Nuri Bilge Ceylan Sinemasını Okumak: Açıklayıcı Bir Tercüme
By Alper Gürkan on Haz 8, 2011 in Kitap Sohbeti, Sanat, Sinema
Bir rivayettir…
Uzak filminin galasında yanına gelip “Mahmut’un bindiği küçük arabanın onun kişiliğini yansıttığından” bahseden bir seyirciye, “Hayır” der Nuri Bilge Ceylan; “o kendi arabamdır, filmde o nedenle kullanıldı.”
Seyirci pes etmez ve bu kez de “çatışan iki karakterin içtikleri sigaraların markaları üzerinden kültür farklılığına değinip değinmediğini” sorar. Ceylan yine “Hayır” der, “birinin parası azdır Samsun içer, diğerininse durumu iyidir Marlboro içer, hepsi bu! ”
* * *
1995’te “Koza” ile başlayan Nuri Bilge Ceylan (NBC) sineması, belirli klişeler üzerinden anlaşılmaya çalışıldıkça karmaşıklaşan bir olguya dönüştü zamanla: Filmleri bir taraftan Cannes gibi sinemanın en prestijli festivallerinde gösterilip ödüllere değer bulunurken, diğer taraftan kendi ülkesinde boş salonlarda gösteriliyordu. Bu durum sıradan sinema seyircisinde bir kafa karışıklığı yarattı. Üstelik piyasa odaklı medyada sadece ödül aldığında haber olabilen Ceylan’ın diğer bazı ünlü isimler gibi geleneksel değerlere ya da muhafazakâr söylemlere dair ters çıkışları da görülmediği için etiketlemek de kolay olmadı hemen. Öyle ki Avrupa’nın orta yerinde Türkiye için yaptığı “yalnız ve güzel ülke” tanımı, onu vatan haini ilan etmeye de engel teşkil ediyordu. Ama ortada bir sorun vardı! Bu adam bambaşka biçimlerde başka bir şeylerden söz ediyordu…
Malumdur ki ekonomik ve kültürel nedenlerle sinemada film seyretmeyi lüks olarak gören toplumumuz da Batı’da olduğu gibi seyredeceği zaman eğlencelik filmleri tercih etmektedir çoğunlukla. Ki bu doğaldır. Çünkü sanatın alımlanma yelpazesi, oldukça geniş olsa da kitleler belirli bir çerçevenin dışına pek çıkmazlar: Tabakalaşmanın derinleşip belirginleştiği her toplumda, kültür de ona paralel olarak tabakalara bölünür ve derinleşir. Her malın bir alıcısı olduğu gibi her eserin de bir alımlayıcısı oluşur zamanla. Halk yığınlarının hislerine tercüman olduğu düşünülen popüler sanattan alt kültürün ürettiği yer altı edebiyatına ya da azımsanacak kadar nadiren yenilenen yüksek sanata kadar tüm üretim ve sunumlar belli bir etki çevreni içinde var olur ve kendi kaderlerini yaşarlar. Kimi merkezde kalır, kimi çevrede. Ama hiçbirisi, sağlıksız ve tutarsız olan bu kültür ikliminde bir takım kıyaslamalara ve karşılaştırmalara kurban olmaktan kurtarılamaz kolay kolay.
NBC sinemasının yarattığı kafa karışıklığının çekirdeğini de esasta filmlerin tartıştığı meseleler değil, bu kıyaslamalar oluşturmaktadır. Ne olup olmadıklarına dair karşılıklı çekimserliklere bürünmüş çatışma da yine burada ortaya çıkar: Seyirciyi gözleme ve düşünmeye zorlayan bu filmlerin çekim planlarından diyalogların azlığına, karakterlerin temsil yeteneklerinden işlenen konulara, hemen her noktada sinema sanatının tüm esin kaynaklarını süzerek oluşturduğu özgün dil, yönetmenin içine çok da girmek istemediği bir anlam tartışmasına dönüşmüş durumdadır bugün.
Alışılmış anlatımların verdiği rahatlıkla “güzel zaman geçirmek” niyetinde olan seyirci, ona bunları vaat eden sinemadan aldığı hazla tatmin olurken karşısında ona “güzel olan”ın ne olduğunu öğretmek isteyenlerle karşı karşıya getirilmiştir onun yüzünden! Tıpkı “Orhan Pamuk” için birçok otorite “Avrupa’ya roman yazmayı yeniden öğretiyor.” demesine rağmen, “Cümleleri uzun olduğu için ben okumuyorum…” diye başlayan eleştirilerde olduğu gibi NBC için de farklı tabakalardan yükselen birbirine zıt fikirler böylece havada uçuşmaya başlamıştır.
Şu kabul edilmelidir ki NBC sineması, anlatım şeklinden ziyade özü itibariyle yani anlattıkları itibariyle popülerleşemeyecek bir sinemadır. Bu nedenle onun daha sarih filmler yapmasını beklemek, kitleleri kucaklamasını talep etmek; bol diyaloglu, aksiyon yüklü, ajitasyon düzeyinde müziklerle tıka basa doldurulmuş filmler üretmesini istemek kendi başına anlamsız bir talep olacaktır. Ki onun minimalist tarzla işlenmiş, zamansal ve mekânsal durağanlıkla yoğrulan anlatımının popülerleşmesi mümkün değildir. Çünkü yönetmenin dert edindiği meseleler; gündelik yaşamın içinde kaybolmuş, zamanı salt araçsal olarak algılayan, bu nedenle de varoluşunu yaşayamayan, kendini gerçekleştirme olanaklarını tamamen yitirmiş olan geniş kitlelere hitap etmemektedir.
Kendisinin de sık sık ifade ettiği gibi NBC, tıpkı filmlerindeki ana karakterler gibi “uzak”laşmıştır topluma. Doğal olarak, bu uzaklıkla net bir şekilde görebildiği meseleleri ele alırken bu meselelerle meşgul kişilerin ilgisine mazhar olacak bir üslup geliştirmeye yönelmiştir. Yani seçkincidir. Ki zaten kendisi de son filminin uzunluğuyla ilgili olarak “Sıkılanları filmin ilk yarısında elemek istedim.”demektedir. Bu yönden kitlelere hitap etmek gibi bir derdi ve arzusu olmayan Ceylan’ın filmlerini seyretmek ve onu sevdiğini söylemek yönetmenin de işaret ettiği gibi biraz zahmetli bir iş olmak durumundadır. “Pes etmeyen” seyirciye ulaşması umuduyla da bu tarz yönetmenleri ele alan kitaplara, belgesellere, söyleşilere ihtiyaç duyulmaktadır.
Kocaeli Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Hasan Akbulut da bunun farkındalığıyla, seyirci için yönetmenin filmlerinin açıklayıcı tercümanlığı görevini üstlenmiş ve “Nuri Bilge Ceylan Sinemasını Okumak” kitabını kaleme almış. Bu sayede yukarıda aktarılan çatışma ve çelişkilerin anlamlandırılabilmesi için NBC’ın sinema diline dair kaynakları ve kavramları sistemli bir şekilde tasnif ederken filmlerin anlaşılması zahmetine talip olanlar için de bir kılavuz hazırlamış…
Kitap -2005’ten önce yazıldığı için- yönetmenin son dönemde çektiği İklimler, Üç Maymun ve Bir Zamanlar Anadolu’da filmlerini ihtiva etmese de ilk dönemde oluşturmak istediği kurmaca evreni için birçok ipucu ve izahatı barındırıyor. Mana, sessizlik ve yabancılık üstüne kurulu olan NBC sinemasını, anlamada kolaylık sağlayan bir tür “ruh akrabalığına” sahip olduğunu düşünen yazarın bu filmlerde bulduğu estetiği düşünme çabasının bir ürünü kitap. “Aksiyonun olmadığı bir yavaşlık ve günlük yaşamın sıradanlıklarını kapsayan bir yalınlıkla” dolu olan NBC filmleri ile yaşamı/karakteri arasındaki müşterek noktalar üzerinde durmanın ehemmiyetini vurgulayan yazar, yönetmenin eserlerinin genel karakteristiğine de buradan ulaşmaya çalışıyor. Bu yönden kitabın esas maksadı; Koza’dan Uzak’a kadar olan filmografisi içerisinde usta yönetmenin kullandığı temaları, ortaklıkları, devamlılık gösteren karakterleri, anlatısal ve biçimsel özellikleri saptayarak” bir anlam haritası oluşturma gayreti de denilebilir.
Bunu yapmak için de anlatı, zaman, mekân, minimalizm ve gerçeklik kavramlarına sıkça başvuran Akbulut, her film için ayrı bölümlerde yaptığı analizi bütüncül bir sunuma dönüştürmüş. Ceylan’ın sanatsal yolculuğunda tesirleri bulunan Ingmar Bergman, Andrei Tarkovsky, Michelangelo Antonioni gibi ustaların da yorumları ve eserleriyle anıldığı kitap; 90’larda başlayıp 2000’lerde kendini gösteren ve Batı’da oldukça ilgi uyandıran Türkiye sinemasına dair düşünmeler için de bir potansiyel taşıyor: Bu yönden Zeki Demirkubuz, Semih Kaplanoğlu, Yeşim Ustaoğlu, Özcan Alper gibi isimlerin de yükselişiyle paralel olarak sinema sanatına getirilen yerel ve yeni yorumları da daha dikkatli gözleme imkânı veriyor.
Sinema sanatıyla doğrudan bir alakası olmasa bile okuyucunun ilgisini çekebilen “Nuri Bilge Ceylan Sinemasını Okumak”, sinemanın bir sanat olarak okunmasının metodlarına dair öğretici de bir çalışma olma vasfını taşıyor.
* Hasan Akbulut, Bağlam Yayınları, 2005
… Bu konu ilginizi çektiyse…
Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…
”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”
Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin
Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var. Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.
Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.
Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …
1 Yorum
Yazan:Küskün Tarih: Haz 13, 2011 | Reply
Cannes Film Festivali’nde “Üç Maymun” filmiyle “En İyi Yönetmen” seçilen Nuri Bilge Ceylan’ın, “Bu ödülü tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkeme adıyorum” sözlerini, Avrupalılara karşı ve de ödüllerini Türklüğe, tarihimize sövmekten dolayı almış Pamuk ve Şafak’lara karşı çok anlamlı meydan okuma olarak algıladık… Gözlerimiz yaşardı. Hasan Pulur’un yazdığı gibi: “Hayır Nuri Bilge Ceylan, bizi bu yaşta hıçkırarak ağlatmaya hakkın yok…
Hele “yalnız ve güzel ülkem” demenize ne kadar hasret olduğumuzu biliyor muydunuz ? Ben de doğrusu hayret ettim: Nasıl oldu da Nuri Bilge Ceylan bu ödülü alabildi diye? O, “Ermenileri nasıl kestik” konulu bir film yapmamıştı ki? Yapmış olsaydı o da Nobel’i alır, bizim “aydınlar” da onu koyacak yer bulamazlardı… Fakat bizim “aydınlar” şimdi Nuri Bilge Ceylan konusunda pek sıkıntıdalar! Sözlerini alkışlasalar bir türlü, aleyhinde yazsalar başka türlü!
Başka bir yönetmen var; “asker olup, silah tutacağıma, Türkiye’ye hiç gelmem” diyen bir adam; onların meşrebine daha uygun!
Ahmet Kekeç adında biri sıkıntısından ne yazacağını bilemiyor; “Bence, Ceylan’ın sözü, iç ve dış müstevlilere ince bir göndermeydi” diyor. Ve bu güzel sözlerin anlamını, ‘Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur’ gerçeğini söyleyen yönetmen Abdullah Oğuz’u, “daha neler” diye kınıyor! Bu adam, “kimlerin” Türkün gerçek dostları olduğunu adlarıyla bir söyleseler.
İçimizdeki müstevliler
Evet, içimizdeki “müstevlileri” milliyetçilik, Ordu düşmanları sözde aydınları -sizleri- çok iyi biliyoruz.
Hani adamın biri tepenin üstüne çıkmış, “Ulan şeyler” diye bağırmış. Kekeç bu “şeylerin” kimler olduğunu bilir; bir sürü insan ortaya fırlamış… Adam da, “Amma da çokmuşsunuz!” demiş. Gerçekten de “ne kadar çoklar” ve çoğalmaktalar! AB rantlarının, burslarının, fonlarının “ışığını görenler” dışarıya fırlıyorlar!
Kim yetiştiriyor “bu nazeninleri” bu kadar pervasızca? Tabii Üniversite kürsülerini işgal etmiş sözde aydın, o “öğretim üyeleri.” Bunlar, Mehmet Altan, Murat Belge, Atilla Yayla vb. “muteber üniversitelerde” kürsü sahipleri, Türk milletine, değerlerine ve hatta Atatürk’e pervasızca sövüyorlar… Ve serbestçe, gençlerin beyinlerini yıkıyor, kafalarını karıştırıyorlar! Çünkü “Düşünce ve ifade özgürlüğü”, Türklüğü aşağılamak “hakkı var…” Kürtçülerin, Ermenilerin hakları var, Türklüğe sövenleri savunurlar ama Türkiye’nin, Türklerin – mesela Azerilerin, Türkmenlerin – hakları, Banu Avar’ın durumu onların umurlarında bile değil!
Amerika’da, Fransa’da, diğer Avrupa ülkelerinde “Türkler Ermeni soykırımı yapmadı” demek “kanunen yasak!” Bu aydınlar, merak ediyorum, bu yasağı “ifade ve düşünce özgürlüğünün” neresine koyarlar?
Ayşe Kadın
Yeni Örnek: Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Ayşe Kadıoğlu adlı milliyetçilik düşmanı, RADİKAL Ek’indeki yazılarından malûm bir kadın. Şimdi bir kitap yazmış: “Vatandaşlığın Dönüşümü” adlı kitapta, Türkiye’nin “Ulus-devletin” zincirinden kurtulması gerektiğini savunuyor. Der ki “Öncelikli mesele ulusla devlet arasındaki evlilik. Önce onların boşanması gerekiyor. Ulusal kimlik, devleti rehin alıyor. Ulus devletlerin şemsiye kimliği altında etnik ve dinsel kimlikler kayboluyor. Ulusal kimlik yerine çok kültürlü anayasaya bağlılık olmalı”
Ve bu “kadın” TCK’nin, 301’inci maddesinin tümüyle ortadan kaldırılmasını istiyor; “Türklüğe hakaretin suç teşkil etmesi, böyle bir kategorinin var olması tuhaf” diyor. Aslında “tuhaf”olan bu kadınlarla adamlar!
Bunlar milliyetçiliği, TC Ulus Devletini yok ederlerse yerine ne koyacaklar. Malum; Liberalizmi, Liboşluğu Liboselliği! Avrupa’yı AB Egemenliğini!
YENİÇAĞ – Güncel haberler, yazarlar,siyaset, son dakika, haber, anında haber, spor,yeniçağ ,Yeni çağ, milliyetçilik,atatürk
Nuri Bilge CEYLAN ı yürekten tebrik ederim…Bu ülkenin böyle sanatçılara ve aydınlara ihtiyacı vardır…
Kansız,şereften yoksun,kimliksiz aydınlara değil…Kendilerinin nelerin uzantısı olduklarını çok iyi biliyoruz mandacı,şakşakçı aydınların..
Hayırlı ömürler, ülkemiz adına güzel başarılara imza atman dileğiyle Nuri Bilge CEYLAN