Devlet, din, dindar bir de kindar!
By Fatma Sancak on Nis 17, 2012 in islamcilik, Kemalizm, Laiklik, Toplum, Ulus-Devlet
Bahsedeceğim konu birçok insanın en hassas noktalarından biri olan “dini” içerdiği için baştan belirtmek isterim ki, asla ve asla kimseyi sınıflandırmak, tasnif etmek, ölçmek, yermek ve etiketlemek gibi bir gayem yok. Zaten bu benim ödevim de olamaz ki bu haddim de değil.
Türkiye’de din (İslam) öğretimi çoğunlukla Diyanet (Devlet) eliyle yahut yasaklanmasına rağmen varlığını sürdüren cemaatler ve tarikatlar eliyle sağlanmıştır. Bunun sonucu olarak bilinçli bir form verilen din veya özünden koparılmış bir din sonucu ortaya çıkmış ve bu şekilde tebliğ edilmiştir. Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda ise devlet eliyle art niyet güdülerek; cemaatler-tarikatlar eliyle ise art niyet güdülmeden dinin özüne zarar verilmiştir. (Herhangi bir telaşa mahal yok Allah’ın vaadidir, dini O koruyacaktır.)
Türkiye’deki Müslümanlar olarak misal abdest, mesh, namazda ellerin nerede duracağı gibi konuları şeklen bir mühendis gibi milim milim ölçerek yerine getirmeyi çok çok iyi biliyoruz; ancak Kuran-ı Kerim’de 114 sure varken biz Türkiyeli Müslümanların namazımızda okuyabildiğimiz surelerin sayısı 8-10’u geçmiyor, hatta Kuran’ın en kısa 8-10 suresine “Namaz Sureleri” adı verilmiş, daha da beteri çoğumuz Müslümanız ama Kuran ne diyor bilmiyoruz; ancak birçok uydurma evliya kıssasını ezbere biliyoruz.
Tüm bunlarla olumsuz bir tablo çizmek istemiyorum, bu bahislerimde kimseyi yermek de istemiyorum, bu yazdıklarıma uzun yıllar yoğunca şahit olduğum için durum tespitinde bulunmaya çalışıyorum. Ancak çözemediğim şeyler de oluyor mesela bu ülkede başörtülü kadınların kamuda çalışması halen yasak, o başörtülü kadınlar düne kadar yerlerde sürüklendi, bu ülkenin ordusu içinde namaz kılmak yasaktı, eşi başörtülü olan TSK mensubu fişlendi, namaz kıldığı öğrenilince TSK ile ilişiği kesildi. Tüm bunların yapıldığı yerin adı “Peygamber Ocağı”ydı, kimse bundan bir rahatsızlık duymuyordu. Gırtlağımıza kadar faize batmıştık, “Faizin her türlüsü haramdır.” demek şöyle dursun bir cemaat faize cevaz bile verdi, tüm bunlara karşı sessizdik, öyle değil mi?
Çok ileri gitmek istemiyorum ama zannediyorum Müslüman bir toplum olarak -çok şükür- İslam’dan kopamadık, kopamadık ama bir başka en önemli şeyimiz “devlet” işin içine girince kendimizce “İslam-Devlet” bütünlüğü ortaya koyduk, bu bir şekilde iç içe giriş durumu oluşturdu ancak kutsadığımız “devlet ve devlet organları” etkisinden bir şey kaybetmeden büyürken, dinimizden (İslam) bir şeyler parça parça kopartılmaya çalışılırken İslam ruhen yıpratıldı. Öyle ki bazılarımızın kâğıt üzerinde kalan “Müslüman” sıfatı ne kâğıt üzerinden hayata döküldü, ne de kâğıt üzerinde sessiz kalabildi; işine geldiğinde ortaya atıldı durdu.
Tüm bunlara mukabil gerek cemaatler gerekse tarikatlar içinden veya hiçbirisine dâhil olmayan Kuran’a ve sünnete bağlı birçok Müslüman dindar yetişti, İslam’ı anlamak ve anlatmak noktasında -Allah onlardan razı olsun- çok yoğun emek harcadılar, fedakârlıktan çekinmediler.
Neden bunlardan bahsediyorum?
Başta da belirttiğim gibi kimin ne kadar dindar olduğunu ölçmek, sen şu kadar dindarsın, sen bu kadarsın demek benim ödevim de değil haddim de değil. Kişi “ben dindarım” diyorsa onu öyle kabul etmek durumundayız ancak bu “dindarlık” bahsi özelden başlayıp genele doğru bir “soruna” yol açıyorsa “Hakkı ve sabrı tavsiye etme zorunluluğu” kaidesince haddimizi aşmadan müdahale etme gereği doğuyor. Konuyla ilgili birkaç olaya bakalım…
Edirne Kent Konseyi’nce, Mimar Sinan’ın ustalık eseri olan Selimiye Camii’nin çevre düzenlemesine destek toplamak için Selimiye Meydanı’nda insan zinciri oluşturuluyor. Ancak Edirne Valisi Gökhan Sözer, bu yürüyüşe destek vermek için katılan Bulgar Ortodoks Kiliseleri Rahibi Aleksandır Çıkırık’ı protokolde yanında istemiyor. Vali: “”Kalsınlar böyle. Bulgaristan’da bizim müftüyü, hocayı, sağına soluna alıyorlar mı?” diyerek Rahibi protokole aldırmıyor.
Oyuncu Meral Okay öldü kendisi ölmeden evvel öldükten sonra bedeninin yakılmasını vasiyet etmiş ancak bu vasiyet -hangi akla hizmet bilmiyoruz- yerine getirilmedi ve cenazesi bir camiden kaldırıldı.
Milli Gazete’nin haberine göre Diyanet İşleri Başkanlığının “fetva hattına” vicdani reddin dini hükmü sorulmuş. Diyanetten gelen fetva ise “vicdani reddin caiz olmadığı” şeklinde olmuş.
Bu örnekler gibi birçok örnek mevcut devletin insanda vücut bulmuş hâli olan validen tutun da devletin “dini” kurumu olan Diyanet’in bu uygulamalarının dinden ve dindarlıktan değil de “devletlilikten” kaynaklandığı bariz bir gerçek. Zaten bir dindarın başka bir dinin önderine “ayrımcılık yapması” mümkün değildir. Zaten bir dindarın içinde namaz kılınması bile yer yer yasak olan TSK’ya karşı gayet insani ve İslami bir duruşla vicdani redde “caiz değil” demesi mümkün değildir.
Başbakan’ın dindar nesil yetiştirme arzusu eğer yukarıda örneğini verdiğim yanlışları doğru kılmak içinse bunu anlayabiliriz ancak Başbakan bir anlamda devletse -ki öyle- devletin dine müdahale etmesi sonucunda ortaya çıkan durum bu oluyorsa, Başbakan’ın böyle bir arzuyu tebliğ etmesi faydadan çok zarar doğuracağı için kabul edilir gibi değil zira kulluk devlete değil Allah’a yapılır.
Devlet ve dinin ilişkisinde ortaya atılan “dindar değil kindar nesil” başlığına gelecek olursak lütfen “dindar nesile” muhalefet eden zihniyete bir bakalım, ne yapıyorlar? 80 küsur yılın intikamını güdüyorlar. Arapların İngilizlerle bir olup bizi sırtımızdan vurduğu yalanıyla Araplardan nefret ediyor, laik olmayan Müslümanları Arabistan’a göndermek istiyorlar. Cumhuriyete muhalif olan Müslüman Kürt Şeyh Said’in asılmış olmasıyla yetinmiyor “İngiliz ajanıydı” iftirasıyla halen hakkına giriyorlar. Yunan nefretinden bir asırdır kurtulamadılar. 1915’in mimarlarının mirasını devralmaları yetmediği gibi özür dilemeleri gereken Ermenilerden halen nefret ediyorlar. 1938’de bombaladıkları Aleviler onlar için halen tehlike… Kendileri gibi olmayan herkese nefret duyuyorlar. Onlardan farklı düşündüğünüzde veled-i zinalığınıza gidiyorlar. Daha neler, neler…
Gördüğümüz tablo devlet eliyle dindar bir neslin bugünün şartlarınca mümkün olmadığını gösteriyor ama bu “ötekine” kindar diyenlerin gerçek kindar olduğunu değiştirmiyor.
Din, dindarın tarifini yapıyor bir şekilde dine bağlı eylemde bulunan ise kendince dindarlığından dinin tavsiyesinin tam aksini uygulayabiliyor ama bir de kindar var ki o cümlesine rahmet okutuyor. Tüm bu yanlışların doğru kılınması gereği ise birçoğumuzun umurunda bile olmuyor.
Tüm bunlar eşliğinde Kutlu Doğum Haftasına geliniyor. Rasulullah (SAS) Efendimizi anacağımız Kutlu Doğum Haftasında kimseye dinini öğretecek haddi olmayan, kendiyle derdi bitmemiş bir kardeşiniz olarak tavsiyem bu Kutlu Doğum Hz. Muhammed Mustafa (SAS) Efendimizin “kardeşlik ahlâkına” ayrılmışken, bence devlet dinden elini çeksin çeksin ki Kürt kardeşini öldürmek istemeyen Müslüman’a yaptığın caiz değil Diyanet sınırını aşmasın. Yakılmak istemeyen bir ateist cenazesi camiden kalkmasın, devletin valisi bir dinin önderine ayrımcılık etmesin. Kardeşlik ahlâkı Rasulullah örneğince aramızda yayılsın, Emevi Ailesi gibi Muaviye gibi ırkçı ve kindar bir neslimiz olmasın zira “dindarlar” olarak hesabı devlete değil hesabı Allah’ı vereceğiz. Dindarlar olarak “kindarlar” ile yarışmayıp şunu tavsiye edeceğiz:
“Asra and olsun; gerçekten insan, ziyandadır. Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler istisna. “
Dindarlığın özü, yolu, ölçüsü, metodu budur zira Allah’ın emri budur. Ve şüphesiz Allah doğruyu söyler.
… Bu konuda okumak için…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış
Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları
Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor. Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
3 Yorum
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Nis 17, 2012 | Reply
Devlet illa bir adam tipi yetiştirecekse “samimi” adam yetiştirsin.
Din de Kur’an ezberlemek, Arapça gramer öğrenmekten ibaret olmasa gerek. Namaz surelerini dahi yarım yamalak okuyan ama Allah’ın hukukunu herşeyin üzerinde tutan, gözyaşı döken, Allah deyince içi cız eden, ahlaklı olduğuna herkesin şahit olduğu insanlar var.
Ne yazık ki din eğitimi ile ahlaklılık arasında otomatik bir ilişki yok. Kendimden biliyorum bunu, içinde bir şey uyanmamışsa cilt cilt tefsir kitabı da okusan da bir faydası olmuyor. Hatta zararı oluyor.
Keşke ümmi olaydım diyorum bazen. O zaman her şey çok daha kolay olurdu.
Yazan:MehmetSalihDemir Tarih: Nis 17, 2012 | Reply
Daha önce birkaç yazınızda da rastladım yanlış hatırlamıyorsam; Muaviye’den (r.a.) bahsederken biraz sert bir dil kullanıyorsunuz, sanki. İslam tarihinin malum dönemlerini okurken, onun siyasi duruşunu, tavrını, fikirlerini, uygulamalarını beğenmeyebiliriz, doğru bulmayabiliriz ama yine de, Hz. Peygamberle (sav) yarenlik etmiş bir sahabeden bahsederken, daha ince ve dikkatli bir dil kullanmamızın daha zarif duracağını ve bize daha çok yakışacağını düşünüyorum. Keza tüm sahabeler için de…
Aynı yazı içinde, bir başkasını etiketlememek, ölçmemek, sınıflandırmamak için gösterdiğiniz ısrarlı hassasiyeti, geniş gönüllülüğü, ne olursa olsun bir sahabeden esirgemek şık durmuyor, doğrusu.
Sanki şu zamanda yaşayan canlı kanlı bir siyasi aktörden söz eder gibi katı bir tutum içinde olmak çok anlamlı bir yaklaşım gibi gelmiyor bana. Zaten bize bir şey de kazandırmaz, ama kaybettirme ihtimali var…
Bu notu, sizin yazınızda yapmaya çalıştığınız gibi, samimi ve iyi niyetli bir hatırlatma gibi görmenizi dilerim.
Yazan:Kerim Tarih: Nis 17, 2012 | Reply
Cemile Hn.;
Sizle farklı kültürlerin ve düşüncülerin ürünü olsak da temelde yazınızın içeriğine katılıyorum.Ülkemizde Devlet Laik uygulamalarını eşitlikçi ve adil yöntemle yaşama pratikliliğine aktarmalıdır.Yani bir ateistin bedeni camiye değil krematoryuma gönderebilmeli,nufüz cüzdanlarında din hanesi kaldırılmalı,başörtülü insanlar özgürce öğrenimlerini ve yaşamlarını kamu kesimindede sürdürebilmelidir.Tabi ezber bozmaya devam edelim ama kırmadan yıkmadan bozmadan.
Saygılarımla,