Sürüdeki topal koyun geçmiş en öne
By İbrahim Becer on Eki 9, 2011 in BDP, PKK, şiddet, Ulusalcılık
Şu aralar zamanımızı, üşenmeyip yazdıklarımızı okuyan, anladıklarının neticesinde bizi “fena halde çuvallamakla” itham eden eş dostun tacizlerini savmakla geçiriyoruz.
“Al sana açılım!” diye başlayan cümleler sıradan oldu bugünlerde. Destek verdiğimiz için bizi suç ortağı ilan eden bizim sevdiklerimiz ve bizi sevenlerin haklı olup olmadıkları başka bir yazı konusu olsa da, “sarhoş düştüğü yere kadar…” misali biz anlamaya ve anlatmaya devam edeceğiz. Ha, mevzi kazandığımız noktalar hiç mi olmuyor? Elbette güzel gelişmeler de oluyor; Dağlıca Baskını sırasında Yarbay rütbesiyle tabur Komutanlığı görevini ifa eden Onur Dirik’in, Dağlıca Vahametinden değil ama başka bir suçtan ‘er rütbesiyle’ ordudan ihracına karar verilmiş. Takvim Gazetesinin haberine göre: “PKK’nın döşediği mayını eliyle imha etmesi için emir verdiği Üsteğmen Çağlar Canbaz’ın ölümüne sebep olan eski Dağlıca Komutanı Onur Dirik’e verilen 2 yıl 11 ay hapis cezası Askeri Yargıtay’ca onandı“.
Dikkat ederseniz Ordu hakkında artık konuşulmuyor bu ülkede. Kriter olarak kendine pervasızlıktan ziyade hukuku ve onun üstünlüğünü utangaç da olsa kabul eden bir kurumla, kimin ne işi olabilir ki? Şimdi tüm sahne ışıkları nobranlığın, vandalizmin, ırkçı terörün mümessilleri üzerine çevrili.
Son zamanlarda PKK’nın kullandığı aşırı şiddetin sebebini anlamaya çalışıyorum. Şiddeti estetize etmesindeki başarısıyla sevdiğim Trevanian’a ve onun Şibumi’sine bir göz attım, yetmedi Tarantino’nun kullandığı orantısız şiddeti gözlerimle görmek için Kill Bil’i bir daha izledim. İşin kökünde, alınması şiddetle arzulanan bir intikam arzusu ve o intikamın peşinden koşan insanların karmaşık hikâyelerinden oluşmuş küçük hikâyelerle karşılaştım.
Elbette ki herkesin hikâyesi bambaşka. Gerçek hayatsa daha bir bambaşka; ne bir Yazarın elinden çıkan ve kılı kırk yaran bir titizlenmeye sahip, ne de bir senaristin kurduğu akıl dolu olay örgüsüne. Alabildiğince hoyrat, Allah’ın bahşettiği aklın sadece kendinde olduğu zannıyla yalan söylemekten çekinmeyen tipik şark kurnazlığı içeren, yine Allah’ın kendisi için kullandığı “eşref-i mahlûkat” tamlamasındaki “şeref” sıfatını almayı reddeden ilkel, bağnaz, riyakâr insanları bünyesinde istihdam etmekte gerçek hayat.
Batman’da bir kadını ve onun henüz ana rahminde olan bebeğini hedef alan iğrenç saldırıyı hatırlıyorsunuzdur. Anne o anda ölürken, bebeği de bir günlük gecikmeyle vefat etti. Bu iğrenç saldırıyı lanetlemek için herhangi bir ırkın ahfadı olmak gerekmez, hele hele bu topraklarda doğup büyümeye bile ihtiyaç yok. Bırakın bir hak dinine mensup olmayı, en ilkel coğrafyadan dört kişi bir araya gelse ve sıfırdan bir din inşa etmeye yeltense, geçtim bir dini, bir “izm” inşa etmeye kalksa Hz. Salih ve devesi bahsine atıfta bulunurcasına “Batman Olayını” kıraat ederler.
Eylemin akabinde öldürülen olayın faili teröristin cenazesi için Muş’ta toplanan BDP’liler bırakın lanetlemeyi, suçu yine başkalarında arayarak “merdi Kıpti, şecaat arz ederken sirkatin söyler” sözünü yine ete kemiğe büründürdüler. Meya-Der Diyarbakır Yöneticisi Mehmet Yaşar,” AKP Hükümeti ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın savaşı sürdürmekle insanlıktan çıktığını, yıllardır süren savaşa rağmen Kürt Halkının barış elini uzatmaktan geri durmadığını” söylüyor. Aynı taziye evinin bir başka misafiri Sırrı Sakık ise kendinden önceki Hatibin anlattıklarına tüy diker bir belagat örneği veriyor:
“Yıllardır hayatın her alanında bedenini feda eden bir Kürt evladını daha toprağa verdik. Sayın Başbakan bu ülkede Ergenekoncuların, Faşistlerin yolunu takip ediyor. Din adı altında Kürt Halkı üzerinde kirli politikalarını sürdürüyor”.
Olayı bir daha hatırlayalım; araçla seyir halinde olan bir grup militanın önü emniyet güçleri tarafından kesiliyor, panikleyen militanların açtığı ateşle bir anne olay yerinde, karnındaki bebeğiyse ertesi gün hayatını kaybediyor. Koca Kürt coğrafyasında “büyük adam” diye lanse edilen bu ikisi de inşaatta kıstırılıp öldürülen teröristin cenazesinde bu lafları ediyor. Lafların ağırlığına bakar mısınız:
“Din adı altında Kürt Halkı üzerinde kirli politikalar sürdürmek, barış elini uzatmak, Ergenekoncuların yolunu takip etmek, insanlıktan çıkmak…”
Hz. Salih ve devesi bahsini açmam bundan sebeptir; Hz. Salih’in kavminin helak olmalarındaki kriteri hatırlayalım isterseniz. “Deveyi öldürenler ve öldürülmesine seyirci kalanlar”. Lâcivert takım elbisenin altına rugan ayakkabı giymenin, vicdanlarda bir hafifletici sebep olmadığını ne zaman öğrenecek bu kavim bilmiyorum.
“İnsanın cüceleştikçe laflarının büyüdüğü” doğru bir çıkarımmış demek ki. Zavallı cüceler! Söyleyecek hiçbir şeyi olmadığı için adına “yalan” bile diyemeyeceğiniz bir şeyleri ağzında geveleyen kifayetsiz muhterisler. Daha da ötesi, doğruyu söyleyemeyen korkaklar taifesi.
İki şeyin eksikliğini çok çekti ve de uzun bir süre çekeceği aşikâr o coğrafyanın: “Cesur insanlar ve cesaretle bilenmiş bir enteljansiyanın yokluğu”. Bu ikisi olmadığı müddetçe, meydanı kimseye emanet etmeyeceği belli olan bu hoyratlar tayfası ne Kürt’e ne de Türk’e bu ülkede gün yüzü gösterir. En basit manipülasyonun dahi ince bir zekâya bulanmasının şart olduğu bu çağda, böylesine hoyratça yalan söylemek için insanın ya aklından zoru olması gerekir ya da muhatabının zekâsını iyiden iyiye aşağılaması.
Bu coğrafyanın şanssızlığı da burada başlıyor zaten. Cesaretin olmayabilir eyvallah, bir “aydın” tanımına da uymayabilirsin ona da tamam ama o mevkileri işgal etmen haramdır haram. Ortalama insan, bizim anladığımız anlamda senin benim gibi bir insanken bazen var olan gerçeği tam da yansıtmıyor olabilir. Özellikle şiddete meyilli, şiddeti uygulamaya cesareti olmadığı durumlarda arsızca bir ifadenin yüzünde belirdiği insanlardan bahsediyorum. Ya da ben niye bahsediyorum ki, Charles Bukowski’den bir alıntıyla bu profili biraz daha netleştirelim: ” Ortalama bir insanda, herhangi bir günde herhangi bir orduya yetecek kadar ihanet, nefret, şiddet ve saçmalık vardır. Cinayet konusunda en becerikliler, cinayet karşıtı vaaz verenlerdir. Nefreti en iyi becerenler, sevmeyi vaaz edenlerdir. Son olarak savaşı en iyi becerenler de barışın vaazını verenlerdir. Ortalama erkekten, ortalama kadından sakının, sevgilerinden sakının. Sevgileri vasattır, vasatı aranır dururlar. Ama nefretleri dâhiyanedir; Nefretleri, seni, beni, herkesi öldürebilecek kadar dâhiyanedir. Kendilerinden farklı olan herşeyi yok etmeye çalışırlar. Nefretleri mükemmeldir; elmas bir bıçak gibi, bir dağ, bir kaplan, bir baldıran otu gibi mükemmeldir…”
Hoş, çok fazla göz önünde bulundukları için biz işin siyasi kanadıyla haşır neşir olsak da “dağ kanadı” dediğimiz taraf da pek farklı değil. Öcalan’ın yakalanıp, derdest edilmesi hakkında beyanat veriyor biri ve gözümüzün içine baka baka söylediği yalanı bir de siz dinleyin: “Önderliğimize ve Halkımıza 15 Şubat uluslararası komplo ile başlayan saldırılar sürekli sürdürülerek devam etmiştir. Bunun karşısında Önderliğimizin özgür bir yaşam uğruna gösterdiği olağan üstü direniş bugün halkımız ve hareketimizin de güçlü yürüyüşü olarak komployu ve komplocuları boşa çıkarmıştır. Bugün bu direniş daha da yükselerek devam etmektedir. Bu Önderliğimizin felsefesi ile ortaya çıkmış olan bir gerçekliktir. Uyanışını sağlayan direnişçi bir halkın bu komploları boşa çıkaracağı netleşmiştir.”
Paragrafın gelişine bakarsan kendini Mustafa Akad’ın yönettiği Ömer Muhtar filminde sanırsın ama çok şükür bunamadık daha. Velev ki bunadık, herkesin bildiği “benim annem de Türk’tür, görev verilirse yapmaya hazırım” türünden pişmanlık ifadelerini ne yapacağız. Şirret düzeyinde bir yalan kötüyken, bu yalana kılıf hazırlayabilmek için söylenebilecek bir yalan daha da kötü.
Kısacası, Bukowski’nin tabiriyle ortalama insanla buraya kadar. En fazla uyguladığı şiddetin ölçüsüyle sizi şaşırtırlar o olur. Daha bir Nasrettin Hoca meşrepliler de Belediye Başkanı sıfatına rağmen gider bir temizlik işçisine savunma verirler, kendine güldürtürler.
Güzel sözdür, yazın bir yere: “Güden çoban sürüyü döndürünce ters yöne, sürüdeki topal koyun geçermiş en öne”
… Bu konu ilginizi çekiyorsa…
Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler
Etnik kökenimiz benliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan bir baskı, bu renk “yüzünden” çekilen büyük bir acı sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişle IZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilen insanlar giderek insanlıklarını perdeliyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açıyorlar. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz.
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
Kendi ülkesini işgal eden ordu
Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.
21 Yorum
Yazan:sevim Tarih: Eki 9, 2011 | Reply
Şu Charles Bukowski denen adam insan posikolojisi konusunda hakketten bir dehaymış. Çünkü bu yazıdaki kin, öfke, aşağılama dolu satırlar ancak bir orduya yetecek kadar potansiyele sahip bir kindar tarafından kaleme alınabilirdi. Alıntı için yazara teşekkür etmek lazım. Yazı için herhalde Bukowski’nin sözlerinden daha uygun bir yorum bulunamazdı.
Yazan:Jale B. Tarih: Eki 9, 2011 | Reply
“Çünkü bu yazıdaki kin, öfke, aşağılama dolu satırlar ancak…”
Yaniliyorsunuz, yazi da kin yok, bikkinlik var. Adi “baris” olan bir partinin siddeti ovmesinden, adi “demokrasi” olan bir partinin once secimleri ve sonra meclisi boykot etmesinden bikmis bir insan var. bikkin olmasini elestirebilirsiniz ama kin konusunda yaniliyorsunuz bence.
Yazan:Abdurrahim Tarih: Eki 9, 2011 | Reply
BDP’liler ne zaman konuşsa Osman Pamukoğlu denen Nazi subayını duyar gibi oluyorum. Sırrı Süreyya Önder, Aysel Tuğluk, Karayılan… bütün bu tayfanın kan ve et kokan söylemlerinden bıktım usandım. Şiddeti övmekten ve yapmaktan ise bıkmadı ulusalcı Kürtler. Inanmıyorsanız bunların konuşmalarında “Kürt” kelimesi yerine “Türk” kelimesi koyun. Farkı(!) fark edin. Ya da “üstün Alman ırkı” deyin, tam Göebels olsun, hani Hitler’in propaganda bakanı vardı ya…
Yazan:Silent Tarih: Eki 9, 2011 | Reply
Sevim Hanim, Kurt ulusalcilari sayesinde(!) AKP bile ak pak gorunuyor. Aferin diyorum BDP’ye. AKP’nin degirmenine su tasiyorlar, hala cakmadilar mi? irkciliklarina itiraz edebilirsiniz ama BDP’nin aptal olduguna itiraz edemezsiniz degil mi?
Yazan:sevim Tarih: Eki 9, 2011 | Reply
Yanılıyor olabilirim. Çünkü hiçbirimizin elinde insana dair duyguları ölçecek cihazlar mevcut değil. Bu bakımdan sizin bıkkınlık olarak tariflediğiniz şey bana göre o bıkkınlığın yarattığı öfkenin dışa vurumudur.
Evet, nefret dili ile eleştiri arasındaki ince çizgiyi ayırmak zordur, biliyorum. Ancak unutulmaması gereken bir nokta var.”Şeref sıfatını rededen ilkel insanlar” gibi aşağılayıcı sıfatlar, yine onaylanamaz sözlere karşılık yazılmış sözlerdir. Nedir o sözler? Elbette, doğruluğundan veya samimiyetinden kuşku duyulan ve nihayetinde şiddete prim verebilecek sözler kasdedilmektedir ki yazarı limitsiz hakaret yağdırmaya yönelten de Sırrı Sakık, Süreyya Önder vd. Kürt siyasetçilerinden alıntılanan sözler neden gösterilmiştir.
Doğrudur, şiddet, ırkçılık ve bunların tanım karşılığı olan faşizm (faşizan eğilimler) tabi ki sadece eylemle sınırlı değildir. Faşizm ve/veya şiddet yatkınlığı; bomba ve silahlardan önce düşüncede başlar ve o düşünceler bir bombadan çok daha tesirli olan “SÖZ”(ler)e bürünerek ortalığı tahrip eder.
Barış söyleminde samimiyetsizlik,” haklının masum şiddeti” şeklinde algılanan “devrimci şiddet” kutsayıcılığı, feraset ve belagat noksanlığı…BDP’nin kendini bir türlü kurtaramadığı zaafiyetlerdir, bu doğru. Ve ayrıca ısrar edilen bu tutum, sizin de ifade buyurduğunuz gibi bıktırıcıdır da. Lakin bundan bıkmış olan tek fert de İbrahim Becer değildir.
İbrahim Becer, SÖZ ile topluma sızması muhtemel şiddeti yargılama bahanesiyle vandalizmin sularına yelken açtığının eminim farkında bile değildir. Zira eleştirdiği davranışa fazlasıyla batmıştır ve kaleminden evet, kin, öfke ve nefret damlamaktadır…Her sözünde intikam amaçlayan aşağılayıcı, onur kırıcı eğilimlerin izleri vardır. Ve evet alıntı yaptığı Bokowski, tekrar ediyorum, yazarın kapıldığı öfke nöbetini ve denetleyemediği hezayanını çok güzel betimlemiş.
Bu arada bıkkınlık demişken… Hiçbir bıkkınlık freni boşalan kamyon misali, önümüze çıkan her şeyi yıkma hakkı vermiyor. Ve hiçbir bıkkınlık şiddet dilini meşru kılacak gerekçeler sunmaz.
Yazara tavsiyemdir, şu sözü yazsın bir kenara: “Dinime küfreden müslüman olsa”
Yazan:çuvaldız Tarih: Eki 9, 2011 | Reply
Az önce H.Babaoğlu’nun hatırlamak ve unutmak üzerine yazdığı şu satırlarını okudum;
Hatırlamak ve unutmak “ şiddet” yoluna döşenebilecek ya da önüne aşılmaz duvar gibi örülebilecek oldukça büyük taşlar. Şiddetin kökeninde “unutmamak ve unutturmamak” üzerine kurgulanarak yoğun ve diri tutulan bir nefret duygusu var.
Bu nefrete ihtiyaç duyanlar yapılan her olumlu değişikliğin şiddet önüne bir duvar koymak olduğunu biliyorlar. Yıllardır değişmeyen yoksunluk edebiyatına ait mottolaşmış cümlelerin artık yeni nesil üzerinde birleştiren/ kışkırtan dolayısıyla yönlendirilebilen güç kaynağı olamayacağının farkındalar; ”Kürt demek yasak, Kürtçe konuşmak, Kürt olmak yasak vb..” Yeni nesil için bu sorunlar tarih oldu. Sebep olduğu mağduriyetler nedeniyle sürekli hatırda olan telafi edilmesi için peşine düşülmesi gereken “egemenlerin gasp ettiği haklardan değiller” artık.
Dert edindikleri esas mesele” insan ve hakları” olmayan leş kargalarının istisnasız, nesilden nesile aktarımını mümkün kılacak şekilde akıllara kazımakta ısrarlı oldukları mesele Kürt=şiddet çıkarımı. “Kürt meselesini(!) şiddeti yükseltilen nefret rüzgarıyla bir araya gelemeyecek kutuplara savurarak ver de kurtul, kes de kurtul türünden kangrenleşmiş bir algıya evirmek. Bu algı, fiiliyata dönüşmüş şiddet minimize edilse bile en ufak bir kıvılcımla her an patlatılmaya hazır canlı bomba gibi.
Çatışma ortamı sürerken, ortalık toz dumanken, aklı korku çengeline asılıp eşref’i kesilerek topal kalmış mahlukat olmaktan sıyrılıp muktedir kılabilecek cesaretin, bir silahın tetiğine basmamakta, bir bombanın pimini çekmemekte olduğunu ısrarla yüksek sesle ikrar edebilecek kadar “eşref-i mahlûkat” kalabilmiş çoban olabilmek zor olsa gerek.Bu aşamada şiddete dur diyebilmek için devlet desteğine ihtiyaç duyduklarını söyleyen yalancı çobanlar çok tabii! Tarihe şekil veren çobanları unutarak muktedir olunacağı vehmiyle tatlı uykuya dalmış böyle entelijansiya varsın uyumaya devam etsin.
Yazan:sevim Tarih: Eki 9, 2011 | Reply
Yanlış hatırlamıyorsam NUTUK’ta geçen ağır, hakaretamiz kelimelerin bolluğuna dair bir yazı vardı sitede. Sevan Nişanyan’ın bir çalışması olabilir, bir de alt alta sıralanmış bir listesi vardı bu itham kelimelerinin. Velhasıl sorgulama konusu olmuştu, öz halkına hitaben kaleme alınmış bir metinde” hıyanet”, “işbirlikçi”, “gaflet ve dalalet içinde olma”, “harici ve dahili bedhahlar” ve daha hatırlayamadığım bir sürü suçlayıcı kelime. Nişanyan, bir de üşenmeyerek bu kelimelerin tekrar (kat)sayısını da vermişti. Bana da tuhaf gelmişti doğrusu. Adı NUTUK olan bir metinde kullanılan bu dil şimdi de bana garip geliyor. Kelime kıtlığı olmadığına göre daha veciz ve etkileyici sözler bulunabilirdi. Neyse, mevzu bu değil. “Çuvallamakla” itham edildiğinden yakınan ve şikayetini “taciz ediliyorum” sözleriyle açıklayan yazarın notunu görünce sözkonusu yazıyı anımsadım. Kendisine (yazara)canı gönülden katılıyorum, hiçbir insan taciz edilmeyi haketmez ve hiçbir insan haketmediğini düşündüğü ithamların hedefi olmak istemez.
Lakin, “Çuvallamakla” suçlanmaktan hoşlanmayarak bu sıfatın yakıştırılmasını taciz sayan birinin, aşağıda listesini vereceğim kelimeleri hoyratça kullanmasını bilmiyorum nasıl açıklmalı?
Çuvallanmakla itham edilmeye içerlenmiş alıngan yazarımız ne pırlanta sözcükler dökmüş birlikte bakalım:
Nobranlık,
Vandalizm,
Irkçı terör mümessilleri,
Tipik şark kurnazları,
Şeref sıfatını rededen ilkel, bağnaz,riyakar(lar)…
(Öğrenme özürlülüğü üzerinden)” Ne zaman öğrenecek bu kavim?” malum “kavimden” kimin kasdedildiğini belirtmeye gerek yok.
Zavallı cüceler,
Kifayetsiz muhterisler,
Korkaklar taifesi,
——–
Bunlar sadece hatırladıklarım, dahası da var, geçiyorum.
İşte yazısının en tepesine insanlardan anlaşılmayı bekleyen sayın Becer’in kelime gardrobundan bunlar saçılıyor. Ve hiç utanmadan, sıkılmadan, yüzü kızarmadan usül erkan dersi veriyor. Hadi ordan derler adama! Sen içindeki ırkçı irini boşaltırken insanların sana güller atmasını mı bekliyorsun be adam diye sorarlar.
Yazan:ali duman Tarih: Eki 9, 2011 | Reply
“barış” ve “demokrasi” maskesiyle savaşa tapınan uzaktan kumandalı ırkçı-ulusal partinin bu yönü deşifre olunca bilge geçinen özünde toplum mühendisliği yapan kalemşörleri hemen kaleme sarıldılar, denebilinir ki içlerinde tek samimi ve maskesiz kişi murat karayılan’dır.
bu ucube yapılanma; kürt halkını, tıpkı “kemalist kişilik bozukluğu” seviyesizliğinde istediği gibi eğip bükecek bir nesne olarak görmektedir.
kürt halkını allah bunların iktidarından korusun, zira saddam rejimini dahi aratacakları gün gibi ortada.
savaşmaktan başka bir şey bilmedikleri, barışı istemedikleri, ancak bu konuda takiyye yaptıkları ortaya çıkınca yalana ve hakikatın katline başvurdular.
Taraf’a yazdığı mektupta ayşe tuğluk, yalanın gerekliliğini dair bol miktarda imalarda bulundu, “kutsal dava için yalanın mubah olacağına yönelik”, “savaşın ilk şehidi hakikattır” gibi özlü sözlerin arkasına sığınarak, kutsal bir davanın neferleri olduklarını, bu dava için zaman zaman yalana ihtiyaç olabileceğini ima etmekten çekinmedi, oysa zaman zaman değil, A’dan Z’ye yalana boğulmuş bulunmaktalar.
30 yıldır önünde secde ettikleri “ÖNDER”i iki dakikada sattılar da, akabinde “önderimiz içeride olduğu için doğru tespitler yapamamaktadır” mealinde aciz açıklamalar yaptılar.
hakikatların içerisinden zımbızla seçtikleri olgulardan yola çıkarak “savaş sürecini hükümetin başlattığını” vurgulamalar gırla gider oldu. Siverek’e bile bir kılıf buldular, peki Tokat Reşadiye ne oldu? her nedense onu pas geçmekteler, zira oyun bozanın kim olduğunu göstermeye yetecek bir örnektir Reşadiye. Hep oyun bozan oldular, nasıl ki önemli bir aşamada 33 silahsız askeri katletmişlerdi ya, değişen hiç bir şey yok, her adımda her aşamada bir KATLİAM yapmakta, her defasında barışı katleden taraf olmaktadırlar, ancak OYUN BİTTİ, DENİZ BİTTİ.
kürt halkı bu ucubeleri daha fazla sırtında taşımak istemiyor, kürt halkının kadınlarını öldürüp özür dilemek neyin nesi? oysa hepimiz biliyoruz ki (ve bunu en iyi kürtler biliyor) bu öldürmeler bilinçli yapılıyor, kürt halkı korku ve terör ile sindirilmeye çalışılmaktadır.
bu ucubeler ordusunu bekleyen tehlike nedir? bu ucubeler ordusu, işbirlikçi ve hain paşaların, içeri tıkılmasından rahatsız olmuşlardır, zira bu işbirlikçi paşalar ile karşılıklı ŞİKELİ BİR SAVAŞ yapılmaktaydı, ŞİKE bitti, koftiden karakol basmalar asker öldürmeler bitti, zira tek bir polis bunlardan 6 tanesini önüne kattı ve kovaladı, haklı bir davanın militanı kaçmaz, bu örnek bile bu korkak tavukların davalarına inançlarının olmadığını göstermektedir.
bu ucubeler ordusu, ergenekon bağlantılıdır, zira bu yüzden AKP düşmanlığı yapmaktadır, zira kürt halkının en fazla sevdiği bir siyasi partiye düşman olmanın başka bir açıklaması olabilir mi? ergenekon’un akp’yi bitirme planının bir parçasıdırlar, salt buna taşeronluk değildir, uluslar arası faiz lobisinin de, israil’in de, hatta başka küresel güçlerin de taşeronluğunu üstlendikleri için, eften püften gerekçelerle barışı sürekli sabote etmeleri normaldir, zira bu ucubelere verilmiş olan görev barışmamak, SAVAŞMAKTIR.
bu taşeron ucubeleri kürt halkını katledildiği jitem gibi, ergenekon gibi davalara omuz verdiklerine tanık olamazsınız.
bu taşeron ucubeler PARTİ KAPATILMASINDAN şikayet ederler de, o parti kapatılmasının zorlaştırılmasına ilişkin anayasa değişikliğine destek verdiklerine şahit olamazsınız, zira dilek ve arzuları partilerinin kapatılmasına, kürtlerin sürekli tahrik edilmesine yöneliktir, zira kürtlere yapılan her baskı, zulum ve haksızlık bunlara güç vermektedir, işte bu yüzden kürt halkının sorunlarının çözümüne değil, çözümsüzlüğün devamına hizmet etmektedirler, işte bu yüzden barıştan değil savaştan yana olurlar, zira barış olunca bunlardan değil m.vekili meclise çaycı bile olamayacakları aşikardır, chp’nin solculuğu nasıl sahte ise bunların kürtcülüğü de sahtedir, mhp’nin milliyetçiliği nasıl sahte ise bunların kürtcülüğü de sahtedir, TKP’nin komünistliği nasıl sahte ise bunların kürtçülükleri de sahtedir, en basit bir dükkan bile adını yabancı bir dilde seçerken, eften püften her konuda milliyetçilik taslayan sahte milliyetçi partinin Türk Diline sahip çıktığına tanık oldunuz mu? sahte TKP’yi emperyalizme karşı çıkarken, kapitalizme karşı çıktığını gördünüz mü? Tusiad ile aynı safta bir komünist partisi olabilir mi? darbecilerle aynı safta bir komünist parti olabilir mi?
SAHTE TÜRK-KÜRT SİYASİ ARENASININ MASKELİ YÜZLERİ BUNLAR.
KÜRT HALKININ BU UCUBELERDEN KURTULMASI İÇİN BİR “KÜRT BAHARINA” İHTİYAÇ VARDIR.
(not: “kürtçülük” tabiri, ırkçılık ve milliyetçilik anlamında değil, kürt halkının haklarının savunulması anlamında kullanılmıştır)
Yazan:sevim Tarih: Eki 9, 2011 | Reply
Evet doğru, darbeci ulusalcılar sayesinde AKP’nin yıldızı parladı. Darbeci ve Ergenekoncu takım içeri tıkılıp etkisizleştirilince de aynı görevi Kürt ulusalcıları devralmış görünüyor. AKP’nin bir kolu gibi çalışıyor BDP. CHP, MHP ile öyle bir hummalı çalışma sürdürüyorlar ki, ben, AKP’nin tüm parti teşkilat ve organlarının, gemçlik ve kadın kollarının bu üçlünün çıkaradığı işi çıkarabileceğini sanmıyorum.
Sormak istediğiniz buysa görüşüm budur.
Ama bu “kendi topuğuna sıkmayı neden çakamadılar?” diye soruyorsanız inanın bu liyakatsızlığın, bu körlüğün nedenini ben de bilmiyorum.
Tuhaf bir denge diyesim geliyor, aptallar olmalı ki kurnazlara gün doğabilsin. Bu nadide üç partimiz artık hikmeti neyse topu birden AKP’ye çalışıyor.
“İtirazıma” gelince, mesele BDP’yi savunmak değil, neresi savunulabir ki? Mesele, BDP’yi bahane ederek küfürü entelektüellikle karıştıran seviye yoksunu zihniyetlerin varlığıdır.
Ha, bu arada, BDP’nin ırkçılığına itiraz etmiş değilim. Irkçılığı sözde analiz edip bal gibi ırkçılığa savrulan anlayışadır itrazım. Çaktınız mı şimdi:)
Yazan:Oktay Ekşi Neden Küfreder? Tarih: Eki 10, 2011 | Reply
Neden?
Cevabını, küfürbazlığı- haklı olarak-eleştiren ve bu eleştirisini muhteşem bir yazıyla dile getiren sayın İbrahim Becer’den dinleyelim.
Neymiş neden: Kemalist olmak!
İlham (Küfürün esin kaynağı) bu kaynaktan (Kemalizmden) geliyormuş.
Pek tabii. Muhtemelen ağza geleni söyleme alışkanlığı buradan da beslenmiş olabilir. Malum, söz sanatının küfürde vucüt bulduğu bu alışkanlığın (yani her kem ve kötü sözün) sadır olduğu bir kaynak vardır. Kemalizm de bu kaynaklardan bir tanesi olabilir. Zira dediğim gibi, SÖZ’lerin şekil aldığı ve sınır tanımaksızın İFADE’ye dökülmesinin türlü referansları vardır ve türlü hikayeleri. Birbirinden farklıdır her bir hikaye. Sadece ortak bir özellikleri vardır hepsinin: Haklılık duygusu!
Bu duygunun ardındaki zihinsel kodları çözümlemek beni aşar. Derin mevzudur.
Ancak konuyu polemik noktasına çekecek denli uzattığımın farkında olmakla beraber İbrahim beye son bir sorum olacak:
Oktay Ekşi Kemalizmden ilham almış diyorsunuz, peki siz nereden alıyorsunuz bu (küfür) ilhamını?
Sonuç: Alıntı yaptığım yazınızda “bu Kemalistlerin ağzı bozuk” demeye getirmişsiniz. Patalojik bulduğunuz bu vakanın dayandığı sebepleri de bir güzel derinlemesine analiz etmişsiniz. İyi hoş da, şu an tartışmakta olduğumuz yazınızdaki lügat Ekşi ve yadırgadığınız diğerlerinden çok mu farklı, ne dersiniz?
Sevim
Yazan:İbrahim Becer Tarih: Eki 12, 2011 | Reply
Yazdığım bir yazıya tekrar düzeltme başlığı altında başka bir yazı yazmak pek âdetim olmasa da DD’de başıma gelen ikinci vaka bu. İlki, iki sene önce yazılan “kararı Kürtler verecek” adlı yazıdan sonra yazdığım “o yazı doğru bir yazı” adlı yazıydı. Çatışmaların düşük tempoda gittiği günlerdi ve Kürt veya Türk milliyetçiliği yapmanın yanlışlığından bahsederek bu işi bıçağı bilemeye benzetmiştim. Malum ya, bıçağın bir tarafını bilerseniz diğer tarafı kendiliğinden bilenir.
İnatçı bir insan değil ama inançlı bir insan olmam hasebiyle, hele ki söz konusu kendi yazdığım bir yazı olduğu için ikinci bir yazıyı yazmak zorunda hissettim kendimi.
“Sürüdeki topal koyun geçmiş en öne” adlı yazıdan sonra da isminin Sevim olduğunu öğrendiğim Hanımefendiyle uzun sürmeyeceği belli olan bir niza yaşayacağımı anladım. Bir sonraki yazının malzemesini oluşturacak olan Öcalan için belge.net’ten indirdiğim “Öcalan Davası” hakkında okuyordum ben de. Kısmet bu yazıyaymış.
Sevim, genç yaşında veremden kaybettiğim teyzemin adı olması sebebiyle üzerinde husumet besleyemeyeceğim bir isimdir. Gençliğinde uzun saçları, zeytin siyahı gözleriyle çok güzel bir kadın olduğu konusunda herkesin hemfikir olduğu teyzemi ben, soluk yüzlü, avurtları çıkmış, istikbali olan ölümünden emin bir şekilde tek katlı, bahçeli evlerinde, uzaklara bakarken hatırlarım daha ziyade. Allah’tan temennim, teyzemin ömrünü DD’deki muhalifimiz Sevim Hanım’a ekleyerek, ömrünü uzun etmesidir.
Yine de kısa süreceğini tahmin ettiğim bu yazının konusu, Sevim Hanım’ın teyzemle adaş olmasının ben de yarattığı burukluk olmayacağı kesin. Öncelikle bir hatırlatma yapayım, Nutuk’ta geçen hakaretamiz ithamlarla ilgili yazıyı ben yazmıştım. Karıştırmış olabilirsiniz, çünkü Nişanyan’ın “Yanlış Cumhuriyet” adlı kitabından alıntılar da içeriyordu yazı. Nutuk’taki o ithamların muhatabı olan kesim tek suçu inandığı gibi yaşamak olan iman sahibi kesimdir. Bugün benim de üyesi olmakla iftihar ettiğim bu kesim için yapılan “zatı gafil, bedbaht, hayasız, adi mahluk, fesat tohumları, paralı uşak” gibi yakıştırmaları ne kendime ne de bir başkasına yakıştıramayacağımı söylemiştim. Velev ki sözün müellifi Atatürk olsa bile…
Gelelim benim yazdıklarıma; “ nobranlık, Vandalizm, ırkçı terör mümessilleri, zavallı cüceler, korkaklar taifesi…”
Peki, benim muhatabım kimmiş? Dört tane kadına iki yüz tane mermi sıkacak kadar alçaklaşacak bir fikrin temsilcileri, Bir düğün salonu insanı canlı kalkan olarak kullanıp karakol basan korkaklar sürüsü, halı sahada top oynarken öldürülen kocasına koşan kadını sırtından vuran ahlaksız, ana rahmindeki bebeği öldürecek kadar vahşileşmiş caniler sürüsü. Bu konuda hakkınızı yemeyelim; utangaç da olsa bir iki kelime etmişsiniz. “Yazdıklarımda haklıymışım” gibi bir cümle kurmak istemiyorum ama sizin düştüğünüz tuzağı işaret eden birkaç yazı yazdığımı hatırlıyorum. Size koyulacak teşhis; “Kürt Sorunu hakkında yüzeysel bir bilgiye sahip olunması neticesinde yanlış tedavi yöntemlerine başvurmak” olabilir. Kapısında yattığınız doktorların hepsi sahtekâr, yalancı, ilkel, bağnaz eşkıya sürüsüdür o kadar. Adına PKK, KCK, TAK, TUK ne derseniz deyin hiçbiri bu konuda muhatap alınamazlar.
Bir Türk olarak bunları benim söylememin bir anlamı yok elbette. Ben, serseri tabiatı gereği aklına geleni söyleyen bir adamım. Burada yazmanın güzel tarafı da bu zaten.; dürüst olmak zorundasınız. Hiçbir beklentim yok, yazmak konusunda istikbal endişem yok, “söylediğin her şey doğru olsun ama her doğruyu her yerde söyleme” gibi aforizmalara inanmam, sandığınızın aksine hiç de öyle mesaj kaygısı taşımam. Tüm bunları alt alta topladığınızda üslubu beğenmeyebilirsiniz, imlâ hatalarını hoş görmeyebilirsiniz ama içerikteki namusa söz edemezsiniz. Anladığım kadarıyla yazdıklarım da okunuyorsa benim için bir sorun yok. Benim takıldığım nokta, kendi tahayyülünüzde çiziktirdiğiniz bir resim var ve bana benzemeyen bu eskizin altına neden işinizi gücünüzü bırakıp adımı yazıyorsunuz. Ha, ben de size uysam, Sizi Emniyet’e şikâyet etsem sahte kimlik basmaktan başınız belaya girer. O adam ben değilim ki!
Güneydoğu Meselesi teorik anlamda da pratik anlamda da bilgi sahibi olduğum bir meseledir. Bugün sizin muhatap olarak gördüklerinizle Şırnak kırsalında 98 yıllarında mesaim olduğunu söyleyeyim de çok merak ettiğiniz o zihni kodlarımı çözerken zorlanmayın. Yine de buradan “Türk ırkçısı” şeklinde bir sonuç çıkaramazsınız, pek de ilgilenmediğim halde ben bir Çerkesim. Kimin ne olduğu da beni zerre kadar ilgilendirmiyor işin doğrusu. Sadece milliyetini öne sürenlerle pek yanyana gelmem o kadar. Eğer bu sitenin müdavimiyseniz, Kürtlerin Haklarını savunmak konusunda bizimle boy ölçüşebilecek bir başka site olmadığı gerçeğini teşhis etmişsinizdir.
Hülasa,siz yazılanları bu şekilde mi okuyorsunuz Sevim Hanım. Belki Hz. Salih ve devesi bahsindeki koyulan kriter size ağır gelmiş olabilir. Lakin “deveyi kesenler ve kesilmesine seyirci kalanlar” diye özetlenebilecek o kriteri de ben koymadım. Deveyi kesmemiş olabilirsiniz ama kesilmesine seyirci kalmayın. Zulüm nereden gelirse gelsin karşı durun. Velev ki muhatabınız PKK olsun. Benim vicdanım rahat; dün de zulmün karşısındaydım, bugün de karşısındayım. Yazdıklarımın dökümünü yaparsanız, emin olun Ordu hakkında yazdıklarım, PKK hakkında yazdıklarımı ikiye katlar. Bu sizi rahatlatacaksa bir dip not olarak kabul edin.
Anlaşıldığımı umarak bir daha tekrar ediyorum: Deveyi kesen de kesilmesine seyirci kalan da benim gözümde aynıdır. O yazıyı bir daha okudum ve az bile söylediğimi teşhis ettim.
Küfür lügatine vakıf olmama rağmen neylersin; “mani oluyor halimi takrire hicâbım”
Siz de bunu bir kenara yazıverin…
Yazan:MY Tarih: Eki 12, 2011 | Reply
Sevim Hanim Selam,
“hakaret” dediniz ama belki gözümden kaçmistir, “nobranlik” vs diyorsaniz Ahmet Altan da Murat Karayilan’i böyle niteledi.
Irkçilik diyorsaniz, PKK gerçekten de irkçi bir örgüt. TSK’nin veya polisin yaptigi kusurlari zaten elestiriyoruz. Ama bir kurumun kusuru ötekini kurtarmaz. Hakaret konusunda neyi kasdettiginizi anlamis degilim.
not: belki gözümden kaçmistir, pesinen özür diliyorum.
Saygi ile
Yazan:sevim Tarih: Eki 12, 2011 | Reply
Sayın İbrahim Becer,
Öncelikle anlaşılmayı önceleyerek zaman ayırdığınız bu incelikli yazınız için teşekkür ederim. Anlaşılmayı umut ettiğiniz kısımları çok iyi anladığımı bilmenizi isterim. Zira muhalif bir yorumcu olarak tanımlasanız da, sanırım anlaşılma noktasında -görüş farklılıklarına rağmen- sıkıntılarımız birebir örtüşüyor. Bundan hareketle size cevaben kaleme alacağım bu yazıda ben de daha ziyade hadisenin anlaşılma boyutu üzerinde duracağım.
Bu bağlamda, cevabı yazınızın tamamı dikkate değer olmakla bereber, konunun anlaşılması adına kilit birkaç noktaya değineceğim.
Bir, bıktırıcı bir ısrar gibi görünse de görüşlerinize yönenilik eleştirlerim milliyetinize veya kendinizi ait hissettiğiniz etnik kimliğe atfen değil doğrudan fikirlerinizedir. Bu husun özellikle altını çizeyim.
İki, ağırlıklı olarak bir üslup eleştirisi var, bunu farketmiş olduğunuzu varsayıyorum. İçerik üsluptan önce gelmeli diyorsanız, evet katılıyorum. Ve ayrıca bu noktada başkasına ders verecek yetkinlikte bir üsluba da sahip değilim. Ancak, nezih bir üsluptan yana olan sizin gibi söz sanatının inceliklerine önem veren sizin gibi bir insanın eleştirdiği hataya düşmemesi gerektiğini düşünmekteyim. NUTUK ile ilgili yazıyı hatırlatmam ve bir kıyas yapmam bundandır.
Üç, ve en önemlisi-ki yazınızda sizin de dikkatinizden kaçmamış – Hz. Salih ve devesi kıssasıdır. Hatta tepki ve eleştirimin omurgasını oluşturmaktadır bu kıssa. Kıssanın verdiği mesaj değildir beni rahatsız eden, “bu kavim ne zaman öğrenecek?” diye serzenişte bulunduğunuz bir kavmi “deveyi kesenler ve kesilmesine seyirci kalanlar” cümlesindeki aşikar ilişkilendirmedir bana ağır gelen.
Sayın Becer,
Kanunlarla belirlenen çocukluk yaş sınırını çoktan aştım. “Akıllanmayan bir kavim”/devenin kesilmesine “seyirci kalan kavim” okuması inançlı bir müslümanın itibar edebileceği bir okuma biçimi değildir. Ben milliyetiniz üzerinden en ufak bir fikri tasarrufta bulunmamışken, sizin bir kavmi hedef alarak küfür lügatınızın öznesi yapmanız şık değildir, etik değildir.
Yeni bir polemik başlatma amacında değilim. Ancak siz bütün sorumluluğu belirli bir kesime mal etmede ısrar ettikçe, ben de ısrarla “kral çıplak” deme ısrarımı sürdüreceğim.
Zira kötülük, aymazlık, sessiz kalma, sorumsuzluk veya bütün bunlara ortak olma eğilimi kavimlerle ölçülemez.
Dolayısıyla Kürtlerin; PKK ve diğer muadillerinin bugün tırmandırdığı insanlık dışı şiddet karşısında gerekli duruşu göstermemeleri saikiyle kıssalar üzerinden “kavim/ler” işaret edilerek insanlık ve ahlak dersi verilmesini doğru bulmuyorum. Acı ve dramların yarıştırılmasını asla doğru bulmuyorum. Ve böyle bir anlayışın sorunların çözümüne katkısı olabileceğini de düşünmüyorum. Ancak bu coğrafyada Kürtler kıyımdan, faili meçhul cinayetlerden geçirilirken acaba daha dik durmasını talep ettiğiniz “o akıllanamayan kavimden” farklı olarak ne tür kitlesel tepkiler oluştu-kavim bazında- soruyorum. Fikir namusundan ödün vermeyen cesur aydınlar ve sınırlı STK’lar dışında siz hiç tanık oldunuz mu sayıları 20 binlere ulaşan faili meçhul cinayetlere, gözaltında kaybolmalara karşı toplu protestolar oluştuğunu?
Bakınız…Sayın Becer, bu sözlerimle o sessiz kaldığını düşündüğüm yığınların 20 bine ulaşan faili meçhul cinayetleri onayladığına inanmıyorum. Siz de biraz empati kurun, devenin kesilmesine seyirci kaldığını düşündüğünüz Kürtlerin çoğunluğu da inanın PKK’nın vahşi cinayetlerini onaylamıyor.
Evet, yaşananlara hiçbirimiz seyirci kalmamalıyız, kaldıkça bu bizi suça ortak edecek, burada hemfikiriz. Ancak bölgeyi bilen, yaşananlara tanıklık etmiş biri olarak bu toplumsal zaafı, bu suskunluğu sadece Kürtlerin üstüne yıkmanızı anlaşılır bulamıyorum. Batıda esen hava ne ise Güneydoğu da odur. Bölgede askerlik yapmışsınız, orada oluşan atmosferi biz batıda yaşayan insanlardan iyi bilmeniz gerekli. Bir gece PKK’nın, bir diğer gece Jitem’in baskılarıyla boğuşan o halkın yaşadıklarını, neler çektiklerini de çok daha iyi bilmeniz lazım.
Şimdi, inançlı bir insan olmanızdan kuşku duymayarak soruyorum, batı illerinde zulme karşı bir vicdani direniş gerçekleşmemişken; ölümün, kalleşçe pusuların, tarafı belli olmayan ajan ve ölüm celatlarının kol gezdiği bir coğrafyada, arzu edilen/olması gereken bir insani silkiniş gerçekleşebilir mi?
Bir de DD’nin Kürt hakları konusundaki duruşuna yer vermişsiniz. DD’den bu noktada bir şikayetim yok…Sadece Kürtlerin hakkını değil, tüm mazlumların, kadınların, Alevilerin, Gayrimüslim olarak tanımlanan vatandaşlarımızın, solcuların, sağcıların, emekçilerin…Ceberrut sistemin tokadını yemiş her kesimin insan merkezli olarak haktan ve hakkaniyetten zerre miskal şaşmadan savunulduğunun ben de farkındayım. Ve bunun için de evet mudavimiyim bu müstesna sitenin…Ve evet çok şey öğreniyorum kendini insan haklarına adayan bu güzel insanlardan. Ha, alternatif bakış açıları elbette olacak ve olmalı. Zaten DD’nin gönlümde taht kurmasının nedeni tam da bu çoğulculuğa, fikir zenginliğine verdiği önemdendir. Ancak bu güzellikleri “benim sitem” diye sahipleniyorsanız eleştiri kadar gerçekleri de görmelisiniz. Zira gerçekler her zaman baktığımız pencerden göründüğü gibi olmayabilir.
Yazan:çuvaldız Tarih: Eki 12, 2011 | Reply
Sevim hanım,
Müdahil olmak istemiyorum ama sizin bir kavim olarak okuyup etnik bir kimlikle ilişkilendirdiğiniz kelime İbrahim bey tarafından bu kavim olarak okuyucunun ilişkilendirmesine bırakılmayıp tanımlamış( alıntıladığım kısımda koyulaştırdığım kısımlar.)Üstü örtülü bir ırkçılık yok. Her yol mübah diyen şiddet severler ve şiddet karşıtları birbirlerine göre kavimdirler öyle deği mi?
Her devirde ve her olay karşısında yalan söyleyen, doğruyu söylemekten korkup sustukları için en az öldüren kadar suça/günaha bulaşmış olan kavimler mevcut. Bu kavmin, bir ırkın, bir etnik kimliğin, bir dinin mensuplarını işaret etmekte olduğu vehmiyle serzenişte bulunmanız buradan bakınca haklı ve yerinde bir uyarı gibi görünmüyor.
Yazan:sevim Tarih: Eki 12, 2011 | Reply
Selam Sevgili Mehmet abi,
Est. Özür dileyecek bir durum yok. Bilakis hatırlatma için size teşekkür ederim.
Sorularınızın yanıtını İbrahim beye cevaben yazdığım yorumda bulmanız mümkün. Yine de aklınızda soru işareti kalmasın diye kısa kısa geçeyim.
Özü itibariyle “hakaret” ve “ırkçılık” lafzı üzerinde durmuşsunuz.
Hakaret kısmından başlarsak;
“Nobranlık”tan sonra listeye aldığım sıfatları bir daha gözden geçirmenizi istirham edeceğim. Dolayısıyla bunlar hakaret içeren sözlerdir. Zira,takdir edersiniz ki, kimin kim/ler hakkında bu sıfatları kullanması/sarfetmesi, söz konusu bu kelimelerin hakaret içeren anlamını ortadan kaldırmıyor. Ha,birileri bu nitelemeleri hakeder veya etmez bu ayrı konu. Ancak bir ifadenin hakaret içerip içermediği gayet sarih ve nettir. Bu açıdan “sessiz kaldığı” düşünülen/adı açık açık” kavim” şeklinde konarak “ne zaman akıllanacaklar?”diye sorgulanan zümre, eğer hakareti hakkettiği düşünülen kişi/gruplarla ilişkilendirilirse (ki İbrahim bey kuşkuya yer bırakmayacak şekilde “devenin kesilmesine seyirci kalanlar” şeklinde bir analoji kurmuştur) o zümre de hakaretin menzilindedir demektir.
Irkçılık’a gelince, PKK evet ırkçı bir örgüt. Aksini söylemedim. Lakin sorunuz, yazarı ırkçılıkla itham edeci imalar içerebilecek ifadelerime atıfsa, bir önceki paragrafta yer verdiğim hissiyata paralel düşülmesi bana göre ırkçılığın yumuşak versiyonudur. Her kim bir kavmi önyargılarla kötüler veya yüceltir ise ben buna ırkçılık derim. Irkçılık tanımım budur.
Bilmukabele saygı ve hürmeklerimle.
Yazan:sevim Tarih: Eki 12, 2011 | Reply
Çuvaldız hanım,
Mudahil olun tabi ama biraz adil ve hakça olsun. Kusura bakmayın sizin artık yazdıklarımı dikkate almadan hüküm verdiğinizi düşünüyorum.Ve ayrıca sebebi her ne ise her sözümü çarpıtmayı adet heline getirmişsiniz. Bir kere kimlik üzerinden ilişkilendirme yapan ben değilim.” Kavim” in tanımı gayet açıktır. Biri çıksa “bu ümmet ne zaman akıllanacak” gibi bir cümle kursa siz bundan nasıl bir anlam çıkarırsınız? Canım “ümmet”den; körleşmiş, zihiniyet yozlaşmasına saplanmış ya da genel itibariyle duyarsızlaşmış bir toplum kasdediliyor demek mümkün mü? Kavim kavimdir, ümmet de ümmet.Kısacası toplumda baş gösteren olumsuz zihniyet ve algılar için “kavim” kelimesi pek uygun değil. Kavramların yerli yerinde kullanılmaması durumunda bir anlam karmaşasının doğması ise kaçınılmaz.
Ha, “İbrahim bey başka bir anlamda kullandı, sizse farklı bir anlama yordunuz” deseniz anlarım. Ancak dediğim gibi beni potansiyel haksız bulma eğilimi ağır bastığından sadece bendeki yorumlamanın yanlışlığına odaklanmaşsınız. Oysa siz istediğiniz kadar savunun;yazar, Ergenekonu, Kemalizmi,çarpık sistemi, resmi ideolojiyi, egemen zihniyeti, şiddeti/militarizmi ve daha nicesini…eleştirirken bu eleştirilerini “kavim” sözcüğü ile temellendirip açıklamamıştır. Ne o, ne de eli kalem tutan herhangi bir yazar çizer, toplumun kollektif algılarına işaret ederken böyle bir kelimeye müracaat etmemiştir.
Dolayısıyla yanlış ve adil olmayan uyarımı hatırlatmak kadar yazardan bu konuda bir düzeltme beklemeniz çok daha isabetli bir müdahale olurdu.
Saygılarımla.
Yazan:çuvaldız Tarih: Eki 12, 2011 | Reply
NEDEN sizi potansiyel haksız bulma eğilimim olsun ki? SEBEP?
Yazan:çuvaldız Tarih: Eki 12, 2011 | Reply
Anladığım kadarıyla siz de bir kavram kargaşası yaşadığınız için yazarı oldukça hararetli biçimde eleştiriyorsunuz.Bu durumda temsil edilen bir zihniyeti değil yazarın kendisini seçimlerinden dolayı eleştirmiş oluyorsunuz.örn: kemalistlere, ergenekonculara kavim demedin ama bunlara diyorsun.
Kürt hakkı adına yola çıktığınızı, onları temsil eden bir Kürt olduğunuzu söylediğinizde yaptığınız yanlış seçimlerin de o etnik kimliğe mal edilme ihtimali vardır. Kürt kimlikli PKK’nın başvurduğu, Kürt kimlikli BDP’nin arkasında durduğu şiddet ile ne yazık ki en çok Kürt kimliğine zarar verdi.Bu eşleştirmeli algı nedeniyle siz bile şiddet eleştirildiğinde aşırı bir hassasiyetle Kürt kimliğine laf ediliyormuş gibi algılıyorsunuz.
Yazan:sevim Tarih: Eki 12, 2011 | Reply
Alttaki yorumunuzu okuyun sebebini anlayacaksınız. O bunu dedi siz şunu dediniz türü atışma dışında hiçbir soruma cevap vermemişsiniz yine. Kusura bakmaz ve kabalık olarak düşünmezseniz bu tarzınızdan vazgeçmediğiniz sürece tarışmanın anlamlı olacağını ve verimli geçeceğini düşünmüyorum.
İyi günler.
Yazan:çuvaldız Tarih: Eki 12, 2011 | Reply
Est.Sizi siz yapan özellikleriniz ne kusurdur ne de kabalık. Tarzınızı değiştirmenizi ise beklemiyorum :)Tartışmayı “atışma” olarak kabul ettiğiniz sürece yazılanlar sizin için “verimsiz ve anlamsız” olacaktır.
Yazan:nebilem Tarih: Ara 27, 2012 | Reply
saçma bence