Devlet insanları zorla savaştırabilir mi?
By Mehmet Yılmaz on Şub 10, 2010 in Devlet, vicdan, zorunlu askerlik
Ulus-Devlet konusunda yazdık, devlet bir makinedir. (Bkz. Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu) Kendine has zekâsı, vicdanı olmaz. Türk buz dolabı, Müslüman kalorifer olmaz. Biziz devletin aklı ve vicdanı. Devlet bir makine. Tek tek bireylerin yapaMAyacağı işleri halleden kolektif bir imkân, dev bir imece. yol yapar, köprü yapar, okul, hastahane yapar. Ama bazen devletler raydan çıkıyor. Nasıl bir buzdolabı elektrik kaçağı yaparak sahibini öldürürse bazı devletler de vatandaşlarını ezebiliyor, “insan öldürmekten soğumak” gibi akla zarar suçlar icad edebiliyorlar. Bir dönemin Fransa’sında Protestanlar tımarhaneye tıkılıyordu. Komünist Rusya’da ise Komünizme karşı olanlar. Öyle ya, Komünizme karşı olmak için insanın deli olması gerekir(!) 1900’lerin İngiltere’sinde eşcinsel olmak suçtu. 2010 Türkiye’sinde savaşa karşı olmak bir suç. Devletin tarif ettiği suçlar ile hakikaten suç olan şeyleri birbirinden ayrırd edemediğimiz sürece bu devlet bizi çok çarpar.
Aşağıda bu “suç” yüzünden başı belada olan iki insan (Enver ve Volkan) ile ilgili mektuplar var. Neyin iyi, neyin kötü olduğuna siz karar verin diyorum, buzdolabınız veya kaloriferiniz değil.
MEKTUPLAR
Merhaba arkadaşlar
Enver 21 Aralıktaki duruşmaya sivil kıyafetleriyle getirilmediği gerekçesiyle o günden beri cezaevi kıyafetini giymemekte ve hiçbir cezaevi kuralına uymamakta. Bu sebeple de 1 aylık disiplin cezası verildi.Avukat hariç dışarı ile ilişkileri kesilmiş durumda. Ancak geçen duruşmadaki talebimiz doğrultusunda bugün mahkemeye sivil kıyafetleriyle getirildi.
Ailesi ve arkadaşları dışında İnsan Hakları Derneği ve Uluslararası Af Örgütünden gözlemciler ile basın duruşmaya katıldı. Bir arkadaşımız saçı uzun olduğundan bahisle kışlaya alınmadı. Bu arkadaşın alınmamasının mahkemenin aleniyetini ortadan kaldıran bir uygulama olduğu mahkeme tutanaklarına geçirildi. (Duruşma sonrası kışlaya alınmama gerekçesinin başka birşey olduğu; saçın bahane edildiği anlaşıldı.)
Enver sabahki görüşmemede “Dağlıca” olayında kaçırılan askerlere verilen cezayı ve mahkemeyi protesto etmek amacıyla gelmeyeceğini, bu konuda mahkemeye bir dilekçe verdiğini açıkladı. Ancak mahkeme bu dilekçeye karşılık olarak gelmeyi reddetmesi durumunda zorla getirileceğine ilişkin yazı göndermiş cezaevine. Sonuç olarak protestosuna rağmen duruşmaya katıldı.
Bugün Enver hakkında açılan iki dava görüldü.
İlk olarak daha önce ” verilen askeri kıyafetleri ve mühimmatı kabul etmeyerek emre itaatsizlikte ısrar” suçlamasıyla açılan ve daha sonra atfedilen eylemin “hizmetten kısmen veya tamamen sıyrılmak” maksadıyla işlenmiş olma ihtimali söz konusu olduğu ve bu ihtimalde görevli mahkemenin heyet halinde oluşmuş mahkeme olması gerektiği gerekçesiyle mahkemenin görevsizlik kararı verdiği dava oldu.
Bu dava iki askeri hakim ile 1 subay üyeden oluşan heyet tarafından yapılmaya başlandı.
Öncelikle Enver vicdani reddine, askerliğe karşı düşüncelerine ilişkin beyanda bulundu.
Enverden sonra müdafi olarak daha önceki duruşmada askeri hakimlerin bağımsız olmadığı, bağımsızlığı oratan kaldıran yasal düzenlemelerin anayasaya aykırı olduğu bu sebeple de öncelikle bu hükümlerin anayasaya aykırılığı dolayısıyla anayasa mahkemesinde iptalinin istenmesi yönündeki dilekçemizi tekrar ettik ve bu konuda karar verilmesini istedik.
Bunun dışında mahkemede yer alan subay üyenin mahkemede bulunmaması gerektiğini, subay üyenin hazır bulunmasının AİHS’ne aykırılığına karar verildiğini, bu durumun adil yargılanma hakkının ihlali olduğunu ileri sürdük. Bunun dışında Enver’in savunmalarına esasa ve usule ilişkin savunmalar yapıldı.
Mahkemeye getirilen hekim bilirkişi Enverin psikiyatrik durumunun normal olduğunu, askerliğe elverişli olduğu, akıl hastalığının vesaire bulunmadığına ilişkin rapor verdi. Bu beyanı biz de kabul ettik.
Bu duruşma tanıkların tekrar ve bu sefer heyet tarafından dinlenmesi amacıyla 22 Nisana saat 10:00’a ertelendi. Enver’in duruşmalara katılmak zorunda olmadığına karar verildi.
Daha sonra ” verilen emir ve talimatları yerine getirmeyerek (rahat, hazıral vs.) emre itaatsizlikte ısrar” suçlamasıyla açılan davaya geçildi. Bu mahkeme tek hakimle görülmeye başlandı daha sonra savcı bir önceki duruşmadaki gerekçeyle mahkemenin heyet halinde yargılama yapması gerektiğinden bahisle görevsizlik kararı verdi. Bu davanın duruşma günü kıdemli hakimin incelemesi sonucu belirlenecek ve heyet halinde görülecek dava. Savunma ve itirazlar bu davada da yaklaşık olarak aynı şekilde gelişti. Ancak bu hususları heyet halinde oluşacak mahkeme inceleyip karara bağlayacak.
Bu arada Maltepe askeri cezaevindeki işkence vakasına dair yapılan suç duyurusu üzerine soruşturma devam ediyor. Ve geçen hafta savcılık yoluyla Enverin bu konuda ifadesinin alındığını öğrendik. Enver hakkında firar suçlamasıyla yürütülen soruşturma ise devam ediyor, hala dava açılmadı.
—
Av. Davut ERKAN
Millet Cad. No:127/10 Çapa-Fatih-İST.
Tel: 02126320635 Fax: 02126321289 Gsm: 05462314767
Selam,
6 Ocak’ta Ankara Yuksel Caddesi’nde “Vicdani Redci” Enver Aydemir’in tutuklanmasi ve iskence gormesini protesto etmek ve Aydemir’le dayanisma amaciyla bir basin aciklamasi yapilmisti.
Polis bu basin aciklamasina katilan 23 kisiyi gozaltina almis ve bu insanlar gozaltindan baslayarak, 24 saat sonraki adliyeye kadar mutemadiyen taciz, tehdit ve baskiya maruz kaldilar. Saci kisa kadinlar, polislere tarafindan “at gibi”, saci uzun erkekler “kari gibi” iltifatlarina mazhar oldu.
Savcı gozaltina alinanlarin 22’sini serbest tahliye etti. Volkan Sevinc’i ise tutukladi. Sebep, savas karsiti Volkan Sevinc’in “kanunsuz” (!?) toplantiya, hicbir zaman sahip olmadigi ve polisin “silah” diye niteledigi bir cakiyla katılmasiydi.
Halen tutuklu Volkan Sevinc dahil 19 kisi hakkinda “halkı askerlikten sogutmak”, “suc ve sucluyu ovmek”ten (buradeaki suclu Enver Aydemir) dava acildi.
Davanin ilk durusmasi 15 Şubat’ta Ankara 10. Asliye Ceza Mahkemesi’nde gorulecek.
Ankara Savciligi, vicdani reddi savundugu ve Ugur Kaymaz’ı olduren polisler ve onlari aklayan Yargitay hakkinda elestirel yazıiar yazdigi icin gazeteci Ali Barış Kurt’a da dava acti. 318. maddeye gore “Halki askerlikten sogutmak” suc (‘?)undan yargilanacak olan Ali Baris Kurt hakkinda, 1 seneden 4 seneye kadar hapis cezasi isteniyor.
Kurt’un mahkemesi 10 Mart’ta Ankara’da.
Sevgiyle kalin,
Mehmet Atak
ps. Altta tutuklu vicdani redci Volkan Sevinc’in mektubu
”
Sevgili Dostlar, Yoldaşlar,
Mektuplarınızı gardiyan havalandırmaya çıktığım sırada getirdi. Gardiyan
“ne kadar çok mektup geldi, yazık bize gözlerimiz ağrıdı okumaktan” diye
esprili bir şekilde sizlerden gelen yürek dolusu sevgileri, yoldaşça
selamları mektupları iletti. Ben de gardiyana “siyasi tutsağım, gelen
mektuplardan yorulacağa benziyorsunuz.” dedim
Dostlar, beni şu an L tipi cezaevinde hücrede tutuyorlar. Geldiğimde
siyasi tutsak olduğumu belirttim. Cezaevi müdürü de haklı olarak beni
koğuşa vermesinin doğru olmayacağını belirtti! Bunun üzerine beni tek
kişilik hücreye verdiler. Benim için fark etmeyeceğini F tipine geçmek
için gerekli başvuruların yapılacağını belirttim. L tipi cezaevine
getirilmemi ne müdür, ne gardiyanlar, ne de daha sonra yan hücrelerde ve
havalandırmada tanıştığım mahkûmlar anlam verebilmişti. Oysa ben
tutukluluk halimin netleşmesinden sonra, mahkeme dışında sizler bir uçta,
ben bir uçta beklerken; avukatıma benim adlilerin arasına koyulacağımı ve
bu duruma tepkimi orada belirteceğimi söyledim. Mahkemede “CMK’nın 100/2
maddesi delillerin değiştirilmesi, 2911 sayılı toplantı ve gösteri
yürüyüşleri yasasına aykırı şekilde katılma ve toplantıyı yönetme,
görevli memura hakaret” suçlaması dayatılıyordu. Yaşadığımız saldırının
ve aldığımız darpların somut bir ifadesine denk düşüyor bu tanımlama.
Edirne’de, Erzincan’da, Manisa/Selendi’de, İzmir’de yapılan linç
girişimleri’nin bir benzeri, 6 ocak çarşamba günü Ankara’nın Yüksel
Caddesi’nde Vicdani Retçi Enver Aydemir’le dayanışmak için yapılan basın
açıklamasında yapılmaya çalışıldı. Basın açıklamasında yapılan linç
girişimini bir kez daha tekrarlandığını birlikte yaşadık, yaşananları tüm
kamuoyu gördü. Yüksel Caddesi her gün bir çok basın açıklamasının
yapıldığı yer. O gün, yaşadığımız coğrafyada yeniden filizlendirilmeye
çalışılan linç kampanyasının bir adımını daha gördük. Yapılan bu
saldırıyı meşrulaştırmak için saldırılan iradenin üzerine çizgi çekmeye
çalıştılar. Bu coğrafyada katliamlar ve linçler kanıksatılmaya
çalışıldı. Sivas, Çorum, Maraş, Gazi, 19 Aralık katliamları ve daha nice
linç hamleleri “vatandaş hassasiyeti” , “polis görevini yapmaya çalıştı”
laflarıyla sindirilmeye çalışılan muhalif sesler ve kanıksatılmaya
çalışılan militarizm. Bu mektubu yazdığım tarih 19 Ocak! Hrant’ın
katledilişinin üçüncü yıl dönümü.
Tarih yine cilvesini oynuyor mu diyelim. Bir gün öncede (18 Ocak) Abdi
İpekçi’nin katili Ağca’nın tahliye edilişinin günü! Basının yoğun ilgi ve
alakası içinde bir yanda kahramanlaştırmaya çalışılan “esrarengiz sır
dolu” tetikçi. Bir de bu zatı muhterem “dini, felsefi” görüşü gereğince
askerlik yapmayı istemediğini buyurmuş. Hani Abdi İpekçi’yi öldürdükten
sonra cezaevinden “Asker kıyafeti” giydirilerek kaçırılan Ağca… Vay be!
Daha önce anti-sosyal kişilik raporu verilen Ağca, çıkan pürüzlerle bu
açıklamasının ardından herhalde yanlış anlaşılıp hemen gereken raporlar
tekrar verildi. Beklediğimiz Mesih, 3 milyon dolarlık kefalet parasını
almak için daha neleri tırmalamaya başlayacak?
Hürriyet gazetesi yazarı Yılmaz Özdil bu durumu fırsat bilse gerek 19
Ocak sayısında “Vicdani Ret” başlıklı yazıyı buyurmuş, “Askerlikten
yırtmak isteyenler, tırsıyorum diyemiyor, vicdani retten söz ediyor”
diyor.
Özdil efendi oturduğu kaymaklı koltuktan “esrarengiz” tetikçinin
açıklamalarını pişkin rahatlığıyla söylüyor. Ya da koltuğun boyu alçak
Özdil efendi 1989 yılından bu yana yaşadığımız coğrafyada sürdürülen
Vicdani Ret tavrını, senin aristokrat “vicdanın” algılaması zordur.
Hiçbir iktidarın ve otoritenin emri altında yer almayacağını söyleyen
Osman Murat Ülke, Mehmet Bal, Mehmet Tarhan, Halil Savda işkenceye maruz
kaldılar. Ve cezalara maruz kalan vicdani retçi, Enver Aydemir hala
Eskişehir Cezaevi’nde tutuklu bulunmaktadır. 50 binden fazla insan yirmi
yıl içerisinde bu topraklarda savaştan öldü, Irak’ta, Afganistan’da,
Filistin’de, dünyanın her yerinde küresel efendiler insan yaşamını gasp
etmektedirler. Bizimde yok edilen yaşamların bir parçası olmamız
isteniliyor. Dünyada her bir dakika da 66 insanın öldüğü bu olayların
sorumluları iktidarlar vicdanlarımızı, yaşamlarımızı tutsak alamayacak
gasp edemeyecektir. Özdil devam ediyor: “bu memlekette yeteri kadar
‘vicdanlı vatandaş var'”…. Evet senin tahmin edebileceğinden çok daha
fazla! Uğur Kaymaz, Ceylan, “kaza kurşunlarıyla” öldürülen Çağdaş Gemlik,
Murat Kasap…, Yunanya’da öldürülen Alexis ve daha niceleri hepsi
vicdanlarımızda. Bizim vicdanımız bu suça ortak olmaya yer vermiyor.
Özdil efendi, korkuyu iktidarlar-otoriteler yaratır. Elbette
psikoanalitik açıdan bakarsak, korku insani bir duruma tekabül edebilir.
Ama sende biliyorsun senin dediğin “tırsaklık” insani bir duruma tekabül
etmez. Dolayısıyla senin bahsettiğin korku iktidarlara ve otoritelere
mahsus bir durumdur. Korku bir basın açıklamasına dahi tahammül edemeyen
sistemin kendisidir. Yaşam bize bu militarizasyona karşı direnmeyi meşru
kılıyor.
İktidarların tüm bu hiyerarşik, militarist, tahakkümcü dizilişine karşı
yaşam bu olguların karşısında yeşermektedir. Bana atfedilen suçlardan
biride “2911 yasak toplantı ve yürüyüşe aykırı şekilde toplantıyı yönetme
ve baskı uygulama”. Bakunin’in dediği gibi “her emir özgürlüğün suratına
patlayan bir tokattır.” yani bir anarşist olarak, benim bir eylemi
yönetme, birilerine emir verme gibi bir durumum olamaz. Ben bireyin özgür
iradesinin gücüne inanırım. Otoritelerin anlamlandıramadığı, rahatsız
olduğu durum özgür iradenin kolektif inisiyatifidir.
Dostlar, buraya geldiğimden bu yana ufak tefek sorunlar olmadı değil.
Bunlar daha çok psikolojik sindirme çabaları. Ama ben oldukça iyiyim.
Sizlerin, binlerce yüreğin burada olduğunu hissettiriyor bu duvarlar.
Burası her ne kadar doğal bir yer olmasa da doğanın diyalektiği gereği
bulunduğu koşullarla gelişmeyi, uyumu sağlıyor. Bulunduğum hücrenin
yanlarında şimdi başka mahkumlar geldi, ilk günler burada sessizlik
hakimdi, benden başka kimse yoktu. Geldikten 4-5 gün sonra yeni tutsaklar
geldi. Onlarla sohbet ediyoruz pencereden. Yan hücrelerden gelen arabesk
şarkılara, bende bulunduğum duvarın arkasından marşlarla katılıyorum
19 Ocak salı itibari ile mektuplarınız geldi. Hepsini tekrar tekrar
okudum. Hepsine yazacağım. Pazartesi-çarşamba benim mektup gönderme
günüm. Pazartesiye yollayacağım. Cuma-salı günleri de gelen mektup günü.
Buraya geldiğim günden bu yana dayanışma eylemlerinizin gelişeceğini
yüreklerin sıcaklığını, hep yanımda hissettim. Her kampüsü, sokakları
stantlarla güzelleştirmişsiniz. Farklı illerde dayanışma etkinlikleri
gerçekleşmiş. Sizlerle o masalarda birlikte olmayı yeğlerdim, ama bu
seferlikte böyle oldu.
Burada mektup okumak en güzel aktivitelerden biri. Mektuplarınızın
devamını bekliyor olacağım. Ankara içinden buraya mektupların ulaşması 8-9
günü buluyor. Benim mektuplarda bir terslik olmazsa o arada gelecek. Biraz
dağınık yazmış olabilirim mazur görün. Mektupta gerekli düzenlemeleri
yapıp, yayınlayabilirsiniz. (Her zaman ki gibi düşük cümleler, imla hatası
vs.)
Yüreklerinizin dolup taştığı bu hücreden hepinize en içten devrimci
selamlarımı yolluyorum!
Görüşmek üzere
Volkan Sevinç
1 Yorum
Yazan:Muzaffer Kazım Tarih: Şub 10, 2010 | Reply
bu devlet bizi çok çarpar:
Lutfen bu linkleri okuyun:
Devlet çarpmasına! müşahhas bir örnek:
http://circularconversations.blogspot.com/2010/02/iddialar-ciddi.html
http://circularconversations.blogspot.com/2010/02/tutuklananlar-el-kaideci-mi.html
Selamlar