RSS Feed for This Post

Bir Roman Günlüğü; “Bela”


Meral Yarıcı

“Bir nehrin kıyısında takılı kalmışım. Hissettiklerime bakılırsa, ‘varsın olsun’ diyememişim, var’amamışım, var’olamamışım, varamamış ama yok olmayı da göze alamadığımdan, ‘var’da takılı kalmışım. ” Sy.9

Tutkuyla bağlı olduğum romanlar var, bir de bu romanların yazarları. Hayatımda en önemli yerde duran yazarlarım var, yeni keşiflerimde herkesten sakınmak için çaba sarf ettiğim. Bu yüzden hep, çok az bilinen, bilenler tarafından da köşe bucak saklanan bir yazar olma hayalim var. Bazen bir roman sadece ismi ile dikkatimi çekebilmiş, kimi zamanda son derece basit düşünüp kapağı için elime almışımdır.

Bu kez, işin rengi bambaşka.
İlk kez bir romana henüz elime geçmeden tutku ile bağlandım, yazarından mütevellit muhakkak.

Aylardır beklediğim an, elimin altında roman. Hem de çok beklediğimi bilen bir güzel insan tarafından özenle gönderilmiş. Bir de süs ekleyivermiş sol üst köşesine, güzel dost. *

İsmini okuyorum önce, sağ üst köşede; Suzan Nur Başarslan.  “Nur” gibi, apaydınlık hislere kapılıyorum. Ardından, Bela. Henüz bir satırını dahi okumadan işliyor içime, torpilin hiç sırası değil diyor eleştirel yanım. Ama akşama daha çok var. O halde kitap falının tam sırası!

“Tüm kelimeleri topla, kün’e gelir dayanır, kün’ün anlattığından fazlasını anlatmaz. Kün gelir Bela’ya dayanır. Bela, hem rızadır, hem kelime.

Kelimelere, kelimelerin söylediğine, kelimelerle söylediğine rıza göster, gösteremiyorsan söyleme. Kelimeyle kuruldu dünya, kelimeyle yıkılacak. Kur’an ve yık!andır kelime. Kuran ve yıkan. Kuramıyorsan, yıkmayacaksın” Sy.23

Asılı kalıyorum kuytusunda kelimenin. Kelime, Bela, Kün, hiç olmadığı kadar aydınlanıyor zihnimde. Satırlar arasından en güzel kelimeleri seçebildiğimi düşünüyorum, elim kolum titrek. Sabırsızım, bir sayfa daha açıyor ellerim. Faucault Sarkacı’ndan Belbo karşılıyor beni, “İnsan niçin roman yazar? Tarihi yeniden yazmak için. Sonradan gerçekleşen tarihi.”

Bunu neden yazdığını düşünüyorum. Sonra, bu romanı neyin anısı olarak kaleme aldığını. Yazar ile bütünleşiyor, karşıma alıyorum O’nu. “Sen” diyorum O’na ilk kez, sizli bizli halleri bırakıyorum bir kenara. Yeni tanıştığım bir yazar olarak göremiyor, ansızın daha bağlanıyorum sana. Oysa yazarından bağımsız olarak okuyacak, tüm objektifliğimle inceleyecektim, ne çabuk büyüsüne kapıldım kelimelerin, iki fal ile nasıl girdim o büyülü dünyaya.

Akşam huzursuz bir kalabalık  karşılıyor beni evde, bir an evvel geceyi beklemekten başka çarem yok. İlk dört bölümü tam üç kez okuyorum. Korkmuştum, beşinci bölümün hemen başında “ölüm” duruyordu çünkü. Korkarım ölümden, soğurum ansızın. Yazının ölüme değdiği o anda dördüncü kere başa almayarak uykuya uğurluyorum kendimi. Ölüm’ün o en kısa haline.

“Ölüm bazen burnunun dibinde insanın ve insan, bazen burnunun dibini göremeyecek kadar kördür.” Sy.27

Ertesi sabah güne erken merhaba dedim. Erken uyanılan sabahlarım şiire açılır, özlediğim bir şiirle selam yollarım şairine. Sabahın selamına kıymet verir, Günaydın’ımı eksik etmem bu yüzden sevdiğim kalplerden. Gözlerimin o sabah şiire değil, Bela’ya açılmasının bir anlamı olmalı. Bela’nın “kabul etmek” anlamına. Hızlıca geçiyorum o sabah ölümü. Kıyısından geçerken bile ürperti doluyum. Acıdığını hissediyorum kalbimin. Bunu sana söylesem o dost kalbinle beni rahatlatacağını bilirdim. Kelimelerin koştu geldi imdadıma o sabah o acıyı hissederken, elin değdi omzuma.

“Uzaklaştıkça acı , daussılaya dönüşüyordu; yakınlaştıkça, göz yaşına.” Sy.46

Oracıkta bir damla göz yaşım aktı o sabah. Yakınlarındaydım acının, sonraki birkaç gün hiç dinmedi. Herkesten ırak olduğum anlarda aktı, etrafın kalabalıklığı dinmedi günler boyu. Hak değilmiş demek gözyaşı diye kabullendim. Hem yalnız olmak, hem de sığınmak istiyordum birilerine. Kanadım kırılmıştı aşktan. O günlerde yavaş ilerleyen hayat, satırlara da yansıdı, dondurdum kelimeleri.

“…. Ve anlıyorsun ki felek-i atlastan  nasibine yalnızlık düşmüş, sana ah, sana bedbaht ve sana ‘sen’ düşmüşsün.” Sy.50

Henüz ellinci sayfalarda düşüncüklerimle ortaya yüz elli sayfalık bir roman çıkarabilirdim. Öylesine kudret alıyordum kelimelerden. Romanın gidişatından ziyade satırlara ‘giz’lenmiş o kelimelere gömülüyordum. Aşkın cezası bitmemiş, hapsolmuştum karanlığa. Tek gerçek yine satır arasında duruyor, bu durumun kurtarıcısı benim diyordu adeta.

“Buz kristalleriyle dolu gözlerinin içi, yüreğindeki ateş dahi onları damlaya çevirmiyorsa, buna izin vermiyorsan ya da, gözlerini huzurla kapatamazsın.” Sy.59

Yüreğimdeki ateş oracıkta çoğaldı, tutuşturdu dünyayı. Eriyip de şelaleye dönüştü gözlerimdeki buzlar. Senden o günlerden birinde dua istemiştim, çok konuşmayıp anlatmamıştım. Konuşuyorduk satır arasında çünkü ve sen öyle güzel dinliyor yanıtlıyordun ki beni, aramızda yeşeren bu bağ için minnet kelimesi eksik kalıyordu. Bir yazara bağlanışın en güzel anları. Sefasını sürüyordum, sanki benimdi bir tek satırlar. O an dünyada sanki bir tek benim canım yanıyordu sense yalnızca benim iyiliğim için yazıyordun.

Sevdiğim adam o günlerde sessizliğiyle öldürüyor, kelimelerinde doğuruyordun sense.

“.. Kalpleri evirip çevirenin ve o kalpte  ne olduğunu sadece kulun ve Yaratıcısının bildiği şeyi bilmek gaybı bildiğini ima etmek anlamına gelir ki gayb Allah’ındır” Sy.99

Sessizliğiyle canımı yakan adamı o an affettim. O kalpte ne olduğunun sualine düşmek ne haddimeydi?  Kırmızı, Mavi ve Yeşil’i anlatmaya koyuldun birden sen. Kırmızı’yı alt edip Mavi ve Yeşil’de buluşuyordu iki el. “Seni seviyorum dedi Mavi. Seni seviyorum dedi Yeşil.” Sy. 111

Pazar sabahı kulaklığımı takıp Karadeniz dağlarına Ege ezgileri fısıldayarak yürüdüm kilometrelerce. Bir fren sesi deldi geçti ezgiyi. Her gün binlece kaza oluyordu ve o an kimbilir kimin canı yanmıştı. Pazar yürüyüşlerim giderek hüzne açılıyor, dağlarına bahar gelen memleketim benim gönlüme Bela’yı dolduruyordu.
“Al sana Bela” dedim içimden. Al sana Bela.

Eve girdiğimde İstanbul’u anlattın bana. Kanadımı kıran aşkın mabedi İstanbul’du, değil mi? İstanbul’a ne zaman bu kadar yaklaştım. Kendimden uzaklaştıran da bu değil miydi? Şimdi yanımda olsan İstanbul’a yakın, benden uzakta duran kalbime gülümseyip alaycı bir ifade ile “Armut!” derdin. Ve o “Armut” hayatın mucizesini ispatlarcasına 140. sayfada gülümsüyordu bana. Bunu nasıl başarabildiğine mi hayret edeyim yoksa hayatın mucizesini “Armut!” kelimesinde aradığıma mı saklayayım o hayreti, bilemedim.

Perşembe gecesi uyku öncesi yine hayret. Sayfa “Perşembe” ile başlıyordu. Artık emindim gözlerim değdikçe yazıldığına bu romanın. Tek bir bölüm ile uykuya uğurladım kendimi.

beni öteleme, ne olur
Affet, sadece affet.” Sy. 150

Duam oldu o Perşembe gecesi. “Hem bak, gözlerimdeki buz kristalleri de eridiğine göre artık gözlerimi huzurla kapatabilirim.”

Sen, çok sevilen dost;

İstanbul’a yakın, Nursu’ya kalbinde yer verememiş, Cem’e hüzünlü, Işık’ı tüketmiş bana öyle güzel derman oldun ki.  Romanı okuduğum günlerde aşktan kanadım kırık olmasaydı da anlar mıydım bu denli? Bahar geldiğinde gönlüme yeniden okumak üzere kapattım kapağını.

Ben roman anlatmayı bilmem, girerim sahnesine romanların, kendimi anlatırım onların üzerinden. Sakar bir oyuncuyumdur çoğu zaman sahnede, yara bere içerisinde çıkmalarım hep bundandır.

Trackback URL

  1. 5 Yorum

  2. Yazan:suzannur Tarih: Mar 24, 2011 | Reply

    Sevgili Meral, senin romanını da aynı duygularla okumayı çok isterim. İnşallah tez vakitte.Üslubunun birçok yürekte etki bırakacağına inanıyorum. Okuduklarında anlayacak okurlar ne demek istediğimi.
    Bu güzel, içten yazın için yüreğinden ve kelimelerinden öperim.
    Sevgiyle…

  3. Yazan:Meral Yarıcı Tarih: Mar 24, 2011 | Reply

    Sevgili Suzan,
    Güzel kalbinle bu dilekte bulundun ya, inanırım ben değerli insanların dileklerinin kabulüne. Var ol.

  4. Yazan:suzannur Tarih: Mar 24, 2011 | Reply

    Bu arada Meral Yarıcı’nın kalemiyle tanışmak isterseniz blog adresi:

    Kendisi yakında kültür-edebiyat-sanat sitesi Kırkıncu Kapı’da da yazmaya başlayacak.

  5. Yazan:Fahri Başarslan Tarih: Mar 26, 2011 | Reply

    Gurur duyuyorum romanla ve yazan değerli akrabamız hocamızla..yolu açık olsun

  6. Yazan:suzannur Tarih: Mar 26, 2011 | Reply

    Sevgili Fahri, çok teşekkür ederim. Yorumun beni çok mutlu etti. Sevgiyle…

  1. 1 Trackback(s)

  2. Eki 22, 2017: Mecazî aşk / Metaphorical love / الحب المجازي | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin