Ben kendimin istikbaliyim (Tom Ned / Jean-Charles Koch)
By Mehmet Yılmaz on Nis 22, 2012 in Hayat, İnsan, Sanat, Sinema
“Gelecekte olmama ihtimalim sabit olmak kaydıyla ben kendimin istikbaliyim. […] Özgürlük bilincimin sınırlarını teşkil eder. Özgür olmak demek özgürlüğe mahkûm olmak demektir […] Geçmişteki ‘ben idim’ demiyorum, ben kendimin geçmişiyim, bugün, şimdi bu oluş sürmekte. Ve ölümüme saniyeler kala sadece geçmişimden ibaret olacağım”(Sartre, Varlık ve Hiç, sf. 161, 174)
Nikon tarafından organize edilen kısa metraj film yarışması için hazırlanmış bir film : “Ben kendimin istikbaliyim” (Je suis mon avenir)
Filmde okunan metnin tercümesi:
İnsanlar doğarken ve ölürken birbirlerine benzerler. Onları birbirinden ayıran sadece doğum ile ölüm arasında yaptıkları şeylerdir. Hergün geçmişimizi yaratıyoruz. Hergün istikbalimizi yaratıyoruz. Bana mutlu bir gelecek vaad edilmişti, hatta düşlerdeki gibi. Bazıları itfaiyeci ya da avukat olacağımı düşünüyordu. Büyürken bambaşka şeyler yapmak istedim. Hoşuma giden şeyleri yapmak. Arkasından gelen olaylar bana belirsiz bir gelecek vaad ediyordu. Okulda başarısızlık, ailevi problemler ve duygusal hayatımda düş kırıklıkları… Neyle baş edeceğimi bilemiyordum. Bugün korkulan bir istikbalim var. Yaşanan, katlanılan bir gelecek bekliyor beni. Bu istikbalden kaçmak isterdim. Hayattan kaçmak. Ama beni yakalıyor. Bana doğru geliyor. Yüzümün arkasında geçmişte olduğum o küçük çocuk var. Ama artık kimse ilgilenmiyor.
Ne yazık ki olmam gereken insan olamadım, o cesareti gösteremedim. Olmak istediğim, olmayı düşlediğim insan… Geleceğimi başka türlü çizmek isterdim.
Elinizdeki bu kitabı Sinema’nın programlanmış ölümüne karşı bir direniş olarak görebilirsiniz. İnsan’dan vaz geçmeye yeltenen, Güzel’i, Sanat’ı,İnsan’ı kâr-zarar tablolarına sıkıştırmaya çalışan endüstriye “Hayır!” demenin nazik bir yolu. Sinema bütün “teknik” karmaşıklığına rağmen insansız olmaz. Sinema insanlar tarafından yine insanlar için yapılan bir sanattır.
Derin Düşünce yazarları izledikleri 28 filmi anlattılar. İnsanca bir perspektiften, günlük hayatlarındaki, iç dünyalarındaki yansımalara yer vererek… İran’dan Arjantin’e, Fransa’dan Afganistan’a, Rusya’dan Türkiye’ye uzanan bir yolculukta, İnsan’dan İnsan’a… Umulur ki bu kitap Andrei Tarkovsky, Semih Kaplanoğlu, Mecid Mecidi, Nuri Bilge Ceylan ile buluşmanın farklı bir yolu olsun… Buradan indirebilirsiniz.
“Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?” (Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)
“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan, Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz.
1 Yorum
Yazan:ç-z Tarih: Nis 22, 2012 | Reply
Metin, Enver Gülşen’in bir yazı ile dikkat çektiği, çocuklara isimlerinin unutturularak bir doktor, avukat ya da rahip olarak bir mesleğe dönüştürülmelerinin konu edildiği Beyaz Kurdela (White Ribbon) filmini anımsattı; Çocuğum ben, kendimin geleceğiyim.
Ebeveynine muhtaç, onlarsız yetişkin olamayan çocuklar ve özgürlük konusu videodaki metne göre yorumlanırsa şayet; Ebeveynlerin kendi gelecekleri olarak gördükleri çocuklar için özgürlük ya “o geleceğin parçası kalarak başarının kendisi olmak ya da planlanmış bir geleceği cesaretle ret etmeyi başaran olmak” anlamına gelecektir.
Metni dikkate almadan videoda gördüklerimden sonra düşünebildiğim; “dünyanın beşer viranesinden geçmekte olan bir seyyah”. O yıkıntıların ve yalnızlığın ortasındaki birini ve bulunduğu durumu tanımlamak için aklımdan geçen kelimeler ise ”cesaret ve başarı” olmadı. Bazı kelimeler gibi bunlar da kalabalığa muhtaçlar çünkü. Önlerine, arkalarına mukayese yapmaya imkan verecek bir ilave yapılmadan tek başlarına pek bir anlam ifade etmiyorlar. Kendine has uzunca bir metni olan ama bir kelimeden ibaret(!) İnsan’ı ne yazık ki kalabalıklaştırmadan(beşer) anlamakta zorlanıyoruz. İlla da onu bir cümlenin kelimesi olarak anlamaya/anlamlandırmaya çalışıyoruz. Ne için?
Ben kendimin istikbaliyim diyebilmek için başkaları tarafından anlamlandırılmaya değil de kendimiz için bir anlam ifade etmeye muhtacız demektir. El atına binen çabuk iner misali başkalarının kelimeleriyle kendi cümlesini(kendi olmak) kurmaya çalışan hangi şartlarda ve nerede o attan ineceğini bilemez. Kaybolur.
İlişkili olduğunu düşündüğüm güzel bir yazı için link;
http://www.insanokur.org/?p=17821#more-17821