Şiirler-Erdem Bayazıt
By Kubra Nur Ayar on Eki 6, 2010 in edebiyat, İnsan, Kitap Sohbeti, Ölüm, Sanat
İki yıl kadar önce vefat haberiyle tanımıştım şairi. Gazetede haberin altına bir de şiirini eklemişlerdi. Kültür sayfasına şöyle bir göz atıp geçmeyi düşünürken o sayfanın aylarca duvarda asılı kalacağı, parlayan gözlerle defalarca okunacağı aklıma gelmemişti. Şiirin olduğu yeri kestim, o küpürü sararana kadar duvarda beklettim. Gittim geldim okudum şiiri. Başım sıkışınca okudum, mutlu olunca, hasta olunca okudum. Her gece yatmadan önce okudum. O satırlara çarpılmıştım ve anladığım kadarıyla benim kaybettiğim bir şeyi bulduğundan bahsediyordu şair.
“Buldum” şiiriydi beni çarpan. Yeryüzünden söz ediyordu, sevdiğinden, gözlerinden, bazı sözlerden ve ölümden. Şiirin sonu şöyleydi:
“ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm”
Ölümden böylesine sevinçli bir hüzünle bahseden şairi ölümüyle tanımıştım bende. “Biliyorum sadece bir emanetsin” dediği dünyadan ayrıldığı vakitte. Geçtiğimiz günlerde başka bir şairin iki satırındaki mana, bana rahmetli Erdem Bayazıt’ı hatırlattı. Şöyle denilmişti: “utandırıyor artık hayatı gördüğüm her ölüm” Bana da hayatı hatırlatan ölümünü anarak şairin, utandım. Şiirlerini baştan okumaya başladım ve satır aralarında yeni manalar “buldum”.
Çıkardığı üç şiir kitabını bir arada toplamış yayınevi, hacimce fazla olmayan ama içeriği bakımından oldukça kıymetli bir kitap. Modern zamanda yani bu ızdıraplı şehirde; inançsızlığın, erdemden uzak olmanın kederindeyken insan ruhunda çıkılan bir hicrettir onun şiirleri. Maddeden kaçış, şehre karşı bir başkaldırıştır. Beton yığınları arasında kurşuni renge aşina olmuş gözlerimizi kaldırıp bir kez gökyüzüne bakmamızdır onun amacı. “adamın göğe bakmayı unutması bu beni boğacak” demiştir bir keresinde. “nereye gitsem hep apartmanlar çıkıyor önüme/ alıp başımı duvarlara çarpıyor bu yollar” satırlarıyla binalara önünden çekilmelerini söylemiştir.
Şehrin ölümü şiirinde de, şehrin elbisesinin çalındığından, duvarların ardında hiçbir sırrın kalmadığından bahsediyor şair. “göçen son kuşların sedef gagalarından dökülür/ şehir bir mahşer gibi içimizde ölür” satırlarıyla tamamlıyor şiirini.
Şehrin artık anlamsızlaşan yüzünü anlattığı şiirlerin ardından yüzlerinde şehirler taşıyan kimseler de anlatılıyor. Güneşçağ Savaşçıları’nda betimliyor böyle insanları; gözlerinde gök sancısı vardır diyor, “yüzleri Mekke ülkesi, gözleri Medine çeşmesi, elleri altınçağ mimarı” olmuştur onların. Altınçağı inşa eden ellere şiirlerini ithaf etmiş şair.
“ve yakıştırmasını bil üstüne ey ademoğlu/ usta bir makasla biçilen toprağı” sözlerinin geçtiği ölünün kıyıları adlı o müthiş şiiri M.Akif İnan’a ithaf olunmuş.
Birazdan gün doğacak adlı ümitvari şiiri de Nuri Pakdil’e diyerek yazmış. “Sizin bahçenizde büyüyecek, aşkın ve inancın güneş yüzlü çocuğu” diyerek bitirmiş o şiirini de.
İlk şiir kitabına ismini veren sebeb ey şiiri ise Fethi Gemuhluoğlu’nun aziz hatırasına adanmış. Sebepler âleminde yaşarken kader ve zaman üzerine düşünürken özellikle, hep kaçırdığımız bir noktayı anlatmış şair. Sebeb ey, demiş. “zamanın idrak incisi ses döner döner döner de, yönelir sebebe” demiş bir yerinde. Bugün anlaşılması zor bir nokta sebeb. Bazı kişisel gelişim kitaplarında örneğin sınava girecek bir öğrenci için o sınıftaki herkes senin için toplanmış, sırf sen sınava gir, bu soruları çöz diye, herkes senin için gelmiş, derler. Burada öğrencinin itildiği sebepler âleminden çok narsisizm belasına benziyor. İnsanları düşünüp olayları, durumları bir sürü mevzuyu akla getirip, bunların hepsi benim için oldu demek doğru değil. Benmerkezcilik, kendini üstün görme, bu bizi enaniyete iter. Şairin bahsettiği ve burada sebep gördüğü başka bir incelik var. Aynı örnek üzerinden düşünürsek, ben bu sınavı kazanacaktım, ders çalıştım ama çalışmasam da Allah buna kadirdir ben yine sınavı kazanırdım. Sebep olsun diye önümüze sınavlar, dersler konmuş, görünen bir kanıtı olmuş, demek lazım. İşte sebeb ey şiirinde bahsedilen sebebe yönelme hali bu. Hatta daha doğru bir düşüncede, bir vesileyse sınavı kazandım ama benim çalışmam yeterli değildi, O inayet etti de kazandım diye düşünülmeli. Bu örnekteki gibi hassasiyetleri kavramada şair başka bir alemden sebepler alemine sesleniyor, sebeb ey, diyor bunun için.
Ölümünü saygıyla andığım şair, şiirlerinde sürekli ölümü anıyor. Özellikle risaleler bölümündeki ölüm risalesinde ölmeyi bir güzel özetlemiş şair. Kalbe farklı durumlar nasip olunca eşyanın da dili çözülürmüş. Şair de öyle yapmış, saatin tik-tak sesini dinlemiş ama bir hakikati duymuş. “tekrarlayıp duruyor saat/ vakit de mahluktur/ vakit de mahluktur” Yine aynı derin gözle bakınca görmüş ki:
“bir de bir örümcek ağının ortasına düşmüş
bir sineğin titrek bacaklarında seyretmiştim ölümü”
“Ölümü sıkça anınız” emrine muhatap olmak, eşyaya bakıp hakikati görmek, bir fanide baki olanı seyretmek… “Ben görmediğime inanmam” demişti, Hz.Ali (r.a.). Ölümü görmek de sanırım böyle bir şey. Ölümü görünce ancak, öleceğine böylesine inanabilir insan. Bilmiyorum kendi ölümü üzerine yazan başka bir şair var mıdır ama Erdem Bayazıt “kendi ölümüme ait bir deneme” şiirinde bundan bahsediyor:
“bir gün öleceğim biliyorum
bunu her an ölür gibi biliyorum”
Bu bilme hali şüphesiz ki, herkes ölüyorsa ben de öleceğim gibi bir tümdengelim yönteminden çok farklı. Bir gün olup da öleceğini, herkes biliyor. Ölüm sonrası hayata inanan da inanmayan da, ölüm sebebiyle hayatı saçma olarak tanımlayan Albert Camus gibi felsefeciler de, ölmeden önce ölenler de… Demek ki bilmeden bilmeye fark var. Bu bilinç ve hayatın son bulacak olma gerçeği bizi son bulmayan hayatlara ulaştıracaksa ancak anlam ifade edebilir. Yine kitaptan bir ifadeyle: “biliyorum oruçlu doğar her insan, bir gün ölümün iftar sofrasına” gibi bir susamışlık hali ve aynı iftar sofrasındaki gibi nimetlere kavuşacağı anı beklemek, bu kavuşma anına ölüm demek, ölmeden önce ölenlerin işidir.
Bazı gerçeklerin farkına varan insanlara artık gündelik sınırlar dar gelir. Zaman bir başka zaman, mekan bir başka mekan olur onlar için. Bu sırrın kapılarından birini şair bize altmışlı yaşlarında ifade ederek, “şu zaman çıkmazında alıp beni bir altmış yaşa bağlıyorsunuz” demiş.
Kitaptan rastgele bir sayfa açtığımızda ölümden, kurtuluşu arayan insandan, maddeden kaçış manaya varıştan bahseden satırlar okumamız muhtemel. Risaleler kısmında ise tabiat, aşk, savaş, ölüm risaleleri var. Bunlar apayrı konular değil elbet; savaş risalesinde aşktan, tabiat risalesinde ölümden de bahsedilmiş.
Şairin beni fazlaca etkileyen bir şiiri de “sana, bana, vatanıma, ülkemin insanlarına dair” adlı şiiridir. Bu uzun ve destansı bir tarzda yazılan şiirinde şair, insanlar arasında bir gezintiye çıkıyor sanki. Evladını kaybeden annelerden, hastane koridorlarından, apartman odalarında büyüyen çocukların bilemeyeceğini baharlardan, yazdan, güzden, havalardan ve memleket havasından bahsediyor. Şiirin son bölümüne gelene kadar büyük bir kısmı “vatanıma ve ülkemin insanlarına dair” yazılmış satırlar. Okuyucu burada, başlıktaki “sana, bana dair” ifadesinin şiirin neresinde saklı olduğunu merak ediyor. Ve son satırlara geldiğimizde şiir öyle bağlanıyor ki tüm satırlar “sana ve bana dair” oluyor. Şöyle denilmiş:
bütün bunların üstüne
hepsinin üstüne sevda sözleri söylemeliyim
vatanım milletim tüm insanlar kardeşlerim
sonra sen gelmelisin dilimin ucuna adın gelmeli
adın kurtuluştur ama söylememeliyim
can kuşum umudum canım sevgilim
Şiirin hepsini okumayan yalnız son satırları okuyan kimselerde zannediyorum aynı etkiyi bırakmaz bu satırlar. Bugün yazılan bazı şiirleri okuyoruz, yazan kişi artık kim için yazıyorsa onun adıyla başlıyor şiire, tüm satırlarda kendisini, onun hallerini anlatıyor. Ben öyle kimseleri az önce bahsettiğim şiirin yalnız son satırlarını okuyup aynı duyguyu almak isteyenlere benzetiyorum. Bir insan bir kimseyi yalnız ona baktığında görüyorsa, çevresinde olup biten diğer olayları o kimseden ayrı tutuyorsa, onun zatından birliğe varması, güzel bir şiir yazması da beklenemez. Ben de bu ayrımı en iyi Erdem Bayazıt’ın şiirinde yakaladım şimdiye kadar. Ve okuduğum başka yüzlerce satırda o son bölümdeki manayı bulamadım.
Ölüm hakkında “duymak kolay, anlatmak değil” diyen şairin anlattıklarından, ölümü biraz duyar gibi oluyoruz. Kitabında ölümü anlatmış, duymak vakti gelince de iki yıl kadar önce başka bir diyara göçmüş şair. Rahmet dileğiyle beraber, onun bana hayatı gösteren ölümünü anarak bir kez daha utanıyorum:
“ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm”
3 ekim-trabzon
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…
”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”
Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.
Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan
Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın
4 Yorum
Yazan:handan Tarih: Eki 6, 2010 | Reply
http://sensizyildizlarabakamam.blogspot.com/2010/06/bir-yasam-bicimi-olarak.html
Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Eki 7, 2010 | Reply
bunu bizim Zaman Nedir? serisinde kullanmak lazim 🙂
eline saglik Kübra Nur, yazinin ortasina gelmeden siparis ettim kitabi…
her kitap tanitimini böyle yaparsan yakinda yayincilardan komisyon istemeye baslayacagiz :))
Yazan:cb Tarih: Eki 7, 2010 | Reply
sevgili kübra,
şiire genç yaşlarda tutkuyla yaklaşmış, erdem b. ile o yıllarda tanışmış, sonra parça parça edebiyat ve şiirden uzaklaşmış ancak üstadın şiirlerinden hiç uzaklaşamamış biri olarak, şiir konusunda muhteşem bir ismi seçtiğini ve yazının bu ismi kaldırabildiğini görüyorum, tebrik ederim. edebiyat konusunda tembel biri olarak en azından benim için çok etkili bir hatırlatma olduğunu da ekleyeyim, devamını bekleriz 🙂
Yazan:hasan ayar Tarih: Eki 7, 2010 | Reply
Eline ,zihnine ,düşüncene sağlık Ülkemizin en güçlü kalemi olursun inşaALLAH…Dualarımız seninle birliktedir sevgili kızım.