olur olmaz noktalardan maydonoz oluyorum bilmiyourm, ama yer yer bu sitedeki tartismalarin önemsedigim noktalari aciga cikardigini düsündügümden dahil oluyorum ben de…alper ecer’in son yorumunda takildigim noktayi söyleyecegim yine…bazi haklarin taninmasina, adalete, özgürlüge vs. inandigini belirtmeden önce ecer, “serbest piyasanın ekonomik kaynakları en doğru yönlendiren sistem olduğuna inanıyorum” diyor…simdi, ecer’in yazi ve yorumlarindaki samimiyetine bir sey diyemecegim icin, yani ecer’in liberalizmin bildik hokuspokusunu kullanan biri degil de liberal düsüncenin bir cikis olduguna gercekten inana biri oldugu varsayimiyla, nasil olurda baslangic noktasinda zaten sorun olan seyi tartismanin disinda tutarak düsüncelerini temelendirmeye calistigini dogrusu anlamakta zorlaniyorum…serbest piyasa ekonomisinin esitligi,haklari, adaleti, özgürlügü vs. mümkün kildigini varsaymak nasil mümkün oluyor, temellendirilmesi gereken sey bu degil mi zaten…serbest piyasayi veri kabul ederek üzerinden konusmak ne kadar anlamli…tamam “planlama” ve “merkezi yönetim” iflas etmis ve gecerlilikleri tarisilir seyler olabilir, ama “liberal düsünce” bunlara bakarak mi temelendirecek kendi gecerliligini….bir yöntemi baska yöntemlerin yanlisliklariyla kiyaslamak bir seydir de, gecerliligi bu kiyaslamalar vesilesiyle yapmak baska bir seydir….ayni seyi “planlamacilar” da yapabilir, serbest piyasa uygulamasinin felaketlerini siralayip kendilerini gecerli ilan edebilirler, iyi de tartisma nasil derinlestirilecek….saniyorum asil olarak argümanlarin dayandigi zemini de isin icine katmak gerek….

  76. Yazan:alper ecer Tarih: Şub 25, 2009 | Reply

    ben tartışmalarımda genel olarak “argumentum ad misericordiam” diye adlandırılan yönteme başvurmamaya çalışıyorum. Muhataplarımdan da aynısı bekliyorum. Bundan ötürü tartışmayı söz söylenemeyecek acılardan hareketle kazanma yöntemlerine direniyorum. Bu da beni iyice vicdansız durumunda bırakıyor, bu saçma suçlamadan kurtulmak için öncelikle şunu söyleyeyim: Şahsen gönüllülük esasına dayanan ve sosyal dayanışma faaliyetleri yürüten bir derneğin üyesiyim. İş dışında dışarıda geçirdiğim zamanların bir çoğunda orada oluyorum, aylık düzenli bir miktar da bağışlıyorum. Siyasi faaliyetlerimden tamamen ayrı bir kuruluş bu. Bunun ötesinde bu sene kurban da kestim, henüz gerekli nisaba ulaşmadığım için zekat vermedim.
    Bunları söylemek zorunda kalmam benden çok sizin için bir utanç vesilesi olmalı. “Bana ne” derken bunu elbette üçüncü şahıslar adına kullanıyorum. Bunu bile anlamazdan gelip bana karşı kullanmaya çalışmak ve beni vicdansızlıkla falan itham etmek gerçekten yüzkızartıcı bir durum. Param ya da cüzdanım için bunları söylediğimi iddia etmek çirkinliğin dik alasıdır. Siz hiç onaylamadığınız bir hayat tarzının varolma hakkını savunmadınız anlaşılan. Sizin için insan kendisi her neyse onun diktatörlüğünü savunuyor olmalı, birisi “istemeyen sosyal yardım yapmak zorunda olmamalı” diyorsa bu kişi klavyenin arkasında purosuyla yazı yazan bir para babasıdır ve para vermemek için de mail gruplarında yazı yazıyordur, herhalde öyle düşünüyorsunuz. Bana vicdansız gibi şahsi suçlamalar yöneltebildiğinize göre böyle bir şeyler.
    Ben “hiç sizden farklı düşünebilen birileri olabileceğini hissettiniz mi” derken bunu kast etmiştim. Sizin için para vermek istemeyen herkes purolu ve cüzdan düşkünü, dolayısıyla kafadan ahlaksız, dolayısıyla ona ne yapılsa lazım. İşte ben bu mantığı eleştiriyordum. Ama sözünüz bitmiş gördüğüm kadarıyla. Nihayet bunun olduğuna sevindim, umarım diyceke şeyiniz kalmayınca makineli gibi savurduğunuz vicdansızlık ve bitmez tükenmez ahlaki üstünlük iddialarınıza da bir son verirsiniz.

  77. Yazan:alper ecer Tarih: Şub 25, 2009 | Reply

    Serbest piyasanın iktisadi faydalarından bahsetmiştim ve kacakkova bunu sormuş, bunu nasıl veri olarak alabiliyorsunuz diye. Öncelikle serbest piyasanın faydalarının onu doğrudan doğruya meşrulaştırmayacağını söyleyeyim ki pozisyonum biraz daha iyi anlaşılsın.Bir diktatör ekonomiyi çok iyi yönetiyor, paraları doğru yönlendiriyor olsaydı bu onun diktatörlüğünü de meşru kılmazdı.
    Aslında benim inandığım şey insanların topraktan kendileri için bir şeyleri tek başlarına çıkardıklarında bunun onlara ait olduğu. Onlara ait olan bu şeyi ellerinden zorla almaya kimsenin hakkı yoktur, çünkü o şey varlığını onlara borçludur. Kendinden vererek ürettiğin bu şeyi bir başkasına istersen gönüllü olarak elbette bağışlayabilir veya bir başka malla değiştokuş edebilirsin. Böyle böyle mallar ve paralar el değiştirir ve bu süreçte yöntemsel bir hata olmadığı sürece çıkacak her sonuç da adildir, daha doğrusu adil olmanın ötesinde adaletin konusu bile değildir. Adaletin konusu olan yöntemlerdir, birisi birisine bozuk mal satarsa bu bir adaletsizliktir, çünkü “sözleşme ihlali” olan odur. Ama sözleşmelere herkes uydu diyelim, ve siz sonunda “beklentileriniz” ölçüsünda mutlu olmadınız. Bu bir adaletsizlik değildir, çünkü sözleşme ihlali değildir, kimse sizinle öyle veya böyle sonuçta bu işten karlı çıkacaksın diye bir sözleşme yapmadı. O sizin kendi beklentiniz. Saklambaçta amaç gören kişinin koşup sobelemesidir, görülen kişinin görene çelme takması adaletsizliktir. Ama sobelenen kişinin “Hep ben sobeleniyorum, adaletsizlik bu” dediği şey bir adaletsizlik değildir. O bir sözleşme ihlali değil çünkü.

    Eğer bir insan grubu bir bölgede yerleşikse ve ürettiği malların ve hizmetlerin fiyatlarını belirleyip onları satıyorlarsa bu onların haklarıdır. Buna da ket vurulamaz, çünkü bu da mülkiyet hakkının bir gereği. Başka da bir şey yok. Yoksa piyasa denilen şey elle tutulan bir sistem, bir construction, bir ütopya değildir. Bu alış ve satışlar tek tek de yapılabilecek ve değerlendirilebilecek bir şeydir, tek tek değerlendirildiğinde nasıl ahlaki olup olmamalarının dışında diyecek bir lafımız yoksa, alan ve satan kendileri açısından bunu özgür iradeleriyle ve kar beklentisiyle yapıyorlarsa belirli bir coğrayfadaki insanların alış ve satışlarını da dışarıdaki birinin bir arada değerlendirmesi mümkün. Birisi bunların toplamına piyasa adı vermiş olabilir. Eskiden böyle dendiği için ben de böyle kullanıyorum, yoksa gerçekte “hani nerde piyasa, işte şurdaydı şimdi gitti” diyebileceğimiz ayrı bir yönetici kişi yok. İnsanların değiş tokuş etmeleri var ve herkes gönüllü olarak, bir öncekinden daha iyi duruma geleceğini düşünerek değiş tokuş ediyor ve hepsi bu. “Serbest piyasa ” kavramı müdahale olmadan anlaşılabilecek bir şey değil o yüzden. Birisi eğer “hop bir dakika, ben sizin alış ve satışlarınızı birarada düşünmek ve onlara kafama göre homojen bir şekil vermek, belirli kısıtlara tabi tutmak istiyorum” dediğinde bu “müdahale” olur, “planlama” olur ve müdahale ya da planın olmadığı düzene serbest piyasa denir. Çünkü müdahale eden onları bir bütün olarak algılar ve böyle bir muameleden bahseder, böylece müdahale edilmesin dediğimizde veya “neye müdahala edilmesin” dendiğinde aynı terminolojiyi kullanırız.

    Bu bakımdan serbest piyasanın faydasına olan inancım sadece “müdahale edilmesinin genel faydasızlığına” ve “mülkiyet hakkına” olan inancımdır. Dolayısıyla yaklaşımınız doğru. Hatalı olan müdahale etmektir, müdahale edilmediğinde en azından olanlar kişilerin kendi sorumluluğudur ve onlara zorla bir şey de yaptırmamış olursunuz,” anlamına geliyor dediklerim.

    Burada açmaya gerek var mı bilmiyorum, ama bunun ötesinde tüm yumurtaları aynı sepete koymanın mantığı nasıl yoksa ve zararı çok büyük olabiliyorsa piyasa da böyle çalışır. Yani tüm yumurtaları aynı sepete koymaktansa herkes nasıl ve ne şekilde alışveriş yapacağına, üreteceğine ve tüketeceğine kendisi karar verirse daha iyi olur diyoruz. Çünkü o zaman bozulan homojenlik sonucunda ortaya çıkan farklı ve kimi faydalı, kimi zararlı uygulamalar herkesçe taklit edilebilir, insanlar faydalıları taklit ederken faydasızlar kendilerini sürdüremezler ve böylece piyasa denilen olgu spontane bir yenilenme düzeni, bir tür yenilik laboratuarı olarak çalışır. Neyin doğru olduğuna uygulanmadan karar verilmesi çok zor olduğu için bu uygulamaları tek bir diktatörün, tek bir plana ve şemaya bağlı kalarak, fleksibl olmayan şekillerde uygulamasındansa elbette herkesin parça parça bildiği gibi yapması daha iyi bir total sonuca yolaçar. Piyasada çalışan birisi olarak bunun son derece gerçekçi bir resim olduğunu da çok rahatlıkla söyleyebilirim. Bu tabii genel bir çerçeve ve merkezden yapılan bir müdahalenin bir tıkanıklığı aşmakta daha hızlı sonuç verebileceği durumlar da olabilir. Ama bu bir toto elbette, yoksa iktisadın işleyiş tarzına ilişkin bir model değil.

    Özetle piyasanın serbest oluşunun neden müdahaleci bir sistemden daha faydalı olduğuna ilişkin görüşüm bu.

  78. Yazan:dusunceler Tarih: Şub 25, 2009 | Reply

    Alper ‘serbest piyasayı’ çok güzel açıklamış, ben de daha önce bu konuda yazdıklarımdan harmanlayarak birkaç şey ekleyeyim.

    Alper serbest piyasanın faydasının ona meşruiyet sağlamayacağını belirtmiş ki, çok doğru bir nokta. Devamında da serbest piyasanın faydasına olan inancının sadece “müdahale edilmesinin genel faydasızlığına” ve “mülkiyet hakkına” olan inancından kaynaklandığını söylemiş, yorumunun tamamına katıldığımı belirteyim ve müdahalenin faydasızlığı noktasından devam edeyim.

    Liberallerin söylemi gayet basit aslında. Liberaller özetle, tekelleşmeye engel olunacak tedbirlerin alınarak (bunun liberallerin aralarında hemfikir olmadığı çeşitli yolları vardır), piyasanın serbest bırakılmasını, milyonlarca, milyarlarca sayıda, birbirleri ile etkileşime geçecek dinamiklerin, sisteme müdahale edilmek suretiyle yapılan planlamadan çok daha sağlıklı sonuçlar ortaya çıkartacağını, bunun bir ‘bilgi’ sorunu olduğunu, malların arz ve talebi üzerinde tesiri olan değişikliklerin ayrıntılarını bilecek ve buna göre önlem alacak, gerekli yönlendirmeleri yapacak merkezi bir sistemin oluşturulabilmesinin mümkün olmadığını, bunu yapabilecek yegane unsurun ‘fiyat’ olduğunu savunurlar. Serbest piyasa ve rekabet tam da bu yüzden gereklidir. Neden karma olmuyor sorusunun cevabı da burada gizlidir. Burada sisteme yapılacak her müdahale bir biçimde istenmeyen sonuçlara yolaçar. (Bkz, ABD’deki kriz.) Çünkü bu devasa bilgi düzeneğinde bizim bilebildiğimiz/tahmin edebildiğimiz kısım minik, birçok cihetinin görünmesinin bile mümkün olmadığı bir zerredir ve bu kesite dayanarak bütüne dair ‘hazır reçeteler’ uretmemiz, kapsayıcı modelemeler yapabilmemiz -çok az istisna hariç- asla mümkün değildir.

    Bu derece karmaşık ilişkiler ağında piyasayı daha verimli (daha insancıl!?)kılmak amacıyla kontrol altında tutmak için çok sıkı biçimde organize olmuş, piyasadaki her aktörün davranışını önceden kestirebilecek devasa bir bilgiye ve bunu işleme kapasitesine sahip olmak gerekir. Bunun mümkün olmadığı da açık olduğuna göre piyasanın işleyişini tek bir merkezin bilgisi ve tahmini yerine, karmaşık bir ilişki ağında, her noktanın bizzat etki ettiği total bir sonuca bırakmak çok daha sağlıklı bir yöntem olacaktır.

    Müdahaleciliği savunanlar bu bilgi meselesine değinmekten ısrarla kaçınırlar. Müphem söylemleri sadece bununla kalmaz, çoğunlukla antitezden tez çıkartmaya çalıştıkları için eleştirel olmakla yetindikleri halde önlerinde duran sorunlara çözüm bulduklarını vehmederler.

    Liberaller gerçekten serbestçe işleyen bir piyasada -mesela ABD’deki gibi- krizlerin hiç olmayacağını değil, bu tip krizleri besleyen faktörlerin işler sarpa sarmadan önce yine piyasanın işlerliği içinde aktörlerce eleneceğini savunurlar. Piyasayı en iyi denetleyen şey yine piyasanın kendi dinamikleridir.

    Liberalizmin ekonomik boyutunu eleştirenlein ihmal ettiği (ya da göremzden geldiği) en önemli unsur piyasaya kısmi müdahalenin insanlık lehine sonuçlar verebileceğine dair inançları. Bu öylesine boş bir inançtır ki, çürütmek için sayfalarca aleyhte örnek verilebilir.

    Sentez derken bu kasdediliyor çoğu kez, neden bahsedildiği ve nelere malolacağı belirsiz bir biçimde. En canlı örnek ABD krizi, kısmi müdahaleciliğin sonuçlarını milyonlar çekiyor, sistem adamakıllı ‘temizlenmeden’ de bu azaptan kurtulamayacaklar. Hala ‘müdahaleler’le kurtarma çabalarına giriliyor, bunun hem topluma maliyeti hem de yine piyasaya müdahil olmak suretiyle ileride doğacak başka olumsuz sonuçlar büyüteceği sorunları görmezden geliniyor.

    Hak hukuk boyutuna bile giremedik, görüyorsunuz. (Devletle iş pişiren ve onun baskısıyla sorunlu krediler dağıtarak batan bir şirketi kurtarmak için o şirketten hiçbir biçimde nemalanmayan sıradan bir insana sadece vergi mükellefi olduğu için ceza kesmek ve katkı istemek ne ahlaka ne vicdana sığar. Bu, mülkiyet hakkını direk ihlaldir. Camii inşaatı için gerekli olduğu halde, mülkiyet hakkına olan bağlılık nedeniyle Yahudi’nin evini elinden alamayan kudretli bir halifenin de intisap ettiği dinin inananlarına mülkiyeti anlamak bu derecezor gelmemeli.)

    İslam konusuna bağlayayım. Liberalizm bir siyasi ilkeler manzumesidir, toplumsal tarafı kapsayan normatif bir projesi yoktur. Tıpkı İslam’ın da donuk bir siyasi teorisinin olmaması, tarihsel yönünün olması, bir ahlak manzumesi olması gibi.

    İslam’ın donuklaşmayan yorumu liberal-demokratik bir siyasi sistemle bağdaşır. Kaldı ki günümüzde homojen olmayan toplumlarda insanların birarada, birbirlerinin haklarına ilişmeden yaşayabilecekleri – şu aşamada- yegane sistem de liberal demokrasidir. (ileride gelişir, değişiri bilemeyiz.) Bunun bildiğimiz batılı liberal demokrasiler gibi olma mecburiyeti de yoktur; ne liberalizm ne de İslam açısından..

    Tabii ki İslam ile liberalizm birebir uyuşmaz, ama İslam ile liberalizmin uyuştuğu noktalar (mülkiyet, serbest piyasa gibi) liberalizmin temelidir. Bu anlamda, “şudur” denecek katı sınırları da yoktur liberalizmin, kültürel motiflerle harmanlanarak farklı formlara bürünebilir. Liberalizm bir bilgi ve değer sistemine dayanmaz, bunu da dayatmaz, toplumu tanzim etmeyi düşünmez, bu anlamıyla kapsayıcı da değildir. Yani liberalizm, ne İslam’a ne de başka bir dine alternatif, yerine ikame edilecek bir ideoloji değildir.

    TSD.

  79. Yazan:eg Tarih: Şub 26, 2009 | Reply

    @alper ecer,
    evet sevgili liberal kardeşim yendiniz beni!
    üniversite çağlarımdan beri liberallerin fikir tartışmalarını dahi hayat görüşleri gibi “sadece kazanmak” için yaptıklarını bildiğim halde sizinle tartışmaya girdiğim için yendiniz beni! (etyen’le atilla yayla’nın tartışmasında da atilla yayla yenmekten bahsedip duruyordu…çürütüyordu ya etyenin fikirlerini, yeniyordu hep! gariban profesör!)

    sadece kazanmak için yaptıkları için hiçbir fikir tartışmasını anlamak için yapmadıklarını bildiğim halde sizinle (liberal düşüncenin genç bir temsilcisiyle) tartışmaya girdiğim için yendiniz beni!

    bir liberale laf yetiştirmenin onlar her daim değişip dönüştükleri için (değiş tonton şeklinde) mümkün olmadığını bildiğim halde, sizinle tartışmaya girdğim için yendiniz beni!

    evet kazandınız mutlu olacaksanız!

    bir müslüman olarak bir liberale anlatılabilecek ve anlayabilecekleri hiçbir şey olmadığını hala anlayamadığım için yendiniz beni…

    hala liberal çapın (sırf türkiyedeki darbelerden dolayı darbe karşıtlığının otomatik olarak bir araya getirdiği liberallerle demokratların, müslümanların!aslında suni bir birliktelik olduğunu anlayamadığım için…)bir çapsızlık demek olduğunu göremediğim için yendiniz beni!

    serbest piyasanın tapıcısı olmanın aynı zamanda piyasaya metafizik bir anlam atfetmek ve sırf bu yüzden bu durumun sosyal darwinizm ile aynı şey olduğunu göremeyecek kadar gözü ve vicdanı bağlanmış liberallerle tartışma yapılamayacağını 20 yıldır hala anlamadığım için ve ısrarla hala sizinle diyalog kurmaya çalıştığım için yendiniz beni!

    Allah sizi ıslah etsin…zor ama inşallah demekten başka bir şey söyleyemem!

  80. Yazan:dusunceler Tarih: Şub 26, 2009 | Reply

    Enver hocam,

    serbest piyasanın tapıcısı olmanın aynı zamanda piyasaya metafizik bir anlam atfetmek ve sırf bu yüzden bu durumun sosyal darwinizm ile aynı şey olduğunu göremeyecek kadar gözü ve vicdanı bağlanmış liberallerle tartışma yapılamayacağını

    Hocam bu çok ağır bir söz olmuş Alper’e (ve aynı şeyler savunduğum için bana da.)

    ‘Serbest piyasa tapıcılığı’ ne demek bilmiyorum, piyasanın metafizik bir varlığı olduğunu da düşünmüyorum. Serbest piyasayı savunmak Sosyal Darwinizm ise (ki bence burada açıkça bir öcüleştirme yöntemiyle olumsuzlama var) Hz Peygamber’i(s) de bir sosyal darwinist konumuna sokmuş oluyorsun.

    Zira Hz.Peygamber (s) Ukaz’da arz düşüklüğü nedeniyle bazı ürünlerde yükselen fiyatlara sınır konulmasını talep edenlere karşılık, fiyatlara kesinlikle müdahale edilmemesini söyler ve gerekçe olarak; “Fiyatların nereye gideceğini ancak Allah bilir.” der. A Smith’in “görünmez el”i ile aynı kapıya çıkan ve serbest piyasanın en veciz ifadelerinden birisidir bu söz.

    Hem serbest piyasa hem de ahlak, iyilik, fakirlerin ezilmesinin engellenmesi gibi unsurlar mümkün. Yukarıda bunun nasılı birçok kere yazılı.

    Hem serbest piyasayı savunmak hem de müslüman olmak ancak sana göre çelişkili olabilir. O bakımdan “bir müslüman olarak bir liberale anlatılabilecek ve anlayabilecekleri hiçbir şey olmadığını” gibi cümleler yerine, kendi müslümanlık tekelinden sözetmeden İslamı kendi anlama biçiminden hareketle kategorizasyon yaparsan daha hakkaniyetli olur diye düşünüyorum. Ben de bir müslümanım, ekonomik açıdan liberal görüşlere sahibim ve müslümanlığımı hiçbir ‘ruhbana’ tasdik ettirme mecburiyetim yok bildiğim kadarı ile.

    İlaveten genel olaral eleştiride bulunanlara şunu da belirteyim; eleştirilerde bir başka alternatif önerisi yok. Liberaller niçin planmacılık zararlı, serbest piyasa niçin yararlı soruları dahil her noktaya cevap üretiyorlar (en azından çalışıyorlar) ama onları eleştirenler “şöyle olmalı, şu faydası var” diyemiyorlar bir türlü. Keşke deseler de aydınlansak, ama yok. Sadece eleştiride bulunarak teorem üretilmez, sorunlar da hallolmaz. Bu kolaycılıktır.

    Tartışmanın bence de faydası yok, bir insanın neyi niçin savunduğunu bilinmeden, anlamaya da çalışmadan otomatik yargılarla vicdansızlık, zalimlik, ahlaksızlık çapsızlık vb bilumum nahoş sıfatlarla suçlamak teorik tartışmayı da engeliyor. Liberallik ve serbest piyasa hakkında o kadar çok bilgi eksikliği ve ezber var ki, (zannederim sadece sosyalist ezberelerden ve sol eleştirilerinden liberallik hakkında fikir edinilmiş) ne bu serbestliğin yine kendi dinamikleyle oluşan otomatik subaplarını anlatmak ne de liberal bir ahlakın mümkünlüğünü konuşmak imkansız.

    TSD.

  81. Yazan:özlem Tarih: Şub 26, 2009 | Reply

    Hay Allah Suat Bey e hitaben uzun bir yorum yazmıştım liberalizm ile islamın çakışan ve çatışan noktaları hakkında. (kendi sınırlı bilgim kadar) Ama gönderirken hata verdi ve hepsi silindi. Çok can sıkıcı, neyse vardır bunda da bir hayır.
    Bakalım tekrar yazacak iştahı ne zaman bulacağım.
    Ama aslında konuşulacak tartışılacak çok şey var. Keşke bu tartışmalarda Enver Bey biraz duygusallığına ket vurabilse. Ön yargılı olmamak lazım. Sizin liberaller hakkındaki ön yargılarınızı aslında ben sol kesim hakkında taşıyordum. Çünkü zaten onlar dini bir düşünceyi temelden red ediyorlar ve küçümsüyorlar dolayısı ile ne Alper ne de Suat bey gibi konuşacak acaba şu mudur diyecek bir alanımız yok. direk işler lekum dinikum veliyyeddin noktasına gidiyor. yine de Ferhat Hoca gibi insanları tanıyınca bu genellemenin de bir ön yargı olduğunu düşündüm.

    Neyse inşallah bu yorumum gider:(

  82. Yazan:Alper Akalin / 3H Tarih: Şub 26, 2009 | Reply

    MY, ekonomiturke bir yorum göndermis, liberaller ile muhafazakarlar arasındaki tartışmaya atfen:

    ” İdeolojilerinizi artık geçmişe gömün. Sadece bireye saygıyı, bireylerin özgürlüğünü savunun “

    Bu ibareyi, hamaset yapan milliyetçi veya sömürü edebiyatı yapmayı iş edinmiş sosyalistlerden bir farkı kalmayacak derecede bir uslup kullanan; içeriksel tartışmalardan öte duygusal hezeyanları ile laf kalabalığı yapan, karşısındaki de diyecek laf bırakmayanların dikkatle okumasını tavsiye ederim.

    Bağnazlık, bireysel kişinin tercihi olabilir. Karşısındaki kişinin sunduğu argumanlara, aynı nitelikte, saygıda ve imrenilecek içerikte bir cevap verme ehline sahip olunmaya da bilir. Ama hiçbiri ve hiçbiri, “bağnaz demagogların” tartıştıkları kişileri bu denli hoyratça yargılamasına ve onu çirkin sıfatlarla itham etmesini meşru kılamaz.

    Vicdandan bahsedenlerin önce kendi vicdanlarının sahihliğinden emin olmaları gerekir. Kendileninin emin olması gerekmez, söylem ve eylemlerinin de inandırıcı olması gerekir ki burada vicdan ruhbanlıgı yapanların bu konuda sınıfta kaldıklarını düşünüyorum.

    Varsa tartışamaya değer bir argumanınız tartışalım;. Ama yok ki, zaten bundan tartışamıyoruz. Alper ve TSD söylüyor, biz dinliyoruz, vicdan muhasebecileri ise bağırıyor, çağırıyor.

    Dindarın “kemalisti” de demek böyle oluyor.

  83. Yazan:özlem Tarih: Şub 26, 2009 | Reply

    Alper bey,
    ben kendimi muhafazakar diye tanımlamasam da bu tartışmanın içerisinde liberallerin islami kesime yönelik eleştirilerine cevap verme konumunda yer alan biri olarak bu şekilde genelleyici bir yorum yapmanızdan üzüntü duydum. Eleştiriniz kime ise ona hitaben yapınız. Genele konuştuğunuz zaman söylediğiniz sözler hiç hoş olmuyor. Üstelik sizin tartışma üslubunuz da bana göre sertti.Buyurun aşağıdaki sözleri okuyun, bir daha kendiniz değerlendirin.

    “Varsa tartışamaya değer bir argumanınız tartışalım;. Ama yok ki, zaten bundan tartışamıyoruz. Alper ve TSD söylüyor, biz dinliyoruz, vicdan muhasebecileri ise bağırıyor, çağırıyor.
    Dindarın “kemalisti” de demek böyle oluyor.”

  84. Yazan:Alper Akalin / 3H Tarih: Şub 26, 2009 | Reply

    Eleştirim EG ve onun gibi düşünenlere.

    Üstünüze alınmanıza şaşırdım.. Yine de kusura bakmayın..

  85. Yazan:eg Tarih: Şub 26, 2009 | Reply

    sevgili suat (sadece sana hitap ediyorum diğer liberal arkadaşlara değil..)

    benim için durum şudur: liberalizm soyut bir bireye ve bu soyut bireyin verilen soyut haklarına dayanır. bu soyutluk somut hayatta bir karşılık bulmuyorsa (ki bulmuyor)bunun için yapılan eleştirileri ciddiye alıp düzeltmek için çaba sarf etmek gerekir. sosyal liberaller bunu yapıyorlar. o yüzden mesela rawls’u, macpherson’u, green’i, hobhouse’u hayek’ten daha ciddiye alıyorum. çünkü kendisini beğenen bir sinizm ile değil, eleştirileri ciddiye alan ve liberalizmin hatalarının farkına varıp bu hataları gidermeye çalışan bir tavırda oluyorlar. ama maalesef neo-liberaller böyle bir tavırda değiller. ve açıkça sinir bozucu bir sinizmle kapitalizmin meşruiyet kaynağı olmaya soyunuyorlar. böyle olunca ve dünya algısı benim gördüğüm dünyadna bu kadar farklı olunca ortada konuşulacak şey de kalmıyor.
    ben burada o basit soruyu bu sorunu konuşalım diye verdim ve alper ecer abuk sabuk bir cevap verdi ve benim bütün sinirlerim gerildi. ondan sonrası da artık tartışma değil nefs yarışına döndü. ben açıkçası bunun böyle olmasını istemezdim ama liberal sinizm insanı eninde sinir edecek hale sürüklüyor maalesef!…
    neyse benden bu kadar. burada yorum yazmak yerine, bu konuda fikirlerimi daha detaylı bir yazıyla aktarmayı tercih ediyorum. o yazı yayımlanıncaya kadar şimdlik bu kadar…
    sevgiyle
    enver

  86. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Şub 26, 2009 | Reply

    Sayın Alper Akalın,
    ” İdeolojilerinizi artık geçmişe gömün. Sadece bireye saygıyı, bireylerin özgürlüğünü savunun “Ve devamla şöyle bağlamıştı yazısını“Çünkü Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu tek çimento insan hakları ve bu hakları savunacak demokratik bir hukuk devleti.”
    Evet,Mehmet Yılmaz,”Şu kamplaşmadan kurtulalım mı?”başlıklı yazısını bu sözlerle bağlamıştı.Ne kadar doğru söylediği şimdi daha iyi anlaşılıyor.

    Çünkü (bu)tartışmanın başlangıcı bir ideoloji üzerine kurulmuştu ve doğal olarak ideolojik bir tartışmaya dönüşmesi kaçınılmazdı.

    Bir okur olarak bu hataya vurgu yapmak amacıyla bir yorum yazdım,sorular yönelttim;yanıtını alamadım.

    Soru sordum çünkü,baştan bir kesimin hedef seçilerek “omurgasız”lıkla suçlanmasının verimli bir tartışmaya hizmet etmeyeceğini biliyordum.

    Alper bey,ben muhafazakar değilim,en azından kendimi öyle tanımlamıyorum.Fakat çıkış noktanıza itiraz etmem için muhafazakar olmam gerekmiyordu.Dolayısıyla çok basitti sorum,tekrarlıyorum:size göre muhafazakarları omurgasız kılan nedir?Ya da liberalleri-sizin soruş şeklinize göre-omurgalı yapan nedir?

    Örnekleri de verdim.Zira siz muhafazakarları duyarsız kaldıkları bazı sorunsallar üzerinden eleştiri yönelttiniz;eşcinsellin sorunları,cinsiyete dair tabular, ahlakî değerler vb.Ben de bütün bu sorunların çözümünün doğrudan bir inanç veya düşünce akımının sorumluluğunda olmadığınından hareketle siz liberallerin bu eksik bulduğunuz noktalara ne tür tamamlayıcı alternatifler sunduğunuzu sordum.Mesela çokeşlilik konusundaki fikirleriniz nedir diye…Öyle ya,çok rağbet gören bir eğilim değilse de sonuçta bireysel bir tercihtir.Keza kominizm,faşizm gibi uç eğilimler,radikal islam,halkların kendi kaderini tayin hakkı vb.geniş tabanı olmayan ama bir şekilde bir fikir olarak orta yerde duran siyasi düşünce ve akımları nasıl yorumluyorsunuz diye sordum.

    Fakat inanın bunu düşüncelerinizi çürütmek anlamında sormadım.Bunun liberallerin sorumluluğunda olduğunu,onların çözmesi gerektiğini falan düşünmedim,düşünmüyorum.Zira liberal düşünce, her neyi temsil ediyorlarsa her fikir,düşünce ve talebin herhangi bir müdahaleyle karşılanmaksızın özgürce ifade edilmesini savunur.Liberal düşüncenin bu anlamda dönüştürücü bir misyonu olamaz,olduğu zaman zaten kendi ana fikriyle çelişmesi gibi bir durum hasıl olur.Zira bütün bunlar hukuk alanına girer ve düzenlenmesi de yasalar çerçevesinde olur.Peki son olarak tekrar soruyorum,madem liberallerin böyle dönüştürücü bir görev ve sorumluluğu yok(ki bütün yazılarınızda böyle bir savunma var)o halde bunu muhafazakarlardan beklemenin mantıksal temeli nedir?Yanıtlarsanız beni kafakarışıklığından kurtarmış olursunuz,bekliyorum.

  87. Yazan:eg Tarih: Şub 26, 2009 | Reply

    “Tartışmanın bence de faydası yok, bir insanın neyi niçin savunduğunu bilinmeden, anlamaya da çalışmadan otomatik yargılarla vicdansızlık, zalimlik, ahlaksızlık çapsızlık vb bilumum nahoş sıfatlarla suçlamak teorik tartışmayı da engeliyor. Liberallik ve serbest piyasa hakkında o kadar çok bilgi eksikliği ve ezber var ki, (zannederim sadece sosyalist ezberelerden ve sol eleştirilerinden liberallik hakkında fikir edinilmiş) ne bu serbestliğin yine kendi dinamikleyle oluşan otomatik subaplarını anlatmak ne de liberal bir ahlakın mümkünlüğünü konuşmak imkansız.”

    vallahi suat hocam bu senin görüşün. ben liberalizmi sol “ezberlerden” değil kendi kaynağından okuyorum. okuma yönünde hiçbir engelim yok Allaha şükür…ama bu yazdığın çok klasik bir liberal ezberdir. birisi eleştirdi mi , efendim siz sol ezberleri tekrarlıyorsunuz suçlaması. varsın öyle olsun, solun yaptığı eleştiriler olmasaydı liberalizmin vahşilii sosyal versiyonları ile dengelenmeye de çalışılmazdı bence.

    bana islam tekeli demişsin ama yazdığın bütün yorumlarda islamı serbest piyasacı olarak gösteriyorsun ki bu da liberal bir aşırı yorumdur ve hiç doğru değildir. ben de bunun doğru olmadığını söylemek için efendim islamı tekelci yorumluyorsunuz hatta bilmiyorsunuz diyebilirdim ama demedim farkındaysan…bence islam ideolojik yorumlandığı zaman, eninde sonunda sol da liberalizm de islama kendi maskesini giydiriyorlar (yarın taraf’ta bu konuda bir yazım çıkacak bir sol-müslümana cevap olarak) ama mustafa akyol ve siizn de yaptığınız bence farklı değil. ideolojiden islama bir akım kuruyor ama islamın o ideolojiye akmasına asla izin vermeyen bir tutum bu….

  88. Yazan:dusunceler Tarih: Şub 26, 2009 | Reply

    Özlem hanım,

    Üzüldüm, eliniz değerse yeniden yazın, okumak isterim.

    Enver hocam,

    Eyvallah, yazdığınız zaman daha derli toplu konuşma imkanımız olur inşallah.

    Selam ve sevgiler.

    Bu arada yukardaki yorumuma ilaveten ve genele hitaben iki şey daha söyleyeyim. Rasim dünkü yazısında konuştuğumuz konuya da değen birşeyler söyledi. Okunmalı derim.

    Liberallerin, Rand’çı objektivistlerden ibaret sanılması büyük haksızlık. Liberal teoriye veryansın edip liberal düşünürleri vicdansız öcüler zannedenlerin Adam Smith’in meşhur Ulusların Zenginliği kitabından başka Theory of Moral Sentiments (Ahlaki Duyguların Kuramı) adlı bir kitabı da olduğunu hatırlatmak isterim.

    Mustafa’nın (Akyol) referansı ile okumuştum, ABD’li, tanınan katolik ilahiyatçılardan Michael Novak’ın Demokratik Kapitalizm’in Ruhu adlı bir kitabı var. Bu kitapta da kapitalizmin zenginlik üretmekte en başarılı yöntem olduğu ve dinlerin metafizik yönü ve vazettiği hayırseverlik ilkesiyle harmanlandığında bir toplum için oldukça sağlıklı bir sosyal/ekonomik modeller sunabileceği etraflıca anlatılıyor.

    Hulasa tek bir liberalizm yok, olmak zorunda da değil.

    Son olarak Rahmetli Necip Fazıl’a atfedilen, benim de Fethi Bey (izlenimler.net) den duyduğum bir anektod vereyim. Belki, biraz gülümsetir: Üstad’a, konu olduğu öğrenci evlerinden birisinde kabak yemeği (tam bilemiyorum muadili bir başka sebze de olabilir) ikram edilir. Üstad’da çocukların gönlünü hoş etmek için -mealen- “Peygamberimiz (s) bu xxxx yemeğini çok severdi” der.

    Sonraları birkaç kez aynı eve misafir olur, çocuklar bir önceki iltifattan kaynaklanan bir hareketle her seferinde Üstad’a kabak (ya da xxx) ikram ederler. Üstad tekrar tekrar aynı yemeğin ikramını görünce, “çocuklar yiyecek başka birşeyiniz yok da o yüzden mi sürekli kabak pişiriyorsunuz?” diye sorunca çocuklar “var da, siz peygamber yemeği dediniz ya, sünnettir diye ikram ediyoruz” deyince “yahu o zaman fukaralık dizboyu idi, kebap, baklava, buldu da onu mu yemedi, bunun sünnetle ne alakası var” deyip kızar.

    “İki günü müsavi olan bizden değildir”, “hiç ölmeyecek gibi dünyaya, yarın ölecek gibi ahirete çalışın” diyen bir peygamberin getirdiğine iman edenlerin liberal teori ile ahlaki kaygılar arasındaki dengeyi kurmakta hiç zorluk ekmeyeceklerini düşünüyorum.. Vesselam..

    TSD.

  89. Yazan:özlem Tarih: Şub 26, 2009 | Reply

    Aslinda iktisat ile ilgili tartışmalar benim çok fazla ilgi alanımda olmayan olup olmamasını da istediğimi tam bilemediğim tartışmalanr. Yine de bu tartışma içerisinde kendimce neden birbirimizi tam anlayamadığımız noktasında bazı yorumlar yapmak istiyorum.
    Bunun bence en temel sebebi liberalizm ile islamiyet birbirine uyar mı tartışmasını yaparken bu iki kavramı içerdiği dünya görüşünden çıkarıp sadece piyasaya müdahale, mülkiyet hakkı gibi iktisadi kavramlara indirmeye çalışıyoruz.
    burada en başta incelenmesi gereken bir zihniyet meselesi var. Basitçe örneklendirmek istiyorum.Mesela benim çok iyi faiz veren bir imkanı red edip gidip paramı faizsiz bir kazanç ya da belki de kayıp kapısına yatırmam modern bir zihniyet sahibi için çok anlaşılır olmayabilir. ben faizi red ederim. Üstelik red ettiğim faize karşılık para mı iyi de işletemiyorsam her sene verdiğim zekatlarla elimdeki para git gide erir. Burada eğer benim çıkarlarım ile, maddi refahım ile ‘dini’ emirler çakışıyorsa inançlı bir insan olarak tavrımı dinden yana koyarım(bunun da topluma yönelik çıkar değil ama hayır eksenli açıklamaları vardır ama detaya girmeyelim) Mesela liberal bir insan için toplumda uç örnekler veriyorum genelevlerin varlığı, içki satışı vs. problem olmayabilir. Ama müslüman bir insan için bu problemdir. Liberal tekelin özelleştirilmesi böylece piyasanın nasıl daha yararlı işlerlik kazanacağını tartışır. Ben ise kendimi bu tartışmanın dışında bulurum. Belki en azından farklı yaşam tarzlarına farklı alternatiflerin getirileceği bir toplum ve hukuk modeli üzerinde söyleyeceklerim vardır. Yani en temel fark hayatı , toplumlara yönelik neyin iyi neyin kötü olduğunu algılamamızla ilgili burada.belki malın toplum içerisinde dağılımını sağlamaya çalışan bir sistemdoğrudur bizi bazı yönlerden iktisaden zayıfta kılabilir. Ama yüzyılların tartışması da bu değil mi? Kendi çıkarlarımıza zarar verme pahasına aciz, zayıf olanlara acımalı mıyız. Burada diyebilirsiniz ki serbest piyasa koşullarını uyguladığımız zaman refah artacak fakirler de nasiplenecek. Belki evet belki hayır. Belki kısmen ama bu arada ezilen ezilecek dökülen dökülecek, bazı uçurumlar büyüyecek.

    Yine bu işler iktisaden nasıldır derseniz hem celişen hem çakışan örnekler bulabilirsiniz.
    Mesela benim de bildiğim kadarı ile peygamberimiz fiyatlara müdahale etmeyi red etmişti. (böyle bir rivayet var) Mülkiyet hakkı dokunulamaz. bunlar elbetteki çakışan noktalar.
    Öte yandan mesela Kur’an da fetihler sonucunda ele geçen malın dağıtımı, fakirlere ve ihtiyaç için nasıl bölünmesi gerektikten sonra Haşr Suresi 7. ayette şöyle der. Öyle ki mal içinizden sadece zenginlerin elinde dolaşan bir devlet olmasın. İlke budur . Bunun nasıl sağlanacağı nasıl malın sadece zenginlerin elinde biriken bir güç olmasına engel olunabileceği içtihadi konular. Ama sizin ifade ettiğiniz tarzda bir liberalizmin pek böyle bir derdi yok gibi gözüküyor. Ya da gasp söz konusu olmadığı ve yasalara uyduğu taktirde meşru kazanç nedir gibi bir meselesi.

  90. Yazan:dusunceler Tarih: Şub 26, 2009 | Reply

    bana islam tekeli demişsin

    Yok hocam, tam olarak öyle değil; açayım. Ben, senin müslüman-liberal kamplaşması gibi bir kategorizasyon içeren şu cümlene itiraz ettim: “bir müslüman olarak bir liberale anlatılabilecek ve anlayabilecekleri hiçbir şey olmadığını”

    Bu cümlede açık bir genelleştirme var ve tartışma (sanki) müslüman-liberal tartışması gibi algılanıyor tarafınızdan. Tartışıyoruz iyi de ben de müslümanım, ne olacak şimdi? Bu yüzden buna itiraz ettim ve bu sebeple “kendi müslümanlık tekelinden sözetmeden İslamı kendi anlama biçiminden hareketle kategorizasyon yaparsan daha hakkaniyetli olur diye düşünüyorum. Ben de bir müslümanım, ekonomik açıdan liberal görüşlere sahibim ve müslümanlığımı hiçbir ‘ruhbana’ tasdik ettirme mecburiyetim yok bildiğim kadarı ile.” dedim. (Siz öyle düşünmüyor olsanız da lanse ediş biçimi bir tekel iddiası içeriyordu diyeyim ya da.)

    Kendi açımdan ise bir tekelcilik, benim yorumum kesin doğru gibi iddiam da yok asla; tartışmanın liberal-müslüman tartışması olarak algılanmasına/lanse edilmesine itiraz ettim sadece. Kendi görüşüm dışındakileri -doğal olarak- tutarsız bulduğum için ‘bu görüş’teyim ama İslamı çoğulculuğa inanan ve iknaya açık bir insanım.

    TSD.

  91. Yazan:eg Tarih: Şub 26, 2009 | Reply

    “bir müslüman olarak..” derken kendi müslümanlık algımdan bahsettim ve o algım bana liberallerle ortak bir zemin bulmak konusunda çok yardımcı olmuyor demek istedim aslında…ama neyse sonuçta yazı altı yorumlara aslında hiç sıcak bakmıyorum. yorumları uzun yazacak kadar vaktim yok. kısa yazınca da yanlış anlaşılmaya müsait hale geliyor. hatta yüz yüze bakılmadığı için bir kelime bile insanın sinir katsayısını birden yükseltebiliyor alper ecer’in kullandığı bir kelimenin yaptığı gibi (öteki alper zaten hiçbir şekilde ciddiya alınabilecek birisi değil) sonuçta benim liberalizm konusunda (en azından klasik ve neo-klasik versiyonları )fikrim bellidir. bana göre müslüman ferd ile bu tip bir liberal birey arasında bir ilgi kurmak zordur (bana göre) . ama sosyal liberallerle (hatta kendisini kantçı diye addeden ama tuhaf bir şekilde bana neo-klasik liberal izlenimi veren alper ecer’le bile ‘hoş hayek’i de yarı kantçı olarak değerlendirenler olıyor hiç katılmasam da neyse… …o kantçılık sonuçta kendine bakarak “başkasını” anlamak iddiasında olsa bile yine de hiç yoktan iyidir) iletişim kurabilirim.

    doğrusu kapitalizmi bu dünyadaki en büyük rezillik olarak görüyorum, bu fikrimi bir takım “rakamların” değiştirmesi de çok zor!

  92. Yazan:özlem Tarih: Şub 26, 2009 | Reply

    Bu konuda çalışmaları incelemeleri olan insanlar var. Ben mesela Muhammed Bakır es sadr gibi talegani gibi isimleri hatırlıyorum. Türkiye ‘de bu konulara vakıf çalışma yapan kimler vardır ne vardır pek bilgi sahibi değilim. Ancak bugün müslüman toplumların özelde Türk toplumunun şöyle bir handikapı var. Bu konularda fikir proje ürtebilmek için sadece modern sistemler ve felsefelere vakıf olmak yetmiyor İslami kaynaklara da vakıf olmak şart. Diğer taraftan malum ictihadd kapısının kapalı oluşu kim kapatmış neden kapatmış bilmem ama açabilmek biraz yürek istiyor galiba:)) Ve de malum dil devrimi! müslümanların tarihlerinden içinde beslendikleri havzadan kopmaları vs. Bu varolan problemlere karşı müslümanları tutuk kılan belki söyle haydi haydi söyle diyen arkadaşları hayal kırıklığına uğratan dezavantajlar. Yine de temel ilkeleri ortalama bir islami bilgiye sahip iken dahi biliyoruz. nelerin hngi konuda çelişki ve çatışma halinde olduğunu söyleyebiliyoruz. Bunu sadece eleştirmekle olmaz gibi bir mantıkla ele almak da yanlış, o zaman bu bu mudur nedir cevap bekliyorum gibi soruları da sormamak lazım:)

  93. Yazan:Alper Akalin / 3H Tarih: Şub 26, 2009 | Reply

    Sayın Aziz Yılmaz,

    Ya ben sizin sorularınızı cevaplamayı unutmuşum. Hatırlattığınız için teşekkürler.

    Demişsiniz ki;

    Ayrıca çok eşliliğe ne diyorsunuz,nasıl değerlendiriyorsunuz…Kominizmi,faşizmi de bir özgürlük biçimi olarak mı ele alıyorsunuz yoksa topluma zararlı diye onların adına başkaları mı karar vermeli?Eğer bütün bu engelleri,tabuları,kırmızı çizgileri aştığınıza beni ikna ederseniz,söz fikirlerinize saygı duyup sizden özür dileyeceğim.

    Birbirinden farklı iki örnek ama cevaplayalım.

    İlk önce özgürlüklerin, özgürlük olarak tanımlanması için üç koşuldan bahsedeyim.

    1- Kesinlikle bireyin kendi iradesine dayanacak
    2- Genel olacak (kişiye, sınıfa, koşullara kılıf değiştiren değil, doğduktan sonra herkesin sahip olabileceği)

    (Sorunuzla en alakalı olan 3. koşul ise)

    3- Özgürlüğün gerçekleşmesi dahilinde, kimseye pozitif bir yaptırımı olamayacak

    eylemler bütününü “özgürlük” olarak tanımlayabiliriz.

    Mesela, benim kuran-i kerim kursu açma özgürlüğümün, bireysel irade ve sadece beni etkileyen bir eylem olması nedeniyle engellenmesi, bir temel hak ihlalidir. Yalnız, devletin Kuran-i Kerim kursu açması benim temel bir hakkım (veya özgürlüğüm) olamaz, zira devletin kuran-i kerim kursu açması için bireylerin vermiş olduğu paraya ihtiyacı vardır ve bu parayı vermek istemeyenlere zorunlu bir yükümlülük bindirdiği için, böylesine bir istekten, temel hak veya özgürlük diye bahsetmek, “liberal paradigmaya” göre imkansız olacaktır. Üniversitede eğitim özgürlüğü de bu bağlamda değerlendirilebilir.

    Sorularınıza gelecek olursak:

    Çok eşlilik: Bireylerin gönnüllük esasına dayanarak kurmuş oldukları çok eşlilik hali, ilgili bireyler dışında kimseyi ilgilendirmez. Zora dayanan bir ilişkiyi denetlemek de, zora koşulduğunu iddia eden bireyin hukuk yoluna başvurması halinde devletin görev alanına girebilir. Ki aslında böyle durumlarda yazılı hukuk kurallarından çok sözlü örfi kurallara (gelenek ya da ahlakı) daha saglam bir çözüm aracı olarak görmekteyim. (Liberalizmin ahlak sorunu var diyenlere duyurulur).

    Totaliter iktidarlar: Faşistlerin, komunistlerin ve şeriatçıların başa gelmesi olayına gelecek olursak. Başta da belirttiğimize benzer bir yorumda bulunalım; bir eylemin hak olarak görülmesi farklı, meşru olarak değerlendirilmesi farklı. Bir takım gruplar, ülkede çoğunluğun oyunu alarak, totaliter bir iktidarla başa gelebilir. Yalnız, bu başa gelenlerin istedikleri her şeyi yapma özgürlüğü var mıdır? Tabi ki hayır. Benim birey alanımı istedikleri gibi tanzim etme hakkına sahip isterlerse %99 oyla da gelseler olamazlar.

    Bu yüzden zaten “çoğunluğun diktatörlüğü mü azınlığın diktatörlüğü mü” sorusu demokrasinin açmazıdır; özgürlüğün değil. Özgürlük açısından bakacak olursak, ikisi de kabul edilmesi imkansız seylerdir.

    Dediğim gibi, benim üzerimde tasarruf hakkına sahip olamayacak şekilde, küççük veya büyük grup/ ya da cemaatler, kendi içlerinde istedikleri kurallarla işleyişlerini devam ettirebilirler. Mesela, bir mahalleyi ele alalım. Şayet mahalledeki bütün sakinlerin onayı var ise, o mahalle şeriat ile yönetilebilir; yönetilmelidir. Yalnız, hükümlerin geçerliliği sadece o mahalleyi kapsamak kaydıyla.

    Bunu koca bir ülkeye uygulamaya çalışamayız. Zira en küçük azınlık bireydir ve böylesine otoriteye muhalefet eden bir bireyin özgürlüğü, başkasının özgürlüğü pahasına askıya alınamaz.

    Belki Faşistler başa gelebilir ama çözüm benim o ülkeyi terk etmem olamaz. Faşistlerin, faşistleri layık olduğunca yönetmesi, bana ise gönülsüz yükümlülükler bindirmemesi böyle bir durumda ideal olandır ki, pratikte bunun gerçekleşmesi imkansızdır.

    O zaman ne yapmalıyız? Zalimin zulmünden kaçmak için neye sığınacağız? Allaha mı, başka bir totaliter ideolojiye mi, yoksa bir supermene mi? Yoksa yine muhafazakarlara da bu yazıda belirttiğim gibi, herkesin özgürlüğünü teminat altına alacak olan “bir liberal omurgaya” mı?

  94. Yazan:özlem Tarih: Şub 26, 2009 | Reply

    Dediğim gibi, benim üzerimde tasarruf hakkına sahip olamayacak şekilde, küçük veya büyük grup/ ya da cemaatler, kendi içlerinde istedikleri kurallarla işleyişlerini devam ettirebilirler. Mesela, bir mahalleyi ele alalım. Şayet mahalledeki bütün sakinlerin onayı var ise, o mahalle şeriat ile yönetilebilir; yönetilmelidir. Yalnız, hükümlerin geçerliliği sadece o mahalleyi kapsamak kaydıyla.(A:A)

    Aynı şeyi tersinden de söyleyebilir miyiz Alper Bey. Şayet mahallede ki bütün sakinlerin
    onayı var ise o mahalle sadece o mahallede kalmak koşulu ile laik hukuk ile yönetilebilir.

    Bir de gönüllülük esasına göre her türlü evlilik ve bazı topluma aykırı gelen uygulamalar geçerli olabilir mi? Mesela ensest evlilikler, bazı avrupa ülkelerindeki gibi uyuşturucu kullanılabilen kafeler, eşdeğiştirme barları. Ya da suç gerçekleşmemişse toplum da bazı şeylere olur diyebilir miyiz. Mesela Çizgi çocuk pornoları. ya da bu durumda eğer bu söylediklerime itirazınız varsa kime sığınarak itiraz edeceğiz, Allah’a, illiberal felsefelere, örfe neye? somut sorulara verilmiş somut cevaplar benim anlamamı daha kolaylaştırıyor.

  95. Yazan:Alper Akalin / 3H Tarih: Şub 26, 2009 | Reply

    Bir de gönüllülük esasına göre her türlü evlilik ve bazı topluma aykırı gelen uygulamalar geçerli olabilir mi? Mesela ensest evlilikler, bazı avrupa ülkelerindeki gibi uyuşturucu kullanılabilen kafeler, eşdeğiştirme barları. Ya da suç gerçekleşmemişse toplum da bazı şeylere olur diyebilir miyiz.

    Ben şimdi liberallerin papası gibi “şu caizdir, şunu yaparsan afaroz edilirsin” tarzı yorumlara girmeyeceğim.

    Dediklerim gayet açık. Gönüllülük ilişkisine dayanan her türlü münasebet beni ilgilendirmez ve bireylerin özgürlük alanına girer.

    Çocuk pornosu örneğiniz yanlış, zira orada bir istismar var.

    12 yasındaki bir cocugun rızası dahilinde yapılan pornodaki husus da problemli. Zira önceki yorumumda özgürlüklerin, özgürlük olması koşulu olarak saydığım ilkelerden ilkine takılan bir durum söz konusu burada:

    1- Kesinlikle bireyin kendi hür iradesine dayanarak oluşturulan eylemler özgürlük tanımına girebilir

    Şimdi soru şu: Bir zorlama olmasa dahi, çocuk, yetişkin bir birey midir?

    Bir çocuk, kendi kararlarını alma konusunda ne kadar hür bir iradeye ve bilince sahip sorusu akla geliyor?

    Benim bu konulara verecek net cevabım yok. Zaten cok felsefi bir konu.Hatta psikoloji ve tıpın bile ilgi alanına girer; subjektifliği ise su götürmez bir gerçek.

    Ama aynı sorular; türban takan bir kız için de sorulabilir. Aynen pornoyu yanlış bir bilincin ürünü olarak icra eden bir çocuk gibi, ailesinin dayatması veya “yanlış” (kime göre) yönlendirmesiyle türban takan bir kıza devlet müdahale etmeli midir? Eğer ilk vakaya (pornoya) “devlet müdahale etmelidir”, ikincisine (türbana) “devlet tabi ki etmemelidir” derseniz, ikircikli bir tavır takınmış olursunuz. Ben bu akıl yürütmesiyle, ilk vaka için de devletin değil, toplumsal akıl/ahlakın bir baskı veya ikna yolu ile devreye girmesi taraftarıyım

    Ama tabi ki, yetişkin bireylerin özgürlüğü konusunda tavrım yeterince net.

    Bu arada, muhafazakarlar liberalleri hep “bizi eşcinsellik ve porno” ile vurmaya çalışıyprsunuz diye suçlar. Kemer altı liberalizmi yakıştırması yapmıştı MY:)

    Ama tam tersi durum muhafazakarlar için de mevcut. Liberallere ahlakın önemini vurgulamak amacıyla verilen örnekler, ensest ilişki, çocuk pornosu vs:) Bir bakıma bel-altı muhafazakarlıgı🙂

    Vurguladığınız başka nokta:

    Aynı şeyi tersinden de söyleyebilir miyiz Alper Bey. Şayet mahallede ki bütün sakinlerin
    onayı var ise o mahalle sadece o mahallede kalmak koşulu ile laik hukuk ile yönetilebilir mi?

    Sanırım sorunuzun doğru hali, benim rızam yoksa neden laik hukuk ile bu ülkede yönetiliyorum?
    Laik hukuk diye nitelemişssiniz ama benim için hukukun laikliği bir sebep değil sonuçtur. Yani “negatif özgürlükleri” teminat altına olacak bir hukuk sistemi (benim kimseyi rahatsız etmeden istediğimi yapma özgürlüğümü sağlayan bir hukuk sistemi) en nihayetinde laik olmak zorunda olacaktır. Evrensel olan budur, zira herkes farklı bir renktir; tek bir paradigma ile bütün renkler korunamaz.

    İslam hukuku tek renktir, kemalist hukuk tek renktir, sosyalist hukuk tek renktir.

    Çoğulculuğun ve özgürlüğün teminatını başından beri savunan liberal hukuk ise çok renkliliğin koruyuculuğu için şu ana kadar denenmiş ve toplumsal barışı korumayı başarmış en güçlü yapıdır. Zaten, soğuk savaş sonrası demokratikleşen ideoloji/fikirler bile liberalizmin belirtmiş olduğu “temel hak ve özgürlükleri” çatısı altında filizlenmeye devam etmektedir. (bkz: demokratik sosyalizm, modern muhafazakarlık)

    O yüzden, TSD’nin yorumuna katılıyorum. Din toplumsal bir olgudur ama siyasi bir proje değildir. Tarafsız ama herkesin hukukuna saygılı özgürlükçü bir sistem, sadece laiklerin değil; aslında en çok dindarların yararınadır..

  96. Yazan:özlem Tarih: Şub 26, 2009 | Reply

    Dediklerim gayet açık. Gönüllülük ilişkisine dayanan her türlü münasebet beni ilgilendirmez ve bireylerin özgürlük alanına girer. (A.A)

    Bu sanırım evet demek oluyor. Çocuk pornosu meselesini yanlış anlamışsınız. Ben çizgi çocuk pornosu dedim. Yani çizgi film gibi. Ki bu da sanırım geçen sene Amerika’da yasak olmaktan çıkarıldı.

    Sanırım bu durumda bu sorunun da cevabı evet demek oluyor.
    Bu belaltı vurmak eleştirisini niye yaptığınızı anlamadım. Sonuçta ahlak tartışmaları da bu toplumun gerilim alanlarından biri. Ve verdiğim örneklerin hepsi kimi Avrupa’da gerçekleşmiş kimi de yaşanan uygulama aşamasında olan örnekler. Bize de çok uzak diyarlar değil. Öte yandan sanırım bu tartışmanın ilk nüvesi liberaller neden başarısız yazısı üzerine idi. Peki toplum için problem olan, gerilim noktası olan konulara hiç girmeyeceksek bu tartışmanın da başlamasının bir anlamı yok demektir.

    İkinci olarak hayır sizin ifade ettiğinizi söylemiyorum. Benim sorumun tam doğru hali kendi sorduğum gibidir. Çünkü ifade ettiğiniz çoğulculuk biçimi bir durumu toplum için “normal” olarak kabul ederken diğer bir yaşam tarzını kendini gerçekleştirmek için gettolaşmaya hatta imkansızlaştırmaya mahkum ediyor. Ve burada evrensel değerler ve evrensel hukuk isminde tartışmaya bile açmadığımız yaşayan ve varolanı aklayan, kendi içerisinde yok eden bir organizmayı çok renklilik diye sunarken her türlü hukuk sistemini de tek renklilik diye mahkum ediyoruz. Peki bu çok renkli olduğunu iddia ettiğiniz liberal hayat tarzı içerisinde neden gitgide ve hızla tüm renkler solmaya mahkum oluyor ve tek bir modern yaşam tarzına mahkum oluyoruz. Her ferdin rızasını alarak gerçekleştirilen durumla imkansız demek arasında hiçbir fark yok. Çünkü diğer yaşam başından doğru, rıza aramaksızın olması gereken, karşısındakı muhatabı ise arızi ve zaman içerisinde ya asimile olmaya ya da gettolaşmaya mahkum.

    Şu en iyisidir bu en güzeledir tartışmasına girmek istemiyorum. En iyisi olduğuna inanıyorsunuz ki bu fikirdesiniz. Ama ben daha iyi yi nasıl yapabiliriz sorusunu sormaktan vaz geçmeyelim ve eleştirel konumumuzu yitirmeyelim derim.

    Ben de TSD nin yorumuna şu şekilde katılıyorum ‘din siyasi alanda da sözü olan toplumsal bir olgu hatta onun ötesinde, hayatın her alnında sözü olan külliyen kuşatıcı bir “durumdur”

  97. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Şub 26, 2009 | Reply

    Alper bey,sanırım mesele şimdi biraz daha netleşti.Zaten baştan beri “liberalizm şu şu konuda yetersiz ya da falanca sorunu çözecek kapasiteye sahip değil” şeklinde bir iddiam olmadı.Dolayısıyla liberallerin de bu anlamda topu başkasına atarak sorumluluğu farklı yerlerde aramamaları gerekir(di).Zira özgürlükleri savunmak/özgürlük yanlısı olmak bir şeydir,bu anlamda toplumu dönüştürmeye çalışmak başka şeydir.Bakın,size yöneltilen sorunlara-haklı olarak-liberaller fetva mercii değildir şeklinde bir savunmaya geçmişsiniz.Katılıyorum,elbette farklı tercihlerin tamamını tanzim etmek gibi sihirli bir formüle sahip değil liberalizm.Ancak bu yetkinlik farklı dinsel ve siyasal ideolojiler için de geçerli…Yani muhazakarlar, eşcinsellerin kendilerini özgürce ifade etmelerine daha toleranslı davranabilirler ama benimsemek zorunda değiller.Keza bir marksist veya ateist,inanç özgürlüğünü(türban serbestisi,ibadet özgürlüğü vb.)savunabilmek için bir dini benimsemek zorunda değil.Zaten farklılıklar da burada başlıyor,şayet bütün ideolojiler aynı kapıya çıksaydı farklılık olmazdı.

    Kısacası kimse kimseden farklı beklentilere girmemeli.Esas olan herkesin inanç,görüş ve tercihlerinde özgür olması ve bu bağlamda herkesin diğerinin kendi olma hakkına saygı duyması.Ha,toplumun böylesi bir uyum içinde yaşamasını olanaklı kılacak bir toplumsal proje(çatı,iskelet,omurga…adına ne derseniz deyin)henüz yok derseniz amanna.Ama bundan sadeca bir kesimi sorumlu tutup omurgasızlıkla suçlarsanız,bu yanılgı olur derim.

    Açıklamalarınız için teşekkür ediyor,çalışmalarınızda başarılar diliyorum.
    Saygı ve sevgiler.

  98. Yazan:eg Tarih: Şub 27, 2009 | Reply

    özlem hanım,
    bence durum şudur: liberaller derler ki (zımni olarak tabii… benim anladığım bu)” oyun kurallarını benim belirleyeceğim bir oyun oynayacağız. bu oyun kurallarına dahil olduğunuz sürece sizi “bir renk” olarak kabul etmeye ve özgürlüğünüzü kabul etmeye hazırız. ancaaaaak , o oyun kurallarına müdahele etmeye kalkarsanız, ağababalarımız ve fikirlerimizin teminatı avrupa ve abd’de görebileceğiniz gibi, hemen tepenize ilk önce “tüm kurallarını zaten benim belirlediğim” hukukla, o da olmazsa “güvenlikle”(benim, devlet gereksizdir dememe sakın aldanma, devlet benim kurduğum oyun kurallarımı korumak için güvenlik yapmaya mecburdur…yani devlet benim varlığımın teminatıdır aslında!) vurmak farzdır (bu farz liberal imanın bir terimidir!) . mesela başörtüsü mü takıyorsun, AIHM bu konuda bizim hukuki teminatımızdır ve o karar verirse takar, vermezse takmazsın (ki liberal hukuk devletinin hukukunu da orada görmek mümkündür) . bu uygulamarımızı “binlerce solcu direnişçiyi bir gecede ortadan kaldıran darbeyi yapan pinochet’i destekleyen hayek peygamberde, margareth tatcher ve reagan’ın muhafakar uygulamarının fikir babası olan smith ve hayek peygamberlerde görebilirsin. bu yüzden paşa paşa benim söylediğim oyun kurallarını kabul et. zaten özgürlük için de, demokrasi için de eşitlik için de, insanlığın iyiliği için de ve çok renklilik için de benim oyun kurallarım en güzel oyun kurallarıdır. zaten sizler de o oyun kurallarına bir iman edin göreceksiniz bak ne kadar çok renkli olacağız…

    evet özlem hanım konu budur…liberal çok renklilik, sizin de gayet güzel söylediğiniz gibi dünyadaki milyonlarca rengi tek renke döndürmüş bir “çok renkliliktir” . sanalda çok renk ama gerçekte bir renk 😮 da kapkara, tüm renkleri yutan bir kara…

    ben liberallerin oyun kurallarını kabul etmiyorum. onların özgürlük anlayışları gibi büyük oranda ekonomizmden malul “faydacı” bir özgürlük anlayışının eninde sonunda herkesi özgür (mesela açlıktan ölmekte, eğitim yapamamakta, hastane kapılarında ölmekte, “hayır sahiplerinin” vicdanlarının insafını beklemekte özgürüz hepimiz) yaptığını ama bazılarını “daha da özgür” (mesela karun gibi zengin olmakta, devletlerin çoğundan daha güçlü ferdi ya da tröst şeklinde güç sahibi olmakta, modern köleliğin he rtürlü yöntemini kurmakta, kendi çıkarları için işgalleri desteklemekte, savaşlar çıkarmakta ve oyun kurallarının tümüne hakim olmakta özgür) yaptığını düşünüyorum. ben ne birinci tür “özgürlüğü” ne de ikinci tür özgürlüğü kendi ahlakıma ve değerlerime uygun görüyorum. bu yüzden liberalizmin, onların sahiplendiği gibi özgürlük demek olmadığını, olsa olsa bunun sanal bir vaad olduğunu düşünüyorum. çoğu liberalden daha özgürlükçü ya da dmeokratız ama bunun ticaretini yapmak liberallere düşüyor nedense! “efendim ben özgürlük yanlısıyım ve dolayısıyla liberalim” demekle sahiplendikleri özgürlük mefhumunun da içini boşalttıklarını düşünüyorum.
    sonuçta ben özgürlükçüyüm ama liberal değilim ve bir fikir akımı olarak liberalizm ile fikren mücadele etmeye de devam edeceğim…

  99. Yazan:dusunceler Tarih: Şub 27, 2009 | Reply

    Enver hocam,

    evet özlem hanım konu budur…

    Hayır hocam, konu bu değil.

    Vallahi çok şaşırdığımı belirteyim öncelikle. “Liberaller derler ki..” diye başlayarak söyledikleriniz, ta yukarıdan beri bu konuda birşeyler söylemeye çalışan ben (ve benim gibilerin) asla söylemeyeceği, aksine benzeri noktalarda yığınla itirazlarımızın olacağı unsurlar.

    Bence siz, “liberaller” derken kimlerden bahsettiğinizi daha bir açıklayıcı tutmalısınız; buradan bakınca -en azından bu tartışmadaki muhataplarınız nezdinde- yeldeğirmenlerine kızgın bir Don Kişot tavrı sergilediğiniz görülüyor. Savunmadığımız, bilakis eleştirdiğimiz noktaları (mesela Hayek-Pinochet meselesi gibi –ne yani Hayek hata yapmaz diyen mi oldu?) “liberaller derler ki” diye başlayarak, ‘bu tartışmada’ki liberalliğe yakın muhataplarınıza karşı argüman olarak kullanmak kabul edilebilir bir durum değil. Bunu görmüyor olmazsınız. (AIHM nedir, kimdir, hangi liberal kaale alır, AB ülkelerine yarı sosyalist diyen liberaller mi AIHM hukukundan vs bahsedecek? Yapmayın Allah aşkına.)

    Bakın, önde gelen liberaller dostlardan birisi olan Fethi bey, bu sitede yadığı bir yazıda (başörtüsü konusunda) neler demişti:

    http://www.derindusunce.org/2007/12/11/birakiniz-acsinlar-birakiniz-ortsunler/

    Sadece bu yazı bile genellemenizi ve “derler ki” diye başladığınız kısmı çürütmeye yetiyor. Benim kendi sitemde, burada veya bu başlıkta yukarıdan beri yazdıklarım ortada. Mesela Avrupa’nın özgürlük anlayışını ben de eleştirdim bir yazımda, hatırlayın Modern Tabular: Antisemitizm ve Eşcinsellik başlığı ile. Bunların liberal teori ile ne alakası var Hocam? Yani bu biçimde yanlış ve yanıltıcı bir argümanla tartışma olmaz ki..

    Özgürlük boyutuna yukarıda çok değinildi, ekonomik boyutuna da. Kimsenin insanlar açlıktan ölsün dediği de yok, minimal devletin, minimum düzeyde sosyal işlevler görmesi noktasında çok büyük bir tartışma yok liberaller arasında. Bu ajitasyon kısmı hakikaten çok gereksiz hocam.

    Eğer son yorumu yazacağınızı bilseydim inanın yukarıdan beri o kadar satırı yazmak için vakit kaybetmezdim. Bana kalırsa sizin kafanızda tukaka ettiğiniz (ve inanın nereden, kimleri okuyarak edindiğinizi de bir türlü anlayamadığım -çünkü sol ezberlerden öğrenilmiş savını da kabullenmiyorsunuz-) bir liberalizm efsanesi var ve ona karşı tepkisel davranıyorsunuz. Fakat ne bu tepki duyduğunuz öcü, ‘liberalizm’ ne de ben (ya da bizler) o öcüyü savunan insanlarız.

    TSD.

  100. Yazan:Alper Akalin / 3H Tarih: Şub 27, 2009 | Reply

    EG beni muhattap olarak almıyordu da benim yorumumdan alıntırla yapılan bu cevap niye geldi? Agresif cevaplarından anlaşılıyor ki, liberalizme olan kör nefreti, insana ve düşünceye saygı demeksizin, herkesi küçümseyebilir ve değerini küçültebilirim cüretini de kendisine veriyor.

    Yalnız, EG’nin üslup konusundaki problemleri, gerçekten çok irrite edici. Belirtmeden edemeyeceğim.. Ben kibar olmaya çalıştım ama “öteki alper ciddiye alınacak birisi değil” lafından sonra ben de bu yorumda insana saygı gereği göstermem gereken itinayı maalesef kendisine gösteremeyeceğim.

    Şimdi yine büyük çarpıtmalara imza atmıs EG. Bi cevap verip çıkacam.

    mesela başörtüsü mü takıyorsun, AIHM bu konuda bizim hukuki teminatımızdır ve o karar verirse takar, vermezse takmazsın

    Yorum iki nedenden ötürü problemli. Bir, AİHM, (herkes çarpıtıyor, EG de kolaycılığı seçip, çarpık yorumu tercih etmiş) türbanı yasaklamadı. 11 Eylül paranoyasıyla, türban yasağını bir iç mesele olarak belirledi ve karar merciinin türkiyedeki normların olduğunu söyledi.

    Çok hatalı ve iki yüzlü bir yorumdu bu. Madem ki, Turkiye AIHM kararlarının baglayıclıgını kabul etmis ve siz de “avrupada insan haklarının teminatı” olarak kendinizi ilan etmişssiniz, elbetteki bu temel insanlık probleminde kendinizi muhattap olarak kabul etmeliydiniz. Topu Türkiyeye atmak AIHM’ye olan guvenleri yıktı.

    Velev ki, AIHM türbanı yasaklamış olsun. Bunu liberallerin kabul etmesi mümkün mü? Biz hukukun üstünlüğünü savunuyoruz da var olan hukukun üstünlüğünü mü savunuyoruz? Amacımız sadece yazılı metinler ve yasalar olsun, biz ona uyalım mı, yoksa yazılı metinler temel hak ve negatif özgürlükleri garanti altına mı alsın? Anayasalılık farklı bir şey, anayasacılık ffarklı bir şey. Yasalarınız olabilir ama yasalarınız özgürlüğüe engel bir durum teşkil ediyorsa, bundan “hukuk üstünlüğüne” inanan liberaller sorumlu mu tutulmalıdır? Bu neye benziyor biliyormusunuz; afganistanda islam adına terör suçu işleyenler yüzünden bütün müslümanları terörist ilan etmeye.

    Bu tarz çarpıtmaları ve basitlikleri siyasetçiler yapar. EG, DD’de oy toplamaya çalışan populist politikacılar gibi, karalama ve çamur siyasetinden vazgeçemiyor anlaşılan.

    Hayek’in Pinochet’e ye verdiği destek kabul edilebilir bir durum değil. Tenkit edilmesi hatta kınanması gereken bir durum. Yalnız, düşünce filozofları peygamber değildir. Onlar da, “özellikle yaşları ilerledikçe” bazı hatalar yapabilir ve hatta giderek daha radikal bir çizgiye kayabilir. Mesela, Popper’da ölmüne yakın bir zamanda önce “TV şeytan icadıdır” demişti. Böylesine bir lafta bulunması, onun “Açık Toplum ve Düşmanları” eserinde bulunduğu tespitlerin hepsini birden değersiz kılmaya yeter mi? Aynı şekilde Hayek’in, kölelik yolunda bahsettiği doğrulardan, pinocheti ziyaret etti diye vaz mı geçeceğiz?

    Hayek, o dönem soğuk savaşın da etkisiyle ve yaşının da ilerlelmesiyle, komunizme karşı daha bir nefretle yaklaşmış ve daha tutucu bir çizgide beyan/eylemlerde bulunmuştur. Liberal diktatörlüğü, demokratik sosyalizme tercih etmesi de, bu radikalliğinin bir ürünüdür ki biz ne hayekin müridiyiz, ne de o bizim peygamberimiz. Ama elbette benimsediğimiz doğruları, tenkit ettiğiğimiz yanlışları domine etmektedir.

    Anlaşılan EG siyah ve beyaz dünyalarda yaşıyor. Kendisinin ak dediği şeyi eleştiren herkes kara. Hele ki, “vahşi” olarak eleştirdiği Hayek’in son yıllarında kapılmış olduğu “tutucu fanatizme” EG’nin bu yaşta kapılıyor olması ise oldukça ironik bir durum.

    Aslında bu durum, EG’nin kolaycı-indirgemeci-toptan genelleyici-kollektivist bir zihnin ürünü olan tenkitlerini de ciddiye almamamız için önemli bir dayanak oluşturmakta.

  101. Yazan:eg Tarih: Şub 27, 2009 | Reply

    sevgili suat hocam,
    siz niye alınıyorsunuz ki? benim lafımın gittiği yeri bilen biliyor, sizin alınmanıza hiç gerek yok! ayrıca ısrarla şuradan okudun, buradan okudun, soldan sağdan üstten aşağıdan okudun ısrarını da anlamakta zorlanıyorum. benim gördüğüm liberalizm budur. böyle görmeye hakkım yok mudur? benim gördüğüm liberalizm bundan öte bir anlam ifade etmiyor bana. suat hocam sizi ise, aynen kendim gibi (belki benim serbest piyasacı versiyonum) özgürlükçü bir müslüman olarak görüyorum. liberalizm ideoloji olarak hakikaten tu-kakadır geçrekten de…en azından benim perspektifimden öyle görünüyor.

    alper akalın denen varlığa ise laf etmediğim ve ciddiye almadığım halde laf yetiştirmeye devam ediyor. halbuki onun yazdığı cevapları okumuyorum bile….anla aertık kardeşim benim senin gibi kişilerle işim yok!

  102. Yazan:eg Tarih: Şub 27, 2009 | Reply

    suat hocam,
    bakın benim için burada bir nirengi noktası var. bu nirengi noktası aslında konunun can damarıdır. bu konuda bir yazı yazacağım ama kısaca anlatayım.

    eğer devlete “tamamen ” karşı isek – ki anarşistler ya da liberter anarşistler gibi – o zaman tutarlı bir ideoloji var karşımızda deyip anlayışla karşılarım. hatta devlet kavramıyla problem açısından inanın bana liberallerin çoğundan daha problemliyim. ancak devlete bazı görevler atfederseniz liberallerin anarşist olmayan tümü gibi..o zaman konunun tartışması başka yöne kayar. o zaman devlete atefettiğiniz hukuk devleti (ki bu anlamda bu hukuku ortaya koyan ve koruyacak olan da liberal kavramlar oalcak liberallere göre) ve güvenlikle ilgili şeyler harici diğer şeylerde “ben devletin müdahelesini doğru bulmuyorm ,zaten doğru olan da müdahele olmamasıdır” derseniz birileri itraz eder. der ki güvenlik dışında da temel haklar vardır. gazali’den örnekle canı, malı, nesli, aklı vs. teminat altına alınmalıdır. o zaman devlete hukuk koruma ve güvenlik nosyonu biçenlerin başka şeyler olmaz demelerinin özgürlükçülükle bir ilgisi yok. negatif özgürlükleri savunmak, günlük pratik hayatta özgürlüklere yol açmıyor diyorum. benim gibi milyonlarca insan da aynı görüşte. zaten sosyal liberalizm de böyle doğdu bilirsin. o zaman devlet denen kurumun pozitif bir özgürlük anlayışının yanında olması gerekir bana göre, illa devlet oalcaksa. mesela rawls , devletin ekonomik paylaşım konusunda hep en yoksul olana pozitif ayrıcalık tanıması gerektiğinden söz eder.
    yani serbest piyasaya her inanmayanı yok şurdan okuyorsunuz yok burdan okuyorsunuz diye eleştirmeyi doğru görmüyorum. kaldı ki şunu söyleyeuyim. yazdıkları açısında marx benim için çoğu liberal düşünürden daha değerlidir. adorno, althusser, horkheimer vs ile zaten karşılaştırabileceğim liberal düşünür yoktur. dolayısıyla sol literatürü okumak liberaller için küfür oluyorsa bilemem ama ben sol literatürün liberalizm eleştirilerini önemserim. aynen liberalizm içi eleştiirler gibi. ancak benim eleştiri perspektiifm hiçbirisi ile tam olarak uyuşmaz. ben sonuçta müslüman insan-ı kamil hedefiyle liberal birey kavramını birbiriyle ilintisiz görürüm. OLAY BUDUR benim açımdan

    dün geceki yorumumda ise bir metafor kullandım. edebiyatı ve sanatı seven bir insan olarak bazıları gibi dümdüz konuşmaktansa metaforlara, istiharelere, mazmunlara başvurmayı severim. hayek peygamber deme sebebimin en azından senin gibi birisi tarafından anlaşılabileceğini ummuştum ama yanıldım. açıklayayım o zaman:

    liberallerin klasik ve neoklasik versiyonları serbest piyasanın eninde sonunda iyiye ve faydaya yani en verimliye yönelteceği yönünde bir iddiadadırlar. böyle bir iddia olsa olsa serbest piyasayı metafizik bir anlam katarak ele almak demektir. eğer metafizik bir anlam biçtiğimiz andan itibaren (benim görüşm liberaller böyle yapıyorlar) o metafizik anlamı yükleyen smith ve hayek’e de peygamber muamelesi yapıyoruz demektir. yani hiçbir somut veri olmayan (ki serbest piyasanın liberallerin söylediği gibi bir sonuca yol açtığına klasik liberaller dışında kimse ikna olmuyor. tam tersini savunan ise dünya kadar insan var. ve ben de o insanlar gibi düşünüyorum) bir konuda bu böyledir dediğinizde ve ona inanılmayı bir tarafa bırakın, o inancı tek mutlak gerçek ve özgürlüğün yegane teminatı gibi sunduğunuzda hayek ve smithi peygamber yapıyorsunuz demektir. evet o yorumumda anlayacağınızı umduğum metafor buydu!

    neyse daha uzun bir yazıda tartışırız diyeceğim ama o kadar farklı anlayışlarımız var ki bu konuda, anlaşmanın imkanı yok geçrekten de..

  103. Yazan:amarat Tarih: Şub 27, 2009 | Reply

    Bu konular hakkında boyle uzun uzadıya konuşulacak en avr inanın anlamıyorum.

    Mehmet yılmaz sen kürtaj konusunu yaz bu konuya 100 yorum geliyorsa ona emin ol 1000 tane gelmesi lazım :=)

    Alper akalın, nankörlük etme devletin hiç bir şeyinden yararlanmıyormuş.işe uçarak mı gidiyorsun.

  104. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Şub 28, 2009 | Reply

    Sadece cevabi yaziyi okudum ve yorumlara henuz bakamadim.

    Fakat Alper Akalin Bey’e su hatirlatmayi yapmayi bir gorev biliyorum.

    Ahlakla din arasinda cok siki bir iliski bulundugunu, ahlakin temelini dinin attigini, dini altyapisi olmayan bir ahlak sisteminin kurulmadigini, kurulamadigini belirtmek isterim.

    Bu baglamda, “İhtiyaçlarımızı devlet yöneticilerinin ahlak anlayışı mı yoksa Maslow mu belirliyor?” seklindeki sorunuza;

    Cevabim:
    “Maddi ve manevi tum ihtiyaclarimizi Dinin Ahlak Anlayisi Belirler” olacaktir. Bu da benim ozgur gorusum.

    Meselenin bir diger boyutu

    Insanin tabii, fitri ozelliklerinde bazi sapmalara yol acan “Batili Yasam Tarzi”, bu sapmalari tedavi etmeyi basaramayinca birtakim “istatistik ya da varsayim” calismalariyla “toplumsal veriler” elde edip, bu verileri esas alarak bu olguyu “toplumsal bir kultur” kabul edip mesrulastirma cihetine gitmektedir.

    Seks konusundaki gorusleriniz toplumsal olarak vardiginiz nokta buna bir ornektir.

    Suphesiz, “Sabiteleri, Degismez ve Degistirilemez Degerleri” olmayan butun medeniyetlerin, ideolojilerin, kulturlerin ve ahlak sistemlerinin basina gelmesi mukadder olan akibet budur.

    Bu yuzden Kanaatimce Islam dininin mensuplarinin en buyuk bahtiyarligi bu sabitelerdir. Ve bu sabitelerinin kadri kiymetini bilmeleri ve korumaya calismalari hem gorevleridir hem de ozgur haklaridir.

    Zira sabiteleri olmayan toplumlar sahildeki halkaya bagli ipini koparmis sandallar gibidir. Hangi dalganin onu nereye goturecegini kestiremezler. Ancak kesin olan bir husus vardir ki o da boyle bir sandalin artik guvende olmadigidir. Kisa bir sure icinde ya kayaliklara carpip parcalanir ya da kendini deryanin orta yerinde, hicbir kara parcasinin gozukmedigi bir durumda kalir. Her iki durumda bir sandal icin felakettir.

    Saygilar…

  105. Yazan:dusunceler Tarih: Şub 28, 2009 | Reply

    Enver hocam,

    Anarsizm hos bir utopya otesine gecmiyor benim icin. Daha gercekci kabullerim var. Bu sebeple ilkesel olarak (ve keske diyerek) kabullenebilecegimi ama utopyalarla vakit kaybi yasamak istemedigimi belirtmek isterim.

    Olmasi arzulanan ya da gereken ile olmasi en muhtemel olani ayirirsam minimal bir devlete geliyorum. Devlete bazi gorevler atfetmekten ziyade devleti bir tur sozlesme olarak goruyorum. Devlete metafizik bir varlik vermiyor, devleti, bireyin ‘temel haklarini’ yine birey adina korumasi icin bir araya gelen insanlarin olusturdugu bir birliktelik, bir organizasyon olarak goruyorum. Bu ‘temel hak’ korumaligi senin kelimelerinle “canı, malı, nesli, aklı vs. teminat”i da iceriyor. Su var ki bu bireysel duzeyde kaliyor, birisinin “canı, malı, nesli, aklı vs. teminat”i icin bir baskasinin “canı, malı, nesli, aklı vs. teminat”i elinden alinmaya kalkilmiyor. Savunma, guvenlik, temel haklar konusunda kalkan, bir dereceye kadar saglik, bir dereceye kadar egitim, bir dereceye kadar fakirleri gozetme, bir dereceye kadar kulturel bakimdan toplumsal normatif olcutler belirlemek vb -benim anlayisima gore- minimal liberal devletle celisen seyler degil. Dedigim gibi tek bir liberalizm yok ve tezahur ettigi toplumun kulturel ogeleriyle bicimlenmesi de gayri mumkun degil liberalizmin.

    Piyasa konusunda -ve diger tum konularda- iknaya acigim. Tek dogru olarak birseyi kabullendigim yok ama planlamaciligin buyuk bir bilgi sorununun oldugunu, yasadigimiz tarihin ve duzenin de bunu acikca gosterdigini dusunuyorum. (Somut veri yok demeni ise saka olarak kabul edeyim, izninle. 🙂 Liberalizmin özgürlük fetişizmini, kanaati oldurdugunu, rekabet denen bir zehir enjekte ettigini vs vs herseyinin elestirilebilecegini ben de soylerim ama ‘maddi’ basarisini ve bu mekanizmanin -tamam, evet dunyevî- refahi ve verimliligi arttirdigini gormemek nasil mumkun olur inan anlamiyorum.)

    Bilgi sorununu cozen ve ‘fiyat’tan daha iyi -dikkat, malî- bir ‘deger’ belirleyici ve fayda/verimlilik sunan sistem bulundu ise dinlemek isterim. Herhangi bir alternatif sunmadan piyasa mekanizmasini elestirmek bana kolaycilik olarak geliyor.

    Tekrar belirteyim ki -benim liberal anlayisima gore- bir takim toplumsal ve ahlaki kaygilarimizin ve buna yonelik onlemlerin piyasa mekanizmasi ile uyusturulmasi mumkun. Bu da ancak uclara savrulmadan ve keskin kabullere kapilmadan gerceklestirilebilir birsey. En yukarida liberallere yonelik elestirilerim/kaygilarim hatirlanirsa bu uyusmanin gerekliligine olan inancim da gorulebilir.

    neyse daha uzun bir yazıda tartışırız diyeceğim ama o kadar farklı anlayışlarımız var ki bu konuda, anlaşmanın imkanı yok geçrekten de..

    Anlasma imkani olmasi icin tartismaktan ziyade, yazmak ve konusmak belki anlama imkani verebilir. (Mesela ben bu serbest piyasa ve ‘fiyat’ konusunun iyi anlasilmadigini ve anlasilmadan itiraz edildigini dusunuyorum.)

    Bu acidan, ‘fikirlerin catismasi’ daha iyi fikirler cikmasina vesile olabilir.

    Saygilar, sevgiler.

    TSD

  106. Yazan:dusunceler Tarih: Şub 28, 2009 | Reply

    Burada hayli dokuman olustu. Ayni konular baglaminda Rasim’in son yazisinin linkini vereyim dokumana katki olsun:

    Isaiah Berlin’in liberalizmi

  1. 3 Trackback(s)

  2. Şub 27, 2009: Liberalizm Tartışmaları — düşünceler
  3. Nis 15, 2009: Son 60 günde en çok okunanlar : Derin Düşünce
  4. Şub 6, 2010: Liberalizm Tartışmaları « harcıalem

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin