RSS Feed for This Post

İnsanın Dört Zindanı / Ali Şeriati

“bu olayın, mantıkî ya da gayr-ı mantıkî değil, mantık dışı olduğunu ifâde ederek, bazı seçimlerin mantıkî değerlendirme ötesinde olduğunu belirtir ve ahlâkla aşkın da mantık dışı olarak ele alınması gerektiğini vurgular. Aşk, karşılığında bir şey istememek ve bir seçim yapmak demektir. İnsan, bu noktada, bir başkasını kendisinden üstün tutar, canını, malını, şöhretini… bu uğurda feda eder. Kısaca insan, ancak aşk ile dördüncü zindanını aşabilir.”

İnsanın Dört Zindanı, İranlı düşünür ve sosyolog (1933-1977) Ali Şeriati’nin Ekim 1970 yılında Abadan’da Petrol Fakültesi öğrencilerine yapmış olduğu konferansın yazıya geçirilmiş hâlidir. Eserin çevirisi Hüseyin Hatemi tarafından, Almanca baskısı da göz önünde tutularak Farsçasından yapılmıştır. Eserdeki dipnotlar çevirmene ait olup, bu notlar Şeriati’nin gönderme yaptığı eserlere, kişilere, olaylara…  ait nesnel bilgi içerdiği gibi, yazarın düşüncesinin, etkilenimlerinin açıklanmasında da işlev yüklenmiş, yer yer nesnel tutumun dışına çıkılarak öznel bakış açısını sergileyen bir tutum içermiştir.

İnsanın Dört Zindanı Şeriati’nin ifadesiyle, bir tasarımın, bir tezin, bir kuramın detaya çok da inmeden, ana çizgilerinin sunumudur. Şeriati, çağdaş insan için temel sorunun insanın kendisi olduğunu belirttikten sonra, “İnsan nedir?” sorusunu sorar ve tezini bu sorunun cevabı üzerinden şekillendirir. Tezinin özünü “İnsan dört zorlayıcının/cebrin etkisindedir; bu dört zorlayıcı gücün etkisinden özünü kurtarınca özde insan olabilir ve gerçek anlamı ile insan olmak bu dört zindandan kurtularak özgürlüğün elde edilmesine bağlıdır.”(s:13) cümleleriyle belirterek ele aldığı konuyu, insanın özgürleşmesi ve insan olması için dört koşulun aşılmasına bağlar ve bunları üç basamakta ele alacağını ifade eder:

  • 1. İnsanın tanımlanması,
  • 2. Dört zorlayıcının ne olduğu,
  • 3. Bu dört zorlayıcının etkisinden insanın nasıl kurtulacağı.

İnsanın Tanımlanması  [*]:

Şeriati, insan tanımında Kur’an ayetlerini esas alarak insanı beşer ve insan olarak ikiye ayırır. Birisi biyolojinin konusu olan; diğeri şairin üzerinde konuştuğu, feylesofun söz söylediği, dinin ilgilendiği insan: Beşer -imek (sein, şoden); insan ‘olmak’tır. Beşer olan taraf, doğadaki bütün görünüşler gibidir, doğanın bir mensubu olan, tanımlanabilen bir varlığa sahiptir. İnsan olmak ise, ideal özellikler taşıyan(ya da bunlara ulaşmaya çalışan), sonsuza doğru sürekli ve ebedi bir gelişim içinde olan demektir. Bu gelişim, yönelişin Tanrı’ya olduğu, sonsuz tekâmüle ve sonsuz Aşkın’a yolculuktur. ‘olmak’, bir süreçtir. Sınırı olmayan bu yönelişte insanın üç özelliği vardır ve bu özellikler onu insan olmak’a -bu, yazarın bir diğer ifadesiyle, yaratılışa özgü fıtrî ve zâtî bir hicrettir- ulaştırır: Bilinçli, öz varlığının bilincinde bir varlık olması; seçme yeteneğinin olması ve yaratıcı özelliği olması.

Şeriati, insan olmak için insana dair üç özelliği sıraladıktan sonra, bu olgunlaşmayı, gelişmeyi ya da süreci engelleyen, insanı öz bilincinden, seçme yeteneğinden, yaratıcılık niteliğinden alıkoyan dört zorlayıcı güçten bahseder. Bu kısımda ilk olarak Descartes’in “Düşünüyorum, demek ki varım.”  felsefesi ve bu bağlamda Gide’in -Duyumsuyorum, demek ki varım.- ve Camus’nun varoluş felsefelerinden bahsederek, bunların üçünü de doğru kabul eder ancak Camus’nun “Başkaldırıyorum, demek ki varım.” felsefesini insana özgü varoluşun en üstüne yerleştirir. Bunun sebebi, Adem’in cennetteki isyan’ından sonra dünyaya gönderilişidir. Descartes ve Gide’in ifadelerinin doğruluğunu sadece “var olma’yı (imek/sein/buden/beşer olma ya da sadece fiziki varlık olma) kanıtlasalar bile ‘insan olma’yı (imek’i, insanlık aşamasına erişmiş bulunmayı/idrâk) henüz kanıtlamış değildirler.”(s:24) şeklinde açıklarken; Camus’nun ifadesini özünün bilincine varma, Tanrı’nın iradesine başkaldırma, dünya hayatında kendi seçimi sonucu ibadet ve itaatle kurtuluşa erme/insan olma şeklinde, insan olmanın üç özelliğini içine aldığı için daha doğru bulmaktadır.

İnsanın kendi bilincine sahip bir varlık olması, idrâk/benlik bilinci, yani: “Kendi niteliğini (keyfiyet) ve yaratılışını, öz-yapısını, Evren’in niteliğini ve öz yapısını, kendisi ile evren arasındaki ilişkinin niteliğini ve niceliğini algılama (s:25)’dır. İnsanın seçebilmesi, bedenî ve ruhî ihtiyaç ve zorunluluklarına, doğal gereksinimlerine, güdülerine, doğaya… başkaldırabilmesi ve seçiminde bu gerekirliği aşabilecek olmasıdır. Yaratıcılık özelliği ise, insanın fıtratında yaratıcılık kudretinin belirmesi, yansımasıdır. Yaratıcılık iki yönde tezahür eder. Birincisi iş/zanaat, alet yapma ile; diğeri, sanattaki yaratımdır. Sanattaki yaratım, insan ruhundaki ilahî tecellinin sonucudur ve doğada karşısına çıkan eksikliği sanatçı yaratıcılığı ile tamamlamak ve onu doğada görünür kılmaktır. Bu da güzel sanatları, insan olma özelliklerinden biri hâline getirir. Şeriati bunu şu cümlelerle ifade eder:”…güzel sanatlar, doğada insan için bulunması gereken gelgelelim bulunmayan şeyi doğaya bağışlamak üzere doğanın işinin sürdürülmesidir. Sonuç olarak; kuruculuk ve yapıcılık ile sanatçılık insan ruhunun üçüncü boyutunun (yaratıcılık) yansıması ve belirmesi demek olan insanlık özelliklerinden birisidir.”(s:28) Bu üç özellik, tanrısal sıfatların insanda belirmesi olarak verilir ve bu özelliklerle insan olmak için gelişme ve olgunlaşma yoluna girileceği ifâde edilir.

Dört Zorlayıcının ne olduğu:

Bu bölümde ideolojilerden ve bunların beşerin kendisini nasıl uyuttuğundan bahseder. İdeoloji ve öğretileri kısaca özetleyerek ve kimi noktalarını yanlışlayarak ele alır. Bu ideoloji ve öğretiler şunlardır:

Maddecilik (Materyalizm/Özdekçilik), Doğacılık (Natüralizm), Varoluşçuluk, Vahdet-i Vücûdçuluk, Biyolojizm (Dirim-bilimcilik), Sosyolojizm (Toplum-bilimcilik), Historizm (tarihselcilik).

Bu öğretiler topluluğu yazar tarafından, dört başlık adı altında zorlayıcı güç olarak sunulur:

Birincisi: İrade sahibi insanın, doğa’nın(Natüralizmin) baskısında olması.

İkincisi: Tarihin baskısı.

Üçüncüsü: Sosyolojizm.

Yazar, bu etkenlerin insan üzerinde etkisi olduğunu, fakat insanın oluşum (werden, şoden) sürecinde bu güçlerin baskısından kurtulabileceğini ifade eder ve bunu örneklerle her bir etken için tek tek açıklar. Özet olarak şunları söyler Şeriati:

“…insan ilk zindandan, ‘Doğa’ zindanından bilincini, irade ve yaratıcılığını, doğayı tanımakla yani bilimle kurtulabilir ve elde edebilir. İkinci zindan olan ‘Historizm’ zindanından tarih felsefesini ve tarihsel determinizmin nasıl yönlendirebileceğini kavramakla, tarih bilimi ile kurtulabilir. Üçüncü zindan olan ‘Sosyolojizm’ zindanından (toplumsal düzen zindanından) da bireyler, yine bilim ile kurtulabilir ve kendi toplumsal düzenlerinin kurucusunu olabilirler.” (s:50)

Dördüncüsü: Kendi’mdir, yani kendisi/kendi zindanı. İnsanın ilk üç zindanı kendisini kuşatırken ve bunları yıkmak daha kolayken, kendi zindanı kişinin içinde olduğu için onu yıkmak en zor olanıdır. Özellikle çağdaş insanın düştüğü anlamsızlık ve boşluk duygusu, Şeriati’ye göre bu zindanın tutsağı olmaktan kaynaklanmaktadır. Ne yapacağı konusunda güç sahibi olan bu çağdaş insan, ne yapması gerektiği konusunda çaresiz kalmış ve hastalıkla hasta birleştiği için çözüm daha da zorlaşmıştır. Diğer bir zorluk da bu zindandan insanın bilimle çıkamayacak olmasıdır, çünkü bilimin kendisi de tutsaktır. Bilimi yapan tutsak insandır. Bu tutsak insan,  kendi içindeki özgür ben’i algılayamayan; ancak salt ve genel anlamıyla bir insan/kendi olarak algılayabilendir.

İnsan gereksinimlerini, ihtiyacını giderdiğinde refaha erişen, bunu boşluk ve anlamsızlık duygusunun takip ettiği dönemi yaşayan, başkaldırı ile bu dönemi atlatan bir varlıktır. Öyleyse insanın ülküsü, özlemi yüce bir şey olmalıdır ki, bir noktaya (gerçekleşmesi ile) bağlanmasın ve tekrar anlamsızlık ve boşluk duygusuna düşülmesin. Bu ülkü, aşk’tır. Ancak bu aşk, tasavvufî/irfânî veya bu tarz bir aşk değil; hesapçı ve oportünist akıldan yüce, insanın öz-benliğinde, fıtratında bir başkaldırma ile kendisini gösteren, muktedir bir güçtür. Mantıkla çözümlenemeyecek olan bu sorun, Pareto’nun ifadesiyle ne mantıkî ne de gayrı mantıkîdir, mantık dışıdır (alegique / mantığa aykırı değil, mantıktan daha güçlü). Bu aşk, kişinin çıkarlarını ve yararlarını aşan, onları feda ettiren, imek’i, başkalarının imek’ine ve kişinin ülküsü için feda ettiren(îsâr) bir aşktır. Şeriati burada örnek olarak Nietzsche’ye ait bir anektodu aktarır -düşen atı kamçılayan arabacının hareketini engellemek için atı korumaya çalışması ve arabacı tarafından dövülmesi- ve bu olayın, mantıkî ya da gayr-ı mantıkî değil, mantık dışı olduğunu ifâde ederek, bazı seçimlerin mantıkî değerlendirme ötesinde olduğunu belirtir ve ahlâkla aşkın da mantık dışı olarak ele alınması gerektiğini vurgular. Aşk, karşılığında bir şey istememek ve bir seçim yapmak demektir. İnsan, bu noktada, bir başkasını kendisinden üstün tutar, canını, malını, şöhretini… bu uğurda feda eder. Kısaca insan, ancak aşk ile dördüncü zindanını aşabilir. Burada yazar anlatmak istediklerini şu cümlelerle özetler:

“Sözlerimin özü: O özgür kılıcı, yaratıcı, bilinçli insan; doğa, tarih ve toplum düzeni zindanlarından bilim ile kurtulur. Dördüncü zindandan ise, din ile kurtulur, aşk ile kurtulur. Radhakrishnan’ın dediği gibi: ‘Biz insanlar, insan olma ödev ve sorumluluğu ile, bir işbirliği andına çağrılıyız. Nasıl bir ahd ve and? Öyle bir and ki, bu and ile insan, Tanrı ve aşk, başka bir yaratış ve başka bir insan için işe koyulurlar. Budur insanın sorumluluğu.’ ” (s:62)

Ali Şeriati bu kısa ama fikrî anlamda derin konuşmasında, fikir dünyasını birçok yazar, fikrî akım, öğreti, ideoloji, kavram… ile desteklemiş, görüşlerini, kanıtlarını yazarlardan ve eserlerinden alıntılar yapmaktan çok, onları olumlu-olumsuz yönleriyle irdeleyerek, kendi tezini oluşturarak konuşmasına dahil etmiştir. Kimi anektodları, beyitleri… de konuşmasına alarak soyuttan somuta geçişi ve konuşmasının ilgi çekici ve akıcı olmasını sağlamıştır. Fikri yapısını oluşturan bu eserlere ve yazarlarına bakıldığında şu isimlerle karşılaşılır:

Kur’an, ayetler; Rene Descartes; Andre Gide; Albert Camus; Jean Paul Sartre; Martin Heidegger; Abdülkadir Mâlik,İslam Fanatizmi konuşması; Sören Kierkegaard; Hace Şemsüddin Muhammed Hâfız; İmam Sadık; Mevlana Celaleddin-i Rûmî; Rahl Waldo Emerson; İbn Haldun; Rostow, Aşamalar Kuramı; Karl Jaspers; Jean Isole; Vilfredo Pareto; Friedrich Nietzsche; S.Radhakrishnan.

Eserin bütününe bakıldığında, tezini güçlü kanıtlarla savunan Şeriati’nin, akıl ve dini esas alarak, ideoloji, öğreti ve tasavvufî akımların uzağında durarak, insan olmak’ı tanımladığı, bu oluş yolculuğundaki engelleri sıralayarak bunların nasıl aşılacağını aktardığı görülür. Özellikle insanın dördüncü zindanı olan kendi’sini aşması için önerdiği yol, aşk ve din olarak bir kendini feda etme, yüce bir ülküyü merkeze alma ve devamlı bir oluş yaşayarak, Tanrı’ya yönelme şeklinde belirir ama bu belirme teslimiyetten öte önce bir başkaldırı, seçim ve bu seçimin yönelimi olan din’in esaslarını yerine getirme/teslimiyet’tir. Ne tasavvuftaki Tanrı’ya erişmeyi kabul eden durağan bir yolculuk, ne de ideolojilerin yaslandığı sadece bu dünyaya ait bir yolculuktur. Şeriati’nin insan ‘olmak’ için önerdiği yol, ilk üç zindanın bilimle; dördüncü zindanın ise aşkınlık, aşk ve din ile aşıldığı, seçimi insanın başkaldırarak kendisinin yaptığı ve bu sayede imek’i olmak’a çevirme yoluna girdiği ve sonu, sınırı olmayan bir yolculuktur.   Ve bu yolculuğu anlatan en güzel ifâde kendisinin şu cümlelerinde bulunur:

“…insan sürekli ‘olmak’ sürecindedir, sonsuza doğru sürekli ve ebedî bir gelişim süreci içindedir.” Kısaca, bu, hiç bitmeyecek olan, insanın kendisini devamlı aşmak ve devinimde bulunmak, her daim seçmek ve başkaldırmak zorunda olduğu bir yolculuktur ve Şeriati de İnsanın Dört Zindanı’nda  bu yolculuğun ne olduğunu, bu yolculukta insanın nasıl ilerleyebileceğini aktarır.

 

Ali Şeriati, İnsanın Dört Zindanı, çev:Hüseyin Hatemi, İşaret yayınları, İstanbul, 2007.

 


[*] Bu bölümlenmeler Suzan Nur Başarslan tarafından incelemenin alt başlıkları olarak düzenlenmiştir.

… E-Kitap okumak için…

 İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz. 

 

Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

 

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin