Ordu’ya mı inansak yoksa PKK’ya mı?
By Mehmet Yılmaz on Eyl 4, 2011 in BDP, Kürtler, PKK, Terör, Ulus-Devlet
Bukonuda:
- MAZLUM-DER, Taraf Gazetesi ve binlerce aktivist salak yerine konabilir mi?
- Yedi insanı kim neden öldürdü?
- PKK o cesetleri hangi mezardan çaldı? (ve 13 cevapsız soru daha)
- Cinayetler PKK’nın üstüne mi kaldı?
Nasreddin Hoca’ya geliyorlar eşeğini ödünç istemeye. O da vermek istemiyor. “Yok, hanım aldı tarlaya gitti”. O sırada eşek başlamaz mı anırmaya? “Hocam sakalından utan, neden yalan söyledin?”. Tabi hoca altta kalır mı? “Esas sen utan, bana mı inanıyorsun eşeğe mi?”
Teorik olarak meşru şiddet kullanan bir ordu-MUZ var. 80 yıldır MUZ cumhuriyeti orduları gibi kendi ülkesini işgal edip durmuş. (Bkz. Kendi ülkesini işgal eden ordu’nun kitabı). Biz 80 senedir kemalist ulus-devletin altında ezilmişiz, ordu-MUZ bunun enstrümanı olmuş. Namaz kılmamız suç olmuş. Evinde kur’an bulunduran bile hapse atılmış. Şapka kanununa karşı gelmekten yargılanıp asılmış kadın var bu memlekette. (Bkz. Kadın hakları ve Kemalizm kitabı)
Bu ordu-MUZ’un karşısında ne var? Karşıda 1950 model marxist gerilla savaşı yapan, Kürt ırkçısı PKK var. Başında Ata-Kürtçülük oynayan tipler, aynı Atatürk’ün yaptığı gibi Kürt soslu ulus-devlet kurmak istiyorlar.
BDP/KCK/PKK ekibi barış istiyor mu? KCK Sözleşmesi denen metine bakıyoruz, marxist bir ütopya. Marx bile bu kadar uçmamıştı. (Bkz. Derin Marx kitabı) Bu ekip şiddet için şiddet isteyen bir duruma gelmiş. Yani bozkürtlerin şiddeti bir meşru müdafa değil. Dikkatleri¨meselenin üzerine çekip bir siyasî süreç başlatmak değil. Şiddet hem amaç hem de araç olmuş.
“Teröristle konuşulmaz” diyenlerden değilim. PKK adına silah kullanmış olsa bile, insan öldürmüş olsa bile… Bu insanların siyaseten temsil edilmeleri gerek. (Bkz. Türkiye bölünür mü? adlı kitap) Kürt milliyetçisi BDP’nin elbette TBMM’de temsil edilmesi gerek. Zira diyalog yollarının kapatıldığı uzun dönemler yaşadık. Kemalist ulus-devlet modeli bu acı ilacı içmeye mecbur ediyor bizi. Çünkü Kürtçeyi hatta “Kürt” kelimesini dahi yasaklamış bir ulus-devletten bahsediyoruz.
Evet, bir yanda saygın(!) ve kullandığı şiddet meşru(!) olan ordu-MUZ, diğer yanda marxist ve ırkçı bir Kürt ütopyası. İyilik bakımından net bir üstünlük göremediğim için elimde bir tek Fayda kalıyor. Barışı gerçekten hangisi isteyebilir?
“Terörü biz hallettik” demeye acayip ihtiyacı olan, FAZLA uzamış bir savaştan muzaffer çıkmak isteyen bir ordu? Ergenekon davası, darbeler, sürekli internete düşen itiraflarla yıpranan, artık kışlasına dönmek isteyen bir ordu görüyorum. Sivil otoriteye itaat ederek, normalleşerek rahata kavuşmayı uman bir ordu.
Diğer yanda ne var?
Kürtlerin meşru ve somut istekleri farz edelim vasat bir şekilde yerine getirildi Ankara tarafından. Eğitim, medya, yerel idareler konusunda arzu edilen hakların %60’ı yeni anayasa ile teminat altına alınmış olsun. Büyük ve nihaî bir başarı sayılmaz ama çok sayıda Kürt yasal yolların açılmasından istifade ederek bu %60’ı %100’e çekmenin yollarını arayacaklardır. Kürt olmayan bir çok STK’nın da buna destek vereceği aşikâr. Kürtler rahat ettikçe kimliklerinin diğer yönlerini daha doğal bir şekilde yaşayacaklar belki. Kadın olarak, Alevî, emekli, sanatsever, işsiz vb olarak da hak arayacaklar. Doğayı korumak, Güney doğu Anadolu bölgesini ağaçlandırmak isteyecekler. Kürtler SADECE Kürt olmaktan kurtulunca BDP/KCK/PKK ekibi ne yapacak? Barış yüzünden gücünü yitirecek bir siyasî hareket sizce barış isteyebilir mi?
Adı “Barış” olan bir partinin mensupları kandan ve kinden başka bir şey söylemiyor. Cesetler, kurbanlar, şehitler,… Izdırap üzerine yapay bir Kürt kimliği inşa ediliyor. İslâm gibi “eski hastalıklar” tedavi ediliyor. Makbul Kürt Müslümanlıktan “kurtuluyor”. Adı “demokrasi” olan bir parti meclise gelmiyor.
Akıl ve vicdan sahibi insanlar barışı kalben istiyor. Ama müttefikleri var: Barışa madden ihtiyacı olanlar, çıkarları barış ile bağdaşanlar. Diğer yanda ise muhtemel bir barışın silip süpüreceği, şiddetten beslenen, kinden, kandan dem vuran, TBMM’ye gelmeyerek demokrasiye zarar veren bir ekip.
Her şeye rağmen, bütün kırılganlığına rağmen bu heterojen barış ekibinin kazanacağını tahmin ediyorum.
… Bu konuda okumak için…
Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler (Kitap + Tartışma)
Süleyman Nazif (1870-1927) Batarya ile Ateş adlı kitabında şöyle diyordu:
“Benim dinim kinimdir… Irkına, vatanına, tarihine ihanet etmiş olan insanların ve milletlerin hiçbirini unutma Türkoğlu! Unutma ve affetme!”
Büyük travmalar, katliamlar ve yok edilme korkusu yaşayan toplumlar geçmişten ders çıkarırken affetmekileacıları unutmak arasında fark göremiyorlar. (Bkz.PKK’lıları affetmek) Etnik kökenimiz benliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan bir baskı, bu renk “yüzünden” çekilen büyük bir acı sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişleIZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilen insanlar giderek insanlıklarını perdeliyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açıyorlar. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Bu korkunç dönüşümü Yahudilerde ve Avrupalı Ermenilerde görmek mümkün. Balkanlarda, KafkaslardaTürk ya da Çerkes olma “suçundan” dolayı bizden önceki kuşaklar da bu şekilde eziyet gördüler. Ölenler bir kez ölürken hayatta kalanlar aşağılanma duygusuyla hergün öldü. Peki ya Kürtler?
“… Şiddet yanlısı Kürtler adeta hızla koşan bir adamın bir cam panele çarpıp yere yığılma duygusunu tekrar tekrar yaşayacaklar. Camın öbür tarafını görecekler ve camın öbür tarafında akan hayatı gözlemleyebilecekler, belki bedenen o hayatın içinde olacaklar ama ruhen hiçbir zaman o camın öbür tarafına geçemeyecekler. Hiçbir zaman kendilerini camın öbür tarafına akan hayatın parçası hissedemeyecekler…”
Böyle diyordu bir gazeteci. Haklıydı. Sadece Kürt olmak istedikçe Kürtlüğünü kaybeden bir kuşak yetişiyor. Tıpkı Türk ulusalcıları gibi geçmişten, gelecekten hatta kendi gölgesinden bile korkan bu insanlar şiddet için şiddet isteyen örgütlerin, partilerin elinde istenen her şekli almaya hazırlar. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz.
… Bu konu ilginizi çektiyse…
Kendi ülkesini işgal eden ordu
Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?
İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
1 Yorum
Yazan:Tigrisda Tarih: Eyl 4, 2011 | Reply
@Mehmet Yılmaz,
Yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum. Bu yazınıza belirttiğiniz noktalara birkaç küçük katkı sunmak istiyorum. Sizin de belirttiğiniz gibi bölge halkı maalesef iki kutup arasına sıkıştırılmış durumda ama bu bence çok planlı ortak bir çalışmanın ürünü. Mesela 12 Eylül döneminden önce bölgede birçok siyasi fraksiyon bulunmakta, kendilerini rahatça ifade edebilmekte ve hatta bugün dahi söylenemeyen birçok şeyi yapabilmekteydiler ki bunlar asla silahlı bir mücadelenin tarafı olmadılar. Kemal Burkay’ın lideri olduğu PSK (Partiya Sosyalistin Kürdistan) Diyarbakırda yerel seçimlerde büyük bir başarı yakalayarak Mehdi Zana’yı belediye başkanı olarak seçtirebilmiştir. Aynı şekilde DDKD’ler (Devrimci Doğu Kültür Dernekleri) gayet demokratça faaliyet göstermekte ve Kürtlerin gaspedilen hakları için legal mücadele vermekteydiler. PKK kendi stratejisini öncelikle bu Kürt derneklerini ortadan kaldırarak Kürt Meselesini kendi tekeline almak üzere yola çıktı ve hemen hemen tüm Kürt dernekleriyle kanlı bir mücadeleye girişti ki Kemal Burkay’ın birçok arkadaşı örgüt tarafından yokedildi. 12 Eylül döneminde ise devlet tüm Kürtlere karşı aynı şiddette harekata geçti, öyle ki insanlar köpekleşerek, kimliksizleştirilerek yaşatılmaya mahkum edildi. Diyarbakır zindanları tam bir ölüm kuyusuna dönüşmüştü. Bu süreçte legal faaliyet gösteren tüm Kürt derneklerinin üyeleri işkencelerden geçtiler, bunun paralelinde cezaevi içinde bulunan PKK mensupları bunlara kendilerini çok daha rahat ve elverişli bir ortamda anlattılar. En önemli kozları ise, bakın bize yapılanlar ortada DDKD sizi koruyamıyor ve hiçbirşey yapamıyor oysa ki örgüt bunlara karşı silahlı mücadele veriyor iddaalarıyla inanılmaz büyük ölçüde ve rahatlıkla eleman kazandılar. İş öyle bir hadde vardı ki kimi örgüt mensupları sadece bir iki kez gördükleri kişilerin isimlerini vererek onların cezaevine düşmesini sağlıyor ve örgüte kazandırabiliyordular. Devlet örgüte inanılmaz büyük bir koz vermişti ve örgüt bunu çok iyi kullandı. Düşünün ki çok dindar bir topluma siz çıkıp ben Marksistim diyorsunuz, Marks Muhammedi yendi diyorsunuz ve beş vakit namazında biri sizinle birlikte ölmek için dağa gelebiliyor. Bunun olabilmesi için devletin çok ama çok çok büyük hatalar yapmış olması gerekirdi ki fazlasıyla yaptı ve kısmen yapmaya devam ediyor. Yaşanan bu süreçte demokrat Kürtlerin tekrar seslerini çıkarmaya yönelik birtakım adımları beni cesaretlendiriyor ve umudum şudur ki Kemal Burkay bunda katalizör görevi görmeyi sürdürecek. Devletin de bunun paralelinde bir an önce Kürtlerin gaspedilen haklarını iade etmesi ve geçmişiyle yüzleşip kendini eleştirebilmesi lazım, bunun birtakım adımlarını görüyoruz. Yoksa geçmişteki gibi iki kutup arasına sıkıştırılmış bir halkı zorla seçim yaptırmaya zorlarsak bir süre sonra bize tümden düşman kesilmiş bir kitleyi büyük bir başarıyla yaratırız.