Her sanat eseri bir soru demektir…
By eg on Oca 13, 2010 in İnsan, Sanat, Sinema
Pandoranın Kutusu (2008) Yeşim Ustaoğlu
Kapılar ve köprüler… Zihin ve bellek, bunların sonsuz kombinasyonlarının nasıl düzenlendiklerini bilmediğimiz bir karmaşası. Hangi kapı, hangi köprüye açılır? Bir kapının hep aynı köprüye açıldığı bir durum mümkün müdür?
Alzheimer bütün bu karmaşanın tek bir yöne evirildiği, kapı ve köprülerin bağlarının çoğunun yitirildiği bir insanlık hali olmalı! Sonsuz karmaşıklıktaki bir ağ içinde, hangi kapıdan girersek girelim, hep aynı köprüye ve o köprünün açıldığı tek bir kapıya varma hali… Hasta için boşluk duygusu; hasta yakınları için, sevdikleri insanın her gün bir yabancıya dönüşmesini izlemenin acısı ve hüznü.
Sevgi, boşluk duygusunu giderebilecek tek ilaç. Zira sevgi, zihin ve belleğin sonsuz karmaşasını tek vuruşta bypass edebilecek olan en büyük insanî güç. Ama modern insanın sevmeye hiç vakti yok ki! Nusret Hanım ile torununun yakınlaşması, torununun, sevgiye vakit ayırabilen bir modern dönem “loser”ı olmayı kabul etmesinden sanıyorum.
“Dağıma gitmeme izin ver; yoksa onu da unutacağım.” Nusret Hanım’ın tüm o kapılar ve köprüler içinden çıktığı, unutmadığı, unutmak istemediği tek yer orası. Ölmeyi istediği yer. İnsanın ölmeyi istediği yer aynı zamanda yaşamayı istediği yer midir? Bu yer, insanın unutamadığı tek şey olarak mı kalır?
Mommo Kız Kardeşim (2009)Atalay Taşdiken
Bahar esintileriyle birlikte uçuşan perdeler gibi, belleğimizde yer eden masum çocukluk hayallerinin karabasana dönüşmesi; yaz ortasında ansızın ve habersiz çıkıveren, ortalığı birbirine katan bir fırtınanın çıkması gibidir çocuklukta çok sevdiğimiz birisinin bir şekilde kaybedilmesi. Mıh gibi saplanan bir şeylerin açtığı, ömrümüz boyunca içimizi kanatan, ama başkalarından özenle sakladığımız yaramızın müsebbibi olan ve bahar esintilerinin, yaz güneşinin ortasına birdenbire çöküveren sonbaharın kuşattığı hayatın, hep çocukluktaki o kayıp anında kalakalması hali…
Bir Rüya İçin Ağıt – Requem for a Dream (2000)Darren Aranofsky
Ayaklarının altındaki zemin kaymış, tutunacak bir dalı kalmamış çağdaş insan, zehirlere ilaç muamelesi yapmaya yazgılı. “Yanlış hayat doğru yaşanmaz!” demişti Adorno. Yanlış hayatı doğru yaşatma reçeteleri sunan ve türlü illüzyonlarla gözlerimize bağ çeken bilimsel uzmanlık alanları ve ideolojileri acılarımıza çare diye belliyoruz. Yaralarımızı kanserleştirdiğimizin farkına varmadan!
Tam olarak nerede yanlış yola sapmıştık?
Kurban – Offret (1986)Andrei Tarkovsky
Çölleşen toprakta kuruyan bir ağacı yeniden yeşertmek mümkün müdür? “İnsan hep başkalarına karşı savundu kendisini… Başka insanlara, doğaya karşı… Durmadan doğaya karşı güç kullandı. Sonuç: güce, şiddete, korkuya, bağımlılığa, dayanan uygarlıktan başka bir şey değil. Teknik ilerleme denen şeyin bize getirdiği tek şey konfor oldu; bir tür “hayat standardı”. Tabii, bir de gücü korumak için geliştirilen şiddet araçları. Vahşiler gibiyiz. Mikroskobu cop gibi kullanıyoruz. Hayır, yanlış! Vahşiler maneviyata daha fazla önem veriyorlar. Önemli bir bilimsel buluş mu yaptık, hemen kötülüğe alet ederiz. Hayat standardına gelince, bir zamanlar bilge bir kişi ” gerekli olmayan şey günahtır” demişti. Eğer bu doğruysa uygarlığımız baştan aşağı günah üzerine kurulmuştur. Korkunç bir uyumsuzluk edindik. Temelde bir bozukluk var oğlum. Maddi ve manevi gelişimimiz arasında bir bozukluk oluştu. Kültür, yani uygarlık bozuk… Bu laflardan bıktım artık. Kelimeler, kelimeler, kelimeler… Konuşmayı bırakıp birşeyler yapmayı göze alabilecek, hiç olmazsa deneyecek bir kişi çıksaydı”
Kurban, tüm filmleri birer dua olan Tarkovsky’nin son duası. Ruhların çölleşmesinden acı duyan büyük bir sanatçının çıplak ayakla toprağa temas etmesi… Yakıcı ama aynı zamanda umut verici bir dua! “Her gün aynı zamanlarda – ne olacağı önemli değil – aynı şekilde yapılacak bir eylemin, dünyayı değiştireceğini düşünüyorum” diyen bir sanatçının Hz. İsmâil gibi sevdikleri uğruna kendini kurban etme yakarışı olarak Kurban, çölde kurumuş bir ağacı yeşertebilecek eylemin ipuçlarını veriyor. Tarkovsky’nin son duası biterken kamera, hepimizi kurumuş ağacın tepesinde yeşermiş olan bir dalı aramaya itiyor. Eğer inanıyorsak, hala umut var demektir.
Pi (1998)Darren Aranofsky
Bir ceviz kabuğuna dürülen kâinat… Ya da bir midye kabuğunda yaratılışa şahit olmak! Kâinat sürekli bir oluş içinde, her daim aynı nakaratı tekrarlıyor: Gören gözler için tüm kâinat yaratılan her bir şeyde gizli. İnsan ise yaratılanların en şereflisi ve tüm kâinatın bir kopyası… Hakikate susamış; ama sınırlarını her daim yeniden keşfetmeye yazgılı! Hakikat insana tümüyle açmıyor kapılarını çünkü.
İnsan, Allah’ın, kendisi için çizdiği sınırları ihlal etme yeteneği verdiği tek varlık! Akıl ihlale eğilimli, gönül ise sınırlara riayet edilmesine. İronik bir şekilde, akıl kapılardan döndürülmeye yazgılı, gönül ise girmeye… Gönlün mayası Aşk tüm kapıların biricik anahtarı çünkü!
Aklın, kapıları zorlarken ulaştığı son nokta delirmek… Deliren aklın bıraktığı alanı, sükûnet içinde bir gönüle terk etmesi boşuna değil. Belki de çıldırmanın en uç noktası, hakikatle dolaysız ilişki kurmaya en yakın insan halidir.
İnsan, Aşk haline aklının en uç noktalarını sınamadan varamaz mı?
Sürgün – Izgnanie (2007)Andrei Zvyagintsev
Tarkovsky’nin tabiatı (ve insanı) temizleyen yağmurunun aksine, şüphenin yağmuru kurşun gibi ağır. Düştüğü her yeri zehirleyen, yakan delen ve yok eden bir yağmur… Şüphe, insanın kendinden emin olmaması mı, yoksa başkalarına reva gördüğü bir eziyet mi? Sevgi ile şüphe bir arada olabilir mi?
Dead Man (1995) Jim Jarmusch
İnsanın manevi olarak kat ettiği yol, sonunda “Nobody” olmak için midir? William Blake’in yolculuğu bir hiç kimse olma yolculuğu mudur? Hikmet geleneklerinin insanı ulaştırmak istediği nokta, insana hiç kimse olduğu bilincini vermek olabilir mi?
Her insan, büyük yolculuğa gebedir. Hz. Peygamber’in(s.a.v) büyük cihaddan bahsederken kast ettiği şey, bu yolculuk olmalı. Bu cihada giren her insan biraz da şair olmak zorundadır. Şairlik kalıcı bir durak değil, yolculukta insanın yoldaşı olan bir araç olmalı. Nobody gibi… Blake, hiç kimse okyanusuna açıldığında şairliğini kıyıda bırakacak demektir. Ölmeden önce ölmek! Şairliğin en üst aşaması; ya da gerçek şiire ulaşma noktası.
William Blake’in ölmüş bir ceylana sarılarak yattığı o sahne filmin özeti gibi okunabilir mi?
Gandhi (1982) Richard Attenborough
“Göze göz, bütün dünyayı kör bırakır.”
Zalime karşı direnişin, tüm dünya tarihindeki en önemli başarılarından birisinin mimarıdır Gandhi.
İngilizler Hindistan’dan çekilmiştir. Ama Hindular ile Müslümanlar birbirine girmiştir bu defa. Gandhi’nin çabalarından sonra ateşkes yapılır. Kimse birbirini öldürmeyecektir artık. Bir gün bir adam gelir Gandhi’ye. İçindeki kini, nefreti ve bunlarla beraber büyüyen vicdan azabını yenemiyordur bir türlü. “Her gün cehennemde yaşıyorum” der Gandhi’ye. Çünkü Müslüman bir çocuğu, kafasını duvara vura vura öldürmüştür. Ağlayarak “Müslümanlar da benim küçücük çocuğumu öldürdüler daha şu kadarcıktı, cehennemden çıkamıyorum” der. Gandhi cevaben “cehenneme gidecek olanı sadece Tanrı bilir, ancak cehennemden çıkışın yolunu biliyorum. Annesi ve babası öldürülmüş bir Müslüman çocuk bulacaksın. Onu kendi çocuğun gibi yetiştireceksin. Ama çocuğu bir Müslüman olarak ve Müslüman geleneklerine göre yetiştireceksin!”
Hepimiz için cehennemden çıkış yolunu gösteren bir yol değil mi bu?
Gece ve Sis – Night and Fog(1955)Alain Resnais
İnsan, yazgısını kendisi belirleyebilen tek varlık. Ahsen-i takvîm ile esfel-i sâfilîn arasında gerilmiş bir ip. İpin neresinde bulunacağına insan kendisi karar veriyor. Allah’ın Kur’an’da sıkça vurguladığı gibi, kimi zaman meleklerden üstün, kimi zaman hayvanlardan aşağı olabilen tek varlık insan.
İnsan, tüm tabiatta, tasarlayarak, fizibilite planları yaparak öldürebilen tek varlık.
En az yakıtla en çok insanın nasıl yakılabileceğinin planlarının yapıldığı yer olarak Auschwitz bir sembol. İnsanın ne kadar vahşileşebileceğinin ve üstelik bu vahşiliği üstüne kan bulaştırmadan ne kadar steril bir şekilde yapabileceğinin sembolü.
Bunca vahşileşen modern insanın, bu vahşiliklerde sorumluluk duymaması modern toplum kurgularının ve siyasetin ne derece başarılı olduğunu gösteriyor olmalı! “İşinde” insan yakan, işkence yapan bir Alman (bir Yahudi, bir İngiliz, bir Türk…) evinde hiçbir vicdan azabı duymadan çocuklarına sarılabiliyor.
Öteki çocukların gözleriyle bizlerin gözleri arasına aşılmaz duvarlar yerleştirmekte çok mahir bir çağın mensubuyuz çünkü!
Yağmurdan Sonra – Before the Rain(1994) Milcho Manchevski
Kinin, nefretin, intikamın, şiddetin, kendi “negatif ayna görüntülerinden” başka bir şey doğurmadığını öğrenmek için daha kaç bin yıl geçirmesi gerekiyor insanlığın? İnsanlığın hiçbir şey öğrenemediğini öğrenmesi için? Merhametten maraz doğmayacağını, tam tersi merhametin bütün yaralarımızın tek merhemi olduğunu görmek için…
Kendini adamak eylemiyle merhamet arasında nasıl bir ilişki vardır? Merhamet steril bir duygu mudur, yoksa fedakarlık ve kendini kurban etme eylemleriyle birlikte olunca mı anlamlıdır?
“Zaman sınırsızdır; çember, yuvarlak değildir ” sözünün anlamı, bireysel eylemlerimizle toplumsal yazgımız arasına kurulan duvarların yıkılmasını talep etmek olabilir mi? Nietzsche’nin Zerdüşt’ünde, boğazına kara bir yılan giren çobanın, yılandan ancak onu ısırarak, yani kendi eylemiyle kurtulabilmesini hatırlatıyor bu söz. Merhamet ve fedakârlık; yani kendi eylemlerimiz bu duvarların yıkılmasında, ya da boğazımıza kadar girmiş olan yılanı kusmamızda nasıl bir rol oynayabilir?
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…
”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”
Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.
Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.
Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …
Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan
Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın
10 Yorum
Yazan:sq Tarih: Oca 13, 2010 | Reply
Bu yazıyı okuyunca sinema konusunda ne kadar cahil olduğumu farkettim. Oysa öyle görünüyor ki çağdaş sanatın yıkıntıları arasında gerçekten verimli olabilen belki de tek dal sinema.
Enver bey sanırım onda özellikle iz bırakan filmlerden bir seçki oluşturmuş, yorumlarıyla beraber güzel bir paylaşım olmuş, eline sağlık.
Yazan:eg Tarih: Oca 13, 2010 | Reply
sq,
bu notlar benim şimdiye kadar uzun yazma imkanım olmayan filmler için tuttuğum kısa notlar. yıllar içinde bunlardan yüzlercesi oluşmuş. en son da pandoranın kutusu için yazmıştım böyle bir şey. bir miktar derleyip toparlayarak, belki yeni şeyler ekleyerek ya da bazı eksiltmeler yaparak peyderpey bu notları paylaşmak niyetindeyim. bu bölüm bu niyetin ilk adımı olarak değerlendirilebilir.
Yazan:eg Tarih: Oca 13, 2010 | Reply
bu arada birşey fark ettim. “yağmurdan önce” filmini “yağmurdan sonra” diye yazmışım:( bazen böyle karışıklıklar oluyor ve hiç fark etmeyebiliyor insan. şimdi okuyunca fark ettim yanlış yazdığımı. film, before the rain(yağmurdan önce) filmidir:))
Yazan:feyza Tarih: Oca 14, 2010 | Reply
Merhaba Enver Bey,
Kitabiniz var mi ya da kitap yazmayi düsünüyor musunuz? Bütün yazilarinizi zevkle ve dikkatle takip ediyorum. Elinize, gönlünüze saglik. Sayenizde hayatin baska pencereleri de oldugunu ögrendim. Basarilarinizin devami dilegiyle…
Yazan:eg Tarih: Oca 14, 2010 | Reply
feyza hanım yakında, burada ve başka yerlerde yayımlanmış yazılarla, hiç yayımlanmamış bazı yazılardan seçilmiş ve uygun bir tema bütünlüğü içinde derlenmiş bir kitabımız çıkacak. henüz editörde kitap. sanırım bahar aylarında çıkacak gibi.
teşekkür ederim güzel düşünceleriniz için.
Yazan:sq Tarih: Oca 14, 2010 | Reply
Enver Bey,
Ömer Tecimer’in “Sinema: Modern Mitoloji” isimli bir kitabı var, Joseph Campbell’in “Kahramanın Sonsuz Yolculuğu” kitabındaki tema üzerinden birçok filmi değerlendirmiş. Siz de Mircea Eliade gibi yazarlardan referanslar verdiğinizi söylemiştiniz kimi zaman yanlış hatırlamıyorsam.
Okudunuz mu bilmiyorum belki ilginizi çeker.
Bu arada hayırlı olsun kitabınızla ilgili.
Yazan:özlem Tarih: Oca 14, 2010 | Reply
Ben de hayırlı olsun diyorum. Bu habere gerçekten sevindim. Kitap çıktığında tanıtımını da Suzannur Hanım’dan isteriz artık:)
Yazan:Suat Tarih: Oca 14, 2010 | Reply
Enver Hocam,
Valla kac gundur ustumde nedenli/nedensiz bir sıkıntı vardi, bu bana inanın bir ilaç gibi geldi. Buyuk bir özlemle bekliyorum hocam.
Yazan:eg Tarih: Oca 15, 2010 | Reply
sq,
teşekkür ederim. sözünü ettiğiniz kitabı biliyorum ama okumamıştım. en kısa sürede okumak isterim. sinema üzerine çok güzel kitaplar çıkmaya başladı son zamanlarda. evet dediğiniz gibi sadece eliade değil campbell’ın da yazdıkları sanat yorumlarında çok önemlidir diye düşünüyorum. heidegger’in hatta nietzsche’nin yazdıkları da benzer minvalde değerlendirilebilir.
sq, özlem hanım, suat hocam çok teşekkürler. ben sanki bunun daha önce bir muhabbetini yapmıştım diye hatırlıyorum. böyle sürpriz olacağını düşünmemiştim doğrusu:)) teşekkürler güzel dilek ve sözleriniz için.
Yazan:suzannur Tarih: Oca 15, 2010 | Reply
Özlem Hanım,
Enver bey yazsın, ben onun kitabının ne kadar güzellll olduğuna dair bir yazı yazarım kesinlikle, asla da eleştirmem :)))
Hem haddi zatımın fevkinde olur böyle bir şey….
İnşallah kitap çıkar da biz de imzalı alanlardan oluruz 🙂 bu harika olur.