RSS Feed for This Post

Kürtlerden korkuyorum, öyleyse varım!

Ülkenin en temel sorunlarından birisidir kürt meselesi. Hatırlayınız, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bayram namazını Diyarbakır Ulu camiinde kılma ve halkla bayramlaşma programı aniden iptal edilmemiş miydi? Hakeza Başbakan bile güneydoğuya giderken zorluklarla ve birtakım engellerle karşılaşmadı mı ? Peki ya bizler, Şırnak, Bitlis, Tunceli vs… illere gidelim de, bir tatil yapalım diyebiliyor muyuz? Sonuçta yurt, gidebildiğin zaman senindir. Gidemediğin yer senin değildir. Bunu öğretmemiş midir ders kitaplarımız? “Orda bir köy var uzakta” şarkısı yoksa Güneydoğu için söylenmişti de haberimiz mi yok? Demek ki ortada bir mesele olduğu aşikar.

Öncelikle meseleye teşhis koymak ve rahatsızlığın kaynaklarını araştırmak, başarılı bir tedavinin ilk adımı olacaktır.

Bu yazı, ufukları genişletme ve çözüme katkı yolunda (öyle olmasını ümit ediyorum) sadece bir bakış açısı önerecek. Zira tek ve mutlak doğru yoktur. Farklı doğrular da vardır. Evet sadece bu söylem bile, ülkede hoşgörü ve diyalog kapılarını açmaya, empati olgusunu geliştirmeye ve barış köprülerini inşa etmeye yetebilir. 

Meselenin temeline inildiğinde, kürt meselesinin altında, Ulus-Devlet sevdası yattığı kaçınılmaz bir gerçektir. Bu yapı içerisinde tüm ötekiler düşmandır. Ama Kürtler daha çok düşmandır. Çünkü Kürtler, ulus devlet projesinin en habis ur’u olarak görüldüler. Nitekim Cumhuriyet projesinin başarısızlığının ve kurgulanan formatın tüm vatandaşlara zorla dayatılmasının bir sonuca ulaşılamayacağının da bir göstergesi oldu Kürtler.

Her ulus devlet en azından belli konularda, tek tip bir toplum ister (konformizm). Bunu oluşturmak için de kanının son damlasına kadar savaşmaya ve and içmeye karar verilir. “Halk için halka rağmen” klişesiyle birçok gayri hukuki yollara ve entrikalara başvurulur bu kutsal devlet ve dava uğruna!…Ulus devletler tarih içinde az ya da çok bu süreci yaşamışlardır.

“On yılda on beş milyon genç yaratmanın” anlamı budur. Tek tip insan, tek tip toplum modeli. Eğitim kurumlarımızda bu kutsal davanın! en önemli propaganda aracı olmuştur. Köy enstitüleri ve halk evleri de bu amaca hizmet eden nadide kuruluşlarımızdandır. Sözde Milletin efendisi köylülerimiz yine köylerinde kalmak şartıyla,  CHP militanı ve birer rejim bekçisi olarak, sisteme dahil edilmişlerdir.

Bir sonraki yazımda anatomisini çıkarmayı  düşündüğüm Ulus devletler de artık kendi kendine tapınmağa başlayacaktır. Bireyselleşen insan, hikmeti kaybedecek manayı  kendinde arayacak, kendine ve aklına tapacaktır. Bireylerden oluşan toplumlar da uluslaşarak aynı şekilde kendine tapmaya başlayacaklardır. (Bakınız Milliyetçiliğin Anatomisi) Evet oluşturulan put devlete ve ulusa tapınmaktır gidişatın sonu.

Ulus devlet en mükemmel şekliyle kurulsa dahi yine de kavga bitmeyecektir. Zira, ulus devletin varlığını  idame ettirmesi, “karşı tarafta” sürekli bir düşmanın varlığına bağlıdır. Dahası siyaseti dizayn etmek, menfaat çarkını işletebilmek ve öngördüğü formatı halka dayatmak için Güneydoğu’daki terör derin devletin ya da ulus devletin en önemli argümanı olmuştur. (Bugün Kürt açılımına karşı çıkışların altında yatan gerçeklik budur)

Dahası halkın mutlaka aydınlatılması  ve adam edilmesi gereken bir güruh olarak görülmesi ve oligarşik düzenin baskısı sadece kürt sorununun değil, başka sorunlarında habercisidir. Çünkü cumhuriyet belli bir sınıfın devleti olmuş ve sarışınların cumhuriyetinde zencilere yer yoktu.

Günümüze geldiğimizde Cumhurbaşkanımızın tabiriyle “Çok güzel şeyler olduğunu/olacağını” müşahade ediyoruz. Bu bakımdan çokta karamsar değilim. Ülkemizdeki farklılıkların varlığını sorun eden, hak ve özgürlükleri kısıtlayan ve demokrasiyi kesintiye uğratan engellerin ortadan kaldırılması yolunda adımlar atılması, geleceğe umutla bakmak için yeterli sebep.

Kısaca devlet değişiyor ve kürt dolaylı  olarak devlete ve yönetime ortak olmaktadır. DTP ve PKK’ya rağmen kürt sorununu çözümüne doğru adımlar atılabilmektedir. Bu sürece karşı çıkanlar, siyaset arenasında hükümsüz, bir hiç pozisyonuna düşeceğinden emin olmalıdırlar. Siyasi olarak yapacak hiçbir şeyi olmayan, fikir üretemeyen siyasi liderlerin nasıl bir sona sürüklendiklerini görmeleri de zor olmayacaktır. Belki de sadece bu yüzden onların gönlünü hoş tutmak gerekiyor. Çözüme katkı için değil, sabote etmemek için.

Kanaatimce, çözüm sürecinin en büyük sorunu PKK’nın varlığı olacaktır. Bu bakımdan öncelikle PKK’nın silah  bırakmasının sağlanması gerekmekte. PKK’nın bir terör örgütü olduğuna hiç kuşku yoktur. Sanılanın aksine PKK sebep değil, sonuçtur. Ancak her ne olursa olsun bu örgüt Türkiye’nin sorunudur. Bu eşkıyalar bizim eşkıyalarımızdır. Dağa çıkan da, vurulan da, yürekleri dağlanan analarımız da bizim evlatlarımızdır. PKK üyelerinin çoğunluğu ve sempatizanı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır.

Öncelikle yapılması gereken PKK’nın silah bırakması olacaktır dedik ve bunları da silahtan vazgeçirecek güç Öcalan’dır. Çünkü Öcalan’ın çoğu Kürtler üzerinde etki gücü olduğu maalesef karşımızda bir gerçek olarak durmaktadır. Anasının babasının doğum gününü bilmeyip, Öcalan’ın doğum gününü kutlamak için kendini ölüme atan Kürtlerin varlığını biliyoruz. Bir gücün farkına varıp, yokmuş gibi davranmak ne kadar gerçekçi bir tutumdur? Ancak Öcalan’ın bu gücünü ve iradesini bir kez olsun Kürtlerin iyiliği için kullanacak mı? Onu da bizlere zaman gösterecek.

Bu yazıyı yazarken “vatan hainliği”  ile yaftalanacağımı da biliyorum. “Sen çok oldun ermeni, yahudi… uşağı. Devlet eşkıya ile pazarlık yapmaz” dediğinizi de duyar gibiyim.

Ancak tarihini bilmeyen ve hatta geçmişini reddeden bir milletiz biz. Tarihin sayfalarını çevirenler; dönemin süper gücü, şatafatlı koca Osmanlının gerektiğinde eşkıya ile pazarlığa oturduğunu göreceklerdir.

Bakınız Karen Barkey; eşkıyalık hareketleri karşısında Osmanlının, eşkıyanın kökünü kazıma hareketlerine girişmeyip, düzenli bir biçimde eşkıya ile pazarlık masasına oturmasını bir zaaf, bir acizlik olarak gören klasik anlayışı da kökünden sarsıyor ve şöyle yaklaşıyor konuya:

” Pek çok tarihçinin zayıflık olarak gördüğünü ben güçlülük olarak görüyorum…Eşkıyaların merkezde bütünleştirilmesine yönelik Osmanlı politikaları, güçlü bir devletin uygulayabileceği politikalardı…Osmanlı  İmparatorluğunda devlet güçlüydü. Çünkü hem eşkıyaların yıkıcılık potansiyeli taşıyan faaliyetlerinin önünü kesebiliyor, hem de bu faaliyetleri, önemli hale geldiklerinde, kendi yararına kullanabiliyordu.(1)  ”

Barkey’in ulaştığı başka bir sonuç da çok tartışma götürür. “Eşkıyalığın bizzat devlet eliyle icat ve imal edildiği”  sonucu.

Meselenin bir başka boyutunu da, Türkler tarafından “Kapdan Paşa” olarak anılan İngiliz Amirali Sir Adolphus Slade, dile getirmektedir.

Osmanlının Yunanlı asi Thamantis’e tavizli davranmasını kabul edemez görünmektedir ve şöyle demektedir:

“Osmanlının çoğu kere azılı eşkıyaları idam etmek veya hapsetmek yerine affetmesi, devletin bunları ele geçirmesindeki kudretsizliğinden değildir. Babıali bu işin kar ve zarar hesabını pek ustaca yapmasını bilir. Şöyle ki: bir haydutun yakalanması için devletin sarfedeceği masraf  ve askerlerinin gireceği tehlikeler malumdur. Buna karşılık, bir eşkıyanın teslim olması için “af” gibi bir açık kapının açık bırakılması sayesinde, o haydutun karşılık olarak devlete vereceği fidye tutarı da bilinir. Devlet kapısına sığınan eşkıya sayesinde hazineye aktarılacak servet gibi, bir süre haydutluk ve fenalıklarından kurtulmuş olmak kayda değer ikinci bir kazancı teşkil eder. Devlet kapısına sığınıp af talep etmek fikri bu düşünceler tahtında meydana gelmiştir. (2)  ”  

Eşkıya ile pazarlığa oturan Osmanlı  devleti, kısaca bir babanın yaramaz evlatlarına yapacağı muameleyle, onların evden kaçmalarına izin vermeden sistemden ne istediklerini soruyordu. Dahası, “bu kadar da olmaz” denilecek bir politikayla asi lideri bir eyalete vali yapıyor.(3) Ve asi lider, elindeki kuvvetleri, devletin ordusuna teslim ediyor ve devlet adına çalışmak zorunda kalıyordu. Bu müthiş kurnazlıkla, sistemin içine çekilen eşkıya, zamanla devlet organizasyonu bünyesinde eriyor ve sistemin en yılmaz savunucuları haline gelebiliyordu. Dahası asi bir liderle, asileri bastırmakla görevli bir paşanın cenazeleri devlet töreniyle yan yana gömülebiliyordu.

Bu olayı günümüze uyarlayıp, empati yapabiliyor muyuz?

Evet tarih şaşırmaktır ve düşünmek; şaşırmakla başlar.

Dipnotlar:

  1. Karen Barkey, Eşkiyalar ve Devlet : Osmanlı Tarzı Devlet Merkezileşmesi, Çeviren Zeynep Altok sayfa 50-51
  2. Adolphus Slade, Kapdan Paşa, Çeviren Osman Öndeş Sayfa 20-21 (-Elbette burada, zaten yoksulluk içinde boğuşan ve dağa çıkmış kürt vatandaşlarımızdan af karşılığı fidye alınsın şeklinde fizibil olmayan fikir öne sürecek değilim. Silahların bırakılması, kanın durması ve teröre harcanan paranın geri kazanımı ülkemiz için en büyük kazanım olacaktır düşüncesindeyim.  )
  3. Amacım birilerini vali yapmak değil. Amacım sadece düşündürmek.

Trackback URL

  1. 24 Yorum

  2. Yazan:Mustafa Akbaş Tarih: Ağu 13, 2009 | Reply

    Kuvvetli devleti devlet yapan demokratik halkıdır. Bütün Vatandaşlar kanun karşısında eşit muameleyi görmesi ve uygar haklara sahip olması lazım.
    Hükümetin akan kanı durdurma calışmalarına DTP ve Abdullah Öcalanin destek vermesi, Kürt vatandaşların faydasına olacaktır. Faşist yapılı MHP ve Kemalist
    CHP nin toplumsal barışa karşı cıkması bu partiler için normal davranış.
    Türkün kanı akmış, Türk ac kalmış, Türkün terör nedeniyle savunma harcamalari aşrı yüksek oldugu için IMF kredisine muhtaç olmuş!!! Bunlar tabii MHP ile CHP ilgilendirmez. Bahçeli ve Baykal koltuk sevdalısı, kendisine bir faydasi olmayanin ülkesine de faydasi olmaz. Umutluyum bir gün iç barış gelecek ama bir gecede MHP ve CHP nin Türkiyeyi kan gölüne cevirmesine hic şaşman.Katıl Öcalan bunlari önleyebilir , Öcalanin artık ülkesine hayır yapmasının tam zamanı. Benim şahsen tek istemedigim Öcalanin Kürtlerin *Atakürt* olmasi. Aman aman zaten Atanın Ulus- Devlet dayatmasindan cok cekiyoruz onun için birde Kürt atasına gerek yok ama Öcalan barışa destek olup Nelson Madelanin gittigi yolu gidebilir. Neden bir Kürt bariş ödülüne layık olmasin.

  3. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Ağu 13, 2009 | Reply

    Mehmet bey selamlar,

    Görüşlerinize kısmen katılsam da,tamamlayacı olması açısından bir kaç noktaya itirazım olacak.

    Sorunun çözümden yana samimi bir duruş içersinde iken(ki barış ve demokrasiden yana olduğunuzdan en ufak bir kuşkum yok),sanırım görüşleriniz aktarırken HUKUK DEVLETİ’yle halihazırda dünyada geçerliliği olan DEVLET MODELİ’i biraz içiçe geçmiş.
    Biraz açmak gerekirse;
    Sorunun kaynağını demokrasi ve temel hak ve özgürlüklerin sağlıklı işlemediğine bağlarken;çözümü,yıkarıda da değindiğim bildik devlet modelinde aramak gibi bir hataya düştüğünüzü düşünüyorum.Tabii burada devletin kendi varlığını korumak adına her türlü diplomasiden kaçınması gerektiğini savunmuyorum.Elbette bir devletin(yönetim biçimi her ne olursa olsun)varlığını sürdürebilmesi için iş ve dış politikaya,uluslar arası diplamatik ilişkilere,türlü stratijelere gereksinimi olacaktır.Zira dünyada çağımız itibariyle varolan bir gerçeklik var.Dolayısıyla varolan dünya düzeninin aksine çok ütopik ya da sadece bireysel hakların gözetildiği bir yol tek başına yeterli olmayabilir.Bu nedenle de,hukuk devleti olma yolunda çaba sarfedilirken elbette dünyanın konjönktürel yapısı da dikkate alınmak durumdadır.Ne var ki salt bu çizgiyi esas alan bir yönetim biçimi de kısmen demokrasinin yerleşmesi,toplumda içselleşmesi önünde bir engel yaratacaktır.Burada esas varmak istediğim nokta,yazınızda yer verdiğiniz devlet-“eşkiya”pazarlığı önermenizdir.Osmanlı’dan örnek vererek emsal göstermiş ve bu yöntemin olumlu sonuçlar getireceğini vurgulamışsınız.Doğrudur,devletin bir şekilde sorun çıkaran bir kesimi(siz eşkiya olarak tabir etmişsiniz)karşısına alıp daha da sorun bir karmaşa ortamı yaratılmasındansa elbette bu “unsur”ların kazanılması,doğru anlamda sisteme entegre edilmesi kısmen daha olumlu neticeler verecektir.Mantıksal olarak da doğru olanı bu olabilir.Ne var ki,bu yöntem tek başına kalıcı barışı,hukuk devletini güçlendirmeye yetmeyebilir.Zira karşılıklı “kullanmaya”endeksli antlaşmalar devletin karşı karşıya kaldığı tehlikeleri kısmen bertaraf edecek olsa da,sanıldığı kadar bir hukuk devletinin tesis edilmesine imkan sağlamaz.Sorun demokrasi ve haklar sorunudur zira.Muhatab olunan/alınan kesimler de en az devletin “selameti”adına önerilen projeye eşit düzeyde dahil edilmedikçe sorun(veya sorunlar)başka yerden patlak verecektir.
    Bir çocuk düşünün,olur olmaz sorunlar çıkarıyor,huzursızluk yaratıyor.Tutar o an için yatıştırmak için bir vaette bulunursanız,evet o an için ikna edersiniz.Fakat bunu yapmak yerine o çocuğu ciddiye alarak karşılıklı konuşmanız daha olumlu netice verecektir.Bu karşılıklı konuşma da elbette çocuğu haşarı/yaramaz olarak kestirip atarak anlık ikna yöntemleri ile değil çocuğun dünyasına inerek olmalı.
    Bu açıdan eşkiya/kullanma vs.gibi kavramları çok da yapıcı bulmuyorum.
    Sonuç itibariyle,bir hukuk devleti olmaya ihtiyacımız var.Bunu başardığımızda pek çok sorun kendiliğinden çözülecektir.Yani çocuğun susması için eline oyuncak vermek yerine anlamaya çalışmak eminim çok daha olumlu sonuç getirecektir.Çünkü demokratik haklar karşılıklı çıkarlara dayalı bir araç olarak düşünülemez.Aksine eşitlik,özgürlük,adelet gibi insani değerlerin hayata geçmesi ve dolayısıyla öyle olması gerektiği için talep edilmeli ve uygulanmalıdır.Ötesi sahici olmaktan ve kalıcı olmaktan uzaktır.
    Şimdilik aklıma gelenler bunlar.Tabii konu üzerinde tartışmaya değer çok daha kapsamlı analizleri barındırıyor.Eksik bulduğum kısımlarına karşın yazınızı olumlu ve yapıcı bulduğumu da belirtmeliyim.Umarım hasret olduğumuz barış ortamına vesile olur.
    Sevgi ve saygılarımla.

  4. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Ağu 13, 2009 | Reply

    Selamlar Aziz Bey

    Yoğun bir günün ardından sonra, güzel yorumunuza ancak cevap yazabiliyorum.

    Daha önceki yazılarımda da belirttiğim üzere, Devletin hukukuna değil, Hukuk devletine inanıyorum.

    Aynı zamanda Üstünlerin hukukunu değil, Hukukun Üstünlüğünü kabul ediyorum.

    İlgili yazıda Almanyada NDP partisinin kapatma davası örnek verilmişti. Adeta militan demokrasinin sınırlarını çiziyordu. Çok çarpıcı…

    Bir başka mevzuu,
    Osmanlının militarist yapısı, iktidar ve meşruiyet çatışmaları ve siyasi güç hesaplaşmaları bir yana, 600 yıllık bir geçmişten bizlere iyi şeyler ve güzellikler de, mutlaka kalmış olmalıdır diye düşünüyorum… Günahıyla sevabıyla 600 yıllık geçmişi, bir tecrübeyi bir kalemde silip atmak (sizi tenzih ederek söylüyorum) yanlış olur kanısındayım…

    Evet Osmanlı devlet yapısıyla, kurmuş olduğu adalet ve hukuk düzeniyle günümüzdeki ülkelere hala bir model teşkil edebilmekte. Ya da en azından bu medeniyet, akademik çevrelerde, Amerika ve Batıda hala analizlere ve tezlere tabii tutulup araştırılmaktadır. Hatalarından ders çıkaracağımız Osmanlıdan, hala öğreneceğimiz çok şey var.

    Bir yandan kaygılarınızı da anlıyorum…Tespitleriniz çok yerinde.

    Geçmişin hatalarından ders çıkarıp, yine geçmişin güzelliklerinden de örnek (model) alarak, ülkemizi dünya konjonktürüne uygun; hoşgörü ve diyalog kapılarının açıldığı, barış köprülerinin kurulduğu, çoğulcu, demokratik, hak ve hürriyetlerin sağlandığı, hukuk üstünlüğüne dayalı hukuk devletini inşaa edebiliriz.

    Tarih de bunun için var zaten. Tarih asla övünmek ya da efsane oluşturmak için değildir. Geçmişi olmayanın geleceği de olmaz.

    Osmanlıdan örnek verdim çünkü, geçmişimden bir ışık alabilir miyim, bakış açılarını değiştirebilir miyim, ezber bozabilir miyim? diye düşündüm.

    Osmanlıdan örnek verdim çünkü, Osmanlının kurmuş olduğu adalet ve hukuk sistemiyle, devlet düzeniyle çağdaşından ve Türkiye Cumhuriyetinden hala fersah fersah ileri olduğunu düşünüyorum.

    Osmanlıdan örnek verdim çünkü, karşımızda “Türk’e türk’ten başka dost olmadığına” inanan ve “bu sorunu çözmem de, çözdürmem de” anlayışı güden bir muhalefet var.

    Öte yandan, “eşkiya/kullanma vs.gibi kavramları çok da yapıcı bulmuyorum.” demişsiniz. Yapıcılık adına çok yerinde bir eleştiri…

    Hassasiyetiniz için teşekkür ederim güzel insan…

    Ayrıca güzel ve tamamlayıcı yorumunuz ve açılımınız için ve konuya katkılarınızdan dolayı tekrar teşekkür ederim.

    Sevgilerimle…

  5. Yazan:cb Tarih: Ağu 13, 2009 | Reply

    Mehmet bey,

    uzun zaman olmuştu,başarılı bir yazı ile dönmüşsünüz,emeğinize sağlık.

    Bu yazıyı yazarken “vatan hainliği” ile yaftalanacağımı da biliyorum. “Sen çok oldun ermeni, yahudi… uşağı. Devlet eşkıya ile pazarlık yapmaz” dediğinizi de duyar gibiyim.

    (Mehmet Bahadır)

    şu süreçte böyle cümleler kuran biri varsa bir kez daha ‘acaba vatan haini kimdir?’ sorusunu vicdanına sorması gerekir.

    Bir de iyi ayırmak lazım sanırım sorunu çözemeyen iki tarafın faşistleridir.Pkk’nın da sonuç olduğunu gözönünde bulundurursak,ne Kürt faşistlerin,ne de Türk faşistlerin meseleye çomak sokmak dışında yapabileceği fazla bir şey olduğunu düşünmüyorum.

    Vesile ile ben de konuyla ilgili son yazımı paylaşmak isterim ;

    href=”http://http://www.kuyerel.com/modules/AMS/article.php?storyid=3614″>

    Kuyular Ve Kadınlar, Kuyular Ve İnsanlar

    Güler Zere’ye…
    İri ve yuvarlak bir kapak,yeri gölgeleyen.Secdesi toprak,alnı tutunmuş yere ağzına doğru hafif bir aralık,ince ve cılız.Öyle hafif,öyle hafif ışık dahi sızamayacak.Kapak ağır,müsadesi hafif…Bir kuyu,nemden yeşermiş.

    Bir kuyu,nemden yeşermiş bir kuyu.Kuyunun yolu ıssız, metruk. Vardığında olanca kalabalık ; kadınlar ve kızlar,insan sürüsü. Tuhaf. Kuyu dar,insanları kalabalık yine de herkese yer var garip bir bereket alanı.Halk ;kadınlar ve kızlar;Tanrılar ve tiranlar.Hafif aralıktan sesleri ve gövdelerinin gölgesi sızabilen erkek Tanrılar, kuyuya varan erkek tiranlar.

    Kuyu içinde kuyular,her kadına bir kuyu.Bin kuyuya açılan bir kuyu.Kuyu dağıtımı kadınların sahip olduğu tek adalet.Vaad edilmemiş zorunlu dağıtımdan mütevellit bir adalet ardından farkında olmaksızın aidiyet.Sahibi olduğu tek adalet ‘kuyu’dan imal.

    Kadınlar ve o kuyu,kuyularda.Kuyunun kuytusunda kadınlar…Dilleri dudaklarına dikilmiş,işaret parmakları kökünden kopartılmış,beyinleri bacaklarının arasına hapsedilmiş,kadın değil kadından bir yaratık. Başları traşlı,saç diplerinden tek tek raptiyelenmiş her kök,kadının içine doğru uzayan tutam tutam zifirden teller,kuyunun kuytusunda, konuştuğunda seslerin gözlerinden süzüldüğü kuyu halkının kadınları tek bir renk,tek bir ton ; mavi,siyah ve toprak kokarak.Kundaktan kefene dönen çaputlar göğüslerinden dizlerine,çıplak ayakları bileklerinden çatlak,basma(ma)ya yaratılmış gibi.Porselen topukları,toprağa saplanmış tırnakları.

    Renk Renk kızlar,kadınlar …Kuyudan,kuyu(m)’lara …

    Öyle işte bir garip hal bizimkisi.Susturarak yıllarca ve belki öldürerek.Güler de mi?Güler özgür olmadan,ölüme göz kırptığı koğuş yatağından yüksekten bir ton ‘ KÜRT AÇILIMI ‘.Ne,ne,ne ? KÜRT AÇILIMI…

    Öyle işte bir garip hal bizimkisi. Susturarak yıllarca ve belki öldürerek.Evren de mi?Bodrum dinlenceleri bitmeden,ölüme göz kırptığı pamuk yatağından yüksek bir ton,Gata tedavisi.Ne,ne,ne ?

    Güler Zere’yi orada acılar içinde içimiz burkularak, Evren Paşa’yı orda keyifler içinde içimiz burularak biraz kinayeli ve oldukça manidar bırakıyoruz.Ölmek üzere olan suçluluğunun sebepleri olan bir kadının halen süren mahkumiyeti ve suçu artık iyiden iyiye kesinleşmiş bir Paşa’nın halen süren özgürlüğünün verdiği ağırlıkla …

    Enver Paşa,sağlığına kavuşunca bizlere ‘Güler Zere’nin solan yüzünü resmedebilir misin ?

    Var mı tuvalinde ‘kuyuda ölmek üzere olan bir kadını’ resmedecek bir yer ?

    KÜRT AÇILIMI …

    Yüz yıllık bir çözümsüzlüktür.Öyle işte garip bir hal bizimkisi aynı sürece yakın öykülerimiz var bizim ; Kürt,Alevi,İslam,Ermeni meseleleri.Son yıllara kadar bir sorunumuz olduğunu dahi kabul etmemek gibi bir sorunumuz daha vardı.Hatta belki en büyük sorunumuz da budur ; Sorunumuz olduğunu düşünmememiz !

    Bir cümle kuruyoruz,Alevi Açılımı.Daha cümle açılmadan,nokta.

    Bir cümle daha Ermenistan ile ilişkilerimiz,kader yine aynı,nokta.

    Bir cümle kuruyoruz Kürt Açılımı,sonuç yine değişmiyor,nokta.

    Konuşan taraflar ‘ açılım ‘ konusu için daha konuşmadan,konuşturmayandan ve bu konuşturmayanın hiç değişmediği bir ülke de yine aynı ağızlardan gelen bir ‘ nokta ‘.

    Birileri Kürt Açılımını,Kürtleri açmak mı sanıyor acaba ?

    Normal şartlarda böyle sorunları ülkenin gazeteci,yazar,entelektüelleri ve seçilmiş adayları;Milletvekilleri ( halk adına ),Başbakan,Cumhurbaşkanı konuşur.Biz de ne olmuş ?Yıllarca Asker ve askerin sivil ağzı şimdilerde ismen muhalafet,iş’en bozguncu tarafı,malum iki zihniyet konuşmuş,aslında konuşturmamış.İşte o konuşulmamanın yüzyılıdır bizim son yüzyılımız.Bu ve bu açılımı her ağzına alan ‘ kötü adam ‘ olmuş,’ vatan haini ‘ olmuş.İşte bu yönlendirmenin yüzyılıdır bizim son yüzyılımız.

    GENELDEN ÖZELE …

    Memleket kaynıyor,KÜRT AÇILIMI …İstanbul’dan,Kürt bir arkadaşla konuşuyoruz,cümleleri titrek ; ‘Cemile,korkuyorum ………’lardan’.Sadece sen mi ?Bir Türk olarak ben de korkuyorum onlardan,korkuyorum ama susmuyorum !

    SUÇLUYORUM ! iTHAF EDİYORUM ! NE DERSENİZ DEYİN,ADINA …

    Ülkeyi açık seçik kin ve galayana sürükleyen,her televizyon kanalına,her gazeteye açık açık TÜRK-KÜRT halklarını kin ve nefrete teşvik eden Mhp’ci,Chp’ci,Faşist ; Kürt Açılımı sabotecilerini açık alenen suçluyorum !

    Kürt Çalıştayı’nı, ‘ 12 Kötü Adam ‘ benzetmesi ile karalayanları suçluyorum !

    Memleketin önündeki en büyük sorunun çözümünde taraf olan,sorunu bataklığa hapseden bugüne dek bu sorunu konuşturmayan,konuşmaya başlandığında sabote eden bu zümreyi suçluyorum !

    İki tarafında kayıplarının faili aynı zihniyetin ürünü bu zümreyi,her açılımı açık alenen sabote ettikleri için suçluyorum !

    Halkı kin ve düşmanlığa sevk ettikleri için suçluyorum !

    Korkuttukları için de suçluyorum !

    Öldürdükleri için de !

    Bizi Kürt Açılımı kesmez,bize Kürt Açılımı yetmez,İnsan Açılımı gerek,bunca insanlıktan çıkmışlığın arasında.

    ÇÖZÜM…

    Pkk’yı bırak da gel.

    Pkk’sız olmuyor.

    Mhp’yi bırak da gel.

    Nasıl geleyim,paçama yapıştı.

    Çözüm ?

    Çözüm ?

    Şimdilik,yok !

    Belki seneye ?

    Dayanacak gücüm yok.

    Benim de.

    SONUÇ…

    Yazının bütüne hakim kopukluğu eminim okuyanlar farketmiştir.Elbet ben de fark ettim.Nasıl da aklı bulandırıyor değil mi,bu kopukluk?Nasıl dikkati dağıtıyor?Nasıl önem yitiriyor?Nasıl da bölüyor?Bahsi geçen konuları farklı başlıklarda ele almak,bütünsellik sağlamak,her yazıyı tek bir tema ile tamamlamak da münkündür elbet.Güler Zere,Enver Paşa,Mhp,Kürt Açılımı…Ama yazdığım benim Ülke(m),benim ülkem bu.Kopuk.Kopmuş.Bağlayamıyorum.Bağlayamıyoruz.Bağlanmıyor.Herkesin elinde bir ip öyle fırlatıyorlar ortalığa,bir ucu düğümlü.İyi niyet ve vicdan temelli şiirsel niyetler ile başladığınız ‘açılımlar’ ; ‘ asmayalım da besleyelim mi?’ naralarına karışıyor.Benim ülkem bu işte her çözüm,başka bir çözümsüzlük.Tuhaf bir karmaşa.Tuhaf bir bölünmüşlük.Bölücü denen,bölücü değil.Vatan seven,seven değil.Kelimelerin anlamları bile tam aksi istikamete düşüyor bu ülke de.Kim bu ülkeyi seviyor,kim sevmiyor çoğu kez biz de bilmiyoruz,bu soruların cevabını.Kendi vatandaşını katletmenin anlamı,vatan sevmek olmuş,bu ülke de.Biz nereden başlasak?Nereden toplasak?Neresinden tutsan elinde kalacak bir iş bu.Neresinden?

    Çok mu karışık geldi?Yazıyı iyice okuyanlar ve bu sorunları yürekten hissedenler üslup,tarz,konu olarak birbirinden bağımsız ve kopuk ilerlemiş bu yazının aslında göründüğü gibi kopuk ve bölük olmadığını,faillerinin tek olduğunu,bu yazının ise kopuk değil tam anlamıyla,o bahsettiğimiz ‘ tek’lerden kaynaklı bir bütünlüğe sahip olduğunu ve bu ülkenin çözümsüzlüğünün,karmaşasının,kargaşasının temelini oluşturanların o tekler bütünü olduğunu anlayacaklar.Çünkü o teklerin halen var olmasının nedeni ortaya çıkardıkları bu kopukluk,çünkü onlar bu kopukluktan,bu bölünmeden,bu çözümsüzlükten,bu dikkati dağıtmadan var oluyor.Konu ve yazı bağlandığında onlar da yok olacaklar.Var ettikleri sorun,onların var olma sebebi.Ortaya attıkları kin ve nefret kokan bölünme onların alışılagelmiş sistematiği.Ve bizim dikkatimizi dağıttıkları noktada,asıl meselenin tek olduğunu anlamamızı önledikleri noktada yüzyıl geçiriyoruz,çoğu kez anlamadan,onların açtığı kuyularda.

    Hala anlamadınız mı?

  6. Yazan:Ali Duman Tarih: Ağu 14, 2009 | Reply

    Sn. Cemile hanım,

    haykırışınızın Anadolu haykırışı olmasını ne çok dilerdim, oysa bu topraklar böyle bir haykırışı yaratabilmeliydi. Mademki Şeyh Bedrettinler, Pir Sultanlar, Karacaoğlanlar, Yunus Emreler, Mevlanalar, Nazım Hikmetler bu topraklarda yeşermiş, boy atmış öyle ise bu toprakların böyle bir haykırışı olmalı.

    12 eylül faşizmi öyle bir ölü toprağı serpmiş ki, bunca ölümlere, feryat figana rağmen, tabanının iradesini temsil etmek yerine, belli bir merkezden kumanda edildiği çok belli olan faşist partilere karşı gelişen güçlü bir sivil insiyatif yok, bir aydın insiyatifi, bir barış insiyatifi yok. oysa insanlık adına bu ülkenin güzel insanları ne çok bedeller ödediler geçmişte. Bunu anlamak için Ruhi Su’nun Barış davasında yargılandığı dönemde yaktığı ve “insan olmaktı tek suçumuz” dediği Hasandağı türküsünü dinlemek bile yeter.

    kemalizmin sol ve sağ düşünceye ait insani değerleri çarpıttığı bir dönemin sonu olur, tüm umudum tüm sorunlarımızı çözebileceğimiz bir dönemin başlamasına dairdir, toplum mühendisliği uygulamaları sonucu birbirilerine yapay bir biçimde düşman edilmiş tüm insanların; sünninin alevi ile, türkün kürtle, müslümanın gayri müslim ile kucaklaştığı günleri görmek en büyük umudumdur.

    ancak o denli umutlarımız boşa çıkarıldı ve yok edildi ki bunu umut etmenin, bu uğurda mücadele etmenin de zor olduğunu biliyorum, kahpe düşman barışın yollarına sıra sıra pusular kurmuş beklemekte şahin gibi, akbaba gibi. tüm güzelliklere, kardeşliklere, barışa düşman olanların, aynı zamanda umutlarımızında düşmanı ve katilleri olduğunu biliyorum, biliyoruz.

    devir, insanlık için mücadele edenlerin tüm seslerini, tüm güçlerini, tüm yüreklerini bir araya getirme devridir, devir kurşun eritmeye çağırma devridir, devir zalimi tersyüz etmek için el ele verme devridir, devir vicdan sahibi herkesin el ele verme devridir. bugünün en büyük devrimciliği, bize dayatılan kahpeliklere yüreğimiz ile bakabilmek, vicdanımız ile tartabilmektir.

    haykırışınız, haykırışımız, haykırışlarımız olur, umarım sesinize tüm insanlık, tüm türkiye, tüm anadolu ses verir, yüreğinizde damıttığınız bu güçlü haykırış için yüreğinize sağlık, selam ve sevgiler.

  7. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Ağu 14, 2009 | Reply

    Mehmet bey tekrar merhabalar.Sizi bulmuşken bırakmaya pek niyetli değilim:)
    Yorumuma ağırlıklı olarak ‘tarihin öğreticiliği’ ve medeniyetler üzerinden yanıt vermişsiniz.Elbette tarih,günümüzü ve geleceğimizi daha iyi inşa etmede önemli bir rehberdir.Medeniyetler için de aynı şey geçerlidir.Dolayısıyla hem tarih,hem de medeniyetler,çok önemli dersler çıkarabileceğimiz muazzam bir fikri zemin barındırmaktadır.Bu anlamda kuşkusuz ki 600 yıllık geçmişi olan bir imparatorluk yok sayılamaz.Ayrıca sanattan mimariye,hukuktan toplumsal yaşama kadar bugüne aktarılan ve yine aynı zamanda bu aktarımı bir önceki medeniyetlerden alan bir diyalektik söz konusudur.Dolayısıyla bu diyalektiğin üzerine bir çizgi çekerek yok sayamayız…Gerekirse model alabileceğimiz kısımları da,eleşriye açık yanları da olacaktır.Burada sizinle tamamen hemfikirim.
    Ne var ki,günümüze kadar gelen birikim ve etkileşimi münazara ederken bunu sağlıklı bir zemine oturtmak durumundayız.Örneğin şu tesbitiniz konunun aydınlatılması anlamında önemli ip uçları veriyor:

    Osmanlının militarist yapısı, iktidar ve meşruiyet çatışmaları ve siyasi güç hesaplaşmaları…

    demişsiniz.
    Katılıyorum.Bunu elbette,günümüz toplumuna uyarlanacak sağlıklı bir model olmadığını yönünde belirtmişsiniz.Ancak,buna karşın bugün varolan milliyetçilik akımlarını önüne geçebilecek bir yapıyı da barındırıyordu…Her ne kadar bu kısmını yorumunuzda irdelemiş olmasanız da diğer yazılarınızdan bu kaanette olduğunuzu düşünüyorum.Ki 600 yıllık yönetimi dikkate alındığında(son dönemleri hariç)bu görüşünüzü doğrulayan pek çok kanıt var.

    İmdi,bu kötü ve iyi modelleri karşılaştırdığımızda ortaya bir tablo çıkıyor:Demekki olumlu-olumsuz yönleri tartıldığında Osmanlı’yı özgün bir model olarak düşünmek yerine,Osmanlının olumsuz yanlarını(yorumunuzda değindiğiniz militarist yapı,kanlı taht kavgaları vb.)nereden esinlendiğini;anti-milliyetçi olumlu yanının ise hangi kaynaktan beslendiğini doğru tespit etmek gerekir.Dolayısıyla burada bir model ararken Osmanlıyı değil,Osmanlının bir dönem beslendiği bu olumlu/yapıcı/bütünleştirici kaynağı model gösterilmesi daha yerinde olacaktır.Zira,görüşlerinizden hareketle olumlu yanları İslamın temel felsefesine bağladığınızı düşünmekteyim.Bu görüşünüze de muhalif değilim.Elbette üzerinde tartışılması gerekir.Ancak,böyle düşünmenize karşın bence Osmanlıyı bu anlamda beslendiği kaynağın kısmen önüne çıkaran bir önerme sunduğunuzu düşünüyorum.Neden?

    Bir kere sizin de belirttiğiniz tartışmaya açık yöntemler İslam inancıyla bağdaşmaz.İslam dini taht kavgalarını,militarizmi savunmaz.Konumuzla bire bir alakalı olan devlet-eşkiya pazarlığı da İslam felsefesinin sıcak baktığı bir olgu olmasa gerek.Bir önceki yorumumda da belirttiğim gibi anlaşma/masaya oturma,ancak hukukun üstün kılındığı bir perspektifle anlamlı olur.Dolayısıyla ister Osmanlı dönemi olsun,ister cumhuriyetin erken dönemleri ya da yakın geçmişimizde olsun,söz konusu “pazarlıklar”hukukun üstün kılınmasına sağlayamamıştır.Sağlayamamsının nedeni de,toplum ve bireyin haklarını önceleyen sağlam bir hukuk düzeni yerine “devlet”in bekasını sürdürmeye yönelik kısa vadeli çözümler(!)ihtiva etmeleri.Ki buna Hamidiye Alaylar’ı iyi bir örnek teşkil eder.Hamidiye Alayları,dönemin kaynayan etnik milliyetçilik rüzgarının kısmen önlenmesi amacıyla kuruldu,ancak bildiğiniz gibi bütün imparatorluğu saran milliyetçi kavgaların önünü kesemedi.Aksine Ermeni hadisesi gibi bugün bile yaraları bir türlü kapanıp silinmeyen toplumsal buhranlara yol açtı.
    Günümüzde de 80 li yıllarda başlayan “Köy Koruculuğu” sistemi yine bu “pazarlık”lara önemli emsal teşkil etmektedir.Tansu Çiller’in başbakan olduğu dönemlerde,12 askerin de öldürülmesi de dahil her türlü cinayete karışmış bir Aşiret reisi Ankara’ya devlet protokolüyle çağrılıp “anlaşma”yapılmıştı hatırlarsanız.
    Diyeceğim o ki,elbette bu kanın durması,barışın sağlanması için masaya oturulabilmeli.Buna itirazım yok.Ancak sağlam bir hukuk devleti olmanın gereği olarak hukuki düzenlemeler yapılmadıkça,bu tür anlaşmalar günü kurtarmaktan öteye geçmeyecektir.Çünkü pamuk ipliğiyle birbirine bağlı,zorlama çözümlerdir bunlar.Dolayısıyla asıl hedef yeni bir sivil anayasadır…Tamam,bir şekilde akan kanını durdurduk diyelim.Peki sonrası ne olacak?Bütün temel hak ve hürriyetler güvence altına alınacak yasal düzenlemeler olmadığı sürece pürüzler tamamen giderilemez.Onun için tamamen bir kişiye/lidere vs.endeksli bir pazarlık yerine,tüm Türkiye halklarının taleplerini önceleyen demokratik bir düzenin temelleri atılmalı.Kısacası,durum,”ağrı kesici”geçici yöntemlerle değil,kalıcı çözümler hedeflenmeli.
    Sevgilerimle.

  8. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Ağu 14, 2009 | Reply

    Aziz Bey

    Benim de sizi bırakmaya hiç niyetim yok 🙂

    Öncelikle şunu söyliyeyim bu yazı, sadece bir bakış açısını yansıtıyor. Demokratikleşme açılımına katkı sağlaması bakımından, meselenin sadece küçük bir köşesine capraz ışıklar tutmaya çalıştım. İstedim ki her şey konuşulsun tartışılsın.

    Sözkonusu pazarlık meselesi, birilerine özel muameleyi, ayrcalıklı davranmayı, özel imtiyaz sağlamayı gerektirmez diye düşünüyorum. Bu hem adil olmaz hem de hukuk devletine yakışmaz.

    Ancak çözüm yolunda, bir babanın yaramaz evladını karşısına alıp ne istediğini sorması, sizin de tabirinizle onu anlamaya çalışması kalıcı çözümün ilk adımları olabilir. Aksi takdirde yaramaz evladı yok sayıp, muhatap almamak yapıcı olmayabilir. Sürece zarar verir. Bunları yaparken de, haklı olarak ve özenle üzerinde durduğunuz hukuk devletine bağlı kalınmalı. Bunun İslam açısından da sakıncalı olduğunu düşünmüyorum.

    Kaldı ki, Öcalan dahi değişmiş olabilir. Zaman gazetesinden Şahin Alpay’dan tam da böyle bir yazı okudum.
    ilgili link: http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1055
    Kafa yapısını bilemem ama söylemleri bayağı değişmiş. Çözüm için ne gerekiyorsa yapılmalı düşüncesindeyim…

    Aslında bundan 100 yıl önce Bediüzzaman bizlere yol haritasını göstermiş. Bediüzzaman’la Ortadoğu Problemlerine Bakış adlı yazı da bu konuyu işlemiştik.

    Kısaca çözüm reçetesi şu idi
    1. Demokratikleşme
    2. Eğitim
    3. Ekonomik Kalkınma
    4. Irkçılığın Terkedilmesi

    100 yıl öncesinden öngörülmüş ne muhteşem tespitler öyle değil mi Aziz Bey? Bence esas çözüm burda.
    Muhabbeti biraz koyulaştırayım…

    Kürt milliyetçileri de muhtemelen bu sürece köstek olacaklardır.

    Bediüzzamanın münazarat adlı eserinde kürt aşiretleri ile yaptığı diyalogları anlatır.

    Sene 1908/1909 yıllarında kürt aşiretlerine şu tavsiyede bulunuyor

    “Çünkü ‘medeniyet’ sizin şu vahşi; medeniyetten uzak, cehaleti ve düşmanlığı sevmiş sarp dağ ve derelerinizdeki ‘vahşet ayılar’ından, ‘cehalet ejderhaları’ndan ve ‘husumet (düşmanlık) kurtları’ndan korkar. Kolay kolay gelmeye cesaret edemez.

    Eğer siz tembel kalıp da onun yolunu yapmazsanız, bu tembelliği sürdürürseniz, belki yüz sene sonra ancak, onun cemalini görebilirsiniz!

    (Bu konuşmanın üzerinden tam yüz yıl geçmiş. Muhteşem bir ufuk, öyle değil mi!)

    Zira sizinle İstanbul arasındaki mesafe bir aylıktır. Fakat sizinle meşrutiyeti benimsemiş insanlar arasındaki mesafe bin aydan fazladır.

    Çünkü siz eski zaman adamlarına benziyorsunuz. O nazik tenli, narin meşrutiyet/medeniyet ‘İstanbul havalisindeki yılanlar’dan kurtulsa bile, şu uzun mesafeden geçerken, cehalet gibi müthiş bir bataklığı,
    fakirlik gibi acımasız kıraçları ve aranızdaki düşmanlıklar gibi son derece sarp ve aşılmaz dağları geçmeye mecbur kalacak!

    Yol boyunca karşılaşacağı ‘eşkıyalar’ da işin cabası!.

    Kısacası, hak ettiği cezayı hazmedemeyen veya o meşhur, her şeyi tersiyle anlayan Bektaşi gibi bazı eşkıya ve yol kesiciler, (toleransı zaaf zannedip), o (yani medeniyet) daha size ulaşmadan onu derdest eder ve yolunu keserler! (Ne müthiş bir tesbit! PKK’nın neye hizmet ettiği ortada) Medeniyetin size ulaşmasına mani olurlar!

    Sonra bütün bunlardan başka bir kısım gevezeler de vardır.
    Onla, Meşrutiyetin/medeniyetin gelmesini istemezler. O yüzden de o gelmeden önce onu parça parça etmek isterler. (Muhalif partiler bu cümlelerden kendine bir hisse buluyor mu acaba!)

    Öyleyse, siz ona bir yol yapmak veya onu havadan bir balonla buraya getirmek zorundasınız. Onun bu topraklara gelmesini siz sağlamalısınız! (Hakiki Kürt aydınlarına düşen de bu!)”

    Daha detayli bilgi için bakınız münazarat
    Sayfa(25-30)

    Evet Bediüzzaman muhteşem bir insan. 100 yıl önce onu dinleseydik ne güneydoğu sorunumuz olacaktı. Ne de ermeniler tehcir edilecekti. Yanılıyor muyum Aziz Bey?

    Haklı olarak talep ettiğiniz sivil anayasayı da demokratikleşme sürecinin devamı olarak görüyor ve bütün kalbimle destekliyorum…

    Yine haklı olarak kaygılarınızı dile getirmişsiniz. Bu kaygıları giderecek tek yol demokratikleşme, hukuki düzenlemeler ve insan odaklı sivil anayasa…

    Söyleyecek çok şey var. Ancak yeterince uzun oldu. Sizinle muhabbet çok güzeldi. Benden şimdilik bu kadar Aziz Bey.

    En derin sevgilerimle…

  9. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Ağu 15, 2009 | Reply

    Cemile Hanım

    Yazınıza söyleyecek söz bulamıyorum. Adeta yüreğinizi dökmüşsünüz. Yüreğinizin yangını, yazıya aksetmiş…

    Sen yanmasan
    Ben yanmasam
    Naıl çıkar karanlıklar aydınlığa?

    Tekrar yüreğinize sağlık.

  10. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Ağu 15, 2009 | Reply

    Kendisi de kürt olan İslam alimi Bediüzzaman’ın, çözüm sürecine hızlandırıcı bir etki yapacağı ve büyük katkıları olacağı düşüncesindeyim…

    Kürt olması sebebiyle Bediüzzaman ismi ve düşünceleri biraz daha ön plana çıkarılabilir mi şeklinde bir düşüncem var..

    Zira DTP dahi seçimlerde kürt vatandaşlarımızı kazanmak için Bediüzzaman ismini mitinglerde ön plana çıkardı. Her ne kadar DTP tabanıyla uyuşmasa dahi bunu yaptı.

    En basitinden mesela dağlara taşlara “Ne mutlu türküm diyene” değilde, onun yerine “Dâhilde kılıç kullanılmaz”. Deyip altına Bediüzzaman yazsak…

    Nasıl olur ? Çok mu ütopik ?

  11. Yazan:cb Tarih: Ağu 15, 2009 | Reply

    Mehmet bey,

    çok teşekkür ederim efendim.Vesile ile Ali beye de çok teşekkür ederim.Ben de sizinle yakın düşüncelerimi yazınıza destek bir yorum olarak paylaşmak istedim ama Ali bey benim yazıma yorum düşünce hem mutlu oldum hem de sizin yazınız altında yorum alarak sizin emeğinize haksızlık ederim endişhesiyle biraz rahatsız oldum,itiraf edeyim 🙂

    Kendisi de kürt olan İslam alimi Bediüzzaman’ın, çözüm sürecine hızlandırıcı bir etki yapacağı ve büyük katkıları olacağı düşüncesindeyim…

    Kürt olması sebebiyle Bediüzzaman ismi ve düşünceleri biraz daha ön plana çıkarılabilir mi şeklinde bir düşüncem var..

    Zira DTP dahi seçimlerde kürt vatandaşlarımızı kazanmak için Bediüzzaman ismini mitinglerde ön plana çıkardı. Her ne kadar DTP tabanıyla uyuşmasa dahi bunu yaptı.

    En basitinden mesela dağlara taşlara “Ne mutlu türküm diyene” değilde, onun yerine “Dâhilde kılıç kullanılmaz”. Deyip altına Bediüzzaman yazsak…

    Nasıl olur ? Çok mu ütopik ?

    (Mehmet Bahadır)

    Fikren olumlu buluyorum ama,ama işte bence çok ütopik,ne Dtp ne de o çevre ‘ Bediüzzaman ‘ cümlelerine pek açık değil şu dönem bence bu yeni bir bölünmeyi beraberinde getirir ve yapıcı olmaz kanaatindeyim.Bir de Kürt ve Türkler arasında ‘din’ bir araya getirici bir nokta idi ama Tr tarafında Laik sistemin Kemalist uygulamaları ; Kürt tarafında ise Pkk lehine gelişen ortamda varlığını kaybeden Müslüman Kürt oluşumlar ve yine Tr nin bir siyaset olarak Müslüman Kürt başlığına vurduğu darbe bu ortak noktayı aradan kaldırdı bence ve kolay kolay da geri geleceğini sanmam.

    Bir de Dtp şaşırtıyor beni bazen,Derin Dtp’mi var nedir?Acaba Dtp ne kadar istiyor çözümü ?Yoksa bu ‘haklı mazlumuz’ rolünü pek mi sevdiler ?El altından Öcalan’ı muhatab göstermeyi hiç doğru bulmuyorum.Öcalan muhatab alınacaksa Tr tarafından Asker muhatab alınır o kadar.Eli silahlı adam konuşacaksa muhatab olarak eli silahlı adamı alır,bu böyledir.Yok enetelektüelller ve siyasi isimler konuşacaksa o zaman Öcalan muhatab alınmayacaktır.Bir de açılım yapmak ile uçmak arasında fark var,elbet bu işi çözelim ama Tr halkı da Öcalan’ın muhatab alınmasına hazır değil.Düşünün ben bile Öcalan’ı muhatab almayı doğru bulmuyorum.Ne Kürt faşizmi ne de Türk faşizmi bu ‘çözüme’ yaklaşmamalı çünkü sürekli bir bozgun üzere ilerliyorlar.

    sevgi ve saygılarımla

  12. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Ağu 19, 2009 | Reply

    Mehmet bey aslında sizinle konuyu uzun uzun tartışmayı düşünmüştüm ancak zorunlu bir iş gereği kısmen ortamdan uzak düştüm.

    Bildiğiniz üzere süreç devam ediyor.Bizler de basından gelişmeleri izliyoruz.Bence dikkate değer çok daha önemli bir sorunumuz var.O da şu:Eğer bir sorunun çözümü ayrı bir sorun haline getiriliyorsa bence asıl sorun orada başlıyor demektir.
    Dikkat edin,sadece kürt sorunu değil,halihazırda devam eden her sorunda üç aşağı beş yukarı,çözümün yolunu tıkamak ve bunu sorun haline getirmek için çabalayan bir zihniyet var.Bu,başörtüsünden tutun da sorun olarak anılan her durumda böyledir.

    Nedeni de,halka/topluma yıllardır dayatılan resmi söylem ve ideolojilerdir.Dolayısıyla da her türlü çözüm ve açılımın ardında telafisi mümkün olmayan tehlikeler varmış gibi bir bilinç aşıldı topluma ve bu da hatırı sayılır bir kitle tabanı oluşturdu.Bakın,demokratikleşmeden korkar hale getirildi insanımız.Bugün demokrasi sözcüğünden hazetmeyen ve bunun “dış güçlerin”,”iç mihrakların”ülkeyi bölme oyunun bir parçası olduğunu düşünen bir kesim olduğunu üzülerek görüyoruz.Malum,demokrasi yanlıları bu ülkede dönek,liboş,entel vs.gibi aşağılayıcı sıfatlara maruz kalıyorlar.Adalet ve daha çok özgürlük isteyenler; işbirlikçi,vatan haini olarak yaftalanıyor.
    Diyeceğim o ki,yılların birikimi olan bu resmi söylem ve ideolojiler bir şekilde toplumu “yeni” olana,her türlü değişim ve dönüşüme kuşkuyla bakmasını sağlayan bir toplumsal hafıza yarattı.Daha açık bir ifadeyle,bu tür açılımları hayata geçirecek bir altyapı henüz oluşmuş değil…ciddi bir hazırlık yok.En azından çözümden yana olanların,statükodan yana olanlardan çok da etkin olmadığı bir toplumsal “denge”den sözedilelebilir,maalesef genel tablo bu.

    Ancak,durum bu yönüyle zorlu olsa da,hiç değilse dengeyi olumlu yönde değiştirecek bir atmosfer oluşuyor.Bu bağlamda yeni açılımlar kısa vadede kalıcı çözümler getirmese bile,ileriye dönük meyvelerini verecektir.Düşünün,bu hamle bir on yıl öncesinde başlatılmış olsaydı belki bu sorunumuz gibi diğer sorunlarımız da bu denli tıkanmış olmayacaktı.Kısacası,bu bir süreç.Ertelemiş olmakla beraber bir yerlerden başlanıyor olması da gayet olumlu.Ha,ne var?Biraz ani oldu denilebilir.Ani olduğu için de büyük bir şaşkınlık ve sarsıntı yaratıyor.
    Toparlamak gerekirse,bence bu bir aşama…geçiş dönemi.Yani gerçeklerimizle yüzleşmenin miladıdır bu.Ve iyi değerlendirmek durumundayız.Zira sandığımızdan çok daha hassas ve komplike bir sorunla karşı karşıyayız.Dolayısıyla da iyi okumak ve doğru yönetmek durumundayız.
    Benim daha önceki yorumlarda belirtmek istediğim de buydu.Yani,meselenin “iki tarafı” varmış gibi bir “diplomasi” yaratılacağına,asıl geç kaldığımız demokratikleşmeye hız verilmelidir.Pazarlıklardan kaçınmalı derken vurgulamak istediğim buydu.
    Bütün parçaları birleştirdiğimizde asıl yol haritası kendiliğinen ortaya çıkıyor.O yol haritası da demokratikleşmenin sağlam temellere oturabileceği bir hukuk devletidir.Kişi ve kurumlar sorunu değildir karşımızdaki sorun ve elbette çözümü de salt kişi ve kurumlara endekslenerek başarılamaz.

  13. Yazan:bulduk Tarih: Ağu 19, 2009 | Reply

    Sayın Mehmet BAHADIR,

    Şimdiye kadar bir çok yazınızı beğeniyle okudum fakat bu yazınız için aynı şeyi söyleyemiyeceğim.Bir ülkenin en önemli varlığı bağımsızlığı ve bütünlüğüdür.Parçalanmış bir ülke güçünü o oranda kaybeder.Zaten bugünkü dünya düzeninde amerika ve gelişmiş ülkelerin amacı gelişmekte olan ve gelecek vaat eden türkiye gibi ülkelere bu oyunu oynamaktır. Malesef sizde bu oyuna gelerek, bilerek yada bilmeyerek bu sisteme hizmet etmiş oluyorsunuz.Lütfen bu düşüncelerimizden bir an önce kurtulalım ve tam bağımsız ve bir bütün olarak geleceğe yelken açalım.Saygılarımla…

  14. Yazan:MB Tarih: Eki 25, 2009 | Reply

    Açılım ve barış süreci ile ilgili, son zamanlarda gergin günler geçiriyoruz. Açılım süreci, konuyla ilgili herkesin, her kesimin samimiyetinin test edildiği bir süreç olduğu kanısındayım. Maalesef, (her ne önlem alınırsa alınsın) sanırım Kürt sorununun çözümü, provokasyon tehlikesi altında yürüyecektir. Bu yüzden sağduyulu ve aklı selim olmaya ihtiyacımız var. Tabiri caizse gaza gelmemeliyiz diye düşünüyorum.

    Ezberleri bozma adına, biraz gerginliği yatıştırma adına; iki yazı önereceğim.

    Birincisi Mustafa Armağan’ın “Osmanlı kurşun sıkanı da, yiyeni de aynı türbede yatırdı” adlı yazısı.

    Diğeri; Mümtaz’er Türköne’nin “Eşkiyalar ve Devlet” adlı yazısı.

    Yukardaki yazıda da konuyla ilgili örnekler verilmişti 🙂

    Son sözüm; “En derin açılım, gönüllerin fethedildiği açılım olacak”
    Muhabbetle…

  15. Yazan:GÜRSEL ÇEVİK Tarih: May 22, 2011 | Reply

    Değerli kardeşlerim,yüzeysel bir inceleme ile öğrendiklerim; Sayın yazarların halkınızın içine nifak,düşmanlık kin ve nefret sokarak,bizi bir birimize kırdırma amacı açıkca görülebilir. Örnek olarak; ““On yılda on beş milyon genç yaratmanın” anlamı budur. Tek tip insan, tek tip toplum modeli.” diyen yazarın kasıtlı olduğu,yada tarihimizi bilmediği çok net söylenebilir.Çünkü;onuncu yıl marşının bu sözleri,ÇONK BAYIRINDA,ARI BURNUNDA, ANZAK KOYUNDA KISACA ÇANAKKALEDE VE AFYONDA,KOCATEPEDE,MARAŞTA ,ANTEPTE KISACA TÜRK KURTULUŞ ŞAVAŞINDA BİTME NOKTASINA GELMİŞ NÜFUSUMUZUN ARTIRILMA ÇALIŞMALARININ OLUMLU SONUÇLARINI DÜNYAYA DUYURMAKTIR. TÜRK ÇATISI;DİN,DİL,IRK ARAŞTIRMAZ. NE MUTLU TÜRKÜM DİYEBİLENE.

  16. Yazan:Tigrisda Tarih: Ağu 28, 2011 | Reply

    Öncelikle bu siteyi yeni keşfettim ve son günlerde en sevindiğim gelişmelerden bir tanesi bu siteyi keşfetmek oldu, emeği geçen tüm yazar ve yorum yapanlara teşekkürler.

    Yazıya dönecek olursak, açıkçası çözümsüzlüğü tüm topluma çözüm olarak dayatan bir zihniyetin bu konudaki ısrarı barışı sağlamayı güçleştiriyor. Elbetteki bu meseleyi çıkmaza sokan tek taraflı bir düşüncenin sahipleri değil, maalesef birbirini besleyen düşünceler olarak karşımıza çıkan neo-faşist bir kesim var. Bu kitlenin gücünün kırılması için öncelikle tüm barış yanlılarının güçlerini birleştirmeleri gerekiyor. Unutmamız gereken en önemli şey barış BDP’ye rağmen gelmez, BDP bir realitedir ve bu barışın muhatabıdır. BDP’yi küçümseyen ve onu tekil davranışlara zorlayan bir medya ve siyaset kurumu var, şöyle ki BDP’li bir vekilin polis tarafından ayağının kırılması haber değeri taşımazken, vekilin polise tokat atması haftalarca ekranlardadır ve bu BDP’ye bir tepki olarak değil Kürtlere bir tepki olarak sokağa yansır. Elbetteki BDP’li vekilin yaptığı kabul edilemez ve bunun karşılığı neyse verecek olan adalet terazisi olmalı (gerçi terazi hep bozuk ama ne yapalım), medyanın linç kampanyası sokaklarda rahatlıkla can bulabiliyor. Sİyaset kurumunda da maalesef aynı durum sözkonusu ki bence bu da en az medya kadar tehlikeli. MHP ve CHP statükonun gece bekçiliğine soyunurken, maalesef gündüz bekçiliğine de zaman zaman AK Parti bürünebilmektedir. Siyasetçilerin toplumun öğretmenleri olduğu düşünülürse statükocu ve tek tipi benimseyip koruyuculuğuna soyunan bir toplumun varlık sebebi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Kürt sorunun asıl çözümü bana göre Kürtçe’nin üzerindeki her türlü baskının kaldırılıp yasal bir statüye kavuşturulmasıyla olur ki bu da anadilde eğitimle olabilir ve bunun sağlanması içinde hükümetin bir an önce Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’ndeki anadilde eğitimle ilgili şerhi kaldırmalıdır. İkinci adım kimseyi onursuzlaştırmadan bir genel af çıkarılmalıdır ki bunun yanında dağdaki silahlı güçlerin rehabiletesini mutlaka göz önünde bulundurmak lazım. Üçüncü adım ise yerel yönetimlerin bir takım güçlerinin artırılması olmalıdır, düşünün ki bir valinin izni olmadan bir belediye başkanı şehir dışına dahi çıkamıyor, bu mudur atanmışların seçilmişlere saygısı, bu mudur milletin egemenliği? Dördüncü olarak genel seçim barajı kaldırılıp yerine il barajının getirilmesi gerekir, çoğunlukçu değil çoğulcu bir meclis sistemine geçilmeli. Beşinci olarak, eğitim sistemindeki ırkçı her türlü ifade çıkarılmalıdır, her sabah varlığını Türk’lerin varlığına adamaya ant içen diğer halkların çocuklarına zorla ant içirtmek ayıptır, günahtır. Şunu da bilmemiz lazım ki insanlar dana değil, ne tek başına ekonomik değerlerle vardır ne de tek başına kültürel değerlerle bir bütünlük içinde yaklaşılmalı, yani ben hizmeti götürdüm bunlar daha ne istiyor diyen zihniyetle sorun çözülmez daha da derinleşir. Mutlaka eksik gördüğüm bir takım noktalar vardır ama şimdilik aklıma gelenler bunlar.

    Barış er ya da geç gelecektir ama unutmamamız gereken birşey varsa ne kadar geç gelirse o kadar kaybedeceğiz o yüzden barış için her alanda pes etmeden çalışmalı en muhalifleri bile yola getirmeliyiz. Çünkü gerçektende hiçbir toprak bir candan daha kutsal değildir.

    Saygılarımla

  17. Yazan:Karadenizli Tarih: Eki 20, 2011 | Reply

    Selamlar,
    Karadeniz Teknik Üniversitesinde bir dergi çıkarıyoruz. Bu güzel yazıyı paylaşmak isteriz. Müsade eder misiniz?

    Hürmetlerimizle

  18. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Eki 21, 2011 | Reply

    Teşekkürler Karadenizli

    Mehmet Yılmaz abim daha iyisini bilir elbette ama benim için bir mahsuru yok 🙂

    Derin düşünce sitesinden alınmıştır gibi sitemizi tanıtıcı bir not düşülürse daha şık olur sanırım.

    Sevgilerimle…

  19. Yazan:MY Tarih: Eki 21, 2011 | Reply

    Selam Karadenizli,

    internet siteleri sordugu zaman ufak bir alinti yapmalarini ve aktif link vermelerini rica ediyoruz. Kagit dergi ise elbette tamamini alabilirsiniz. Yazarin ve sitenin adini eklemeyi unutmayin, muhabbetle

  20. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Eki 21, 2011 | Reply

    Son yorumlar bölümünde gelen yeni iletiler sayesinde yazıyı bir kez daha okuma fırsatı buldum bugün. Ne kadar acı verici değil mi? İki sene önceki o umut dolu iklimden nerelere geldik. Doğrusu çözüme ve barışa bugüne oranla daha yakın olduğumuz günlerde yazılmış bu ve benzer yazılara denk geldikçe sanki bir aile albümünden eski hatıralara iç burukluğuyla bakar gibi hisediyorum. Elimde olmayarak iç çekişler geliyor ardı ardına. Hayıflanmamak elde mi ki. Ocaklara ateş düşüyor, gencecik evlatlarımızı yitiriyoruz. Ve dahası yeşeren umutlarımız bir bir sönüp yok oluyor.
    Sevgili Mehmet bey kardeşim, biliyorum yeise kapılmak doğru değil. Fakat ne çare ki barış ve kardeşlik umutlarımıza son olaylarla bir kez daha şivan düştü. Söyleyecek söz bulamıyorum. Söze mecal kalmadı, acımız büyük ve derin. Sadece siz muhterem kardeşimle dertleşmek, acımı paylaşmak istedim. Buna gerçekten ihtiyacım vardı. Cenabı Allah bu zor günlerimizde hepimize sabır ve metanet versin.
    Selam ve sevgilerimle.

  21. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Eki 24, 2011 | Reply

    Aziz Beyim (Sevgili Abim)

    Yoğunluğumdan dolayı geç cevabım için özür dilerim.

    Malesef öyle ve duygularınızdan öylesine samimiyet ve hüzün akıyor ki inanın çok duygulandım. Acımız ortak elbette lakin benim hala ümidim var…

    Zaten bu saldırıları Kürt kardeşlerimize maletmek ve onları hedef tahtasına koymak en büyük yanlış olur. Kaldı ki şehitlerin arasında “Kürt Mehmetçikler”de vardı. Dün de vardı. Bugün de var. Ve korkarım bu ateş daha çok yakacağa benzer. Zira MY abimin dediği gibi, Kürtler sırt çevirse bile PKK hala ayakta kalabilir.

    Ancak bunun panzehiri kanaatimce herşeye rağmen demokratikleşme (açılım) sürecine devam etmektir. Biliyorum, şu sıralar ‘bu iş demokrasiyle, hukukla olmaz’ diyenlerin sesi çok gür çıkacak ve bu sesler kamuoyunda da yer yer destek de görecektir. Onlara 1990’ları hatırlatmalıyız, faili meçhullerin ‘devlet politikası’ olarak uygulandığı yılları…

    Terörle mücadelede artık şu meselenin iyice anlaşılması gerekiyor. Hukuk dışı yollarla sonuç almak imkansız. 90 lı yıllarda bu yapıldı ve PKK yı malesef toplumsallaştırdı.

    Ancak devlet dönüştükçe, PKK’nın rahatsızlığı arttı, çözüm yaklaştıkça saldırganlığı azdı. Sanırım bu saldırılar dönüşümü sabote etmeye yönelik. Zira köy boşaltan, şüpheli kürtleri öldüren, kürtçeyi yasaklayan eski devletin geri dönmesini istiyorlar. Tek umutları bu, zira böyle bir devlette destek toplamak elbette kolay olacaktır.

    Elhasıl Aziz Beyim, açılım ya da dönüşüm devam ettikçe ben hep ümitli olacağım 🙂

    Samimi duygularınız için teşekkürler
    En derin sevgilerimle…

  22. Yazan:Duran Tarih: Kas 14, 2011 | Reply

    Gercekten guzel bir yazi, tespitler yerinde. bazi yorumcularin duygusal davrandiklarini gormek sasirtici. bu duygusallik yuzunden cozulemiyor bu mesele. ayrica IRA, ETA gibi tecrubeler… Evet, bunlardan yararlanmak iyi fikir. Ama ne olup bittigini anlamadan, kes-yapistir yapilacak bir cozum yok. Son olarak bu sozlerimi deztekleyecek bir soylesi tavsiye etmek arzusundayim:

    “Powell, İngiliz hükümeti İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu (IRA) ile barış görüşmeleri için masaya oturduğunda sorunun çözümündeki kilit isimlerden biriydi. İngiltere’nin eski Başbakanı Tony Blair’in sağ kolu olan ve 10 yıl boyunca (1997-2007) Blair’in danışmanlığını yapan 55 yaşındaki Powell, A.A muhabirine Kuzey İrlanda sorununu çözerken edindikleri tecrübeleri anlattı. ” KAYNAK

  23. Yazan:Bozkurtlar ile PKK'nın farkı ne? Tarih: Kas 16, 2011 | Reply

    Bozkurtlar ile PKK’nın farkı ne? Cenazeye bile saygıları yok. Camilerde slogan, bayrak, bilmem ne… zannedersein milli maç …

    al iste bunu da Taraf yazmis:

    “Kocaeli’nde ‘Kartepe’ isimli deniz otobüsünü kaçıran ve düzenlenen operasyonda yaşamını yitiren PKK’lı Mensur Güzel’in cenaze töreninde olaylar çıktı. Güzel’in annesi Sitiye Güzel, polisle çatışan göstericilere adeta yalvararak “Kurban olayım bırakın, tek isteğim oğlumu toprağa vermek” dedi.”

    http://taraf.com.tr/haber/birakin-oglumu-gomeyim.htm

  24. Yazan:HÜLYA Tarih: May 24, 2012 | Reply

    Eşkiyalığın devlet eliyle imal ettiği düşüncesine İngiliz bir tarihçinin tespitleri ile fark etmiştim. Dersim Katliamı ve Seyit Rıza ile ilgili yaptığı şu tesbit hala hafızamda :”Dilini bilmediği halkın dilini öğrenmek yerine, kendi dilini bilenlerle işbirliği içinde olmak…feodalizmi yaratan buydu!”

  25. Yazan:mermeydan Tarih: May 25, 2012 | Reply

    Kurulmuş oyuncaklar, mekanizmalarına uygun ve kuruldukları sürece hareket edebilirler. Halkın istekleri yönlendirilebilir. İsteklerimiz başkalarının isteklerinden sıyrılıp saf halini bulmalı.

  1. 1 Trackback(s)

  2. Eki 13, 2010: Milliyetçilik savunulmalı mı? : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin