Ece Nur Yobaz Laiklerin Korkulu Rüyası Oldu!
By Mehmet Yılmaz on Mar 5, 2010 in Kemalizm, vicdan, Yobaz Laikler
– Atatürk Türk milletinin köhne ve çağdışı kıyafetleri atıp Avrupalılar gibi çağdaş ve modern kıyafetler giymesini istedi.
– Ne yani? İnsanların ne giyeceğine Atatürk mü karar veriyormuş?
Şu an 7 yaşında olan kızım dayıma bu soruyu sorduğunda galiba 4-5 yaşlarındaydı. Katıksız bir Atatürkist olan dayım Paris’e gezmeye gelirken Atatürk’ü canımdan çok severim adlı bir kitap getirmiş hediye olarak. Kızım o kitaptan sonra Atatürk’ü hiç sevmedi. Zaten her sabah ana okuluna giderken annesiyle cebelleşiyordu etek-pantolon kavgasıyla. Bir de Atatürk’ün “çağdışı kıyafet” takıntısı çıkmıştı şimdi başına!
« Ya imanını terk et ya da eğitim hakkını elinden alırız! » Böyle diyor bizim pek laik ve çağdaş ve Kemalci ve Atatürkist devletimiz. Ve islamcı” tayfa sindirildi yıllardır. O kadar sindirildi ki artık oto-sansür yapıyor. “Müteyeddin” çevrelerden bile baskı geliyor tesettürlü kızlara. “Şimdi sırası mı canım? Tam da ekonomi toparlanmaya başlamışken”. Dünya malı Ahiret’ten üstündür(!) Yeni moda bir amentü olmalı bu. Zina dediğin nedir ki zaten? Yaptığı akdi bozmak değilse? Yaratılanları Yaratan’dan üstün tutmak değilse nedir zina? Beden etini Aşk’ın üzerinde, helâl’i Amerikan dolarının altında görmek değilse? (Bkz. Zina da böyle bir şey işte)
İnsan secde etmek için yaratılmıştır. ALLAH’a secde etmiyorsa/edemiyorsa mutlaka yeni ilâhlar bulacaktır. Para olur, asker postalı olur, bayrak olur, genel kurmay başkanı bile idare eder. Putperestlik nedir ki zaten? Kandillerde barış ve dostluk mesajları yağdırırken camilere “ne mutlu Türk’üm” yazmak değil midir? Kâbe’ye “Ne mutlu Arab’ım” yazsalar ne hissederdik? İsyan etmez miydik “ruh ile maddeyi karıştırıyorsunuz!” demez miydik?
Haydi suçu yine 28 şubat’a atalım. Bu olay turnusol kağıdı gibi gösterdi Ruh ile Madde’yi bir tutanı, Dünya ile Ahiret arasında kimin neyi seçtiğini. Lanetli bir gün mü yoksa ikinci bir Vaka-ı Hayriye mi?
Ece Nur’un tek başına başlattığı direniş büyüyor… Diyarbakır’da yaşayan üç genç kız yeni bir turnusol kağıdı atıyor önümüze. En doğal haklarını muhafaza etme gayretindeler. İnandıkları gibi yaşamak ve eğitim görmek. Müslüman, İslamcı, dindar, müteyeddin, dinî hassasiyeti olan… Göreceğiz kimler adaletten yana, kimler zulüm karşısında susacak?
Değerli dostum Beytullah aşağıdaki mesajı ve haberleri göndermiş. Bazen sıcak bir destek mesajı bile yeter. Şairin dediği gibi “varsın bir yudum su veren olmasın, başucumda biri ‘su yok’ desin de…”
Bu çocuklara destek olalım. Uğradıkları haksızlıklara hiç değilse kalben “hayır” diyelim.
Beytullah’tan gelen mesaj
diyarbakır’da ece nur özel’in tek başına başlattığı örneklik hızla yayılıyor. başörtülü ilköğretim öğrencilerinin sayısı günden güne artıyor. ve aileler kızlarının yanında… anladığım kadarıyla öğrencilerin kendi isteğiyle gelişen, ailelerin dayatmasının söz konusu olmadığı son derece hassas ve kritik bir süreç.
http://www.ilkehaberajansi.net/haber-28202-18-ece-nurlar-cogaliyor-26.02.2010.html
http://www.ilkehaberajansi.net/haber-28275-18-diyarbakirda-bir-ece-nur-daha–28.02.2010.html
şu saatten sonra bu işin pedagojisini yaparak zar zor şartlar altında bir hak arama mücadelesine girişmiş ve bu konuda kendilerini inançlarına adamış insanları yargılamak bize düşmez sanıyorum.
zaten okul yönetimleriyle, öğretmenlerle, milli eğitim bürokratlarıyla ve muhtemelen yakında birçok kanaat önderi/yazar/dernek başkanı/milletvekili ile bunaltıcı diyaloglara gireceklerdir.
sizden ricam bu konuda aileleri destekleyecek ne tür çalışmaların yapılabileceği konusunda acilen harekete geçmenizdir.
sorun giderek griftleşecek. madem ki siyaset, konjonktör, süreç vs. gibi bahanelerle bekleyecek 987 yılımız daha yok diyoruz, o halde bu haklı sesi hayatlarına taşımış insanlara “bekleyin” diyemeyiz.
imzalarımıza sahip çıkmamız gerekiyor.
bu konunun sessizlikle karşılanarak geçiştirilmek ve ailelerin özellikle müslüman mahallesinden gelecek baskılar/bahaneler karşısında zor bir imtihan yaşayacaklarını ece nur özel’in hikayesinden biliyoruz.
yıldırma süreci babaları işlerinden etmeye kadar ilerleyebiliyor, ece’nin babasından gördük.
işte böylesi bir süreçte yapabileceğimiz birşeyler mutlaka olmalı.
kendi meselelerimize sahip çıkamazken, kendi onurumuzu koruyamazken, kendi kimliğimizi layıkıyle savunamazken; başka ayrımcılık kurbanlarına, mağdurlara, ezilenlere ve zulme uğramışlara nasıl el uzatabiliriz ki?
bu kızlara sahip çıkmak; adaleti ve vicdanı ayakta tutmak için ciddi bir sorumluluktur.
sorunlarımızın çözümü ise inanmaktan ve inisiyatif almaktan geçer.
Allah’a emanet olunuz.
beytullah emrah önce
6 Yorum
Yazan:beytullah emrah Tarih: Mar 5, 2010 | Reply
Konuyla ilgili son gelişmeyi aktarmak istiyorum.
Diyarbakır’dan yeni bir sürgün haberi daha geldi. Hamravat İlköğretim Okulu yönetimi, Ece Nur’un sınıf arkadaşı Feyzan Atlı için de sürgün kararı aldı. Feyza, Ece Nur Özel’in sürüldüğü Vali Nafiz Kayalı YİBO’ya gönderildi.
Yazan:Gürhan Tarih: Mar 7, 2010 | Reply
Mehmet Bey merhabalar;konunun ana gövdesinden sapmak bahasına yazınızdan bir alıntı yapıp üzerine konuşmak isterim:”İnsan secde etmek için yaratılmıştır. ALLAH’a secde etmiyorsa/edemiyorsa mutlaka yeni ilâhlar bulacaktır” Sınırlı insan ömrü aslında bu tanımlanmış zaman aralığında,insan tekinin varoluşunu anlamlandırma çabasıyla geçer ve nihayete erer.Baştaki,insan secde etmek için yaratılmıştır ifadesi biraz fazla iddialı ve deterministik bir ifade değil mi? Aslında önermenin ikinci kısmında belirttiğiniz,Allah’a secde etmeyen insanın, başka ilahlar veya kendisi gibi etten kemikten yaradılmış başka efendilere iman ve biat edeceği saptaması çok yerinde olsa da benim çok uzun zamandır kafamı kurcalayan bir sorunsala da işaret etmekte.Geçenlerde bu sitede,ekolojik-anarşist olarak bildiğim Dilaver Demirağ’ın da benzer bir yaklaşımı vardı.La İlahe İllallah’tan daha öte bir devrimci söylem olamayacağından dem vuruyordu.Ancak bu postmodern zamanlarda pratiklerin bu şekilde işlemediğine dair derin şüphe hatta naçizane gözlemlerim var.Hazreti Peygamber’in sahabeye ve onlar vasıtasıyla tüm İslam toplumuna “ticaret yapın,ticarette hayır ve bereket vardır” telkininde bulunduğunu biliyoruz.O zamanları bilmem ama,bir Cuma namazına dükkanına,işyerine kilit vurup gitmiş cemaatin kaç tanesi sünnet ve farzı eda ettiği o kısacık süre boyunca zihnini çekten,senetten,alacaktan,borçtan hülasa dünya işlerinden azade edebilmeye muvaffak oluyor.Bağlarsak bu serbest piyasacı telkini içinde barındıran bir din,her ne kadar sadaka mekanizmasıyla durumu dengeleme kaygısı gütmüşse de,secdeyle bir olan her alın,acaba başka ilah tanımayacağına dair bir akde mi işaret yoksa,dünya işlerinden kendini bir türlü kopartamayan her inançlı duruş bu secde pratiğini cemaat,parti,aile,hemşehrilik adı ne olursa olsun gündelikte karşısına çıkacak her türlü otorite ve hiyerarşik yapılanmaya da uygulamaya teşne.Bana kalırsa insan teki,secde etmeye değil,kendisine secde etmesini buyuran her türlü somut veya aşkın mekanizmadan şüphe duymaya ve vicdanının ona rehber olacağı yolda her türlü adaletsizliğe karşı bayrak açmaya yaratılmıştır.Bir alıntıyla bitirmek isterim:Al Capone çocukken her akşam yatmadan Allah’a,kendisine bir bisiklet bahşetmesi için dua eder;sonra yavaş yavaş farkına varır ki Allah’la işler böyle yürümüyor,gider afili bir bisiklet çalar; ve yeni duası artık şu şekildedir:Allah’ım günahlarımı affet.sevgiyle kalın..
Yazan:beytullah emrah Tarih: Mar 7, 2010 | Reply
buradaki determinizm değil, sadece Allah’ın muradı ama insanı bir kaderle bağlamıyor, yani aklını, tercih özgürlüğünü ve iradesini ipotek altına almıyor ki imtihan gerçekleşsin.
secde etmeyi de sanırım düz bir ifadeyle “namaz kılmak” şeklinde okumamak gerekiyor. bu, yalnızca Allah’a kul olup başka bir otoriteye kulluğu-köleliği reddetme anlamında bir secde. böyle bir secde elbette insanı her türlü haksızlığa, zorbalığa, adaletsizliğe, kötülüğe, ifsada, sömürüye, vicdansızlığa, kısaca “insandışılaştırmaya” karşı tavır almayı, adil bir şahit olmayı gerektiriyor.
konuya dönecek olursak: başörtüsü yasağı kemalist hegemonyanın müslümanlara karşı bir ilahlık, rablik iddiasını ortaya koymasıdır. müslümanlar da bu konuda kime secde edeceğine artık bir karar vermek zorundadır. öteki türlü şirkin getirdiği ikiyüzlülükten, parçalı kimliklerden, şizofreniden ve çatışmalı ruh halinden kurtulup huzura kavuşabileceğiz.
Yazan:MY Tarih: Mar 8, 2010 | Reply
Gürhan Bey Selamlar,
Geciken yanitim için kusura bakmayin, konuya girelim, öncelikle din ve dinsel ögeler de bir put olabilir. Nice Islamci ve Muhammedçi gördüm ki Müslüman degildiler. Zaten sizin sözlerinizin su kismi çok güzel:
Siz bazi iki yüzlü “Müslüman” geçinen tiplerden yakinmissiniz. Insanlari degil de eylemlerini elestirmek daha saglikli geliyor bana. Gandhi özgeçmisinde (mealen) söyle der:
Dogrudur. Zira elestirdigimiz iki yüzlü kimseler aslinda sabahtan aksama kadar öyle olMAyabilirler. Belki gençliklerinde de öyle degillerdi. Belki ölürken pisman olacaklar ve tövbe edip kurtulacaklar. Biz kimsenin akibetini bilemeyiz.
Yorumunuzun ana konusuna yani Insan’in yaratilis maksadina geri dönecek olursak… ALLAH’a secde etmek ile SADECE ve SADECE vicdanin sesini dinlemek özde ayni denize açilan iki irmak gibidir. Daglar arasindan kivrilir, birbirinden uzaklasmis gibi görünür. Ama ikisi de H2O yani Su’dur ve aslina döner. Ask, Ilim ve Iman irmaklari OLMAK denizine kavusur eninde sonunda. Bu irmaklar üzerindeki balikçilar birbirlerini görünce “heyy, yanlis irmaktasin, al kayigini da benimkine gel, denize açilan tek irmak benimki” derler.
Bunun içindir ki Gerek Kur’an, Hz Muhammed (SAV) gerkse büyük Islam alimleri defalarca ayni seyleri tekrar etmislerdir:
1) Insani ALLAH’a yaklastirmayan ilim ancak O’ndan uzaklastirir,
2) Amele dönüsmeyen ilim kibiri besler, ALLAH’a isyan ettirir, en azindan vakit kaybettirir,
3) Halka tavsiye edeceklerini önce kendi nefsine tavsiye et, yapamayacaklarini ögütleme…
Bunun gibi yüzler belki de binlerce ayet, hadis, özlü söz, ögüt, kitap, makale ile dolu Islam’in kitaplari.
Özü nedir? Ister ilim ve felsefe, ister iman ve ibadet isterse tasavvuf gibi mistik yönü agir basan bir yoldan ilerleyin, bilginiz, imaniniz ve askinizin etkisiyle YAPTIKLARINIZ “iyi, güzel ve dogru” olsun. vicdaninizin emrettigi gibi hareket edin. Kul hakki yemeyin, nefsinizin hayvanî arzularina direnin.
evet Dilaver Bey de hakliydi ve sahsen ben de FAZLA iDDiALI oldugunu sanmiyorum “secde” konusundaki sözlerimin. Beytullah kardesim kisaca açiklamis, ona da katiliyorum, elbette namaz ile sinirli degil kasdettiklerim.
Dostlukla
Yazan:ahmet Tarih: Mar 10, 2010 | Reply
off başlığa bak kimin ne giyeceğine atatürkmü karar veriyormuş.pekala kara çarşafa halk kendiliğindenmi giymiş o zamanki osmanlı devleti halifelikten sonra zorla kara çarşaf giydirmemişmi halka osmanlı zamanındaki kılık kıyafetle ilgili fermanları bir okuyun bakalım rumların yahudilerin ermenilerin nasıl ve ne şekilde giyineceğine padişah nasıl karar vermiş.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Mar 10, 2010 | Reply
ahmet bey,
Kara çarşaf denilen şey Fransız modası etkisi altında icad olmuş bir şeydir. Ve düşündüğünüzün aksine, Osmanlı idaresi kara çarşafa karşı çıkmıştır. Yine 2.Abdülhamid döneminde bir ara kara çarşaf yasaklanmıştır. Osmanlı’da Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin nasıl giyineceğine değil, nasıl giyinemeyeceğine dair-yani müslümanlar gibi giyinmemelerine dair- fermanlar vardır. Bu da müslümanlarla aralarında temyiz imkanı sağlamak içindir. Ve sadece İstanbul’a aittir. Ve evet Osmanlı da despottur. İnsanların kıyafetini belirleyen bütün devletler despottur. Ama işin ironik yanı bu despotluğun çağdaşlık adıyla yapılmasıdır. Yoksa zaten biz ilkokuldan beri öğretildiği gibi Osmanlı’nın köhne ve gerici bir imparatorluk (o nasıl bir şeyse!) olduğunu biliyoruz. Ama Kemalizmin iddiası, bizi çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmak. Çağdaş medeniyette, vatandaşının kılık kıyafetine karışan yönetimleri pek çağdaş saymıyor. Herhalde biz de Osmanlı’yı veya Kemalizmin bu yanlış yönlerini değil, doğru olanı takip etmek durumundayız değil mi? Yoksa her yanlışımızı, Osmanlı’nın yanlışından temellendirirsek tabi ki her bir halta bir mazeret bulabiliriz.