RSS Feed for This Post

Ben Sadece Allah Rızası İçin Film Yapıyorum

Bu yılki Berlin Film Festivali’nde olmayı çok istemiştim. Semih Kaplanolu’nun son filmi “Bal”, Altın Ayı için yarışan filmlerden birisiydi çünkü. Yumurta ve Süt’ten sonraki filmi Bal’ı ilk izleyenlerden birisi olmak ve özellikle Werner Herzog’un jüri başkanı olduğunu öğrendikten sonra adeta alacağından emin olduğum en büyük ödülü Semih Bey’in elinde görmek için orada olmayı çok istemiştim. Ancak durumum müsait olmadı ve gidemedim. Bu cumartesi gecesi saat on gibi, Bal’ın Altın Ayı aldığı haberi ajanslara düştüğünde, sanki kendi filmim ödül almış ve sanki ben bu kadar büyük başarı yaşamış gibi sevindim ve gurur duydum.

Tarkovsky ben daha 15-16 yaşlarında bir çocukken öldüğünde ismini bile duymamıştım Tarkovsky’nin. Üniversite çağlarımda ve sonrasında Tarkovsky’yi, gerek filmleri, gerekse de yazdıkları ile tanıyınca, onun acısını, çabalarını anladıkça daha da yakın hissettim kendime. Adeta ruhumun aradığı sanatsal istikameti gösteriyor gibiydi bana. Günlüklerinde çok yerde, hiç kimseye bir hizmeti, bir faydası dokunamadığını ve ne kadar büyük acılar çektiğini yazıyordu. Bir hizmet insanı ve yüreği Allah’a yönelen gerçek bir mümin gibi gelmişti bana Tarkovsky. Filmlerini bir dua olarak gören ve “benim duam da bu!” diyen bir gönül sanatçısı… Onu filmlerinden ve yazdıklarından tanıdığım ilk anlardan itibaren hep içimde bir sızı kanar durur. Keşke derim kendi kendime, keşke o ölmeden önce onu tanıyabilseydim ve ona “Siz, benim hayatımı derinden etkilediniz. Muhtemelen benim gibi birçok insanın da hayatını derinden etkilediniz. Allah sizden razı olsun” diyebilip, hiç kimseye bir faydası dokunmadığını zannedip büyük acılar çeken o büyük insanın, ne derece değerli olduğunu hiç olmazsa kendimce hissettirmek imkânını bulabilseydim.

Gerçek sanatçıyla ilişkisi, bir gönül ilişkisidir insanın. Sanat eserindeki sanatçının ruhuyla sizin ruhunuz bir noktada birbirine karışıyorsa, arada yüzyıllar da olsa o sanatçı ile o sanatın muhatabı olan insan birbirini anlarlar diye düşünüyorum. Semih Kaplanoğlu’nun Yumurta filmini izlediğimde nasıl bir heyecana kapıldığımı, filmin finalinde nasıl da gözyaşlarımı tutamadığımı hatırlıyorum. Hâlbuki ortada bir melodram yoktu beni ağlatacak… Ama insanın gönlünden gelen gözyaşları, sanatçı ile izleyici arasındaki ruh ilişkisinin kanıtı gibidir bence. Ruhsal olarak temizlenmenin bir sonucu… Tarkovsky filmlerinde de böyle hislere kapılırım. Yumurta’yı izledikten sonra Semih Kaplanoğlu’na bir email atıp, Tarkovsky’ye söyleme imkânı bulamadığım o sözleri kendisine söylemiştim. Zira gerçek sanatçı bu dünyada en az bulunan şey. Ve bu yüzden de insan gerçekten böyle bir sanatçıya şahit olduğunda, hislerini, düşüncelerini gizlemeyip hiç olmazsa ruhen, kalben destek verebilmeli.

Kaplanoğlu’nun ilk iki filmi “Herkes Kendi Evinde”  ve “Meleğin Düşüşü” filmleri de çok özel filmlerdi. Ancak benim için önce Yumurta, sonra Süt, Türk sinemasında birer devrim niteliğinde filmlerdi. Yumurta filmi benim açımdan, ruha yönelen bir film olarak dinitasavvufî bir “sinema dili” açısından oldukça önemli bir filmdir. Sanatın “dil hapishanesinden” kurtulma çabasının en güzel örneklerinden birisi olarak… Bir taraftan tasavvufa ve Kur’an’da geçen belirli bazı kıssalara göndermelerle, diğer taraftan kâl değil hâl dili üzerine odaklanmasıyla, film içinde rüya mantığını görebileceğimiz ve bu yüzden rüyaya has ontolojik bir yükselme hissiyatını ima eden bir filmdi Yumurta. Filmin, adeta Kur’an’da geçen Yusuf kıssası ve Yusuf (a.s.)in gördüğü rüyaların üzerine kurulu bir “sadık rüya” olduğunu düşünmüştüm o zamanlar.

Süt ise, sinema rüya ilişkisini çok daha derinleştiren ve rüyanın ontolojik konumunu imleyen bir durum arz ediyordu. Amacı hikâye anlatmak değil, tinsel alana ulaşarak, bir hâle ortak olmamızı sağlamak olan bir filmdi Süt bana göre. Diyalog ağırlıklı, hareketlere öncelik veren filmlerin aksine, hâl diline ve zamanın – ve anın – duyumsanmasına ağırlık veren Süt, bu anlamda hakkında söylenecek sözleri de tüketen bir film. Çünkü bir şiiri aklî yöntemlerle açıklamaya, parçalarına bölmeye çalışmak her zaman şiirin bütünselliğini ve ruhsallığını bozar. Bütün hâlinde şiirde içrek hâlde olan ruhsal durum ise sadece hissedilebilir. Ancak, bir başyapıtla karşılaştığımızda duyumsadığımız o arınma duygusunu, o müthiş heyecanı, o derin tefekkürü Süt filmini izlerken ve sonrasında da çok yoğun şekilde duyduğumu söyleyebilirim.

Yumurta ve Süt’ün bana hissettirdiklerinden dolayı Bal’ın bu üçlemenin tacı ve başyapıtı  olacağını düşünüyordum doğrusu. Semih Kaplanoğlu Almanya’da Bal’ın festival öncesi son hazırlıkları  ile uğraşırken kendisi ile emailleşmiş ve bu düşüncemi iletmiştim kendisine. Filmin, Tarkovsky’nin “Ayna” filmi ayarında bir başyapıt olacağını düşündüğümü ve muhtemelen büyük ödülü alacağını söylemiştim… O emailleşmeler sırasında Semih Bey’in söylediği bir şey özellikle önemliydi benim için. “Ben sadece Allah Rızası için film çekmeye çalışıyorum” diyordu. “Film çekmeye çalışıyorum” diyordu ama Allah Rızası’ndan başka bir beklentisi olmayan bir insanın ve gerçek bir sanatçının nasıl büyük eserler verebildiğini de eserleriyle gösteriyordu Semih Kaplanoğlu. Bal’ı Berlin’de seyretme şansına sahip olamadım ama adım gibi eminim ki Bal bir başyapıt oldu. Zira hakiki bir sanatçının, ruhunun temizliği ve kalbi ile yöneldiği hakikate olan sadakati başyapıttan başka bir sonuç veremez! Aynen Tarkovsky gibi…

Ben de, ölümü öncesi yetişemediğim Tarkovsky’ye söyleyemediklerimi şimdi Semih Kaplanoğlu’na söylüyor ve ona “Allah sizden razı olsun. Büyük sanat eserleri insanlığın en zor zamanlarında en çok ihtiyaç duyduğu şeylerdir. Bunlar için kalbiyle, ruhuyla çalışan bir sanatçıdan daha değerli kimse yoktur. Bize büyük eserler vermeye devam edin lütfen!” diyorum.

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

 

Derin Göz

 

Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …

 (Buradan indirebilirsiniz)

 

 Baudolino (Umberto Eco)  Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir.  İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın 

 

Trackback URL

  1. 8 Yorum

  2. Yazan:suzannur Tarih: Şub 22, 2010 | Reply

    Çok güzel bir şey, Kaplanoğlu’ndan çok Türk sineması için. Umarım Türk sineması denilince kendine özgü ama evrensel, görselliğin ön planda olduğu, çok konuşan değil çok şey anlatan… bir dil yakalamışızdır ve bu daha da ileriye taşınır ve dünyaca ünlü yönetmenlere sahip oluruz.
    Kaplanoğlu’nu tüm içtenliğimle tebrik ediyorum. Kendisine gıpta ediyorum. Ödül aldığı ama kendine has çizgisiyle, üslubuyla bunu başardığı için. Darısı başımıza.

  3. Yazan:Mustafa Tarih: Şub 22, 2010 | Reply

    Stalker isimli filmi ilk defa muhtemel 1987de alman TVde izledim. Genctim ve beni nasil etkiledi ise ismini filmin hic unutmadim.

    Insanda peyda olabilecek en üstün sanatin tasavvufi siirde meydana gelebilecegine inanirim. Yazi ve söz ise yalniz degil etrafinda hali desenleri gibi mimarilik, resimli sanat ve diger sanatlarda eklenince hepsi birbirine baglantili “yüksek sanata” varirlar. Allahin sifatlari ve isimleri en cok insanda tecelli edermis. Dolayisi ile Allahin yarattigi mükemmel sanatinin tecellisi aks-i sedasi insanin sanatindada tecelli eder.
    Filim sanatini kücümsememek lazim. Cünkü ilkin söze dayanan sanatida icinde barindirabilmektedir. Sonra söz ile sureti birlikte göstermek mümkün. Zaman ve mekani belirlemek mümkün ve daha nice imkanlar ile sanatlarin birlesmesi birbirleri ile el ele bir büyük sanat maydana getirmesi mümkün. Haddimde olmayarak bir iki fikirimi paylasayim dedim.

  4. Yazan:Katre Tarih: Şub 22, 2010 | Reply

    Haberlerde filmin ödül aldığını duyduğum zaman önyargılı bir şekilde “müstehcen sahneleri fazladır heralde, ödül verdiklerine göre” dedim. Şimdi sizin bu övgü dolu yazıyı okuyunca iyi veya kötü bir yorum daha yapmaya çekindim, filmi izleyip ona göre bir değerlendirme yapmam daha mantıklı olacak sanırım…

    Hatamı farkettirdiğiniz için teşekkürler…

  5. Yazan:fatma Tarih: Şub 23, 2010 | Reply

    filmi izlemedim, fakat sayın Enver Gülşen’in yazısından hakikatle güzel olduğu anlaşılıyor… ve yazısına kendi ruhundan bir şeyler serpiştirmesi daha da heyecan verici…
    kaleminize sağlık…

  6. Yazan:Gürhan Tarih: Şub 24, 2010 | Reply

    Sinema öyle bir sanat dalı ki; her insan ideolojik ve inançsal dolayımlarından yola çıkarak, bir bakıma kendi gözlüklerini takarak önüne sunulan görüntü ve sesler bütününü yorumluyor ve kendi meşrebince değerlendiriyor.Buradaki İslam ve Tasavvuf penceresinden yapılan yorumlar gerçekten ufkumu bir parça daha açtı.Yumurta ve Süt’ü sırasıyla izledim,açıkçası izlemeden önce biraz önyargılıydım ancak sonrasında,çok sevdiğim İran sinemasının o muazzam görsel atmosferinin duygulanımlarına yaklaştığımı söyleyebilirim.Semih Kaplanoğlu’nun “Allah Rızasıyla” film yaptığını belirtmesindeki temel fikriyatın,maddi beklentileri dıştalayarak bir anlamda içsel huzura ve Tarkovsky’den alıntıladığınız anlamda içinde patlama noktasına gelmiş birtakım iç hesaplaşmaları akıtacak bir mecra arayışına tekabül ettiğini düşünüyorum.İnançlı bir insan düşünsel anlamda çok fazla ortak nokta bulduğu diğer insanların da inancına olan ümidini içinde saklar,ancak demin de belirttiğim gibi buradaki Allah Rızası metaforik anlamda kullanılmıştır.Ama bir yandan da ne önemi var ki:Çağdaş,modern,laik,bilmin rehberliğindeki kitlelerin Recep İvediklere akın ettikleri;Kaplanoğlu sineması gibi Türk sinemasının son yıllardaki yüz akı örneklerine sıkıcılık yaftasıyla beraber burun kıvırdıkları bir dekadans ortamında,inançsal ve ontolojik çıkış noktaları ne olursa olsun aklıselim sahibi bir avuç insanın düşünsel ve sanatsal paydaşlığı kadar hoş bir sarmalanmışlık hissi yok.Bu arada yakın zamanda Derviş Zaim’in Nokta’sını izledim şiddetle tavsiye ederim naçizane.

  7. Yazan:eg Tarih: Şub 24, 2010 | Reply

    gürhan bey,
    Semih Bey’in Allah rızası için film yapıyorum demesine metaforik bir anlam biçmişsiniz. o metaforik anlam doğruluk payı taşımakla birlikte, ben düz anlamın semih bey için en az metaforik anlam kadar doğru olduğunu da biliyorum. semih bey – kelimenin gerçek anlamıyla – Allah rızası için film yapıyor gerçekten de!

    nokta’da bahsetmişsiniz. bir ara nokta ile ilgili şöyle bir yazı da gelip geçmişti bizim siteden!

    http://www.derindusunce.org/2009/01/24/dervis-zaim-ve-nokta-filmi/

  8. Yazan:Gürhan Tarih: Şub 25, 2010 | Reply

    Evet,kabul etmek gerekirse varsayımsal bir düzlemden yola çıkıp,tanımadığım bir şahsiyet için kestirmeci bir çıkarsamada bulunduğumu kabul etmek zorundayım.Semih Bey’in varoluşsal kodlarını bilmeden böyle bir saptamaya gitmiş olmak hatalı oldu,ancak yine de en kıymetli ve sanatsal yaratıcılığı en gelişkin insanların,biaz olsun kafası karışık kişiler olduğu kanaatine sahibim.Kesinlikle yapıyor olduğu işi,her türlü dünyevi hırs ve çıkar ilişkisinin çirkefliğinden soyutlayıp,aşkın bir biçimde “Allah rızası için” yapabilen insanların varlığı;sanatsal yaratım süreci için çok kıymetli bir kazanım bana kalırsa.Zaman yokluğundan dolayı,oldukça kapsamlı olan sitenizde Nokta’yı bulamamıştım.Verdiğiniz linkle bana yol gösterdiğiniz için müteşekkirim.Tüm inananların mübarek Mevlid Kandilinin hayırlara vesile olmasını dilerim,ancak inanmayıp da erdemli olabilecek insanların da varlığını yadsımayıp,her şeyin onların da gönüllerine göre olmasını temenni ederim.

  9. Yazan:eg Tarih: Şub 25, 2010 | Reply

    “ancak yine de en kıymetli ve sanatsal yaratıcılığı en gelişkin insanların,biaz olsun kafası karışık kişiler olduğu kanaatine sahibim.Kesinlikle yapıyor olduğu işi,her türlü dünyevi hırs ve çıkar ilişkisinin çirkefliğinden soyutlayıp,aşkın bir biçimde “Allah rızası için” yapabilen insanların varlığı”

    büyük oranda bu fikirlerinize katılıyorum. aslında ben buna “kafası karışık” demiyorum da, “idealiyle yaşadığı dünya arasındaki uyumsuzluktan muzdarip insan” diyorum.son tahlilde her sanatçı bu uyumsuzluktan bir uyum yaratmak iştiyakındadır diye düşünüyorum.

    sizin de kandilinizi kutlarım. ve güzel düşüncelerinize olduğu gibi iştirak ettiğimi eklemek isterim. sevgi ve muhabbetle…enver

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin