Dücane Cündioğlu’nun Elif Şafak Eleştirileri Üzerine
By eg on Eyl 5, 2009 in edebiyat, Tasavvuf
Vahiyle insan arasındaki ilişkiyi, okyanusla, o okyanusun suyundan elindeki maşrapası nispetinde nasiplenmeye çalışan bir insanın ilişkisine benzetirim. Sonsuz bir büyüklük ve derinlikteki vahiy ile insanın, akıl, takvanın büyüklüğü ve nefsle ilişki nispetinde kuracağı bu ilişki, her zaman için insan ile vahiy bağını biricik yapar. Bu biriciklik sadece her insan teki için değil, aynı zamanda aynı insanın hayatı içindeki değişik zamanlar için de geçerlidir. Gün gelir bir ayet sizinle farklı bir dilde, farklı bir derinlikte konuşur ve belki tam da o anda ihtiyaç duyduğunuz bir cevabı verir.
Dücane Cündioğlu’nun, Elif Şafak’ın “Aşk” romanını eleştirdiği yazılarını okurken gayri ihtiyari aklıma bir ayet takılıp durdu. Nisa Sûresi 136. Ayette, “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab’a, ve daha önce indirdiği kitaba iman edin…” buyruluyordu. Bu ayet, iman edenlere hitaben “iman ediniz” deyip bu imanın niteliğiyle ilgili şeyler söylüyor. Zaten iman etmiş bir insana Allah neden tekrar tekrar “iman ediniz” diyordu?
İslam tasavvufunun İslam dininin irfanına yolculuk olduğunu düşünen birisi olarak, tasavvufun, insan için “öteki” ile kurulacak ilişkinin mahiyetini belirlemek açısından en sahici yol göstericilerden birisi olduğunu düşünüyorum. Yukarıda alıntıladığım ayet bugünlerde benimle “konuşurken”, iman etmenin statik bir dogma olmadığını, ama dinamik bir bitimsiz takva yolculuğu olduğunu anlamaya başlıyorum. Bulunduğumuz noktanın nihai nokta olmadığının, ama her daim yeni bir basamak, yeni bir katman ve iman aşaması olduğunun farkına varıyorum. Her ayet insanla biricik bir ilişki kurar demiştik ya, bu ayet de Cündioğlu’nun yazdığı yazıyla ilişkili bir yol gösterici oluyor benim için. Eleştirinin sınırlarının nasıl konulması gerektiğinin, kendimizle ilgimiz nispetinde belirlendiğini düşünüyorum ayeti her okuyuşumda.
Bilgisi okyanusta birkaç damlayı geçmeyen insanlar olarak, imanımızla da ilişkimiz, her daim yenilenmek ve gelişip takvaya ulaşmak niyetli olması gerekiyorsa şayet, o zaman bulunduğumuz noktadan başkalarının niyetlerini ya da imanlarını eleştirme ya da “belirleme” hakkımız nasıl olur?
İslam’ın irfan boyutu ya da Tasavvuf bize kendi “ontolojik” yerimizi bildiren bir ayna değil midir aynı zamanda? Bir taraftan varlıkla ilişkisi açısından yerini bilen, öte tarafta ise “Eşref-i Mahlûkat” olan insan, sırf bu bilgiden hareketle bile, hem bilgi, hem de iman açısından yetersizliğini bilmek kabiliyetinde olan bir varlıktır. İnsanın ontolojik olarak yerini bilmesi, onun kendi yerini ne aşırı abartacağı bir ifrata, ne de kendisini aşırı küçük düşüreceği tefrite izin vermez. Tam tersi, kendi yolculuğunun “Ahsen-i Takvîm” ile “Esfel-i Sâfilîn” arasında olduğunu bilen bir varlık olarak, ne kibre kapılır, ne de aşağılık kompleksine. Çünkü bilir ki bu yolda, kendisinden daha fazla “Ahsen-i Takvîm”e yakın olanlar olduğu gibi, kendisinden çok daha uzaklar da olabilir. İşte tam da bu bilinç insana ontolojik tevazû diye adlandırdığım, tek hakiki olan tevazuu kazandırır.
İnsanın vahiyle kurduğu böyle bir dinamik ilişki, vahyin her daim yeniden açılımlanması demektir. Bu durum, vahiyle ilişkimizde, anlam olarak nihaî bir noktanın konmasını her daim geciktirir. Bu, anlam yokluğu demek değil, tam tersi, insanın, yerini ve kapasitelerinin sınırlarını bilmesinin gereği olan “benden daha iyi bilenler olabilir, benden daha iyi yaşayanlar olabilir” anlayışının getirdiği bir tevazuun sonucu olan bir durumdur.
Cündioğlu’nun, eleştirilerini ilk okuduğumda yazdıklarına hak vermiştim. Hatta, Elif Şafak’ın romanını ben de benzer kaygılarım olduğu için okumayı bile reddetmiştim. Tasavvufu, Mevlânâ ve Şems aracılığıyla bir tür ticarî meta haline döndürdüğü kanaatinde olduğum için roman bende okuma isteği uyandırmamıştı. Ancak Cündioğlu’nun yazılarını ikinci defa okuduğumda ve yukarıdaki ayetle birlikte tekrar düşündüğümde, başka görünüşlerin de olduğunun farkına vardım.
Ben de, bir zamanlar benzer bir biçimde “Mevlânâ: Aşkın Dansı” filmini eleştirmiştim. Nasıl ki insan, kendisini tanımak için “ötekine” ve hatta tüm varlığa bir ayna olarak ihtiyaç duyarsa, Cündioğlu’nun yazıları da eskide kalmış o yazımın yanlışlarını yüzüme vurdu. Zira eleştirilerin içeriği bilgi olarak haklı bile olsa, o eleştiriler, önemsenen irfanı örnekleyemezse anlamsız kalıyor.
Cündioğlu, haklı olarak tasavvufun meta haline getirilmesine karşı çıkıyor. Ancak, eleştirdiği kitabın tasavvufu araç haline getirmesine vurgu yaparken, İslam’ın irfan boyutuna büyük önem veren bir insan olarak, o irfanın örneklerini göstermekten imtina ediyor. Zira eleştiri, “yolda” bir noktada bulunan bir insanın, başka bir noktada bulunan bir insana tavsiyeleri ve yol göstermelerinden çok; yolu tamamlamış bir insanın, kötü niyetli olduğundan emin olunan bir insana yönelik aşağılamalarına dönüşmüş. Bu da, iki arada bir derede kalan tasavvufun, gerçek sahibini bulamadığı bir durum yaratmış. Hâlbuki İslam dininin irfanının sahibi Allah’tır denip, yapıcı eleştiriler yapmak çok daha doğru bir tasavvuf ehli davranışı olurdu.
Cündioğlu, Elif Şafak’ın kimi tezleriyle tartışırken, İslam hermeneutiğinden bahsediyor ve burada da benim anlayabildiğim kadarıyla şöyle bir kıstas belirliyor: Ancak bilginiz “tam” ise ve o dil konusunda “uzman” iseniz yorum yapabilirsiniz! Felsefi hermeneutik ile benim “ontolojik tevazu” adını verdiğim, “noktası konulmamışlık” arasında, birisi akıldan, diğeri irfandan kaynaklanmaları açısından temel farklılıklar da olsa bir benzerlik kurulabilir. Ancak ontolojik tevazu, insanın kendi tamamlanmamışlığının farkında olması demekse şayet, Cündioğlu da Elif Şafak’a bu tevazudan hareketle bakabilseydi, belki kendi bilgisinin de okyanusta birkaç damla olduğunun farkına varabilirdi gibime geliyor. Ontolojik tevazu sırf bu yüzden vahyin her daim insanla konuştuğunu bilmek demekken, aynı zamanda bilgiyle iktidar kurmayı ya da bilgiyle üzerimizde iktidar kurulmasını da reddetmek demektir.
Bu anlamda vahyin Elif Şafak ile de konuşabileceğini kabullenmek gereklidir diye düşünüyorum. Sanıyorum Cündioğlu’nun itirazlarının büyük çoğunluğu Elif Şafak ve onun gibi düşünen kimi insanların, modern dönemlerde bu tip “tasavvuf görüşleriyle” bilmeyenler üzerinde iktidar kurmaları tehditlerine yöneliktir. Ancak, eleştiri Elif Şafak’ın bilgiyle iktidar kurmasını reddederken, öte taraftan da İslam’ın irfanını örnekleyebilirdi diye düşünüyorum. Şu an durduğu yer bizim durduğumuz yerden yanlış görünebilir, ama herhalde bu yanlışlığı tartışmak, başka bir yanlış üretmekle ve savunduğumuz irfanda sınıfta kalırken bilgiye yaslanmakla olmamalıydı.
İktidar isteğine başka tür bir iktidar kurmaya çalışarak cevap vermeye çalışmak, üzerine titrediğimiz irfanın da elimizden gittikçe uzaklaşması demektir bence. Sanılmasın ki Cündioğlu’nu eleştirdim. Cündioğlu’nda kendi aynamı gördüm ve kendimi eleştirdim…
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…
”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”
Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.
Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.
Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …
Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan
Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın
51 Yorum
Yazan:cb Tarih: Eyl 5, 2009 | Reply
yazı buram buram Enver Gülşen kokuyor,imzasız okusam yazının sahibinin Enver bey olduğunu anlardım.Bence yazıda örnekleri verilerek işlenen konun derinliği vermek istediği alıntıladığım son paragraf ile pekişmiş,budur.
iki örnek Cündioğlu ve Şafak konusuna gelince bence üslup olarak iki tarafta ‘ hadsiz ‘,biri bunu çok sert bir eleştiri ile yapmış,diğeri tasavvuf menşeili bir dille ve oldukça nazikçe.Şafak harika bir romancı,nakış gibi işliyor kelimeleri çoğu kez tek iplik atlamadan ama AŞK başlığının altındaki kuruluk,bana oldukça kof geldi,zaten kitabı yarım bıraktım,altını dolduramayacağınız ‘tasavvuf ve aşk’ başlıklarının kullanılması ile altını dolduramayacağınız ‘eleştiri hakkı,kendini otorite görme,kabalaşma’ arasında şeklen değil ama içsel olarak çok fark göremiyorum.
Yazan:Suat Tarih: Eyl 5, 2009 | Reply
Hocam, elinize, zihninize saglik.
**
Cb hanima da tamamen katiliyorum.
Yazan:farukahmet Tarih: Eyl 5, 2009 | Reply
Enver Bey,
çok haklısınız. Ben eski bir Elif Şafak okuyucusuyum ama “Baba ve Piç” kitabından beri de okumamıştım. “Aşk”ı da, hem bir arkadaşımın çok sevmesiyle, hem de Mevlana/Şems konusu tam da Elif hanımın güzel işleyebileceği bir konu gibi geldiği için alıp okudum. Çok kötü bir kitap, bir hayalkırıklığı; ama o başka konu… asıl konu bence de Cündioğlu’nun bu lüzumsuz ve o arada bilgisiz agresifliği. “Bilgisiz”, çünkü Cündioğlu Şafak’ı “samimiyetsizlik”le suçluyor ki, bu bence kesinlikle haksızlık. “Yeteneksiz” denebilir, “bu kitapta kötü bir iş çıkarmış” denebilir, ama “samimiyetsiz”? Şafak’ın eski işlerini, konuşmalarını, yazılarını bilen birinin böyle bir şey diyebileceğini hiç sanmıyorum.
Yazan:delli Tarih: Eyl 5, 2009 | Reply
enver beyin yazısı tam yerin(d)e gelmiş. bence dücane cündioğlu’nun yazdıklarını eleştiri demek doğru değil. bilmem doğrumudur ama komplo teorisi diyorum. şunları buyurmuş:
“…resmen propaganda yapıyorsunuz! Ortak değerlerimizin içini boşaltmakla kalmıyor, o boşalan alana, sözümona aşk diye diye modernliğin en çiğ, en batıl inançlarını boca ediyorsunuz…”
***
“Bu bakış açısı tamamen ecnebi bir bakışaçısı. Amerikan akademizminin gazetecilik entalitesiyle atbaşı giden ritmine uygun bir projelendirme tarzı! Tipik toplum mühendisliği!
***
“… hadi tezini şimdilik bir kenara koyalım ama diğer çalışmalarında —verdiğimiz örneklerden de anlaşılacağı üzere— sürekli işbu ‘açık’ noktadan içeri sızmaya çalıştığını söyleyebiliriz. “
Yazan:MB Tarih: Eyl 5, 2009 | Reply
Bu muhteşem tespitleri tekrar yazmak istedim.
Ve yazıyı okurken satır satır tekrar okudum. Çok büyük ve derin sözler bunlar. Yüreğinize sağlık Enver Bey.
Tekrar teşekkürler.
Yazan:eg Tarih: Eyl 7, 2009 | Reply
olumlu, olumsuz eleştirilere teşekkürüm biraz gecikti. zira bugünlerde internete girmekte zorlanıyorum, ttnet problemlerinden dolayı. biraz gecikti ama kusuruma bakmayın. bu konunun üzerinde durulması ve genişletilmesi gereğini düşündüğüm için bu sıralar yazdığım hemen her şey bir daire üzerinde derinleşme amacı güdüyor. inşallah Allah utandırmaz…
Yazan:eg Tarih: Eyl 7, 2009 | Reply
yazı yeni şafak’ta yayımlandığı günün akşamı beni yeni şafak yorum sayfası editörü aradı ve yazının çok tepki aldığını söyledi. ben de olumlu ya da olumsuz hangisi diye sordum. o da “olumsuz” dedi. tepkiler, “bizim gazetemizde bizim yazarımıza nasıl çaktırırsınız” minvaline dolaşan eleştirilermiş. ben de cevaben “iyi işte bu yeni şafak için olumlu birşey olmalı. kendi yazarına ‘çaktırabiliyormuş” demek ki! dedim.
çok sevdiğim bir yazar dostum bu konuya şöyle bir yorum yaptı: “B
” gerçekten de böyle. demek ki yeni şafak cündioğlu’nun ve onu “bizim” görenlerin babasının çiftliği. milliyetçilikler de faşizmler de böyle çıkar ortaya gerçekten de!
şimdi ihl sözlük denen bir yerde benim yazımı dücane cündioğlu’na edilen ayıp gibi bir başlıkla değerlendiren bazı şeylere denk geldim. doğrusu dücane cündioğlu’nun fanatikleri olduğunu bilirim. eleştirileri tahmin ederek yazdım. ama haksızlık gördüğüm bir yerde susmak pek adetim değildir. fanatiklik fanatiği olunan insanları eleştirilmez kılabilir ve eleştirilince hemen saldırıya geçebilir insanlar. o ihl sözlük maddesinde benim dücane cündioğlu’na hakaret ettiğim bile söylenmiş. eh yani insanlar bu derece okudğunu anlamazsa ancak böyle bir yorumda bulunabilirler diyesim geliyor…
kaldı ki dücane cündioğlu linki verdiğim yazıda ad vermeden, üstü kapalı da olsa, sadece belki de muhatabının(burada ben oluyorum o muhatap) bilebileceği bir şekilde yapmış olduğum eleştiriyi anladığı imasını yapmış. doğrusu bence eleştiri yerine çok güzel ulaşmış. zira benim bu eleştiri yazımla (ve tarkovsky ile ilgili her daim yazdıklarımla ve stalker filmiyle ilgili kurduğum ilişkilerle) cündioğlu’nun yazısını arka arkaya parelel okursanız cündioğlu’nun neredeyse aynı yazıyı başka kavramlarla yazmış olduğunu görebilirsiniz diye düşünüyorum. bu da eleştirinin yerine ulaştığını gösteriyor bence.
cündioğlu’nun “eleştiriyi anladığını ve kabul ettiğini sandığım” yazısı
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/Default.aspx?i=18448&y=DucaneCundioglu
Yazan:eg Tarih: Eyl 8, 2009 | Reply
bu arada o ihl sözlük denen yerde birkaç kişi benim yazımın “yeni şafak’ın dücane cündioğlu’nu bitirme operasyonu” olduğundan, bazıları da benim bu yazıyı yazmak için birilerinden para almış olabileceğimden falan bahsetmişler…hatta bir yerde adamın birisi bu konuda yazı bile yazmış. yeni şafak’ı “yaptıklarından dolayı” özür dilemeye davet ediyor.
evet işte budur ekşi sözlük’ün “müslüman ” versiyonu ihl sözlük. işte budur bir kere üstüne çıkıp kaymaya başladığınızda en aşağı kadar düşülen kaydırak! insanlara iftira etmek, insanlara hakaret etmek çok kolay ihl ya da ekşi sözlüklerde…hayatında para ile ilişkisi hayatını idam ettirmek isteğinin ötesine hiç geçmemiş, her türlü mal mülk sahibi olmayı hayatı boyunca reddetmiş bir insan olarak böyle bir iftira ile karşılaşmak nasıl bir acı…benim cündioğlu’na ölçüsüz hakaret ettiğimden bahsetmiş “okuduğunu anlamaktan aciz goygoycu”. ama birilerini, birilerinin “paralı tetikçiliği” ile suçlamak hakarete girmiyor! ah bizim “müslümanlarımız” da böyle işte, alışmak lazım!
Yazan:hg Tarih: Eyl 8, 2009 | Reply
Eleştirinin bir yönü de tarihi kişiliklere aslında söylemedikleri sözlerin atfedilmiş olması. Roman esasen bir kurgudur. Roman kahramanlarınızı istediğiniz gibi kullanabilir, onlara istediğiniz şeyleri söyletebilirsiniz. Buna karşılık tarihi bir roman/yaşamış kişilere ilişkin bir roman yazıyorsanız, kahramanlarınıza aslında hiçbir zaman söylemedikleri/belki de söylemeyecekleri sözler söyletmek ne derece doğrudur?
Elif Şafak’a gösterilen tepkinin sert olması biraz da bu sebepten olsa gerek.
Yazan:cb Tarih: Eyl 8, 2009 | Reply
Enver bey selamlar,
henüz ihl sözlüğe girip konuya bakmadım önceliğim iftirakar rezil cümleler topluluğunu okumak değil sizin gibi değerli bir yazarın kendini ortaya koyan,anlamlı yazılarıdır,(örneğin,semaye karşıtlığınız,ikinci bir ev sahibi olmanın gereksizliği,ve daha bir sürü şey) ‘bağnaz’ kafalı,ezberci,komplo teoriciliğinin nirvanasında yaşanların zaten sizi anlayamayacağına inandığım için bahsi geçen sözlükçülük ile edepsizliği birbirine karıştırmış,2*2 = ? mantığından ileri gidememiş insanların savurduğu birkaç kirliliğin bir anlam ifade etmediğini de anlamanızı isterim.Bir İhl’li olarak utanç duydum,işte sırıtkan ‘mücahid abi’ taklitçiliği,net magazinine böyle işler,öteki mahallenin çocuklarının espiri (!) anlayışının taklitçiliğinde zan ve kul hakına yönelmişliğin farkında olamayan bir ihl’li cümlesi,çok yazık.
not:sözlükçü gibi yorum düştüğüm için üzgünüm lakin anlayacakları üslup budur fazlası değil.
Yazan:rüştü hacıoğlu Tarih: Eyl 8, 2009 | Reply
vicdan ve empati ilginç ikili; yansıtma ve örtü gibi.
Yazan:eg Tarih: Eyl 8, 2009 | Reply
cemile hanım,
eleştiriler yazının içeriğine yönelik değil. içeriğini beğenmeyebilir insan, ya da benim dücane cündioğlu’nda beğenmediğim gibi üslubunu… ama “bu yazıyı yeni şafak’ta yayımlamak dücane cündioğlu’na komplodur” demek ve üstelik bu komploya alet olanları (burada ben ve yeni şafak yorum sayfası editörü oluyor bunlar) birilerinin tetikçisi olarak suçlamak; insanları para almış olmakla itham etmek! yani eleştiri değil hakaret bunlar. kaldı ki yazıda da belirttiğim gibi yazı dücane’nin kimliğinde önce kendimi ve sonra tüm müslümanları tevazuya davet etmek amacıyla yazıldı. ha bu insanlar hakaret edecekler de ben onların hakaretini ciddiye mi alacağım? elbette hayır! kendinden emin olan, ruhunun ve kaleminin satılık olmadığını bilen herkes gibi ben de sadece gülüp geçiyorum bu küçüklüklere. ama aynen bütün modern kurumların “müslümancası” nasıl o kurumların düştüğü bataklara düşüyorsa, ihl sözlük de taklit ettiği diğer sözlüklerin batağına düşüyor. müslümanca bir “sözlük” hazırlamak demek ki “müslüman” bildiği birilerine eleştiri yapıldığında eleştiri yapanı tetikçilikle, para almakla suçlamak ve iftiralara yaslanmak demekmiş… adamın birisi maddede “
“dior. yani eleştirinin hası bir insanı diğerinden nefret ettirtebilme kapasitesiyle ölçülüyor demek ki! gerçi bu ihl sözlük yazarları muhtemelen lise öğrencisi çocuklar daha. ciddiye almak gerekir mi? sanmam; ama insan yine de üzülüyor.
Yazan:cb Tarih: Eyl 8, 2009 | Reply
Enver bey,
benim de yorumda yüksek perdeden girişimin nedeni o zaten yazı içeriğine elbet yorum yapılabilir ama bir komploculcuk üzerinden insanları rencide etmeye tahammülüm yok benim,büyük haksızlık.
hem o farz edelim lise öğrencisi olan çocuklar e biraz büyüğe saygıyıda bilsinler bir zahmet,savurmanın bir alemi yok,değil mi?
neyse geçmiş olsun siz aşinasınız artık böyle şeylere diyeceğim ama insan kem söze aşina olamıyor maalesef,bana da küyerel’de eski solcu,yeni sosyal demokrat bir erkek olduğum yönünde iltifatlar yağmıştı bir ara :))
Yazan:mustafasarp Tarih: Eyl 25, 2009 | Reply
samimiyet ciddiyet gerektirir değerli arkadaşlar…ciddiyetten uzak samimiyetlerin sonu ne ırakdır ne de hayırlı …
gerçekten samimi olsa idi Elif Şafak, dersine iyi çalışırdı, diline ve magazinine verdiği önem kadar, kitabının özü olduğunu iddia ettiği hususlarda da titiz davranırdı…
En başta bu içerikte bir kitabı ne ima ettiği açık olan o renkte basmazdı… Aşk şeriatı isminde diretir ve kitabının kahramanlarının ruhuna belkide en aykırı şeyi :’maddeyi’ kendinden uzağa iterdi…hülasa bu ve bunun nevindeki mevzularada kafa yoralım dostlar…
Yazan:mustafasarp Tarih: Eyl 25, 2009 | Reply
Hakiki samimiyet peşinde koşanlar, hakiki müminler gibi önce inansın, sonra aklını inandırsın; kendi fikirlerine meşru zemin yaratmak uğruna zülfiyare dokunmaya kalkmasın…Elif ablamın en büyük handikapı budur…
Yazan:Veysel Yenigül Tarih: Eyl 25, 2009 | Reply
Şahsım adına burada kimseyi yargılamak gibi bir niyertim yoktur. Dücane Cündioğlu’nun uslubu bazen fikirden kişisel yargılamaya dönüşse de, özü itibariyle yaptığı eleştirilerin geneline katlıyorum. Kadim değerler ve kavramların muhtevası ile modern düşünce kavramları aynileştirilemez. Elif şafak’ın modern bir dil içinde tasavvufu ve mevlanayı işlemesi, amaç ve tarihsel bağlam itibariyle isabet ettiği anlamına gelmiyor. Kaldı ki ”her şeyin araçsal kılındığı günümüz dünyası ölçüleri içinde bakıldığı vakit, Dücane cündioğlu gibi ilmi kadim referanslara derinden ve tutarlı sarılan insan sayısının nerdeyse kalmadığı gerçeğini de gözardı etmeyelim. Elif Şafak’ın kitabındaki tüm tasavufi motiflerin, simgelerin ve kavramların kadim ruhundan kopuk ve profan sahtekarlık hüviyeti taşıdığına ben de acizane katılmaktayım. Bu durum Yazar’ın bu niyet içinde olduğunun delili değil elbette, Metne yönelik bir tespit ve eleştiridir sözkonusu olan…Saygılarımla…
Yazan:Mehmet Aydın Demir Tarih: Eyl 25, 2009 | Reply
‘Mevlana…İslam Âleminin Shakespeare’i!’ ibaresi hiç kimseyi rahatsız etmiyor mu?
Hiç kimsenin mizahî yönüne hitap etmiyor mu?
Bu ibareyi okur okumaz aklınıza ‘Hagi…Karpatların Maradona’sı!’tanımlaması gelmiyor mu?
Şifo Mehmet’ten mi bahsediyoruz?
Yazan:eg Tarih: Eyl 25, 2009 | Reply
mehmet aydın demir kardeşim bakın herkes kendi kültürel alanından ötekine bakar. elif şafak “Mevlana…İslam Âleminin Shakespeare’i” sözünü söylemiş çünkü Shakespeare’nin en büyük olduğu bilgisinin default olarak kabul edildiği bir medeniyette yetişmiş. ama mesela goethe’nin kendisini “hafız’ın çırağı olabilecek kadar şiir yazabilseydim keşke” dediğini bilen bir medeniyet alanından yetişseydi, “shakespeare: hristiyan alenin mevlana’sı ” derdi belki. zira şiir (hz. mevlana’yı sadece br şair olarak değerlendirsek bile)doğu’ya ait birşeydir ve batı’nın en büyük şairleri – ki goethe, hölderlin, rilke, blake, shakespeare vs. – büyük oranda doğulu şiire öykündükleri için büyük şair olabilmişlerdir.goethe’nin dediğim gibi hafız-ı şirazi’ye hayranlığı onun hayatını değiştirmiştir neredeyse…
neyse demek istedğim şey şudur: elif şafak’ı böyle birşey söylediği için eleştirebiliriz, eleştirmeliyiz de…ama bu eleştiri onu bulunduğu yoldan gerisingeriye fırlatmak olmamalıdır bence. zira yol uzun ve bitimsiz bir yolsa şayet, elif şafak o kullandığı cümleyi ters çevreceği noktaya da gelecektir birgün bence…
Yazan:Mehmet Aydın Demir Tarih: Eyl 25, 2009 | Reply
Ben Elif Hanımın Mevlana’yı ne olarak gördüğüyle ilgili bir şey söylemiyorum. Kendi fikridir, saygı duyarım. Tersini söylemesini de istemiyorum.
Sadece üsluba dikkat çekiyorum. Erman Toroğlu ‘Arda…Türk Futbolunun Messi’si!’ dese, gene sakil bir ifade olarak değerlendiririm.
Mevlana’nın tomatoes yediği bir romanla ilgili bu kadar ciddi, asık suratlı eleştirilerin olmasını ancak mizah ile açıklayabiliyorum. Kusura bakmayın, gülüyorum.
Eğer İslam Âleminin Shakespeare’i nasıl oluyor da oluyor diye ciddi ciddi düşünseydim, mesela Panait Istrati’den örnek verirdim. Yirminci yüzyılın başında bile İslam Aleminde hiç kimsenin Şeksiper’i bilmediğini şaşkınlıkla müşahade eden yazar herhalde on üçüncü yüzyıldaki kültür seviyemizi daha da şaşkınlıkla karşılardı.
Yazan:SQ Tarih: Eyl 26, 2009 | Reply
Merak ettim Cündioğlu’nun eleştiri yazısını okudum.
Muhabbet(sevgi demiş buna) ve aşkı ayırmış. -Sevgi (love olarak çevirince) koşullu olabilirmiş yani?!- Sonra da, batılıların, dillerinde aşkı ve sevgiyi ayırıcak kelimeleri olmayıp ikisine birden “liebe, love vb.’dedikleri için “zavallı”olduklarını öğreniyoruz.
Elin ecnebisi, koşulsuz sevgiyi bilemez yani, “love”der oturur. Cündioğlu tekeli koymuş.
Bir laf vardır, iki tür insan vardır, biri günahkar olduğunu sanan adiller, diğeri adil olduğunu sanan günahkarlar. Buna “sevgiyi-aşkı”herkesten çok bildiğini sanan sevgisizler de eklenebilir bence.
Hatta bir bakmışsınız, sayın Cündioğlu, okuduğu kaynakları ardı ardına sıralarken, Şafak, sadece iki çocuk annesi olmasının verdiği “kadim”ruhun sezgisiyle bile sevginin evrenselliğini(pardon aşkın) kavramada Cündioğlu’nu suya götürüp susuz getirmiş.
Yazan:memet Tarih: Eki 12, 2009 | Reply
helal dücane cündioğlu hocama
Yazan:nube Tarih: Eki 14, 2009 | Reply
http://www.sayhadergi.com/2275/yeni-safakin-bir-cuval-incirle-imtihani-bilmemkacinci-perde
Yazan:Muaz Kemerli Tarih: Eki 14, 2009 | Reply
Selamlar,
Eleştiriler ile ilgili aslında şöyle bir tablo gözüküyor. Acaba yapılacak eleştiriler, Elif Şafak’ın daha iyi bir roman yazmasını mı sağlayacak yoksa karşı karşıya olduğumuz durum eleştirinin ötesinde bir durum mu?
Daha farklı bir şekilde ifade edecek olursak, eğer bir eser eksik veya yetersiz ise; onu eleştiririz ve daha iyi olması yönünde bir çaba sarfederiz. Fakat o eser, eksik veya yetersiz değil (hatta kendi bağlamında gayet yeterli ve akıcı) bir kitap olup, sorun tamamen metodoloji ve düşünme biçimleri ile alakalı ise yapacağımız eleştiriler sonuç verir mi? Veya daha açık bir ifade ile modern akıl, tasavvufu anlayabilir mi?
Arkadaşlar arasında tartışırken şöyle klişe bir sonuca varmıştık, ki pek çok kişi bu şekilde düşünmüş olabilir: “Eğer ki bu kitap tasavvufun dünyada bilinmesini sağlıyor ise bunda Müslümanlar için bir yarar vardır”
Fakat olaya bu şekilde pragmatik bakmanın yanı sıra şöyle bir durum daha var. Ya bu kitap tasavvufun çokça insan tarafından “yanlış” anlaşılmasına neden oluyor ise? Ya bu yanlış anlaşılma, tasavvufun hiç anlaşılmamasından daha kötü ise? Sayısal çokluk, hikmetten daha mı önemli veya hikmet sayılar ile ölçülebilir mi? Ve en kötüsü, bu durum değerlerimiz “tüketilmesi” anlamına geliyor ise, nitekim önümüzdeki yıllarda tasavvuf ile ilgili yazılmış çokça niteliksiz eseri kitapçılarda “best-seller” olarak görebiliriz. Çünkü kapitalist terimler ile bu yönde insanların tüketim yönünde oluşturduğu “talep”, piyasanın “arz” ını doğuracaktır.
Bütün bunları düşününce, karşılaştığımız durumun artık müdahale edilemeyecek bir sonuç mu, yoksa tasavvufun anlaşılması için bir fırsat mı olduğu sorusu aklıma takılıyor. Dücane Cündioğlu’nun bu açıdan ümitsiz olduğunu ve Elif Şafak’ı eleştirmekten ziyade, tasavvufla ilgilenen insanlar adına bir tepki vermekte olduğunu görüyorum. Ben de bu durumda şöyle bir soru sormak istiyorum. Kitabın “nicelik” i ile ilgili değil de “nitelik” i ile ilgili olan bir soruna nasıl bir eleştiri getirilebilir?
Yazan:eg Tarih: Eki 14, 2009 | Reply
nube,
linkini verdiğiniz yazıyı okumuştum. o yazı hakkında söyleyecek tek şeyim olabilir:
ben fikir tartışmasını birilerini “knock-out” etmek amacıyla yapmıyorum. eminim dücane cündioğlu da o amaçla yapmıyordur. ama dücane’nin tilmizleri için belli ki fikir tartışması değil boks söz konusu…Allah yolunuzu ve aklınızı fikrinizi açık eylesin, ne denir ki başka!!!
Yazan:nube Tarih: Eki 15, 2009 | Reply
enver beyciğim
zaten yazınızın boks maçı olmadığına ınandığım için farklı bir bakış açısıyla katkıda bulunmak istemiştim.sadece bu yüzden link verdim.yeni bir yazı okursam onun linkinide vereceğimden hiç şüpheniz olmasın.
Yazan:eg Tarih: Eki 15, 2009 | Reply
nube,
kendi yazısının linkini verip hiçbirşey söylemeyenler vardır ya sizi de onlardan birisi sandım, kusuruma bakmayın. link vermenizde hiçbir problem yok elbette. sadece linkini verdiğiniz yazıyı cidden kötü bulduğumu söylemem lazım…muhabbetle
Yazan:hh Tarih: Eki 20, 2009 | Reply
Yapıcı eleştiri yapın demesi kolay. Hangi birine yapıcı eleştiri yapacaksınız günümüzün popüler yazarlarının. Zaten niyetlerinden bile şüphe ediyorken, neyi düzeltmesini bekleyeceğiz ki onların.
Ayrıca insanlık ahlak, iyilik vs. bakımından ileriye gitmediğine göre bunun sorumlusu edebiyattan yoksunluk ya da edebiyatın kof olması demektir bence. Çok okunan yazarlar Elif Şafak, Ahmet Altan gibi yazarlar olduğuna göre durumun böyle olması hiç şaşırtıcı olmuyor.
Ben çok bilgili olmadığım halde ve Elif Şafak’ın “Aşk” kitabını okumadığım halde, üstelik Dücane Cündioğlu hayranı da olmadığım halde Sayın Dücane Cündioğlu’na katılıyorum deme hakkı göreceğim kendimde affınıza sığınarak. Gerektiğinde sert eleştiriler yaparak gerçekleri ortaya koymak gerekiyor artık; olaylara bu kadar kibar yaklaşılmasını faydasız buluyorum.
Yazan:Metehan karaca Tarih: Ara 8, 2009 | Reply
Elif Şafak, batılılara yaranabilmek için Mevlana öğretisini amacından saptırmıştır..Altın halıyı, paspas yapmaya kalkmıştır..Elif Şafak kesinlikle Nobel alacaktır..Şimdiden söyleyeyim.. Peygambersiz ve ruhban bir İslam yaratmak için batılılar var güçleri ile çalışıyorlar..Elif Şafak da, onların kuklalarından biri sadece..Elif Şafak’a sormak gerek..Acaba ALLAH(c.c) neden yasak elmayı yedi diye İnsanoğlu’nu Cennet’den dünyaya kovmuştur? Bu sorunun cevabı bile Elif Şafak’ın uyduruk tezlerini mevlana ve islam’a dayandırma girişimlerini çürütecektir..
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ara 8, 2009 | Reply
Metehan bey,
Mevlananın “öğretisi” nedir biraz anlatabilir misiniz? Bir de İslam’a göre Adem (S) elma mı yemiş bir araştırabilir misiniz? Bir de Mevlana’ya göre Hz.Adem Cennet’ten “kovulmuş mudur?” bunu da bir inceleyebilirseniz iyi olur. Evet Elif Şafak Mevlana’yı kullanmış da, biz de biraz öğrenelim doğrusunu anlatalım değil mi?
Yazan:nilgün öven Tarih: Ara 8, 2009 | Reply
Cündioğlu’nun eleştirisini biraz kendi alanına tecavüz eden bir yabancının kazandığı popülarite karşısında duyulan burukluk ile dile getirilmiş ancak doğru, ciddi, yerinde, faydalı, somut saptamalar olarak değerlendiriyorum. Bildiğim kadarıyla kendisi ciddi bir entelektüel ve tasavvufa gönül vermiş birisi..Kitabın gönül ile değil de akıl ile, üstelik modern bir aklın eksikleriyle yazılmış olması kendisini haklı olarak çok kızdırmış. Ben şahsen ‘Aşk’ı okuyan herkesin Cündioğlu’nun eleştirisini de okumasının iyi olacağını düşünüyorum ve pek çok arkadaşıma bunu tavsiye ettim.
Yazan:ABİDİN UYAR Tarih: Ara 8, 2009 | Reply
Dücane Cündioğlu’nun Elif Şafak’eleştrisi Cündioğlunun Ruh dünyasından bağımsız düşünülemez.
Eleştirinin salt edebi ve felsefi hakikatı arayış çabası olduğu iddası,cündioğlu ismi ile birlikte farklı bir paradigmaya evrilir.
Elif Şafak bir romancıdır,aslında siyaset biliminden uluslar arası ilşkilere kadar
formasyon eğtimi almış biridir.Ancak roman işte böyle birşeydir.Matematiksel doğruları olmadığından iyi roman kötü roman ayırımı eleştriyi yapan şahsın mizacı,huyu,kültürel terkibi,ideolojisi,kıskançlığı,farkedilme,keşfedilme arzusu ve daha bir çok beşeri zaafları ile direk ilintilidir.
Aslında tartışmanın öznesi Elif Şafaktan ziyade Cündioğlununun tavrı ve tarzı olmalıydı.Aslında kısmen de olmuş.
Kur’an aslında somut pratik önermeler içeren sözlü kültürdür.Bu kültürün yazılı hale dönüşmesi,olgu-metin ilşkisindeki diyalektiği görmemizi engelliyor.
Ve ısrarla Tasavvufun elinde insan,
metafizik problemleri çözmek le sorumlu canlı türüne dönüşüyor,aslında ne olgu ne olguya inen-söz,ayet-böyle bir yük yüklemiyor insana.Yüklüyemez çünkü Alemlerin Rabbi insana gücünün üstünde yük yüklemiyeceğini belirterek,
sınırsız gücüne bir sınır çizerek,bir akit yapıyor.Allahı böyle bir akit yapmaya zorlayan ne olabilir?
Bu sorunun cevabı konumuz değil,ancak genede cevabını PRF İlhami Gülerle verebiliriz.Allahın kendi üzerine ahlakiliği yazmış olması,tıpkı adalet ilkesindeki tıpkı rahmet ilkesindeki kendisine bağlayıcı ilkeleri
ilke edinmesi gibi.
Cündi oğlu bir yazısında “hurafelerinizi tekmelemeyiniz der”aslında sonderece yalın anlaşılabilir bir cümledir.Ancak kelimelere kavramalar takla attırmamak kaydıyla,
Kur’an Antropoformik tanrı telakkini
red eder,Allahın insan kılığına girmesi,hristiyanlığın ana doktrini ile alaklıdır,çünkü beden inmiştir.
Şemsi tebrizi Kimya hatun ile muhabbetinde Mevlanayı şaşırttan “Aslında benim yanımda gördüğün Kimya hatun değil,çok sevdiğim insan kılığına giren Tanrıydı”
Hululiyecilik buydu,ne peygamber ne seçkin sahabesi bu felsefi yorumlarla itikad dünyalarını oluşturmadı,ancak ne gam;
Bir kez beşeri sıfatları ilahi sıfatların içinde yok ettiğinizde,ispatı ahirete kalmış onlarca saçmalığı bilgenin elinde
narsizme dönüşmüş bilgi türüyle karşılaşmış bulunursunuz kendinizi.
Artık her sorun çözülmüş,her kelime ve aşkın/transandantal konumda,her olay “Batıni”
haller nazariyesindetest edilmiş,ve sizin anlamlandırdığınız ve Allaha doğrulattığınız kendi kuruntularınız olarak hesap gününü beklersiniz.
İşte ELİF ŞAFAĞIN talihsizliğ saçamalama özgürlüğüne kalkan olabilecek felsefi bir akım-öğreti-yi okuyucuya sunmamış
olması ,
Bir bilen olarak-Felsefe,sinema,roman,şiir,tefsir,hadis,meal,tarih vs.vs.vs.cündioğlu eleştirilebiliyormu?
Yazan:çuvaldız Tarih: Ara 9, 2009 | Reply
Sn.Abidin Uyar,
Kelime, resim, heykel veya müzik ne olursa olsun her form, bir soyutlama, mecaz, mazmun ve ikondur.(alıntı)
Kur’an da “inmiş söz” yani kelimeler aracılığı ile metinlere dönüştürülmüş bir hal bir tür “bedenlendirme/suretlendirme” olduğuna göre, itirazda bulunduğunuz husutan hareketle alıntı yaptığım yazıdaki gibi ben de size sormak isterim; Peki, “suret”ten yoksun bir sanatın nitelikleri neler olacaktır?
İlginizi çekeceğini umduğum yazıdan bazı alıntılar.Tamamını arzu ederseniz linki tıklayarak okuyabilirsiniz.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ara 9, 2009 | Reply
Kitapta böyle bir şey geçiyor da ben mi kaçırdım?
Bu Cündioğlu savunması mı, batıniyye eleştirisi mi? Hululiyeden bahseden kim? Sonra bu tehdit kime yönelik? Elif Şafak’a mı, Enver Gülşen’e mi, hayali kişilere mi?
Yazan:ABİDİN UYAR Tarih: Ara 9, 2009 | Reply
Saygıdeğer Çuvaldız rumuzlu kardeşim:
Emek vererek oluşturduğunuz düşünce dünyanızda benim için bir metin hazırlamışsınız.
Bana sanki tanıdık bir yüz,bir suret,bir beden gibi geldi,kendimden çok emin olarak bir karakelem çalışması yaparak sizin suretinizi çizdim,bununla yetinmedim “siz”olduğunuzdan çok emin olarak,yakında heykelinizi yapıcağım bu yaptığım kesinlikle sizsiniz.Yanılmam mümkün değil.
Ancak ufak bir sorun var,ihtimal dışı olduğundan eminim lakin genede o “ihtimal”ortada duruyor.Bir gün sizinle karşılaştığımızda Bu ben değilim,gerçekle hiçbir ilgisi yok,bu sadece senin “idea”nın zihninde yarattığı “imgesel”sureti,sanatsal yönü tartışılmaz ancak gerçeğe tekabül etmiyor.
İşte beni korkutan bu “Hakikatle”yüzleşmek,kendi kuruntularım,kendi subjektif değer yargılarıma
hakikatin tokadını yeme ihtimalim.
Mustafa islam oğlunun çok güzel bir tespitiyle(tabi bana göre)bir şeyin orjinali ortadan kaybolduğunda “tasavvurlar””imgeler”hakikat halini alır.
Bir peygamber tasavvuru,bir tarihi şahşiyet böyledir.
Peki elle tutulmıyan gözle görülmiyen insan idrakini aşan “sembolizimin”yorum yoluyla
hakikat budur iddası neyle zah edilir.
İşte iman bizatihi budur lakin nesnel,birebir bedenlendirmeye/suretlendirmeye gittiğimde yanılmazlığımın garantisi nedir?
Şeytanın masum olan elçilere müdahil olma isteminden(hac 52)beni muaf tutan nedir?
Peki bir arabiyi,mevlanayı,hallacı muaf tutan nedir?
Evet suretten yoksun bir sanat özürlüdür,evet alegori/sembolizim,mecaz tapınma objesi değildir.İkon ve İdol ayırımı fevkalade önemlidir,bu sebebten dolayidirki heykel ve resim konusunda aşırı yorumlar ölçü olamaz aynen katılıyorum.
Yaptığınız alıntılar da öyle,fevkalade yerinde,fakat sohbetin bu yola yönelmesi anlıyamadığım bir konu.
Ben yorumumda ana hatları itibariyle,
1-Bilginin,bireyin elinde seçkin bir aydın tavrıyla,narsizme dönüşebileceğini,bunuda kibiri,guru,kıskançlığı beraberinde getireceğini Alemlerin Rabbinin dahi kendine bir hudut çizmişken insanın kendini bu tip hastalıklı durumdan kurtarması için en ufak bir hudut çizmemesini ;
2-subjektif kanaatlerin,vahiyle desteklenmiyen metafizk boyuttaki bilgi türünün,yanılabilirliliğinin olabileceğini,kendi kuruntularımızla Allaha kabul ettirdiğimizi zannettiğimiz bir çok tasavvufi veya başka disiplinlere ait yorumların
İlahi sorgulamada tam tersinin çıkabilme ihtimalinin pratik akılla bulunabilcek gerçek olduğunu anlatmaya çalışmam çabası idi.
Sonuç yerine:Recep Alpyağıl’ın (o.m.ü.sosyal bilimler enstitüsü)Kur’an yorumlarındaki Meşruiyet krizi karşısında Ebu Zeyd ve Cabiri “Metnin kıyameti üzerine bir deneme”
Söz konusu çalışmada Ebu Zeyde göre eğer önem anlamdan hareketle elde edilmiyorsa okuma te’vil olmaktan çıkıp telvine dönüşür.
“Dinsel metinler olsun diğerleri olsun
“anlam”,”önemle “karışınca yorumda bir tür astroloji olup çıkmakta,özellikle dinsel metinlerde,metnin sahibi Allahtan kopuk bir takım metafizik anlayışları metinlerin delaletlerine dayatmaya ve delaletde,daha önce metinleri konuşturmak suretiyle peşinen verilmiş hükmü metne söyletmeye dönüşmektedir”
Selam ve hürmetler
Yazan:nilgün öven Tarih: Ara 9, 2009 | Reply
Çuvaldız: Ben “kapmak ve kaptırmamak için her şey mübahtır” ifadesini kullanmadım. Siz kendi çıkarımınızı benim ifademmiş gibi aktarmayın lüten. Bir dindarın benimseyemeyeceğini söylediğiniz bu ifade bir ateist için de geçerlidir. Durum tesbiti ile ahlaki yargı ortaya koymak farklı şeylerdir. Ben kendi algıma göre bir durum tesbitinde bulundum. Kimler zengin olmak ve bu zenginliği elinde tutmak yolunda hangi ahlaksızlıkları yapıyor, bilemiyorum. Ama şundan emin olun ki, dindarlar da laikçiler kadar yolsuzlukların batağındadır. Dolayısı ile ahlakı tesis etmek için dinden medet ummak boşunadır. Bu nedenle Akyol’un makalesine yazdığım yorumda, ‘müslüman ahlak ve kültürünü tesis etmek gerekir’ derken bu kavramların içini evrensel ahlak ve kültür değerlerinden farklı olarak hangi somut davranış biçimleri ile dolduracağını sormuştum. İsterseniz siz sıralayın; ama taaa Hitit, Sümer’den beri bilinen evrensel ahlak normlarını İslam’a maletmeyin lütfen!
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ara 10, 2009 | Reply
Abidin bey,
Çok doğru şeyler söylemişsiniz. Ama heykelini çıkartamadım, bir yere oturtamadım. Bir örnek verebilir misiniz, sofiyyenin vahye dayanmayan şahsi tasavvufi yorumlarına?
Ayrıca acaba vahyi “akıl” anlamında kullanıyor olabilir misiniz?
Yazan:ABİDİN UYAR Tarih: Ara 10, 2009 | Reply
SN,Ekrem sanai;
Muhterem efendim,haklı olarak konu dağıldı,saygı değer çuvaldız rumuzlu kardeşimle aramızdaki sohbete muttali olamadınız.
İbn Haldun sosyalojisinden hareketle hiçbir inanç sistemi otantik varlığını sürdüremez.Çünkü aktarımla gelen din
özünü kaybetmesede farklı kültürlerin etkilerinden kurtulamaz.
Geçmiş vahyin izliyicilerinin sapma noktaları burdadır.
Bir şey kurumsallaştığında hiyararşik disiplin içinde gelişmesi sebebi ile eleştriyel akıldan uzaklaştırılır.Konu çok uzun
kurumsallaşmış süfiliğin başlangıcında,ilk zahidler arasında Kur’an okudukça ve vaaz verdikçe ağlayan(bekkAun)bir sınıf teşekkül etmiştir.Kussas(kıssa anlatanlar)adı verilen bu halk vaizleri,Hıristiyanlık,yahudilik,Gnostik,hatta hint mistizmi,budist ve zerdüşt kaynaklardan ikna edici konuşma teknikleri ile bu malzemeleri
Kur’andaki kıssalarla karıştırıp kitleler üzerinde etkili oldular.
Bu da sonderece doğaldır,burda söz konusu PRF.Sait Hatiboğlunu dediği gibi Kültürel mirasımızın reddi sözkosu değil ancak tenkidi zaruridir.
Gecenin karanlığında çalı çırpı toplıyacağız diye yerde bulduğumuz herşeyi bilgi anbarımıza doğrudur diye atmamızın bize yüklediği birşeyler olmalıdır.
Sorunuzagelmeden uzunca bir açıklama yaptım,bağışlayın.
Bir tarihi şahşiyet,Örneğin Mevlana sizin için bir düşünür,bir başkası için şair,bir diğer başkası içinse devrinin siyasi aktörüdür.İktidar ve güç kazanımında birtakım şeylere bulaşır.Bu da olağandır.
Bir başka örnek daha vereyim,Merhum kısa kürek bir edebiyatçı olarak,şairliğinin tavan yapmış olması,ondan ekonomik,siyasi,sosyolojik ve en önemlisi dini
görüşlerinde iteatkarlığımı gerektirmez.
Heykel konusuna gelince;Bana yöneltilen soru(Çuvaldız tarafından)”inmiş Söz yanikelimeler aracılığı ile metne dönüştürülmüş söz bir tür bedenlenme ve suretlendirme olduğuna göre”ifadesiyle başlıyan ve “surettten yoksun sanatın nitelikleri neler olucak “sorusuna bir tasvir le cevap vermek istememden kaynaklandı.
Ben Çuvaldızın kelimelerinden yola çıkarak metnin sahibi olan çuvaldızı ete kemiğe büründürüp,kendi zihinsel kurgumla onu zihnimde oluşturdum,ancak oluşturduğum “imge”sadece benim bir düşüm idi.
Hz.isanın veya hz.Alinin suretlenmiş görüntüsü gibi.Bunun sanat için elzem olduğu ancak gerçeğe tekabül etme konusunda iddamı kuvvetlendirecek hiçbir otokontrol elimde mevcut değildir.
Bunun özü şudur.Zihnin 3 yeteneğinde
Algılama olur(cisimlerin algılaması)
ikinci aşaması soyutlama dır(insandan, iki insana geçeriz)Tartıştığımız konu ise zihnin yeteneğindeki 3.sü olan tam soyutlama hali dir.
(Allah hiçbir şeye benzemez,Kur’anın elegori/sembolizmdeki Allahın eli,Allahın yüzü,Altından ırmaklar akan cennet tasviri)vs.
Benim cenneti suretlendirmem,bedenlendirmem sadece kendi dünyadaki zihnime yansıyan “imge”boyutudur.
Bilmem anlatabildimmi diye yazımı sonlandırmam gerekiyor ancak bu da absürt bir ifade dir,çünkü anlattığımı zannettiğim,şey kendi kültürel terkibimin kabulleri arasında onay alan,ancak hiçte karşımdakinin kabul etmesi zorunlu olmıyan bir şeydir ,önemli olan diyaloğun diyalektikmi?Diyalojikmi? olduğuna bireylerin kararvermesidir.Liberal dünya görüşüne sahip olmam-ve ya olduğumu zannetmem-beni diyalojik
diyologtan yana olmya mecbur bırakıyor.SELAM İLE,
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ara 10, 2009 | Reply
Abidin bey,
O kadar şahane cümleler kurup derin tartışmalar yapıyorsunuz ki benim gibi bu işlere kafası basmayan mühendis bir arkadaşınızın konuya dahli kolay olmuyor, öğrenmek için sorma ihtiyacı hissediyorum, kusura bakmayın. Suret-mana-heykel-allegori tartışmanıza pek dahil olamayacağım. Zaten siz de, çuvaldız hanım da bam telinden yakalamışsınız, gayet güzel sürdürüyorsunuz tartışmayı. Arkanızdan parmağımla dürtme sebebim tartışmanızı bölmek değil, sizi anlamaya çalışıyorum. Anladığım kadarıyla ambarı çalı çırpıdan temizlemek din’i özüne, selefe döndürmektir gayretiniz. Pek âlâ… Gayet yerinde ve takdire şayan bir çaba. Bu konuda kiminle konuşsam İslam’ın özünün kendi yolu olduğunu, kendilerinin selef gibi yaşadıklarını söylüyor. Hiç başka türlüsüne de rastlamadım. İşte bu yüzden somut örnekler üzerinden gitmenin yararlı olduğunu düşünüyorum. Mesela Celaleddin Rumi’nin İslam’a sonradan kattığı ve temizlememiz gereken çer çöp nedir? Veya selef gibi yaşayan ve İslam’a çer çöp katmayan hangi kişiyi kendimize örnek olarak almalıyız? Peygamber demeyin, herkes onun gibi yaşadığı iddiasında… Pratiği olan somut şeylerden ve kişilerden konuşursak daha doğru olur kanaatindeyim. Yoksa öneriniz, pratik olarak İslam’a çer çöp karıştırma potansiyeli olan her akımı çöpe atmak olmasa gerek. Bu pek liberal bir yaklaşım olmazdı.
Selamlar
Yazan:ABİDİN UYAR Tarih: Ara 10, 2009 | Reply
Saygıdeğer Ekrem Senayi beyefendi;
Kullandığınız nazik ve seviyeli uslup
keşke toplumumuza bulaştırılabilecek türden virüs olsa.
Beni fazla ciddiye almayın,kerameti kendinden menkul biriyim.Bigi sahibi değil belki malumat sahibiyim.Bilgi denilen şey;Tarihsel ve kültürel bir üründür,eğer kendi dünya görüşünüzde,ideolojinizde nesnellik kazandığında otoriteye dönüşür,ve sorgulanmaz olur.İbn-Haldun Temhisul haber vel intikad diye tanımladığı bir yöntem bizi gecenin karanlığında
çalı çırpı toplarken yılanıda heybemize atmaktan koruyan bir metod geliştirmiştir.
Temhis;Bir şeyin aslını, özünü,cevherini bulup çıkartmak;
İntikad ise;Tenkide tabi tutmaktır.
Basit bir örnek vereyim;”Bir şahış bir başka şahsa bir yumruk atarak bayıltmıştır” haberi ağızdan ağıza 1400 yıldır aktarımla geldiğini
düşünelim,ve 2001 yılında bir akademisyen takliden gelen bu haberin özünü,cevherini,aslını çıkartıp,söz konusu yumruk atan şahsın doğuştan iki kolunun olmadığı bilgisine ulaşıp,bu haberi tenkide tabi tutarak “gelen haber yalan çünkü kolu olmıyan insan yumruk atamaz diye 1400 yıllık bilgiyi çürütmesi önemlidir değilmi?
Düşünün bir kez tesbih dediğimiz bir materyal vardır,haçtan gelenler bunu dağıtır,veya müslümanların başlarına taktığı takkeler vardır,biri çıkıp tesbih çekmenizde hiçbir mahsur yoktur ancak bu uygulama hint mistizminden girmiştir,başınaızataktığınız takkenindehiçbir mahsuru yoktur ancak yahudilikteki kippa nın taklididir,her iki uygulamada peygamber sünneti değildir dese tepkiniz nasıl olur?
Mevlana konusuna gelince;bu konuda aklınızı hiç kimsenin cebine emanet etmeyin derim,araştırın çoğunluğun bir şeyi doğru kabul etmesi azınlığın haksızlığını ortaya koymaz.
Resmi ideolojini resmi tarih tezi nasıl çöküyor görüyorsunuz.Ortadoksi islamın vehmettiği öğretilmiş cehalet söz konusu
olamazmı?
Konya ilahiyattan Prf Mikail Bayram tezlerinde ve tespitlerinde haklı olamazmı?Onun Akademik camiada yanlız kalması,azınlıkta olması,çoğunlunluğu haklı hale getirirmi?
Aklın özgürlüğü ne muhteşemdir.
SELAM İLE…
Yazan:çuvaldız Tarih: Ara 10, 2009 | Reply
Sn.Abidin Uyar,
Bugün yorumunuzda bunu yazacağınızı biliyormuşum gibi dün akşam adı geçen beyin seneler önce Cevizkabuğu programına tel. ile katılımı ile söylemiş olduklarını uzun uzun bazen de tekrar ederek okumuştum.
Okuduklarımdan anlamış olduğum “30/50 senedir bu konuyla uğraşıp farklı “bilimsel platformlarda“ ortaya koyduğu iddialarını ispatlayacak tek bir veriye daha sahip olmadığı.
Aynen sizin yukarıda yazdığınız gibi bir tavır geliştirmiş olduğu izlenimine kapıldım; düş yaratma! Ortaya koyduğu ithamlar pek yenilir yuttular olmadığı için insan “neden yapıyor?” diye sormaktan kendini alamıyor. Bilim yolu ile gerçek olanı işaret etmek için mi? Yoksa yazdığınız gibi;
Bunu söyleyebilirim zira yaptığı Mevlana’nın Mesnevisinde yazmış olduklarını vahyedilen Kur’an’ kılavuzluğunda eleştirmiyordu. Bizzat Mevlana’nın kiminle nasıl bir iktidar/amaç ilişkisi kurduğunu ispatlayarak güvenilirliğini sarsmaya çalışıyordu. Irkçı,milliyetçi bir dili vardı.
En baştaki sorunuza cevap:Bence bu durumda olamaz.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ara 11, 2009 | Reply
Abidin bey,
O sizden bana yansıyan nezaket. Yoksa ne kadar kaba ve kırıcı olduğumu site sakinleri bilir. Bahsettiğiniz konu çok önemli. Ve çok haklısınız. İslam literatürü içinde süzgeçten geçip elenmesi gereken birçok konu var. Buna hadis külliyatları bile dahil edilebilir. Özellikle aklın ve sorgulamanın ön plana çıktığı modern çağda bunların otomatik bir elenmeye tabi tutulacağını görmek de zor değil. Yalnız meselenin bir ucundan tutarken diğer ucunu kaçırmamak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü sufiler de her hal ve hareketlerinin Kur’an ve sünnet eksenli olduğunu savunuyorlar. Sözgelimi verdiğiniz örnekteki tesbih konusunda; zeytin çekirdeklerini ipe dizip bununla tesbih çeken bir kadını Hz.Peygamber’in bundan men etmemesini delil olarak gösteriyorlar. Sayı saymayı kolaylaştıran bir alet kullanmanın da dinin özüne aykırı olmadığını düşünüyorlar. Ve tabi ki yaklaşımları böyle şeylere takılmak yerine ibadetin özüne inmek ve detaylar üzerine spot ışıklarını tutup meşgul olmamak gibi bir yol benimsiyorlar. Belki bahsettiğiniz gibi tespih, takke gibi detaylar da önemlidir. Mesela ben şahsen hoperlörle ezan okunmasını, camilere minare yapılmasını, içinin tezyin edilmesini sevmiyorum. Ama çıkış noktam bunların, ibadetin özüne zarar vermesi ve sadeliği, ihlası öldürmesi olarak görmem. Ama mesela birisi çıkıp hoperlör yerine insan sesini tüm gerçekliğiyle duyuracak ve bizi o hoperlörün boğuk pazarcı höykürmesinden kurtaracak bir ses sistemi kursa bunu alkışlarım. Aynı şekilde Hz.Peygamberin cemaati görmek için mescide yerleştirdiği basamakları kemikleştirip minber adı altında küçücük mescidlere bile koymak tuhaf bir şey. Bu anlamda birçok elden geçirilmesi gereken şey var. Velakin bu işi de katı bir “bid’at” avcılığından çok yine öze yönelik perdelerin ortadan kaldırılması operasyonu şeklinde yapılması taraftarıyım.
Celaleddin Rumi Hz.’lerine gelince; onu savunmak benim gibi sümüklülere kalmamış. Prf Mikail Bayram’ı 30 sene sonra kimse hatırlamayacak. Mevlana 800 yıldır insanları din-i Hak’ka çağırıyor, mesajı kıyamete kadar baki kalacak. Var mı şüpheniz?
Selamlar
Yazan:ışıl çimen Tarih: Ara 13, 2009 | Reply
felsefe bölümü öğrencisiyim bu sene sosyoloji hocamızın tavsiye ettiği kitapların arasında aşk adlı kitap vardı bende romantik roman zannetmiştim, internetten kitabın konu içeriğine baktım mevlanayla ilgiliydi sıkılırım diyerek okumaktan vazgeçip başka bir kitabı ödev konusu olarak seçecektim ama kitapçıya gittiğim de içimden bir ses bu kitabı okumalısın beyenmezsen yarım bırakır başka bir kitap alırsın dedi… okumaya başaladım bu kadar beyeneceğim aklıma gelmemişti doğrusu ağlayarak başladım kitaba ağalayarak bitirdim şimdi herkese tavsiye ediyorum bu güzel kitabı baş ucu kitabı derler ya ben de buldum artık başucu kitabımı. içimdekii sufi’ yi uyandırdı adeta böyle bir kitabı sunduğu için elif şafak’a teşekkür ederim. çok güzel bir kitap. diğer kitaplarını da edineceğim hayal kırıklığına uğramayacağıma inanıyorum.
Yazan:melis Tarih: Ara 28, 2009 | Reply
DUCANE BEY OKUYUNUZ!
Mevlana bugün yaşasa herhalde düşüncelerini asırlar öncesindeki kelimeleriyle ve asırlar öncesindeki yaşadıklarıyla anlatmazdı bize. Bugünü yaşar bugünde yaşar. Bugünün diliyle kelimeleriyle olmasa da daha bir bize yakın, çağımıza olaylarımıza yakın anlatırdı kalbimize en doğru ve en iyi şekilde dokunmak için. Dolayısıyla Mevlana’yı bildiği gibi konuşturmamıştır Elif Şafak. Yıllarını bu ulvi insanların Eserlerini hatim ederek geçirmiş olan başarılı yazarımız; Yaşadıkları döneme, adeta bedenlerine bürünmüştür Mevlana ve Şems’in. Asırlar öncesinde yaşamış karakterlerin torunlarının torunu olarak, çoğu kulaktan kulağa geçme bilgilerin (yaşantıları ve olayları kastediyorum) eski kaleme alınmışlıklarına kelimesi kelimesine takılıp kalmak, o eserlerde Bu ulvilerin vermek istedikleri mesajları bir kenara bırakıp anlamamak hatta anlatamamak uğruna olsa dahi , yazmak mı doğrudur, bu bilgileri o zamanlar yapılmak istendiği gibi şimdiki alıcılarına en anlaşılır en naif duygularla ulaştırmak mı doğrudur? Ben AŞK’ı okudum. Ducane bey dahası hissettim. Buradaki 40 kural hayatın kuralıydı! cherie carter-scott- rules of life kitabını okursanız belki daha iyi anlarsınız sadece cinsiyet aşkı sanıp eleştirdiğiniz bu 40 kuralı.
sizin birçok dinî eserin redaksiyon heyetinde yer almanıza rağmen ”Batıni” kelimesinden ve kitapta anlatılan ”AŞK” kelimesinin nelere duyulan aşkı sembolize ettiğinden bihaber olduğunuzu düşünüyorum.
Kitabı anlamadığınızı dahası anlamak yerine tarihi gerçeklere(!’) dayandırdığınız olumsuz eleştirilerinize malzeme bulmak için okuduğunuzu düşünüyorum!
Eleştirilerinizin üslubunu birikiminize(!) hiç yakıştırmadığım gibi sizi kitaptaki kalp gözü kapanmış, hoşgörüsüz sevgisiz o karakterlerden biri gibi hissetmeme neden olduğunuzu üzülerek söylemeliyim Dücane bey. Emeğe duyduğunuz saygı konusundaki kuşkularımıda mazur görün. Çünkü kendini bu kadar yetiştirmiş, bu kitabı çok uzun bir araştırma ve hazmetme sürecinin sonunda kaleme almış, kültürlü, akıllı, Türkçeyi (Yazarın eserlerindeki dil hakimiyeti, edebiyat otoriteleri tarafından tam not almıştır) mükemmel bir şekilde kullanarak eserini okuruna anlatan hatta yaşatan, Türk edebiyatına TAZE BİR SOLUK getiren dünya çapında panellere konuşmacı olarak sürekli çağrılan, orada bizi(TÜRK KADININI) en iyi şekilde temsil eden, ve dünyanın öbür ucundan bile büyük bir okuyucu kitlesine sahip bir yazarı ve bunlara vesile olan eserine, basma kalıp cümlelerden sıyrıldığı, tasavvufu; çoğu kitapta olduğu gibi; donuk, geçmiş zamana ait tanımlarından kurtarıp hayatımızın içinde her günümüzde her nefesimizde olduğunu bize tekrar anlatan hatırlatan, genç okurların hiç elini sürmediği tozlu raflarda bulunan arapça kelimelerle süslü bu eserleri (bir romanda başka hikayelerin yanında kurgulanarak olsa dahi) iştahımızı kabartıp günümüz gençliğini mevlana’ya ve öğretilerine dahada çok yaklaştırabilecek, kadar iyi harmanlayıp yeni bir nefes olarak ruhumuza üfleyen bu esere ve yazarına birazcık haksızlık yaptığınızı düşünmüyor musunuz?
Dücane bey son olarak (hepimizin olduğu gibi) okuduklarımızı anlamak; bilgimiz, görgümüz, hoşgörümüz, gönül gözümüz sınırında olduğundan yaptığınız bu eleştriyi sadece o açıdan haklı buluyorum.
Elif Şafak Aşk kitabını doğru olsa dahi tarihsel gerçeklere ve birikimlerinize dayandırdığınız olumsuz eleştirilerinize malzeme bulmak için okumak yerine
bir sefer de tüm rollerinden sıyrılmış bir okur olarak okumanız dileğiyle!
Saygılarımla..
Yazan:özge Tarih: Şub 28, 2010 | Reply
İlk önce söylemek istediğim Elif Şafak gibi bir yazarın eleştirilmesi normal;eserlerini İngilizce yazıp Türkçe’ye çevirmesiyle ilgili olarak.Ben lise öğrencisiyim ve elimden geldiğince birçok kitap hakkında bilgi sahibi olmayı seviyorum.Ben Aşk’ı okuduktan sonra uzun bir süre etkisinden sıyrılamadım bunun sebebi böyle bir kurguyu her yazarda görememdir.Şu an başka bir romanını daha okuyorum.Acaba eleştirildiği gibi sadece ticari amaçlı yazıp yazmadığını öğrenmek için;ama okuduğum kadarıyla ben Aşk romanını okurken aldğım lezzeti aynı şekilde almamdır.Eleştiriler kişiseldir ve ben eleştirileri duyduktan,okuduktan sonra da düşüncelerim değişmedi.Böyle bir sayfayı ayırdığınız için teşekkür ederim.
Yazan:Hüseyin Topuz Tarih: Mar 7, 2010 | Reply
Dücane Cündioğlu bu kitap için yazdıklarını kitabın içeriği ile sınırlı tutsa idi, ben de bu eleştirilerin çoğuna katılacaktım. Ancak Cündioğlu’nun yazısı, sicil taramasına dönüp yazarın özeline ve master tezine kadar uzanması ,“ Kuran hermeneutiğini ilk ben yazdım” şeklinde böbürlenmeleri yüzünden, huysuz bir Dücane eleştiri si tadında kalmaktan uzaklaşmış ve nerdeyse kişisel bir tavra dönüşmüş. Bu yüzden ben de kendi eleştirimi yazmaya karar verdim.
Ey aşk , sen nelere kadirsin..
Elif Şafak kitabının nasılsa batılı okurlara çevrileceğinden emin olduğundan, hatta “hedef okuyucu” olarak batılı okuru olarak dikkate almış olacağından, başrolü de Ella Rubinstein’a vermiş. Öyle ya bizim yerli malı hanımların Rumi’yle , Şems’le ,sufilikle ne ilgisi olabilir ki ; hem olsa bile Ayşe’nin Fatma’nın aşkından ve sufiliğinden elin gavuruna ne? Ayşeli ,Fatmalı bu kitap dışarıda iş yapmaz düşüncesi ile Ella Rubinstein’a başrolü vermesi normal.
Dindar ve entel geçinen bir sürü yazar lafa gelince, İslamcı politikacısı seçime gelince, zavallı başörtülü tesettürlü kadını baş tacı ederler. Ama çoğu, bilinçaltlarında o kadınları çoluk çocuğa bakıp yemek pişiren, suspus oturup lafa karışmaması gereken kenar mahalle müslümanı olarak görür.
Söz konusu din olunca, kendi kafalarındaki din anlayışı gereği, eğitimsizliği, bilgisizliği, ezilmesi normalleştirilmiş kadından namazın niyazın ve itaatin dışında bir şey beklenmez. Hele iş, islamın derinliklerine, tasavvufun inceliklerine gelince o kadınlara zaten laf düşmez. Ama Elin Ella’sı eline Mesneviyi alıp Konya ya yola düşerse hepsi hırka giyip sufi kesilirler. Böyle olunca da kitaptaki başrolü , Etertnity parfüm kullanan ,Maergaux şarabı içen Boston’lu’ lu Ella Rubinstein almayacakta, Allahın Eyübünde türbe ziyareti yapan tesettürlü Fatma mı alacak..
Zaten Mevlana’yı anlayan veya anlamaya çalışan İngilizler- Amerikalılar da olmasa bizim çoğu yazarın gözünde ne sufiliğin ne de tasavvuf un konu değeri pek yoktur. Allahtan da böyledir. Batı kompleksli yazarların tasavvufu anlatması kadar da korkunç bir şey bir şey yoktur.
Elif Şafak’ın hanım hanımcık ama tipik batılı Ella’sı ile, dünya işlerinden elini eteğini kesmiş ama zamparalığı da elden bırakmayan Zahara’sının dünyalarını bir ay içersinde allak bullak eden ilişkileri yazarın yapmaya çalıştığı üzere, aslında ne bir ilahi aşk romanı, ne de mistik bir yolculuk.
Ella aslında ne Rumi’ den ne Şems ten, ne de 40 küsur aşk tarifnamesinden etkileniyor. Batılı normlarla yaşantısı standart hale gelmiş, heyecanı ve coşkusu kalmamış Ella Rubinstein’ın aklı fikri, tekdüze ve sıkıcı hayatından çıkmasını sağlayacak mistik Zahara’da.
Aslında Ella Rubinstein’ın hayatını şu veya bu şekilde değiştirmeye ve tekrar renklendirmeye çalışması anlaşılabilir bir tutum ve bu tutumun insani bir yanı olduğu da bir gerçek. Ama o bu kadar hazırken, mistik Zahara kitabında ,Rumi’den, Şems’ten bahsetmek yerine, herhangi bir konudan, mesela Ella’nın defalarca seyrettiği Kazablanka filminin hikâyesinide anlatsa onu yine etkileyebilirdi. Ama Elif Şafak kararlı. Ella, illa da 40 maddelik aşk tarifini ezberleyecek, soluğu Konya’ da almadan da dersini alamayacak.. Ama bu iş kolay değil, kolay değil Konya da olup biteni anlamak, kolay değil Rumi ile Şems ’in muhabbetlerini çözmek, kolay değil onca havra ayininden sonra kıbleye durmak..
“Heşeyin bir çaresi var “ diye düşündüğünü sandığım yazar , Ella Rubinstein’ın eşinden, çoluğundan çocuğundan ayrılması ve mistik aşkına kavuşması için önündeki engelleri birer birer kaldırıyor.Tabi iman gücüyle.
Ne olmuşki Konya da diye sorup, ELLA Rubinstein’ın Dallas türü dizilerdeki katagullilere alışkın bir tavırla yaklaşarak Konya‘da ve konakta olup bitenleri anlaması çokta zor olmamıştır diye düşünebiliriz .
Şems ile Rumi’nin muhabbetlerinde de anlaşılmayacak bir şey yok, ha Boston ha Buhara , ne yani Ella Rubinstein hamımefendi de , Horasan erenlerinin sabır ,Yunus’ un gönül ,İbni Arabi’nin ilim penceresinden bakamazmı yani..” deyip o işi de halledebilirisiniz.
Ama ,”ismi Ella Rubinstein olupta Kurana ,islama, Müslümanlığa önyargısı olmaması hiç normal değil” deyip yapay engeller çıkartmaya kalkmayın.. Elif şafak “Nisa süresinin yumuşak versiyonu” ile de bu önyargıları anında bertaraf etmiş ve kadını hidayete erdirmiş. Çareler tükenmez.
Bu kitap biraz da, batılı okur “okusun da büyüsün “ anlatımı ile yazılmış. Ne yani; batılı sufi olmazmı,tasavvuftan çakmazmı ? diye sorabilirsiniz.Elbette, ne sufiliğin, ne aşkın, batılısı doğulusu olmaz. Ama içlerinde bu yolun yolcusu olmuş batılı okurlar bu kitapta kullanılan şablonlara, herhalde sinir olup, öğrendilerse “ya sabır” çekmişlerdir.
Ben bu kitabı Dücane Cundioğlu gibi azap çekerek okumadım. Yukarıdaki eleştirilerim dışında hiç sıkılmadan okudum. Tarihte neler oldu, kimler geldi kimler geçti babından, Rumi ile Şems ile hiç tanışıklığı olmayan okurlara da öneririm. Ölmeden önce ölmek, aşk, hasret, keşf, sezgi gibi geleneğin mihenk taşı olmuş nice kavramı, sizin için platonik aşkın sığlıklarının çok ötesindeki derinliklerde ise sizin de eleştirileriniz olacaktır.
Bu kitabı okuyunca yazım tekniği olarak -.”Bilinen son” den başlayıp “bilinmeyen baş”a ilerleyen Gabriel Garcia Marquez- ‘in ‘Kırmızı Pazartesi’ (‘Gronica de Una Muerte Anunciada’) sini anımsadım
Hikayenin özünde ise Reshad Feild (Richard Timothy Feild, 1934) tarafından yazılan The Last Barrier : A Sufi Journey “ Bir sufi yolculuğu” adlı kitapta konu edilen, Londra’dan başlayıp Konya’uzanan bir yolculuğun kurgusu ile benzerlikler gördüm. Yanlış anlaşılmasın diye belirteyim.
Bu son iki eleştiri ile taklit ve çalıntı iması yapmıyorum. Her yazarın tekniğindeki ve kurgusunda diğer yazarlarınki ile benzerlikler ve özdeşilikler bulunabilir.
Kitabın arkasındaki eleştiri (!) yazıları ise kitabın değerini düşürmekten başka hiçbir işe yaramıyor.
Elif Şafak keşke bu methiyeler yerine Dücane’nin eleştirisini koysa idi. Kitabın değeri daha da artardı.
Hüseyin Topuz
Yazan:Hüseyin Topuz Tarih: Mar 9, 2010 | Reply
sayın ilgili,
Daha evvel gönderdiğim yazıda ( 7 mart) gördüğüm bazı imla hatalarını düzeltmek istiyorum. Sanıyorum sitenizde böyle bir düzeltme seçeneği yok.
Aşağıda , 7 mart ta gönderdiğim yazının düzeltilmiş metni bulunmaktadır.Mevcut metin yerine aşağıdaki düzeltilmiş metni göndermeniz ricası ile iyi çalışmalar.
Hüseyin Topuz
Dücane Cündioğlu bu kitap için yazdıklarını kitabın içeriği ile sınırlı tutsa idi, ben de bu eleştirilerin çoğuna katılacaktım. Ancak Cündioğlu’nun yazısı, sicil taramasına dönüp, yazarın özeline, öğrencilik yıllarına ve master tezine kadar uzanması ve “ Kuran hermeneutiğini ilk ben yazdım” şeklindeki böbürlenmeleri yüzünden, huysuz bir Dücane eleştirisi tadında kalmaktan uzaklaşmış ve nerdeyse kişisel bir tavra dönüşmüş. Bu yüzden ben de kendi eleştirimi yazmaya karar verdim.
Ey aşk , sen nelere kadirsin..
Elif Şafak kitabının nasılsa batılı okurlara çevrileceğinden emin olduğundan, hatta “hedef okuyucu” olarak batılı okuru olarak dikkate almış olacağından, başrolü de Ella Rubinstein’a vermiş. Öyle ya, bizim yerli malı hanımların Rumi’yle, Şems’le, sufilikle ne ilgisi olabilir ki; hem olsa bile Ayşe’nin Fatma’nın aşkından ve sufiliğinden elin gavuruna ne? Ayşeli, Fatmalı bu kitap dışarıda iş yapmaz düşüncesi ile Ella Rubinstein’a başrolü vermesi normal.
Dindar ve entel geçinen bir sürü yazar lafa gelince, İslamcı politikacısı seçime gelince, zavallı başörtülü tesettürlü kadını baş tacı ederler. Ama çoğu, bilinçaltlarında o kadınları çoluk çocuğa bakıp yemek pişiren, suspus oturup lafa karışmaması gereken kenar mahalle müslümanı olarak görür.
Söz konusu din olunca, kendi kafalarındaki din anlayışı gereği, eğitimsizliği, bilgisizliği, ezilmesi normalleştirilmiş kadından, namazın niyazın ve itaatin dışında bir şey beklenmez. Hele iş, islamın derinliklerine, tasavvufun inceliklerine gelince o kadınlara zaten laf düşmez. Ama Elin Ella’sı eline Mesneviyi alıp Konya’ya yola düşerse hepsi hırka giyip sufi kesilirler. Böyle olunca da kitaptaki başrolü , Etertnity parfüm kullanan ,Margaux şarabı içen Boston’lu’ lu Ella Rubinstein almayacakta, Allahın Eyübünde türbe ziyareti yapan tesettürlü Fatma mı alacak..
Zaten Mevlana’yı anlayan veya anlamaya çalışan İngilizler- Amerikalılar da olmasa bizim çoğu yazarın gözünde ne sufiliğin ne de tasavvuf un konu değeri pek yoktur. Allahtan da böyledir. Batı kompleksli yazarların tasavvufu anlatması kadar da korkunç bir şey bir şey yoktur.
Elif Şafak’ın hanım hanımcık, tipik batılı Ella’sı ile, dünya işlerinden elini eteğini kesmiş ama zamparalığı da elden bırakmayan Zahara’sının dünyalarını bir ay içersinde allak bullak eden ilişkileri, yazarın yapmaya çalıştığı üzere, aslında ne bir ilahi aşk romanı, ne de mistik bir yolculuk.
Ella, aslında ne Rumi’den ne Şems’ten, ne de 40 küsur aşk tarifnamesinden etkileniyor. Batılı normlarla yaşantısı standart hale gelmiş, heyecanı ve coşkusu kalmamış Ella Rubinstein’ın aklı fikri, tekdüze ve sıkıcı hayatından çıkmasını sağlayacak mistik Zahara’da.
Aslında Ella Rubinstein’ın hayatını şu veya bu şekilde değiştirmeye ve tekrar renklendirmeye çalışması anlaşılabilir bir tutum ve bu tutumun insani bir yanı olduğu da bir gerçek. Ama o bu kadar hazırken, mistik Zahara, kitabında ,Rumi’den, Şems’ten bahsetmek yerine, herhangi bir konuyu, mesela Ella’nın defalarca seyrettiği Kazablanka filminin hikâyesini anlatsa onu yine etkileyebilirdi. Ama Elif Şafak kararlı. Ella, illa da 40 maddelik aşk tarifini ezberleyecek, soluğu Konya’ da almadan da dersini alamayacak.. “Ama bu iş kolay değil, kolay değil Konya da olup biteni anlamak, kolay değil Rumi ile Şems’in muhabbetlerini çözmek, kolay değil onca havra ayininden sonra kıbleye durmak..” diyorsanız çok yanılıyorsunuz. “Herşeyin bir çaresi var “ diye düşündüğünü sandığım yazar, Ella’nın, eşinden, çoluğundan çocuğundan ayrılması ve mistik aşkına kavuşması için önündeki engelleri birer birer kaldırıyor. Tabi iman gücüyle.
“Ne olmuş ki Konya da” diye sorup, Ella Rubinstein’ın Konya‘da ve konakta olup bitenleri Dallas türü dizilerdeki katakullilere alışkın bir tavırla yaklaşabileceği için anlaması çokta zor olmamıştır diye düşünebiliriz.
“Şems ile Rumi’nin muhabbetlerinde de anlaşılmayacak bir şey yok, ha Boston ha Buhara , ne yani Ella Rubinstein hanımefendi de , Horasan erenlerinin sabır ,Yunus’ un gönül ,İbni Arabi’nin ilim penceresinden bakamaz mı yani..?” deyip o işi de halledebilirisiniz.
Ama ,”ismi Ella Rubinstein olup ta Kurana ,islama, müslümanlığa önyargısı olmaması hiç normal değil” deyip yapay engeller çıkartmaya kalkmayın.. Elif şafak “Nisa süresinin “soft”versiyonu” ile de bu önyargıları anında bertaraf etmiş ve kadını hidayete erdirmiş. Çareler tükenmez.
Bu kitap, biraz da, batılı okur “okusun da büyüsün “ anlatımı ile yazılmış. “Ne yani; batılı sufi olmaz mı, tasavvuftan çakmaz mı ?” diye sorabilirsiniz. Elbette, ne sufiliğin, ne aşkın, batılısı doğulusu olmaz. Ama bu yolun yolcusu olmuş batılı okurlar bu kitapta kullanılan şablonlara, herhalde sinir olup, öğrendilerse “ya sabır” çekmişlerdir.
Ben bu kitabı Dücane Cundioğlu gibi azap çekerek okumadım. Yukarıdaki eleştirilerim dışında hiç sıkılmadan okudum. Tarihte neler oldu, kimler geldi kimler geçti babından, Rumi ile Şems ile hiç tanışıklığı olmayan okurlara da öneririm. Ölmeden önce ölmek, aşk, hasret, keşf, sezgi gibi geleneğin mihenk taşı olmuş nice kavramı, sizin için platonik aşkın sığlıklarının çok ötesindeki derinliklerde ise sizin de eleştirileriniz olacaktır.
Bu kitabı okuyunca yazım tekniği olarak -.”Bilinen son” den başlayıp “bilinmeyen baş”a ilerleyen Gabriel Garcia Marquez- ‘in ‘Kırmızı Pazartesi’ (‘Gronica de Una Muerte Anunciada’) sini anımsadım.
Hikayenin özünde ise Reshad Feild (Richard Timothy Feild, 1934) tarafından yazılan The Last Barrier : A Sufi Journey “ Bir sufi yolculuğu” adlı kitapta konu edilen, Londra’dan başlayıp Konya’ya uzanan bir yolculuğun kurgusu ile benzerlikler gördüm. Yanlış anlaşılmasın diye belirteyim. Bu son iki eleştiri ile taklit ve çalıntı iması yapmıyorum. Her yazarın tekniğinde ve kurgusunda, diğer yazarlarınki ile benzerlikler ve özdeşlikler bulunabilir.
Kitabın arkasındaki eleştiri (!) yazıları ise kitabın değerini düşürmekten başka hiçbir işe yaramıyor.
Elif Şafak keşke bu methiyeler yerine Dücane’nin eleştirisini koysa idi. Kitabın değeri daha da artardı.
Hüseyin Topuz
Yazan:Adaçayı Tarih: Eyl 28, 2010 | Reply
“Mevlana İslam Alemi’nin Şekspiri’dir”
Aklıma şu geldi:
“Kapitalizm, gölgesini satamadığı ağacı keser.”
Bu cümleyi okuyan -her kim olursa olsun- içinde zerre kadar da olsa isyan hissetmiyorsa, biz hissedenlerle siz hissetmeyenler demek ki birbirimize bakar körüz. İsyan uyanıyor içimde çünkü özüne vakıf olamadığın bir hal hakkında ahkam keseceksin birazdan ve bu ahkamdan da bir benlik peydahlayacaksın üstelik ve de kimse sana -elini taşın altına koyup da- haddini bildirmeyecek!? Dücane Bey, içimdeki bütün “yok öyle yağma”lara tercüman olmuştur.
Ayrıca, Tasavvuf’un, Batı marifetiyle fabrikasyon bir takım işlemlere tabi tutulup Sufizm olarak bizlere yeniden pazarlanması gücüme gidiyor.
Tamamıyle keyfe keder bir biçimde “Hakikat’in incitilmesi”ne içerliyorum.
Aynı zamanda “Sanat’ın incitilmesi”ne de üzülüyorum.
Neden? Çünkü İnsan’ım.
Dücane Bey ister İlim’le çıksın karşısına ister İrfan’la, ister müsterih olsun ister muhteris, çıksın ama lütfen. EŞ gibi kifayetsiz muhterislerin, benim gibi sıradan insanların, hayatın acımasız ekmek kavgasında Hakikat’e açlık duyabildiğini fark edebildiği kısacık zamanlarına, aslı astarı olmayan şeyler pazarlayarak göz dikmesi, bununla da kalmayıp samimiyetsizce küpünü doldurması karşısında Dücane Bey az bile söylemiştir kanımca. Yazı dizisinin sonunda kendisi bu yazıyı neden yazdığını bizzat belirtmiştir: Kimse yazmadığı için!
Yukarda “Tasavvuf’a duyulan ilginin artmasını nicelik ve nitelik bakımından karşılaştırmış olanlara da can-ı gönülden katılıyorum ayrıca.
Son olarak;
Celaleddin’in 3 kelimeyle anlattığını Şekspir bir kitapta anlatmış ama doymamıştır;
Celaleddin; “Şüpheyle Cennet olmaz.”
Şekspir; “Othello”
Karşılaştırmam mecazidir elbette…
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Eyl 29, 2010 | Reply
Bu ne cinnet halidir?Bu ne kin ne öfkedir böyle?Nedir bu alıp veremediğiniz Elif Şafak’la anlayamayırum.Sanki Salman Rüşdü’nün “Şeytan Ayetleri”eleştirir gibi habire saldırılıyor.İşin ilginç yanı ise,kişisel hesaplaşmaya dönüşen bu önü alınamayan hezeyanlara hep Dücane Cündioğlu’nun referans verilmesi…Yazara düşmanlık derecesinde tepki duyarak linçe kalkışanların nakaratları hep aynı:”Az bile söylemiş!”,”Haddini bildirmiş!”…
Ayıptır ya,bir insana bu kadar da yüklenilmez ki!Hani sanat eleştirisi falan olsa gam yemeyeceğim.Elif Şafak’ı entelektüel düzeyde bir eleştiri yöneltildiği yok.Ha bu da anlaşılır,diyelim ki sanatsal eleştiri amaçlanmamış…Peki Mevlana’nın şahsiyetine mi gölge düşürülmüş?Tasavvuf’a mı saygısızlık var?Nedir derdiniz kardeşim?
Ayrıca bu linç kampanyasına katılarak bir taş da ben atayım diyenlerin,iddia ettikleri gibi Mevlana’nın yoluna sadık olduklarını da sanmıyorum.Eğer biraz samimi olsalardı bir insanı karalamak için birbirleriyle yarışmazlardı.Yarışmazlardı çünkü Mevlana’nın hoşgörüsünde böyle bir dilin yeri olmadığını bilmeleri gerekirdi.
Ne var ki linç ateşiyle kendinden geçenler maalesef bu düstüru unutmuşa benziyorlar.Hadi ordan derim ben de!Siz kim Hz.Mevlana’nın ahlakı,hoşgörüsü,kuşaktan kuşağa tüm dünyaya örnek olmuş erdemli şahsiyeti kim?Elif Şafak’tan intikam alırcasına düzeysizce saldıranların biraz olsun Mavlana gibi yüce bir şahsiyete saygısı olsaydı bu kadar kibirle nefret yayayacaklarına tevazu gösterirlerdi.Peki yere göğe sığdırılamayan Dücane Cündioğlu ve dahi aynı koroya katılanların sözlerinde acaba tevazudan eser var mıdır?
Sormak icap eder:Böyle mi gidilir Mevlana’nın yolunda?Böyle mi değerlerine sahip çıkılır?
Biraz insaf ve biraz da izan ya hu!
Yazan:secil Tarih: Eki 1, 2010 | Reply
es geçilmemesi gereken en önemli konu elif şafak sayesinde binlerce kişi mevlana ve şems ten haberdar olup hayatlarını okumaya yöneldiler..
bunu katmış olması bile güzeldir.. korkutmayalım .. müjdeleyelim .. lütfen ..
Yazan:Hasan Tarih: Eyl 11, 2014 | Reply
Dücane Bey ve hemen ardından bu eleştiriyi okudum. Yapabileceğim en basit eleştiri, Dücane Bey’in – doğru ya da yanlış münzara edilebilir- kitap eleştirisinde nokta atışlar yapması ve konular hatta cümleler üzerinde birebir fikirleri olması buna nazaran yukarıda yazının muğlak ifadelerle – Dücane Bey de kendini denizde bir damla olduğunu bilse vs.- donatılmış olduğudur. Keşke yazar eleştiri metni üzerinden gitmiş olsa da biz de bir kanıya sahip olsak. Ama bunun yerine yazının bütününü hakir gören ifadeler yazıyı oldukça bayağılaştırmış. Belki araya serpiştirdiği new age kelimelerle yazıyı ciddileştirmeye çalışsa da eleştirinin özüne inememekle hata yapmıştır. Yazı prematüre olmuştur.
Bu hususlara örnek olarak yazarın “…Cündioğlu, Elif Şafak’ın kimi tezleriyle tartışırken, İslam hermeneutiğinden bahsediyor ve burada da benim anlayabildiğim kadarıyla şöyle bir kıstas belirliyor: Ancak bilginiz “tam” ise ve o dil konusunda “uzman” iseniz yorum yapabilirsiniz! Felsefi hermeneutik ile benim “ontolojik tevazu” adını verdiğim, “noktası konulmamışlık” arasında, birisi akıldan, diğeri irfandan kaynaklanmaları açısından temel farklılıklar da olsa bir benzerlik kurulabilir. Ancak ontolojik tevazu, insanın kendi tamamlanmamışlığının farkında olması demekse şayet, Cündioğlu da Elif Şafak’a bu tevazudan hareketle bakabilseydi, belki kendi bilgisinin de okyanusta birkaç damla olduğunun farkına varabilirdi gibime geliyor. Ontolojik tevazu sırf bu yüzden vahyin her daim insanla konuştuğunu bilmek demekken, aynı zamanda bilgiyle iktidar kurmayı ya da bilgiyle üzerimizde iktidar kurulmasını da reddetmek demektir.” paragrafı gayet didaktik ve hakim bir makamda olduğunu iddia etmekle beraber aşağılayıcı ifadelerle bayağılaşmış görünüyor.
Yazan:doğrucu davud Tarih: Nis 20, 2016 | Reply
özenti bir dille buram buram yapmacıklık kokan zorlama bir yazı olmuş.