Liberalizm demokrasiye düşman mıdır?
By Mehmet Yılmaz on Eki 6, 2011 in Demokrasi, Ekonomi, Kapitalizm, Liberal Totalitarizm
Liberalizmin temel ilkeleri ile demokrasi arsında ciddi bir sıkıntı var. Ama layıkıyla anlaşılamıyor bu konu. Sanırım “liberal demokrasi” gibi terimler kullandığımız için ikisini birbirinden ayrılmaz gibi görüyoruz. Oysa liberalizmin “babaları” açıkça demokrasiyi düşman ilân etmişler. Hatta Cumhur’a, halk iradesine Kemalistler gibi tepeden bakmışlar. İki örnek alalım:
Friedrich A. Hayek:
“Piyasanın iç dengelerine ve özel mülkiyete saygı bireyi bağlayan yegâne kural olmalıdır. Piyasanın vatandaşlarca yapılacak kanunlarla düzenlendiği demokrasi bireysel özgürlükler için bir tehlikedir.”(Law, Legislation and Liberty, 1973)
Avusturya Ekolü’nün ünlü ismi Ludwig Von Mises:
“Halk yığınları, oy veren, demokrasilerde hakim olan şu milyonlar bilmeliler ki sahte doktrinlere alet oluyorlar. Sadece Piyasa üzerine kurulu bir toplum onlara arzuladıkları refahı verebilir. Ama halkı ikna etmek için önce elitleri, aydınları ve iş adamlarını ikna etmek gerek.” (12 haziran 1943′te Leonard Read yazdığı mektup)
Hal böyle iken nasıl oluyor da liberalizm ile demokrasi “bir elmanın iki yarısı” gibi tasavvur ediliyor? Sanırım kafa karışıklığının kaynağı liberalizmi serbest piyasa ekonomisi ile AYNI kabul etmek. Bu ikisi aynı şey değil. Piyasa bir mekanizma. Kimi sahalarda bürokrasiye alternatif teşkil edebilir; hatta ETMELİDİR. Meselâ benzin fiatlarını mecliste oy vererek düşük tutarsanız derhal kara borsa oluşur ve benzin piyasada belirlenen “gerçek” fiatından satılır. Liberalizm ise piyasa demek değil. Liberalizm Hayek ve Mises’in de açıkça söylediği gibi bir ideoloji. Bütün ideolojiler gibi dogmatik. Meselâ:
- Piyasa halk iradesinden ve hukuktan üstündür,
- Mutluluk ile zenginlik aynı şeydir,
- İnsan bir üretme/tüketme makinesidir,
- Para ve hak aynı şeydir. Parası olanın hakkı vardır,
- Açgözlülük ve cimrilik gibi kusurlar birbirini iptal eder ve iyilik bu boşluktan doğar…
Serbest piyasa ve demokrasi
Peki bu liberal dogmalara sırt çevirsek de sadece serbest piyasa ekonomisi dersek demokrasiye ve/veya hukuk devletine yönelir miyiz?
Hem evet, hem de hayır:
EVET: Çünkü “Para” denen güç halka yayıldığında devletin muhtemel baskısını dengeleyecek bir unsur teşkil eder. Söz gelimi devletin gazetesi, televizyon kanalı varsa halkın içinden de müteşebbisler çıkar. Medyada çok seslilik demokrasiye hizmet eder, Hayek “Law, Legislation and Liberty” adlı eserinde kısmen bu görüşü savunuyor.
HAYIR: Serbest piyasa ekonomisi yani alıp satma, çalışma ve yatırım serbestliği OTOMATİK OLARAK demokrasiyi desteklemez. Meselâ Çin Halk Cumhuriyeti’nin anayasasında madde 15’te açıkça beyan edildiği gibi bu ülke serbest piyasayı destekliyor. İş adamları doğayı kirletme serbestliğine, işçileri köle gibi çalıştırma serbestliğine sahipler. Netice olarak ne genelde demokratik haklar ne de özelde işçi haklarına saygı gösterilmiyor. (Ticarî bir mal olarak “Adalet” isimli bölüm).
Batı Avrupa ve ABD’nin bugünkü haline baktığımızda ise daha da garip bir durum söz konusu. Liberalizmin ağırlığı altında demokrasiler çatırdıyor, yavaş ama emin adımlarla totalitarizme evriliyor. Neden?
2008’de başlayan ekonomik kriz sürmekte. ve ABD, Fransa, Almanya gibi “batamayacak kadar büyük” devletler dahi zorlanıyorlar. Halk için kurulmuş, halkın vergisiyle yaşayan batılı ulus-devletler finans sektörünün emrine girmiş gibiler. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemiyor insanlar, protesto ediyorlar. Ama batılı ulus-devletler ısrarla hatta bazen polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar.
Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99’un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkları finans sektörünün kölesi yaptı?
2008 krizi ile yeni bir totalitarizme doğru
Endüstri devriminden bu yana gelişen teknoloji ve hızlanan ticarî ilişkiler sermaye birikimini de hızlandırıyor ve para artık o eski para değil. Adam Smith parayı bir kolaylaştırıcı olarak görüyordu, para için “dişli çarkların arasındaki yağ gibi” diyordu. Bugün ise batıda parayı yöneten bir azınlık hiç bir reel değer üretmeden insanları tahakküm altına almakta. Borçlanan insanlar, fabrikalar, hatta devletler bütün bütün yutulmaktalar… Küresel ekonomik kriz bitmedi, biz krizle yaşamaya alıştık. Krizin çıkmasına sebep olan faktörler ortadan kalkmadı. Bu durum yeni krizlere zemin hazırlarken dünya tarihinde dönüm noktası sayılabilecek bir viraja geldik. Liberalizm ve totalitarizm birbiriyle mücadele etmiyor artık, işbirliği yapıyor.
Neden?
Komünizm-kapitalizm sentezi yapan Rusya ve Çin “özel koşulların” gereği olarak değerlendiriliyordu. Demokratik devletler ve ABD ve Avrupa Birliği gibi heterojen yapılar ise 1980′lerden beri liberal ekonomiyi “demokrasinin bir koşulu olarak” destekliyorlardı. Bankaların, finansal kurumların, uluslararası ticaretin önündeki yasal engeller hızla kaldırıldı bu yıllardan itibaren.
Oysa demokrasi ile liberalizm birbiriyle uyumlu değil. Çünkü halkın tercihleri daha güçlü, bazen daha “sosyal” bir devletten, kolektif dayanışmadan, yüksek asgârî ücretten yana olabilir. Yani daha az liberal bir devletten. Peki halka rağmen dayatılmalı mıdır liberalizm? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkların iradesi çiğnenebilir mi? 2008 krizi sırasında ve sonrasında bu soruya koca bir “EVET!” yanıtı verildi. ABD ve Avrupa Birliği’nde kamusal imkânlar kullanarak liberal tercihler batılı ülkelerin halklarına dayatıldı, dayatılıyor.
Ekonomik krizin ortaya çıkmasına sebep olan kuruluşları kurtarmak için milyarlarca dolar harcayan devletler kâh vergileri ağırlaştırıyor, kâh kamu hizmetlerini kısıyor. ABD’nin bazı eyaletlerinde devlet okulları kısmî olarak kapatıldı, sağlık servisleri ve sosyal yardımlar kısıldı. Krizden çıkmak için kullanılan milyarlarca dolar Amerikan halkının alın teriydi. Ama bu para onlara kamu hizmeti olarak geri dönmedi, dönmeyecek.
Avrupa’da da durum daha iyi değil. Güçlü ekonomiler bile sarsılırken zayıf devletler iflas noktasına geldi. İzlanda, Yunanistan, İrlanda, Portekiz kaosun eşiğinde. İngiliz, Fransız ve Alman bankalarının bu ülkelerdeki alacaklarını kurtarmak için yine İngiliz, Fransız ve Alman vatandaşlarından toplanan vergiler kullanılıyor. Bir başka deyişle batılı devletler finansal aktörlerin haciz memuru gibi kendi halklarını soyuyorlar.
“Kemer sıkma” politikaları yakın zamanda sosyal patlamalara, ırkçılığın yükselmesine sebep olabilir. Belki de ulus-devletlerin zayıflayacağı çağdaş bir derebeylik sistemine doğru gidiyor batı dünyası. Fransız ya da Alman vatandaşı olmak yetmeyecek, Microsoft, Coca Cola ya da Mc Donald’s “vatandaşlığına” da ihtiyaç duyacağız. Filan yerde oturmak, doktora gitmek ya da üniversitede çocuk okutmak için devletsi yapılara, örgütlere boyun eğmek gerekecek. Neticede tarihin henüz yazılmamış sayfalarını yaşıyoruz.
Önümüzdeki yıllarda Liberal Totalitarizmin yükselişini mümkün kılan koşullar sürecek gibi görünüyor. Batılı siyasetçiler ve aydınlar İnsan’ın Para ve Teknoloji ile kurduğu ilişkiyi tahlil etmekte başarısız oldular. Solcu, sağcı, liberal, anarşist, alter-mondialist… Genellikle iki aşırı uç arasında kutuplaşıyorlar: “Kahrolsun kapitalizm!” gibi ucuz efelik ve “piyasa-birey neylerse güzel eyler” şeklindeki yobaz liberallik.
Batı demokrasileri liberal bir totalitarizme doğru mu gidiyor? Eğer batı halkın iradesine, kuvvetler ayrılığına, bağımsız yargıya, özgür basına veda ediliyorsa bunun adı « Totalitarizm » olacaktır ister istemez. Batılılar yiyecek dolu bir kilerde aç geziyorlar. Kendi fikrî miraslarında dertlerine derman olacak çareler bolca var aslında. İnsan – Para – Teknoloji üçgenini analiz etmek üzere yüzlerini Simmel, Marx, Weber, Simondon, Arendth gibi düşünürlere dönmeliler.
… Bu konu ilginizi çekiyorsa…
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.
Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.