Yıldönümünde, Röportajlarla, Referandum Gölgesinde 12 Eylül Darbesi(1)
By Fatma Sancak on Eyl 7, 2010 in 12 Eylül, Anayasa Değişikliği, atatürkçülük, darbe, Kemalizm, Militarizm, vicdan
Tarihin üzerinden geçen zamanla orantılı olarak yazılması kolaydır. Filmlere konu olabilir, belki bir şarkının sözlerine, bir şiire. Bir kalem yazabilir tüm bunları. Ancak fazlası vardır; o zamanı yaşayanlar. Daha da fazlası vardır; yaşayanların yakınları.
Yaşamak, yazmaktan çok daha zordur. Bir annenin yan odada uyuduğu evler vardır, çocuğunuzla koyun koyuna uyuduğunuz, eşinize sokulduğunuz, üstü açılmış mı diyerek usulca kapısını araladığınız odalarda, şevkatinizin baktığı kardeşler… Düşler vardır o evlerde, ışığın süzüldüğü her köşeye sinen, huzurlu düşler. Kabuslar vardır, sarıldığınız her nefesin sahibi olduğu kabuslar, vardır. Siz huzuru o evlere davet ededurun, sarıldığınız her canın kendini soluğunuzda saklı olduğu zamanlardan, huzurundan çok uzakta, bir ranza altında ayaklarını ve ellerini saklarken anımsadığı, tavaf ederken elektirik morarmış etlerini, çenesinden sızan kanın sıcaklığıyla yıllar sonra dahi canı gırtlağına dayanmış halde o kabuslardan uyandığı zamanlar da vardır. Ağlamaya başladığı ama hiç anlatmaya başlamadığı, herkesin sustuğu zamanlar vardır…
Türkiye Darbeler Tarihi yazı dizisinde, 12 Eylül başlığında tarihi kolay olan şekliyle ben yazmaya çalıştım, zor haliyle yaşamış olanlar ise anlatmaya çalıştı.
Her darbenin kendince gerekçeleri vardır(!). Gereklere pek ihtimam göstermemek gerek zira bazı gerekçeler olmadığında, yaratılırlar aynı 12 Eylül’de olduğu gibi. Yapmak istenilene en ala kılıftır gerekçe yaratmak. Bu gerekçeler günü gelir, bir silahın aynı gün iki farklı uçtan birer kişiye ölüm olması olur, gün gelir faili belli olan bir faili meçhul olur, gün gelir bir suikast…
27 Mayıs ve 12 Mart askeri darbelerinden sonra darp edilmiş Türkiye, 12 Eylül 1980 öncesi bir kısım kendiliğince olan gelişmelerin yanı sıra, kurgusal olarak hazırlanan zemine bakarak, bir darbenin daha olası sinyallerini alır.
Darbe Öncesi Yaşanan Gelişmeler
Siyasi Cinayetler
” ıÜü11 Temmuz 1978‘de Bedrettin Cömert Ankara’da,1 Şubat 1979‘da Abdi İpekçi İstanbul Teşvikiye‘de, 10 Eylül‘de Türkiye İşçi Partisi Adana eski il başkanı Ceyhun Can yazıhanesinde, Çukurova Üniversitesi Rektör Vekili Fikret Ünsal evinin önünde, 19 Eylül‘de Malatya Ülkü Ocakları eski başkanı Mürsel Karataş İstanbul Sultanahmet‘te, 28 Eylül‘de Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul , 19 Kasım‘da eski Adalet Partisi İstanbul milletvekili İlhan Egemen Darendelioğlu İstanbul Beyazıt‘ta, 20 Kasım‘da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı Ümit Doğançay İstanbul Etiler Profesörler Sitesi’nde, 3 Aralık 1979’da, Fedai Dergisi sahibi yazar Kemal Fedai Coşkuner İzmir Agora semtinde, 7 Aralık‘ta İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyelerinden Cavit Orhan Tütengil İstanbul Levent’te, 11 Nisan 1980‘de TRT İstanbul Radyosu prodüktörlerinden Ümit Kaftancıoğlu, 27 Mayıs‘ta Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak Ankara’da, 24 Haziran‘da Milliyetçi Hareket Partisi Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Ali Rıza Altınok evinde ve kızıyla birlikte, 15 Temmuz‘da Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu Şişli’deki işyerinde, 19 Temmuz‘da Eski Başbakan Nihat Erim İstanbul’da Dragos Deniz Kulübü’nden çıkarken, 22 Temmuz‘da Maden-İş Sandikası genel Başkanı Kemal Türkler İstanbul Merter semtinde silahlı saldırı sonucu öldürülmüştür. ”
Tüm bu siyasi cinayetler fondayken, siyasi olarak huzursuzluklarda mevcuttu.
Siyasi Durum
5 Ocak 1978- 12 Kasım 1979 yılları arasında Bülent Ecevit daha sonraları 11’ler olarak bilinecek AP’den ayrılan 11 bağımsız milletvekili ile Güneşli Motel’de görüşmüş, yeni kurulacak hükümette bakanlık koltuğu vaadiyle Demirel hükümeti aleyhine destek amaçlı gensoru girişimini desteklemesi konusunda anlaşmıştı. 31 Aralık’ta İkinci Milliyetçi Cephesi hükümeti (ıÜü”Milliyetçi Cephe Hükümetleri, TBMM‘de grubu bulunan sağ eğilimli AP, MSP, MHP ve CGP‘nin sol eğilimli CHP‘nin yeniden iktidar olmasını engellemek ve yakın bir tehlike olarak gördükleri komünizmin gelişmesini durdurmak amacıyla kurdukları Hükümet.DP’den ayrılan dokuz milletvekilinin destek vermesiyle 31 Mart 1975‘te, Süleyman Demirel‘in başkanlığında bir koalisyon hükümeti kuruldu. Bu hükümet sonradan kamuoyunda ve siyasal çevrelerde I. Milliyetçi Cephe hükümeti olarak adlandırıldı. Bir sonraki dönem seçimlerde CHP salt çoğunluğa kıl payı erişemedi ve çoğunluk için koalisyon ortağı bulamayınca CHP lideri Bülent Ecevit azınlık hükümeti kurmayı denedi ama bundan bir sonuç elde edemedi, çünkü “Milliyetçi Cephe” partileri (Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi) 229 milletvekilliğiyle TBMM’de salt çoğunluğu* oluşturuyordu ve Ecevit’in kurmaya çalıştığı azınlık hükümetine destek vermediler. Bunun ardından Cumhurbaşkanından hükümeti kurma görevini alan AP lideri Süleyman Demirel AP-MSP-MHP koalisyon ortaklığında “II. Milliyetçi Cephe” hükümetini kurdu.”) düşürülmüş, Ecevit hükümeti kurulmuştur. Görüşüldüğü üzere, bir milletvekili hariç diğer tüm milletvekillerine bakanlık koltuğu verilmiştir. AP’nin ‘ bir oya bakanlık ‘ cümleleriyle eleştirdiği bu hükümet ‘ Motel Hükümeti ‘ olarak anılmıştır.
Maraş Olayları
19 Aralık- 26 Aralık 1978’de Alevi-Sünni çatışmasının gerekli görülen her dönem bilinçli olarak kışkırtıldığı dönemlerden biri olan Maraş Olaylarında da aynı kışkırtmalar gerçekleşmişti. Kentteki Çiçek Sinemasında gösterilen milliyetçi bir filmin gösterimi sırasında Ökkeş Kenger adlı ülkücü bir gencin patlayıcı atması, Türk Solu tarafından olayların başlangıcı olarak kabul edilir. Olayın failinin solcular olduğunu iddia eden bir sağcı gurup ile bir ülkücü gurup, seyirci kitlesini etkileyerek, sloganlar atarak CHP il merkezine ve birçok yere saldırır.
Ertesi gün Alevilerin yoğunlukta bir başka bölgede bir kıraathane bombalanır. Bir Alevi vatandaş ölür. Aynı gün iki solcu öğretmen öldürülür. O dönem Maraş valisi olan Abdülkadir Aksu, bölgeye askeri güç gelmesini istemiş ancak bu isteği kabul görmemiştir. 22 Aralıkta, cenazelerin geldiği camide olay çıkaran ve cenazelerin kaldırılmasına, namazlarının kılınmasına itiraz eden bir gurup sağcının çıkardığı gürültü sonrasında gurup, kent çarşısına doğru yürür, burada bir Alevi-Sünni çatışması gerçekleşir ve 3 kişi yaşamını yitirir.
24 Aralık’ta saldırıların polis kuvvetlerine yönelmesi üzerine, kentteki tüm polisler görev dışı bırakılır. Ortalık çok daha fena bir hal alır. Bölgeye asker gücü gelmek zorunda kalır.
Bu olaylar sırasında CHP iktidardır. Olaylardan sonra CHP’nin içişleri bakanı ve ülkücü ajanı olduğu iddia edilen İrfan Özaydınlı, olayların sebebinin sol örgütler olduğunu iddia etti, partisinden büyük tepki aldı. Bülent Ecevit ise olaylarının failinin uzun süredir direndiği sıkıyönetim talebine zorlamak için kontrgerilla tarafından çıkarıldığını belirtti.
Olaylar neticesinde birçok ilde sıkıyönetim ilan edildi. 105 kişi yaşamını yitirdi. Olaylardan sonra yargılanan Ökkeş Kenger çok ilginç bir şekilde beraat etmiş, soyadını Şendiler olarak değiştirmiş, daha sonra ise Kahramanmaraş’tan milletvekili seçilmiştir.
Burada bir not girelim. Kimin elinin kimin cebinde olduğunun bilinmediği bir dönemde yaşananları bugünün şartları içerisinde çok daha kolay ve net isimlendirebiliriz ancak o dönem için bundan bahsetmek mümkün değildir. O dönem sol olarak kabul edilen CHP’nin sık sık faşizan ve ırkçı söylemlerine şahit olduğumuzdan kaynaklı olarak, tarihinin hiçbir zamanında olması gereken bir sol olmadığı, hatta iddialara göre solun yaşadığı kıyımlarda yer yer fail olduğu gerçeği yanısıra, Dersim gibi bir deneyim yaşamış olan bazı Alevilerin, halen CHP’li olması tutarsızlığı, sağcı kesimden birçok kişinin önce maşa olarak kullanılıp, sonra katledildiği gerçeği, mezhepsel ayrılıkları çatışmaya çevirmeyi bir gelenek haline getiren sağın şiddet içeren tutumları, bir dönemi aydınlatmanın ne kadar zor olduğunun kanıtıdır. Belki bugün tarafsız olarak yazmaya çalıştığımız tarihin bir bölümünün zorlanmasındaki neden, Ergenekon Davası süreciyle kısmen görebildiğimiz, işlerin ne kadar karmaşık yürüdüğü gerçeğidir. Sanırım ‘ tek tipçi ‘ siyaseti yürütmenin yolu, çok tipli katletmelerden geçiyor.
Muhtelif Gelişmeler
14 Ekim 1979’da yapılan seçimlerde, AP sandıktan ikinci parti olarak çıkar ancak Bülent Ecevit’in istifası üzerine Demirel azınlık hükümetini kurar. MHP ve MSP bu hükümeti dışardan destekler. Demirel bu dönem ‘ Yüz Gün planını ‘ açıklar. Güya, yüz gün gün içerisinde, anarşi ve enflasyon gibi iki temel sorunu kökünden çözecektir.
27 Aralık 1979’da Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren ve birçok üst düzey rütbelinin imzasını taşıyan ‘ uyarı mektubu ‘ (ıÜüTürk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizin bir an önce, milli menfaatlerimizi ön plana alarak, anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir.) Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e gönderilir.
24 Aralık 1980’e gelindiğinde ekonomik istikrarsızlık, üretimin azalması, yayılan karaborsacılık sonucu ortaya ekonomik önlemler zorunluluğu çıkar. Konuyla alakalı olarak Demirel, Turgut Özal’ı başbakanlık müsteşarlığına atar ve İMF ile bu kapsamda bir antlaşma imzalanır.
Şubat 1980’de ise o dönemin MSP başkanı Erbakan, Demirel Hükümetini kerhen desteklediğini açıklar ve o meşhur ‘ kadayıfın altı ‘ (ıÜüKadayıfın altı kızarmadan bu hükûmeti uzaklaştıracak olursanız, bu zihniyet milleti aldatmanın gene fırsatını bulacaktır. Onun için kadayıfn altının kızarmasını bekleyeceğiz. “ (Necmettin Erbakan, 13 Mart 1980 tarihli basın toplantısı)“18 Mayıs’a MSP il başkanları toplantısına kadar bekleyeceğiz. Kadayıfın altının kızarıp kızarmadığına bakacağız.” (Necmettin Erbakan, 23 Nisan 1980 tarihli basın toplantısı) teşbihini yapar.
Olaylara bir ekte Demirel’in bir açıklamasıyla yerleşir; ” 70 sente muhtaçız ”
Cumhurbaşkanlığı seçimi bunalımı ayrı bir pürüzdür. Fahri Korutürk’ün görev süresi dolmuştur ancak bir türlü oy birliği ile yeni bir cumhurbaşkanı seçilememiştir.
17 Haziran 1980’de Kenan Evren mevcut duruma bakarak, kod adı ‘ Bayrak Harekatı ‘ olan bir darbenin 11 Temmuz 1980’de yapılması talimatını, Genelkurmay 2. başkanı Necdet Öztorun’a vermiştir; ” ıÜüBütün Ordu Komutanlarına; Bayrak Planı’nın uygulanmaya giriş günü 11 Temmuz, saati ise: 04.00’dır.” Ancak 2 Temmuz’da Demirel hükümeti güvenoyu aldığı için ertelenmiştir.
Alevi- Sünni çatışmaları Maraş Olayları ile kalmaz, 1980 Mayıs-Temmuz aylarında Çorum’da meydana gelen olaylarda, MHP’den önemli bir isim olan Gün Sazak’ın, 27 Mayıs günü solcular tarafından öldürüldüğünün iddia edilmesi üzerine, zaten gergin olan ortamda, bir Alevi mahallesi olarak bilinen Milönü Mahallesine saldıran bir gurup ülkücünün çıkarttığı olaylarda, çoğu Alevi olmak üzere 57 sol görüşlü yurttaş öldürülür. Çorum Olayları, bir vahşet sahnesi olarak bölünmelerimiz arasındaki yerini alır.
Elbet aynı dönem Fatsa Nokta Operasyonundan da bahsetmeden geçilmez. Devrimci Yol’un bağımsız adayı olan, Fikri Sönmez, Fatsa Belediye Başkanıdır. Belediye halk komiteleri şeklinde örgütlenmiştir. Fatsa’da mevcut bu uygulamaları tehlike olarak gören Evren, 9 Temmuz 1980 tarihinde Fatsa’ya gider, Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan kararla 11 Temmuz sabahı, asker ve polis ‘ nokta operasyonu ‘ düzenlemiş, Fikri Sönmez ile beraber 300 kişiyi gözaltına alınır. 12 Temmuz’da sokağa çıkma yasağı ilan edildi ve kaymakam görevden alındı. Kenan Evren’in ‘ devletin hukukun uygulanmadığı, kurtarılmış bölge Fatsa ‘ olarak tanımladığı bu belde de, asker halk için kurguladığı kaderi çiziyordu.
Bardağı taşıran son damla ise Kudüs Mitingi‘dir. Erbakan 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın Anıtkabir’deki kısmı ile Genel Kurmay Başkanlığında yapılan kutlama törenlerine katılmamıştır. 23 Temmuz 1980’de İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesi sonucu MSP 6 Eylül Cumartesi günü, Konya’da ‘ Kudüs’ü Kurtarma Yürüyüşü Mitingi ‘ düzenler. Miting sırasında atılan ‘ şeriat ‘ sloganları, mevcut irtica tehlikesiyle(?) mücadeleyi tek görev haline getirenleri oldukça rahatsız eder.
Darbe
Kendiliğinden gelişmiş huzursuz siyasi ve sosyal ortam şartları biraz kendi halinde gelişse dahi, birazdan daha fazlası olarak tezgahlandığı ve tezgahın tuttuğu, zamanlardan sonra bir kesimce arzulanan ve hatta kurgulanan darbe günü gelir.
Her darbede olduğu gibi bu darbede de radyolardan halka okunan bildiriyle, asker yönetime el koymuştur. 13 sıkıyönetim bölgesine, 13 general sıkıyönetim komutanı olarak atanmıştır. Birçok derneğin faaliyeti durdurulmuştur. Emniyet Teşkilatı, Jandarma Genel Komutanlığının emrine verilmiştir. 20 Eylül’de Evren, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülend Uslu’yu başbakan olarak görevlendirmiştir.
Darbeler, darbeye giden süreç, gerçekleşen darbe ve en kalıcılığı ve etkileri açısından darbe sonrası dönemleri ile mevcuttur. Türkiye’nin 12 Eylül dönemi, gelişme süreci ve darbe sonucu ile sınırlı değildir.
Darbeden hemen sonra, Demirel, Erbakan ve Ecevit’e birer pusula tutuşturuldu. Demirel ve Ecevit’e Hamzaköy Gelibolu, Erbakan ve Türkeş’e ise Uzunada İzmir adresi verilir.
Bu dönemden 1983 genel seçimlerine kadar Milli Güvenlik Konseyi adı altında askeri yönetim, Kenan Evren başkanlığında ülkeyi yönetir.
Darbeden hemen sonra, ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu ve sol görüşlü Necdet Adalı idam edilir. Öyle ya, her iki taraftan birer kişinin idam edilmesi, sözüm ona bir eşitlik sağlayacaktır. Yerinin kışla olduğunu hiçbir dönem tam anlamıyla anlayamamış olan TSK içinden bazı isimlerin, tutarsız bir dönemde yarattıkları tutarlılık ancak iki eşit idam ile mümkündür.
19 Mart 1980’e gelindiğinde, idam kararı iki kez Yargıtay kararı ile iptal edilmiş olmasına rağmen, Erdal Eren hukuksuzca idam edilir. Bu hukuksuzluk uygulaması üzerine, bir vicdansızlık açıklaması, darbe mimarı Evren’den gelir; ‘ asmayalım da, besleyelim mi? ‘
Bu dönem, her dönem olduğu gibi Kürtlerin de hiçe sayıldığı bir dönemdir. Bir milletin varlığı nasıl yok edilir, kelime oyunları ile asimilasyon nasıl sağlanır, soruları, akıl almayacak bir yorumlama ile Genel Kurmay Başkanlığınca bastırılmış ‘ Beyaz Kitap’ta, Kürt milletine kart-kurt-Kürt denilmesiyle cevap bulmuştur.
Sonra, YÖK, iç mihrakların yer yer yönetimi devrettiği dış mihrakların etkileri…
Sonra, bir itirafla gelen; ‘ darbe olmasaydı ordu bölünecekti, darbe biraz da ordu bölünmesin diyedir ‘.
Ancak darbe o yıllarda kalmaz. Darbecilerin, mevcutlarını devamlı kılma hastalığı sonucu yeni bir anayasa oluşturulur. Halen kullanmakta olduğumuz 1982 Darbe Anayasası, mavi rengin hayır, beyaz rengin evet olduğu, %92.7 ile evet, %8.6 ile hayır oyuyla kabul edilir. Ancak bu seçim, halk için mevcut bir anayasa oluşturmak için değil, güdümlü referandumla, sansürle, zorla uygulandı. Evren, hayır oyu konusunda telkin veriyordu, evet oyu için çeşitli gazetelere sansür uygulanıyordu. Tüm bu baskı altında ortaya çıkan anayasa sonrası, tüm yaptıklarına rağmen ortamın ruhundan faydalanarak Kenan Evren otomatik olarak Cumhurbaşkanı seçildi. Bugün halen yürürlükte olan ve yargılanması gerektiği halde yargılanamayan, darbe mimarlarından, Kenan Evren’in siyasi uygulamalarının imzasını taşıyan bir anayasa ile yol almaya çalışmamızdan daha garip ne olabilir ki?
Elbet bunlar, karıştırılacak birkaç kitap, birkaç internet sitesi ile edinilecek kronolojik bilgilerdir. Elbet bu bilgilere ek bilgiler de eklenebilir. Burada bilgilendirmeden çok bilinçlendirme niyeti önemlidir. Bilginin insana katacağı, söyleyecek söz ile kısıtlıdır ancak bilincin katacağı anlam yaşanacak alan ile bağlantılıdır.
O dönem öldürmeler, bilinçli olarak öldürmelere zemin hazırlamalar, hukuksuz tutuklamalar, insanın bırakın canına, onuruna ve şerefine en yüksek perdeden etki eden türlü türlü işkenceler, simgeleşmiş Diyarbakır Hapishanesi gibi gerçekler bu nedenle yukarıda yazılanlardan çok daha önemlidir. En azından o döneme ait bilinci oluşturmak açısından, çok çok önemlidir. Mesela bir utanç belgesi olan Diyarbakır hapishanesinin müze yapılması, kart-kurt denilen Kürtlerin bir millet olarak hukuksal düzeyde tanınması, Evren’in yargılanması çok çok önemlidir. Solu, Kemalist anlayışın tekelinden kurtarmak çok önemlidir. Tarlaları sürenlerin kimler olduğunun ortaya çıkması çok çok önemlidir. Türk-İslam sentezinin, İslam ile bağdaşamayacağını vurgulamak çok çok önemlidir.
Şimdi ben bırakıyorum, kalemi o dönemin canlı şahitlerinden bir İslâmcı, bir ülkücü ve bir solcu anlayışa amade kılıyorum, tam da olması gerektiği gibi. Çünkü yazmak eylemdir, oysaki yaşamak yazılanları anlatmak açısından erdemdir.
2 Yorum
Yazan:Mehmet Yaşar Duru Tarih: Eyl 9, 2010 | Reply
Sevgili Cemile Bayraktar Kardeşim,
Bu ilk bölümün sonunda şu kanaate vardım. Benim Bayraktar kardeşim, Türkiye’nin Darbeler Tarihi’ni yazmada da bayraktarlık yapabilir. Darbeciliğin ülkemizde gelenekselleşmesi 27 Mayıs 1960’ta başlar. Onu takibeden ve yarım kalan Talat Aydemir’in 2 darbe girişimini de 27 Mayıs 1960 cuntacılarının pisledikleri toprakta filizlenmiştir. 27 Nisan 2007 Sanal Darbesinin (e-muhtura) prototipi olan12 Mart 1971 muhtırasında tank-tüfek kullanılmamış olsa da, asker vesayetindeki hukuku kurumsallaştırmıştır adeta. Tabi bu arada 28 Şubat 1997’yi de unutmamak gerek. “Ben varım, yazıyorum -ya da yazacağım- derseniz Sevgili Cemile Başraktar Kardeşim, ben de o günlere dair dağarcığımda ne var ne varsa aktarırım. Çünkü bu fakir abin, en büyük darbeyi 27 Mayıs 1960’ta ve henüz 15 yaşındayken yedi. Medrese-i Yusufiye ile bu darbe vesiyelisyle tanıştı. Tıpkı Sayın Başbakan R.Tayyip Erdoğan gibi, bir şiir okudu diye, başına gelmeyen kalmadı. Selam, sevgi ve dualarımla.
Yazan:cb Tarih: Eyl 12, 2010 | Reply
sevgili mehmet bey, mehmet abi,
niyetimiz zaten tr’nin utanç silsilesi darbeler tarihini yazıp bitirmek, aslında yazıya başlamak ve bitirmek demek, nokta koymak demek değil, bilakis hep üç nokta ile bitirmek, zira öyle yorumlar aldık ki, 27 mayıs ile başlayıp 27 nisan muhtırasıyla bitirmeyi düşündüğümüz yazı dizisini genişletip, TC tarihine, ittihat ve terakkiye, ilk darbemize kadar genişleteceğiz inş. Allah hakkaniyet, kuvvet ve bereket verir inş.