RSS Feed for This Post

Jerusalem*de Eskimeyen Bir Çığlık: Baba, Beni Neden Terk Ettin?

İspanyol yazar Michel del Castillo, “Terk edilmiş çocuklar masallar uydurmaya yazgılıdırlar.” der. Şu bir gerçektir ki çocuğun yalnız ve küçük yüreği, dünyanın ıstırabıyla ancak masallar sayesinde mücadele edebilir. Dünyanın dört bir yönünden akan coşkun ıstıraba set çekemeyeceğini bildiği için çocuk, onun coşkunluğuna bırakır kendini ve büyümeye akar. Bunu beceremeyip de barajlar kurmaya çalıştığındaysa anlar ki büyümüştür artık. Ve artık hayat, içinde akılan bir mecra değil, “mücadele edilen” bir şeydir: Sürükleyen, sürüklerken acı veren ve nihayet bir izbede terk eden, öldüren.

Bu kader yüzünden küçük planda kurgular, kahramanlar, canavarlar ve arkadaşlar arasında yaşarken büyük planda aile, toplum, din gibi güçlü aidiyet bağları kurmak için çabalar insan. Hepi topu bu iki plan arasındaki gerilimde yolunu bulmaya çalışan bir cambazdan başka bir şey olmadığını, Nietszche’in tanrıyla maymun arasında gördüğü kadar olduğunu öğrenir zamanla…

* * *

Markar Esayan’ın Jerusalem’i de bunu öğrenmenin hikâyesidir. Bu küçük ve büyük planlara aynı anda odaklanarak geçmişle geleceğin, çocuklukla büyüklüğün, hayalle gerçeğin bir arada sunulduğu postmodern bir hikâye. Terk edilmiş ve meçhul olduğu kadar meşhur bu çocuğun anlattığı, sevdiği ve bildiği tek dünyadan bambaşka bir gerçekliğe geçişinin hikâyesi.

Roman boyunca kumruların bile kendinden daha yerleşik olduğunu hisseden, “esmer, çelimsiz, sessiz, dikkat çekmeyen” bu çocuğun işlediğinden emin olduğu günahların bedeli olarak gönderildiği yolculuğuna çıkarılıyor okur. “Bir paket gibi” teslim edilip teslim alınırken sadece kendisinin bildiği ve duyduğu bir dille içine kapanıp onun yalnızlığını yaşayışında zamansal ve mekânsal yolculuğu… Diğer taraftan da toplumların, cemaatlerin ve ülkelerin görünmeden kaynayan kazanlarının fokurtusu da her daim satır aralarında.

“Piçliğin” ve “gâvurluğun” batıni temerküzünden ibaret saydığı varlığından başka bir şeye sahip görmüyor kendini. Üstelik her zerresine sirayet etmiş olan terk edilmişlik hissi yüzünden bir sürgün, bir tecziyeden ibaret hayat ona göre. Kudüs’te, Golgotha tepesinde insanlığın günahlarının kefaretini ödemek için yine insanların sebep oldukları acılarla yüzleşirken kovulduğu Cennet’e, “Beni neden terk ettin?” diye seslenen tüm çocukların müşterek kahırları var sırtında. Roman boyunca kahramanın özdeşleştirildiği Mesih’in Göklerdeki Baba’nın çocuğu olması inancıyla paralel olarak o da koparıldığı anne ve babasının bir çocuğu neticede.

Annesinden koparılan sıradan bir çocuk mu? Yurdun koparılan bir Ermeni mi? Babası tarafından terk edilen küçük İsa mı? Âdem’in cennetten kovulmasıyla başlayan sergüzeştini hatırlayan bir âdemoğlu mu?

 “Bütün çocuklar yalnız doğar… Canı çok yanar. Canın çok yanar. Ah, canın çok yanar. O can yanmasının adı sonra korku olur. O korku hep ayrılığı hatırlatır. Geldiğin güvenli yeri, kovulduğun Cennet’i…

 Esasen bu yolculukla gideceği yerde bir sürgün değil, öğrenci olacaktır. Türk olan annesinin gönülsüzlüğüne rağmen Ermeni olan babasının maksadı, onun Ermeniceyi ve inançlarını düzgünce öğrenmesini sağlamaktır. Dörde bölünmüş Kudüs’teki bir manastırda yatılı okuyacak ve kendini, aslını, özünü tanıma imkânı bulacaktır. Nitekim okuldaki öğrenciler 1915’teki Ermeni soykırımı nedeniyle İran, Irak, Lübnan, Suriye gibi ülkelere dağılmış olan Anadolu Ermenilerinin çocukları, torunlarıdır. Tıpkı romanın kahramanı gibi yurtlarından koparılan bu çocukların da mirası onunkiyle aynıdır. Zaten bu miras sayesinde Esayan, savaşların ve cennet dışı zamanların yürekleri törpüleyip nasırlaştırdığı bir dönemde yaşayan kahramanı üstünden çağa tanıklık da ederek, Kudüs’teki keşmekeşi, İsrail-Filistin davasını, Türkiye’deki siyasi karışıklıkları da sığdırır Jerusalem’e. Hemen hepsi Ortadoğu’nun ıstırabıyla kavrulmuş kahramanların çevrelediği, korkuları nedeniyle saldırganlaşan toplumların döngüsel şiddete saplanıp kaldıkları ve belki bu yüzden “Allah Baba’nın hiçbir duayı işitmez olduğu” bir dünyanın metaforik başkenti olan Kudüs’ün hikayesidir hepsi.

* * *

Roman boyunca sekiz yaşında bir çocuğun “müjde”sini okumaktan ötürü üslubun da naif bir libasa büründüğünü söylemek mümkün. Buna ilaveten bütünsel manadaki sağlam kurgusu, çok katmanlı ve çoklu okuma imkânı veren akıcı anlatımı Jerusalem’i iyi bir roman yapıyor. İnsanlığın umumi hislerinin müşahhas vurguları bazan öyle noktalara ulaşıyor ki, hikâyenin tamamı olmasa bile hissettirilen gerçeklikten ötürü ciddi bir otobiyografik ağırlığın olduğu düşünülüyor. Ama yazarı bunu inkâr ediyor. Beyan esastır…

Günlük yazılarındaki rikkat ve hassasiyetiyle de tanığımız Markar Esayan kendi suretine de yansımış olan duyarlılığını, edebi bir lezzet ve evrensel imgeler eşliğinde sunuyor okura bu romanla. Kısa süreli bir ayrılıktan sonra “Lema şabaktani”den “Ve’dduha”ya açıyor insanı. Böylece masallar uydurmaya yazgılı varoluşumuzla yeniden yüzleşme ve özlediğimiz masallarda yeniden dirilme ümidi de vererek…

 

 

Jerusalem, Markar Esayan; Timaş Yayınları, Haziran 2011, İstanbul.

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:suzannur Tarih: Eki 17, 2011 | Reply

    Merak ettiğim bir roman. Cihan Aktaş’tan duymuştum adını ve okuma listemde. Özellikle giriş paragrafınız çok etkileyici olmuş. Merakım daha da arttı şu anda. Okuduğumda analizlerimi paylaşacağım inşallah. Ellerinize sağlık.

  1. 1 Trackback(s)

  2. Kas 20, 2011: Son 30 günde en çok paylaşılanlar : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin