Oblomov, Oblomovluk ve Gonçarov’un Rüyası
By Alper Gürkan on Şub 13, 2012 in edebiyat, Kitap Sohbeti, Modernleşme, roman, Sanat
Oblomov bir köhneliğin romanıdır. Rusya’nın uçsuz bucaksız topraklarında hüküm süren bir anlamsızlığın romanıdır. Hangi işe yaradığını ne tarihin ne de kendisinin bilmediği bir soylunun romanıdır. Kendine oturacak yer bulamayınca çekip giden adamların romanıdır. Oblomov, oblomovluğun romanıdır…
Gonçarov XIX. yüzyılın ortasında bu eseri kaleme aldığında, Ekim Devrimi’nden bî-haber olan ve Stalin’in sanayileşmiş Rusya’sından uzak bir konumda feodalizmin tüm titreşimlerini içinde barındıran bir Rusya mevcûd idi. Tahta çıkar çıkmaz liberalleşme gayesiyle reformlar başlatan Çar II. Aleksandr’ın serfliği kaldırmak üzere hamle yaptığı, köylüye toprak dağıttığı ; moderniteye temâyülün, kapitalizme evrilmenin, yani Batılılaşmanın deli gömleğini giyinmenin eşiğinde bir Rusya…
Romanın başkişisi olan Oblomov, babasından miras kalan Oblomovka köyünün efendisi olan bir derebeyidir. Yükseköğrenim görmek için kente gitmiş ama eğitimi pek önemsememiştir. Bir soyluya yaraşır biçimde me’muriyete atılmış ama bürokratik saçmalıklar içinde bocalamaktan sıkılmış, bırakmıştır. Modern dünyaya adımını atar atmaz “yaşamın ne zaman gerçekleşeceği” sorusuyla boğuşmaya başlarken, aslında önündeki çağın geleceğini okur gibidir: Tek düzelik, standartlaşma ve birbirinin aynısı zamanlar, mekânlar, ortamlar, olaylar… Üstelik şehirdeki sığ hayatın varlığından da rahatsız olmuştur. Cem’iyyet hayatı ve kadınların tuhaflıkları onu tedirgin etmiştir. Çiftliğindeki işleri ele almak istemiş, sonra bu angaryayı başkalarına bırakmıştır, ona bir gelir gelmesiyle yetinmiştir. Nihayetinde bir eve, hatta evin bir köşesine, yatağına kendini hapsetmiş kalmıştır.
“Aslında çok önemli işler yapmaktadır, bunun için dinginliğe ve dinlenmeye ihtiyacı vardır. Eyleme geçmeden önce düşünmesi ve hayal kurması gerekir. Bu aşama en önemli aşamadır. Zaten neredeyse yaşamı boyunca bu aşamayı hiç geçememiştir. Aslında çok şey yapmak istemiştir ama başlama noktasına gelmek için gerekli eyleme geçme aşamasında sanki yüz yıllarca vakti varmış gibi sürekli erteleme yaşamıştır. O hiç gelmeyen uygun zamanı kollama ve hayal aşaması Oblomov’un yaşamını oluşturmuştur.” (Abacı,2011:57)
Gonçarov, epeyi etki uyandırmış olan bu eseriyle gerek derin kişilik analizleriyle yoğurduğu bölümler, gerek ilk yayımlanan parçası olan ve romana kaynaklık eden “Oblomov’un Rüyası”nda doruğa ulaşan tasvir gücüyle büyük bir edib olduğunu ispatlamıştır. Ayrıca bu kalın kitapla sosyolojik bir vakıayı da ele alıp san’atıyla işleyerek bunun da altından kalkmayı başarmıştır. Bu vakıa, oblomovluk hâli ve kavramıdır. Zamanın meşhûr münekkidi Dobrolyubov’un tespit ettiği şekliyle oblomovluk; “dünyada olup biten her şeye karşı duyumsamazlıktan kaynaklanan tam bir atalet, hareketsizlik, ilgisizliktir.” (1987:30-39)
Tolstoy’un Savaş ve Barış‘ta anlattığı Napoléon Seferi sonrası derinleşen Batıcılar-Slavcılar çatışmasında Rusya’ya ilişkin pek çok bilmecenin anahtarı olarak görülen bu kavram, münekkide göre Gonçarov’u kendisinden önceki yazarlardan ayırıp onlarla kıyaslanamayacak bir değere ulaştırıyor.
“(…) biz böylece Oblomov tipinde ve genel olarak bütün oblomovlukta (…) Rus hayatını, günümüz Rusya’sının eğilimini buluyoruz. (…) Burada önemli olan bu tipin, hiçbir ciddi Rus sanatçısının görmezden gelemeyeceği, bizim bağrımızdan kaynaklanan, bize özgü bir tip olduğudur.” (a.g.e.:29)
Dobrolyubov’un bu tesbiti, salt Rusya yâhût başka bir coğrafya veya toplumla sınırlı değildir kuşkusuz: Oblomovluk, bir karakteristik özellik olarak dünyanın pek çok yerinde ortaya çıkmış bir tabîattır. Nitekim belki de bu sebeple münekkid, romanda önemli olanın “Oblomov değil oblomovluk” (a.g.e.:43) olduğunu yazar.
Onu sadece Doğuya, Rusya’ya ait görmek hatasını tekrar etmeden şu söylenmelidir ki Gonçarov’un muhtemel derdi, toplumu için ele aldığı bir idealin karşıtını koyultup ön plana çıkarmaktı. Çünkü kurgunun sosyolojik okumalara imkân tanıyan yapısının yanı sıra yine aynı amaca hizmet eden mukayese vasfı ile yazar, farklı görüşleri çatıştırır ve romanın sürekliliği için hikâye boyunca bir gerilim var eder. Buna göre “eserde, Oblomov-Ştoltz, Agafya-Olga ikilemleriyle eserin bir anlamda alt metni oluşturulmuştur.” (Lidar,2011:51) Bu zıtlıkta bizim için esas olan husûs, kişiliklerden ziyâde kişilerin temsîl ettiği değerlerdir. Bu değerler sisteminde zıddiyyet, –iktisadî anlamlarıyla- geleneksellik-modernlik hilâfı üzerine kuruludur.
Okuyucu için Gonçarov’un ön plana çıkarmak ve bir reçete gibi sunmak istediği ideali kısaca Ştoltz’un tavır ve davranışlarından seçmek mümkündür. Ştoltz, Gonçarov’un rüyasıdır: Sürekli çalışmak, hareket etmek, etrâfı durmadan kolaçan etmek, köhneliği yıkıp yeniliğe sarılmak, üretmek, yenilenmek, güçlenmek ve kazanmak… “Her şeyi biliyorum, anlıyorum, ama ne gücüm var, ne iradem. Bana güç ve irade ver, beni nereye istersen götür…” der bu sebeple Oblomov Ştoltz’a biçarece. Onun tanıştırdığı Olga’nın dünyasını renklendirişinin, rûhuna hareket getirdiğinin farkına varır ama aşk da oblomovluğun kurbânı olmaktan kurtulamaz. Ayrılırlar…
* * *
“(…) İlya İlyiç kim?”
“Oblomov; sana ondan çok bahsetmiştim.”
“Evet, hatırladım; senin bir dostun, bir okul arkadaşın. Ne oldu?”
“Öldü, hayatı yok yere harcandı gitti.”
Ştoltz içini çekti biraz daldıktan sonra:
“Zekâca kimseden aşağı değildi,” dedi. “Tertemiz, billur gibi bir ruhu vardı. Asil heyecanları olan bir insandı. Ama hiçbir şey yapmadı.”
“Niçin? Ne yüzden?”
“Ne yüzden mi?.. Oblomovluk?”
“Oblomovluk mu? O da ne demek?”
“Biraz zihnimi, anılarımı toparlayayım da anlatayım: sen de yazarsın; belki birisinin işine yarar.”
Ştoltz dostuna işte bu okuduğunuz hikâyeyi anlattı.
* * *
Bu roman Rus milliyetçiliğini, Slavcılığı ve elbette moderniteden nasibini alan her yerdeki gibi bu geniş topraklarda da boy veren oblomovluğu karşısına alan Gonçarov’un Ştoltz üzerinden Rusya’yı eleştirisidir. Ştoltz’un idealize edilmiş kişiliğiyle geleceğin hayâlî Rusyasına dair işaretler sunulur, onun Oblomov’a bakışıyla mevcûd vaz’iyyet tenkid edilir. Bu yüzden yazarın tüm samimiyetine, sıcaklığına ve merhametine rağmen Oblomov, tarihî bir kalıntı olmanın yanı sıra bir trajediye de mahkûm edilmiştir. Kaybetmiştir. Nihayetinde tüm hikâye Ştoltz’un bir dostuna anlattıklarından ibarettir.
Kaynakça
Gonçarov, İvan (1983); Oblomov, Çev.:Sabahattin Eyuboğlu-Erol Güney, Sosyal Yay., İstanbul.
Lidar, Veysel (2011); Oblomov: Doğulu Bir Kaybeden, Kayıtsız Bir Düş Yolcusu, Roman Kahramanları, Sayı:7, s.50-55
Dobrolyubov, N.A. (1987); Oblomovluk Nedir?, Çev.:Mazlum Beyhan, Yön Yay., İstanbul.
Abacı, Figen (2011); Oblomov: Anne Karnının Çağrısı, Roman Kahramanları, Sayı:7, s.56-59
Sanat üzerine e-kitap okumak için…
İncitmeden söylemek istersin ama söz incitir bazen. Ağlatmak istersin bazen ama söz ağlatmaz. Bazen sesini sözle duyurmak istersin ama duyulmaz. Bazen birsindir, bin olmak istersin söz yetmez. Sözün söz; kelimenin kelime olarak kaldığı anlar bazen yetmez, bazen tam aksine düşer, öyle zamanların sihri sadece şiirdir… Tahran’dan, Washington’a; Beyrut’tan, Tokyo’ya; İstanbul’dan Şam’a; Paris’ten Kazablanka’ya; Filistin’den Keşmir’e kadar uzatabilir kollarımızı şiir, tel örgülere, mayınlı topraklara, kırmızı çizgilere mahkûm etmeden beşeri, uzanır uzanabildiğince…Buradan indirebilirsiniz.
Elinizdeki bu kitabı Sinema’nın programlanmış ölümüne karşı bir direniş olarak görebilirsiniz. İnsan’dan vaz geçmeye yeltenen, Güzel’i, Sanat’ı,İnsan’ı kâr-zarar tablolarına sıkıştırmaya çalışan endüstriye “Hayır!” demenin nazik bir yolu. Sinema bütün “teknik” karmaşıklığına rağmen insansız olmaz. Sinema insanlar tarafından yine insanlar için yapılan bir sanattır.
Derin Düşünce yazarları izledikleri 28 filmi anlattılar. İnsanca bir perspektiften, günlük hayatlarındaki, iç dünyalarındaki yansımalara yer vererek… İran’dan Arjantin’e, Fransa’dan Afganistan’a, Rusya’dan Türkiye’ye uzanan bir yolculukta, İnsan’dan İnsan’a… Umulur ki bu kitap Andrei Tarkovsky, Semih Kaplanoğlu, Mecid Mecidi, Nuri Bilge Ceylan ile buluşmanın farklı bir yolu olsun… Buradan indirebilirsiniz.
“…Benim öyküm bir rivayetten ibaret, bu yüzden benden miş’lerle bahsediyor diğerleri. Beni, yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılıyorlar. Sorsalardı bana, derdim ki, beni yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılayanlara, evinden ayrılmayan/ayrılamayan, öyküsünü değil, hayallerini anlatır elbet, ya da masalları. Oysa bilmek yaşamak değildir her zaman, yaşamanın bilmek anlamına gelmeyeceği gibi her daim. Gözlerimde; bir şeyler yaşamış olanların, yaşamadıklarını sandıklarına olan o kendini beğenmiş, o her şeyi bilen bakışına rastlayamazsınız bu yüzden…”
Son romanı Bela’dan da tanıdığınız DD yazarı Suzan Nur Başarslan’ın öykülerini derlediği bu kitabını ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Roman nedir? Tarif dahi edilmesi zor bir kavram. Sanatçının İnsan’a bakışını, toplumla kurduğu ilişkiyi yansıtır sanat eserleri. Bu sebeple sanat her çağda yeniden icad edilir. Ünlü yazar Heinrich Mann’ın dediği gibi: “Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir, Edebiyatın önemli bir konuma sahip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklaması değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir.” Okuyacağınız bu eserle romanlarından da tanıdığınız değerli yazarımız Suzannur Başarslan Roman’ın derinliklerine giden bir seyahate davet ediyor sizi. Zaman’ın kullanımı, olay örgüsü, mekân, dil, üslup ve daha bir çok temel kavram edebiyatın dev isimlerinden örneklerle irdeleniyor. Buradan indirebilirsiniz.
İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.
Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, … Buradan indirebilirsiniz.
Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…
”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”
Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.
Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan
Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın
3 Yorum
Yazan:suzannur Tarih: Şub 13, 2012 | Reply
Oblomov’u bugüne değin okumayı hep ertelemiştim,daha geçen gün almaya karar verdim,siparişini verdim. Sabırsızlıkla elime geçeceği günü bekliyorum. Sanırım biraz oblomovluk yaptım 🙂 Oblomov’u okuyunca bu güzel incelemeyi bir kez daha okuyacağım. Ellerinize sağlık.
Yazan:sayesareban Tarih: Şub 14, 2012 | Reply
şimdiye kadar okuduğum en iyi oblomov incelemesi..ben de oblomovluğun rusya ile sınırlı olmadığına inananlardanım…tebrik ederim..
Yazan:ferdatem Tarih: Şub 14, 2012 | Reply
Sizi nefretle kınıyorum desem size haksızlık etmiş olurum, ama demesem de olmaz çünkü iki haftadır büyük bir zevkle okuduğum kitabın” acaba ne zaman evlenecekler” diye dört gözle beklediğim finalini kısaca AYRILIRLAR diyerek kesip atmanız beni-yani okuyucuyu- bayağı üzdü.Şaka bir yana onbeş günden beri elimden düşürmediğim bir şaheserin böyle güzel incelenmesi beni çok memnun etti.Bu kadar uyuşuk bir karekterin böyle cazip şekilde yani onu incitmeden acıklı bir şekilde hicvedilmesi büyük bir ustalık.İnsanın GONÇAROV’a teşekkür edesi geliyor.Yazarının ve eleştirmenin kalemine sağlık.