RSS Feed for This Post

Türkiye’de derin din 1

Edebiyat, Sinema, Siyaset, Sanat tarihi, Mimarî, Ateizm, Kemalizm, İslâm, Kadın hakları, Feminizm, Tarih, Felsefe… Bugün 81 kitap var. Yakında yenileri eklenecek, bu sayfayı takip edin… 

 

Kemalist Eğitimin Zararları

Dikkat Kitap: Kemalist Eğitimin Zararları Ücretsiz kitap indirin81 kitap indirin“3 tarafı deniz, 4 tarafı düşmana çevrili cennet vatan” paranoyası neden üretildi? Çağdaş ve laik Türkiye’nin evlâdı, Kavala yahut Halep’te yatan dedesinin mezarına bile pasaportla gidecekti. Eskiden vali gönderilen yerlere şimdi büyük elçi atanıyordu. Churchill’in dediği gibi “iki petrol kuyusunun etrafına sınır çizen” İngiliz, bir gecede ülkeler icad edilmişti. Ama Kemalist millî(!) eğitimin iğdiş ettiği beyinler bunu sorgulamaktan aciz. Körfez ülkeleri, Basra yolunun, İsrail, Doğu Akdeniz’in petrol tıpası olacaktı. Türkiye hem Rusya’nın güneye doğru genişlemesini engelleyecek hem de Bakü petrolünün Avrupa’ya ulaşıp fiyat kırmasına mani olacaktı. Diğer yandan Lazkiye ve Hayfa’dan dünya piyasalarına erişen Musul ve Kerkük petrolü bir gün pekâlâ Türkiye’den geçip İskenderun’a akabilirdi ve bu da Londra için büyük bir risk unsuruydu.

Kısacası, Britanya için gerçek tehdit güçlü bir ordu veya zengin devletler değil Türklerin uyanıp kim olduklarını hatırlamalarıydı. Şu halde dünya petrollerinin %60’ına çökmüş, Afika ve Asya’yı sömüren İngilizler için yapılacak tek bir şey vardı: Kullanışlı aptallar yetiştirecek bir eğitim sistemi kurmak ve bunu Türklere “millî eğitim” diye yutturmak.

Eğitimle ilgili sorunlarımız nasıl düzelir? Yahut birgün düzelir mi? Elinizdeki bu kitapta Ufuk Coşkun Kemalist eğitimin sorunlarına işaret etmekle kalmıyor, bir yandan çözümler önerirken bir yandan da millî eğitimin ideolojik, tarihi ve kültürel arka planını gözler önüne seriyor. Milat Gazetesi yazarı, bolgepostasi.com Genel Yayın Yönetmeni Ufuk Coşkun’u televizyondaki tartışma programlarından ve eğitim konulu çalışmalarından tanıyorsunuz. Bizzat eğitim dünyasının sorunlarını içeriden yaşayan Coşkun aynı zamanda “Kürdüm Doğruyum Çalışkanım” ve “Yeni Sömürgecilik ve Bağımsız Sivil Toplum Kültürü” kitaplarının da yazarı. Ufuk Coşkun’un “Kemalist Eğitimin Zararları” adlı kitabını buradan indirebilirsiniz.

Petrol kandan ağırdır

Petrol kandan ağırdır Ücretsiz kitap indirin81 kitap indirinPetrolün fiyatının 50$ üzerinde kalması için yılda ortalama 75.000 insanın ölmesi gerekiyor. Süveyş kanalının Mısır tarafından kamulaştırılması, petrol krizleri, 6 sün savaşı, İran-Irak savaşı, Irak’ın işgali ve Suriye… İnsan kanıyla para basan bu makine 50 senedir asker, sivil, kadın çocuk demeden insan öğütmeye devam ediyor. Nasıl? 1ci Dünya Savaşı tarihteki ilk küresel karbon savaşı oldu. Kömürle beslenen fabrikalar kömür ve petrolle işleyen makineler ürettiler ve insanın öldürme kapasitesini binlerle çarptılar. Ama makineler savaşta insanın yerini almadı. Bunun yerine daha çok insanı daha hızlı şekilde cepheye göndermek için kullanıldı. Cepheler genişledi ve muharebeler uzadı. Alman-Fransız sınırındaki zengin kömür yataklarından İslâmistan’daki petrol kuyularına uzanan savaşta insanlar karbon için öldüler, öldürdüler. Petrolcüler, kömürcüleri yendi. Endüstrileşen savaş sadece savaş makinelerinin değil üretim, sevk ve idare kapasitelerinin de savaşıydı. Elinizdeki 55 sayfalık bu e-kitap şu sorunun cevabıdır: İnsan kanıyla para basan bu makine nasıl çalışıyor? Buradan indirebilirsiniz.

Savaş Meydanda Değil Masada Kazanılır

Ücretsiz kitap indirin81 kitap indirinDünya ticaretinin %80’i denizden yapılıyor. Ülkelerin hayatta kalması yani gıda ve enerji tedariki için deniz yollarına erişmeleri şart. Panama, Süveyş, Malaka ve Cebelitarık gibi bütün stratejik noktalar ABD, Britanya ve Fransa’nın kontrolünde. Bu üç devlet istedikleri ülkenin ekonomisini petrolsüz ve dövizsiz bırakıp boğabilecek bir güce sahip.(Bkz. Petro-dolar sistemi)

Komplo teorisi mi? Değil, her şey ortada: Akademisyenler, amiraller, bakanlar ve diplomatlar, doktrinlerini açık açık yazmışlar ve yazdıklarını harfiyen tatbik etmişler: Alfred Mahan, Halford Mackinder, Nicholas Spykman, Zbigniew Brzezinski, Edward Luttwak, Samuel Huntington, Joseph Nye, David Peraeus, Henry Kissinger… Jeopolitiğin bu ünlü isimleri, İngilizlerin ve Amerikalıların dünyaya sürekli hükmetmesi için neler yapılması gerektiğini her ortamda açıkça ifade etmişler. Tabi bu tahakküme bir takım kılıflar uydurulmuş: Önce Hristiyanlık, sonra üstün(!) beyaz ırk ve nihayet serbest ticaretle demokrasi adına verilen bir mücadele gibi gösterilmiş. Yani sınır tanımayan Anglo-Saxon şiddetine, ideolojik meşruiyet zeminleri ihdas edilmiş. Ama değişen ideolojilere ve teknolojinin ilerlemesine rağmen 150 yıldır değişmeyen jeopolitik sabitler var. 21 harita ve 11 makaleden oluşan bu kitap, Anglo-Saxon hakimiyetini mümkün kılan şartları ve Avrasya’nın kurtuluş yollarını sorguluyor. Coğrafî engellerden ekomik savaş araçlarına ve psikolojik harbe kadar… Kitabı buradan indirebilirsiniz.

Fikir Kırıntıları-4

Ücretsiz kitap indirin81 kitap indirinİslâm coğrafyasında sürüp giden petrol savaşları deniz yollarından ayrı düşünülebilir mi? Sudan petrolünü Çin’e taşıyan yol Yemen ve Malaka boğazından geçiyor. İran ve Arap petrolünü Avrupa’ya taşıyan yol ise Mısır’daki Süveyş kanalından. Akdenizi’in Atlantik kapısı olan Cebelitarık ve Pasifik’i Altantik’e bağlayan Panama da aynı “uygarların” kontrolünde. Bütün deniz yollarını kontrol eden bu ülkeler hem Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde veto hakkına sahipler hem de dünyadaki silahların %90’ını üretip satıyorlar. Ve aynı ülkeler sürekli dünya barışı ve özgürlük için çalıştıklarını söylüyorlar! Kendisini dünyanın mâliki gibi gören bu “uygarlığın” önüne çıkan liderler öldürülüyor, ülkeler işgal ediliyor, hükümetler darbe ile, halklar ise terörle “terbiye” ediliyor. Evet… Bu konulara odaklanan Fikir Kırıntıları serisinin 4cü kitabını ilginize sunuyoruz. Konu başlıkları şöyle:

  1. Bazı çocuklar çikolatadan nefret eder!
  2. Lityum savaşları başladı!
  3. Savaşsızlık, barış değildir!
  4. Bilimsellik aklın emaresidir; bilimcilik ise akılsızlığın!
  5. Denizlere hâkim olanlar nasıl dünyaya hâkim oldular?
  6. Modern savaşlarda neden insan değersizleşiyor?
  7. Teröre karşı sıradan vatandaşların yapabilecekleri 3 şey

“Fikir Kırıntıları-4” adlı e-kitabı buradan indirebilirsiniz.

Ücretsiz kitap indirin81 kitap indirinDerin Savaş

Savaş bir şiddet hareketidir ve bu bilkuvve (potansiyel) şiddetin sınırı yoktur. İnsanlık olarak sürekli savaşmıyorsak bunun sebebi yüksek ahlâkımız(!) değil menfaatlerimizdir. Ancak savaşı sonuçlarından tecrid ederek, sağlıklı bir şekide düşünmek kolay değil. Çünkü yol açtığı ölümler ve maddî zarar o kadar büyük ki her ne pahasına olursa olsun kaçınmak gereken bir anormallik veya uluslararası ilişkilerde bir aksama gibi görünüyor. Oysa her savaşsızlık hâli barış değil; geçici bir ateşkesten ibaret. (Bkz. Barış / Sulh / Peace / Paix / صلح / سلام ) Meselâ iki dünya savaşı arasındaki 1918-1939 dönemine kim “barış” diyebilir? Üstelik her ne pahasına olursa olsun savaştan kaçan bir lider, düşmanlarının ölçüsüz şantajına çanak tutmuş olmaz mı? Adolf Hitler’e akıl almaz ödünler veren Birleşik Krallık Başbakanı Neville Chamberlain gibi savaştan kaçmak için “her pahayı” ödemek, üstelik sonunda yine de savaşmak zorunda kalmak iyi bir strateji mi? Ölmenin değil yaşamanın tesadüf olduğu  savaşta asker, sağdaki yahut soldaki sipere koşarken serbesttir. Belki de en güvenli siperi, bir robot veya bir hayvan, insandan daha iyi seçebilir. Ama insan, vatanı için ileri atılmakla nefsi için geri kaçmak husunda özgürdür. İşte savaşın neticesi üzerinde çok ağır basabilen insanlık faktörü tam buradadır. (Bkz. Hayvan Serbesttir, İnsan Özgürdür…) Savaş, bütün sosyal bilimcileri zorlamış bir saha. Elinizdeki bu kitap, savaşın mekanik ve insanî veçhelerini en dengeli şekilde işleyen müelliflerden biri olan Prusyalı General Carl von Clausewitz’in fikirlerinden istifade ederek yazılmış bir deneme. Teknolojik ilerlemenin eskitemediği ilkeleri bugünün savaş şartlarında değerlendirdik: Strateji, taktik, cesaret, savaşta aklın önemi ve sınırları… Buradan indirebilirsiniz.

Fikir Kırıntıları-3

fikir-kirintilari-3-kapak Ücretsiz kitap indirin81 kitap indirinArtık gazeteler okurlarıyla, TV kanalları seyircileriyle rekabet halinde. Kimilerine göre Donald Trump bile seçimi sosyal medya sayesinde kazandı. Rakibi Hilary Clinton, Başkan Obama, hatta CNN, FOX gibi kanallar sürekli sosyal medyadan yayılan “yalan haberlerden” (fake news) yakınıyorlar. Belki de yalan haberden değil yalan tekelini kaybetmekten rahatsız oldular? Gerçek ne olursa olsun teknoloji eskiden bir oligarşiye ait olan medya gücünü -bir parça da olsa- sıradan insanların eline verdi. Sosyal medya elbette ırkçılık, iftira ve hakaretin yayılması için uygun bir zemin ama “haber” ve “bilgi” ve bunlara ait yorumları herkesin erişebileceği bir noktaya getirmesi açısından ilginç. Fikir Kırıntıları-3 Derin Düşünce’nin sosyal medyada paylaştığı mesajları kitaplaştıran bir çalışma. Yayına girdiği günden beri Fikir Kırıntıları-1ve Fikir Kırıntıları-2’nin gördüğü ilgi bize yine cesaret ve güç verdi. Tabi her zamanki gibi konuları derinleştirmek isteyenler için makale ve kitap da tavsiye ettik. “Fikir Kırıntıları-3” adlı e-kitabı buradan indirebilirsiniz.

Rönesans’ın Kara Kitabıronesans-kara-kitap-kapak Ücretsiz kitap indirin81 kitap indirin

Rönesans sanatın yeniden doğuşu değil ölümü oldu… ve daha bir çok şeyin! Rönesans’ın fikir dünyamızda açtığı yaralar bugün dahi kapanmış değil. Maddenin mânâyı tahakküm aldığı, adına “Aydınlanma” dediğimiz karanlık çağların miladı hiç şüphesiz bu dönem. Güzel ahlâk ile güzel sanatın irtibatının kopuşudur Rönesans. Bu kopuş yüzündendir ki insanlık sadece sanatta değil siyaset, bilim, felsefe, iktisatta lâdini dünya görüşünü Hakikat’in yerine koydu. Sonradan bütün dünyaya dayatılacak olan Avrupa sanatı Rönesans’tan itibaren bilimselleşti. Anatomi, optik, matematik kuralları ve özellikle de merkezî perspektif sanatta insanî ifade imkânını sınırladı. Sömürgeciliği, dünya savaşlarını ve insanları homo-economicus zanneden ideolojileri doğuran işte bu zihniyet oldu. İnsanlık asırlardır hapsolduğu Rönesansçı perspektiften kurtulabilir; kurtulmalıdır da. Bu kurtuluşun neticeleri ise sadece sanatla sınırlı kalmayacak, ahlâkî, siyasî, felsefî tekâmüllere kapı açacaktır. Rönesans’ın Kara Kitabı bu kurtuluşa katkıda bulunmak amacıyla yazıldı. Başta Pavel Florenski ve Erwin Panofsky olmak üzere George Orwell, Juhani Pallasmaa, Michel Foucault, Ahmed Yüksel Özemre, Zygmunt Bauman, Stanley Kubrick, Cemil Meriç, Henri Lefebvre, Lucien Lévy-Bruhl, Rasim Özdenören, Mircea Eliade, René Guénon gibi sanatçı ve düşünürlerin eserlerinden ve iki değerli araştırmacımızın, Ozan Avcı ile Gönül Eda Özgül’ün makalelerinden istifade edildi. Buradan indirebilirsiniz.

Derin Medeniyetderin-medeniyet Ücretsiz kitap indirin81 kitap indirin

Nedir medeniyet? Opera? Demokrasi? Parklar ve bahçelerle süslü şehirler? Metro? Asansör? Modern çağın karanlık dehlizlerinde kaybolan bizler için medeniyet, teknoloji ve kültür mefhumlarını birbirinden ayırdetmek zor ama şurası kesin: Hiroşima, Gazze ve Halep’te şehirleri (medineleri) haritadan silen Batı’ya “medenî” diyenler büyük bir suç işliyorlar. Zira katil bir insanı bir kere öldürür ama katile “katil” demeyenler içlerindeki insanlığı, vicdanı öldürmüş olurlar. (Vicdan / Conscious / Conscience / ضمير) Evet… Kimileri adaletle hükmedilmiş mülkler bıraktılar geriye; kimileriyse kan ve göz yaşıyla, kul hakkıyla çimentosu karılmış duvarlar, piramitler, kuleler. Elinizdeki bu kitap şu veya bu medeniyeti anlatma değil medeniyet mefhumunun derinlerine inme derdinde. İnsanlar arasındaki münasebetleri yani muhabbet, merhamet, adalet, ticaret ve şiddeti yönetebilme gücü açısından medeniyet mefhumuna yeni bir bakış açısı teklif ediyor. Miras olarak köprü bırakanlarla duvar bırakanları tefrik etmeye yarayacak bir bakış açısı. Buradan indirebilirsiniz.

fikir-kirintilari-2 Ücretsiz kitap indirin81 kitap indirinBir kez daha sosyal medyada paylaştığımız mesajları kitaplaştırdık. Yayına girdiği günden beri Fikir Kırıntıları-1 o kadar çok ilgi gördü ki biz de yeni e-kitabı ilginize sunmak için elimizden geleni yaptık… Ve her zamanki gibi konuları derinleştirmek isteyenler için ise makaleler ve kitaplar da tavsiye ettik. Fikir Kırıntıları-2’nin konuları şöyle: Taktik ve Strateji, Enerji, Vatikanizm, Gündem Zehirlenmesi, İslâm Sanatı, Kanlı Fotoğraf Yayma, 1 Mayıs, Amigo-Tarihçi, Futbol, mafya, uyuşturucu, fuhuş ve terör, Namaz illâ namaz, Müslümanlarda içe kapanma ve dışa açılma, Neden okuyalım? Ne okuyalım? Nasıl okuyalım?, Ekonomistler neden ekonomiden anlamaz?, Münâfıkûn ve Siyaset-i Nebevî, Sosyal Medya, Gurbet, Çirkin Şehir, Devrim, Yeni PKK ve “Private Security”, Şifalı ottan zehir yapma, Kadına Karşı Şiddet, Liberalizm, Gerçeği görme, Çalışan kadın, Suriye, Tasavvuf, Hollywood-Pentagon, Beyin yıkama ve psikolojik harp. Buradan indirebilirsiniz.

Fikir Kırıntıları – 1fikir-kirintilari Ücretsiz kitap indirin81 kitap indirin

140 karakterle derdini anlatabilenlerden misiniz? Kısa mesajlar, FaceBook’taki özlü sözler, Twitter’da kısaltıldıkça sloganlaşan fikirler… Tabi insanlar sözü uzatmanın yeni yollarını buldular: Video, caps, … Ancak kısa söz her zaman derinlikten mahrum olmakla eş anlamlı değil. Az sözle çok ama çok derin mânâlar da aktarılabilir. Kısa sözün hikmeti dışarıdan aktarılan, alimden cahile verilen yeni bir şey değil. Meselê ârifin irfanıyla agâh olunması; dinleyende bilkuvve (potansiyel) olarak  bulunan güzelliklerin uyandırılması, bilfiil (aktif) hale geçirilmesi. Bunun için “dinleyen anlatandan “ârif olsa gerek” buyurmuş büyükler. Biz de Twitter’da paylaştığımız kısa mesajları konularına göre tasnif edip kitaplaştırdık, ilginize sunduk. Eğitimden Türk soluna, ekonomik krizlerden petrol savaşlarına, ölüm korkusundan küresel ısınmaya kadar çok farklı konularda aforizmalar… Konuları derinleştirmek isteyenler için ise makaleler ve kitaplar da tavsiye ettik. Buradan indirebilirsiniz.

Kitap tanıtan kitap 7kitap-tanitan-kitap-7 - kucuk Ücretsiz kitap indirin81 kitap indirin

Kitap tanıtan kitapların 7cisine damgasını vuran düşünür Susan Sontag oldu. 1977’de yayınladığı “Fotoğraf Üzerine” isimli cesur kitaptan bahseden 4 makale ile başlıyoruz. Mehmet Özbey’in kaleminden eskimeyen bir kitabı ziyaret edeceğiz sonra: Yüzyıllık Yalnızlık (Gabriel Garcia Marquez) Değerli yazarlarımızdan Mehmet Salih Demir ve Mustafacan Özdemir tek bir kitaba ve tek bir yazara odaklı kitap sohbetlerinden farklı makaleler hazırladılar. Bunlar kavram ve/veya olaylara odaklı, birden fazla kitaptan ve müelliften istifade eden çalışmalar: Terör, vicdan, modernleşme, bilim felsefesi (Kuhn, Heidegger, Derrida, Gadamer, Dilthey, Mach, Baudrillard, Toulmin) … Suzan Nur Başarslan’ın yazdığı Türk romanının tarihçesi ve Seksenli Yıllarda Türk Romanı Ve Post Modern Eğilimlerde bu kategoriye dahil edilebilir. Bunların  yanısıra yazar kadar hatta bazen daha fazla ünlenmiş kitaplara adanmış makaleleri de yine bu sayıda bulacaksınız: Zeytindağı (Falih Rıfkı Atay), Hayy Bin Yakzan (İbn-i Tufeyl), Körleşme (Elias Canetti), Taşrada Düğün Hazırlıkları (Franz Kafka). Kitap tanıtan Kitap 7’nin daha önceki sayılardan bir diğer farkı da Georg Simmel’e adanmış iki makale içermesi. Karl Marx ve Max Weber arasındaki kayıp halka olarak nitelenen Simmel’in “Büyük şehir ve zihinsel yaşam” (Die Großstädte und das Geistesleben, 1903) isimli özgün çalışmasından bahsettiğimiz makaleler kitabın sonunda. Buradan indirebilirsiniz.Önceki kitap sohbetleri:

Derin Lügat güncellendi. Sürüm 7.0 yayında. Ücretsiz kitap indirin81 kitap indirinDerin Lügat 7.0

Yeni sürümlere dair not: Eski sürümleri indirip okumuş olanların işini kolaylaştırmak için kelimelerin sırasını değiştirmiyoruz. Yani her yeni sürümde okumaya kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.

  • 7ci sürüme eklenen yeni terimler: Uluslararası adalet, Az gelişmiş ülke, Hoşgörü, Kabz, Büyüme, Gerçek sonrası, Realpolitik, Kaos.
  • 6cı sürüme eklenen yeni terimler: Demokrasi, Muhafazakârlık, Kuvvetler ayrılığı, İnovasyon, İlerleme, Erken – Geç.
  • 5ci sürüme eklenen yeni terimler:Hissiyat – Maneviyat, Tanrı Parçacığı, Bâkî, Kelime, Cehalet, Mürşid, Evvel, Büyük Patlama.
  • 4cü sürüme eklenen yeni terimler: Paraklitos, Hudud, Ehliyet, Zâhir ve Batın, Barış, Unutmak.
  • 3cü sürüme eklenen yeni terimler: Eksen Kayması, Bilgi toplumu, Zamanda Yolculuk, Ateist , Yokluk , Çağdaş, Gurbet, Kader.

İnsanlık neredeyse 4 asırdır “ilerleme” adını verdiği müthiş bir gerileme içinde. Tarihteki en kanlı savaşlar, sömürüler, soykırımlar, toplama kampları, atom bombaları, kimyasal ve biyolojik silahlar hep Batı’nın “ilerlemesiyle” yayıldı dünyaya. En korkunç barbarlıkları yapanlar hep “uygar” ülkeler.  Her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen bu insanlar nereden çıktı? Yoksa kelimelerimizi mi kaybettik? “Aydınlanma ile büyük bir karanlığa gömüldü Avrupa. Vatikan’ın yobazlığından kaçarken pozitivist dogmaların bataklığında kayboldu. “Yeniden doğuş” (Rönesans) hareketi sanatın ölüm fermanı oldu: Zira optik, matematik, anatomi kuralları dayatıldı sanat dünyasına. Sanat bilimselleşti, objektif ve totaliter bir kisveye büründü. Kimse parçalamadı dünyayı “Birleşmiş” Milletler kadar. Güvenliğimiz için en büyük tehdit her barış projesine veto koyan BM “Güvenlik” Konseyi değil mi? Daimi üyesi olan 5 ülke dünyadaki silahların neredeyse tamamını üretip satıyor. “Evrensel” insan hakları bildirisi değil güneş sisteminde, sadece ABD’deki zencilerin haklarını bile korumaktan aciz. Bu kavram karmaşası içinde Aşk kelimesi cinsel münasebetle eş anlamlı oldu: ing. To make love, fr. Faire l’amour… Önce Batı, sonra bütün insanlık akıl (reason) ile zekânın(intelligence) da aynı şey olduğunu sanmışlar. Oysa akıl iyi-kötü veya güzel-çirkin gibi ayrımı yaparken zekâ problem çözer; bir faydayı elde etmek ya da bir tehditten kurtulmak için kullanılır. Bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği oldürecek olan atom bombasını yapmak zekâ ister ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir. İster Batı’yı suçlayalım, ister kendimizi, kelimelerle ilgili bir sorunumuz var: İşaret etmeleri gereken mânâların tam tersini gösterdikleri müddetçe sağlıklı düşünmeye engel oluyorlar. Çözüm ürettiğimizi sandığımız yerlerde yeni sorunlara sebep oluyoruz. Dünyayı düzeltmeye başlamak için en uygun yer lisanımız değil mi? Kayıp kelimelerin izini sürmek için yazdığımız Derin Lügat’ı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Edward Hopper’ı okumak

hopper-kapak Ücretsiz kitap indirin81 kitap indirinAmerikalı ressam Edward Hopper sadece Amerika’nın değil bütün Batı kültürünün en önemli ressamlarından biri. Hopper ile Batı resmi asırlardan beri ilk defa kısır ekol savaşlarını, soyut resim / figüratif resim gibi ölü doğmuş dikotomileri aşma fırsatı yakaladı.

Bu bağlamda, perspektif, ışık, gölge vb tercihleri aşan Hopper’ın yeni bir şey yaptığını savunuyoruz: Hopper Rönesans’tan beri can çekişen figüratif resme yeni bir soluk verdi. Tezimiz budur. Bu lisan-ı sûreti tahlil etmek için sadece Hopper’dan etkilenen diCorcia gibi fotoğrafçıları değil ondan beslenen Hitchcock, Jarmusch, Lynch gibi sinema yönetmenlerini, romancıları da kitabımıza dahil ettik. Diğer yandan Hopper’ın tutkuyla okuduğu filozoflardan yani Henry David Thoreau ve Ralph Waldo Emerson’dan da istifade ettik. Elinizdeki bu kitap Hopper tablolarına aceleyle örtülen melankoli ve yalnızlık örtüsünü kaldırmak için yazıldı. Hopper’a bakmak değil Hopper’ı okumak için. Buradan indirebilirsiniz.

Senin tanrın çok mu yüksekte?

senin-tanrin-cok-mu-yuksekte Ücretsiz kitap indirin81 kitap indirinGüzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”. İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:

  • Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
  • Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.

Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık. Buradan indirebilirsiniz.

Öteki Sinemanın Çocuklarıoteki-sinemanin-cocuklari Ücretsiz kitap indirin81 kitap indirin

Yakında sinemanın bir endüstri değil sanat olduğuna kimseyi inandıramayacağız. Zira “Sinema Endüstrisi” silindir gibi her şeyi ezip geçiyor. Sinema ürünleşiyor. Reklâm bütçesi, türev ürünlerin satışı derken insanlar otomobil üretir gibi film ÜRETMEYE başladılar. Belki en acısı da “sinema tekniği” öne çıkarken sinema sanatının unutulması. Fakat hâlâ “iyi bir film” ile çok satan bir sabun veya gazozun farkını bilenler de var. Çok şükür hâlâ ustalar kârlı projeleryerine güzel filmler yapmaya çalışıyorlar. Derin Düşünce yazarları da “İnsan’sız Sinema Olur mu?” kitabından sonra yeni bir sinema kitabını daha okurlarımıza sunuyorlar. “Öteki Sinemanın Çocukları” adlı bu kitap 15 yönetmenle buluşmanın en kolay yolu: Marziyeh Meshkini, Ingmar Bergman, Jodaeiye Nader Az Simen, Frank Capra, Dong Hyeuk Hwang, Andrey Rublyov, Sanjay Leela Bhansali, Erden Kıral… Buradan indirebilirsiniz.

kitap-tanitan-kitap-6 Ücretsiz kitap indirin81 kitap indirin

Kitap Tanıtan Kitap 6

Bir varmış, bir yokmuş. Mehtaplı bir eylül gecesinde Ay’a bir merdiven dayamışlar. Alimler, yazarlar, şairler ve filozoflar bir bir yukarı çıkıp oturmuşlar. Hem Doğu’dan hem de Batı’dan büyük isimler gelmiş: Lev Nikolayeviç Tolstoy, René Guénon, Turgut Cansever, El Muhasibi, Şeyh-i Ekber, Cemil Meriç, Arthur Schopenauer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, Mahmut Erol Kılıç… Sadece bir kaç yer boş kalmış. Konuklar demişler ki “ başka yazar çağırmayalım, bu son sandalyeler bizim kitabımızı okuyacacak insanlara ayrılsın”. Evet… Kitap sohbetlerinden oluşan derlemelerimizin altıncısıyla karşınızdayız. Buradan indirebilirsiniz. Önceki kitap sohbetleri:

sen-insansin Ücretsiz kitap indirin81 kitap indirinSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.

tezyin_kapak-150 Ücretsiz kitap indirin81 kitap indirinGözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.

Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 24 Yorum

  2. Yazan:eg Tarih: Ağu 2, 2009 | Reply

    ihsan bey sanırım islam konusunda her türlü anlama tekelinin kendinde olduğunu sanıyor! doğrusu islamcıların bu rasyonel teolojileri de bende en az diğer ideolojiler kadar allerji yapıyor…

  3. Yazan:Resoman Tarih: Ağu 2, 2009 | Reply

    Siz din ve peygamberler eleştirilemez kutsaldırlar mantığı ile hareket ederseniz olacağı budur. Din de eleştirilmeli, Peygamberler de. Nerede ise her tarihi kişilik ve siyasal ve sosyolojik oluşumlar eleştirilirken, din ve peygamberler neden bundan muaf tutulur ? Böylece insanlarda inandıkları din’i ve peygamberleri daha objektif bir şekilde değerlendirme şansına sahip olurlar.
    Korkmayın insanlar, peygamberleri eleştirildi diye din’e inanmaktan vazgeçmezler. Daha sağlıklı bilgiye kavuşup, ne idüğü belli olmayan kurnaz din tacirlerinin kucağına düşmezler.

  4. Yazan:rüştü hacıoğlu Tarih: Ağu 2, 2009 | Reply

    alışkanlıklarımızı zorladıkları içindir. hem neden tekel olsun ki? bunları ilk defa İhsan bey’den duyduğumuzda “tekelci” demek için yeterli verimiz olmuş olur mu? benim bildiğim tekelci, piyasayı kuşatan eyüp sultanın önünde satılan kitaplarla inşa edilen dinden beslenenlerdir. kaç kişi ihsan beyi duyar, kaçı dinler? böylesi, kişiyi fazlasıyla sorumlu tutan dini kim ne yapsın? yazılmışı var, yapılmışı var, gömülmüşü varken…

    bir de kişisel bir ekleme yapayım. burada fikirlerinden istifade ettiğim birkaç insandan birisiniz Enver bey. kendimce size faydalı olabileceğim en önemli yanımın kabul edilmesi zor kimine göre şok edici fikirleri anlamalı bulabilenbiri oluşum, size de kabul etmenizi değil kendi fikirlerinizi mukayese etme imkanı sağlayacaktır diye düşünüyorum. rasyonellik meselesi de çok su götürür kanaatindeyim. bilinemeyene teslim olmak mı; bilinemeyecek olanı izah etmeye kalkmak mı rasyonellik düşünmek lazım?

    yıllar önce babaanneme parayla kuran okuma derdim. sektörden çık. nasıl çıkayım derdi de şimdi daha iyi anlıyorum. ölünce çıkabildi. biz de cenazesinde sektörel alışkanlıklara müsade etmeyince epey başımız ağrımıştı; kendi şamanlarımızın tehditlerine maruz kaldık çok acı gerçekten… o zaman ilginç olan şuydu ki: ahirete inandıkları fazlasıyla şüpheli akrabalarımızın atalar kültüne olan inançlarının boyutu bizleri de şaşırtmıştı. n’olcak dedim, ulu manitu çarpacak mı?

    İhsan bey anladığını paylaşmış bizimle pek de yabana atılır gelmedi bana da. ama alışkanlıklarımızı zorluyor mu? evet zorluyor. yine şunu gözden kaçırmamak lazım; “derin din” teorisi eyüpsultan civarında her türlü enstrümanıyla( kitap, kalem, silgi, totem, muska…) iyi bir pazarpayına sahip. hani, bir kurgudan bahsedildiğini düşünmek için sebep yok. ( risk aldık ama hayırlı olur inşallah )

    selamünaleyküm

  5. Yazan:eg Tarih: Ağu 2, 2009 | Reply

    “İhsan bey anladığını paylaşmış bizimle pek de yabana atılır gelmedi bana da. ama alışkanlıklarımızı zorluyor mu? evet zorluyor. “

    hayır rüştü bey ihsan bey’in yazdıklarına alışkanlıkları zorladığı için değil, tam tersi 20 yıldır bazı ilahiyatçı peygamber adaylarından (yaşar nuri, zekeriya beyaz gibi) duyduklarımızı tekrar etmesinden dolayı itiraz ediyorum. ve evet rasyonalist olduğu için…ve evet tekelci olduğu için…

  6. Yazan:cb Tarih: Ağu 2, 2009 | Reply

    Resoman,

    Siz din ve peygamberler eleştirilemez kutsaldırlar mantığı ile hareket ederseniz olacağı budur. Din de eleştirilmeli, Peygamberler de. Nerede ise her tarihi kişilik ve siyasal ve sosyolojik oluşumlar eleştirilirken, din ve peygamberler neden bundan muaf tutulur ? Böylece insanlarda inandıkları din’i ve peygamberleri daha objektif bir şekilde değerlendirme şansına sahip olurlar.

    çok sevindiniz sanırım din ve Peygamber eleştirisi ağzınızı sulandırmış ama sizin kapasitenizin alacağı bir eleştiri değil bunlar.Bu eleştiriler için önce ‘ iman ‘ etmek gerekir,imansız bir din eleştirisi ya oryantalisttir ya da karalama amaçlıdır.Unutmadan kurnaz din tacirleri ve hatta yobazlar bahsi geçtiği gibi din içerisindeki bireylerden değil daha çok dini uzun yolculukta neme lazım lazım olur mantığıyla valize atılmış yedek kıyafet,bir din olsun ölüme falan lazım olur,bir Allah olsun ama sosyal hayatıma karışmasın diyen laik kafaların tüccarlığının örneklemesidir.

    Din öğrenmek değil yaşanmışlığa ait bir ‘ hal ‘dir.O hal’den bir nebze olsun nasiplenmemişlerin ahkam kesmesi ise saçmalıktır.

    Hadi bu cümlelerimde ortalığa olsun siz alınmayın,ben yorumunuzdan laik-islam mantığı çıkarttım bahsi geçtiği gibi değilseniz hiç alınmayın,takılmayın yok bahsi geçenler gibiyseniz hatta malum konulara üşüşenlerdenseniz seve seve alınabilirsiniz.

    Korku adına da bizler müsterihiz (Allah elbet vaadini gerçekleştirecek ve nurun tamamlayacaktır) o sizdeki (yorumdan çıkarttığım siz) korkunun dışa vurumudur.Dolayısı ile iki kendini bilmezin kısmi sapkın fikirleri ne dinden ne de Peygamberden bir zerre alıp götürecek güce sahip değildir.selametle

  7. Yazan:suzannur Tarih: Ağu 2, 2009 | Reply

    İhsan Bey, geçen yazıda başladığı fikri atağı devam ettiriyor. idealist islam. bu başlık adı altında aslında bilinenleri -ki çoğu noktada doğrulara ve toplumsal hatalarımıza parmak basmış- ele alıyor. bu noktada ıskaladığı şeyler de var elbette, inancın nerede, ne zaman, hangi şebeke suyunun verilmesiyle elinize ulaşabileceğini kaçırıyor. İnancın suyun içeriğinden değil de sizin içeriğinizden kaynaklandığını kaçırıp görüntüye takılıyor ama şu da gerçek ki o görüntü sosyolojik bir saptama ve bizim genetik kültürel mirasımızın yansıması.
    Çoğu noktasına katılıyorum bu yazının ama topluluk şeklinde gün ve geceleri kutlama olayında, oluşan sinerjinin, halis niyetin, edilen duaların… bir olma fikrinin insanın inanç atlasında yapacağı değişiklikleri küçük görmesini kabul etmiyorum. Evrenle bir olma ve çemberin bir parçası olma… bu bakışı sadece pagan kültürel kodla açıklama açıkçası fazlasıyşa akıl gözüyle olaya bakmak olmuş.
    yazının devamına bakmak lazım, İhsan bey bakalım başka nelerle savaş açmış ki bu da gerekli, tartışılmayan şey, durgun suya benzer ve zamanla içi bakteri dolar, bu bakteriler dibe iner ve zararlı hale gelir. Bu açıdan bile iyi bir yazı.

  8. Yazan:MY Tarih: Ağu 2, 2009 | Reply

    Suzan’a katiliyorum, insanin nefsiyle kavgasi penceresinden bakmak daha saglikli olabilir. Islam’in özünde olmayan bir pratik, bir ritüel hayirli biçimde uygulanabilecegi gibi özünden gelen görünür ve görünmez uygulamalar “fetis” hale gelebilir.

    Ihsan Bey’in bu özü koruma çabasi yerinde, sekil tartisilir ama derinlik yeterli degil.

    Sayin Resoman, ofsaytta kaldiniz. konuya yabanci oldugunuz zaman kenardan bakmayi bilin, bu da takdir celbeder.

    saygilar

  9. Yazan:rüştü hacıoğlu Tarih: Ağu 2, 2009 | Reply

    yanlış anlaşılmasın, biz bizeyiz kimseyi küçümsemek haddimiz değil. hani mevzuların içinden güzel espriler de çıkmıyor değil.

    mehmet bey bam telini buldu:

    “…Sayin Resoman, ofsaytta kaldiniz. konuya yabanci oldugunuz zaman kenardan bakmayi bilin, bu da takdir celbeder…”

    Enver bey,

    demek istediğim şuydu aslında, sizin çapınızda biri itiraz ettiği her ne ise, nedenselliği içinde açıklayabilecek kabiliyete sahip. dolayısıyla kısaca “istemezük” çağrışımı uyandıracak yorumları sizden beklemiyoruz ama bu böyle yorumlar yapmayacaksınız anlamına da gelmez tabi. belki bazı pazarlar böyle yormak gelir insanın içinden bize de eyvallah demek düşer.

    selamünaleyküm

  10. Yazan:eg Tarih: Ağu 2, 2009 | Reply

    rüştü bey haklısınız belki. ama şu sıralar zaten tam da bu konuda uzun bir yazı dizisi yazıyorum. belki o zaman daha aydınlatıcı olabilir itirazımın mahiyeti. ama şimdilik çok uzun yazmaya vaktim yok.
    muhabbetle.

  11. Yazan:cb Tarih: Ağu 2, 2009 | Reply

    Selamlar,

    İhsan beyin yazısını ben oldukça beğendim.Oldukça da yakın düşünüyoruz.Gariptir site de fikren en yakın olduğum isimlerden ve çok değer verdiğim bir isim olan Enver beyin çoğunlukla eleştirisine katılsam da bu eleştirisine katılmıyorum pek :)Din adına Beyaz ve Öztürk yorumları,rasyonalite gibi söylemler ben de ‘ sinir ‘ etkisi bırakıyor lakin İhsan hocada bunu pek görmedim,sanırım bakış açısından kaynaklı.Daha çok İhsan hocanın hurafe bazında ele alınmış bir din kavramına eleştirisi var,tekelcilikten değil de daha çok sahip çıkmaktan kaynaklı bir tahammülsüzlük ve ben Tr’nin Din özürlü ilahiyatçılarına nazaran İhsan hocayı daha samimi buldum,bilmem belki başka yazılarına da muhatab olduğum için olabilir.Bence İhsan hoca teferruatlara takılmadan ‘öz’ bir din anlatımından bahsediyor çünkü özünü kaybeden ayrıntılara takılır kalır,aynı türbe mantığında olduğu gibi Öz Allah ise,türbe vs. teferruattır.Biraz daha ruhani bir dil kullansa sanırım antipatik durmayacaktı,bu da işe gönül vermenin ve karşılığında sonuç alamamanın verdiği bıkkınlıktan kaynaklanıyor.Ben yaklaşık 6 yıl tefsir derslerine katıldım,bir dönem de bir kaç gurup ile meal çalışması yaptık.Dinin özünden yaklaşık bir sömestır dönemi bahsettiğiniz kişinin karşınıza gelip halen uydurma bir hadise saplantısını görünce tahammülsüzleşebiliyorsunuz.Halen bir gecede kılınacak 100 rekat namazın cennete garanti verdiğini söyleyen,5 vakit farz namaz yerine nafile namzlar ile piyango mantığında bir miraç( namaz kulun miracıdır,Allah’a yaklaşma ) daha açığı namaz anlamı çıkartan insanlar bazen acı söyletebiliyor.Ben İhsan hocayı Öztürk ukalalığından,Beyaz reitingciliğinden daha samimi buluyorum.

    Keşke böyle olmasa ama ; Mustafa İslamoğlu hocayı da çok beğenirim takip ederim şimdilerde ‘din’ adına sahih bilgisi olmayan avam tarikatçı kafalar ve cemaatlilikten çok cemaatçi kafaların ömrünü bu işe adamış bir müslüman dindar insana neredeyse kafir benzetmesi yapması yani karşı tekelcilik yapması da bence asıl sinir bozan durum.Bilmiyorsan ahkam kesme.

    Keşke böyle olmasa ama ; İslam’ı yaşamayan insanlarında bu konuda ahkam kesmesi,karşı tekelcilik ben de öfke uyandıran bir durum.Daha önce de yazdım bu ‘hal’ durumudur.Bugün Ankara’da büyük bir kitapçıda çalışan bir arkadaşımla konuştum,Elif Şafak,Aşk kitabı için bir okuyucunun tarifi şu ‘ dini ne güzel anlatmış ‘.Şafak benim okuduğum kalemlerden en beğendiklerimden biri ama ‘din’ anlatabilecek bir kalem değil.Realitenin soğukluğundan muzdarip olduğumuz gibi özel bir hal olan tasavvufun mistikleşmesinden kaynaklı gereksiz sıcaklığın ve vıcık vıcıklığın geldği durumdan da muzdaribiz.Bu mistik İslam anlayışı elbet hakkıyla yaşayan tasavvufçuları tenzih ederim,özetle dini sosyal yaşamdan çekip almanın sevimli tarafıdır.Allah ile işim ayrı dünya ile işim ayrı.Müslüman kimliği ile sosyal yaşam içerisinde var olmayan adamın daha açık örnekleyeyim günde beş vakit namazı olmayan adamın pratik yaşamda müslümanlaşmamış adamın gündelik yaşamını tamamladığı anda kalben Allah’a yaklaştım demesi Ahmet’in Ayşe ile geliştirdiği aşkın az biraz süslenmişinden başka birşey değildir.Yine tasavvufi bir cümle ile açıklayacak olursam ‘ Allah insanı yaratırken kalbinden bir parçayı alır ve kendinden başka hiçbir varlık o boşluğu dolduramaz’ bu anlamda kendindeki boşluğu belirleyen bireyin birinci adım boşluğu farketme halini takdir edilesi bulsam da ikinci adım olan o boşluğu Kuran ve Sünnet gibi sahih tamamlayıcılar ile doldurmak yerine sırf keyfiyetten kaynaklı bir işine gelirlikle mistisizmle doldruması,yaşamın pratiğine engel olacak müslüman kimliğini saklayıp yaşama daha bir müdahil olabilme hevesinden kaynaklı fırsatçılığı bence çok daha bir sinir bozucu.Pratik yaşamına bariz engel olacağı için pratik yaşamdan söküp attığın Allah’ı,kendi bencilliğinden kaynaklı işine geldiği ve ihtiyaç duyduğun zaman çıkartıp kullanmanın çirkinliğini tanımlayacak cümle bulamıyorum.Mistik İslam işte budur.Bu mantığa sahip beyinler ve gönüller de zaman içerisinde tasavvufu bu alana sokmaktan başka ne yapmışlardır,merak ediyorum doğrusu?

    Bunu bir sataşma olarak değil çok samimi bir iç sesin dışa vurumu olarak alın lütfen ;geçtiğimiz yıllarda Kütüb-ü Sitte okuduğum bir dönem,aynı zamanlarda siyer ve tefsirde okuyorum,Allah-Peygamber-Sahabe karşımda kalbimde vahye muhatab bir derse katılıyorum,eski edebiyat Yunus’dan bahsediliyor.Nasıl hem de?Yunus elbet bir değer.Ama dinlerken benim cinler tepeme hücum ediyor,Yunus kalp hali olabilir,aşk hali belki vecd.Ama hiçbir zaman Ömer’in,Ammar’ın ödediğini ödememiştir.Ammar dillerde değil,Ebu zer’i tanıyan yok,Yunus kendinden değil Yunus’u kendine pay biçenlerin elinde İslam modeli olmuş almış başını gidiyor,ben derste dayanamayıp aynen bunları söylüyorum aynı samimiyetle Allah’dan dersi anlatan hoca samimiyetime inanıyor da bana hak veriyor.Yunus bir değerdir ama öz değildir.Özlerin olmadığı bir din anlatımını ben kabullenemiyorum.Rasulullah’ın önüne geçen bir Mevlana yok benim için.Peki nedir Rasulullah’ı çölde kaybettrip,Mevlana hazretlerini en görünen yere yerleştiren ?Nedir sahih hadisi kaybettiren Mesnevi’yi en tepelere taşıyan?Yanlış anlaşılmasın ne Mesnevi’den uzağım ne Mevlana’dan ama din konusunda Rasulullah’ın ve dinin öğretisnin önüne geçen şeyleri samimi bulsam da havasın yüreğinden avamın diline düştüğü zamanlarda oldukça yıkıcı buluyorum.

    Bu iş pratiği olmayan sadece gönülle çözülecek bir iş ise Allah bize dinin pratiğe dökülmüş ritüellerini neden farz kılsın?Kalp ile çözeceksek laik mantıkla ne sorunumuz var?Kalbim temiz başka birşey yapmam diyen adam hepimizden daha mümin öyle ise?Bu mistiği az daha sıksan laik-islam modeli çıkar karşımıza.O zaman laiklerle sorunumz ne?Ya da ben İslam’ı pratiğe dökmemden kaynaklı arapsaçına dönmüş dünya işlerim nedeniyle neden yoruluyorum bu kadar?Allah’a aşk ile yaklaşırım aramızda bir bağ olur ne tas yanar ne kebap?Ne demeye dini okumalar yapıyoruz,popüler mistik islam,ya da felsefik islam okumaları yapalım,çok daha janjanlı değil mi?Vay canına yıllarca kendimizi boşa yıpratmışız,mistik islam oh ne rahatmış,içinde yaşa dışarı cık bırakma.Dizimi döveyim,kafamı duvarlara vurayım kimin aklına gelirdi kalbini temizle gerisine karışma ile durumdan yırtacağımız,wouww demek İslam buymuş,laiklerde en baba müslümanlarmış.

    önemli not : kimseyi hedef almadım öyle işte aşk inletir,dert söyletirmiş.Söylemeye meyyalim vallahi de shoktan.

  12. Yazan:cb Tarih: Ağu 2, 2009 | Reply

    Enver bey,

    iki kez Mehmet bey ile pişti olmuştum son zamanlarda pişti durumumuz sizinle rastlaşıyor tabii sizin çok daha üst,akademik bir diliniz var ben sadece sesli düşünüyorum :)Kapital İslam’dan sonra,İslam bakış açısı belki de İslam tekelleşmesi konularına talipli olmuşuz,ben içimi yorumda döktüm sizin yazınızı ise merakla bekliyorum,şimdiden kolay gelsin

  13. Yazan:eg Tarih: Ağu 2, 2009 | Reply

    cemile hanım dğrusu akademik dile gıcık olduğum için kendi dilimi mümkün mertebe akademik dilden uzaklaştırmaya çalışıyorum:)) aslında ihsan beyin dilini fazla akademik ve dışlayıcı bulduğum için itiraz ettim. özellikle dini gün ve geceleri insanların bu tip şeylerle aşağılamasını aşağılayasım geliyor. mesela ben mirac kandilini(veya başka bir kandili) kutluyorum. öyle bir gecede insanların bir kutsallık ruhu içinde camilere gitmesini de çok güzel karşılıyorum. şimdi birisi çıkıp da bana “sen bunu atalar kültünden dolayı yapıyorsun” deyince ona bir tane çakasım geliyor…hele ki bu günlerde:)) bence insanlar ne olursa olsun dini anlayışların çoğulluğunu kabul etmeliler. ben mesela tasavvuf yorumunu kendime çok yakın hissederim. ama kimsenin bu yolla mesela bana çok uzak olan selefiliğe saldırmasına dayanamam. her yorum bir dayanak içindedir ve bir perspektif sunar. kendi yorumunu bilmek ve makbul bulmak başkadır, kendi yorumun tek doğru yorum olarak tekelleştirmek başkadır. ben o yüzden bu konuya geliştirmeye çalıştığım bir argümanla yaklaşıyorum: “kendinde vahyin nasılsa o şekilde bilinebilmesi insan aklının ve algısının sınırları dolayısıyla imkansızdır. dolayısıyla insan vahyi yorumlarken her şekilde doğru yorumu kendisinin yapmamış olabileceği düşüncesini aklının bir yerinde tutabilmelidir” …

  14. Yazan:Mustafa Ràví Tarih: Ağu 2, 2009 | Reply

    C.B. Hanım,

    İhsan beyin yazısı bana Yaşar Nuri veya hele hele Zekeriya Beyaz tarzından ziyade Mustafa İslâmoğlu’nun fikirlerini hatırlattı. Yaşar Nuri ve Zekeriya Beyaz’daki doğrultulamaz eğrilikleri onda görmedim… Gerçi Mustafa İslâmoğlu’ndan çıkıp biraz Yaşar Nuri-vârî yönlere de kayıyor sanki bazı kısımlarında…

    Onun şu gözlemine asla katılmadığımı belirteyim. İhsan beyin hâlâ yaşadığını iddia ettiği Şamanizm artık Türkiyenin küçük bir kesiminde belki kısmen yaşıyor olabilir, ama benim yaşadığım kırsal kesimde bile böyle şeyler yok.

    Şayet Şamanizmle bütün dinlerin ortak özelliği olan bazı noktaları Şamanizme aid sanma gafletine düşmezsek, evet, benim yaşadığım kırsal bölgede Şamanist kültürün esamesinin esamesi bile okunmuyor.

    Bakınız İhsan bey ne yazmış:

    Turan illerinde (Türk kavimlerinde) ikibin yıldır değişmeyen bir Tanrı ve din anlayışı var. Öyleki sonraki dinler sadece bir görüngü değişimi oluyor. Yeni kabul edilen din ikibin yıldır değişmeyen ve dipten akan “derin dinin” kalıbına dökülüyor, yeniden biçim (form) alıyor. Bu manada “Türkler iman etmez din değiştirir” sözü ipucu olabilir.

    Hemen anlaşılabileceği gibi bu derin din Şamanizmdir.

    Şöyle ki: 1- Türkler ikibin yıldır Mavi Göğün Tanrısı’na (Uluğ Tengri) iman ederler. 2- Şaman (aracı, ruhlarla ilişki kuran, cinci) olmadan yapamazlar. 3- Atalar kültü (mezar, türbe, yatır, kutsal yer, gün ve geceler) esastır. 4- Kurban (ritüeller) dinin direğidir ve 5- Domuz lanetli hayvandır.

    1. Allah, Kur’an’da yerdeki ve GÖKteki ilâh olarak nitelenmiştir. Ondan gelecek azab, “gökte olanın azabı” diye tarif edilmiştir (Mülk suresi). Allah’ın gökle ve onun temsil ettiği enginlik, kudret ve yücelikle tarifi İslâmda da vardır ve İslâmî açıdan hiçbir mahzuru yoktur.

    2. Cinciler yani şâmanların günümüzdeki versiyonları, evet, vardır, ama bunların benzerleri bütün toplumlarda vardır. Üstelik bizdekilerin etki alanı çok sınırlıdır. Çoğu kişi, yine benim kırsal bölgemde bile, bunlara gitmeyi günah sayar.

    3. Türbecilik ve benzeri atalar kültü, evet, biraz vardır, ama Şamanizmdeki ile kıyaslanamaz asla.

    Kutsal yerlere ve günlere dair inanç da Şamanizme özgü değildir, bütün dinlerde ve İslâmda da vardır.

    Ancak İslâmdaki kutsal yerler sahih bir hadiste üç mescidle sınırlanmıştır: Mescid-i Haram, İliye (Kudüs) ve Hz. Peygamberin Medinedeki mescidi.

    Kutsal gecelerden en azından kadir gecesi ise Kur’an’da kendisine ayrılmış tam bir sure ile övülür!

    4. Bu noktada size epey katılıyorum. Ritüeller adeta dinin direği haline getirilmiş.

    Sizin verdiğiniz örnekleri ben de yaşıyorum. Ömründe Kuran okumayan, Kuran’a hatta inanmayan gençler, gusülsüz gezmezler. Anne babaları onların içkiyi, kumarı, faizi, domuz etini helâl saymalarına kızmazlar da gusül abdesti almazsa kızarlar! Allah aşkına, dinin temel olan ve inkârı kesinkes kişiyi dinden çıkaran hükümlerine inanmayan insanın gusül neyine?

    Ama bu ritülleşmeyi de abartmışsınız.

    5. Domuz eti Kur’an’a göre de “bir pislik”tir (En’am suresi, ayet 145). Domuz kendisi, canlı haliyle lânetli hayvan olmayabilir, ama eti bir pisliktir ve Kur’anda eti yenmek yasaklanan tek ve yegâne hayvan domuzdur. Diğer yenmeyenleri sahih sünnet ve Müslüman örfü belirler; Allah ana kitabı olan Kur’anda sadece domuz etini yasaklamayı gerekli bulmuştur. Geri kalanı elçisinin sünnetine (uygulamasına) bırakmıştır.

    Ülkemizdeki domuz eti yememe durumu, şamanizminki değildir, İslâmınkidir. Birtakım yanlış telâkkiler elbette vardır, ama bunlar bile şu gerçeği değiştirmez ki halkımızın domuza karşı tavrı şamanizminkinden bin kat daha fazla İslâmınkidir.

    Haaa, şu sizin Avrupalı gençler, onlarınki düpedüz kimlik sorunu. Adamlar kendileriyle Almanlar arasındaki en büyük farkı domuz yememek olarak görmüşler; ayrıca domuz etine karşı son derece Kuranvârî (“domuz eti bir pisliktir”) bir tiksintinin eseri gibidir bu yaklaşım.

    Oysa Anadolu-Rumeli Türklüğünün esası olan benim ülkemdeki (Türkiyedeki) kendi arkadaşlarım içinde “atalar dini” dediğiniz şeye uyanların ve/veya İslâmın hükümlerini inkâr edenlerin en kolay vazgeçtikleri şeylerden biridir domuz yasağı… Herhalde burada orta yerde domuz eti yiyen Avrupalılar olmadığı içindir bu sadece…

    Kısacası çok abartmışsınız İhsan bey. İslâmda ve birçok diğer dinde olan ortak özellikleri Şamanizme mâl edip Türklerin hâlâ İslâm yerine Şamanizme inandığını iddia etmişsiniz. Hayır, bu doğru değil; Türkiyenin özellikle ehl-i sünnet kültürü yüksek ve derin çoğu yerinde Şamanizm tamamen yok olmuştur, izi bile neredeyse kalmamıştır. Buradaki din İslâmdır. Hatalar iddia ettiğinizin çok altındadır ve inşallah böyle süpürücü davranılmaz ve halk doğru düzgün aydınlatılırsa bu hatalar da kolayca düzeltilecektir.

  15. Yazan:cb Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    Sevgili Mustafa bey,

    Öztürk ve Beyaz’a hasıl olmuş ‘edepsizliği’ ben de İhsan hocada göremiyorum bunun yanısıra bence İslamoğlu daha bir gönül adamıdır İhsan bey tam o kıvamda da değil daha iki görüş arası diyebilirm.Şamanizm konusunda size katılmıyor değilim,Eliaçık geleneğe ve eski dine tükürmeye çalışmış bu sırada yorumları biraz zorlama sizin tanımınız ile abartı olmuş,bu konuda hem fikiriz.Lakin tü kaka diyebileceğimiz kof bir yorumda bulamadım Eliaçık kaleminde.Elbet eleştirilebilir.

    Kıymetli Enver bey,

    sizin akademik kaleminiz için mevcut akademik kalemlerin soğukluğundan çok uzak birikime dayanan bir akademik imaj tanımlaması yapabilirim,lütfen müsterih olun,keyifle okuyorum :)Bidat-ı hasene dediğimiz,Rasulullah döneminde uygulanmamış buna mukabil dinin özü dışında olmayan bizlerin Mübarek gece diye tanımladığı gecelerde ki manevi kutlamaların ben de düştüğü anlam ; ümmetin toplanıp,toplu ibadetler ile gönüllerinin şaha kalktığı özel ve gerekli ortamlardır.Sanırım bunda hem fikiriz.Ki İsra suresi giriş ayetlerine bakarsak Miraç hadisesi geçer özetle Miraç Allah’a yaklaşmadır,kulun miracı ise namazıdır.Sure kulu Allah’a yaklaştırmak ile başlayıp ardından süre gelen ayetler ile nasıl olması gerektiği konusunda muhkem ayetler ile bize vermesi gerekeni hakkı ile verir.Burada da bir sorun yok iş şurada bozuluyor ki emininm bunda da hem fikir olacağız ; İslam’ı bu gecelere hapsedip bir bütün olarak hayata yaymadan çok tek tek gecelere hapsedip burada kısırlaştırmaktan.Bir başka şekilde örnekler isek sosyal hayatında dini oturtmamış kişiler için bile bir gecelik dahi olsa ibadete önem vermek yine bence çok güzel anlamlar.Bazen öyle insanlara rastlıyorum,dindar değil belki ama mübarek gecelerde o ortamı yaşayan bundan haz alan,bunlar din adına güzel gelişmeler elbet ama bunu mutlak bir doğruymuş gibi sadece tek yönlü yaşamayı olabilir olarak kabul etsek dahi sanki din buymuş gibi daraltmayıda çok sağlıklı bulmuyorum zira din bu anlık coşkular değil uzun vadeye yayılmış belirli doğrulardır.Ek olarak bu iş akıl işi değil gönül işi olduğu için o küçük anlık ‘kutlamaların’ kime ne etki edeceği konusunda ahkam kesmek de aynı oranda doğru değil.Anlatabildim mi? 🙂

  16. Yazan:Resoman Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    Dinlerin ve peygamberlerin eleştirilmesi konusunda düşüncelerim bakidir. Eleştiriyi yapacak kişi ille de ben olmalıyım diye de bir iddiam yok. Bu konuda bilgisi olan, okuyan, araştıran herkes eleştiri yapabilir. Benim karşı çıktığım eleştirilemez yaklaşımıdır. Birçok insanın mensup oldukları dini tanımadıkları ortada, hatta birçoğunun kutsal kitaplarını dahi bir kez dahi okumadıkları da ortada. Bir kitabı okumak ne kadar zaman alır ? Yoksa o kutsal kitaplar okunmaya değmeyecek kadar değersiz mi insanların gözünde ?

    çok sevindiniz sanırım din ve Peygamber eleştirisi ağzınızı sulandırmış ama sizin kapasitenizin alacağı bir eleştiri değil bunlar.Bu eleştiriler için önce ‘ iman ‘ etmek gerekir,imansız bir din eleştirisi ya oryan talisttir ya da karalama amaçlıdır.

    Burada beni sevindirecek bir şey görmüyorum. Daha bir kaç satır yazmış birisinin kapasitesini ölçme hızınıza da hayranlık duydum. İnanan istediğine inanır. İnançlı olmak için mutlaka sizin inandığınıza inanmak gerekmiyor. İnsanlar her zaman kendi inandığının doğru olduğunu düşünür. Benimde fikirlerim, inançlarım eleştiriye açıktır. Ben inandıklarımın ille de salt doğrulardan oluştuğunu da zannetmiyorum.

  17. Yazan:Resoman Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    Sayin Resoman, ofsaytta kaldiniz. konuya yabanci oldugunuz zaman kenardan bakmayi bilin, bu da takdir celbeder.

    Yan hakem olarak, ofsayt bayrağı kaldırdınız, ama orta hakem oyuna devam kararı verdi.

    Çok eleştirdiğiniz laik kafalardan pek de bir farkınız olmadığı ortada. Sizin gibi düşünmeyenler kenardan baksınlar, laikler de aynı şeyi söylüyor.

  18. Yazan:MY Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    Resoman,

    müsabaka arayisi içinde oldugunuzu düsündüren sözler sarf ediyorsunuz. Sizi yanlis anladigimizi ispat edecek yorumlarinizi bekliyoruz.

    Saygilar

  19. Yazan:fizikci Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    Mustafa Ravi Bey’e katılıyorum.

  20. Yazan:SQ Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    İhsan Bey, kadınlara öyle bir yüklenmiş ve suçlamış ki, aklıma kadının gizil yönünden ürken ortaçağ kilisesi geldi:)

    Bir kesim şamanizm ve “eski dünya dinleri”olarak kastedilenlere, kendi bilinçaltının dipsiz kuyularından korkan insan modeli olarak kadınların “cahilliği” üzerinden savaş açmış, diğer bir kesim de şamanizmin tamamen yokolduğu okumasında.

    Ayrıca şamanizm ve “eski dünya dinlerine”bakışınız, 19.yy antropologlarının “ilkellerin boşinançları” tadında herşeyi akıl ve mantıkla çözen yaklaşımlarından daha iyi değil.
    Bir de nedir bu kalıplama, katogorize etme, yoksayma telaşı, neden insanların elinde katı, köşeli bir form görmek istiyorsunuz, su gibi şekil alsın birşeyler, bu kadar zorlamaya ne gerek var.

  21. Yazan:mehmet ali Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    /Rüştü Hacıoğlu’na
    Üstad, Ne ihsan Hoca’nın yorumları ilk bu topraklarda ne de ulu manitulara inananların esprileri.. Fark şu ki, İhsan Hoca bunları yeni bulmuş gibi, pazarlıyor, açıkca söylüyorum, pazarlıyor..Yalnız kaldı, birileriyle kavga arıyor ve birilerinin kendisine çatmasını istiyor.Bizim dünyada, kitap okuyanla, kitapla ünsiyet kuranı bir türlü ayırt edemedik.Vakıa, ‘kızlarımız’ bir parça bunu aştılar. Eğer ünsiyet kurabilenlere bizler de dahil olabilseydik(Babalar-kardeşler,abiler,yani..)İhsan hoca başka şeyler yazıyor olurdu..
    Şimdi ben soruyorum Hocaya, nereden çıktı bu bağırmalar, istanbulu veya istanbulluyu yeni mi keşfettin.Evet, her düşünce ürünü mamulde doğrular da bulunur.Yani, Hocanın sözlerinin tamamını yanlış diyemeyiz.Diyemeyiz ama, onun çala-kalem yazdıklarına da pek ihtimam göstermeyiz.Bu tarz (tarihsel kökü tam oturmamış)fikirleri zamanında Yaşar Nuri v.b de serdettiler.Elhak onların da söylediklenin içinde doğrular vardı.Ama, Kitabın asıl mesajını kavramadan ve kendi pencerelerinden bakarak..Aslında bir araştıma yapılsa, Kur’an meali ve tefsirleri dışında bu ülkede en çok hangi kitap satılmış, okunmuş..Eminim, iyi bir netice alırız.Hatta bugünkü ikdidarı bile çözeriz, nereden nereye, nasıl geldi!!
    …………
    Bak üstad geçen gün bir kitap gördüm ‘Diş tedavisinde islami..’bilmem ne idi, adı.Elbette görünce de irkildim, kızdım v.s . Yazan utanmamış, maalesef bu memlekette çokca ‘Taksim Modeli’ meczuplarımız, ya da ‘Beyazsaray’ modeli kitap tüccarlarımız var.Napalım , onları Mustafa Akyol’a mı bırakalım..!!
    Son bir not:Mustafa’nın yazısına yorumunuzda “..muaviyeye itaat ile tanrıya itaat aynı kapıdan geçer varın tanrının kim olduğuna siz karar verin.
    “demiştiniz..Bu , çok tehlikeli bir kelime, gözden geçirseniz,diyorum.Çünkü ve muhtemelen Rüştü Hacıoğlu ismi, bu piyasada, bilinen,yazan-çizen biri.’Yazı altı yorumcusu’ değlisiniz, salt, sanırım..
    selametle..

  22. Yazan:rüştü hacıoğlu Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    Sayın Mehmet Ali Bey;

    aslında ben doğrudan yazı altı yorumcusuyum ve “piyasa” olarak tabir edilen yerde hiç de bilinen biri değilim. sanırım siz beni başkasıyla karıştırdınız. ama bunun önemi yok; bilmeyenlerce yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermesin içindi bu açıklama.

    asıl önemli kısım şu:

    “..muaviyeye itaat ile tanrıya itaat aynı kapıdan geçer varın tanrının kim olduğuna siz karar verin.“

    bu özet cümleyi Ali Bulaç’ın daha geniş tarifinden aldım:

    “…Bizim idare hukukuyla ilgili siyasî geleneğimiz, yöneteni yüceltir, yönetilenleri “reaya” kabul eder. İslamiyet, yöneticiye atfedilen her türlü kutsallığı ve süblimasyonu ortadan kaldırmak istedi, ama Servilyanus’u başdanışman seçen Muaviye, Bizans siyaset ve idare anlayışını İslam’a dahil ederek “Rasul’ün halifesi”ni bir anda “Allah’ın halifesi”ne çevirdi.

    Bu anlayışa göre “siyaset” Arapçadaki etimolojik anlamına uygun olarak “bir ta’lim ve terbiye” işlemi olarak anlaşıldı. Nasıl at terbiyecisine “seyis” deniyorsa ve seyisin işi atı ehlileştirmek ise, siyaset de toplumu hizaya getirmek, ehlileştirmek, hanedana ve iktidar seçkinlerine itaatkâr hale getirmek olarak anlaşıldı. Bu “yüce ve özel” bir işlem olduğu için ancak padişahların ve iktidar seçkinlerinin işi olabilirdi ancak, sıradan halk bu işten uzak tutulmalıydı…”

    daha fazlası için:http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=863336

    bu durumda otoriteye karşı gelmenin yada itaat etmenin, kime olduğu sorusuna verilecek cevabın:

    ” tanrı ” ya olması ile (haşa) halifesine olması arasında nasıl bir fark vardır? aynı kapıya çıkmazmı?

    sonra buralarda insanlar için (haşa) “Allah’ın halifesi” sıfatının kullanımı o kadar sıradanki; (haşa) rasul için ” kainatın efendisi ” sıfatı kullanılabilince ihsan eliaçıK’ın söyledikleri bunların yanında mevzu bile edilemez gibi geliyor bana.

    kitap okumaya gelince, hiç okumam diyemeyecek kadar bakmışlığım vardır.

    yanlış anlaşılmasın ben ” tarihselci” değilim yani hermönetik okuma yada batıni okuma yanlısı değilim oradan manipülasyondan başkasının çıkacağına inanmam ama yukarıda ihsan bey’in söylediği( yukarı baktım kabaca ama göremedim başka yerde başkası da demiş olabilir; bilinen bişey işte…) enfüsteki afaktaki ve kitaptaki ayetler aynı eksende buluşmadıkça söylediklerimizin hakikati gösterdiği şüphelidir.

    selamünaleyküm

  23. Yazan:ömer aycan Tarih: Eyl 21, 2009 | Reply

    ihsan bey yazılarınızı çok önemsiyorum lütfen devam edin yazmaya

  24. Yazan:Alperen saka Tarih: Kas 17, 2009 | Reply

    (Bir kimsenin bir mezhebe uyma mecburiyeti yoktur) demek çok yanlıştır. Mezhepsiz insan olmaz. Herkesin bir mezhebinin bulunması şarttır. Sebepsiz veya dünya çıkarı için mezhep değiştirmek bile caiz değildir. İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
    Dünya menfaati için mezhebini değiştirenin, son nefeste imansız gitmesinden korkulur. (Redd-ül-muhtar)

    Ama dini bir fayda varsa caizdir. Mesela, yaşadığı yerde kendi mezhebine göre kaynak kitap veya soracak kimse bulamayan kimsenin, orada yaygın olan, dört hak mezhepten birine geçmesi caizdir.

    Bir de, dileyen çalışır, müctehid olur deniyor. Bu söz, (Hicri dördüncü asırdan sonra ictihad edecek kimse kalmadığı için bu kapı kapanmıştır) diyen âlimlere karşı bir savaş açmak, onları hiçe saymaktır, kendini o müctehidlerden üstün görmektir. Çünkü her mezhebin içinde müctehidler olduğu halde, mezheplerinin usûl bilgilerinin dışına çıkmamışlardır. Onun için İmam-ı Ebu Yusuf, İmam-ı Muhammed, İmam-ı Züfer gibi âlimler Hanefi mezhebinde bulunan müctehidlerdir. (Dileyen herkes, çalışır, müctehid olur, bir mezhebe bağlanmaz, kendi ictihadıyla amel eder) sözü, süper mezhepsizliktir. (Kendi mezhebi içinde ictihad edebilir) deseydi, yine sapık olmakla beraber, daha az yanlış olurdu. Mezhepler çıktıktan sonra, Ehl-i sünnet âlimleri, bir mezhebe tâbi idi. İbni Teymiyye, Şevkani, Abduh gibi sicilli sapıklar ise, kendilerini mezhepler üstü görmüşler, hiçbir mezhebe tâbi olmamışlardır. İslam âlimleri buyuruyor ki:

    Müctehid âlimler, asr-ı saadette, Sahabe-i kiramın zamanında, Tâbiin ve Tebe-i tâbiin devrinde bulunabiliyor, sohbet bereketiyle yetişiyordu. Zaman ilerleyip, fikirler bozulduktan, bid’atler çoğaldıktan sonra, böyle kıymetli kimseler, azalmış, hicri dördüncü asırdan sonra, bu sıfatlara malik bir âlim ortada kalmamıştır. (Mizan-ül-kübra, Redd-ül-muhtar, Hadika)

    Bugün müctehide lüzum da yoktur; çünkü din bilgilerinde açıklanmamış bir şey kalmadı. Kemale gelmiş olan bu dine, ilave edilecek bir şey yoktur. Resulullah efendimiz, kıyamete kadar olacak her şeyin hükmünü bildirmiştir. Mezhep imamları da bunları açıklamıştır. Bunların günlük olaylara tatbiklerini, müctehid olmayan âlimler yapar. Her asırda gelecek olan müceddidler, bu işi yaparlar; fakat ictihadla yeni hükümler çıkarmazlar; çünkü buna lüzum kalmamıştır. Helal, haram ve her delil açıklanmıştır. (F. Bilgiler)

  25. Yazan:Alperen saka Tarih: Kas 17, 2009 | Reply

    Batılılar, zaten (İslam Peygamberi) ifadesiyle Peygamberimize inanmadıklarını, Onu Peygamber olarak kabul etmediklerini bildiriyorlar. Peygamber efendimizin bu bilgileri, başkalarından öğrendiğini savunabilmeleri için de, Onun okur yazar olduğunu söylüyorlar. Tevrat ve İncil’e ait bilgileri seyahat ettiği yerlerdeki papazlardan öğrendiğini iddia edebilmek için bu iftiraya baş vuruyorlar. Misyonerlere uşaklık eden bazı bid’at ehli de buna inanıyor. Halbuki Peygamber efendimizin ümmi olduğu, yani okur yazar olmadığı pek meşhurdur. Bütün bilgileri vahiy ile Allahü teâlâdan öğrendi.
    İhsan bey bu yazı ile neyi amaçlamakda neyi düzeltmeye çalışmakdadır.Olan olmuş biten bitmiş eğer insanlara islamiyet fıkıh ve ilmihal bilgileri tam olarak anlatılamamışsa bu tamamen nasip işidir.herkesin bir anlayış sınırı vardır
    Alimlere tam olarak tabi olunsaydı bu durumlar olmaz böyle bir yazıyada gerek kalmazdı

  1. 1 Trackback(s)

  2. Ağu 19, 2009: Son 30 günde en çok okunanlar : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin