Masum değiliz, hiçbirimiz!
By Ekrem Senai on May 1, 2010 in ahlak, Toplum, Toplumsal Ahlâk, vicdan
Siirt’te dokuz çocuğun iki bebeğe tecavüz edip birini öldürmesi olayı ile ilgili insanların konuşmalarını, yazışmalarını izliyorum birkaç gündür. Bir kısmı otomatiğe bağlanmış gibi sürekli asıp kesmekten bahsediyor. Bu cellat ruhlu arkadaşların çözüm şekilleri şüphesiz geçici bir çözüm sağlayabilir. Bu şekilde, şeytanlaştırdıkları günahkarların şerrinden kurtulup vicdanlarını temiz tutabilirler ve ikinci bir asma-kesme gerektiren olay ortaya çıkıncaya kadar gönül rahatlığıyla kendi “skandal boyutunda olmayan” günahlarıyla baş başa kalmaya devam edebilirler. Herkesin, kendini temize çıkardığı bir ahlak eşiği vardır. İncil’de Hz.İsa (S) şöyle der:
” Zina etmeyeceksin” denildiğini işittiniz. Fakat ben size derim; bir kadına şehvetle bakan her adam zaten yüreğinde onunla zina etmiştir. Eğer sağ gözün seni günaha sokarsa onu çıkar at. Çünkü vücudunun bir üyesinin yok olması,tüm vücudunun cehenneme atılmasından iyidir. Eğer sağ elin seni günaha sokarsa onu kes at.” Matta 5/27-39
Zina etmekle, kendini zina ediyor olarak düşünmek arasında belki de düşündüğümüz kadar büyük farklar yoktur kimbilir. İmkanlar, koşullar elverse işleyebileceği bir günahı masum bir şekilde hayal etmek de aynı oranda çirkin değil mi?
Google’da ülkemizde en fazla aranan konu “seks”miş. Demek ki, insanların kafasını en çok meşgul eden konu cinsel uzuvlarının tatminiyle ilgili konular. Google istatistiklerine güvenmiyorsanız gece sahil yoluna çıkıp, kenarda dizilmiş konvoy halindeki araçların sürücülerine dertlerinin ne olduğunu da sorabilirsiniz. Dışarı çıkmaya üşeniyorsanız evinizde seyrettiğiniz televizyonlarınıza bakın. Cinsellik içermeyen reklam yok gibi. Bebek bezi reklamlarında bile cinsel mesajlar ağırlıklı. Haber sitelerini dolaşın biraz. Erkek tahriki için özel dizayn edilmiş ve her tarafına göğüs-bacak-kalça resimleri yerleştirilmiş “haber” sitelerini gezin. Sonra bu haber sitelerinde tecavüz haberlerinin nasıl ballandıra ballandıra anlatıldığını bir okuyun. Kusura bakmayın ama bu bombardıman içinde çocuklarımız saf kalamazlar. Babası neye en fazla değer veriyorsa, o da ona değer verecek.
Siirt olayları ile ilgili ikinci bir kısım ise hemen “Siirt” üzerinden çözümlemelere başlamışlar. Yani ortada bir anormallik varsa bu “Siirt” ile ilgili bir şey olsa gerek! Bu yüksek zeka düzeyindeki analizler (!) ne yazık ki medyada kendine yer bulabiliyor. Bunun adı faşizmdir. Ve ülkemizde sıklıkla yapılan bir şeydir ne yazık ki.
Bir kısmının ise daha derin tahlilleri var. Diyorlar ki: “Bu, dinin baskıladığı cinselliğin ve eğitimsizliğin sonucudur”. Din’in cinselliği baskıladığı doğrudur. Yani din, evlilik dışı cinsel ilişkiyi yasaklar, kadın-erkek arasında sınırlara riayet edilmesini ister vs. Bu baskının ters tepmesi ve kişiyi daha çok cinselliğe ve sapıklığa meylettirmesi ise bir şehir efsanesidir, absürd bir klişedir. İnsanın nefsinin isteklerine gem vurması onu azgınlaştırmaz, olgunlaştırır. İnsan yönünü açığa çıkarır. İnsanların birbirlerine insan olarak bakmalarını sağlar. “Araf Dağına Tırmanış” yazısında bahsedildiği gibi araştırmalar bize cinselliğin kısıtlanmasının değil, tam tersine özgür bırakılmasının- cinsel sapıklıklara eğilimi kuvvetlendirdiğini gösteriyor.
Eğitim konusuna gelince, sapıklığın toplumun eğitim düzeyiyle pek bir ilgisi olmadığını düşünüyorum. Geçenlerde Amerika’da bir doktorun yüzlerce çocuğa tecavüz ettiği haberlerini okumuştuk mesela. Demek ki bu işin “kültür düzeyi” ile ilgisi yok. Fakat çocuk için cinsellik eğitiminin küçük yaşta verilmesi gerçekten önemli. Çünkü 4-5 yaşındayken çocuk cinselliğini, bedenini, benliğini tanımaya başlıyor. Bir komşumuzun 4 yaşındaki oğlu Nez’in bir klibini izlemiş, annesine “anne, ben bu kadının poposunu yemek istiyorum” demişti. 4 yaşındayken kızım bir kadın bağı reklamını izlemiş ve bana şaşkın bir bakışla “baba, biz zaten bisiklete binip voleybol oynayabiliyoruz, o şeyi neden takıyorlar?” diye sormuştu. Çocuklar cinsellikle çok daha erken tanışmaya başladılar. Bu durumu sağlıklı bir şekilde doğruya yönlendirmek gerekiyor. Özellikle çocukların mümkün olduğunca televizyondan ve çocuk filtresi olmayan bilgisayarlardan uzak tutulması önemli. Çocuklarımızla birebir ilgilenmemiz, onlarla vakit geçirmemiz gerekiyor.
Siirt olayları üzerinden yapılan en salakça yorum da müzmin ateistlerimize ait. Her fırsatta dindarlara gol atma telaşında olan bu zevat-ı kiram diyorlar ki: Tanrı böyle bir şeyin yapılmasına neden müsaade etti? Ya dediği kadar güçlü değil, ya da o kadar iyiden yana değil? Adamın algısı bu dünya ile sınırlı olduğu, ölümü korkunç bir şey olarak algıladığı, ilahi adalete inanmadığı için bu dünyadaki haksızlıklar, adaletsizlikler, çirkinlikler vicdanını rahatsız ediyor, cezalandırılmaması ona azap veriyor, vermeye devam edecek. Vicdanını rahatlatacak bir dayanağı olmadığı için bakışı karamsar. Bu yüzden her şeyi çirkin görüyor. Bu da hayatta baskın olan güzellikleri görmesini engelliyor. Cehennem bu dünyada başlayan bir azaptır. Sonra o manaya cisim giydirilir. Her şeyi anlamsız ve hayatı iki hiçlik arasına sıkışmış bir var oluş olarak gören insan bu azabı kendisi seçmiştir. Tanrı, mazlum kullarına karşı ateistlerden çok daha şefkatlidir. Ateistin içindeki şefkat de, O’nun merhametinin tezahürüdür. Bir Tanrı yok diye inanan insanın, böyle sapıklıkları kendine dert etmemesi gerekir. Ne de olsa, bu dünya güçlü olanın yaşadığı bir mücadele/savaş alanı ! Ölümden sonra hesap olmadığına göre, yaptığının yanına kar kalacağı bir dünya ! Ama haksızlıklara isyan ediyor. Bu isyanın kaynağını bulmaya ise yanaşmıyor. Ve mine’l garaib!
Sonuç olarak, bir felaketten ibret almayı ve doğru adımları atmayı hiçbir zaman beceremiyoruz. Ülkede böyle iğrençlikler yaşanıyor. Bunun suçunu toplum olarak kabullenip nerede yanlış yaptığımızı düşünmemiz gerekirken, kirlettiğimiz kendi masumiyetimizi dahi unutuyoruz, üzerimize toz kondurmamayı, ötekilerini suçlamayı tercih ediyoruz. Bu facialar da belleğimizde, üzerinde gevezelik yapıp, sonra unuttuğumuz diğerlerinin yanına gönderiliveriyor.
Konuyla ilgili özellikle şu yazıları okumanızı istirham ediyorum:
http://www.derindusunce.org/2008/11/26/cocuklarin-cinsel-istismari/
http://www.derindusunce.org/2009/06/29/araf-dagina-tirmanis/
http://www.derindusunce.org/2009/07/28/fahiselik-sehitlik-ve-ozgurluk/
36 Yorum
Yazan:zafer Tarih: May 1, 2010 | Reply
hiç birimiz masum değiliz, çünkü en azından bu olay hakkında saçma sapan yorumlar getiren medya mensuplarını takip ediyoruz… o kadar saçma sapan yorumlar yapıldı ki! bu kadar vahim bir olay hakkında!… en ufak sorunda bile koskoca fransayı italyayı boykot etmeye kalkan ülke insanımız bu tuhaf yaratıkları neden boykot etmez anlamış değilim… birey olarak bu konuda çoğu zaman yapabileceklerimiz çok sınırlı oluyor ama bu hiç bir şey yapamayız anlamına gelmemeli… her olay ve durum karşısında “tüh tüh vah vah, allah allah vs vs vs” deyip 20 dakika ağlayıp sızlayıp, yarım saat sonra kahkahalarla tv izleyen bir toplum olduk… aslında çoğumuzun hiç de umrunda değil hiç bir şey… bu da yozlaşma ile direk ilişkili… bir de alışma ile ilişkili!!! çoğu şey hiç de tuhafımıza gitmiyor, çok alıştık her şeye… 20 bebek yeni doğan ünitesinde 3 gün içinde can mı vermiş!!! kimsenin umrunda değil aslında… çünkü geçen sefer 35 bebek 1 günde can vermişti!!! yani ilerleme kaydediyoruz… üstelik devletimiz her şeye hakim, hemen soruşturma açılıyor!!!… mutlaka 1 sorumlu bulunup merkeze alınıyor ve sorun kalmıyor… memet ali abi bizi mutlu etmeye fazlasıyla yetiyor… 20 dakikacık tüh tüh vah vah lar ise kendi iç dünyamızı rahatlatmak için… üzüldün mü? ay evet çok üzüldüm demek için…
Yazan:Tayfun_Korkut Tarih: May 1, 2010 | Reply
Yazinizi genel olarak begendim ancak bu yukaridaki kisimda yazdiklarinizla ayni fikirde olmayi isterdim. Ancak, bu bir sehir efsanesi degil, bir realite. Yani muslumanlar kadinlara daha cok saldiriyor demek istemiyorum tabi ki ancak ornegin Avrupa’da bir musluman erkegin Avrupa’li kadina yaklasma sekli cok ama cok kotu. Kendisine ogretilenlerle, yabanci kadinlarin seks yapmak istedikleri icin mini etek giydiklerine inaniyor ve onlara cok hayvanca bir sekilde yaklasiyor. Kazanovalik bile yapamiyor. Istediginiz kadar begenin ya da begenmeyin, Avrupa’nin kulturu, yasayisi bu. Bizde de batiya dogru gittikce bu yasayisin etkileri daha cok goruluyor. Izmir’li bir kizin kendisi icin oldukca normal olan bir kiyafetle disari ciktiginda Izmir’e goc etmis bir dogulunun bu kiza ortalama bir insana igrenc gelecek bir sekilde yaklasmasi da ortalama bir Izmirliyi cileden cikariyor ve yukarida anlattiginiz gibi bu kisilerin sapiklikla yaftalanmasina neden oluyor. Hukumetimiz her turlu acilimi yapti ancak batili yasam tarzini benimsemis insanlarin sorunlarina karsi hala duyarsiz kaliyor. Sonuc olarak, CHP de siyasi olarak bu durumdan epeyce nemalaniyor “mahalle baskisi” diyerek…
Demem o ki, cuvaldizi da kendimize batirmamiz gerekiyor. Ben, AKP’ye oy vermis bir secmen olarak mahalle baskisindan ve getirebilecegi sonuclardan rahatsizim.
Yazan:aslnyrkli Tarih: May 1, 2010 | Reply
Okuldan atma ya da not tehdidiyle gencecik bedenleri yağmalayan “eğitmen”ler, kalabalıklar içindeyken “temiz aile çocukları” diye anılan yöneticiler, çocukların başlarda korkudan adını veremedikleri subay ve polisler, gücünü iktidardan alan milletvekili yakınları, nefesi kuvvetli din adamları, fotoğrafları çekildi diye gazetecilere gözdağı veren sarıklı şeyhler, imamlar, çocukları üç kuruşluk şekerle, çukulatayla kandırıp tezgah arkasında sıkıştıran aşağılık esnaflar… Burası Türkiye!
Bu kentteki tecavüzcüleri yarın ülkenin başka yerindeki linç gruplarının gözü dönmüş azgın kalabalıklarında teşhis edebilirsiniz. Kışkırtılmaya hazır aynı faşist cehalet, güdülenmeye meyyal aynı bilinçsiz saldırganlık, güçlü karşısında aynı çaresiz korkaklıkla elele aynı güçsüz ezme cesareti… Gelenekler ve törelerle terbiye edilmiş bir toplumun insani olan her şeyden yavaş yavaş uzaklaşması, kapitalizmin kışkırttığı özel mülkiyet dünyasıyla her açıdan yoksul kendi dünyası arasındaki gerilimin yıllara yayılan intikamı, güzellemelere konu edilen “kapitalizm cenneti”nin aslında nasıl bir barbarlık olduğunun ilanıdır!..
ateistler konusunda onlar sizin gibi ezen kişilerden bakmıyolar dünyaya ezilen kişiden yani burdaki cocuk daha doğrusu bebeklerden yana bakıyolar daha hayata dair bişiyi tanımadan defalarca tecavüze uğradılar biri öldu onların yasamı ne olcak diğer insanlar gibi normal bi sınav beklemiyo bu bebeği kim bu kdr ağır bi sınavdan gecebilir yine de cok sükür allah ım daha kotusu gelmedi başıma diyebilir iyi ki beni yarattında bu olaylar başıma geldi
Yazan:Furkan Tarih: May 1, 2010 | Reply
Belki de izmirli bayanlar yanlış yapıyordur. Belki de anormal olan bir erkeğin kendisini cinsel olarak tahrik eden bir bayana yan gözle bakması değil, o bayanın bunun farkında olarak, bilerek ve isteyerek o şekilde giyinmesi ve davranmasıdır. Belki de bu tarz bir yaşantı biz insanlar için uygun değildir. Bunu hiç düşünmüyoruz nedense. Sanki mutlak olarak uyulması gereken şimdiki zamanın yaşam tarzı. O yüzden ona uygun davranmayan herkesi yanlış yapıyor diye eleştiriyoruz. Sanki insanoğlu yeryüzünde varolduğundan beri böyle yaşıyordu da bir kısım ilkel insan formları bu yaşam tarzına bir türlü uyum sağlayamadı. Aslında gerçek bunun tam tersi. İnsanoğlu bu son 60-70 yılda yaşadığı hayat tarzını varolduğu zamandan beri hiç tecrübe etmedi. Çok değil 1930 ların avrupa ve amerikasına gitseniz cinselliğin bu kadar toplum içerisinde olduğuna tanıklık edemezsiniz. Yani bu çılgınlık 60-70 yıldır dünyamızda var.
Binlerce yıllık tek tanrılı dinler tarihine baktığımda ise asıl yanlış yaşayanın modern insan olduğunu düşünüyorum.
Kadınlar açık saçık istedikleri gibi giyinecek ve erkeklerden de kadınları hiç rahatsız etmemeleri talep edilecek. kadınlara yanlış yaptıklarını söyleyenler de gerici damgası yiyecek. Kadınları rahatsız edenler de maganda, ilkel insan olarak yaftalanacak ve modern kadınlarımız da gönüllerince bu sınırsız özgürlüklerinin tadını çıkaracaklar. Tabii arada sırada toplumda çürümenin yol açtığı çığlıkları hep birlikte duyacağız ama o kadar da fire verilebilir canım önemli olan bizim nefslerimizin tatmini değil mi, o kadar rejim yaptım şimdi yazın bir bikini giyip plajda havamı atma zevkinden mahrum mu kalayım ?
Erkek her zaman ve her yerde erkek. İzmir de modern kızlarımıza sarkıntılık eden erkekler, sarkıntılık etmeyen ancak bir kazanova olan izmirli modern erkeklerden en azından daha dürüstler. Hiç değilse niyetlerini açık seçik olarak belirtiyorlar. Modern erkek ise bu yaşam tarzına uyum sağlamış. Kadınlar nasıl ikna edilir ve amaca ulaşılır bunu gayet iyi öğrenmiş. Sarkıntılık etmelerine hiç gerek yok. (Ki ellerine bir fırsat geçtiğinde bunu bile yaptıkları oluyor)
Yazan:zafer Tarih: May 1, 2010 | Reply
bence hırsızlık da normal sayılmalı… çok önemli bir kesim fakirlik ve açlık sınırlarında yaşarken, işsizlik diz boyu iken, altında araba, bodrumda yazlık, yazlığın kasasında 300 bin avro para, 3 adet cep telefonu… açlık fakirlik hüküm sürerken bu kadar şeye sahip olmak da aslında büyük terbiyesizlik… belki de anormal olan budur… hırsızlık normaldir… buna hırsızlık gözü ile de bakamayız… sadece zekatını vermeyenden hakkını almak gibi bir durum olabilir bu…
yada şöyle de düşünmek doğru olabilir… müslüman olmak kolay değildir… nasıl ramazan ayında oruç tutarak nefsimizi kontrol ediyoruz, aynen o şekilde, izmirde yaşayan müslüman erkeklerin çok daha fazla sevap kazanmaları gerekir… çoğu il ile kıyaslarsak izmirde müslüman erkek olmak çok daha zor…
bu durumda en rahat müslüman erkekler de arap ülkelerindeki erkekler oluyorlar…
iyi de arkadaşlar bu yaptığınız yorumların “çocuklar tarafından tecavüze uğrayıp öldürülmüş bebeklerle” ne alakası var anlayamadım… bu bebekler çocukları tahrik mi etmişler??? … çıplak mı gezmişler…
ben bu durumda şu sonuca varıyorum, sayın ekrem bey aslında gayet masum bir şekilde ve bence de doğru bir şekilde ifade etmeye çalışmış ama… aması şu; çoğu durumda yada daha doğrusu, her durumda açıklamaları sürekli dine dayandırarak yapmak sakıncalı olabiliyor… asıl konu anında bırakıldı ve konu gördüğünüz gibi nerelere geldi hem de daha ilk yorumlarda… ben bu konu hakkındaki gelecek yorumları neredeyse aynen şimdiden görür gibiyim…
Yazan:Tayfun_Korkut Tarih: May 2, 2010 | Reply
Sevgili Furkan,
Eski Yunan’da, Bizans doneminde cesitli fresklerde, heykellerde, tablolarda ciplakligi; cinsel tahrikin o donemlerde de Ege’de, Akdeniz’de ve Yunanistan’da yaygin oldugunu; Ege’nin kulturunun 60-70 yillik bir tarihe dayanmadigini gormek pek de zor olmasa gerek. Yine ayni sekilde cinsel sapkinligin Avrupa’da da yuzyillardir oldugunu gormekteyiz. Escinselligin vb. cinsel sapkinliklarin yayilmasindan dolayi basina musibetler gelmis kavimler de hepimizin malumu.
Bir de denize kiyisi olan sehirlerde yasayan insanlarin (Dogu Karadeniz haric) daha rahat yasama egiliminde olmalari da dikkat cekici. Sicak olmasindan midir, denize girmelerinden mi, yoksa nemli olmasindan midir bilinmez… Giyimleri, hareketleri, tavirlari daha rahat ve ozgur.
Zafer Bey,
Konunun bebege tecavuz olmasi anlattiklarimla ilintilidir. Eger, bizim erkeklerimiz inegin memesinden tahrik olabiliyorsa, esege tecavuz konusunda un yapmis muhafazakar sehirlerimiz varsa, durup biraz dusunmemiz gerekiyor. Dunyada en cok porno film izlenen iki ulke: Iran, Turkiye. Ben kendi hayatimdan, yurt ortamimdan, ordan burdan ornekler de verebilirim bu duruma.
Bir de yapilan kapsamli bir uluslararasi arastirmanin sonuclarina gore, dunyadaki en mutlu muslumanlar ABD’de yasayan muslumanlar. Arap ulkelerinde yasayanlar ABD’ye her yil yuzbinlerce, belki de milyonlarca gocmenlik basvurusu yapiyor. 4 kadinla evlenenler yuzunden bazi erkekler evlenecek kiz bulamiyor. Yabanci kizlarla evlenebilmek can atiyorlar. Cuvallarla para veriyorlar. ABD’deki muslumanlarin mutlulugunu ABD’de de rahatlikla gozlemleyebilirsiniz.
Bir de, iyi bildigim bir bilgiyi sizinle paylasmak isterim. Gulen hareketinin en hizli yayildigi il Izmir; bu hareketin en zor yayildigi, en fazla engellerle karsilastigi sehir de Konya. Malum, tereciye tere satmak, ya da baska bir deyisle dolu bir kabi doldurmak kolay degil.
Dolayisiyla, dindari da, dinsizi de liberal bir ortamda daha mutlu. Siirt vb. muhafazakar sehirlerde insanlarin bastirilmis duygularinin ellerine gecirdikleri ilk firsatta boylesine patlamasi tesaduf olamaz.
Yazan:aziz yılmaz Tarih: May 2, 2010 | Reply
Masum değiliz,hiçbirimiz!Ne kadar yerinde bir belirleme…Aslında grçeklerimizi özetleyen kısacık bir itiraf cümlesi,bir özeleştiri.
Bence masum olmadığımız gibi suçluyuz da aynı zamanda.Onaylamadığımız,hatta şoke edici bulduğumuz her olayda bir şekilde sorumluğumuz var.
Bu bağlamda Ekrem bey,hepimizin bir an durup önce çuvaldızı kendimize batırıp düşünmemiz gerektiğinin altını çizmiş.Bir kapı aralamış,düşünce konforumuzu bozmuş.İyi de yapmış…Sorumluluklarımızdan vazgeçerek bunu kendi dışımıza iterek başka yerlere,başka kişilere havale etme kolaycılığına kaçarak nereye kadar?Bugün Siirt’te,yarın bir başka yerde…Hadise budur.
Gazetelerimizin üçüncü sayfalarını “süsleyen” olayların dökümünü verme gereği duymuyorum;gün geçmiyor ki tüyler ürpertici bir olay haber konusu olmasın.Bu artık alıştığımız sıradan bir yaşam biçimine dönüştü.Bu kısmını da geçiyorum.Asıl dikkat çekici olanı bu olayların şaşırtıcı derecede benzer olduğu.Birbirinden farklı gibi görünse de her bir yaşanan olayın bizi götürdüğü adres aynıdır:ihmal,suistimal,istismar,vurdumdumduymazlık!Budur.Yani sıradan birer insanken çanavara dönüşmemizin altındaki gerçeğe odaklanmak durumundayız.
Nedir mesela içimizdeki canavarı dışarı çıkaran.Eğitimsizlik ve cehalet mi?Kuşkusuz bunun da rolü vardır.Fakat tek başına değil.En azından eğitimsizliğe bağlanarak açıklaması yapılamaz bunun.Eğitim düzeyinin yüksek olduğu yerler de canavarlar çıkarabiliyor.Yani hadisenin kaynağı sandığımızdan çok daha derinlerde.Bilemiyorum,belki psikoloji konusudur,sosyoloji alanına giriyordur,fakat neticede oldukça karmaşık görünüyor.
Son olarak şunu söylemek istiyorum,bir suçun gerekçesi olamaz.Tabi ki her koşulda insanın kendisini denetlemesi lazım.Zor veya kolay,bizi suç işlemekten alıkoyacak yol budur.Fakat suça teşvik edici kaynağı da(aslında batağı)hesaba katmak gerek.Bu bataklık vazifesini de medyanın yapmış olduğunu düşünüyorum.Belki ağır bir itham olacak ama nerede çürümüş bir şeyi kurcalarsanız altından medya çıkıyor.Evet çevre faktörü,varolan koşullar,eğitim,aile vb elbette kişilik gelişiminde birer faktördürler.Fakat bu faktörlerden hiç biri medyanın yönlendirmesi kadar etkili değil.
Yazan:zafer Tarih: May 2, 2010 | Reply
tayfun bey… ben size belki de fazlası ile katılıyorum yazdığınız konuda… sadece vurgulamak istediğim şey, çevremizdeki bütün olayları yorumlayıp ifade etmesi ve belki de kabul ettirilmesi daha kolay olduğundan yada nedendir bilinmez neredeyse her zaman din ile de tamamen, bir şekilde yada ucundan kıyısından da olsa bağlantı kuruluveriyor… çoğu durumda din ile bağlantı kurulduğu anda yazılabilecek çok şey kalmıyor… mesela dinen bir kadına göz ucuyla bakmak yada aklından bir şey geçirmek bile günahtır deniyor… bir kere bu mümkün değil… yani hepimiz birbirimizi biliriz:))) şimdi yok bende öyle bir şey, sen ahlaksız ve sapıksın, ben bakmıyorum ve kötü şeyler aklımdan geçmiyor diyen bir erkek çıkarsa ben inanamam:))… bu günah ise eğer ben çok pis bir günahkarım diyeyim ne diyeyim…
ben size fazlası ile katılıyorum… katılımcıları rahatsız edebilirim düşüncesi ile de örnekler verip sizi destekleyemiyorum çünkü yeri değil…
yazdığınız anlamda çok haklısınız bence… ama bu konu sizin de belirttiğiniz gibi işin o yönü ile çok az alakalı… çünkü yapanlar çocuk denebilecek yaşta… katledinlen bir bebek ve diğeri zannedersem ağır durumda idi… şimdi bu durum profesyonellerin saptayıp aşabileceği bir duruma giriyor daha çok…
bir de şu var, mesela 14 yaşında bir çocuk bu hale neden gelebilir? net açıklaması da çok zor… bilgisayar, medya şu bu… bunların katkıları çok… en azından diziler, reklamlar… ama insan bir yandan da “arkadaş 72 milyon bunların bombardımanı altında ama bu tip olaylara dahil olan da belki az değil fakat nüfusa oranlarsak çok çok az…
kişisel olarak beni aşan bir konu, yazacaklarım sınırlı… ve ben bu tip konularda fikir yürütülmesinin bile sağlıklı olmayacağını düşünüyorum…
ben çocuk kavramının da yeniden düzenlenmesi gerektiğini de düşünüyorum… 50 sene önce 17 yaş altı çocuk kabul edilmişse bugün bu yaşın “bence” oldukça düşürülmesi de gerekiyor… mesleğim gereği biliyorum, bugünkü koşularda artık 16 yaşa çocuk demek komik olmaya başladı bence… tabii bu çok tartışılabilecek bir konu… ya hepimiz görüyoruz, yaşıyoruz!!! 17 yaşındaki kazık gibi, zebellat gibi adam yardım alarak yada almayarak kızın birini testere ile doğruyorsa ben ona nasıl “aman o biçocuk, bilmez, düşünemez, baksana ne şirin çocuk” diyebilirim :)))… testere ile kafa kesmeyi biliyor ya!!! … her şey hızla değişiyor…
gelelim konuya… ilk yorumumda belirttiğim gibi, bu olaydan sonra çok saçma sapan yorumlar yapanlar oldu!… ve medya bu olayı evet, kullandı… ama medya öyle!!! adamın pabucunu ters giydirir… çok yanlış ama öyle… gazeteyi eline alır almaz, anında ve sadece futbol yada o bilinen sayfaları açıp, bakıp, gazeteyi kese kağıdı yapan kişilerle dolu olmasa toplum, medya da adam gibi gazete çıkarır (belki, yada tam tersi)… benim bir de sadece gidip gidip her konuda medyaya çatanlara diyeceklerim var… türkiyede ne olursa olsun neredeyse bütün her konu gidip gidip medyaya yüklenmeye başladı… diyorlar ki 1 sene önceki olayı neden gündeme getiriyorlar!!!… olayın olmuş olması hiç mi önemli değil… yenidoğan servislerinde bebekler ölüyor!! kutuya koyup annesine babasına temizlikçi tesli ediyor arka kapıdan!!! sorumlu çıkıp, medya infial yaratıyor diyor!!!… eğer bilinçli olarak örtbas edilip koskoca ilçenin büyük sırrı yapılmasaydı, bu duyulmayacak, duyurulmayacak bir olay değil ki! anında alt yazılar geçerdi flaş flaş diye… diğer olay siirtte meydana çıkınca medya bunu da gündeme getirdi… medya yeniden gündeme getirmedi!!! büyük ihtimalle o olay incelenirken, 1 sene önceki de bariz biçimde ortaya çıktı… bence… 1 yıldır herkes biliyormuş!!! adli tıptan rapor bekleniyormuş!!! savcı rapor gelince rapora göre dava açacakmış!!! aileler görüştürülüp anlaştırılmışmış da sorun çözülmüş aslında!!! en komiği de kan davası çıkmasın diye olay büyütülmeden kapatılmışmış!!!…
çocuklar mağdur olmamalı imiş!!! proflar söylüyor bunu!!! çok dikkatli olunmalı imiş!!! bebeğin annesi yerine kendinizi koyup düşünün bakalım ne kadar isabetli gelecek kulağınıza…
ben yineliyorum, 13-14 yaşındaki bir sürü çocuk!!! bir genç kızın (o da çocuk!)çıplak fotolarını tehdit olarak kullanıyor!!! bize bebek bul diyorlar!!! onu artık ne şekilde vahşice olduysa öldürüyorlar!!! bize bir tane daha bebek bul getir diyorlar!!! kendisi de çocuk olan kız diğer bebeği de getiriyor!!!… olay anlaşılmasa belki de 5-6-7-8- bebek gidecekti!!! diğer çocuk!!! kız arkadaşını testere ile kesiyor!!!
ben bunlara çocuk diyemem arkadaş… taş atan, hırsızlık yapan vs vs vs evet çocuktur, bilememiştir denir… ama bu olaylar apayrı… taş atan çocuklar salınsın… ama bu ayrı…
Yazan:zafer Tarih: May 2, 2010 | Reply
bir de şu çok önemli, özür dilerim unutmuşum… siirt, yozgat, istanbul, izmir, bursa, new york, moskova, tahran… hiç alakası yok bu olayların şehirle, ülkeyle, eğitimle, dinle filan… bazı konularda çok muhafazakarım, ve buna kendim de şaşıyorum!!!… bence, en büyük sorumlu kesinlikle internetteki yada piyasadaki oyunlar!!! medyanın, dizilerin ve diğer konuların oranı çok çok daha düşük… ben çocukken de gazetelerde saklambaç ve kelebekte mesela çıplak fotoğraflar olurdu… ama özellikle internetteki oyunlar tam anlamı ile “””FACİA”””… çoğu kişi o oyunları bilmeyebilir doğal olarak, lütfen inceleyin… gerekirse vakit ayırın, üye olun ve oynayın… ve ben o oyunların kesinlikle ve kesinlikle bilinçli olarak, belli bir amaca hizmet etmesi için üretilmiş olduklarından % 100 eminim… % 99.9 bile değil…
Yazan:aziz yılmaz Tarih: May 2, 2010 | Reply
@zafer,
Çok şükür ki benim görüşlerime katılmamış ve “saçma sapan”bulmuşsunuz:)İnanın böylesi çok daha iyi.Eğer bana katılsaydınız acaba ben de mi saçmaladım diye kendimden şüphe duyardım.
Tabii şimdi bana çattınız diyeceksiniz.Öyle ya medyanın toplum üzerindeki olumsuz etkilerinden söz edince “medyaya çatılmış”olduğuna göre.
Oysa kolay kolay kimseye çatmam.Benim işim kişilerle değil.Sistemleri,zihniyetleri eleştirirm.Doğru eleştiririm yanlış eleştiririm,tersini kanıtlayacak bir fikriniz varsa çıkar belirtirsiniz.
Fakat görüyorum birden medya avukatı kesiliverdiniz.Doğrusu bu can siperane ve oldukça da lakayıt savunmanın nereden icap ettiğini bilmiyorum.Siz eleştirince akan sular duracak,başkası eleştirince “saçma sapan!”
Biliyor musunuz başkalarının kusurunu açığa çıkarmak pek adetim değildir.Fakat ne dediğini bilmeden olur olmaz yerde “en iyi ben bilirim”havalarına da pek sessiz kalamıyorum.
Önce eleştirdiğiniz noktayı dikkatli okumanızı tavsiye ederim.Medyanın yönlendirmesi derken herhangi bir olayın haber yapılmasına değildi itirazım.Böyle bir düşünce tasarufum,böyle anlaşılmaya neden olacak/ima edecek bir beyanım da yok.Aksine basının,okur kitlesini doğru bilgilendirmek,gerekirse açığa çıkmamış,gizli kalmış bir olayı aydınlatmakla yükümlü olduğunu düşünürüm.Taraf gibi yayın kuruluşları da bunu hakkıyla yapıyor zaten.Kitle iletişim araçlarının görevi acı ve skandallar üzerinden para kazanmak,kitleleri uyuşturmak,her haberi magazinleştirerek pornolaştırmak değildir.Özetle eleştirim medyanın içine düştüğü bu perişanlığaydı.Fakat her nedense bana ait olmayan görüşleri tarfımdan savunulmuş gibi zorlama bir yargı içerisine girmişsiniz.
Tekrarlıyorum,bu konuda katılmadığınız ve haksız bulduğunuz bir eleştiri varsa buyrun bizlerle paylaşın.Ben görüşlerimin arkasındayım.Halkı bilgilendirmek adına sulandırılan paparazilerden,asparagas haberlerden,gözümüzün ta içine bakılarak uydurulan yalan ve çarpıtmalardan,vıcık vıcık yandaşlıktan tiksiniyorum arkadaş!Midem bu kepazeliği kaldırmıyor.
Ve evet bu tutumuyla medya sapık da üretiyor,katil de canavar da yaratıyor.Ne kadar tortu,pespaye,hastalıklı şey varsa yayıyor virüs gibi.Bununla yetinmeyerek zihinleri bulandırıyor.Benim medya hakkındaki yargılarım bu.
Siz de mümkünse kim gazetelerimizin neresinden istifade ediyor,kim kesekağıdı olarak kullanıyor,bunun hakemliğini yapmak yerine söylenenleri tersyüz ederek çarpıtmayın.Unutmayın dünyanın merkezinde bir tek siz yoksunuz.Burası bir fikir platformu söyleyecek bir sözünüz varsa,ki olmalıdır,bunu düzeyli yapın lütfen.Kim ne söylemiş,ne anlatmak istemiş dikkatlice okuma zahmetinde bulunun sonra dilediğiniz gibi karşı çıkın,eleştirin.
Yazan:çuvaldız Tarih: May 2, 2010 | Reply
bebeğin annesi yerine kendinizi koyup düşünün bakalım ne kadar isabetli gelecek kulağınıza…(zafer)
Suçlanan 12-14 yaşlarındaki çocukların ebeveyni olarak kendimizi neden düşünmüyoruz?
Kendimize bunu yakıştıramıyor muyuz?
“Çocuklarıma neyi öğretemedim, nasıl fark edemedim, ne oldu da bunları yaptı, kendisini kötülüklere karşı korumayı öğrettim ama kötülük yapmamayı öğretemedim mi,….nerde hata yaptım…”
Bu çocuklar yaşıtları olan karşı cinse ya da hemcinslerine karşı bu davranışta bulunmuş olsalardı ne diyecektik peki?
-Çocukların cinsel yönelimlerini baskılamayın….bırakın çocuklar cinselliği keşfetsinler..mi?
Kısaca kendimi, bebeklerin annesi yerine değil de o canavar olmakla itham edilen çocuklardan birinin annesinin yerine koymayı deniyorum. Bebeklerin annesi yerine kendimi koyduğumda o bebeklerden birinin babasının hissettiklerini hissetmemek ve herkesin beklediği katliama varabilecek bir“intikam” alma girişiminde bulunmamak neredeyse imkansız gibi. Hele de bu kadar üzerine gelindiğinde insan artık dellenip alır eline silahı toplu katliam bile yapar.
diyorlar ki 1 sene önceki olayı neden gündeme getiriyorlar!!!…(zafer)
Yanlış giden bir şeylere çözüm üretmek( sorumluluk!) ya da henüz olmuş haber değeri taşıyan bir olay(gazetecilik) olduğu için mi yayınlandı…sebep hangisi?
Verdiği haberler ve zamanlamaları oldukça şaibeli olan bir yayın organı ve uzun süredir ele aldığı konular oldukça dikkat çekici olan bir gazeteci söz konusu olduğunda böyle bir soru neden sorulmasın?
Analı- kızlı Samsun sahilindeki “din” tartışmasından dava olarak mahkemeye taşınan “haberi” ve benzer nitelikli arşiv haberlerini (başörtüsü oylamasına denk getirilerek yine bir sene önceki recm (!) görüntülerini yayınlamak gibi )saymazsak aşağıdaki sadece bir örnek;
Sorumluluk duygusu ile yazılmadığı açıksa ve eğer gerçek “habercilik” yapıldığından da şüpheleniliyorsa haber olarak sunulan elbette sorgulanır. Haber konusu ne kadar “tabu” olursa olsun. Konu, haberi ve haberciyi “dokunulmaz” kılamaz!
“Orada kimse yok mu?” diye başlık atılarak verilen haberin altında objektife gülerek el sallayan ilkokul çocuklarının fotoğraflarının hizasına yazılmış olan şu cümleler de mi hiç mide bulandırıcı değil?
sadece 5 dün sonra stokta bekletilen 1 senelik canavar çocuk haberi haber bu kez ön “çocuk vahşeti”(yibo’da inanılmaz olay) başlığıyla ön sayfadan veriliyor…
*******
Davanın niteliği nedeniyle tüm verileri bilinmiyor. (Suçlu olan çocuk olduğunda uygulanan kanun gereğince) Mağdur olan bebeklerden birinin amcasının dedikleri;
(habere göre tehdit edilen kız, önce bir amcasının 2 yaşındaki erkek çocuğunu, sonra da diğer amcasının 3 yaşındaki kız çocuğunu almış)
Mahkemeye çıkarılan çocuk ise dava halak açık bir şekilde yürütülmez.Bunu olayın üzerini “örtmeye” çalışmak gibi vermenin maksadı ne? Tüm amaç “çocuklarımızı korumaksa” eğer şimdi “canavar çocuklar “üzerinden kopartılmaya çalışılan fırtına, linç edilmeye çalışılan ne?
Muhalefet, hükümete saldırmak için, hükümet muhalefetin saldırılarını savuşturmak için 1.-5. sınıf çocukları için taşımalı eğitime geçilmesine karar verilerek sorun geçici bir süre için halının altına süpürülmüş oldu.Biri sorunu gösterdi, biri halının ucunu kaldırdı diğeri de sorunu onun altına süpürüverdi. Bizler de uzak seyirciler olarak yorum yaptık.Ortalık gibi vicdanlar da temizlendi; herkes görevini, eksiği çok fazlası hiç yok düsturuna uyacak şekilde gereği gibi yaptı! Yeni bir acı gerçekle yüzleşene kadar suçu onun bunun üzerine atıp,suya sabuna dokunmadan kenara çekilerek, masum çocukların masum ebeveynleri olarak yalanlarla yaşamaya devam..
Suçlu çocuklar, başkalarının çocuklarıdır.
Yazan:zafer Tarih: May 3, 2010 | Reply
sayın aziz yılmaz,
zannedersem bir yanlış anlaşılma söz konusu. Ben yorumumu sizin yorumuza karşılık olarak yapmadım. Ben yorum yazarken sizin yorumunuz yoktu yada ben görmedim. Dikkat ederseniz bir önceki yoruma, tayfun beyin yorumuna yanıt olarak başlamışım.
Saçma sapan yorumlar yapıldı derken de olan bu olaydan sonra gazetelerdeki bazı köşe yazarlarının ve mazhar alansonun yabani tarzda yaptığı yorumları kastetmiştim ki zaten cümleme bu olaydan sonra yapılan saçma sapan yorumlar şeklinde başlamışım göreceğiniz üzere.
üstelik medyayı savunmuş olduğumu da nereden çıkardınız sayın yılmaz. Çok rica ediyorum bir kez daha okuyun. Sadece internetteki o vahşet dolu oyunların çok etkili olduklarını, medyanın daha az etkili olduğunu vurgulamışım.
özetle yazdıklarımın hiç biri kesinlikle sizin yorumunuzla ilgili değildir. Eğer size yazsaydım zaten adınızı verirdim.
çok teşekkür ederim, saygılarımla.
Yazan:aziz yılmaz Tarih: May 3, 2010 | Reply
Evet aynen böyle.Kelimesi kelimesine katılıyorum.
Düşünce konforu bozulmadan yalanlarla yaşamak “iyi geliyor”herhalde.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 3, 2010 | Reply
Hasan Bülent Kahraman da tecavüzlerle ilgili aynı saptamayı yapmış:
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/kahraman/2010/04/30/siddet_pornografi_ve_siirt
Yalnız bir şeyin altını çizeyim. Ben medyayı suçlamıyorum. Medyanın yaptığı, talebe cevap vermekten ibaret. Bu talebin oluşması ile ilgili saikler incelenmeli. Yani, insanlar neden arzularının tatmini peşinde? Neden müslümanların çoğunlukta olduğu ve giderek dindarlaştığı iddia edilen bir memlekette en fazla “tıklanan” objeler cinsel içerikli? “Halkın” dili neden bozuk; nokta, virgül yerine küfür ediyor bu insanlar?
Yani suçu medyaya at, suçu ailelere at, suçu eğitime at… şeklinde geçiştirilemeyecek kompleks bir sorun bu. Meselenin kökeninde dindarlaşma değil, tam tersine sekülerleşme yatıyor. Hacısı da, hocası da sekülerleşiyor. Din, hayatın içinden çıkıp, sadece daha mutlu bir dünya kurmanın; ölüm korkusundan kaçmanın, toplumsal saygınlığın bir “aracı” haline geliyor. Din, kültürün bir parçası ve konfor sağlayan bir araç. Kimse varoluşun, tanrının, yaşamın anlamını bulmak ve yaşamak derdinde değil. Bu yüzden pazarda rağbet gören malı pazarlıyor diye pazarcıya kızmamız çok saçma.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 3, 2010 | Reply
Tayfun bey,
Katılıyorum. Yalnız bunun dini baskı sonucu olduğu short-cut yorumunun sakat olduğunu düşünüyorum. İzmir’de bir Anadolulu erkeğin mini etekli bir kıza sarkmasının sebeplerini bir düşünelim:
Anadolu’lu gencimizin ismi Kemal olsun. Kemal, anadolu’da hiç cıbıl kızlar görmemiştir ve şehere gelince her taraf cıbıl kız kaynamaktadır. Doğal olarak, ilk defa, içine attığı cinsel dürtüler hareketlenmekte ve kendine hakim olamayarak sarkıntılığa yeltenmektedir. Aslında Kazanova olmayı denememiş de değildir ama şivesi ve yanık, kavrulmuş teni ve Hollywood yıldızlarına pek benzemeyen fiziki yapısı sebebiyle bu teşebbüsler akim kalmıştır.
Kemal’in şehir hayatına alışmasının ve çıplaklığı doğal karşılamasının birkaç yolu bulunmaktadır:
1. Buna alışmak. Avrupalı, yanında mini etekli bir kadından tahrik olmamakta ve çok medeni bir şekilde davranabilmektedir. Demek ki Anadolulu Kemal için de bu potansiyel mevcuttur. Derhal tango ve diksiyon kurslarına yazılır ve çoban kıyafetinden kurtulur, smokini çeker üstüne, parfümü boca eder gömleğine ve piyasaya çıkar. Anadolu’lu Kemal’in birkaç yıl içinde Avrupalılaşması ve kadınlarla sarkmadan medeni ilişkiler kurması beklenmektedir.
2. Anadolu’lu Kemal, daha önceki yaşama şekline uygun bir şekilde gözünü haramdan sakınmaya çalışır. Nefsinin isteklerine boyun eğmek yerine onu gemlemeye ve meşru sahada tatmin bulmaya çalışır. Evlenir, bir yuva kurar. Medyanın tahrik edici unsurlarından etkilenmemeye çalışır. Bir mini etekliyi köyündeki gibi şalvara sokmak mümkün görünmemektedir ama gözünü çevirirse o mini etekli zaten onu rahatsız etmemektedir. Dindar olduğu için, ne kadar çok nefsiyle mücadele ederse o kadar bonus aldığını düşünüp mutlu olmaktadır. Çıplaklığı hiçbir zaman doğal karşılayamayacaktır belki ama bununla yaşamayı öğrenecektir.
Bana Kemal için en doğru seçenek 2.si gibi geliyor. Çünkü dönüşüp Avrupalılaşan bir Türk erkeğine rastlamadım ama dindarlaşıp çıplaklığı kendine sorun etmeyen Türk erkekleri olduğunu biliyorum.
Tabi, gerçeklikten çıkıp Anadolu’nun bir Berlin veya Paris olması ve köyde kadınların tarlalarda mini etekli olarak çalışıp erkeklerini bu duruma alıştırmaları da mümkün. Zaten “bizde erkekler böyle, Avrupa’da niye değil?” derken sunulan reçete de böyle absürd bir şey olduğu için pek dikkate değer olduğunu düşünmüyorum.
Anadolu’da köylerde kapanmak çok da din kaynaklı değildir. Bu, bir alışkanlıktır. Tarla için en uygun üniformadır şalvar, başörtüsü vs. Hem onlara mini etek de giydirsen yakışmaz. Hiçbiri Angelina Jolie değil çünkü.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 3, 2010 | Reply
sayın aslnyrkl,
Ateistler bu kadar insancıl açıdan olaylara bakacaklarına, ellerini taşın altına soksunlar da bir gün bir hayır kurumu, bir rehabilitasyon merkezi açıp bu insanlara yardım ettiklerini görelim. Çocuk yaşında ırzına geçilmesi büyük bir imtihandır. Ama bu imtihan, sadece ırzına geçilen çocuğa ait değil. O çocuk bunun farkında bile değil. Ama “vah vah bu Allah da çok acımasız canım, şuncacık çocuğa böyle imtihan mı verilir” diyen ahmak farkında… Evet bu dünyada sakatlar da var, akli dengesi bozuk olanlar da, tecavüze uğrayanlar da, açlıktan ölenler de, binbir zulme uğrayanlar da… Allah, bunlara müdahale etmiyor. İnsanın müdahale etmesini istiyor. İnsanı halife olarak yarattım diyor. Halife ne demektir bir düşünün. Sen, insan olmanın şerefini bu insanlara yardım etmekle, adaletsizliğe, zulme engel olmakla kazanacaksın. Ekşi sözlük köşelerinde Tanrıya saydırmakla değil. Öyle ucuz şefkat meleği pozuna yatıp insanı çileden çıkaran böyle zulümleri kendi tanrı-tanımazlığına alet edecek tıynette adamlardan elbette hesap sorulacak. Sorulacak soru basit:
“Sen madem bu konuda bu derece hassassın, bu zülmü engellemek için ne yaptın, anlat…”
“Çok iyreenç, tanrı nasıl izin veriyo böyle şeylere dedim ya ayol, sonra da ekşi sözlükte cinsel organına Arapça Allah yazdıran adam başlığını açtım ne komik dimi hihiho” diye anlatır durur…
Yazan:aziz yılmaz Tarih: May 3, 2010 | Reply
Zafer bey,alıntıladığım kısmı okuduğumda medyaya dair görüşlerinizin eleştiri olarak bana yöneltildiğini düşünmüştüm.Benimle ilgisi olmadığını söylüyorsunuz.İnanıyorum.Tamamen yersiz bir alınganlık olabilir.Ancak takdir ederseniz ki ne yazar ne de yorumculardan medyaya düşündüğünüz anlamda bir “yüklenme”olmadı.Yani görüşünü belirtirken sorumluluğu medyanın tutumuna bağlayan(sizin ifadenizle “çatan”)bir tek ben vardım.Doğal olarak “medyaya çatanlara diyeceklerim var…”cümlesi bana yöneltilmiş bir mesaj olarak algılandı ve benden kaynaklı bir yanlış anlaşılmaya neden oldu.
Benim için son iletiniz geçerlidir.Bu yanlış anlaşılmayı düzelten açıklamanız için teşekkür eder,kırıcı davranmışsam özür dilerim.
******
Ancak yine de eleştirinin doğrudan bana yapılıp yapılmamasının medya hakkındaki düşüncelerimi değiştirmediğini belirtmek isterim.Açıkçası,”her şeyi medyaya yıkmayalım”fikri bana pek sıcak gelmiyor.Biraz paranoyakça bir yaklaşım olabilir ama iyimser olamıyorum,ya da daha iyimser olacağım bir işaret göremiyorum.
Yazan:Gokce Tarih: May 3, 2010 | Reply
Bazi yorumcular, Batida kadina cocuga tecavuz olmadigini ileri surer gibi, size kendi data larindan bilgiler iletiyorum.
– a five month CBS News investigation shows that,Nearly 90,000 women reported they were raped in the United States last year. It’s estimated another 75,000 rapes went unreported. But while rape convictions are up.
“2008 de Amerikada 90 000 kadina tecavuz edilmis bu polise aksetmis olan sayi buna ilaveten de 75 000 olayin polise aksetmemis oldugunu soyluyor CBS haber bulteninin 5 aylik arastirmasi..”
Yine asagida ki paragrafta Amerika da her 2 dk da bir kadinin tecavuz edildigini…Amerika Adalet bakanligi bildiriyor.
“Somewhere in America, a woman is raped every 2 minutes, according to the U.S. Department of Justice.”
1995 te 354,670 kadin tecavuze ugramis..
“In 1995, 354,670 women were the victims of a rape or sexual assault. (NationalCrime Victimization Survey. Bureau of Justice Statistics, U.S. Department of Justice, 1996.)”
Over the last two years, more than 787,000 women were the victim of a rape or sexual assault. (National Crime Victimization Survey. Bureau of Justice Statistics, U.S.Department of Justice, 1996.)
The FBI estimates that 72 of every 100,000 females in the United States were raped last year. (Federal Bureau of Investigation, Uniform Crime Statistics, 1996.)
The radical feminist legal scholar Catharine MacKinnon, however, claims that “by conservative definition [rape] happens to almost half of all women at least once in their lives.”[5]
According to the Rape, Abuse & Incest National Network (RAINN), as of 2005, 60 percent of rape crimes go unreported, and it stands to reason that this number crosses generational lines—in other words, that regardless of age, most rape survivors do not report their crime. This number has fallen: in 1992, 84 percent of rapes went unreported.
Evet Amerikada sokaklarda Alisveris merkezlerinde kampuslerde Kisacik sortlariyla gezen kizlara kimsenin baktigi ,elle dille taciz edildigi gorulmez amma her nasilsa , asagidaki istatistik bilgileri gore:
Universite ogrencileri kizlar arasinda tecavuz orani icin soyle deniyor. 20- 25% of universite kiz ogrencisi tecavuze veya saldirisina ugruyor.
“-And while education may reduce the risk of many crimes, college women remain at high risk for sexual assault. According to the Justice Department, between 20 and 25 percent of women in college will endure an actual or attempted rape during their time there, and less than 5 percent of these rapes will be reported.”
Bu bilgiler gosteriyor ki Amerika gibi medeni! bir bati ulkesinde tecavuz cok yaygin ve engellenemiyor.
Yazan:Tayfun_Korkut Tarih: May 3, 2010 | Reply
@ Ekrem,
Bence de 2. secenekteki model daha dogru. Zaten bu insanlarin sadece obur dunyalarina yatirim yapmakla kalmayip, bu dunyada da ekonomik olarak oldukca rahat olduklarini goruyoruz. Cunku, cuppeli Ahmet hocanin da dedigi gibi haramlar pahali, masrafli 😀
Yazan:aziz yılmaz Tarih: May 3, 2010 | Reply
Evet medya varolan talebi karşılıyor,bu doğru.Fakat “talepten” kasıt önü alınamayan toplumsal yozlaşma,değer erozyonu vb tahribatlar ise,peki medyanın tam da bu talebin oluşmasıyla ilgili saikleri hızlandırmış olamaz mı?
Medyanın yarattığı dezerformasyon bir yana,üstlendiği misyon ahlaki çöküşü hızlandıracak boyutlara gelmiştir.Dolayısıyla medya toplum ilişkisi kısmen sözü edilen arz-talep dengesine bağlanabilir.Ancak bunun yanında talebi diri tutacak “pazar” alanını yaratan da medyanın üstlendiği misyondur.
Önceki yorumlarımda da belirttim,her suç’a günah keçileri bularak gerekçeler uydurmak elbette doğru değil.Topu aileye,eğitim kurumlarına,sisteme ya da medyaya atmakla sorumluluklarımızdan kaçamayız.Lakin medyanın yarattığı kirliliği,boca ettiği zehiri de yok sayamayız.Ortalığa zehir saçılırken elbet radyosyona yakalananlar olacaktır.
Ama tabii sonuçta her şey birey olarak tercih ve kararlarımıza bağlı.Nefis ve arzularımız kadar seçim belirleyecek iradeye de sahibiz.Haydi nasıl olsa ortam müsait diyerekten mühasebe etmeksizin tüm zehiri yutmaya teşne olmak da var,seçici davranarak sakınmak da.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 4, 2010 | Reply
Aziz bey,
Medyanın rolü konusunda haklısınız fakat şöyle bir durum da var. Bu ülkede, arka sayfa güzeli olmayan, ciddi gazeteler de var. Ama insanlar para verip “Rus Kızı Helena Türk erkeklerine hayran oldu”, “Aysun’un frikiği, Ayça’nın cesareti-sevişme sahnesi profesyonelliktir!” filan tarzı, Haydar Dümen sorularınızı yanıtlıyor gibi köşelerle maruf gazeteleri almayı tercih ediyorlar. Böyle bir talebi karşılayan bir gazetenin çok da sorumluluğu olmaması gerek. Ama haklısınız, en azından toplumu aydınlatma misyonuna sahip olduğunu iddia eden medyanın kendine çeki düzen vermesi gerekiyor. Mesela Hürriyet’ten Fatih Çekirge’nin geçen yıl bir özür yazısını hatırlıyorum. Bundan sonra tövbe, çıplak kadın filan yayınlamayacağız diye. Ama Çekirge’nin tövbesi de bu kadar oluyor demek ki…
HaberTürk sitesine bakıyorum, ve Fatih Altaylı olayı aşmış maşallah. Sabah gazetesi de tiraj düşünce Erdal Şafak sağolsun baldır bacak geçilmiyor siteden. Giderek yozlaşıyorlar.
Ne zaman insanlar, cinsel organlarının peşine takılmaktan vazgeçer ve itiraz sesleri daha çok yükselir o zaman bir şeyler belki düzelir.
Yazan:zafer Tarih: May 4, 2010 | Reply
aziz bey,
yanıtınız için ben de teşekkür ederim… gerçekten size hitaben yazmamıştım… yorumunuzu görmüş olsaydım eğer size hitaben yazardım yazdıklarımı ama köşe yazarlarına, siyasetçilere, bürokratlara yazarken pek saygılı olamama rağmen, size karşı kesinlikle saygılı olurdum çünkü bence siz ve buradaki tüm katılımcılar bence çok önemli…
buradaki katılımcılar ve yazarlar neden önemliler? önemliler çünkü bakın burada herkes kendince en doğruya ulaşabilmek için çabalıyor, bir şeyler yazıyor herkes, zaman harcanıyor, emek var… ve çok da isabetli fikirler var… mesela sayın çuvaldızın yazdıklarına siz aynen katılıyorum diye not düşmüşsünüz, benim de çok hoşuma gitti o bir paragraf…
ben her şeyi sadece medyaya ve şuna buna bağlayanlara kızıyorum derken, “sorumluları” kastediyorum… yüksek düzey bir sorumlu olay sonrasında ortaya çıkıp da ilk cümle olarak medyaya yüklenemez… ama öyle oluyor…
bir çok sorun ve olay karşısında ilk tepki çoğu zaman direk medyaya oluyor… evet kabul ediyorum, medyanın sorumluluğu çok fazla ama özellikle yüksek yönetim kademelerinden bu sözleri duydukça aynen yine sizin de katıldığınız sayın çuvaldız ın yazdıkları pratiğe aktarılmış olmuyor mu?
sorumlu medya, sorumlu eğitim, sorumlu aileler, sorumlu şu, sorumlu bu dendikçe hiç bir sorunun çözümü için kafa patlatması gerekenler oturup kafa yormuyorlar ve bütün sorunlarımız geçici suçlamalarla ve geçici çözümlerle halının altına el birliği ile itiliyor… bir bakıyorsunuz 2 sene sonra aynı sorunlar daha büyük çıkıyor karşımıza…
ankarada çocuk inşaat çukuruna çocuk düştü!! sorumlu olması gerekenler haberim yok dediler… deprem oldu 2 müteahhit cezalandırıldı, şimdi yenisi çok yakında olacak ve değişen bir şey yok… bu olayda da ben üst düzey devlet yöneticilerinden ilk cümle olarak medya lafını duydum… sayın başbakanımızın ilk tepkisi mikrofonlara medya hakkında oldu…
böyle böyle yıllar geçiyor ama bir çok sorunun çözümü bulunamıyor…
neden? çünkü yöneticiler ve sorumlular burada kafa yoranlar kadar bile kafa yormuyorlar ki çoğu konuda… hep gündelik bir takım ötelemeler ve aynen sayın çuvaldız yazdığı gibi iç rahatlatmalar… ben bu yüzden inanın aziz bey size hitabetseydim saygıyı esirgemezdim… çünkü bakanlar, bürokratlar, belediye başkanları, il ve ilçe yönetimleri acaba sizin ve burada yazanların gösterdiği yaklaşımın onda birini gösteriyorlar mı!! hiç sanmıyorum… hatta biliyorum göstermediklerini…
saygı ve sevgilerimle…
Yazan:aziz yılmaz Tarih: May 4, 2010 | Reply
Ekrem bey,
Katılıyorum,arka sayfa güzeli olmayan gazeteler de var tabi.Görsel medyada ağırlıklı haber formatlı tv kanallarının olduğu gibi.Ancak arka sayfalarına özendirici/cezbedici bu “vitrin”i koymayan gazetelerin-ya da tamamen sulandırılmış magazinel programlardan kısmen kaçınmış kanalların-sırf bu tercihten ötürü olumlu etki yarattığı söylenemez.Dolayısıyla varolduğu düşünülen dezerformasyonun kriteri arka sayfa güzeliyle sınırlı değil.Bu anlamda oluşan “ciddiyet”imajının olası zararlı etkileri ortadan kaldırdığına yetmediğini düşünüyorum.
Şayet “tüm basın yayın organlarını aynı potaya koymayalım,genellemeden kaçınalım”diyorsanız,hak veriyorum,bu konuda fikir beyan ederken genellemeden kaçınarak daha özenli davranılabilir tabii.
Ancak benim medyanın neden olduğu bilgi ve ideolojik kirlilik konusunda bazı farklı kuşkularım var.Biraz açayım izninizle.
Belki bir on yıl dünya görüşümle örtüştüğünü düşündüğüm bir gazeteyi baş ucumdan hiç eksik etmedim.Hatta gururla taşıdım koltuğumda.İdeallerime tercüman olduğunu düşündüğüm gazetenin tam da hayalini kurduğum bir dünyanın altına dinamit yerleştirmeyi görev saydığını öğrenmem bir hayli zaman almıştı.Oysa bu gazete fazlasıyla ciddi bir imaj oluşturuyordu…Öyle ki bu imajı korumak adına renkli basıma direniyordu.Bu gazete bu gün de o “ciddiliğini” sürdürüyor.
İşte asıl mesele de bu.Sinsice toplumun kanına girerek statükoyu savunan bir gazete solcu olsa ne olur,muhafazakar olsa ne değişir?Ciddi görünümün altında başka faaliyetler yapıldıktan sonra.Sistemli olarak toplumun bilincini bulandıran,insanların duygu ve düşünce dünyasını ipotek altına alarak iğdiş eden bir anlayış benim nazarımda “ille de arka sayfa güzeli” diye tutturan bir gazeteden daha az tehlikeli değildir.
Dolayısıyla müstencenliği olmazsa olmaz sayarak öncelikli hedefe haline getiren bir anlayış elbette bunu doğrudan bir hedef kitle yaratma amacıyla yapar…Hedeflenen kitlenin taleplerinden yola çıkarak bu talebi karşılar.Burada hemfikiriz;alıcısı olduğuna göre satıcısı da olacaktır.Ve bu da nereden bakarsanız istismara girer.Bir yandan varolan duygu ve arzuların bir ticaret aracı haline getirilmesi,diğer yandan kadın bedeninin metalaştırılması,kadının nesneleştilmesi…Her iki durumda da alabildiğine bir yozlaşma,ahlaki çöküş sözkonusudur.
Son olarak şunu belirtmek istiyorum.Her iki anlayış da olumsuz etki yaratır.Sadece başvurulan yöntem ve kullanılan enstrümanlar farklı görünebilir.Ne var ki birbiriyle bağıntılıdır ve zamanla içiçe geçerek karşımıza hiç de arzu etmediğimiz sonuçlarlar yaratması kaçınılmazdır.Artık çöken bir stadyum mu olur,maç öncesi ölüm ve yaralanmayla sonuçlanan bıçaklı-satırlı bir kavga mı?Yoksa bir maganda kurşunuyla hayatını kaybeden bir çocuk,yurdun bir köşesinde girişilen linç olayı ya da tartışmakta olduğumuz Siirt hadisesi!Bu öfke nereden beslendi,bu insanlar neden cinnet geçiriyor?Neden birbirimize kimliklerimizden,tercihlerimizden ya da hiç yoktan nedenlerden ötürü düşman oluyoruz?Peki günün 24 saati futbolun konuşulduğu bir ortamda nasıl bir sonuç bekleyebiliriz.Erkekliğin,silahın,gücün kutsandığı bir toplumda “silahlar neden patlıyor?”diyebilir miyiz?Diyemeyiz,desek de çare değil.Silahlanmanın alabildiğine yaygın olduğu ve bireylerin kullanmaya motive olduğu bir duygu ve düşünce ikliminde suça eğilim kaçınılmazdır.Cinsel içerikli suçlarda da bu böyledir,şiddet içeren nefret suçlarında da.Ne ekersek onu biçiyoruz.Medya da-önemli bir kısmı-suç tohumları ekiyor.Biraz yumuşatarak, böyle bir zemini hazırlayacak alt yapıyı oluşturuyor diyelim.Tabiatıyla hasat da tohumdan pek farklı olmuyor.
Yazan:aziz yılmaz Tarih: May 4, 2010 | Reply
Zafer bey,
Benim için son iletiniz geçerlidir derken,sözünüz benim için senettir anlamındaydı.Yanlış anlaşılmaya değinirken baştan size inandığımı da ayrıca teyit etmiş oluyordum.
Size küçük bir sır vereyim,sırf nezaket olsun diye muhatabıma “size inanıyorum”demem,müsterih olun.
Fakat anladığım kadarıyla bir önceki yorumumda “benim dışımda medya konusuna değinen yoktu” belirlemesi sanki tatmin olmamışım gibi izlenim yaratmış sizde.Oysa bu belirlemeyi kuşkularımın giderilmediği manasında değil,bilakis görüşlerinizi yanlış değerlendirdirmenin nedenine işaret etmek için kullanmıştım.Yani hiç canınızı sıkmayın.Yanlış anlaşılmaya sebebiyet veren ve bu nedenle size haksızlık yapan da benim.Bunu kabul ediyorum.Siz de özürümü kabul ettiyseniz problem kalmamıştır.
İkinci bir husus elbette isim belirterek düşüncelerime de eleştiri getirebilirsiniz.Bundan asla rahatsızlık duymam.Yani benim saman alevi gibi birden parlamamın nedeni eleştiriye değil yanlış ve haksız-bulduğum-eleştiriye idi,ki bunu da konuşup anlaşarak düzeltmiş olduk.
Gelelim yorumunuzun kalan bölümüne.Şu kadarını söyliyeyim yazdıklarınızın hepsinin altına imzamı atarım.Sorumluluklarımızdan kaçma noktasında size tamamen katılıyorum.Zaten herkes üstüne düşen görev ve yükümlülükleri hakkıyla yerine getirseydi bunca sorunu yaşamazdık.
Dolayısıyla suçu başka yerde arama alışkanlığımız var.Siyasiler medyayı,medya kurumları suçlar.Bizler kendimize çeki düzen vermek yerine sisteme yükleniriz suya sabuna dokunmadan.Bu böyledir.Garip bir döngü ama gerçeğimiz bu.
Oysa herkes kendi sorumluluk alanıyla ilgilense bu kargaşa yaşanmaz.Bu nedir,işte ihmal,kayıtsızlık dediğim şey budur.Bir Bakan’ın sorumlu olduğu alanla ilgili bir olaydan medyayı suçlaması ne kadar tutarlıdır?Belediyenin kazıp üstünü örtmediği çukur ölümlere davetiye çıkarıyorsa bu ilgili idarecilerin ihmalidir.Ama onlar kadar elbette duyarsız davrandığımızda bizler de bu ihmale ortak olmuş oluruz.
Fakat burada her ne kadar medyanın günah keçisi seçilmesi,ya da faturası bir iki insana kesilerek birilerinin kurban seçilmesi doğru değilse de,iş dönüp dolaşıp medyanın “esnaf”zihniyetine gelip dayanıyor.Zira filanca futbolcu falanca mankenle hangi barda eğlenmiş…kim ne giymiş,ne yemiş vs gibi dedikodular yerine “ben geliyorum”diye uyaran kazalara,skandallara davetiye çıkaran ihmallere dikkat çekilse,üzerine gidilse pek çoğu önlenecek ya da kısmen tedbir alınabilecek.Peki medya ne yapıyor?Bu tür şeylerle ilgilenmiyor,ilgi alanlarına girmiyor…Ta ki kayıtsızlık,ihmal bir kaza,facia,skandalla sonuçlandığında akbaba gibi üşüşmeye başlarlar.Çünkü mantalite kötü,olumsuz olanı önlemek/engellemek değil çıkan sonuç üzerinden malzeme çıkarmak,bundan rant sağlamak,güç ve iktidar devşirmek.Ondan sonra gelsin dramatik fon müzikleri,timsah gözyaşları,vahşi bir iştahla ballandırma.”Adam gibi”habercilik yapılsa memleketin hali böyle mi olurdu?
Neyse bu mevzular anlatmakla bitmez.Sizinle tanıştığımıza sevindim.Gerçi biraz kavgayla başladı ama:)
Size ve okuma sabrı gösteren tüm katılımcılara teşekkür ediyor,sevgi ve saygılarımı iletiyorum.
Yazan:çuvaldız Tarih: May 5, 2010 | Reply
Dünyevî kaygılar, hazlar ama çoğu zaman da zaruret insanlara insanlıklarını unutturmuş, cinnet geçirme noktasına getirmiş.(M.Yılmaz)
“Sizce iyilik kurumsallaştırılabilir mi?”(M.Yılmaz)
Zafer bey’in bu satırları Sn.Enver Gülşen’in bir sinema filmi üzerine yazdıklarını hatırlattı; Beyaz Kurdele.
Kötülük kendi başına var olan bir şey değil de iyiliğin YOK olduğu bir durum?(M.Yılmaz)
“Kötülüklerin oluşmasında bireysel sorumluluklarımız ne düzeydedir; ya da bu kötülüklerin mümkün olabildiği, yeşerebildiği bir iklim, bir ortam mı söz konusudur?”
Sorumluluğumuz sadece (görevimizi) yapmak mı? Vicdanlarımızın sesini bir parantezin içine sığdırabiliyorsak ne ala! Zaruri durumlarda vicdan konservesinin kapağını açıp bir çay kaşığı kadar kullanırsak, insan olduğumuzu hatırlarız. Fakat sakın lezzetine tav olup aşırıya kaçma, sorumlu olduğun görevin sınırlarını aşma!
Bu olayda da gazetelerde isimleri iki harfe indirgenen ama kocaman kocaman yazılarak “canavar” olmakla itham edilen bu çocuklar ekildikleri toprakta büyümenin gereğini yerine getirdiler ve taklit ettiler o kadar.
2010 osym fen bilimleri sorusu;
38.Bir ekosistemde 50 yıl öncesine göre;
* Bitkilerin yaklaşık 1 hafta erken çiçeklendiği,
* kuşların ortalama 9 gün erken kuluçkaya yattığı,
* kurbağaların yaklaşık 7 hafta erken çiftleştiği,
Gözleniyor.
Ekosistemde gerçekleşen bu durumun temel nedeni aşağıdakilerden hangisi olabilir?
A)İklim değişikliği
B)Besin rekabeti
C)Avcı türlerin baskısı
D)Çiftleşme rekabeti
E)Popülasyon büyümesi
Eğitim alınca, iklim değişikliğinin neticelerini bitkiler, hayvanlar için anlamak çok kolay, aynen çocukların ”insan” olarak büyüyecekleri iklimi oluşturan yetişkinler olarak sorumluluğu, bizlerin dışında var olabilmesi sanki mümkünmüş gibi eğitime, medyaya, siyasete yüklemek kadar!
Kendilerine binilmiş, bindiklerini sanırlar. Bilgisizliklerinden mağlubu galip zannederler.(Mesnevi)
Yazan:çuvaldız Tarih: May 5, 2010 | Reply
Kısaca olup biten sanrım sistem’e vicdanımızı sistem’e ihale etmemiz.Araç olması umulana esir olundu.
Yazan:aziz yılmaz Tarih: May 5, 2010 | Reply
Çok anlamlı bir yanıt olmuş.Teşkkür ediyorum,iki cümleyle beni dıştan içeriye doğru sorgulamaya yönelttiğiniz için.
Gerçekten de uyum sağldığımız algılar bir zaman sonra kollektif hale gelebiliyor…Vicdan ve diğer insani donanımlarımız da dahil.Esaretin başladığı yer de burası olsa gerek.
Dolayısıyla doğruyu bulma ya da doğruyu savunma adına girişilen çabalar içsel sorgulama yerine ortak bilinçlere dönüşüyor.Nereden geldim,kimim,nereye gidiyorum,varlığımın amacı nedir gibi sorular, yerini tek merkezde birleşmiş insan yapımı bir “sisteme”havale etmeye bırakıyor.Bu öyle tuhaf bir beklentidir ki,tasavvur edilen sistem baş sorumlu olarak da görülebilir fakat diğer yandan her derde deva çözüm kaynağı da.
Maalesef çağımızın modern seküler anlayışı bu paradoksu yaşıyor.Tabii başta kendimi de bu anlayışla malül görerek söylüyorum.
Fakat diğer yandan çağımızın büyük belası manipülasyonu da gözardı etmemek lazım.Çevremiz ziyadesiyle bir şartlanmışlık çemberiyle kuşatılmış.Ve bu çemberi yarıp aşmak hiç de kolay değil.
Tabii bu kuşatılmışlık hali elbette “insan olmak”lı yanımızı unutmaya,terketmeye gerekçe teşkil edemez.Bu zorlu imtihanı geçebilecek donanıma sahibiz çünkü.Otomat algılara saplanarak yapay çarelere sığınacağımıza içsel dünyamıza dönüp keşifler yapabiliriz.Zira aradığımız hakikatin adresi de,kötülüklerden sorumlu tuttuğuuz düşman da içimizde başka yerde değil.
Sanırım Ekrem beyin de çıkış noktası insanın manevi boyutuyla ilgiliydi.Konu biraz dağılmış oldu ya da yazının ana fikrinden kısmen uzaklaşıldı.Bu yönüyle Ekrem beye de yazısına da biraz haksızlık yaptığımı düşünüyorum.Biraz gecikmiş bir özür oldu.Ancak bu hatırlamayı da sizin kısacık ama anlamlı uyarınıza borçluyum.
Bu güzel istişarelere kapı açtığı için başta Ekrem beye,size ve diğer katılımcı dostlara teşekkür ediyorum.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 5, 2010 | Reply
Aziz bey,
Estağfirullah. Yazı yazmak da, ana fikir kurmak da haddime değil. Sizin gibi değerli yorumcuları harekete geçirebilmek için biraz da kahve ağzıyla bir şeyler karaladım. Editörüm şahittir duruma.
Bence düşünceleri empoze etmek yerine, yorumcularla bir fikir harmanı oluşturmak ve doğruyu birlikte aramak daha sevimli bir yol.
Ben bu sıralar manevi boyuta takmış durumda olduğumdan onun dışına pek çıkamıyorum. Temel’in ölçü birimi hamsidir ya. Benim kafa da manevi boyuta çalişiyii 🙂
Yazan:aziz yılmaz Tarih: May 5, 2010 | Reply
Ekrem bey,
İnanın size imreniyorum.Siz istediğiniz kadar kahve ağzı deyin,içten,sıcak ve mizahı asla eksik etmeyen üslubunuz harika.
Gerilimli ortamlarda,ah Ekrem kardeşim araya girse de ortalık yatışsa diye sizi andığım çok olmuştur.Ha belki de aşırı ılımlı davrandığınızdan değil,çoğu zaman sözünüzü de sakınmazsınız ama öyle işte.Allah vergisi her halde,dokundunuz mu buzlar eriyiveriyor.
Ölçüye gelince,bence elden bırakmayın.Maneviyatı kaldırdığımızda insandan geriye ne kalır ki?Keşke aynı “takıntı”bana da nasip olsa.
Muhabbetle.
Yazan:aziz yılmaz Tarih: May 5, 2010 | Reply
Çuvaldız hanım,
Sanırım bende ciddi bunama belirtileri başladı:)
İki cümlelik yorumunuz deyip duruken bir üstünde duran detaylı yorumunuzu görmemişim:)
Bilmiyorum yorum sonradan mı düştü yoksa ben mi farkedemedim.Fakat pek de hayra alamet görünmüyor.Daha dün hiç yoktan Zafer beye çattım,bugünse koca yorumu atlayarak ofsayta düşüyorum.
Eh hazır mazeretim de varken biraz da size çatayım:)
Şu “iklim”meselesini açayım biraz.Sanırım anlatım hatamdan kaynaklı bir yanlış anlaşılma var.Düşünce ve algı iklimi derken iklim kavramını mecazi anlamda kullandım.Düşünce dünyası,toplumsal atmosfer vb anlamında.Yoksa ahlaki değerlerin,düşünce ve vicdan hürriyetinin kurumlar aracılığıyla düzenlenmesi gerektiği savıyla değil.
Dolayısıyla evet,devletin(ve kurumlarının)ahlaki normları belirleme,din,inanç ve vicdan hürriyetini belli bir “düzene”sokarak tevzi etme ya da bu anlamda yaptırım uygulama hakkı olmamalıdır.Bilakis,devlet denen kurumsal aygıt var ise ve işlerliği kabul görmüş ise sadece bireylerin inanç ve vicdan hürriyetini,doğuştan sahip olduğu temel hak ve özgürlükleri hukuk aracılığıyla güvence altına almak gibi bir sorumluluğu olabilir.Bir başka deyişle insanların inançlarına,tercihlerine karışarak değil;her türlü inanç ve tercihin özgürce ifade edilmesini sağlamak olmalıdır.
Bu bağlamda iklim metaforunu kullanırken,insan denen varlığın bitki ya da diğer canlı türleriyle bir tutulması gibi bir öngörüde bulunmadım-ya da bunu amaçlamadım.Elbetteki bu manada yekpare bir iklim sözkonusu olamaz.Lakin gelenek,görenek vb nin oluşturduğu önkabuller,değer yargıları,iyi kötü kavramları vardır.Bu da aile,eğitim,kurumları,çevre koşulları,idare biçimi(kurumlar)vb den bağımsız gelişmez.Ha deseniz ki felsefi ve dinsel disiplinler de dahil,aile,eğitim,çevre gibi faktörler insan gelişiminde belirleyici olmakla beraber,getirdiği sonuçlar iyi-kötü kriteri anlamında görecelidir:size katılırım.Sipariş verir gibi ahlaki ve moral değerler bir kalıba sokularak yeniden üretilemez.Bu bir mamül değil ki tornada şekil verilsin.
İşte feryadım(itirazım,tepkim)tornadan geçirilerek insana yeniden şekil verme çabasınadır.Topluma yön veren araçlardan kastım buydu.İtirazım da bu anlayışaydı.Yoksa devlet veya kurumlar bize doğru yolu göstersin,yoldan çıkanımız varsa hizaya getirsin diye değil.
Son olarak,evet bu keşmekeşte sorumluluklarımızı başkasına devrederek kenara çekiliyor muyuz?Evet.Bu tutum bizi sağlıklı bir sonuca götür veya götürüyor mu?Hayır.Bu kısmını epey irdelediğimiz için geçiyorum.Ve sanıyorum burada mutabıkız.Yalnız böyle bir döngü içerisinde kayboluyoruz diye ortalığı zehirli gaza boğanlara da karşı çıkmak,hiç değilse bu tehditin farkına vararak gaz maskelerimizi takmakta da fayda var diye düşünüyorum.Birilerinin “iklimi” bozmasına neden müsade edelim ki?Yağmur ormanlarını yokeden zihniyet pekala insanın nefes alıp verdiği maneviyat ikliminin altına da dinamit koyabilir,ki konuyor da.Bunca tahribat durup duruken olmadı ya?
Selam ve saygılarımla.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 6, 2010 | Reply
aziz bey,
yorumunuzu okuyunca kendisini selamlayan papazın önünde daha çok eğilen Celaleddin Rumi Hz.’leri geldi. Demek ki hala var Allah’ın böyle veli kulları.
Yazan:çuvaldız Tarih: May 7, 2010 | Reply
Aziz bey,
Bunama belirtisi ya da ofsayta düşmeniz kesinlikle söz konusu değil. Detaylı yorum yanlış adrese yönelmişti Mehmet bey sağolsun kurtarıp, gönderilme sırasına uygun olarak yerine yerleştirdi. Durum özeti bu olduğundan sizin çatma mazeretiniz kalmadı.
Alıntıladığım cümleleriniz dışında kalanlara katılmıyorum anlamına gelmiyor kesinlikle. Çattığınız yorumda bu mealde şeyler söylemeye çalışmıştım ama sizin gibi derli toplu, düzgün anlaşılır bir şekilde ifade edememişim demek ki!Yoksa sizi tanıdığım kadarıyla çatmazdınız.
İklim bozulmasına neden olan pek çok gaz söz konusu. Gaz söz konusu olduğunda çürümenin, kokuşmanın (Pütrefaksiyon) akla gelmemesi ise imkansız. İnsanlığın ölümünün söz konusu olduğu olaylar da cesedinin çürümesinde olduğu gibi etrafı zehirleyecek kadar pis bir koku yayıyor.
Rahmetli anneannemin kanatkar olup tamahkar olmamakla ilgili sıkça kullandığı bir cümle vardı; “Yiyip de pis olmaktansa yemeden mis olmak daha evla değil mi?”
Saygı ve selamlarımla,
Yazan:çuvaldız Tarih: May 7, 2010 | Reply
İnsan vicdanını söküp attığında(!) düşünen hayvan olarak tek hücreli mikroorganizmadan farkı kalmaz. Bu insan-vicdan çözülmesinden sonra salgılanan her enzimin parçalayıcı nitelikte olduğu inkar edilemez bir gerçek. Kimyasal tepkime için bile en az iki unsurun varlığı elzem. Uyku halindeyken yavaş yavaş zehirleyen gazın farkına varıl(a)madan ölüyorken tepki verilmesini beklemek zor…
Hiç kimse vicdansız olduğunu kabullenmez. Her zaman ses eden vicdana kulak tıkamak için bir sebep vardır. Öncelik sıralaması da kokuşmanın başlama ve ilerleyişini etkileyen çeşitli faktörlerden sadece biri.
1-ben
2-sen
3-O
İnançlı biri için bu sıralamanın ters yüz edilmiş hali çok şey ifade edecektir.
Not: Linkteki resimler ‘meta cesed’e tapınmakta olanların sınırlarını zorlayabilir.
Yazan:çuvaldız Tarih: May 7, 2010 | Reply
İnsafsız, vicdansız, ahlaksız bir gazetecilik!
Nokta’da birlikte çalıştığımız gazeteci arkadaşım Vilday Ay, Posta ve Güneş gazetelerinin 30 nisan tarihli sayılarının birinci sayfalarını görmekten duyduğu dehşetin etkisiyle ve haklı bir öfkeyle yazdığı satırları bana da göndermiş.
Gelin önce, söz konusu birinci sayfaların manşet ya da sürmanşetlerinde yer alan ve bu yazının da konusunu oluşturan haberi Vildan Ay’ın satırlarını izleyerek öğrenmeye çalışalım (daha fazla ilerlemeden belirteyim: Vildan belli ki görmediği için eleştirisini Posta ve Güneş’le sınırlı tutmuş, oysa aynı haber Takvim’de de vardı):
“(…) Bugün Posta ve Güneş gazeteleri çocuk istismarına alkış tuttu. Bir çocuğun tacize uğrayış görüntülerini hiçbir sakınca görmeden açıkça yayınladı. Cinselliğe çağrı içeren bu görüntüler çocuk tacizini eleştirmek bir yana açıkça özendiriyor.
“Dünyanın hiçbir yerinde çocuk istismarı haberinde bu fotoğrafları kullanamazsın. Bu sayfayı hazırlayanlar ve altına imza atan herkes hapis cezası almalı. Evet, hapis. Çocuk istismarı asıl budur.
“Herkesi Posta ve Güneş’i protestoya çağırıyorum. Ben yazı işlerini aradım ve kendileri aleyhine bir kampanya başlattığımı söyledim. Lütfen beni yalnız bırakmayın.”
“Pedofiller için fotoroman”
Üç gazetenin bize bildirdiği haberin, aslında iki yıllık bir geçmişi var… İki yıl önce Anadolu’da bir kız yatılı ilköğretim bölge okulunda iki okul yöneticisi, çocuk yaştaki kız öğrencilere cinsel tacizde bulunmuş, haber, Türk basınının ezeli derdi “takipsizlik” girdabına kapılmış, unutulup gitmişti.
Peki, şimdi bu üç gazete bize hangi yeni gelişmeyi bildiriyor? Haberlerden anladığım kadarıyla, okul yönetimi bu dosyayı kapatmış, bunun üzerine de bazı öğrenciler sınıfın dolabına yerleştirdikleri bir kamera aracılığıyla yöneticilerden birini taciz sırasında tesbit etmişler ve videoyu bir ay kadar önce Milli Eğitim Bakanlığı’na iletmişler. Bakanlık da iki yöneticiye işten el çektirmiş, vs.
“Haberlerden anladığım kadarıyla” dedim yukarıda, gerçekten de neyin ne olduğu anlaşılmayan haberler bunlar. Fakat ne gam! Zaten metnin önemli olmadığı haberlerle karşı karşıya değil miyiz? Tamamen öyle… Bunu anlamak için gazetelerin videodan elde edilen kareleri nasıl kullandığına bakmak yeter.
“Haber”e (aslında “fotoğraflar”a demek daha doğru olur) manşet ya da sürmanşetlerini tahsis eden üç gazetemiz de Vildan’ın deyişiyle “pedofiller için fotoroman” tarzında bir işçiliğe başvurmuş…
İzleyen günlerde birkaç gazetede taciz haberlerinin nasıl sunulması gerektiğine dair uzman görüşleri okudum ve anladım ki yapılması gerekeni işaret etmek bazı durumlarda çok “naif” kaçmaktadır. Yine de, madem çocuk tacizi haberlerinde “insafsız, vicdansız ve ahlaksız” bir gazeteciliğin marifetlerinden söz ediyorum, “insaflı, vicdanlı ve ahlaklı” bir haberciliğin nasıl yapılması gerektiğine dair görüşlere de yer vermeliyim. Bu çerçevede okuduğum metinler arasında en derli toplusu, pedagog Adem Güneş’in görüşleri oldu. Yazının bundan sonrasında yeri geldikçe Güneş’in 2 mayıs tarihli Zaman gazetesinde yer alan görüşlerini parantez içinde aktaracak, tekrardan sakınmak için de her defasında adını zikretmeyeceğim. Bilin ki, parantez içinde ve tırnakla yazılmış bölümler Adem Güneş’e aittir.
Görüntü: Asla…
Vildan’ın bana yazdığına göre, onun ve kampanyaya katılan başka kişilerin ulaştığı yazıişleri sorumluları ona hep aynı klişeyi tekrarlamışlar: “Haber değeri vardı, yayımladık…”
Doğru, çocuk tacizi haberlerinin “haber değeri” vardır gerçekten ve bunlar gazeteciler tarafından mutlaka izlenip haberleştirilmelidirler. (“Pedagojik şartların yerine getirilmiş olması şartı ile taciz haberleri medyada mutlaka yer almalıdır. Zira tacizin tabu olduğu toplumlarda tacizcilerin cesaret aldığı bilinen bir gerçektir. Taciz olaylarının objektif olarak medyada yer alması, konunun gündemde kalmasına neden olacağından, sivil toplum örgütleri ve toplumun her katmanı konuya karşı duyarlıklarını kaybetmeyecektir.”)
Bizim örneğimizdeki sorun, haberin “pedagojik şartlar”ı bırakın yerine getirmeyi”, basbayağı “pedofillere kıyak” anlamına gelecek bir sunumla aktarılması… Bu noktada, üç gazetenin de fotoğrafları birinci sayfanın üst kısmında yayımlamış olmalarına dikkatinizi çekmek isterim; gazete bayiinde, gazeteleri gözden geçirenlerin ilk bakışta görebilmelerini sağlayacak bir tarzda yani… Uzmanların “görüntü, asla” uyarılarına rağmen tercih edilen bu pervasız sunumları “halkta bilinç uyandırma” gerekçesine bağlayan ikiyüzlülüğe tahammül etmek ne kadar zor. (“Pedagojik açıdan bakıldığında fotoğraf yayınlamanın sadece etik açıdan sorun olması değil, aynı zamanda yayınlanan fotoğrafın yeni tacizlere zemin hazırlayacağının da bilinmesi gerekir. Zira haberi takip eden anne-babalar mağdur olmuş çocuğa şefkat ve merhametle bakıyor olmalarına rağmen, tacizcileri çocuğun kendi duygularının tatmini olarak izlerler. Yaşanan bir taciz olayında sadece çocuk değil; annesi, babası, kardeşleri ve yakınları da mağdur olur. Hiçbir kişi kendi kardeşinin taciz haberini, resmini ve detayları gazetelerde görmek istemez. Böylesi bir durum o aile üzerinde ciddi bir psikolojik yıkımı beraberinde getirir.”)
Hikâyeleştirmeler ve ayrıntılar…
Bu tür haberlerde ayrıntılardan uzak, kuru ve soğuk bir dil kullanılması gerekir. Hikâyeleştirmeler ve her bir ilave ayrıntı, hasta ruhları biraz daha tahrik ediyor, onlardaki tehlikeli eğilimin kuvveden fiile çıkmasına yardımcı oluyor.
Unutmayın, yukarıda dile getirilen “fotoğraf” eleştirisi, mağdurun taciz görüntülerine değil, fotoğrafına ilişkindi… Bu örnekte olduğu gibi, çocuk tacizi haberlerinde taciz ânı görüntülerinin kullanılmamasına ilişkin bir uyarı literatürde yer almıyor; çünkü bu konuda düşünüp yazanların aklına, bir günlük gazetenin böyle görüntülere yer verebileceği hiç gelmemiş. (“Taciz haberleri ayrıntısı ile verilmemeli. Neden? Bunun birkaç nedeni var. En önemli nedeni, böylesi haberlerin bu işe meyilli kişileri tahrik etmesidir. Zira bu haberleri sadece ruhen sağlıklı kişiler değil; aynı zamanda suça meyilli insanlar da takip etmektedir. Bir taciz olayının en ince detayına kadar veriliyor olması, haberi okuyan tacizcinin haberden haz almasına neden olur. Bir olayın hemen ardından birçok ilde benzer olayların olmasının altında bu gerçek vardır. Haberlerdeki detay, anne-babaların kaygı düzeyinin yükselmesine neden olur. Kaygı düzeyi yükselen ebeveynler, çocukları tehlikelerden korumak için akılcı tedbirler yerine, duygusal ve panik halinde önlemlere başvurur. Bu durum çocuklarda kaygı bozukluğuna ve çocuğun sosyal çevreden korkmasına yol açar.”)
Kınıyormuş, ayıplıyormuş gibi…
Üç gazetenin, “haber”lerini, aslında medyada yaygın bir “teknik” olan kınıyormuş, ayıplıyormuş gibi yaparak sunma taktikleri ise, öfkeyi büyütmede bir katalizör rolü oynuyor. (Bu “teknik” son olarak Hürriyet gazetesi tarafından Osman Can’a karşı kullanılmıştı. Hatırlayın, Can’ın eşiyle ilgili hiçbir yerde çıkmamış bir haberi Hürriyet “şimdi de belaltı vuruşlar başladı” diye gûya kınayarak aktarmıştı.)
Yaşar Kemal’in Ölmez Otu romanında, tecavüze uğrayan bir kızı ikide bir çağırıp başına gelenleri en ince ayrıntısına kadar anlattıran, hikâyeyi dinlerken de sürekli olarak “vay vicdansızlar, vay alçaklar” diye konuşan bir muhtar vardır… İşte o hesap…
Şu ibarelere bakın: “Sapık sınıfta… Okulda rezalet… Çocuklarımıza sahip çıkalım… İğrençlik… İğrenç adam… Kutsal öğretmenlik mesleğinin yüz karası… Mesleğe, millete, devlete, emanete ihanet…”
Bunları okuyunca, elimde değil, aklıma Yaşar Kemal’in romanındaki muhtar geliyor.
Bir eleştiri yazısı kaleme aldım ama aslında ben de Vildan Ay gibi düşünüyorum: Bu işi gazete köşeleri değil, ceza davaları paklar!
Yine de köşelerden hiçbir ses gelmemesini çok yadırgadığımı belirterek bitireyim: Her şeye bu kadar mı alıştık, bilmiyorum ki!(Alper Görmüş/Taraf)
Yazan:sedat erbap Tarih: May 12, 2010 | Reply
ben siirtte kız cocuklarına tecavuz edildigini duydugumda aklıma tekvir suresi 8. ve 9. ayetler geldi hemen.. ne diyor ayetler mealen: Ve diri diri toprağa gömülen kızcağıza “hangi suçtan dolayı öldürüldün” diye sorulduğu zaman… işte tecavüze ugrayan bu kızcagılzar tam da ayette bahsedilen kızlar bana gore.. bu kızcagızlar diri diri topraga gömüşmüşlerdir.. sorum şudur: bu kızlar aşirete mensup olsalardır, bu kızlara sahip çıkan birileri olsaydı yine de tecavüze uğrayabilirler miydi? feodalite kötüdür, aşiret igrenctir, tarım toplumundan sanayi toplumuna, kol gucunden beyin gucune, laiklik, modernlik vs vs repliklerin yıllardır gozumuze sokanlar hele de bunu namus cinayetlerinin sözum ona kan dondurucu “cinayetleriyle” süsleyenler bu tecavüz ügrencliğinden azade midir? sorumlulukları yok mudur? bir anda bu sorular üşüştü zihnime..soruyorum, cevaplar icin tırmalıyorum…
Yazan:hülya erkurt Tarih: May 13, 2010 | Reply
bu insanın hikayesi,nevinin bileşeninin hep içinde sakladıgı gerideki hayvanatın patlaması,müsaid ortamda zamanda hep benzer cinayetler işlendi..ortama bakmak lazım,insana kadına nasıl bakılır,erkege nasıl bakılır,din bu konuda nasıl algılanır,sosoyal örgü nedir.
Kafkas kültüründe böyle vakalar olmaz mesela..ortasya türk geleneginden gelen kültürlerde de yoktur,kadın cinselligi ön planda degildir,kadın öncelikle saygın bir anne ya da korunan asil bir anne adayı eşit bireydir.Burda kadın nedir?kadını nereye koyduk?cinselligin tam göbegine hem de güçsüz bir zavallı olrak..o zaman buyrun tecavüze..egemen güçlü erkek cinsel obje olan,hele de vurgulanmışsa bu cinsellik onun beyninde tecavüz eder..ama o çocuklara hiç bir ad bulamıyorum teşhisi de yok..