RSS Feed for This Post

Baba ve dağlar

Babam çok hasta.

Geçen perşembe 4 günlüğüne ailemi görmek için Türkiye’ye gittim. Yılmaz ailesinde yürekler dağlanıyor bir zamandır. Ama aile bu imtihandan güçlenerek çıkıyor. Maddî ve gayrı maddî imkânlar seferber. Fertler kenetlenmiş. Dirayetle hayatı muhafaza etmek için çabalayan ablam, annem ve dayım 24 saat uyumadan yemeyen hastaya yediriyor, içmeyen hastaya içiriyor.

“Şaşırtıcı” olan şu ki aynı aile fertleri tevekkül ile ölümü de misafir etmişler kalplerinde. Yüzlerde Nûr. İstanbul’da ziyaret ettiğim dergâhlardaki dervişlerin yüzünde vardı bu Işık. Yanında Güneş ışığının bile pili bitmiş bir el feneri gibi sönükdurduğu o Işık’tan bahsediyorum.

Perşembe gece yarısı varıyorum eve. Kapıdan girer girmez “Bir aile bu kadar güzel olabilir” diyorum. Bir bilgenin, bilgeliğin eli değmiş bu eve.

Her biri 20 kg olan iki su bidonunu bir nefeste 3cü kata çıkartabilen, Erciyes dağı gibi babam hasta yatağında bir deri, bir kemik.

Babam rahat uyuyamıyor perşembe ve cuma gecesi. Birşeyler anlatmak istiyor, kalkmak istiyor. Kısa süreli hafızasını yok eden hastalık “gerçek” hayat ile babamın arasına camdan bir duvar örmüş. 5 dakika önce sorduğu sorulara verilen cevapları hatırlamıyor. Tekrar soruyor. Zaman dilimlenmiş, film karelerine bölünmüş, süre ve anlam oluşamıyor zihninde.

Cumartesi günü, uyku saatine yakın içimden geliyor, kulağına eğiliyorum, en sevdiğimiz şarkılardan birini söylüyorum:

“Aheste çek kürekleri, mehtab uyanmasın,

Bir alem-i hayale dalan ab uyanmasın”

 Şarkı bitince babam “Bravo! Güzel ses” diyor bir hakem ya da öğretmen edasıyla. Ne oldu? 2 dakikayı birleştirebildi mi zihninde? Şarkıyı duyabildi mi tek tek notaların yerine? “Güzel ses! Tekrar söyle!” diye emrediyor. İkinci bir kez söylüyorum.

“Aheste çek kürekleri, mehtab uyanmasın,

Bir alem-i hayale dalan ab uyanmasın”

 Eskiden güzel bir müzik dinlerken yaptığı gibi “keyifçi” bir ifade alıyor yüzü. Üçüncü seferi babamla beraber söylüyoruz. Sözler, makam… Herşey yerli yerinde. Birlikte şarkı söylediğimizi duyan annem ve ablam mutfaktan geliyorlar, gözleri yaşlı. Ben duruyorum. Babam durmaksızın kantolar ve eski şarkılarla devam ediyor:

“Bir bakış baktın, kalbimi yaktın,

Aşkın kemendini boynuma attın,

Canım fedadır senin yoluna,

Günahlarınsa benim boynuma,

Sen bir şahinsin, ben garip serçe,

Attın boynuma demir pençe”

 Bir kaç şarkının ardından Fuzulî’den beyitler okuyor, eksiksiz, hatasız:

“Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı

Felekler yandı âhımdan murâdım şem’i yanmaz mı

 Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan

Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı

 Şeb-i hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım

Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı

 Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su

Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı

 Gâmım pinhan tutardım ben dedîler yâre kıl rûşen

Desem ol bî-vefâ bilmem inanır mı inanmaz mı

 Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil

Beni tan eyleyen gafîl seni görgeç utanmaz mı

 Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır

Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı”

Ben onu teselli etmeye, moral vermeye gelmişken o beni teselli ediyor. Rahmetli dedemle şarkı söylediklerinde de çokmutlu olurdum. Bandırma’da balık tutup sattığımız yazlar geliyor aklıma. Hayatımın en güzel günlerinden biri bu gece. Babam hasta yatağında. 24 saatten az kalmış uçağımın kalkmasına. Dolu dolu geçen bir saat bir ömre bedelmiş. Hayat hem çok kısa hem de sonsuz uzunluktaymış. Şairler doğru söylermiş meğer, zamanın esnekliği sanat değil gerçeğin en çıplak haliymiş.

Dönüş yolum Alplerin üzerinden geçiyor. Uçağın penceresinden dağları seyrediyorum. Babam gibi dağları. Hiç yıkılmayacakmış gibi duran, dorukları dumanlı, karlı İsviçre Alpleri… “Yüce” dağlar… Amerikalı zenginler arasında moda olmuş, ölülerini yakıp İsviçre Alpleri üzerine uçaktan savuruyorlarmış. Dağlar bunun farkında mı? Dağlar kendilerini “yüce” bulurlar mı? Yoksa bu yücelik zahirî mi? Benim içimdeki bir şeyin yansıması mı?

Aşık Veysel olsaydı İsviçre Alpleri’ne nasıl seslenirdi? “Yüceliğiniz on para etmez, bu bendeki SONSUZ HAYAT olmasa!”

Hayata dair şeyler içinde kesinliği tartışılmaz olan tek şey belki de ölüm? Yaşadığımızdan şüphe edilebilir belki, bir düş, bir illüzyon olduğu iddia edilebilir. Ama ölüm öyle gerçek, öyle mutlak ki.

Çengelköy’de tanıdığım bir zât evlâdının ölümünden bahsetmişti bana. “ALLAH verdi, ALLAH aldı” demişti. O mertebede bir insanın bile gözlerinde yaş vardı ölen evlâdından bahsederken. Izdırapların yüreğimizi dağlaması bir benzetme değil. Uçağın penceresinden dağları ve babamı seyrederken kalbimde çok yakıcı bir sıcaklık hissettim. Eğer o anda beynimin “fotoğrafı” çekilebilseydi sol göğsüme kızgın bir ütü bastırıldığını, etimin gerçekten yandığını söyleyebilirdi doktorlar.

Izdıraplar belli bir noktadan sonra insanı ALLAH’a yaklaştırıyor. Belki ışığa yaklaştıkça yanan, kül olan pervaneler de bu yaklaşmanın rumuzudur? Yardım dileyecek kimseniz kalmadığında öyle bir kül oluyorsunuz ki, öyle samimi, öyle safça, öyle çocukça dua ediyorsunuz ki bir kaç dakikalığına olsa bile çocukken kaybettiğiniz masumiyeti yakalıyorsunuz. Yanıp kül olan kalpten geriye kalan “ben” bu dünyanın ızdırapları için O’na hamd edecek noktaya geliyor.

 Gerçekten şifa verecek, hayat verecek, ölüm verecek kim? Mutlak merhamet sahibi kim? O’na dönüyorsunuz yüzünüzü.

Bütün su damlaları bir gün Okyanus’a döner. Izdıraplı günler Okyanus kıyılarına yaklaştığımız, yosun kokusunu, martı sesini duyduğumuz günlerdir…

Hamdolsun, hamdolsun, bin kere hamdolsun.

Bu mübarek günlerde babam için, benim için, ailem için, bu yazıyı okuyan gözlerin sahipleri için, İslâm alemi için ve bütün İnsan’lık için dua edin.

“Mehmet, ALLAH’a inanmıyorum ama inanabilmeyi çok isterdim” diyen bir sürü arkadaşım var. Araf ve Maide gibi surelerde işaret edilen bahtsızları da unutmayın. Gözlerin önündeki perdelerin kalkması için dua edin.

ALLAH Okuyanlardan, dua edenlerden razı olsun.

.

 

… E-kitap okumak için…

 

yitikSoyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Kürtlerin Tarihi Üzerine

kapak_kurt-tarihi-uzerine80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.

Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!

kapak_Tiryandafilya“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın  raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”

Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.

 

kitap tanitan kitap 5Kitap tanıtan kitap 5

İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.

hamza_yusuf Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:

  • Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reformkonulu konferans,
  • Yine  Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)

Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.

Organik dinimi geri istiyorum 

organik_dinimi_geri_istiyorum - kcBilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”.

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.

Banka Ordudan Tehlikelidir!

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 27 Ekim 2013)

Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor: Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar? Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?  Buradan indirebilirsiniz.

 

Trackback URL

  1. 21 Yorum

  2. Yazan:BetuL Tarih: Eyl 4, 2009 | Reply

    Allah sizden de razi olsun, babanizdan da, hastaya bakan ailenizden de. Sifa versin, sabir versin insaallah.

  3. Yazan:eg Tarih: Eyl 4, 2009 | Reply

    Allah şifa versin Mehmet. Hayatı olduğu gibi ölümü de bir hediye gibi kabul edebilmek büyük insanın göstergesidir. İnşallah baban en kısa sürede eski sağlığına kavuşur. Dualarımız babana da olacak inşallah. Yazıyı okurken içim yandı bir taraftan, kendimi senin yerine koydum. Bir taraftan da imanı sağlam bir insanın (insanların) nasıl da farklılık yaratabileceğini gösteren bir yazı olduğu için bir ferahlık da verdi yazı. Allah acil şifa versin ve yine babanla daha uzun yıllar “aheste çek kürekleri” diyebilmen dileğiyle. Dua ile…

  4. Yazan:cb Tarih: Eyl 4, 2009 | Reply

    Mehmet bey,

    çok uzun zamandır okuduğum en güzel yazıydı,hem okudum hem ağladım,nasıl içten nasıl samimi ve nasıl içini gösterebilecek kadar şeffaf.bir yazıya hiç göle düşmez mi?İnsan ilişkilerinden çıkarttığınız derin anlamları çok etkileyici buluyorum,bunu daha önce de yapmıştınız ‘ben istemiyorum,canım istiyor’ ayrımında.

    Erkek çocuklarının evin erkeğini model aldığını bilsekte bunu gözlemliyor olmak çok daha etkiliyor insanı,dindar bir aileden olmayan 10 yaşındaki erkek kuzenim bir süredir bizde kalıyor,babası ve annesi namaz kılmıyor,bugün erkek kardeşimi namaz kılarken görünce ben de namaz kılacağım dedi,abisi ona namaz kılmayı öğretiyordu,kimse namaz kıl demedi ona birini gördü ve onun yaptığını yapmak istedi,çocuklardan evlatlardan çıkan bu güzellik onların model aldığı insanlardan geliyor bence,ben bu yazıyı okurken ‘dağlar gibi babanızın’ size yansımış suretini gördüm,sağlam bir babadan hayırlı bir evlat okudum ben bu yazıda.

    Allah şifa versin,Allah sabır versin,dua ile…

  5. Yazan:MB Tarih: Eyl 4, 2009 | Reply

    Mehmet Abi

    Bu yazı bizim de sol göğsümüze ütü bastı. Kendi derdine yanamadan, başkalarının dertlerine yanmak…En acılı anında dahi, hikmet ve hakikatı haykırmak… Yaşamaktan çok yaşatmayı hedef almış bir mümin duruşu…

    Sizden öğreneceğimiz çok şey var Mehmet Abi.

    Allah, sizden ve sizin gibi evlat yetiştirmiş o güzel babadan, ailenizden razı olsun.

    Rabbim sabır ve şifalar versin.
    Dualarımız sizinle.

  6. Yazan:arif Tarih: Eyl 4, 2009 | Reply

    Mehmet bey, Allah hastanıza şifa versin. Size ve bakanlarına sabırlar versin. Al Allahım emanetini diyen babacığımı hatırladım yazınızı okuyunca. Başucunda beklerken imanlı adam tevekkülünün ne demek olduğunu yaşayarak görmüştüm. Allah selamet versin.

  7. Yazan:özlem Tarih: Eyl 4, 2009 | Reply

    Alzeimer çok garip bir hastalık; en alim olduğunu gördüğünüz insanların en cahil, en güçlü olduğunu gördüğünüz insanların en aciz, en zalimlerin en muhtaç hallerini görüp şaşıp şaşıp kalıyorsunuz. Anneniz babanız adeta bir çocuk bebek gibi oluyor. Bir zamanlar en ufak bir necaset ihtimaline karşı saatlerce ortalığı şartlayan şurtlayan kıyameti koparanlar bir bakmışsınız dışkılarıyla oynamaya başlamış, hafızasının gücü ile sizi şaşırtanlar oğlunun kızının adını dahi hatırlamaz olmuş. Bütün bir hayatın kavgası gürültüsü,muhabbeti, sohbeti bitivermiş, geriye sadece şaşkın bakışlar ve yüzlerce defa tekrarlanan soru cümleleri kalmış. Çok acı ve ibret verici bir tecrübe. En az ölüm kadar.
    Ben benliği ile böbürlenen, kibirli insanları iki şeye yakinen şahit kılmak isterdim tedavi babından. Birisi alzeimer hastalığı diğeri ölüm anı. Diyeceksiniz ki ne çare kimi insanlar bunları çok iyi tecrübe etseler de hayatlarında kıymık kadar değişim olmuyor. O da benim için bir muamma tabi.

    Mehmet Bey allah şifa versin ,sizin ve yakınlarınızın sabrını,ecrini ve tevekkülünü arttırsın inşallah. Allah yardımcınız olsun.

  8. Yazan:muhammet ikbal Tarih: Eyl 4, 2009 | Reply

    abi geçmiş olsun, Allah şifa versin. çok güzel yazıydı Allah sizden razı olsun. inşallah babanız tez zamanda sağlığına kavuşur.
    sabırla…

  9. Yazan:ahmet medeni Tarih: Eyl 5, 2009 | Reply

    Mehmet Bey, öncelikle geçmiş olsun, Allah(C.C) şifa versin.. Ve dahi, dualarımız hastalığın ve inancın farkında olanlar için, ötesi:İmana en yakın olanlar için..Yürekli olmayı bilirdik ama, yüreğinden geçenleri adeta hüzzam bir beste gibi okuyanları az biliriz.. Dağlar ve baba benzetmesi müthiş..selam ve dualarımızla..

  10. Yazan:Çiçekli nevresim Tarih: Eyl 5, 2009 | Reply

    canım,kanım,herşeyim,yazını okurken boğazıma bir yumruk takıldı çıkmadı çıkamadı öylece kaldı. Yorumları okurken yumruk nihayet yaşlara dönüştü babamıza ve ailemize dua eden herkesten Allah razı olsun .Allah senin aklını,gönlünü kalemini daim etsin canım kardeşim.Dağlara da inmek için çıkılmaz mı?

  11. Yazan:bora Tarih: Eyl 5, 2009 | Reply

    Allah babanıza şifa versin Mehmet bey, sizlere de sabrı cemil dilerim. eğer ölüm kaçınılmaz ise Allah kolay ve güzel ölüm nasib etsin inşallah.

  12. Yazan:MY Tarih: Eyl 5, 2009 | Reply

    eyv. Paris yakinlarindaki Vincennes banliyösünde yasarken bir doktorum vardi, Dr. Brager. Bu insan sizin dertlerinizi dinlerken yüzünden sizi anladigi ve sizin için üzüldügü anlasilirdi. ilaç yazip eve döndükten sonra telefon edip halimizi sordugu bile olurdu. Dr Brager ile 15 dakika geçirdikten sonra hastaligin yarisi yok olurdu adeta. insan tedavi olmaktan çok ANLASILMAK ihtiyaci içinde.

    Dr Brager’den sonra çok doktor tanidim. Mekanisyen doktorlardi bunlar. Dertlerinizi ufak parçalar haline bölüp “semptom – belirti” seklindeki problemleri ilaçla çözmeye çalisirlardi. Araba tamircileri gibi düsünürlerdi.

    Oysa bir fikra açiklandigi zaman komik olmadigi gibi bir IZDIRAP da parçalara bölündügü zaman anlasilmaz. ALLAH bizi böyle yaratmis. Birimizin derdi ötekinin kalbine akabiliyor. Beni anlayarak bana SONSUZ bir iyilik yapan dostlara tesekkür ediyorum. Bunun biyolojik ya da kimyasal bir açiklamasi yok.

    Hamdediyorum sizin gibi kardeslerim oldugu için 🙂

  13. Yazan:NUSRET Tarih: Eyl 6, 2009 | Reply

    çok çok geçmiş olsun ALLAH ACİL ŞİFALAR versin… bakanlarada hz.EYÜP pygmbrzn sabrından versin rabbim… yasınızdanda ALLAH razı olsunnn…

  14. Yazan:rafet günay Tarih: Eyl 6, 2009 | Reply

    Ölmek, şeker gibi tatlı bir şey, canı sen aldıktan sonra, seninle olunca da tatlı, candan da tatlıdır, ölüm.”

    Vuslat ve ölümsüzlük meselesi, ruhun manevi tekamülüyle doğru orantılıdır. Bunun ilkesi aşktır. Bu ilkeyi kendinde gerçekleştirenler, gerçek ve ölümsüz varlığa aşık olan kişilerdir. Ölüm onlar için bir vuslattır. Kavuşmadır, seven ve sevilenin kavuşmasıdır. Gerçek saadet bu kavuşmada elde edilir. Ayrılığın sonu, Tevhid’in sırrı ve ebedi oluşun özü buradadır. Bu manada ölmek, ebediyyen yaşamaktır.

    Bu mana da mehmet Bey size ve ailenize acil sabırlar diliyorum…

    “Ölüm en güzel sey,budur perde ardından haber
    Hiç güzel olmasaydı ölürmüydü peygamber”

  15. Yazan:ben Tarih: Eyl 6, 2009 | Reply

    bu yazıyı ben mi yazdım diye düşündüm bir an..
    Allah acil şifalar versin babanıza.. Size ve diğer yakınlarına da sabır ve dayanma gücü…
    amin..

  16. Yazan:alişan Tarih: Eyl 7, 2009 | Reply

    Allah şifa versin çok geçmiş olsun.

  17. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eyl 7, 2009 | Reply

    Elhamdülillahi ala din’il islam ve’l kemal’il iman. Güçlü imanın güzelliği her satırından fışkırıyor. Suat’ta da vardı aynısı. Ameliyata girerken “Bizim imanımız var, başkaları gibi değiliz” derken o güçlü imanı hissettiriyordu. Hayat bizi sevkediyor; acılar, sevinçler, türlü türlü imtihanlar olgunlaştırıyor. Hayatımda ilk ölümle karşılaştığım gün, ilk maaşımla halamlara baklavayla gittiğim gündü. Amcamın vefatını öğrendiğimde kollarım boşalmış, kapı eşiğine yığılıp kalmıştım.
    Kayınpederimin vefatı da ikinci büyük sadmeydi. Bir odada naaşıyla birlikteydim. İlk defa bir ölüyle bu denli yakındım. Cenaze işlemleri için nüfus cüzdanı gerekiyordu ve o masanın üzerinde ben onun naaşını elliyor, tüm ceplerine elimi sokuyor, çantasını karıştırıyordum. Çantasında hep yanında taşıdığı kayısı kuruları, kuru yemişler, mendili bana o kadar çok hayale bir anda flash-back yaptırıyordu ki; hayat nedir, ölüm ne demektir o kısacık zamanda anlıyorsun.
    Babam hayatta henüz. Ama yaşlandı. Artık evden dışarı çıkmak istemiyor. Belki 5 yaşımdan beri anne babamdan nasıl ayrılacağımı düşünüyorum.
    Ama oluyor işte, bir anda beklediğin gerçek oluyor ve sabr ediyorsun, böylece pişiyorsun.
    Allah imanla ölüm versin hepimize. Gerisi boş. Kalan da çok kalmıyor çünkü. Herkes kendi yolluğunu hazırlamalı.

  18. Yazan:Alper Tarih: Eyl 7, 2009 | Reply

    Allah şifa versin, er geç hepimizin başına gelecek bunlar, hem oğul hem belki baba olarak. Çok temizkalpli bir insanın yazısı, geçmiş olsun.

  19. Yazan:SQ Tarih: Eyl 7, 2009 | Reply

    Geçmiş olsun, en iyi dileklerimle Mehmet bey.

  20. Yazan:ruhan Tarih: Eyl 8, 2009 | Reply

    MEHMET BEY,
    BABANIZLA İLGİLİ YAZINIZI OKURKEN GÖZYAŞLARIMI TUTAMADIM.TAM BİR EREK EVLAT KORUMASI VE VEKARI İÇİNDESİNİZ.BİR BABA ANCAK BU KADAR ANLAMLI, ABARTISIZ VE YÜCE DUYGULARLA İFADE EDİLEBİLİR.O ANNE VE BABAYA NE MUTLU Kİ SİZİN GİBİ BİR EVLAT YETİŞTİREBİLMİŞLER
    DUYGULARINIZI BU KADAR DERİN ANLATABİLDİĞİNİZE GÖRE ONU ÇOK SEVİYORSUNUZ DEMEK !TAHMİNİMDE YANILMIYORSAM SİZ DE MÜKEMMEL BİR BABASINIZ.DAĞLAR KENDİSİNE BENZER DAĞLAR DOĞURUR.SİZİ BEN DE ULU BİR DAĞA BENZETTİM .RESİMLER DE AYRICA DERİN ANLAMLAR TAŞIYOR….

  21. Yazan:s ç Tarih: Eyl 9, 2009 | Reply

    Mehmet Bey,
    Bir hastane nöbeti sonrası okuyorum yazınızı.Nöroloji servisinde envai çeşit hastalık ve bir o kadar da hastalığa, hayata,ölüme,varlığa, yokluğa bakış açısına tanıklık ettikten sonra yazınız yarama merhem kıvamında.Sağolun demek geldi içimden, sağlıkla kalın..
    Rabbim basiretinizi, metanetinizi sabrınızı artısın.Sizin ve ailenizin göğsüne genişlik hastanıza da acil şifa versin..

  22. Yazan:Notdefteri Tarih: Nis 7, 2017 | Reply

    “Bir aile bu kadar güzel olabilir” diyorum. Bir bilgenin, bilgeliğin eli değmiş bu eve.

    Aile bu kadar güzel, duygulu ki o ailenin yetiştirdiği evlattan bu kelimeler dökülüyor. Kalemi kırmıyor sözü yormuyor duyguyu en içten hissettiriyorsunuz.

    Ölüme gelince كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ ثُمَّ إِلَيْنَا تُرْجَعُونَ ﴿٥٧﴾
    Kullu nefsin zâikatul mevti summe ileynâ turceûn(turceûne). “Her nefis, ölümü tadacak, sonra döndürülüp bize getirileceksiniz” Ankebût Sûresi aslında gerçekliği tüm çıplaklığı ile gözlerimizin önüne seriyor. Rabbim pederinize acil şifalar ihsan eylesin.

  1. 2 Trackback(s)

  2. Kas 10, 2009: Ne yani? Ben de mi? : Derin Düşünce
  3. Mar 16, 2010: Sanat’ta Ayrıntı (3): Tenzîh ve Teşbîh : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin