Baran, Mecid Mecidi (2001)
By Suzan Nur Basarslan on May 27, 2011 in Aşk, İnsan, Sanat, Sinema
Yalnız yaşayan Allah’a komşu olur… Ayrılık öyle bir ateştir ki alevi yürek yakar.
Şimdi aşk zamanıdır… Bıyıklar yeni terlemiş, kan deli deli akmakta, yerinde duramayıp her şeye ve herkese burnunu sokmakta, biraz huysuz, biraz delişmen, biraz çenesi düşük, biraz kinci, biraz inatçıdır… Hepsinin toplamı, gençtir işte ve zaman ‘aşk’ zamanıdır, aşk-ı baran altında ıslanma zamanıdır.
Sonra baran gelir, rahmetin kapılarını açar ve sır ayan olur gencin gözlerine, gözlerinden yüreğine… Baran ile gelen aşk olur, Rahmet olur Latif’in yüreği/ne. Aynalar çıkar ortaya, bakışlar değişir, aşkla dolanın siması güzelleşir, aşk sureti ve dâhi sireti güzelleştirir. Durduk yere tebessüm eder insan neden yokken ve aslında neden varken ve o neden aşikârken ama aşikâr olan henüz yürek hanesinin sınırlarında misafir ediliyorken. Yollar gözlenir, öyle de güzeldir ki beklenen anlar. İnsan hâlden hâle girer. Farklıdır herkesten. Onda mantık aranmaz artık, mantık ve akıl terk-i diyar eylemiştir haneyi, hanede başkası oturmaktadır çünkü. Kelimelere ihtiyacı yoktur aşkın, kelimelere. Onun dili ayrıdır. Lâl eder insanı o, sır eder yürekte sevileni, kelimeye dökmez onu, dökemez onu. Aşkın kelimesi tektir, o da sevgilinin adıdır. Ondan gayrısı, israf-ı kelâmdır. Görülen hep sevgilidir, duyulan, hissedilen… Dünya şarkısını söyler, aşığın payına sessizlik düşer; o sessizliğin içindedir âşık olunan. Sonra sevgiliyi gözünden sakınmaya başlar âşık. Korkar onu kaybetmekten. İlk ayrılık gelir, karlar altındadır dünya, soğuktur, sessizdir, soluk almaz hiçbir şey… Sevgiliyi aramaya çıkınca yüreğin dili konuşur:
Ayrılık öyle bir ateştir ki alevi yürek yakar.
Aşk, yürek hanesinin sınırlarını aşmıştır artık… Sevgili o kadar yakın ama o kadar da uzaktır ki. Sonra cananın yüzü görülür ama o yüz, dertlidir. Dert, âşığın derdi olur; derdin dermanı için yaşlar akar gözlerden. Yeter ki sevgili iyi olsun. Yeter ki onun yüzü gülsün. Yeter ki o huzurlu olsun. Yeter ki… Âşığın bildiği tek şey o’dur, her şey o’dur: Sevgili. Sevgili… Ona feda edilir, feda edilebilecek ne varsa. Ona ait seslere kulak kesilir, ondan başka anlamı olan kelimelere kulak tıkanır, ondan bahsetmeyen kelimeler anlamını yitirir. Madem her şey sevgilidir, öyleyse onun için kendini de feda etmelidir. Varlığını yok etmelidir. Her şey feda edildiğinde aşkta sıra, ayrılığındır. Asıl ayrılığın… Ayrılık mı aşkı büyütür, aşk mı ayrılığı bilinmez de, aşkta bir şekilde sıra, ayrılığa gelir.
Baran gider, baran gelir; giden iz bırakır, gelen izleri siler. İzler silinse de hayatın içinde, sevgiliye dair; aşığın izleğinde sevgiliye dair her şey imgeye dönüşür. Artık o, uçuşan bir perdenin ardındadır, verilemeyen bir hediyedir, havuzun içindeki kırmızı balıktır, yerde bir ayak izidir, kavuşturan ve ayıran yağmurdur… Sevgili gitse de, kalan gene sevgilidir. Aşığın payına hep, tek başına yaşamak düşer sevdayı. Kendinden vazgeçen, kendinde kimi görür?
Baran İranlı yönetmen Mecid Mecidi’nin 2001 yapımı filmi. 1979’da Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgâl etmesi, 10 yıllık işgâlin ardından başlayan iç savaş, Taliban rejimi ve 3 yıllık kuraklık sonucu Afganistan’dan İran’a göç eden ve olumsuz şartlarda çalışan Afganlı göçmenleri fonuna yerleştiren, bu sosyal sorunu Latif ve Baran aşkı ile kompoze edip aktaran bir film. Filmin mekânı bir inşaat alanı ve Afganlı göçmenlerin yaşadığı köy. Filmin konusu; babası dördüncü kattan düştüğü için erkek kılığında babasının yerine çalışan Rahmet’in/Baran’ın, Latif’in işini alması sonucu, Latif’in işi elinden alındığı için önce kin beslese de, Rahmet’in sırrı ortaya çıktığında duygularının kinden aşka kayması ve aşk’ın, sosyal bir tema etrafında ilmek ilmek dokunmasıdır.
Filmde, aşkın her safhası öyle güzel anlatılmış ve buna sosyal bir sorun o kadar dozunda yerleştirilmiş ki, film realist-duygusal çizgide tam orta noktada durmakta; bu da filmin en başarılı yönlerinden biri. İlginç olansa, aşk anlatılırken, aşka dair tek bir kelimenin bile kullanılmamış olması. Latif’in ayakkabısını tamir ettirdiği sahnede, ayakkabı ustasının söylediği tek cümle dışında ki o da aşkın ayrılığından bahseder ve siz bu sahnede bir şekilde bu konuşmanın yapılacağını hissedersiniz.
Filmde şiir gibi dediğiniz sahneler ardı sıra akıp gidiyor: İlk ayrılıktaki karlar, sevgiliyi arayıştaki yollar, derede akıp giden yemin, ayrılık günü havuz kenarındaki çaresizlik, uçuşan perde, küçücük bir objenin filmin merkezine yerleşmesi, sevgilinin ayak izi ve yağmur… Baran ve baran…
Mecidi sinemasının en güzel yönü, insanı anlatırken, ne yaşarsa yaşasın insan, insana dair güzel hallerin, umudun, -insanın hatasını bile anlatsa- vicdanın göstergelerini taşıyor ve bunu anlatıyor olması. Sinema anlayışı Mecidi’yi sınırlı bir alana hapsediyor gibi görünse de, Mecidi, o çizgide kendisine sınırsız kapılar açmış bir yönetmen. Hiçbir şeyi şeyleştirmeden/nesneleştirmeden, yargılamadan, genellemeden, insana yönelen kamerasıyla insanı ve onu, ‘İnsan’ yapan yönleri anlatan tarzı/üslûbu/seçimi Mecidi’yi farklı kılıyor.
Erdebilli Latif’i ve Afganlı Göçmen Rahmet/Baran’ı izlediğinizi düşünüyorsanız sadece, yanılıyorsunuz; çünkü Latif ve Baran’la açılan kapıdan/kameradan aşkı, hayatı, insanı, dürüstlüğü, merhameti, paylaşmayı, fakirliği, göçmenliği, hüznü… anlatır Mecidi ve aşkı merkeze alarak, nasıl aşk merkeziyse hayatın, sebebiyse, bu merkezden hayatı seyrettirir, hayatı ve onun farklı yönlerini…
Fajr Film Festivali ve Montreal Film Festivali’nden birçok ödül almış bir film Baran ve henüz izlemedinizse, mutlaka izleyin.
6 Yorum
Yazan:MY Tarih: May 27, 2011 | Reply
belki de yalniz oldugunu fark edenler ve yalniz olMAdigini vehmedenler? Zahirî yalnizlik sayesinde uyanan, agâh olanlar? Tipki benim zahirî gurbetime bakip kendisinin anavatanda yasadigini vehmedenler gibi…
insanin yüregini isitan bir yazi Suzannur, ALLAH senden razi olsun.
Yazan:suzannur Tarih: May 27, 2011 | Reply
Abi bugün Sadık Yalsızuçanlar dedi ki, Fehmi Gemuhluoğlu’nun sözünü hatırlatarak, Uyumayan bir uyanıklık içinde ol ve Allah’tan razı ol. Eyvallah demesini öğren. En zorudur eyvallah demek, değince az dert anlıyor insan rızanın da ne kadar zor olduğunu. Yalnızlıkta dost Allah’sa eyvallah.Cemaline de celaline de…
Yazan:Beşir Eymen Tarih: May 28, 2011 | Reply
Suzan Hanım yine, yeniden teşekkürler.
Sizden bu film için de yazmanızı isteyecektim ki bu hakkı ve cesareti kendimde bulamadığım için sessizce bekledim. Ve yazmışsınız. 🙂 İnanın hem sevindim hem şaşırdım.
Aşkı, ayrılığı, savaşı ve kaybolanları şiir gibi işleyen, renkli ama bir o kadar da siyah-beyaz bir film.
Öyle sahneler varki, birkaç damla göz yazı akıtmamak cimrilik olur kanaatimce.
Majid Majidi her zaman ki gibi fazla söze gerek bırakmamış.
Kaleminize zeval gelmesin Suzan Hanım. Teşekküler..
Yazan:suzannur Tarih: May 28, 2011 | Reply
Beşir Bey, keşke söyleseydiniz. Zaten izleme listemdeydi. Her zaman film izleyemiyorum ama izleme dönemine girince mümkün olduğunca izlemeye çalışıyorum. Güzel yorumunuza ve esere dair incelemelerinize teşekkür ederim. Saygıyla efendim.
Yazan:hayat Tarih: Haz 1, 2011 | Reply
Bu tür güzel seyirlik çalışmaları bizlerle buluşturan ve buna bir şekilde vesile olan tüm emek sahiplerine teşekkürü bir borç bilirim.
Bu tür filmlere pek aşina değildim ama sizleri takib ettikçe ufkum açılıyor gözlerim gerçekten güzellikleri temaşa ediyor.Yüreğim gerçekliklere ortak oluyor.Bir çok sahnesinde duygu yoğunluğu yaşamamak mümkün değil.Ne acılar,ızdıraplar ve ne güzel bir sadakat,karşılıksız, hiçbir şey ummadan.Acılarımız var diyordum ama bu kareleri her izlediğimde meğerse acıyı hiç tanımadığımı idrak ediyorum.Daha çok izleyebilecek ve akledebilecek nice güzel eserleri temaşa etmek umuduyla…
Yazan:suzannur Tarih: Haz 1, 2011 | Reply
Sayın Hayat, daha nice güzel filmle buluşmak üzere inşallah. Hepimizin acıları var ve her acı, yaşayana büyük. Kendinizi başkalarının acı ve mutluluğu ile kıyaslamayın. Selamla…