Fethullah Gülen
By Ayla Chignardet on Nis 3, 2011 in Basın günlüğü, Ergenekon Nedir?, FETÖ ve Gülenistler, Yobaz Laikler
Bu sayfa 12 / 02 / 2014 tarihinde güncellendi.
Bu sayfadaki kitaplar okurlarımıza armağanımızdır. Serbestçe paylaşabilirsiniz.
Edebiyat, Sinema, Siyaset, Sanat, Mimarî, Ateizm, Tarih, Kemalizm, Eşcinsellik, İslâm, Kadın hakları, Feminizm, Felsefe… Bugün 62 kitap var. Yakında yenileri eklenecek, bu sayfayı takip edin…
Gurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”
Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmiş hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.
Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi, buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
(Son güncelleme: Üçüncü sürüm, 28 Ocak 2014)
Türkçe Olimpiyatlarını ve Türk okullarını sevmiştik. Gözü yaşlı vaizin Amerika’da yaşamasına alışmıştık. 1980 öncesinde komünizme karşı CIA ile işbirliği yapmasına “taktik” demiştik. Fethullah Gülen aleyhine açılan davalardan birinin iddianamesinde“pozitivist felsefeye karşı olmak” ile suçlanıyordu. Biz de karşıydık pozitivizme. “Aferin” dedik, “bizdensin”.
Bugün gerçek şu ki Fethullah Bey’in ekibi manşetle, kasetle hükümet devirmeye çalışan, yalan haberle Türkiye’yi ve Müslümanları sürekli zora sokan çirkin insanların tahakkümü altında. Bizim sevdiğimiz, güvendiğimiz “küçük eller” ise koyun sürüsü gibi suskun. Medyada, devlet kurumlarında, emniyet ve adaletin içinde çeteleşme, ergenekonlaşma var. Gülen cemaati dünya ile uğraşmaktan ahirete vakit ayıramıyor. Gülen cemaati bir cemaatten başka herşeye benziyor.
Kitabın ilk yarısında Fethullah Bey’i ve ekibini öven, yapılan iyi işleri savunan, destekleyen makaleler bulacaksınız. Bugün yaşadıklarımızla birlikte değerlendirince can acıtan bir soru kendini dayatıyor bize: Fethullah Gülen ve kurmayları bizi baştan beri kandırdı mı? Yoksa “küçük eller” dediğimiz masum insanların güzel teşkilâtı sonradan mı kokuştu? Kitabı buradan indirebilirsiniz.
Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır
Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?
Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” için. Buradan indirebilirsiniz.
Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.
Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.
80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.
Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?
4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.
Dünyada da tuhaf şeyler oldu:
- Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
- Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.
“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:
- Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
- Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri çekmeye mi çalışıyor?
- Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?
Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.
Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.
Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik
Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.
Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.
Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!
“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”
Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.
İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.
Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak
Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:
- Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reformkonulu konferans,
- Yine Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)
Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.
Bilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”.
Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.
(Son güncelleme: İkinci sürüm, 27 Ekim 2013)
Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor: Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar? Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi? Buradan indirebilirsiniz.
Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?
İnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik! güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.
Alışılagelmiş kitap sunumlarından farklı bir çalışma bu. Neden? Öncelikle kitap tanıtan kitap serisinde tanıtımı yazanlar da tıpkı tanıtılan sanatçı ve filozoflar gibi birer yazar. Bir çoğu profesyonel ve yarı-profesyonel olarak yazı hayatlarını sürdürmekteler. Ek olarak… katkıda bulunan yazarlar eserin güzelliği kadar kendi iç güzelliklerini, kişisel tecrübelerini, eserle ve yazarla tanışma serüvenlerini de ortaya koyuyorlar. Bu bakımdan kitap tanıtan kitap Aktaş, Kafka, Ramazanoğlu veya Kazancakis ile olduğu kadar Başarslan, Gürkan, Becer ve Özdemir ile de tanışmanın veya mevcut dostluğu ilerletmenin güzel bir yolu. Bu 4cü kitapta Yine « ağır » konuklarımız var : Franz Kafka, Cihan Aktaş, Michel Houellebecq, Yıldız Ramazanoğlu, Nikos Kazancakis, Ali Şeriati, Jacques Derrida, Selim İleri, André Gide. 20 farklı kitap, Rusya, Fransa, İran, Almanya ve Türkiye’den 20 yazar. 98 sayfalık bu kitabı, kitap tanıtan kitapların dördüncüsün ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Bir yanda zekât üzerinden eşitlikçi bir İslâm yorumu yapan anti-kapitalist Müslümanlar. Diğer tarafta bir türlü iktidar olamayan, sosyalizmi bilmeyen, kemalizmi demokrasi zanneden devletçi, hatta darbe yanlısı bir Türk solu.
Türk solu geçmişiyle yüzleşemekten korkuyor. Solcunun solcuyu katlettiği 1 Mayıs 1977 bir tabu. Deniz Gezmiş’in ulusalcı duruşunu da eleştiremiyorlar. Evet… Türk solcuları iktidara yürümek için bir koltuk değneğine muhtaçlar. Peki ya İslâm? Sosyalizm İslâm’a ne kazandırabilir? Sosyalist devletlerin Müslümanlara yaptığı onca eziyetten sonra Müslümanlar sosyalizm ile ittifak yapabilir mi?
Derin Düşünce okurları tartıştılar, biz de kitaplaştırdık. Buradan indirebilirsiniz.
Jean-Paul Sartre ile Kaliteli bir Ateizme Doğru
(Son güncelleme: İkinci sürüm, 8 mayıs 2013)
Yokluk var mıdır? Evinizin içini dolduran boşluğu gördünüz mü hiç? Bir türlü gelmeyen şu trenin verdiği sıkıntı ya da sizi habersiz bırakan dostlarınızın sessizliği gerçek değil mi yoksa? Tutulmamış sözler, ödenmemiş borçlar… Yokluk da var aslında “var” dediğimiz şeyler kadar. Ama Yok’un varlığı sadece şuurlu insanlar için gerçektir; gelecekten, birisinden cevap bekleyenler için bir yokluktan, eksiklikten bahsedebiliriz… Artık olmayan gençlik yılları ya da henüz gelmemiş olan yaşlılık da bugünün gerçeği değil mi? Hatırlayan, ümid eden, düş kırıklığını ve gelecek korkusunu tatmış her insan için bir “yokluk” vardır, gerçektir ve bugüne dahildir.
Ateizmin ürettiği en kaliteli metinlerinden biri olan Varlık ve Hiç elinizdeki bu kitabın belkemiğini oluşturuyor. Filozof ve edebiyatçı olan Jean-Paul Sartre hiç şüphesiz Batı felsefesinin köşe taşlarından biridir. Varlık, İnsan, Özgürlük ve Ahlâk tasavvuru üzerine yazdığı eseri tanrısız bir ahlâk teorisi. “Geleneksel” dinler ile göbeğini kesmiş bir “iyi insan” arayışı içinde Sartre. Bu arayışın neticesi ateist emir ve yasaklar değil insan fıtratının önemli bir veçhesi, özgürlük şuuru:
“İnsan özgürdür ve bunun farkındadır; bu farkındalık ile, özgürlük ve sorumluluk şuuruyla yaşamaya mahkûmdur.”
Bu bağlamda Sartre gerçek bir ateist: Tanrı karşıtı değil Tanrı-SIZ. Vicdanın sesini duyma gayretinde. Görünmeyen tanrılar ile kavga etmek yerine “görünürde tanrı yok, biz insan olarak ne yapabiliriz?” diye soruyor. Buradan indirebilirsiniz.
Ey Kapitalizm! Kara Sevdam! / Charles Allen Scarboro
Ne gariptir ki Türkiye’de hemen her kesimden insanı kolaylıkla birleştirebilen bir slogan var: “Kapitalizme Hayır!”. İslâmcı, komünist, ülkücü, Kemalist… Yürüyüşler yapıyorlar. Seminerler düzenliyorlar. “Küresel sermayeye geçit yok!” . İşçilerin sömürülmesinden Afrika’daki açlığa, ortadoğudaki petrol savaşlarından dünyanın kirlenmesine kadar her taşın altından çıkan bir düşman bu. İyi ile kötü arasında bir çizgi çekmek, kötüleri “öteki tarafta” bırakmak… O kadar kolay mı?
“Ah keşke her şey o kadar basit olsaydı. Bütün kötülükleri içi kararmış birileri yapsaydı ve bütün mesele onları bulup yok etmekten ibaret olsaydı. Ne var ki İyi ile Kötü arasındaki çizgi her insanın kalbinden geçiyor. Kim kendi kalbinin bir parçasını yok etmek ister?” (Soljenitsin)
Okuyacağınız bu kitap insanların para ile, tüketim ile kurdukları ilişkiye ışık tutuyor. Charles Allen Scarboro’nun Karl Marx ve Max Weber’in fikirlerinden de isitifade ederek hazırladığı özgün bir çalışma. Scarboro İstanbul’da yaşayan bir Amerikalı. Akademik birikiminin yanı sıra kapitalizmin anavatanından gelmesi, “içimizde yaşayan bir öteki” olması bu kitaba ayrı bir lezzet katıyor. Buradan indirebilirsiniz.
Şiirlerim, Öykülerim / Cemile Bayraktar
İnsan ya zevkten yazar ya dertten yazar. Ama insan bazen dertli olduğunu kendi bile bilmez, derdini ve zevkini kendi yazar ama farkında değildir, derdini de, şevkini de bazen kendi yazmamışçasına, yazdığından okur, insanın kendinde bilmediği yansımıştır yazıya, insan dertten yahut zevkten yazarken herkes kadar kendini okur. İnsan önce kendi için yazar. O vakit yazdığı aynası olur. Buradan indirebilirsiniz.
İnsanları birleştiren, engelleri ortadan kaldıran bir eylem yazmak… ve tabi okumak. Heinrich Böll, Sadık Yalsızuçanlar, Jean-Paul Sartre, Leyla İpekçi, Samuel Beckett, Peyami Safa, Immanuel Wallerstein, Marilyn Monroe veya Baudelaire… Farklı ülkelerde yaşamış, farklı kaygılarla yazmış olsalar da bütün yazarlar bir iz bırakmak, günü gelince başka insanlarca okunmak isterler. Evet… Yazmak vermektir. Kitap tanıtan kitaplarımızın üçüncüsünü ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
İncitmeden söylemek istersin ama söz incitir bazen. Ağlatmak istersin bazen ama söz ağlatmaz. Bazen sesini sözle duyurmak istersin ama duyulmaz. Bazen birsindir, bin olmak istersin söz yetmez. Sözün söz; kelimenin kelime olarak kaldığı anlar bazen yetmez, bazen tam aksine düşer, öyle zamanların sihri sadece şiirdir… Tahran’dan, Washington’a; Beyrut’tan, Tokyo’ya; İstanbul’dan Şam’a; Paris’ten Kazablanka’ya; Filistin’den Keşmir’e kadar uzatabilir kollarımızı şiir, tel örgülere, mayınlı topraklara, kırmızı çizgilere mahkûm etmeden beşeri, uzanır uzanabildiğince…Buradan indirebilirsiniz.
Modern Bir Put: Bilim (Tartışma)
Bilimciler herşeyi parçaladıkları için mânâyı kaybediyorlar. Aşk’ı, Korku’yu, Sevinç’i hormonal “fenomenler” sanıyorlar. Hakikat’in tezahürü yok onlar için, sadece tezahür var. Sebebi? Eşya. Eşyanın sebebi? O da eşya(!) Biz buna “pozitivist iman” diyoruz. Çünkü pozitivistlerin bilimsellikle ilişkisi koptu. Bilimsellik değil bilimcilik peşindeler. Bilimi putlaştırdılar. Konuya eğilen yazarımız Mehmet Bahadır her zamanki nazik üslubuyla “kral çıplak” dedi… Dedi ve bir işaret fişeğini daha ateşledi. Sitede en çok yorum alan yazılardan biri oldu bu makale. Fakat sadece içeriği ve yorum sayısıyla değil, yapılan yorumların kalitesiyle de öne geçti bu çalışma. 100′den fazla yorum alan ve aylar süren ilginç bir tartışmaya vesile olan makaleyi altındaki yorumlarla beraber kitaplaştırdık, ilginize sunduk. Buradan indirebilirsiniz.
Liberalizm Demokrasiyi Susturunca
Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008’de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99’un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.
Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler (Kitap + Tartışma)
Etnik kökenimiz benliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan bir baskı, bu renk “yüzünden” çekilen büyük bir acı sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişle IZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilen insanlar giderek insanlıklarını perdeliyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açıyorlar. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz.
Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden?
Marxist ve Marxçı (Marx’a dair ama marxist olmayan) miras ile yüzleşmedi Türk solcuları. Oysa Marx anlaşılmadan hiç bir sol projenin anlaşılmasına da imkân yok. Leninist, Stalinist, Maoist… Hatta Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrat modellerini de çözemezsiniz. Marx’ın bıraktığı yerden devam edenleri anlamak için de gerekli bu okuma; dünya soluna bugünkü şeklini veren düşünürleri anlamak için: Rosa Luxemburg, Ernst Thälmann, Georg Lukács, Max Adler, Karl Renner, Otto Bauer, Walter Benjamin, Jürgen Habermas,… Buradan indirebilirsiniz.
Kitap tanıtan Kitapların birincisi kadar sevildi, o kadar çok ilgi gördü ki ikincisini yayınlamak için sabırsızlanıyorduk. Yeniden 44 kitap tanıtımıyla geliyoruz karşınıza: Dostoyevski, Sezai Karakoç, Yıldız Ramazanoğlu, Jean Paul Sartre, Amin Maalouf, Taha Akyol, Hasan Cemal, Ali Şeriati, William C. Chittick, Alain Touraine, Muhyiddin İbn Arabi Hazretleri… Farklı asırlar, farklı coğrafyalar, farklı konularla dergi tadında bir kitap… Ortak olan tek şey İnsan belki de? İnsan’ın iç dünyasındaki saklı hazineleri paylaşma muradı…Buradan indirebilirsiniz.
Çocuklarımıza Ölüm’den daha çok bahsetsek ne olur? Meselâ evde besledikleri hayvanların, saksıdaki çiçeklerin ölümü üzerine yorum yapmalarını istesek? Mezarlık ziyaretleri yapsak onlarla birlikte ve sonra ne düşündüklerini, ne hissettiklerini sorsak? Çocuklara ölümden bahsetsek belki daha güzel bir dünya kurulur bizden sonra. Çünkü bugün Ölüm’ü TV’den öğrenmek zorunda kalıyor çocuklar. Gerçekten bir “problem” olan ve çözüm bekleyen kazalar, hastalıklar… Çocuklar ölüm sebepleriyle Ölüm’ün hakikatini ayırd edemiyorlar. Küçülen ailelerden uzaklaşan dedeler ve nineler de bizden “uzakta” ölüyor: Kendi evlerinde, hastahane ya da bakımevlerinde. Doğumlarına tanık olamayan çocuklar bir gün ölme “sırasının” onlara da geleceğini anlayamıyor. Ölümü bekleyen modern insan idam mahkûmu değilse eğer, kısa çöpü çekmekten korkan biri gibi. İstenmeyen bir “büyük ikramiye” ölüm… Bu kitap Ölümden bahsediyor. Ölüm denen o “konuşmayan nasihatçıdan”, o karanlık ışıktan. Kendisini göremediğimiz ama sayesinde hayatımızın karanlık yarısını gördüğümüz ölümün ışığı. Buradan indirebilirsiniz.
Elinizdeki bu kitabı Sinema’nın programlanmış ölümüne karşı bir direniş olarak görebilirsiniz. İnsan’dan vaz geçmeye yeltenen, Güzel’i, Sanat’ı,İnsan’ı kâr-zarar tablolarına sıkıştırmaya çalışan endüstriye “Hayır!” demenin nazik bir yolu. Sinema bütün “teknik” karmaşıklığına rağmen insansız olmaz. Sinema insanlar tarafından yine insanlar için yapılan bir sanattır.
Derin Düşünce yazarları izledikleri 28 filmi anlattılar. İnsanca bir perspektiften, günlük hayatlarındaki, iç dünyalarındaki yansımalara yer vererek… İran’dan Arjantin’e, Fransa’dan Afganistan’a, Rusya’dan Türkiye’ye uzanan bir yolculukta, İnsan’dan İnsan’a… Umulur ki bu kitap Andrei Tarkovsky, Semih Kaplanoğlu, Mecid Mecidi, Nuri Bilge Ceylan ile buluşmanın farklı bir yolu olsun… Buradan indirebilirsiniz.
“…Benim öyküm bir rivayetten ibaret, bu yüzden benden miş’lerle bahsediyor diğerleri. Beni, yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılıyorlar. Sorsalardı bana, derdim ki, beni yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılayanlara, evinden ayrılmayan/ayrılamayan, öyküsünü değil, hayallerini anlatır elbet, ya da masalları. Oysa bilmek yaşamak değildir her zaman, yaşamanın bilmek anlamına gelmeyeceği gibi her daim. Gözlerimde; bir şeyler yaşamış olanların, yaşamadıklarını sandıklarına olan o kendini beğenmiş, o her şeyi bilen bakışına rastlayamazsınız bu yüzden…”
Son romanı Bela’dan da tanıdığınız DD yazarı Suzan Nur Başarslan’ın öykülerini derlediği bu kitabını ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Aydın kimdir? Muhafaza’nın ve Değişim’in kimyası
Aydın konusu gerçekten sorunlu görülüyor. Her ideoloji, her grup kendi liderini, kahramanını aydını ilan ediyor çünkü. Tam da bu sebeple tanımından önce başka bir sıfata daha ihtiyaç duyuluyor: Reformist aydın, muhafazakar aydın, Kürt aydını, Türk aydını, vs.. Kısacası “aydın olmak” hem toprak(toplum) hem de tohum(aydın) gibi üzerinde durulup incelenmesi yazılıp çizilmesi gereken bir kavram. Değişimin adresi kabul edilen Aydın’ın tanımı konusunda muhafazakar olunabilir mi?” 130 sayfalık bu kitapta modernleşme sürecinde Aydın’ı ve Aydınlanma’yı sorgulayan bakış açıları bulacaksınız. Ama teori ile yetinmeyen, fikrin eyleme dönüşmesini, Cumhuriyet’i, demokrasiyi ve sivil itaatsizlik olgusunu da sorgulayan yazılar bunlar. Buradan indirebilirsiniz.
Roman nedir? Tarif dahi edilmesi zor bir kavram. Sanatçının İnsan’a bakışını, toplumla kurduğu ilişkiyi yansıtır sanat eserleri. Bu sebeple sanat her çağda yeniden icad edilir. Ünlü yazar Heinrich Mann’ın dediği gibi: “Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir, Edebiyatın önemli bir konuma sahip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklaması değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir.” Okuyacağınız bu eserle romanlarından da tanıdığınız değerli yazarımız Suzannur Başarslan Roman’ın derinliklerine giden bir seyahate davet ediyor sizi. Zaman’ın kullanımı, olay örgüsü, mekân, dil, üslup ve daha bir çok temel kavram edebiyatın dev isimlerinden örneklerle irdeleniyor. Buradan indirebilirsiniz.
İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında
Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ” diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.
Zaman’ı düşünmek, Zaman’ı yazmak
Zaman insanın hissiyatıyla algılayamadığı, bilimsel, düşünsel, hatta psikolojik boyutları olan bir gerçeklik. Zaman yaşadığımız hayatın kendisi. Ama bu kadar önemli olan Zaman ile aramıza mesafe koymak, Zaman’ın dışına çıkıp onu keşfetmek mümkün mü?
Zaman konusundaki bu ilk kitabımızda Derin Düşünce yazarları zor bir işe girişiyorlar: Zaman’ı düşünmek ve Zaman’ı yazmak. Zaman’ın NE? olduğunu sorgulayacağımız ikinci kitaptan önce NASIL? olduğuna baktık bu ilk makalelerde. NE? ve NASIL? soruları Zaman’a bakışımızda ana ekseni oluşturuyor çünkü bilimsel yolla, deney ve gözlemle ilerleyemediğimiz anlarda düşüncenin yardımına Sanat yetişiyor. Buradan indirebilirsiniz.
Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz.
Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var. Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.
Kendi ülkesini işgal eden ordu
Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970’lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır 🙂
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
Maymunist imanla nereye kadar? (Tartışma)
Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin epistemolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.
İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.
Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, … Buradan indirebilirsiniz.
Ermeni kimliği var oldukça 1923 model Türk kimliği bozuk bir makine gibi gıcırdamaya devam edecek. […] Neden bize bu kadar benziyorlar? Pastırması, sucuğu, yaprak dolması, müziğiyle, gelenekleri, ailelerine bağlı oluşlarıyla bir de Türk’ten daha fazla Türk mü onlar? Yoksa bu mu bizi sinir eden? […] Artık Anadolu insanının %100 safkan Türk olmadığını, tersine bütün bu etnik unsurların karışımı ve mirasçısı olduğunu idrak etme vakti gelmedi mi? Artık TEK BİR “BİZ” olduğunu, atalarımızın bir kısmının Kürt, diğer bir kısmının Rum, Gürcü, Arap, hatta ve hatta Ermeni olduğunu idrak etmemiz gerekmiyor mu? Buradan indirin.
Yahudi oldukları için mi zalimler?
İsrail bir çok bakımdan Türkiye’ye benzeyen bir ülke. Paranoyak bir ulus-devlet. “Yoktan var edilmiş bir millet” dört tarafı “düşmanla çevrili” kutsal bir vatanda yaşıyor. Terör tehlikesine karşı ülkenin güvenliği için(?) haklar ve özgürlükler çiğneniyor. Devlet eliyle düşman üretiliyor!
Gidemeyenlerin ülkesi oluyor İsrail… Kendi zulmü altında ezilen, korku içinde yaşayan, dünyasıyla beraber Ahiret’ini de kaybetmiş olan İsrailli zannederim Filistinliden bile daha zavallı bir durumda bu yüzden. Buradan indirebilirsiniz.
ErkeG milletiz biz. Öyle kolay kolay ağlamayız. Karımıza, kızımıza yan bakanın gözünü oyarız ama “başkasının” kadınına da sarkıntılık ederiz. Maçlarda kaybeden takıma “bineriz”. Aşk bizim ağzımızda şiddet ile birleşir, kirlenir. “At, avrat, silah” deriz. Kadın’ı yani insan’ı şeyleştirerek, cisimleştirerek severiz. Kullanırız. At gibi. Silah gibi.[…] Böyle sapık bir mercekten bakarak eşcinsellerin sapık olduğunu söylemek ne derecede inandırıcı? Son günlerde Derin Düşünce sayfaları verimli bir tartışmaya sahne oldu. Düşe kalka da olsa eşcinsel okurlarımızın yardımıyla konuyu biraz olsun “içeriden” anlama imkânı bulduk. Kitabı buradan indirebilirsiniz.
1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.
Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.
İnsanlık endüstri devriminden bu yana doğayı şekillendirecek güce sahip. Ancak bu şekillendirme gücü yaşamı değil de maddî çıkarları koruyacak biçimde kullanılıyor. Fakir ülkeler, aynı ülke içinde yaşayan fakir insanlar, bitkiler ve hayvanlar “vahşi doğadan” bile daha vahşi bir kirletme özgürlüğünün(!) kurbanı oluyorlar. Gelecek asırda hep beraber keşfedeceğiz paranın yenip yenmeyeceğini. Yok ettiğimiz balıkların yerine Amerikan doları koyup koyamayacağımızı… Buradan indirebilirsiniz.
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?
İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.
Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…
“…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”
Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
“Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?” (Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)
“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan, Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz.
Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları
Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor. Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.
Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı” karşılaştırdığımızda hiç yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü. Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor. Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle, bağnazlıkla suçlanabiliyor. Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradan indirebilirsiniz.
“Ötekilere” bakarken (Çeviriler)
“Ötekilerin” gözüyle dünyaya bakabilenler ilerliyor uygarlık yolunda. Geçmişte Bağdat’ı, Kurtuba’yı inşa eden, bugün ise Paris’i, New York’u, yaşatan “öteki” değil mi? Bugün içine kapanan ülkeler yine geriliyor. Dışa açılan, “ötekilerin” bilgisini, birikimini kendine katabilenler ilerliyor. Bu kitabın amacı da “ötekilere” küçük bir pencere açmak. “Almanlar, Amerikalılar, İranlılar, Filistinliler ve İsrailliler dünyada olup bitenlere nasıl bakıyor?” diye sormak. Çeviri metinlere adadığımız 125 sayfalık bu kitapta Ermenistan’dan tasavvufa, İran sinemasından Ateizme, Şeriat’tan Türkiye’deki Hristiyanlara uzanan çok değişik konularda çeviri metinler bulacaksınız. Buradan indirin.
Zorunlu Askerlik Gerekli mi? (Tartışma)
Zorunlu Askerlik bir çok insanımız için bir görev ama aynı zamanda bir çile. Ülkemizi savunmanın daha akıllıca bir yolu yok mu? Bu konuyu yaklaşık bir yıl boyunca tartıştık. Üç makale işaret fişeği görevi yaptı. Yüzlerce okurumuz değişik önerilerde bulundu. Kimileri “aman dokunmayın, böyle çok iyi” derken askerliğini yapmış olan arkadaşlar tecrübelerini paylaştı. Evet, belki de ilk defa bu konu gerçekten muhatabı olanlara yani Türkiye’nin vatandaşlarına soruluyor. Zorunlu askerlik gerekli mi? Bir yıllık kolektif çalışmanın ürünü olan bu 276 sayfalık kitap konuyla ilgili herkes için birinci elden bir bilgi kaynağı. Buradan indirebilirsiniz.
“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış
Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.
Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan
Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın
Türkiye’de ve Dünyada Başörtüsü Raporu-2009/2010
”Türkiye’de ve Dünyada Başörtüsü Raporu-2009/2010″ adlı bu çalışma son iki yıl süresince en çok konuşulup, tartışılan temel sorunlarından biri olarak karşımızda duran başörtüsü yasağına dönük bir dökümantasyon çalışmasıdır. Raporun ana omurgasını, iki yıllık süreçte başörtüsü eksenli yaşanan hak ihlalleri ve buna karşı sergilenen tutumların, davranışların ve tavırların kronolojik bir sırada aktarıldığı almanak tarzı bir arşivleme çalışması oluşturmaktadır. Raporun sadece yasak uygulamalarından ibaret kalmaması; soruna dair gösterilen tepkilerin, politik aktörlerin demeçlerinin ve yasak karşıtı çeşitli etkinliklerin de yer alması; konu etrafında oluşan gündemin ana hatlarıyla aktarılarak, dönemin genel fotoğrafını çerçeveleme kaygısıyladır. Böylece araştırmacılar, bugün ve ileride başörtüsü sorunu etrafında yapacakları çalışmalarda, Türkiye’de ve dünyada başörtüsü sorunu etrafında 2009 ve 2010 yıllarında yaşanan gelişmeleri, oluşan gündemi izleme imkânı bulabileceklerdir. Raporu buradan indirebilirsiniz.
-
Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre’nin sitesindeki PDF kitaplar ve makaleler
33 Yorum
Yazan:beytullah emrah Tarih: Nis 3, 2011 | Reply
“cemaat” meselesini bu kadar naif ele almayın derim.
cemaat’e yapılan haksızlıklar gibi cemaat’in sahip olduğu imkan ve araçları kullanarak yaptıkları haksızlıkları da atlamayalım derim. kendinden olmayanı ya da kendine tehlike gördüğünü nasıl hedef haline getirebildiklerini, karalayalabildiklerini yada iftira atabildiklerini de biliyoruz. bunda kendilerinden başka herkesin hizmet düşmanı olduğu paranoyasının da payı var.
cemaat’ine müslüman bir zihniyetten bahsediyoruz. mesele de gülen cemaatine mensup bir kişinin bir yere gelmesi meselesi değildir, nasıoıl geldiği ve geldiği yerde neler yaptığı meselesidir. ufuk hocam eğitimcisiniz, bu konuda MEB bürokrasisinde yukarıdan aşağı neler yaşandığını görmezden gelemezsiniz…
tamam, ergenekoncuların söylediklerine itibar etmeyelim ama bu bazı gerçeklere gözümü kapamımız gerektirmez.
ben önümüzdeki dönemde bu cemaat’in bir “sorun” olarak karşımıza daha sık çıkacağını düşünüyorum.
“Fikre karşı fikirle mücadele edilir.”
eyvallah ama burada bir fikirden değil çok boyutlu bir organizasyonu konuşuyoruz.
izah edilemeyecek kadar çok çelişkiyi, paranoyayı, şizofreniyi aynı şemsiyenin altında tutan bir organizasyondan.
tamam, cemaati komplolarla izah etmeyelim, lakin burada anlatılanlar kadar soft bir durumun olduğuna da inanmıyorum.
Yazan:MY Tarih: Nis 3, 2011 | Reply
Sözüm meclisten disari, Müslümanlar arasinda iftira kervanina katilmak için acele edenleri görünce üzülüyorum.
Bir suç islendiyse dava açarsin. Yok kiskaniyorsan oturup ALLAH’a dua edersin “bu kötü hisleri kalbimden al” diye. Budur Müslümana yakisan. Bu ekip neticede bir sürü güzel projeye imza atti. Ne zaman bir kaç Müslüman bir araya gelse iftiralar yagiyor. Yaziktir, günahtir.
Buyrun Tarik Ramadan ve ekibi, Fransa’da düsman ilan edildi. Ne teröristligi kaldi ne rejim düsmanligi. Buyrun Mustafa Islamoglu. Agiza almaya utaniyor insan atilan iftiralari. Hemde bir kismini Müslüman(!) gazeteciler yaydilar. Buyrun IHH. Sayisiz propaganda yapiliyor terörist olduklari yolunda.
Eger demokratik hukuk devleti olsun diyorsaniz evet, olsun. Kimsenin ordusuna gerek kalmasin. Yok illa ki Ergenekon ordusu ile Imam’in ordusu olacak diyorsaniz o zaman herkesin safi zaten belli 🙂
Yazan:Ahmet Somut Tarih: Nis 4, 2011 | Reply
Cemaatin içinde bir takım kendi menfaatlerinin peşinde koşanlar olabilir. Ama bunlar hakkında cemaat içindeki diğer insanlarla konuşmayı denediniz mi? Bu cemaatin bu tip olayları kabulleneceğini hiç zannetmiyorum.
Bir de cemaatin kendi arasında yardımlaşmasını haksız rekabet olarak görmemek lazım. Örneğin eskiden fen lisesi sınavları olurdu. Cemaat de fen liselerine girmeyi önemli kabul ederdi ve kendi bünyesindeki öğrencileri bu sınav için çalıştırırdı. Öğretmenler özel ders verir, bu iş için özel ders çalışma kampları yapılırdı. Dolayısıyla cemaatin dersanelerinden ve bünyesinden bir sürü öğrenci fen liselerini kazanırdı, sınavda derece yapardı. Burada adamların gidip de soruları çalmak gibi bir girişimleri yok. Ama çıkabilecek her türlü soruyu çözüp öğrenciyi hazırlama hayretleri var. Bunda da yanlış bir şey yok.
Kariyer bazında da benzeri durum. Örneğin bir kurum içinde yükselmenin yolunun atıyorum bilgisayar eğitimi almaktan geçtiğini cemaat mensupları anlamışsa ve kendi bünyesinde özel bilgisayar dersleri veya benzer başka dersler (örneğin İngilizce vs) vererek kendi mensuplarının yükselmesini kolaylaştırıyorsa BUNDA YANLIŞ BİR DURUM VAR MI? Ama dalaverelerle birilerinin ayağını kaydırmaya çalışıyorlarsa ondan haber verin siz.
FG’nin bizzat kendisinden cemaat mensuplarının çalışıp işlerinde uzmanlaşmaları, kesinlikle kişisel bağlantılarına güvenmemeleri, ne işte çalışıyorlar o işte en iyi olmayı hedeflemelerine dair sözler duydum ben. Bunun dışında bir işlerine de kendi tecrübem dahilinde şahit olmadım. Buyrun sizin varsa duyalım!
Yazan:beytullah emrah Tarih: Nis 4, 2011 | Reply
önce bir müdür yardımcısı arkadaşın tecrübesi. kendisiyle kesinlikle aynı dünya görüşüne sahip değiliz, iş arkadaşlığı dışında da pek bir diyalogumuz yok ama süreci görebiliyorum: daha önce çok hükümet değiştiği halde görevini yerine getirdiği için pek sıkıntı çekmemiş. fakat bir süredir, cemaat tandaslı müdür yardımcılarının hakkındaki şikayetlerinden muzdarip. düşünün ki kendisine yukarıdan bir müdür “hocam, maşaAllah açık bırakmıyorsunuz” ifadesini kullanabiliyor. herhangi bir yanlış ya da hata, “açık” algılanacak ve “ayağı kaydırılacak.” böylece yerine vekaleten başka birinin atanmasının önü açılacak. şimdi böyle bir durumda işleyen süreç bürokratik olarak yasalara uygun gidecektir, peki ne kadar ahlaki, insaflı?
bu da antalya’dan başka bir öğretmen arkadaşımın anlatımı -ki kendisi olayın bir parçası değil ve güvenilir: “eğer kendi gruplarından değilseniz nedense başarısız, kötü sınıflar size düşüyor, nöbet yeriniz ya da programınız bir şekilde sorunlu hale geliyor. takıştınız diyelim, ilk program değişikliğinde gerçekten berbat bir tablo karşınıza çıkabiliyor.” kast ettiği yine idareciler. ve eğer meb’te işlerin nasıl yürüdüğünü biliyorsanız, yapabileceğiniz hiçbirşey yok. en fazla bunalır, okulunuzu değiştirmek zorunda kalırsınız. ya da hakkınızda idari bir işlem vs. yapsalar o zaman hukuki süreç başlatırsınız ama böyle bir sahnede eliniz kolunuz bağlıdır maalesef. şimdi söyleyin hakkaniyet bunun neresinde?
yukarıdaki örnekler dava açılabilecek şeyler değil lakin adalet ve hakkaniyet duygusunu paramparça eden şeyler. çoğu zaman herşey bürokrasiye uygun halledilebiliyor, olmadı akp’nin böyle bir atmosfere uygun nasıl yönetmelikler çıkardığını da görebiliyoruz.
ve emin olun, kaç senedir ben bunların farklı versiyonlarla kaç kez karşılaştım.
28 şubat süreciydi, ne oldu da yök fatih üniversitesi’ni sıkıştırdı hatırlamıyorum ama üni. için kötü bir durumdu, o zaman biz de bir açıklama ile destek ve dayanışma içinde olduğumuzu ifade ettik. sonra günler geçti, fatih üni. yasak getirdi başörtüsüne. biz buna da tepki gösterdik. o günlerde zaman’da yazan nuh gönültaş, hakkımızda saçma sapan bir sürü şey yazdı. “kullanılıyorduk.” bulaç’ın başörtülü aday yazısındaki imalara benziyor değil mi?
hadi bizimki neyse de, bizden 10 yıl önce sevgi engin’e yapılanları nereye koyalım? ya da iki sene önce nuray canan bezirgan ve kevser çakır kardeşlerimiz hakkında yaptıkları yayınları?
şimdi masum bir müslüman kadına ağır ithamlarda bulunabilmiş ve iftira atabilmiş bir zihniyeti sorgulamaktan neden imtina edelim?
merak etmeyin, yarın bir haksızlığa uğrarlarsa “iyi oldu” deyip susacak değilim, ergenekoncunların terörize etmelerine de kimsenin inanacağı yok kendilerinden başka, lakin tekrar ediyorum, mesele bu kadar da naif değil sanırım.
* * *
yardımlaşma, öğrenci yetiştirme yada kariyer hesapları için çalışma. bunlara kim niye itiraz etsin?
ahmet bey, dediğiniz gibi bir durum her cemaatin yapının içinde vardır, lakin şu an ciddi bir güç savaşımı içinde bulunan sosyal bir organizasyonun haleti ruhiyesinden bahsediyoruz. istisna gördüklerinizin kaideleşmesinin getireceği riski yok saymak bizi ileride başka sorunlarla karşı karşıya bırakacak. mesele burada şahıslarla ilgili değil sanırım. herşeyi tam bir ölüm-kalım meselesi gibi algılayan, hizmetleriyle türkiye’yi kurtardıklarına inanan bir yapı. herşeyi kontrol etme hastalığından bahsetti dün ahmet altan yazısında devlet için, işte o hastalık sosyal yapılara da sirayet edebiliyor. bu sebeple kendileri dışında herkese şüpheli yaklaşan, kapalı devre işleme yüzünden gerçekten rahatsızlanan bir toplulukla karşılaşabiliyoruz.
Yazan:ufukcoskun Tarih: Nis 4, 2011 | Reply
Bir yazı yazmadan evvel mutlaka yazacağımız konu hakkında bilgi toplamaya gayret ederiz…Hiç değilse konuyla ilgili bir kaç makale okur,kitapları karıştırır birde varsa eğer nette haberleri vs. bakar,gezinir sonra oturup mümkün olduğunca hakkaniyetli bir biçimde birşeyler üretmeye çalışırız.Ben bu sefer öyle yapmadım.Yani bu yazıyı yazmadan evvel ne Gülen hoca hakkında detaylı bir araştırma yaptım nede cemaat hakkında..İçimden geldiği gibi ve sadece vicdanıma teslim olarak birazda geçmiş tecrübelerimden ve hatırılarıma başvurarak bu yazıyı yazdım ve bunu da okurlarla paylaşma gereği hissettim..Hocaya duygusal bir bağım olduğundan ötürü de yapmadım bunu…Neredeyse başından beri sürekli kuşatma altında olan bu topluluğa karşı haksızlık yapıldığı kanaatine vardım..
Beytullah hocam okullarda cerayan eden bu türden hadiseler cemaatin genel geçer politikaları değil.Takdir ederseniz bu kuruma düşen her türden insanın bulaştığı bir hastalıktır bu hadiseler..Herkes kişisel ikbal peşinde koşturur bu camiada.Bunu cemaatten birisi de yapsa yanlıştır diğer kesimlerden birisi de yapsa yanlıştır..Birazda ahlaki bir meseledir bu..
Ben birazda kendi adıma şuraya buraya silah gömerek masum insanların geleceğini karartmayı göze almış insanların cirit attığı bir ülkede aynı şekilde cemaati ve AK partiyi bitirme planlarının kol gezdiği,sivillerin, çocukların kanı üzerinden iktidara gelmeye çalışan ve sürekli hukuksuz iş gören üçkağıtçı-gözü dönmüş insanların olduğu bir ülkede neden bu kesimler sürekli cemaate saldırmakta ona bakıyorum…
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Nis 4, 2011 | Reply
Ben de!
Lakin ne bu sorunun cevabını bulabiliyorum,ne de bu akıl tutulmasının ardında yatan psikolojiyi çözebiliyorum.
Yani bir tuhaflıktır almış gidiyor ortalığı…ve sadece ibretle ve şaşkınlıkla izlemekle yetiniyorum.
Yazan:MY Tarih: Nis 5, 2011 | Reply
MEB’de adam kayirmakla Kürtleri öldürüp kuyulara gömmek arasinda biraz(!) fark var galiba degil mi?
Yazan:beytullah emrah Tarih: Nis 5, 2011 | Reply
yorumlarıma gelen cevaplarda gülen cemaati ile ergenekon’u aynı kıyasın içine sokarak, hangisini tercih edersiniz sorusu geliyor. ne cevap vereceğimi umuyorsunuz ki?
bakın, benim burada yazıya itirazım başka bir noktada: yazı ergenekon’un silahlı örgüt karalamasının asılsızlığı gibi doğru bir tespitten hareketle başlıyor ama bu tespit yazının devamında başka yanlışların üstünü örtmeye varıyor. yani bu adamların silahlı örgüt olmadığı gerçeği diğer konularda adaleti, hakkaniyeti gözeten bir tutum içinde olduğu sonucunu çıkarmamızı sağlar mı? ayrıca şu “çürük elma” savunması da inandırıcı gelmiyor. mesela, askeri eleştirirken basitçe “şu adamları ayıklasanız tadından yenmezsiniz” mi diyoruz yoksa ortada kişileri aşan bir zihniyet meselesinden mi bahsediyoruz?
mesele kıskançlıkla açıklanacak kadar basit mi gerçekten? aynı kriterlere, amaçlara sahip değiliz ki benim elde edemediğimi cemaat elde etti diye hayıflanayım…
bu seçkinci, kendine müslüman, ötekileştirici, otoriter ve totaliter zihniyeti neden eleştiriden muaf tutmak sağlıklı bir sonuç vermez.
Yazan:Ahmet Somut Tarih: Nis 5, 2011 | Reply
Beytullah Bey. Bahsettikleriniz gerçekten vahim şeyler. Bir müdür veya müdür yardımcısı kendi öğretmenini niye zor duruma sokar ki? Onun kafasının rahatsız olması, öğrencilerle daha az ilgilenmesine neden olacak, öğrencilerin hem eğitim seviyelerini hem de genel kalitelerini negatif etkilemeyecek mi? Dolayısıyla bu durum yine dönüp dolaşıp aynı idareciye zarar vermeyecek mi?
Cemaatin mensuplarını en kebap okullara, görevlere değil en zor yerlere, görevlere göndermesi lazım. Madem sen kendi cemaatinden olanın “daha kaliteli” olduğuna inanıyorsun o zaman ona daha çok iş ver. daha zor görevler ver. aksi durum yanlış. çok yanlış.
Tabii ki Kürtleri (veya işine uymayan herkesi) öldürüp kuyulara gömenlerle kıyaslanamaz. Ama zaten onları yapanların “düzelebilmesi” adına ne umudumuz var ki!
Yazan:sq Tarih: Nis 5, 2011 | Reply
Ne olmasını bekliyordunuz ki?
Denetlenemeyen ve politikadan, ekonomiye her taşın altından çıkan, basın organları, yayınevleri olan kocaman bir organizasyona herkesin gül vermesini mi?
Zaten “cemaatleşmek” başlıbaşına sakil bir durum.
Herkesin ister iman ister tekamül deyin, yolu kendine. Cemaatler de totaliter devletler gibi bireyi eriten organizasyonlar. Bu bile başlıbaşına bir sebep,
Nedense içimden bir ses, MEB’teki kayırmaları geçin, KPSS ve YGS sınavlarındaki skandallarındaki altından bile kimin çıkacağı belli diyor.
Kimse bizi salak yerine koymasın.
Militarizmin panzehiri, başka tür “hukuksuzlukların, üç kağıtçılıkların” döndüğü, cemaat soslu polis-devleti değildir.
Yazan:ufukcoskun Tarih: Nis 5, 2011 | Reply
“Bu seçkinci, kendine müslüman, ötekileştirici, otoriter ve totaliter zihniyeti neden eleştiriden muaf tutmak sağlıklı bir sonuç vermez.”Benim izah etmek istediğim durum birazda Beytullah kardeşimin bu cümlelerinde saklı..Şüphesiz “bu adamların silahlı örgüt olmadığı gerçeği diğer konularda adaleti, hakkaniyeti gözeten bir tutum içinde olduğu sonucunu çıkarmamızı”sağlamaz..Ne var ki cemaatin MEB örneğinde olduğu gibi bazı tasvip edemeyeceğimiz tutum ve tavırları cemaatin tümden bir organizasyonu değildir.Yani bu türden eylemlerin cemaatin genel-geçer bir politikası olduğunu ben şahsen düşünmüyorum..
Diğer taraftan bahsi geçen totalitarizmin bir zihniyet olarak cemaate yapıştırılması siyasi teori açısından bakıldığında hem yanlış hem de haksızlıktır.Bilindiği gibi bu konuda Hannah Arenct,C.J.Friedich, R.Lowenthal,L.Novak,R.C.Tucker, K.A.Wittfogel gibi daha birçok tanınmış yazar ve bilim adamın totaliterizm hakkında ortaya koydukları teoriler bulunmaktadır.Biz biraz da bu insanlarla gerek Doğu Avrupa ülkelerini ve gerekse Sovyetler Birliği sistemlerini dahası Ortadoğu diktatörlerini tahlil etme imkanına kavuştuk..Totalitarizmde devlet mutlak bir iktadara sahiptir.Dolayısıyla bu iktidarın izlerini insanlar hayatlarının her anında ve alanında görür ve tecrübe ederler.Totalitarizm devlet mekanizmasına büyük yetkiler verir.Ve her türlü müdahaleye olanak tanır.Bir kere sivil toplumu tahrip eder, özel mülkiyeti gasp eder,devlet mükiyetini yayar vs..Örneğin ideal bir totaliter sistemde bütün kitle iletişim araçları tekelci bir partinin denetimindedir.Ve sürekli yeni bir insan yaratma peşindedir.
Şimdi ben haksızlık ediliyor derken tam da bunu kast ediyorum..Bu cemaati kendi dünya görüşümüz çerçevesinde ele alır, eleştirir ve imkanlarımız elverdiği ölçüde eksikliklerini,hatalarını yazar,çizer,konuşur ve gerekirse bu noktada kamuoyu bile oluşturabiliriz..Hele şiddete sevk eden tutum ve tavırlar ortaya koyuyorlarsa bu sefer de yasal yollardan hakkkımızı ararız.Ben tamda bu noktada cemaat hakkında açılan bir tane bile dava olmadığını biliyorum.Yok, çünkü cemaatin şiddetle hele totaliterizmle alakası yok.Aksine haklarında çuvallar dolusu belge bulunanlar, şurada burada adam öldürenlerin haklarında davaların ardı arkası kesilmiyor.Trajik olan haklarında dava açılanların bunu cemaatten bilmesi ve bazı demokrat tutumlularında buna inanması..
Herşeyin ardında F.Gülen’in olduğuna dair yoğun bir kampanya var.İşte arkadaşımız yazmış YGS’nin bile ardında bunlar var demeye getiriyor.Bunu kuşkusuz elinde bilgi ve belge olmadan söylüyor.Söylüyor çünkü bu ara herkes cemaate yükleniyor..Israrla haksızlık edildiğini düşünmekteyim..
Yazan:Selahattin Tarih: Nis 5, 2011 | Reply
Totalitarizm
*Totalitarizm devlet mekanizmasına büyük yetkiler verir.
Cemaatde de bu yetkiler vardır, Cemaatin imametin otoritenin amacıda toplumsal kuralları hatırlatmak uygulamaktır, Allaha toplumsal kulluktur.
Otoriteniz Olmasın demiyorum olsun ama siz bir tane fakih yetiştirmemişsiniz, bir tane alim yetiştirmemişsiniz ve Allahın hükmü ile hükmeden kabiliyette kadılarınız yok bugün size Ergenekon teslim olsa direnmese, ülkeyi her şeyiyle size teslim etse siz ülkeyi nasıl idare edeceksiniz ben söyleyeyim beşeri sistemle uydurduğunuz adalet devleti sistemiyle Allahın hükmü ile hükmedilmeden de adalet olur diyerek yöneteceksiniz. Allahın hükmü ile hükmedilsin diyenleri şimdi olduğu gibi o zamanda devletin bekası için hapse atacaksınız. Diyorum ki birileri Müslümanlara eziyet ederek birilerini kurtaracağını sanıyor, tevhid olmadan kurtaracağını sanıyor halkı bilgilendirenleri hapse tıkarak kurtaracağını sanıyor ama yanılıyor bırakında birazda bu alandaki insanları destekleyin tevhidi destekleyin.
*Ve her türlü müdahaleye olanak tanır.
Hertürlü müdahaleye olanak silahlı veya silahsız müdahale yapar yani, geçen senelerde Ankara’da yakaladığınız insanların evinden Genç birikim, misak, haksöz gibi dergiler çıkmıştı terör yayınları diye toplamıştınız, gazi antepte silahlı baskın konyada sürekli uğraşılan Müslümanlar. Devletin politikası İslami hassasiyetli insanları ezerek müdahale eder hassasiyeti olmayana müdahale etmeye gerek olmadığı için bu örnekler yeterlidir. Hiçbir hassasiyeti kalmamış insanlar yetiştirince müdahaleye gerek kalmaz ki, ama bir hassasiyeti olan insanlar çıksın bakalım panzerlerle kovalarlar… Arkadaşım Allahın hükmü ile hükmedilsin diyen insanlara müdahaleden vazgeçin silahlı yada silahsız web ortamında dahi vazgeçin, cehenneme gidersiniz.
*Bir kere sivil toplumu tahrip eder, özel mülkiyeti gasp eder, devlet mülkiyetini yayar vs..
Sivil toplum sanki tahrip edilmiyor, öğrenciler yumurta bile atamaz oldu, nasıl ki başbakanın gözünde Libyadakiler isyancı, asi oldu buradakilerde hangi cenahtan olursa olsun öyle görülüyor o gözden bakıldığında. Özel mülkiyet ve devlet mülkiyetine gelelim; asgari ücret alanlar bir tarafta, mülküne mülk katanlar devlet olanlar bir tarafta adamlar zaten devlet ve mülklerine mülk kattıkları için devletleşmiş oluyor. Devlet mülkiyetine gerek yokki zaten istediği zaman istimlak eder. İstimlak etmese kendi taraftarında bulununca istimlak sayılmaz mı? İnanınki ona da çok itirazım yok evet Müslümanlar kazansın ama bir tanesi çıkıp tevhidi anlatsın be kardeşim yok, Falan hoca kitap çıkartmış parası yok kimse yardım etmiyor. Ama tasavvuf, bediuzzaman, Mevlana hizmetleri tam gaz demokrasi gölgesini çoğaltma tamgaz, Yasaları beşer koyuyor kimse gocunmuyor şirk koştuğundan habersiz hizmet ettim sanıyor. Son sözü Allah ve Resülü söyler diyen bir tane derin düşünceli insan yok.
*Örneğin ideal bir totaliter sistemde bütün kitle iletişim araçları tekelci bir partinin denetimindedir. Kaç tane televizyon dergi gazete ergenekondan dolayı baskın yedi yani
Basit bir örnek “muhteşem yüzyıl” dizisine verilen tepkiyi düşünün yav, hangi sisyasi amaç için kullanıldı acaba, televizyonların gazetelerin çok olması önemli değilki bizim aleyhimize olmasınlar diye gözlerini korkuttun mu başka işe gerek kalmıyor. Ya inanınki Ergenekoncuların sesini kesin onada bir şey değil sonuna kadar gidin ama be kardeşim az müsaade edin de tevhid anlatılsın buralarda yav. Bazı konulara şöyle devletin istediği gibi, gurubumun istediği gibi, partimin istediği inanıyorum acaba imanım bozuldu mu ibadetlerim hizmetlerim boşuna mı* Neci olursa olsun bana biri tevhidi televizyondan anlatsın engellenmesin yav.
*Ve sürekli yeni bir insan yaratma peşindedir.
Eğitim cemaat anlayışla olacak bu sürekli insan yaratmak değimlidir? Allahın hüküm ile hükmedilmesinin önü engellenecek bu sürekli yeni insan yaratmak değimlidir? Fakih yetiştirilmeyecek, medreseler teşvik edilmeyecek bu sürekli yeni insan yaratmak değilmidir? Polis devleti sopası havucu gösterilecek ve devlet kutsanacak bu sürekli yeni insan yaratmak değil midir, devleti liberal yönetebilirsin, koministçe, kapitalistçe yönetebilirsin ama seçimleri kazansan bile Allahın hükümleri ile yönetemezsin bu sürekli yeni bir insan yaratmak değimlidir? Müslümanların parasını kudretini tevhid dışında her şeye harcayacaksın bu yeni bir insan yaratmak fıtratı bozmak değilmidir?
Şimdi ben haksızlık ediliyor derken tam da bunu kast ediyorum..
(FETHULLAH HOCANIZA DEĞİL)
AÇAYIM: ALLAHA HAKSIZLIK TAMDA BU DEĞİL Mİ?
Yazan:MY Tarih: Nis 5, 2011 | Reply
Vebadan kaçar gibi AKLINI KULLANMAKTAN kaçan insanlari görünce hakikaten üzülüyorum.
Hosunuza gitmeyen her seye “totaliter / kaka / pis” derseniz bir zaman sonra 3 kelimeyle konusan bebeklere dönersiniz. Aklin mecazi nûrdur. Isiktir. Isik varken sekiller ve renkler seçilir, FaRK edilir, FaRuKiyet ile basiret ile, fehamet ile Nûr kavraminin baglantisi buradadir. Bir zamanlar dedigimiz gibi:
Peki biz mi uydurmusuz bunu? Siir midir? Mecaz midir? Metafizik midir? “Böö felsefe istemezük” deyip kaçacak misiniz? “Biz agir abi degiliz, entel dantel bilmeyiz” mi diyeceksiniz?
Bir alıntı ile bitirelim :
(Ayrıca bkz. Nûr 35, Bakara 257,… )
Umulur ki kalbinizdeki yarasalari kovarsiniz da aklin nuru ile FaRK-lari FaRK edersiniz.
Yazan:Selahattin Tarih: Nis 5, 2011 | Reply
“yanlışa takat yetmez”
Üç kelime ne çok şey izah ediyor…
Son yazdıklarınızı üç kelimelik yazımı düşünerek tekrar okuyunuz…
Yazan:sq Tarih: Nis 5, 2011 | Reply
Mehmet Bey,
Sadece Fethullah Gülen cemaati nezninde değil, “bireyi eriten” bu tarz tüm organizasyonlara aynı tavırdayım. Hadi işin politik ve ekonomik boyutunu geçtim.
“kafayı kullanmak” diyorsunuz, bahsettiğiniz “ışık” böyle sürü psikolojileri içinde yok olur gider. “kafayı kullanan” insan KENDİ IŞIĞINI KENDİ ARAR, araya aracı koymaz.
Yazan:ali yardım Tarih: Nis 5, 2011 | Reply
yazıya genel olarak katılıyorum. cemaat mensupları gayri insani tavırlar içerisine girmeyen insanlar genelde. lakin kaçırdığımız bir nokta şu olabilir:bazen bir cemaatin içerisindeki bir grup kendisine yönelik aşırı tehdit algısından dolayı, muvazeneyi hakkaniyeti kaybederek davranabilir. devlet kurumundaki FG mensuplarınında durumu budur. irtica avında avlanmamak için, özel hayatından arkadaş ilişkilerine kadar diken içinde yaşamışlardır. cemaat mensuplarının içine dahi kimi zaman muhbirler sızmıştır. karargah özel olarak bu hareketi bitirmek için çalışmalar yapmıştır. bir çok kişi ordudan FGci denilerek atılmış, birçok kişinin okuduğu dersaneden dolayı liyakatına bakılmaksızın önü kesilmiştir.
kısacası FG cemaati olağan şartlar içerisinde doğmuş bir cemaat değil ki, onlardan olağan refleks bekleyelim. bir sivil toplum örgütü gibi davranmasını mı bekleyecektik? devlet yetkilileri,bu grubun “Üstad” olarak kabul ettiği kişinin mezarına dahi tahammül edememiştir. dini grupların toplumsal tezahürlerini ortadan kaldırmak ve nufüz kazanmalarını engellemek amacıyla, totaliterizmin en alası uygulandıktan sonra, “aaa! bunlar da hiç şeffaf değil canım” demek için biraz safdil olmak lazım.
bu yorumu cemaatin hakkaniyeti aşan davranışlarını meşrulaştırma amacıyla yazmadım. lakin normalleşmeye ihtiyacımız hepimizin var, sadece cemaatin değil. bu konjonktürde de zor.
Yazan:ufukcoskun Tarih: Nis 5, 2011 | Reply
Cemaati devlet, hocayı da diktatör gibi görmek-tekrar etmek gerekirse- “haksızlıktır.”Bir paranoyadır bu..Bu ülkede bulaşıcı bir hastalık gibi günden güne yayılan “ötekileştirme” mikrobunu içimize kimlerin enjekte ettiği bilinen bir gerçektir.İnsanlık tarihi bir bakıma baskıcı,yasakçı ve insanı sürekli görmezden gelen kesimlerle tarihin her döneminde insanı tüm unsurlarıyla öne çeken kesimlerin mücadelesinden ibarettir.Bugün bölgemizde adına Ergenekon denilen kesim bana göre insanlık tarihinin her döneminde sahnede yeri etmiş olan baskıcı,yasakçı ve insankarşıtı bir oluşumun bugün bizdeki karşılığıdır..Bu zihniyet yeni değildir.Ve şeytanla ciddi bir pazarlığı da söz konusudur.
Kimi zaman Hz.Muhammed’in (A.S.) döneminde Mekke derin yapılanması olarak çıktı karşımıza,kimi zaman Yusuf’un(a.s)karşısında dikildiler.Kimi zaman bir Kaddafi olup çıktı karşımıza kimi zaman faşist oldu kimi zaman solcu oldu..Ne olduysa oldu ama başından beri insanı sürekli yok saydı..Ermeniyi,Kürdü,Aleviyi,Hristiyanı,Museviyi insandan önceye aldı ve sürekli ötekiliştirdi.Kendinden başka adam tanımadı yeryüzünde..Mikrop dediğim hadise bu.. F.hoca mevzubahis edildiği için birde hadiseye bu pencereden bakmamız gerektiğini hatırlatmak istedim..
Şimdi biz bana kalırsa ne olusak olalım safımızı burada netleştirmemiz gerekiyor.Ya Hak adına İnsan diyeceğiz insna kardeşlerimizle birlikte.Yada ne olursak olalım insnaşığımızın önüne birşeyler ekleme gereği hissedeceğiz.(hastalıkta burada başlıyor zaten)Bir arkadaşım şöyle demişti bir ara; peygamberimiz Muhammed’e(a.s) risalet adam etmedi.Risalet adama geldi..Allah adına Allahçılık taslamak yerine Allah adına önce insan demeyi öneririm ben…Biz gözlerimizi hak için açarsak görürürüz..Hak için kelam edersek söz doğruya gider.Kimse insanlığının önüne herhangi bir sıfat eklemeden gönlünü işletmeyi becerirse belki Ömer(r.a)’ın vakti evvelinde eksik bulduğu hidayete doğru bir yelken açabiliriz..
Yazan:aziz yılmaz Tarih: Nis 6, 2011 | Reply
Her kurum gibi cemaat da eleştirilebilir tabi.Sorun eleştirmekte değil nasıl eleştirildiğindedir.Ya da eleştiri yapılırken hangi kriter baz alınıyor?Sanırım meselenin özü burada saklı.
FG cemaatine genel eleştiri konusu oluşturabilecek bir kaç olasılık üzerinde durmak istiyorum.Ancak önce hangi algı üzerinden tartışılacağını tesbit etmek gerekir.Örneğin:
bir,-FG cemattini-eleştiriyor muyuz?,
iki,organize bir örgüt olarak suçlu mu bulmaktayız?
ve üç,yoksa her koşulda sadece “karşıtlık”hissiyatiyla kökten karşı duruş mu göstermekteyiz?
Zira tartışmanın verimliliği açısından hem çıkış noktamızın(ya da bakış açımızın şeklinin)ne olduğ, hem de bu farklı bakış açılarını hangi dayanaklar üzerine kurduğumuz önem arzetmektedir.
Cemaate yönelik tartışmaların eksenine dahil olabilecek muhtemel saiklere dönecek olursak,yukarıda belirttiğim farklı algılar üzerinden hareket ederek gözden geçirelim.
1-ELEŞTİREL BAKIŞ düzeyinde kalan değerlendirmelerin ana eksenini-cemaatlerin kollektif yapılar olmaları hasebiyle-bireyi öğüten/birey olmayı engelleyen yanı oluşturuyor.Zira birey(ler)in kendi olma ya da kendini geliştirme/gerçekleştirme yolunda kollektif yapı ve/veya kolktivist düşünce kısıtlayıcı bir role sahiptir.Birey,bu tür yöntemlerin esas alındığı toplumsal örgütlenmelerde tek başına karar verici değildir…Genel geçer doğruları kendisi değil, ait olduğu(veya kendini ait hissettiği) grup tarafından belirlenir.Ve ayrıca düşüncelerinde de özgür değildir;O’nun adına başkaları düşünür…Doğruları/yanlışları,iyi/kötü gibi ahlaki norm ve kriterleri düzenleyen,tayin eden,yön veren bir grup’a dahildir.
Dolayısıyla bu yönüyle, diğer kollektif yapı/kurum/sistem vb gibi,cemaatler de birey olma önünde tartışmaya açık bir risk ve engel oluşturmaktadır.Dolayısıyla da bu yönlü kaygı veya eleştirel bakış bana göre son derece anlaşılırdır.Zira Kemalizm,resmi ideoloji güdümündeki hakim görüş,egemen zihniyet vb.nin birey olma yönünde kimi olumsuz etkilerini tartışıyorsak-ki tartışıyoruz- pekala aynı düzlemde camaat olarak bilinen bu yapı da eleştirilebilmeli ve tartışmaya açık olmalıdır.
Lakin bu noktada dikkat edilmesi gereken bir ayrıntı var.Her yere “eli uzanabilen”,”her taşın altından çıkabilen” büyük organizasyonlar diyoruz.Doğrudur.Ne var ki yakındığımız bu organizasyonlar bir tek/istisna değildir.Daha açık bir ifadeyle FG cemaatiyle sınırlıdır diyemeyiz.Meylettiği “tarafı” ya da “çıkar ortaklığını”hangi iktidar dinamikleri üzerine bina ettiği bir yana,acaba Türkiye’de bu anlamda dev organizasyonlara dönüşmemiş,kurumsal yapısını bu manada güç ve iktidar dengeleri üzerine kurmamış tek bir alan kalmış mıdır?-istisna dışı azınlıkta olan bir kaç STK’yı saymazsak tabi.
Mesela basını ele alalım,halkın bilgi alma kaynağı olan basın-onun yandaşı,bunun yandaşı tartışmasına şimdilik girmeyelim-tekelleşip, gazetecilik dışında siyasetten, ticarete,borsadan sanayiye,ithalat ve ihracata kadar bütün alanları kontrol altında tutmuş değil midir?Nedir mesela basın adı altında kartelleşen bu dev yapılanmaları cemaat dediğimiz organizasyonlardan daha tehlikeli kılan şey?İşlevlerini,toplum üzerindeki(olumlu olumsuz)etkilerini geçtim,halihazırda mutlak bir güç haline gelen basın’ın cemaatlere göre manevra alanını geniş tutmaya olanak tanıyan farklı yasalar mı var?
Dolayısıyla,salt bir anlam yüklenerek bir yapının eleştiri menziline alınması bütünü ıskalamak demektir.Netice itibariyle mevcut toplumsal dinamikler/hukuksal altyapı vs dev organizasyonlar yaratabilmeye müsaitse sorun sistemde demektir.A ya da B,hiç farketmez,sistemin bir şekilde her yere eli uzanabilen,her taşın altından çıkabilen yapılar üretmesi kaçınılmazdır.
2-ORGANİZE BİR ÖRGÜT veya “suç örgütü”muamalesiyle değerlendiriliyorsa…Bu minvalde yapılan eleştirenlere katılmam mümkün değil.Zira,birinci maddede de değindiğim olumsuzluklarıyla beğenmeyebilirsiniz.Uygulama ve yöntemi doğru bulmayabilirsiniz.Ne var ki mevcut yasaların dışına çıkılmadığı sürece suç isnat edilemez.Suçlu ya da terör muamalesi yapılmayacağı gibi, sırf görüşlerine katılmamaktan ötürü yasak ve yaptırım da uygulanamz.Zira hem örgütlenme hakkını savunacak ama diğer yandan “yok mu bunları durdurabilecek babayiğit”derseniz o savunduğunuz örgütlenme ve ifade hakkının bir anlamı kalmaz.Basın kendi alanının dışına çıktığında buna ses çıkarmayanların,tek “cemaat”kavramına karşı gelip bunun tehlikeli bulunması politik bir zaafiyetten öte bir anlam ifade etmez.Ve kimse de böyle bir politik doğruculuk’a ikna olmaz. İkna olunmaz çünkü bir medya kuruluşunun kartelleşmesi, büyüyüp palazlanması,dal budak salması karşısında yasal bir yaptırım sözkonusu değilse;ister adı cemaat olur,ister tarikat, hiçbir yapının önüne kısıtlayıcı bir engel konamaz.Ha,suç teşkil edebilecek eylemler sözkonusuysa itiraz hakkı doğar ve doğmalıdır.Peki silah ve şiddetle işleri var mıdır bu cemaatin?Yok.Bünyesine aldıkları insanlara bir dayatmaları veya toplumu bu yönde tehdit etmişler midir?Yok.O zaman da sorar benim gibi biri:o yok,bu yok e peki ne alıp veremediğiniz var bu cemaatle?Mensupları gönüllü katılmışsa bu yapıya,birey olup olamayacaklarının tasasını bırakınız bu seçimde bulunanların olsun.
Neymiş efendim cemaat soslu polis,öğretmen,savcı,yargıç,gazeteci falan oluyormuş da devletin içine sızıyorlarmış.Bilmeyen yabancı bir devlete ajan sızıyor zanneder.Hem,ırkçılık soslu,terör ve şiddet soslu olmasın yeter bence.Ne var,cemaate gönül verdiyse polis,hakim,savcı öğretmen olmasın mı?Haketmişse,yeterli vasıflara da sahipse ister cemaatten olur,ister milliyetçi ya da dindar,muhafazakar solcu ya da sağcı.Yani inancından,ideolojisinden ötürü insan neden sakıncalı olur anlayan beri gelsin.
Kısacası asıl totalitarizm,inancından,dünya görüşünden ötürü insanların etiketlenip sakıncalı bulunması ve ötekileştirilmesidir.Fakat maalesef bizde tam tersi oluyor.Listesi kabarık epeyi “sakıncalı” varken bu anlayış totalitarizm olmuyor,totalitarizmden sayılmıyor da ne hikmetse sırf varlıklarından rahatsız olduğumuzdan ötürü bir kısım insanın birlikte hareket edip daynaşmalarından,örgütlenmelerinden 50 tane türlü dikta,toatalitarizm bilmemne çıkarımları icat edebiliyoruz.
Sonuç:Gülen Cemaatiyle hiçbir fikir bağım yok,örtüşebildiğimiz bir nokta olduğunu da hiç mi hiç düşünmüyorum.Ama bu ülkede demokrasi varsa ve demokrasiye inanıyorsam sırf aynı frekansta değiliz diye sivil bir örgütlenmenin yasaklanması taraftarı olamam.Daha iyi fikirlerim,projelerim varsa bunlarla yarışırım.Olması gereken budur.Yani iş ve icraata bakılmalı etiketlere değil,beğenmiyorsam daha iyisini yapmayı/olmayı hedeflerim ama “diğerine/ötekine”de sonuna kadar varolma hakkı tanayarak.
3-HER KOŞULDA SADECE “KARŞITLIK”HİSSİYATIYLA kökten karşı çıkanlara gelelim en son.İşte asıl bam teli de burasıdır.Bu gruba girenler,aslında neye itiraz ettiklerinin bile farkında değiller.Sadece itiraz etmek için itiraz ederler.Boğa’nın kırmızıya allerjisi neyse onlarınki de odur.Bunlar,bugün neler yaşadıklarımızla pek ilglenmezler,böyle bir dert ve kaygıları yoktur.Oksijen gibi komplo teorilerine muhtaçtırlar.İlgi ve uzmanlık alanları, gelecek üzerine felaket seneryoları kurgulamaktır.Korku ve endişe karışımı bir psikolojiyle gölgeleriyle savaşır gibi bu hayali düşmanlarıyla savaşmayı bir yaşam biçimi,bir felsefe haline getirmişlerdir.
İşte benim için ukte olan bu gruptur.Çok isterdim mesela bu paranoyanın altında gerçekten neyin yattığını,bu anlaşılmaz korkuyu besleyen kaynağın ne olduğunu öğrenmeyi.Yakın çevremden,akrabalarımdan bu gelecek korkusuyla hayatını kendine zehir eden,şüphe ve endişelerle kendini helak eden yığınla insan tanıyorum zira.Öyle ki belki merakımı giderme adına da olabilir ancak anlamak adına empati kurmayı çok denedim bu insanlarla.Sabırla dinledim;en ufak bir ayrıntıyı,anlamamda işe yarayabilecek hiçbir ip ucunu atlamaksızın.Hala da çabalıyorum bu yolda bir umut ışığı yakalayabilirim diye.Çünkü biliyorum ki hiçbir şey nedensiz değildir.Anlaşılmaz ve tuhaf olsa da da her duygu,düşünce,davranış ve eğilimin ardında hep saklı bir şeyler vardır;o duyguyu yaşayanın bildiği/hissettiği ama onu yadırgayan(lar)ın bilmediğ,anla(ya)madığı…Ne var ki çoğunlukla hep sonuçsuz kaldı çabalarım.Ne ben onları anlayabildim,ne de onlar beni.
Yazan:Selehattin&Baybars Tarih: Nis 6, 2011 | Reply
Bir Hidayetten önce takva var birde hidayetten sonra takva var bunu abilerinize sorun? Hidayetten önce takva bir işe yarar mı?
Hidayet nedir?
diyor biri hakaret ediyor diğer ikisi MY nickli kankasını kınayan bir tek cümle yazmamış, üstelik desteklemiş.İşte cemaat anlayışı: öTEKİLERE BÖYLE oluyor sonra bize ötekileştirme uyarısı dersi veriyor. Kendi kafalarındaki İnsanlığa/Hidayete örnek.
/
Kuran-ı Kerime bütüncül bakan kardeşlerim; bir insan öğretmen olsun, muhtar, bakan, eşi baş örtülü, namaz kılıyor, bir adam risaleler okuyor, fıtri vasıflarının bazılarını koruyor olsun ama Şirk koşuyorsa bu adama/kadına ahlaklı insan diye bilir miyiz? Kuran-ı Kerime bütüncül bakan kardeşim, siz yetiştirdiğiniz öğrencilere ahlak bir bütündür şirk koşarsanız ahlakınız gider dediniz mi ? Hayır.
Allahın Hukuku ile hükmetmeyenler Allahın siyaseti ile de hükmedemezler, Allahın siyasetini de anlayamazlar ve öylede.
Çünkü; Rabbim iki kollu bir terazi yapmış (Kollarınızı yana açın, T şeklinde) ve demişki TERAZİNİN bir tarafında Allahın Hukuku/hükmü ile hükmetmeyenler, Diğer tarafında Kafirler var (Maide 45). Rabbimin siyaset terminolojisinde böyle sınıflandırılıyor Kafirler diye. Bu kadar basit ve ötekileştirici ama bu kadar net, imanın başlaması için gereklide. Rabbim böyle diyor.
Allah, faiz alan Allah ve Resulüne savaş açmış gibidir derken faiz alma amelini hukuki muamelesini imana sizin anlayacağınız dilde söylersek siyasete rucu ederek , düşman yerine koyarak hukuk ile siyaset arasında ayrım yapmıyor. Basit bir işlem ile insana din ile şeriat arasında ayrım yapmaması gerektiğini bize hatırlatıyor. İmanı ile ameli arasında ayrım yapmaması gerektiğini hatırlatıyor.
Maide suresi 72 ayette “Allah üçün üçüncüsüdür diyenler kafir oldular, onlara ortak koşanlara (şirk koşanlara) CENNET i haram kıldım” ayetine istinaden sırf böyle kısa 3 kelimelik ve basit bir cümleyi söyleyip Hıristiyan dünyasını bu sözlerle yönlendirenler kafir oluyorlar o kadarda dünyayı imar etmişlerdi. (aynı sizler gibi) Meşvereti canlandırmışlardı -Hıristiyan dünyası- ama asıl dikkat edilmesi gerekenlere dikkat etmemişlerdi, Allaha şirk koşmamanın anlamını öğrenmemişlerdi.
Şimdi ben şirke mi dikkat edeyim, Allahın hükümlerini dile getirerek kafir olmamaya mı dikkat edeyim bu yönde tedbirler alayım, uyaranları dinleyeyim, Yoksa kardeşim hayat 3 kelimeden ibaret değil meşveret alanı da geniş yani içi doldurulacak küçük parçacıklarda var diyen çok geniş açılım yaptığını düşünen kardeşlerimi mi dinleyeyim?
Yazan:ç-z Tarih: Nis 6, 2011 | Reply
Ne olmasını bekliyordunuz ki?
Denetlenemeyen ve politikadan, ekonomiye her taşın altından çıkan, basın organları, yayınevleri olan kocaman bir organizasyona herkesin gül vermesini mi?(sq)
:)) kimin iktidarına şuursuzca itaat edilerek kime gül verildiği bir fark edilse!
Ahtapot gibi her alana yayılmış bir kir sadece polis ve yargıyla temizlenebilir mi? İmkansız. Bu işin arkasında kararlılıkla duran bir siyaset ve halk desteği şart. Bizim siyasetçilerimizin bir kısmı halehazırda Karargah partisi olarak kirin avukatlığına soyunduklarını ilan ettiler zaten. Kire bulaşmış olduklarının delillerine ulaşılanları dahi masum/temiz/kahraman ilan edip vekil adayı olarak takdim etmekten bile imtina etmiyorlar. Asla kirden arınmış temiz bir boşluk oluşmasına tahammülleri yok!
Çıldıranlar da bu temizlik işinde halkın desteğini kırabilmek için üretip, demokrasi/özgürlük/adalet ambalajı ile kapladıkları yalanlarıyla akılları karıştırmaya çalışıyorlar.
Renkli,şeker tadında yutulabilir draje olmayan acı gerçekler;
Ortada darbeler, faili meçhul cinayetler, ölüm kuyuları, toplu mezarlar, silahlar, bombalar ve tüm bunların ucundan kulağından olsa da ulaşılıp DOKUNULABİLMİŞ failler varken akıl izan dışı bir şekilde KARARGAH ve CEMAAT mukayesesi yapmak İnsan olanın aklına yapılan bir hakaret olabilir ancak.
Kendi ürettikleri yalanlara inanılmasını bekleyenler arkalarında temizlenmiş boşluk bırakanlar. Senelerdir kendilerine sunulan her yalanı afiyetle mideye indirmekten artık yalan obezi olmuşlara “aklınızı kullanıp bu yalanı yemeyin” demek pek bir anlam ifade etmiyor. Bir konuda yazarken ellerine bulaşan yalanı saklayabiliyorlar ama başka bir konuda gizli gizli yedikleri yalandan kirlenmiş zihniyetlerini saklayamıyorlar ne yazık ki. Vicdan diyetisyenine başvurmak yerine kendi eşsiz(!) akıllarının kibir iştahıyla yalan yemeğe devam etmek isteyenlere afiyet olsun.
Yazan:mer'A-kıl Tarih: Nis 6, 2011 | Reply
Sn.Selahattin&Baybars
Yorumunuzu, herkesten saklanan ama sizin şahitlik ettiğiniz için kesin olarak bildiğiniz gerçeği gayet emin bir şekilde açıklıyor gibi yazmışsınız.
Bu durumda merak ettiğim hususa tek doğru cevabı bilen biri olarak siz yanıt verebilirsiniz; Ötekileştirme nasıl vuku bulur ve cemaatleşilir? Bir topluluk, “biz cemaatiz” demekle mi yoksa “siz ve kankalarınız/abileriniz bir cemaatsiniz” demekle mi cemaatleşir ve mukavemet kazanır?
-araya adam almayın biz bir cemaatiz!
-aralarına girmeyin onlar bir cemaat!
Yazan:Selehattin&Baybars Tarih: Nis 6, 2011 | Reply
Ötekileştirme Allahın emir ve yasaklarına uyup uymama ile vuku bulur mesela islamda eşitlik yoktur onun için farklılık ve dereceler vardır zina yapan ile zina yapmayan, cahil ile alim, kafir ile mümin eşit değildir bu bir ötekileştirmedir ayrıca tepe noktada bu islami sistemi kabul eden ve etmeyen diye bir ötekileştirme yapılabilir.
Ötekileştirme insan fıtratında ve yaşamında var, Yukarıda dediğimiz gibi red etmeden iman başlamaz, “la” demeden iman başlamaz.
Her türlü sözü söyleyerek, her türlü aracı kullanarak cemaatleşir.
Amelleri bir olan topluluklar kasdediliyorsa İkisinde de cemaatleşir mukavemet kazanır. (İyi düşün).
Yazan:mer'A-kıl Tarih: Nis 6, 2011 | Reply
Sn.Selehattin&Baybars
Hükümlerinizi bir kez daha akıl terazisine tabi tutup biraz daha insaflı yazarak size hitaben yazan ya da yazacak olanlara yardımcı olabilirsiniz. İsterseniz tabii. Eşitlik olmadan bilenle bilmeyenin bir olamayacağından söz edilemeyeceği akledilebilir(39/9) öyle değil mi? Ve bu vahyedilmiş Allah kelamı olduğu için bilebiliyoruz. Bu kelamı kendi söylemiş/akletmiş gibi sahiplenen, kendini bilen olarak payelendirirken ötekileri de bilmeyenler olarak ilan etme gafletine kapılır. Sonrası malum;
Zina,cehalet, iman..yazmış olduğunuz örneklerin hepsi bir insanın diğerini etiketlemek, ötekileştirmek üzere kullanılması için değildir.Öncelik kendini/nefsini bilmek değil midir? Tüm yazdıklarınız günah ve sevabı ayırt edip sıratı müstakimde kalabilmeleri için insana öğretilen doğru ve yanlışlardır. Gaflet, işaret edilen günahları bilen ve sakınan olduğu vehmiyle kibre kapılmaktır; ötekilerden değilim!
Konumuz insanın insanı ötekileştirmesi.Siz ise faille fiili karıştırmışsınız..(cennetlikleri ve cehennemlikleri siz bilebilir misiniz?) Eşitlik de burada; herkes her zaman “la” diyebilir. Bu durumda hangi aralıkta mümin olduğunu söyleyen biri diğerini “İslam’da eşitlik yoktur” diyerek ötekileştirebilir?
Ötekiler başlığı altında sıralanmış sıfatlar ile tanımlayarak da insanlar bir cemaat olarak tanımlanabilirler. örn; irticacılar, gericiler,….Bu biraz da düşmana göre kendini/dostunu tanımlamaya benziyor.
Elbette ve benim de anlatmaya çalıştığım buydu zaten.
Kimse kimsenin bu dünya hayatını kendisine benzemediği için cehenneme çevirmiyorsa şayet ne dernekleşmenin,ne örgütlenmenin,ne cemaatleşemenin eleştirilip sorun edilecek bir tarafı olamaz öyle değil mi? Bunun için de hidayet,feraset,dirayet gerek!
Not:Ötekileştirme Allahın emir ve yasaklarına uyup uymama ile vuku bulur …x….Ötekileştirme insan fıtratında ve yaşamında var,(her ikisi de sizin cümleniz..üzerinde tekrar düşünmek faydalı olabilir!)
Yazan:Ebru Tarih: Nis 6, 2011 | Reply
neler yapmadik ummetimiz için,
kimimiz dünyanin dört bir yaninda okul açtik,
kimimiz giybet ettik 🙁
alimler buyurmuslar ki “iftiranin erisemeyecegi hiç bir iffet yoktur”
Peygamberimiz’e SAV ve ailesine bile ne iftiralar atilmis ve hala da atiliyor. Gazali’nin söyledigi gibi “bir insan ne için yaratilmissa o is onun için kolaylastirilmistir”. Evet, size kolay gelen nedir? Ummetimize hizmet mi yoksa calisanlarin dedikodusunu yapmak mi? (iyi dusunun)
Yazan:MY Tarih: Nis 6, 2011 | Reply
Burada acayip bir dil-mantık hatası var. “Yapmak” ile “olmak” fiilleri birbirine girmiş.
mantıksız bir soru gibi. mesela “zenciler neden daha çok aptallık yapar?” sorusuna cevap veremezsin. önyargılar ve dil-mantık hatasıyla örülmüş bir sorudur bu. Cevap hak etmez. Soru sahibine söylemek gerekir.
“ötekileştirme” kavramı da keyfi kullanılıyor. Kimlikle alakalidir bu. Islam’daki emir ve yasaklarla alakasi yok. Zaten bu bizim DD içinde icad ettigimiz bir kelime degil ki. Otherisation diye bir sey var. Sonra “Alterity” gibi elzem oldugu yerler var. Böyle dogru ile yanlisi birbirine katip yazilmis yorumlara cevap vermek zor. Anlamini bilmediginiz kelimeleri kullanmaktan kaçinirsaniz iyi olur. Hele ALLAH’in ismini dahil ettiginiz cümlelerde…
Yazan:gürhan Tarih: Nis 7, 2011 | Reply
Cemaatin kanalı Samanyolu’nda yayınlanan “Tek Türkiye” tarzı diziler bile, cemaatin milliyetçi-devletçi ve kürt düşmanı tavrını açıklayıcı nitelikte. Tartışacak çok da fazla bir şey görmüyorum, bir tarafta kemalist-ulusalcı gericilik; diğer tarafta ise cemaatçi-sermaye eksenli ve Osmanlıcı-milliyetçi gericilik. Tartışmamız gereken asıl nokta, bu halkın 12 Eylül’ün bıraktığı pislik ve tortulardan üreyen, gericiliğin bu iki varyantı arasında sıkışıp kalmışlığının aslında bir kader olmadığı, özgürlükçü,demokrasi hedefli, merkeziyetçi arkaik yönetim mekanizmalarını ilga edecek; başörtüsüne özgürlük derken, kürtlere ölüm demeyecek samimi ve “devrimci” bir sol ihtimalin yegane çıkış kapısı olduğunun akıldan çıkarılmamasıdır.
Yazan:mujdat Tarih: Nis 9, 2011 | Reply
s.a. kardeşler..
Gayrı muslum bir din adamı, kendisini ziyarete geldiğinde Peygamber (a.s) nasıl davranmış ise; müslüman birey de başka bir dinin din adamlarına öyle davranmalıdır.
Olayı bu yönde ele alırsanız MÜSLÜMAN gibi davranmış olursunuz..
Böylece, kim ümmetten kim değil anlamak kolaylaşır.
Allah hepimizi islah etsin.
Yazan:Ahmet Somut Tarih: Nis 9, 2011 | Reply
Cemaatin milliyetçi-devletçi ve Kürt düşmanı olduğunu söylemiş birisi. Tamamen yanlış düşünceler bunlar ama anlaşılabilir düşünceler de aynı zamanda. Cemaatin kaynağını aldığı kitapların bir Kürt tarafından yazıldığını düşündüğünüzde, milliyetçiliğin de ağa babasının bizzat Deccal olarak tanımlanan kişi olduğu düşünülünce daha iyi anlaşılır belki. Devletçilik ise sadece “sahip çıkma” olarak düşünülebilir. Ama devletin pisliklerine sahip çıkma değil bu. Sadece en kötü yönetim bile yönetimsizlikten (anarşiden, kargaşadan) daha iyidir mantığı. Ve belki zaman içinde devletin de ıslah olacağı, ıslah edilebileceği inancı…
Cemaatin içine çok sayıda eski ülkücü/milliyetçi katılım olduğundan da durum böyle görünmüş olabilir belki. Veya cemaat omzu kalabalıkların fazla dikkatini çekmemek için kendini “hafifçe” milliyetçi çizgide lanse etmiş olabilir. Ama sonuçta bu cemaat kendisine Kuran’ı ve Sünneti referans almış bir cemaattir. Bu ikisinde de “Arabın Aceme üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvayladır” denmiyor mu? O NEDENLE GEÇİNİZ EFENDİM BU KÜRT DÜŞMANI PALAVRALARINI!
Cemaatin en büyük düşmanının en büyük icraatlerinde görebilirsiniz. Bu cemaat okullarıyla meşhurdur. En büyük düşmanları da CEHALETTİR.
Yazan:emre Tarih: Nis 10, 2011 | Reply
siz burda havanda su dövün
“Turkey ‘world leader’ in imprisoned journalists, IPI report says”
http://www.hurriyetdailynews.com/n.php?n=ipi-report-declares-turkey-world-leader-of-imprisoned-journalists-2011-04-08
Yazan:Zeyneb Karataş Tarih: Nis 10, 2011 | Reply
DD’ye has birşey midir bilmiyorum ama özellikle makaleleri okuduktan sonra yorumlara geçince ‘dalıyorum’ ve yorumlar bitince ‘ yazar tam olarak ne demişti’ sorusunu soruyorum kendime ve tekrar dönüp yazarın makalesini okuma gereği hissediyorum. Sanıyorum bu yorumcu arkadaşların ‘dolu’luluğundan sebep ama bir sebep daha var ki, yorumcuların kendi aralarında konuyu farklı mecralara çekebilme esnekliği…Yazılan yazıların işaret fişeği görevi gördüğü kesin.
Yazar evvelce cemaatle bir bağı sebebiyle (iyi hatıraları olmalı) olaya efsaneler üzerinden bakmamış. Doğru olanı yapmış elbette ama cemaatteki’tedbir’ mekanizmasının çok iyi işlemesinden dolayı, özellikle güncel meselelerde tam anlamıyla ne düşündüklerini kestirmek zor oluyor. Hal böyle olunca da dışarıdan bakanlar buzlu camın arkasından ne görebiliyorlarsa onu anlatıyorlar. Cemaatin işleyişi şeffaf olmadığı,finansmanları,vize bilme almanın çok zor olduğu birçok ülkeye okul yapmaları,oralarda rahatça cemaatleşmeleri, özellikle Batı’daki islamofobi’den ne kadar etkilendiklerini…..
Bilmiyoruz, cemaat hakkında en fazla öğrenci işlerini,esnaf görüşmelerini biliyorum/z. Özellikle dinlerarası diyalog’a önem verirken müslümanlar arası diyalogtan kaçtıkları eleştirisini de yabana atacak değilim.
Kürtlerle esas itibariyle bir sorunları olduklarını düşünmüyorum ama Ahmet Somut Beyin de bahsettiği gibi eski ülkücülerin özellikle Batıda fazlalaştığı bir cemaatte bireysel hırçınlıkların olması kaçınılmaz genele mal etmemek lazım ama cemaatin devletle uzlaşmacı görünen,resmi politikalarına ters düşmeyen, en doğal hak olan başörtüsü meselesinde cemaatsel duruşla ‘taviz’den yana duran bir cemaat ne yazık ki Takkiyeci, içten hesapçı olarak görülüyor.
Cemaat sivri adamları sevmiyor, cemaatin içinde ama psikolojik olarak hala birey kalmayı başaranları içine sindiremiyor, mesela kürtçe müzik dinlemek ‘tedbir gereği’ yasaktı benim öğrenci evleri hatıralarımda..
Bütün bunlara rağmen cemaati kurgusunu yine cemaat yapmalı yani bize kendini daha şeffaf anlatırsa belki bu kadar cemaate yüklenme olmaz, diye düşünüyorum.
Yazan:selim sezer Tarih: Nis 28, 2011 | Reply
cemaat Hadi Uluengin’in tabiriyle camia oldu. Şahısların hatalarını tamama mal etmemek lazım. Cemaati karalayanlar şu riski iyi düşünmeli: İDDİALARINDA HAKSIZLARSA MİLYONA VARAN KİŞİNİN KUL HAKKINA GİRİYORLAR!
Yazan:KH Tarih: Haz 22, 2011 | Reply
Cemaat bir yaşam paylaşım sistemi olarak kalsa bir fikir kuruluşu olarak kalsa hiç bir sözüm olmaz. Cemaat bir siyasi parti gibi davranıp siyaset yaparsa aşiretler gibi oy deposu olarak görülürse. Kendinden olanı kayırıp olmayanı yakarsa en saf düşüncelerle bile kurulmuş olsa zehirdir, zarardır, olmamalıdır.
Yazan:Muhalif Tarih: Şub 13, 2014 | Reply
En basiretlimiz Beytullah Beymiş. Kendisine buradan takdir ve tebriklerimi iletiyorum, eğer okursa diye. Ve “hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ayetini yaşadık.