Cihan Aktaş’la Gerçek İran’ı ararken(2)
By Mehmet Yılmaz on Kas 17, 2009 in devrim, Ortadoğu, Röportaj
Sunuş: Devrim kelimesi devirme eylemini çağrıştırıyor. İran şahı devrilince halk enkazın altında mı kaldı? Yoksa İslâmî (?) bir dev(i)rim ile nurlu ufuklara mı yol alıyor?
Cihan Aktaş ile geçen hafta başladığımız söyleşiye devam ediyoruz. Geçen haftaki sunuşta dediğimiz gibi İran hakkında çok önyargı var. Kimimiz kâbuslar görüyor, Kafka’nın Metamorfoz romanındaki gibi. Sabah bir uyanmışız, Türkiye İran olmuş, herkes Farsça konuşuyor, iki yanına minareler konan Anıtkabir camiye çevrilmiş! Kimimiz Humeyni’ye İslâmcı bir Che muamelesi yapıyor, posterlerini asıyor duvarlara. I LOVE KHOMEYNI, Başka büyük yok!
Ne aşk ne de nefret diyoruz. Önce anlamak…
(Cihan Aktaş‘ın kitaplarının listesine buradan erişebilirsiniz.)
– Geçen haftadan devam –
MY:İran’ı tanıyanlar sinema, edebiyat ve genel olarak kültür açısından çok övüyorlar. Türkiye ile karşılaştıracak olursak haklın eğitim ve kültüre ilgisi nasıl İran’da?
-Okuma-yazma oranında devrimden sonra büyük bir artış olduğu söyleniyor. Taşralı ve muhafazakar insanlar, aileler, bu ailelerin kadınları, dini bir devrimin ardından okullarda ve toplum içinde kendilerini daha rahat hissettiler. Söz gelimi sinema başta Humeyni olmak üzere ulema tarafından artık kadınların meslek edinebileceği bir alan olarak tanımlandı ki, eskiden dindar ailelerin sinemaya gitmedikleri, hatta evlerinde televizyon bulundurmadıkları bilinir.
Tabii musiki alanında bir boşluk vardır. Klasik müzikler destek görüyor genellikle. Modern müziklere yönelik aşırı ihtiyatlı tutumun bir sonucu, nasıl tabir edilecegi bilinmeyen ama suya sabuna dokunmayan piyasa müziğinin yaygınlaşmasıdır.
Bu konuda bir değerlendirme yapılırken, müslümanların fıkıh birikimleri üzerinden bakmak gerekir. Devrimin başında sokakta gitarla dolaşamazmış insanlar. Çünkü fıkıhta iyi gözle bakılmıyor. Fakat bu külliyatların hayat tarafından test edildiği bir dönem yaşanmıştır. Şimdi musiki ve enstrüman öğreten kurslar çok yaygın. Fakat icra konusunda problemler var. Mesela rock müziğe karşı bir tavır, pop müziğe karşı ise görece bir destek olduğu söylenebilir.
Üniversite tahsilinine verilen önem, bir hayli abartılıdır. Yeni tanıştığınız bir insan size kısa bir süre sonra yüksek tahsilli olup olmadığınızı sorabilir.
Muhafazakarların Ahmedinejat hükümetleriyle bütüncül bir yapı oluşturduğu şu son birkaç yıl içinde sansür artmıştır. Basın-yayın alanındaki sansürün ilginç bir sonucu, fısıltı gazetesinin gelişimi olur, doğal olarak. Resmi olmayan bir haber, yorum veya görüş hızla fısıltı gazetesiyle dolaşıma sokulur. Tabii söz konusu olan “fısıltı” olduğu için de bir haber, bir yorum giderek doğruluğunun ne kadar güvenli olacağına emin olunamayan bir muhteva kazanır.
Buna karşılık kültür, sanat ve eğitim alanında devrimin başından itibaren oluşmayı sürdüren yapıların kazandırdığı ivme toplum üzerinde henüz etkisini sürdürüyor. Kazanılmış haklarını kolay kolay geri vermez bir toplum. Bu nedenle de reformist hükümetler döneminde oluşmuş bir hayli çok sesli ve olabildiğince özgür tartışma ve üretim ortamının iptaline dönük her adım büyük bir tepkiyle karşılanıyor. Esasında popülist bir siyasetçi olan Ahmedinejat, arka planı ve izlediği politikalar nasıl olursa olsun kendisinin de özgürlükler alanında reformistlerden geriye kalmadığını söyleyecektir, bir eleştiri karşısında.
Sanatçılar, yazarlar bir yolunu bulup üretmeye devam ediyorlar. Gençlerin var olma, üretme, kendini geliştirme konusundaki azimlerine ise doğrusu hayranlık duymadan edemiyorum. Bunun şöyle bir açıklaması var sanıyorum: Bir tarafta sansür olsa da bu sansür çok katı bir şekilde üzerine gidemiyor sanatçıların, devrimin kazandırdığı bir bilinç ve kazanılmış hakların getirdiği varlık alanları nedeniyle…
İki yıl kadar önce kapatılmış olan kadın dergisi Zenan, son sayılarından birinde İranlı kadınlar bağlamda yapılmış farklı bir araştırmaya yer veriyordu. Araştırmanın başlığı “İranlı Genç Kızlar: Geleneksel Eşitsizliklere Dair Modern Rivayetler” di. Araştırmanın verilerine göre, devrimden sonra özellikle muhafazakâr kesime mensup kadınlar kapalı mekanlardan çıkarak, toplumsal hayat içinde aktif roller üstlenmeye başladılar. Kadınların bu alandaki iddia ve başarılarının en somut örneklerinden biri, üniversitelerde tuttukları yerde kendini gösteriyor. Kadın öğretim üyesi sayısının oranının %16 ila 17 arasında gösterildiği üniversitelerde kız öğrenci sayısının erkek öğrencilere oranı, % 60-62 arasındadır. Üniversitelerdeki kız öğrenci sayısındaki artış karşısında Milli Eğitim Bakanlığı, kız öğrencilerin oranını erkek öğrenciler karşısında dengeleyecek bir kota arayışı içindedir.
MY:Özellikle kültür ve sanata devletin katkısı ve müdahalesi ne seviyede? Meselâ bir İranlı yönetmen resmî ideolojiye aykırı bir film yapabilir mi? Biliyorsunuz Türkiye’deki sanatçılar uzun süre sansür ve devlet desteği kıskacında eser verdiler. İran’da iyi veya kötü örnekler var mıdır?
-Bu durum dönemlere göre değişiklik gösteriyor. Sinemada başlangıçta konulmuş ilkeler vardı ve bu ilkeler bağımsız bir sinemacılar topluluğu yetişmesini mümkün kılabilmişti. Bu ilkeler şöyle sıralanabilir: Estetik, fedakarlık, mükemmelleşme ve hakikat arayışı. İlkeler önemli olsa da daha önemli olan bunların yorumlanmasıdır. Sinemaya ve kültür alanına bugün “muhafazakar” denilen kesimden yöneticilerin geldiği dönemlerde sansürde bir abartma yaşanıyor ve bu da filmlerin kalitesine yansıyor. Mesela gişe kaygısı taşıyan yönetmen başı ağrımasın diye suya sabuna dokunmayan ucuz bir film yapıyor, bu filmin içine bolca ibadet sahnesi yerleştiriyor ve destekleniyor. Buna karşılık bir derdi, kaygısı olan, seyirciyi düşündürtmeye veya sarsmaya niyet etmiş yönetmenin çektiği filmde bir isim, bir sahne, bir diyalog, makaslanmak istenebiliyor. Ancak dini ve tarihi sinema alanında bu tür endişeler söz konusu değil. Belki de bu nedenle İranlılar bu sinema türleri alanında bir hayli başarılılar.
Sansür nedeniyle seçkin yönetmenlerin Ahmedinejat hükümeti süresi boyunca film yapmama kararı aldıklarını öğrendim bugün bir yönetmen arkadaşımdan. Bu yönetmenlere bir örnek, Rahşan Beni İtimat.
Yayın, kitap yayını konusunda ise şu dönemde daha zorlayıcı bir tablo çıkıyor karşımıza ne yazık ki… Hatemi hükümetleri döneminde basın nispeten rahattı ve çok çeşitli kitap yayınlanabiliyordu. Birkaç yıldır basın alanında da büyük bir rahatsızlık söz konusu yazan, çizen çevrelerde.
MY:Derin Düşünce bizim TSK tarafından fişlendi biliyorsunuz. Böyle şeyler oluyor mu İran’da? Yoksa fikirler özgürce tartışılabiliyor mu?
-Özellikle seçimlerin ardından internete yoğun bir sansür geldi. Bir dönem reformist aydınların siteleri yoğun olarak sansürlendi. Zaman zaman yaşanan serbestiyi, herhangi bir toplumsal hareketlenmenin akabinde yeni bir sansür izliyor. Buna karşılık reformist basında yazarlar meselelerini özgürce dile getirebiliyorlar. Ben İran’la ilgili yazılarımdaki bilgileri genellikle basına dayandırırım zaten. Çünkü son tahlilde basında kullanılan dil ve söylemin anayasa ile çatışmadığı öne sürülebilir.
Şu dönemde şöyle bir gelişme var: Seçimlerin ardından muhalefete yönelik baskı dönemini şimdi, munhalefetten ve daha ılımlı kimselerden yükselen eleştiri ve özeleştiri dalgası almakta. Mesela Keyhan gazetesinin bir yazarı, Nurizad, Hamaney’e bir mektup yazarak, seçimler sırasında izlediği taraflı tutumu eleştirdi. Bu tür eleştirilere pek rastlanmazdı İran’da. Üstelik bu eleştirinin Keyhan gibi muhafazakar bir gazeteden gelmesi büyük bir şaşkınlıkla karşılandı.
MY:Türkçe’nin yasaklandığını duyduk. Bu doğru mu? İran’da yaşayan Azerî Türklerin çocukları “ne mutlu İranlıyım” diye bağırmak zorunda kalabilir mi yakın bir gelecekte?
–Burada bir kavram kargaşası var sanırım. İran’da yaşayan Azeri Türkleri de kendilerini “İranlı” bilirler. Lor da, Azeri de, Kürt de Fars kökenli kadar kendini İranlı sayıyor.
Devrimin başlarında İslami değerlerin ihyası adına milli değerlere ve adetlere yönelik dışlayıcı bir dalga hakimdi topluma. Mesela Nevruz bayramı kutlamaları silikleştirilmişti ki İranlılar için bu kutlamalar çok önemlidir. Bu tür bastırma ve silikleştirme politikalarının bir sonucu zaman içinde milli kimliğe ilişkin unsurların canlanması olabilir. Bu da diyelim ki kimi kesimlerde Nevruz kutlamalarında bir abartıya gidilmesi şeklinde bir sonuç verdi. Yılın son Çarşamba gününde sokaklarda yakılarak üzerinden atlanılan ateşler veya maytaplar, havai fişekleri alanında bir abartı çıktı ortaya. Ya da kimi insanlar çocuklarına İranlıların milli kahramanlarının isimlerini vermeye başladı. Fakat Tebriz’de, Erdebil’de veya Urumiye’de insanlar Azerice konuşmaya devam ediyor, başka türlüsü de olamaz. Devlet dairelerinde bile Azerice konuşurlar o yörelerde. Azerice yayın yapan kanallar, radyolar, Azerice gazete ve dergiler mevcut halihazırda. Eşim Azeri olduğu için iyi biliyorum. Azericenin yasaklanması söz konusu değil.
MY:Dışarıdan anlayabildiğimiz kadarıyla şah dönemi ülke zenginliklerinin halka adaletle dağılmadığı bir dönem. Aynı zamanda yobaz laik bir düzenin devlet eliyle dayatıldığı yönünde bilgiler var. Temel sorun geçim derdi miydi yoksa Müslümanlara uygulanan baskılar mıydı? “İslâm devrimi” denen süreci başlatan faktör ne oldu?
-Devrimi başlatan olaylar şöyle gelişti bildiğim kadarıyla: Ayetullah Humeyni sürgünde bulunduğu Necef’ten sürekli olarak İran’daki yakınlarına ve taraftarlarına konuşmalar yapıyor ve bu konuşmalarında Şah’ı ve rejimini eleştiriyordu. Bu konuşmaların sürmesi üzerine İttilaat gazetesinde bir yazı çıktı ve bu yazıda isim verilmeden Humeyni’yi eleştirildi. Şahın ülkesi için çok şey yaptığı vurgulanırken de, “Ay ışıldar, köpek havlar” diye bir cümle kullanıldı. Bunun üzerine Kum şehrinde bu gazeteyi protesto için yürüyüşler gerçekleşti. Polisler yürüyüşçülere saldırdı, ölenler ve yaralananlar oldu yürüyüşçüler arasında. Bu ölümlerin kırkıncı günü münasebetiyle Tahran, İsfahan ve Tebriz’de daha geniş katılımlı gösteriler oldu. Bu yürüyülerde de ölümler olduğu için, bu olayların kırkıncı gününde ülke sathında daha da geniş yürüyüşler oldu. Bunun üzerine sıkı yönetim ilan edildi. Sıkı yönetime rağmen devrim gerçekleşinceye kadar gösteriler daha da genişledi.
Bu arada söyleşimizin ilk bölümünde İran’da Siyah yorgunluğu başlıklı yazımın kısa bir bölümünü vermiştim. Şimdi o bölümün devamını da ekliyorum aşağıya. Söyleşi çerçevesinde gerekirse o uzun yazıdan veya başka yazılardan eklemeler yapmaya devam edebilirim.
A-Tek Renkli Toplumdan Çok Renkli Topluma
Özeleştiriden vazgeçen ve eleştiriyi bastıran bir devrim, çoktan gerilemeye başlamış demektir. Her devrim tarihi kendisiyle başlatır, toplumu yeniden rasyonalize eder, kurallarını kendisi koyar ve aklı sıradanlaştırır. Ama her devrim de kurumsallaşmak ve dolayısıyla aklileşmekle maluldür. Neticede bütün devrimler günün birinde sloganlarla hayat arasındaki mesafenin getirdiği bir yüzleşmeye mecburdur. İran devrimi de geçen yıllar içinde gerek devrimin ve savaşın yüklediği problemler, gerekse başta Amerika olmak üzere Batı ülkelerinin tecrit politikalarının etkisiyle içine kapanmaya zorlanırken, söylemlerini sınırlamaya, şiar ve iddialarının bazılarından vazgeçmeye mecbur kaldı. Bugün devrimin başlarında Batı emperyalizminin ürünleri ve simgeleri olarak Üçüncü Dünya Ülkeleri halklarının bilinçlenmesine engel olmaları veya insan varlığının yaradılışının gerektirdiği en uç sınırlara kadar mükemmelleşmesi hedefine olumsuz etkileri gibi nedenlerle dışlanan futbol, kozmetik ürünleri, kot pantOlon, reklam, müzik ve pop müziği, moda ve demokrasi gibi birçok kurum, kavram ve olgu, bugün dini bir açıklama yapılarak, kullanıma açılmıştır.
Bu süreçte İran devrimi, Sovyetlerin çöküşü üzerine Batı Alemi tarafından, kendisini dengede tutan karşıtı, karanlık ve asık yüzlü “ötekisi” olarak şekillendirilmenin sonuçlarıyla da yüzyüze geldi. Bu “asık yüzlü İslam”ın ne kadarı İran’a, ne kadarı Batı’ya aitti? Aslında çatışma iki yönlü sürüyordu. Bir tarafta İslam adına devrim yapan bir ülkenin modern dünyanın değerleriyle tarihsel mirası arasındaki kaçınılmaz bir çatışma yaşanıyordu. Diğer tarafta, devrimciler arasında genellikle pasif kalmış dini/fıkhi mirasla ilgili olarak bir tasfiye ve yeniden üretim sürecine girilmesi ve bu bağlamda yeni okumalar yapılması, yeni bir dil üretilmesi gerektiğini ileri süren bir eğilimle, ‘Batı’nın kültürel hücumuna karşı değerlerini olduğu gibi korumak’ şeklinde özetlenebilecek, tarihseli ve sosyolojik süreçleri mutlaklaştıran, yine tarihsel örneklerden yola çıkarak İslam Devletinin korunması adına baskıyı ve şiddete başvurmayı normal sayan eğilimin çatışması yaşanıyordu. Devrimin ihracına ilişkin geleneksel cihad söylemlerinin şia yorumunun ortaya koyduğu anakronik yaklaşımlar devrimin ufkunu daraltırken, bu yıpratıcı mücadelede İran bazen tanımlandığı gibi oldu, bazen de tanımlayan iradenin (Özellikle ABD’nin) tanımladığı gibi göründü. (2)
Bu ‘öteki’ olarak şekillendirilme döneminin olumsuz sonuçlarının en önemlilerinden biri, İran’daki içe kapanma yanlılarının Doksanlı yılların ilk yarısına kadar etkisini sürdürmesidir. Bu dönem, İslam Cumhuriyeti’nin siyasi ve hukuki sisteminin yirmi yıl içinde geçirdiği “karizmatik, oligarşik ve demokratik-halkçı” şeklinde sınıflandırılan üç merhaleden ikinci dönemi teşkil etmektedir. Bugün “I. Cumhuriyet” diye adlandırılan ilk dönem, Ayetullah Humeyni’nin sağlığında ülke atmosferine hakim olan karizmatik rehberlikti. Bu dönemde siyasal teşekküller yeteri kadar şekillenmediği halde, halkın devrimin tazeliğinden, savaş şartlarından ve karizmatik rehberlikten kaynaklanan bir tür katılımı sözkonusuydu. 1989’da ateşkesin imzalanmasından ve hemen ardından Ayetullah Humeyni’nin vefatından sonra, siyasal partilerin resmi olarak kurulamamasından ileri gelen boşlukta, Ayetullah Humeyni’nin sağlığında seslerini fazla yükseltemeyen tutucu molların grupçuluk ya da güç merkezlerine nüfuz etme girişimleriyle, devrimin başında anayasanın da teminatıyla halka yaslanması hedeflenen sistem oligarşik bir yönetime doğru çarpılmıştır.
“II. Cumhuriyet’ diye adlandırılan ve Rafsancani’nin pragmatizmini vitrine çıkartan dönemde halkın siyasal katılımı alabildiğine sınırlandırılmıştır. Bu dönemde söyleme ve eyleme yetkisini elinde tutan, zamanında içlerinden bazılarını Ayetullah Humeyni’nin ‘beyinleri donmuş’ diye suçladığı mollaların bu yetkiye sürekli sahip olmaları ve geniş yetkilerle donanmaları için gerekli kurumsal ve kuramsal düzenlemeler yapılmıştır. Velayet-i Fakih kurumunun istişari bir kurum olmak yerine bütün ülkeye nüfuz eden totaliter bir mekanizmaya dönüştürülmesi, farklı her ses ve talebin “velayet-i fakihe düşmanlık”, “devrime, şehitlere ve İmam’ın Çizgisine ihanet”, suçlamasıyla susturulmasına elverişli kurumlarla korunması, ‘Batı’nın kültürel hücumu’ ileri sürülerek, devrimin başlangıcındaki hissiyat ve sloganlar mutlaklaştırılarak ülkenin dünyadan kopması ve yalnızlaşması gibi oluşumlar, devrime bağlı gruplar arasında başlangıçta da mevcut olan görüş farklılıklarını derinleştirmeye başlamıştır. (3)
Devrimin korunması adına özgürlüklerin vesayet altına alınması ya da tahdidi toplumsal bir sistemin rasyonalizasyonu açısından zorunluymuş gibi gösterilse de, uzun vadede bu koruma çabaları bütün toplumun kendisini tekrar ettiği bir tekdüzelik ve renksizleşmeyle, toplumsal hayatın damarlarını kurutan bir çölleşmeyle neticeleniyordu. Bu çölleşmeye ilişkin sinyaller, öncelikle seksenli yılların radikal islamcıları ve devrimcileri arasında bir özeleştiri ve sorgulamanın hız kazanmasına sahne oldu. Hayal kırıklığı veya yenilgi mi? Daha çok, bütün devrimlerin başına gelebilecek şeydi yaşanan; devrimin öz evlatları sloganlarla hayat arasında açılan mesafede telef oluyorlardı. Hem, devrimcilerin bir kısmı daha başında emir kumanda ilişkisine dayanan bir toplum hedeflememişti. (Örneğin Beheşti, Hatemi, Suruş, Talegani, Bazergan…) Ayetullah Humeyni “beyinleri donmuş” diye nitelendirdiği bazı mollaların taleplerine ve uygulamalarına her zaman müdahale etmişti; şu var ki onun vefatından itibaren, dini kurumlara nüfuz eden bir kesim toplumu adeta bir mescit gibi görmüşlerdir. Rehberler bu mescitte namaz kılıyorlardı ama toplumun bu namaza iştirak etmesi veya etmemesiyle ilgilenmiyorlardı. İslamiyet’i tek bir yoruma hapsediyor; halkın ideal müslüman toplumu oluşturmak için bu yorumu sorgusuz sualsiz kabul etmesi gerektiğine inanıyorlardı. (4)
Doksanlı yılların ikinci yarısında yapılan bütün seçimleri, tutucu mollaların gösterdiği adayların karşısındaki adaylar kazanmışlardır. Hatemi’nin 19 milyon oyla cumhurbaşkanı seçildiği 1997 cumhurbaşkanlığı seçimleri, halkın geniş katılımıyla, yeni bir dönemin göstergesi ve ‘III. Cumhuriyet’in başlangıcı sayılmaktadır. Bu bağlamda devrim adına yirmi yıldan bu yana tasarlanan ve uygulamaya sokulan ve bazıları giderek tabulaştırılan çeşitli kurumlar, kavramlar ve uygulamalardan bazıları, tutucuların tüm manevralarına rağmen tartışmaya açıldı. Velayet-i Fakih’in anayasal konumu, Irak ile sürdürülen savaşın süresi (yani, savaşın daha kısa sürede bitirilmesinin mümkün olup olmadığı), Amerika ile ilişkiler, emri bil maruf ve nehyi anil münker adına hareket eden bazı gönüllü veya yarı resmi grupların eylemleri nedeniyle toplumda islami uyarılara karşı oluşan ilgisizlik ve korku, şeffaf bir devlet, çok sesli bir toplum, siyasal partiler, basın özgürlüğü, İslamiyet’in demokrasiyle bağdaşırlığı, kadınlarla ilgili hukuki problemlerin nasıl düzeltileceği… Kadınlarla ilgili tartışmalar, Hatemi’nin cumhurbaşkanı seçilmesiyle sonuçlanan yeni bir toplumsal dalgalanma ortamında, geniş açılımlar kazandı. Bu dönemde tesettür, çarşaf, diyet, recm, çok evlilik, muta nikahı, kız çocuklarının buluğ yaşı, kız çocuklarının erken evlendirilmesinin engellenmesi, kadınların yargıçlık yapabilmesi, kadının boşanma hakkına sahip olması ve boşanma durumunda şartları elveriyorsa çocuklarının vesayetini alabilmesi, kadının sinema, televizyon ve dergilerde görünmesinin sınırları gibi birçok konu sayıları hızla artan dergilerde, gazetelerde ve panellerde tartışılmaya başlandı.
YAKINDA DEVAM EDECEK
Gelecek sorular
MY:İran İslâm devrimi’nin lokomotifi neydi? Ne pahasına olursa olsun Şah’tan kurtulmak mı? Yoksa Humeyni’nin vaad ettiği rejimi anlayan ve isteyen bir halk hareketi mi?
MY:İran Devrimi’nin “İslâm” diye etiketlenmiş olması bir Müslüman olarak sizi nasıl etkiliyor? Humeyni’den bu yana gelen süreçte olan bitenler sizce İslâm’ın temel ilkeleriyle, kırmızı çizgileriyle meselâ kul hakkı ile uyumlu mu? Bu devrim için “istisnalar dışında her şey İslâm’a uygundur” denebilir mi? Neden?
MY:Türkiye’nin yakın tarihine baktığımızda önce “Laz, Kürt, Arap, Türk fark etmez, hepimiz Müslümanız” diye başlayan bir kurtuluş hareketi var. Ancak bu hareket “Türk yurdunda Türk olmayanlara ancak kölelik ve uşaklık düşer” diyerek sonuçlanmış. Tepeden inmeci devrim istiklâl mahkemeleriyle ve çeşitli baskı organlarıyla halka eziyet etmiş ki sorunlar bitmiş değil. Bu haliyle Kemalist Devrim 1789’da Fransızların terör dönemini, 1917 Rusyasında Komünistlerin (daha sonra KGB olan) çeka adlı gizli polislerini hatırlatıyor. Özetle devrimciler ertesi gün muhafazakâr oluyorlar ve devrimlerini koruma gayretiyle zulüm yapıyorlar. İran Devrimi bundan kaçabildi mi? Devrimin ilk yılları nasıl yaşandı?
MY:Humeyni’nin iktidara gelmeden önce “demokrasi” dediğini ancak sonra totaliter bir rejime döndüğünü görüyoruz. Kendisine destek verenlerin meselâ Komünistlerin yönetimden uzaklaştırılması geliyor akla. Sanki bu bir sürekli devrim haline geldi. Humeyni kendinden sonra yönetime Hüseyin Ali Muntazeri’yi getirmek istiyordu bildiğim kadarıyla. Ama vefatından önce baskıcı yönetimini eleştirdiği için Muntazeri bu imtiyazını kaybetti. Sizce Humeyni etrafına danışan, farklı fikirlere saygı duyan bir lider miydi yoksa 1930 Avrupasının diktatörlerine mi benziyordu?
MY: Ayetullah kavramı nedir? Hata yapmaz ve hesap vermez bir makam mıdır? Dinî rolünü siyasete genişletmiş bir olgu mu yoksa Şii inancında zaten olan bir şeyin uygulanması mıdır?
MY:Humeyni’nin ölümünden önceki ve sonraki dönem için “halkın iradesini ve vicdanını yansıtan” bir yönetimden denebilir mi? aşağıdaki duruşlardan hangisi savunulabilir sizce?
- Humeyni adil bir düzen kurdu ve bugün de devam ediyor,
- Humeyni’nin kurduğu iyi bir düzen sonradan bozuldu,
- Düzen baştan bozuktu, öyle devam etti.
MY:İran’ın İsrail konusundaki tavrını nasıl buluyorsunuz? “haritadan silmek” gibi söylemler sizce Filistin’e fayda getiriyor mu? Yoksa sesi iyice kısılmış “ılımlı” İsraillileri şahinlerin kucağına mı itiyor?
MY: Türkiye-İran ilişkileri sizce ekonomik düzeyde mi kalacak yoksa karşılıklı siyasî bir etkileşim söz konusu olabilir mi?
17 Yorum
Yazan:özlem Tarih: Kas 17, 2009 | Reply
Sevgili Cihan Aktaş’a teşekkür ederim. İlk defa bu kadar kapsamlı, yazarın kafasındaki İran’ı değil de olan İran’ı olduğu gibi anlatan bir röportaj okuyorum. Nedendir bilinmez bizim için kapalı kutu olan bir meselede yazıyor. Zor bir konu güzel akıcı bir röportaj. Mehmet bey’e de bu çabası ve özenli seçilmiş soruları için bilhassa teşekkür ediyorum.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Kas 17, 2009 | Reply
Sitedeki Humeyni tartışmalarından sonra bu röportaj çok güzel oldu. İran’ı doğru anlamamız lazım.
Yazan:MY Tarih: Kas 18, 2009 | Reply
Bu katki bizim için büyük bir kazanç oldu. Sorulari elimden geldigince iyi hazirlamaya çalistim tabi ama Cihan Hanim’in yanitlarinin güzelligi ve ayrintiya verdigi önem sayesinde hayal ettigimin ötesinde bir sonuç çikti ortaya 🙂
Iran çok büyük ve genç bir ülke. 20-30 yilda yasanan degisimleri incelemek ve YENiDEN incelemek gerek. Degisen dünyada her ülke gibi Iran da yeniden kuruluyor hergün.
Sahsen Türkiye’nin dis politikada bu ülke ile birlikte çalismasina çOK OLUMLU bakiyorum. Bu iki ülkenin baris içinde projeler gelistirebilmesi lazim.
Ama bu dostluk Iran devrimine ve genel olarak DEVRiM kavramina elestirel bakmamiza engel olmamali.
Cihan Hanim geçen bölümde ali Bulaç’a hak vermis ve “iran’a tesekkür borçluyuz, bir laboratuar oldu” sözlerini hatirlatmisti.
sahsen buna katil(a)miyorum. Iranlilari bir halk olarak görmek lazim herseyden önce. Siyaset ile herkes kadar ilgili, daha çok günlük hayatina, geçim sikintisina odakli insanlar.
Devrim kavramiyla Islâm’i bagdastiramiyorum. “Islâmî” ya da gayri-Islâmî bir ideolojiyle yapilsin, DEVRiM halka ragmen yapilan bir sey. Bir KIRMA, DEViRME eylemi. Gerisi ne olursa olsun diyerek vurulan bir tekme. (Enver’in bir lafi vardi bu türden)
Devrim disinda bir yol uygulansaydi (mümkün müydü?) Ahmedinejad yerine halkin vicdanini yansitan bir yönetim olabilirdi bugün basta.
amacim körleme Iran elestirisi yapmak degil, bu “islami” devrimlerin Türkiye’ye göre olmadigini söylemek. Zira varilacak yer yesil renkli bir kemalizm olur ancak!
Beni derdim de bu olsun 🙂
Yazan:cb Tarih: Kas 18, 2009 | Reply
selamlar,
mehmet yılmaz’ı ben de takdir ediyorum üzerine yoğun tartışma yaşadığımız bir konuda,bu konuda uzman olan birisiyle hemen bir çalışma,söyleşi işine girdiği için,ayrıca Cihan hanımda sağolsun,bizi kırmadığı için ve katkıları için.
lakin bir İran tarihselliği işlemek ayrı bir başlık,İran konusunda bilgisi olan biriyle bir söyleşi gerçekleştirmek ayrı bir başlık,Humeyni konuşmak başka bir başlık,İslam-Devrim ilişkisini sorgulamak başka bir başlık diye düşünüyorum,üstelik 30 yıllık bir süreç üzerinden bunları yapmak daha da farklı bir başlık diye düşünüyorum.Ayrıca Mehmet Yılmaz’ın devrimciliğe olan antipatisinin İran’ın gerekli,halk eliyle gerçekleşmiş devrimciliğini anlayamamasına neden oldunuda düşünüyorum 🙂
Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Kas 18, 2009 | Reply
“gerekli,halk eliyle gerçekleşmiş devrimcilik” sorunlu bir kavram olabilir mi acaba?
devirdikten sonra yerine ne koyacagini bilmeden hareket etmek ile Islâm inanci uygun mudur?
Halk devrimi (kanaatimce) ayrica SORUNLU BiR KAVRAM. Halk derken 20-30 milyon yetiskin insandan bahsediyoruz degil mi? Bunlarin hepsinin birden siyasi bir degisime katilmasi mümkün mü? Yoksa devrimi yapan elitler kendilerine mesruluk kazandirmak için HALK’in adini biraz sömürdüler mi?
Kurtulus savasinin Kemalistlerce sömürülmesini hatirlatiyor bana bu:
– Neden yaptiniz?
– Halk istedi, halk arkamizdaydi, canini, kanini feda etti.
– Halkin kürtçesiyle, basörtüsüyle neden ugrastiniz savastan sonra?
DOGRUSU: Halk Yunan, Fransiz vb isgaline karsi birlesti. Kimse laiklik, milliyetçilik, vb istemedi.
zaten kimse bunlarin tarifini bile bilmiyordu. Hala da bilmiyor zaten.
Iran’da ne oldu? Halk Sah’in devrilmesini istedigi kadar Humeyni’yi ve takip eden rejimi de istedi mi?
Cihan Hanim bile söylemis galiba kimse su an Iran’in nasil yönetildigini bilmiyor diye. Millet meclisi
üzerinde bir güç var mi? Bu güç mesrulugunu kimden aliyor?
ACITAN SORU: DEMOKRATiK DEVRiM OLUR MU? Bir kaç ay içinde her konuda herkesin fikri alinip uygulanabilir mi? Basin, bagimsiz yargi vb mekanizmalarla devlet memurlarinin hatalari denetlenebilir mi? 4-5 yillik demokratik bir süreç bir kaç aya sigar mi?
Bence devrim dedigin seyi elitler yapar, sonra istedigi kilifa sokar. Iran’dakinin bir halk devrimi oldugunu söylemeden önce halk devrimi denen seyi bir tarif edebilir miyiz?
Yazan:selami Tarih: Kas 18, 2009 | Reply
Devrim tepeden iner.
Tepeden inen İslam olur mu?
Ulus devlet denilene,
İslam Cumhuriyeti denir mi?
Fredim sen de bana
Show must go on mu?
Yazan:özlem Tarih: Kas 18, 2009 | Reply
DEVRiM halka ragmen yapilan bir sey. Bir KIRMA, DEViRME eylemi. Gerisi ne olursa olsun diyerek vurulan bir tekme.
bu biraz sorunlu bir yaklaşım olarak geldi bana. Bu durumda babadan oğula geçen bir şahlık rejimini ve hiçbir parlemento parti seçim tanımayan mutlak tiranlık ile İran halkını yönetmesini halkın iradesi humeyni nin bir çağrısı ile tahranda yürüyen bir milyonluk iran halkını halkın iradesi harici bir durum olarak mı göreceğiz. Halk bazen devrim yapmayı da ister(oransal olarak güçlüyse başarır da) bir devrimin hangi iyi ya da kötü tohumu barındırdığı ya da sonrasında nelere manipule edildiği halk iradesi dışında ya da içinde olması ile ilgili bir mesele değil gibi geliyor bana.
Devrim ve darbe ya da devrimin tiranlaşması kendi evlatlarını yemesi ile(yememe şansı var mıdır o da ayrı konu) halk iradesine karşı olması gibi konuları karıştırmamak gerekir.
Halk irade buyurmadı ise ecinniler mi yaptı tarihteki devrimleri:))
Yazan:cb Tarih: Kas 18, 2009 | Reply
mehmet yılmaz,
halk devrimi midir,halk devrimi nedir,vs. gibi sorulara gerek yok ki!zira şahın yönetim zulmüne karşı gerçekleşen bir eylemdir,devrim yani devirme işlemi şaha yapılmıştır,zalim bir şah devrilmiştir,şimdi zalim bir şahı devirmenin neyini sorguluyorsunuz?inanın onu anlayamıyorum.
Yazan:Tarik Tarih: Kas 18, 2009 | Reply
Yerden mi bitti?
Yazan:cb Tarih: Kas 18, 2009 | Reply
(tarık)
:))
an itibariyle domuz gribi olmuş birini çok güldürdünüz,sağolun :)))
Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Kas 18, 2009 | Reply
“Yerden mi bitti?”
Din Islâm ile siyasi rejim(?) Islam’i karistirmis miyiz? yoksa baska bir sey mi anlatmak istemisiz?
Yazan:Tarik Tarih: Kas 18, 2009 | Reply
İslam “tepeden” inmedi mi? Mecazi deyişle, vahiy yerden bitmez, tepeden iner. Siyasette neden farklı olsun? (wishful thinking hoş ama o damar var mı gelenekte?)
Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Kas 18, 2009 | Reply
“İslam “tepeden” inmedi mi? Mecazi deyişle, vahiy yerden bitmez, tepeden iner.”
:))
Yazan:Tarik Tarih: Kas 18, 2009 | Reply
Cb,
Ne bileyim şiir(?) bir tuhaf geldi, geçerken sorayım dedim. :))
😛
Yazan:Tarik Tarih: Kas 19, 2009 | Reply
Örneğin, Bknz bu yerden bitmiş, sonra tepenize çıkmış.
Yazan:Tarik Tarih: Kas 19, 2009 | Reply
edit: bu dediğim ideolojidir aman… 🙂
Yazan:r.c.a. Tarih: Eyl 27, 2010 | Reply
Türkiye’nin yakın tarihine baktığımızda önce “Laz, Kürt, Arap, Türk fark etmez, hepimiz Müslümanız” diye başlayan bir kurtuluş hareketi var. Ancak bu hareket “Türk yurdunda Türk olmayanlara ancak kölelik ve uşaklık düşer” diyerek sonuçlanmış. Tepeden inmeci devrim istiklâl mahkemeleriyle ve çeşitli baskı organlarıyla halka eziyet etmiş ki sorunlar bitmiş değil. Bu haliyle Kemalist Devrim 1789′da Fransızların terör dönemini, 1917 Rusyasında Komünistlerin (daha sonra KGB olan) çeka adlı gizli polislerini hatırlatıyor. Özetle devrimciler ertesi gün muhafazakâr oluyorlar ve devrimlerini koruma gayretiyle zulüm yapıyorlar.
Sevgili yayıncı; MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ve devrimleri olduğu için burada bu yazıları yazabiliyor olup olmadığını,laiklik ve ya KEMALİZM kavramlarının ne olduğunu,içine sindiremediğin yanlarını,DİNİMİZİ istediğin gibi yaşayamıyor olmanmı ya da senin istediğin gibi diğerlerinin yaşamıyor/farklı yaşıyor olmasımı sizi ve sizleri bu kadar rahatsız ediyor bir diğer yazınızda bu konularıda açıp beni aydınlatırsanız çok sevinirim.sevgilerimle