Vatikan’ın Zindanları / André Gide
By Suzan Nur Basarslan on May 3, 2012 in edebiyat, Kitap Sohbeti, Sanat
Lafcadio suçlu mudur, değil midir?
Lafcadio, Zülfü Livaneli’nin yazdığı Dört Santimlik Dünya(1) adlı fıkrada “Filmi izlerken bir ara André Gide’in “Vatikan’ın Zindanları”nı düşündüm. Okuyalı en az kırk beş yıl olmuştur ama kahramanın adının Lafcadio olduğu hatırımda.” cümlelerini okuduğumdan beri, özellikle merak ettiğim bir karakterdi. Vatikan’ın Zindanları’nı(2) okuduğumda ise Lafcadio’yu kavram/olgu-karakter (3) olması yüzünden sizlere tanıtmaya karar verdim.
Tıpkı Sartre’ın Duvar’ındaki Herostratos adlı hikâyede(4) toplumdan ve insanlardan nefret eden, mizantrop, hastalıklı, yabancılaşmış bir karakterle özdeşleşen Paul Hilbert’i; Camus’nun Yabancı’sında(5) bizi ilk cümleyle şaşkına çeviren “Aujourd’hui, maman est morte. Ou peut-être hier, je ne sais pas.(Bugün anneciğim (maman) ölmüş. Belki de dün, bilmiyorum.), yabancılaşma ve hayatta karşımıza çıkan her şeyin saçma’lığıyla özdeşleşen Meursault’u; Buzzati’nin Tatar Çölü’nde(6) otuz yılını harcadığı kalede, tam da hayalleri kendisine ulaşacakken bir han odasında üniforması ve yalnız gülümsemesiyle ölümü bekleyen ve edilgenlikle özdeşleşen Drago Giovanni’si; Flaubert’in Madame Bovary’sinde(7) küçük burjuva, zengin-ünlü olma, rahat bir hayat sürme, bunu sağlamak içinse kolay yolu tercih ederek, hayatın/toplumun realitesinden kaçıp hayal dünyasına sığınan ve hayal dünyasını temsil eden (Jules de Gautier 1892′de Madame Bovary’den hareketle yazdığı denemelerinde Bovarizmi bir içsel telkin eksikliği, kişinin ‘dış çevrenin telkinine boyun eğmesi’ olarak tanımlar. Zamanla bir edebiyat terimine dönüşen Bovarizm, kişinin (yazarın ya da kahramanın) kendini başkasının yerine koymasını, bir başka deyişle gerçek dışı, sahte bir kendiliğe sığınma eğilimini belirt”en(8) bir tanıma dönüşmüştür.) Emma Bovary’si; 1950’de bir konferansta Körleşme’yi Karamazof Kardeşler ya da Ulysses ile karşılaştıran Profösör J.Isaacs’ın ” Gerçekliğin çok uzağında yaşayan bilginin, Prof. Kien’in tüm dünyası, kafasının içindedir ama kafasının bir dünyası yoktur. Çökmekte olan bir kültür ortamında bu salt bilim insanı, bilgisizlik, açgözlülük, nefret ve kıskançlık gibi tüm kötü güçlerin saldırısı sonucu paramparça olur.” ifadeleriyle budalalığın, iletişimsizliğin, açgözlülüğün, sınıf farkının, bilimselliği ön plana alıp kitaplardan fildişi bir kule inşa eden bilim adamının dünyasından insanlara bakışın aslında bakamamasının romanı olan Canetti’nin Körleşme’sinin(9) fildişi kulesinde yaşayan aydınla özdeşleşen Profesör Kien’i; Stanley Corngold’un “Eleştirmenin Çaresizliği” adlı kitabında 130 farklı açıklamaya yer verdiği, “Yaşamdan kopmanın verdiği yalnızlık ve gelecekten herhangi bir şey ummamak” olarak ifade ettiği, varoluşsal bir kaygının merkeze oturduğu ve hiçlik duygusuyla özdeşleşen Kafka’nın Dönüşüm’ündeki(10) Gregor Samsa’sı gibi Andre Gide’in Lafcadio’su da nedensiz edim kavramının kişileştiği, özdeşleştiği bir kavram/olgu-karakter’dir.
Andre Gide’in Vatikan’ın Zindanları, 1914 yılında yazılmış, öykü ile novella arasında, yazarın esere dahil olduğu ve karakteri hakkında konuştuğu, yazar ile anlatıcı kişi arasındaki sınırı netleştiremediği, teknik açıdan zayıf bir eser. Lafcadio karakterinin de yeterince derinleştirilmemiş olması kusurlarından biri. Ancak kimi yerlerde -Lafcadio ve Julius’un diyaloglarında olduğu gibi/Beşinci Kitap/episod 3- modern roman tekniklerini yakalaması, Julius ile eserinin yazılış sebebini kahramanı aracılığıyla söylettirmesi, dönem yazarlığına yönelik atıflarda bulunması eserin başarılı yönleri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Eser, konu olarak1890 yılında Papa 13. Leo’nun Loca tarafından zindana atılarak yerine sahtesinin geçirilmesine yönelik bir söylentinin merkezine oturduğu ve bu merkezde Farmason Anthime Armand-Dubois ve eşi Veronique; yazar Julius de Baraglioul, eşi Marguerite (Veronique’in kız kardeşi) ve kızları Genevieve de Baraglioul(sonda Lafcadio’nun sevgilisi olacaktır); Juste-Agenor (Julius’un babası) ve Lafcadio Wluiki (Julius’un baba bir üvey kardeşi); Kontes Guy de Saint-Prix (Julius’un küçük kız kardeşi); Amedee Fleurissoire ve eşi Arnica (Verenique ve Marguerite’in küçük kız kardeşi); Protos/Cadio/Defouqueblize ve Carola… adlı karakterlerin inanç-hayat hakkındaki düşüncelerini aktaran olayları anlatmaktadır.
Bu karakterlerden Farmason Anthime Armand-Dubois, Tanrı’yı bilimle sıkıştırabileceğini iddia eden, 46 yaşında, bacağındaki rahatsızlık yüzünden güçlükle yürüyen, bir kızgınlık anında evdeki Meryem heykelini yanlışlıkla kırıp pişman olan ve yeğeninin “Bir de Tanrım, bir de size Anthime Enişte’nin günahlarını bağışlamanız için yalvarıyorum.”sözleriyle bir aydınlanma yaşayan, o gece gördüğü düşle ve sabahında bacağının iyileşmesine dervişane bir yaşama yönelen bir bilim adamıdır. Ancak eserin sonunda, inancını sahte papa olayını öğrendikten ve yeniden topallamaya başladıktan sonra yitiren bir kahramandır.
Diplomat Juste-Agenor’un yazar oğlu Julius de Baraglioul, kibar çevrelerde başarı kazanmış, Fransız Akademi üyesi adayı, babası tarafından başarısız bulunan ve nedensiz edim konulu bir roman yazmaya çalışan bir romancıdır. Özellikle Julius Gide’in yazarlık, roman yazımı, kahraman yaratımı, roman malzemesi konusunda söylemek istediklerini aktaran bir kahraman olarak Lafcadio’dan sonraki en önemli kahramandır ve denilebilir ki yazarın kendisidir.
Amedee Fleurissoire, kör ve saf bir inançla papa hakkında çıkan dedikoduların gerçekliğini öğrenmek için Vatikan’a yolculuk eden ve Protos’un oyunlarıyla kandırılan, Lafcadio’yla aynı trene binmek şanssızlığına düştüğü için nedensiz yere öldürülen kahramandır.
Ve Lafcadio. 19 yaşında, başlangıçta babasının kim olduğunu bilmeyen, annesinin ilişkileri sonucu beş amcayla büyüyen, öfkelendiğinde kendisine fiziksel acı çektiren/mazoşist eğilimli ama bunu gizleyen, tehlikeden hoşlanan, bir yangından çocukları kurtarabildiği gibi(kahraman vs. olma arzusuyla değil, sebepsiz), babasının ilgisini çekebilmek için soy ismini değiştirerek kartvizit çıkartabilen, kıyafetine çok önem veren, okumaktan çok zevk almayan, gerçek babasının vasiyetiyle birdenbire paraya kavuşarak şehir şehir gezmeye başlayan, kendisine hayran, kararsızlıktan nefret eden, insan yaşamını küçümseyen, olabilecek her şeyin olmasını yaratılış olarak açıklayan, nedensiz bir cinayeti tasarlarken olayların akışını değil, kendi sınırını merak eden, bir oyun, ilginç bir deneyim olarak düşündüğü cinayeti hiçbir duygu hissetmeden gerçekleştiren, sakin ve kaygısız ediminin sonucundan çok, değer verdiği şapkasının yitimine üzülen, cinayet/cani sözcüklerini kendisine yakıştırmayan, “saklambaç oynarken, bulunmayı hiç kuşkusuz istemeyen, ama hiç değilse aranmasını isteyen bir çocuk gibi canı…”sıkılan, Julius’la bu cinayeti tartışırken bunu gerçekleştireni ‘özgür kişi’ mertebesine çıkartan(edimin özgürlüğü ifade etmesi), ama daha sonra bu oyundan sıkılıp Julius’a katilin kendisi olduğunu itiraf eden, Julius’un kendisini artık sevmeyeceği ihtimaliyle ağlayabilen, kendisine yangın anından beri hayran olan Genevieve’i babasından uzaklaştırıp kendi düzeyine çekebilmek için onunla sevişen, Genevieve’in saygısını kazanmak için teslim olmayı düşünürken aslında yaşamaktan vazgeçmeyecek bir karakter.
Nedensiz edimi Gide, Julius tarafından “Çıkar dışı” olarak verir ve şöyle devam eder: “iyilik gibi kötülük de, yani kötülük adı verilen şey de nedensiz olabilir” ve kötülüğün sebebini “Lüks olsun diye, harcama gereksinimiyle, oyun olsun diye” çıkardan en uzak ruhların illa da iyi ruhlar olmayacağını ileri sürerek açıklar. Peki din bilgisinden, gönül alıcılıktan, hesaptan kurtulmuş, hiçbir şeyin hesabını tutmayan bu ruh desteklenecek midir, Julius’un bu sorusuna bacanağı Fleurissoire’in cevabı hayır’dır; oysa Julius bir destekleme beklemektedir bacanağından. Bu yüzden şunu ekler Julius: “…kötü davranışın, cinayetin nedensiz, ilgisiz, çıkarsız olduğu düşünülünce, zerre kadar suç sayılmaz; onu işlemiş olan da tutulamaz… Çünkü neden, cinayetin nedeni, suçluyu ele veren kulptur. Yargıç: Is fecit cui prodest derse de… (Bunu yapan, bundan çıkarı olandır. /Suçluyu bulmak için bundan kimin çıkarı olduğuna bakın) siz hakkınız olan bir şeyi yaptınız, değil mi ya?” Bu kısımda (Dördüncü Kitap/7.episod) kısaca, dönem tartışmalarını, suç-neden/motif kavramları ışığında nedensiz işlenen bir cinayet sorumlusunun ve bu edimin suç kabul edilemeyeceğini öne sürer.
Leit-motifi, insan iyiliği ve kötülüğü bir nedenle mi tercih eder(din, ahlak, etik, toplumsal kabuller…); nedensiz gerçekleştirilen bir kötülük kişiyi kötü kılar mı, sorularının-cevaplarının ahlaki ve felsefi bağlamda sorgulaması olan Vatikan’ın Zindanları; din-Hristiyanlık, nedensizlik, suç-ceza, toplum-kabuller, yazar-çevre ilişkilerine… de değinerek sadece kavram düzeyinde kalmayan, dönemin fikir, sanat ve dini hayatını da gözler önüne seren bir eserdir. Bu noktada eser sadece, Lafcadio’yla nedensiz edimin kişileştiği bir karakteri vermekten çıkarak dönemin günlük yaşam, inanış, algı, edebiyat dünyası, akrabalık ilişkileri, bilim-kilise ayrılığı… gibi daha büyük bir perspektifi gösterme işlevini yüklenen bir yapıyı içinde taşır. Eserin merkezi kahramandan kahramana değişiklik göstererek(Farmason Anthime Armand-Dubois ile, din-bilim ilişkileri; Julius ile, edebiyat çevresi; Amedee Fleurissoire ile, kör ve saf bir inanç…) adım adım yazarın yaşadığı dünyanın ve sorgulamalarının ne olduğu tespitine ulaştırır okuru ve bu merkezlerden en önemlisi nedensiz edimin kişileştiği Lafcadio karakteri olur.
Yazar, eserindeki yazar Julius ile bu merkezin özelliklerinin ne olacağını şöyle ifade eder ki (Beşinci Kitap/3.episod) bu bize bir karakter tahlilindeki ana özelliklerin yazar tarafından kahramanı aracılığıyla verilmesini sağlar (bu kısımlar eserin modern romana en çok yaklaştığı bölümleridir ta ki Julius tarafından nedensiz cinayet olmaz cümlesine kadar) :
“Bir genç adam söz konusu, onu katil yapmak istiyorum. …ama benim istemediğim bu işte. Cinayete neden istemiyorum; caniye bir neden bulmak yeter bana. Evet; ona nedensiz, ilgisiz, çıkarsız bir cinayet işletmek istiyorum; tümüyle nedensiz bir cinayet işlemek isteyecek… Daha delikanlıyken alalım onu ele: bundan yaradılışının inceliği anlaşılsın, her şeyden önce oyun olsun diye davransın, zevkini kolayca çıkarına yeğ tutsun… Kendini zorlamaktan zevk aldığını da ekleyelim… Tehlike aşkını da aşılayalım ona… Önce çalışıp bu işte yetiştiğini getiriyorum gözlerimin önüne; ufak hırsızlıklarda ustalaşıyor. …Bununla birlikte dolandırıcılıktan nefret eder… (cezasız kalmak) onu kızdırır da. Yakalanmamışsa, fazla kolay bir oyun oynadığı için yakalanmamıştır… Düşünün bir kez; hiçbir tutkunun, hiçbir gereksinimin nedenlendirmediği bir cinayet. Onun cinayet işleme nedeni, bu cinayeti nedensiz işlemektir.”
Ve eserde karşılaştığımız Lafcadio, tıpkı Julius’un tamı tamına anlattığı bir karakter olarak karşımıza çıkar. Hayatı çocukluğundan itibaren anlatılmaya başlanır. Kendini zorlamaktan zevk alır, ne yangından kurtardığı iki çocuğu, ne de öldürdüğü Amedee Fleurissoire’i önemser. Bu iki zıt (iyilik-kötülük) hareket için de belirli hiçbir nedeni yoktur ve kendisine göre ne kahramandır ne de cani. Hayatında oyun, arzu ve serüven önemlidir. Kaygı ve öfkesinin nedeni kendisine verdiği değeri başkalarının vermeyecek olması ya da sevdiği, önemsediği bir şeyin(nesne, kıyafet) elinden alınmasıdır. Hiçbir neden olmadan, sadece işlemek için bir cinayet işler, yakalanmadığı için yüreklense de bunu işlediği cinayetin fazla kolay bir oyun olmasına bağlar…
Yeni Nimetler’de “Bilgelik ve özgürlük’ü aşkla yasaların boyunduruğundan kurtulmak olarak açıklayan”(11) Gide, Lafcadio’yla bizi hukuki olmaktan öte, felsefi ve ahlâki bir sorunla yüzleştirir: Bireysel ve toplumsal nedenlerden kaynaklanan suçun bir nedeni yoksa(Lafcadio’ya göre bu, özgür kişi demektir), bunun cezası ne olacaktır?
Kötü davranışın, cinayetin nedensiz, ilgisiz, çıkarsız olduğu düşünülünce, zerre kadar suçlu sayılamaz; onu işlemiş olan da tutulamaz. “diyen Julius haklı mıdır?
Burada bizlerin de tartışması gereken asıl soru şudur:
Herhangi bir nedene (kötülük, para, kıskançlık, çıkar…) dayanmadan/motif cinayet işleyen kişi/Lafcadio felsefî ve ahlâkî olarak suçlu mudur, değil midir?
- (1) http://haber.gazetevatan.com/Dort_santimlik_dunya/242680/4/Haber
- (2) Andre Gide, Vatikan’ın Zindanları, çev: Tahsin Yücel, Can yayınları, İstanbul, 2010.
- (3) Kavram/olgu-karakter: Bir kavramla özdeşleşen, kavramın kişileşmiş, somutlaşmış hâli. SNB
- (4) Jean Paul Sartre, Duvar, çev: Eray Canberk, Can Yayınları, İstanbul, 2010.
- (5) Albert Camus, Yabancı, çev: Vedat Günyol, Can Yayınları, 16.Basım, 2004, İstanbul.
- (6) Dino Buzzati, Tatar Çölü, çev: Hülya Tufan, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004.
- (7) Gustave Flaubert, Madame Bovary, çev:Mustafa Bahar Kum Saati Yayınları, İstanbul.
- (8) Nurdan Gürbilek, Kör Ayna, Kayıp Şark, Metis yayınları, İstanbul, 2004,s.21
- (9) Elias Canetti, Körleşme, çev: Ahmet Cemal, Payel Yayınevi, İstanbul, 2005.
- (10) Franz Kafka, Dönüşüm, çev: İsmail Şen, Bahar yayınevi, İstanbul, 2004.
- (11) Yeni Nimetler, Andre Gide, Can Yayınları, çev: Tahsin Yücel, İstanbul, 2007.
- (12) Bu yazı Nisan (2012) Ayraç dergisinde yayımlanmıştır.
… Sanat üzerine e-kitap okumak için…
Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan
Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın
İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.
Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, … Buradan indirebilirsiniz.
Şiirlerim, Öykülerim / Cemile Bayraktar
İnsan ya zevkten yazar ya dertten yazar. Ama insan bazen dertli olduğunu kendi bile bilmez, derdini ve zevkini kendi yazar ama farkında değildir, derdini de, şevkini de bazen kendi yazmamışçasına, yazdığından okur, insanın kendinde bilmediği yansımıştır yazıya, insan dertten yahut zevkten yazarken herkes kadar kendini okur. İnsan önce kendi için yazar. O vakit yazdığı aynası olur. Buradan indirebilirsiniz.
İnsanları birleştiren, engelleri ortadan kaldıran bir eylem yazmak… ve tabi okumak. Heinrich Böll, Sadık Yalsızuçanlar, Jean-Paul Sartre, Leyla İpekçi, Samuel Beckett, Peyami Safa, Immanuel Wallerstein, Marilyn Monroe veya Baudelaire… Farklı ülkelerde yaşamış, farklı kaygılarla yazmış olsalar da bütün yazarlar bir iz bırakmak, günü gelince başka insanlarca okunmak isterler. Evet… Yazmak vermektir. Kitap tanıtan kitaplarımızın üçüncüsünü ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
İncitmeden söylemek istersin ama söz incitir bazen. Ağlatmak istersin bazen ama söz ağlatmaz. Bazen sesini sözle duyurmak istersin ama duyulmaz. Bazen birsindir, bin olmak istersin söz yetmez. Sözün söz; kelimenin kelime olarak kaldığı anlar bazen yetmez, bazen tam aksine düşer, öyle zamanların sihri sadece şiirdir… Tahran’dan, Washington’a; Beyrut’tan, Tokyo’ya; İstanbul’dan Şam’a; Paris’ten Kazablanka’ya; Filistin’den Keşmir’e kadar uzatabilir kollarımızı şiir, tel örgülere, mayınlı topraklara, kırmızı çizgilere mahkûm etmeden beşeri, uzanır uzanabildiğince…Buradan indirebilirsiniz.
Elinizdeki bu kitabı Sinema’nın programlanmış ölümüne karşı bir direniş olarak görebilirsiniz. İnsan’dan vaz geçmeye yeltenen, Güzel’i, Sanat’ı,İnsan’ı kâr-zarar tablolarına sıkıştırmaya çalışan endüstriye “Hayır!” demenin nazik bir yolu. Sinema bütün “teknik” karmaşıklığına rağmen insansız olmaz. Sinema insanlar tarafından yine insanlar için yapılan bir sanattır.
Derin Düşünce yazarları izledikleri 28 filmi anlattılar. İnsanca bir perspektiften, günlük hayatlarındaki, iç dünyalarındaki yansımalara yer vererek… İran’dan Arjantin’e, Fransa’dan Afganistan’a, Rusya’dan Türkiye’ye uzanan bir yolculukta, İnsan’dan İnsan’a… Umulur ki bu kitap Andrei Tarkovsky, Semih Kaplanoğlu, Mecid Mecidi, Nuri Bilge Ceylan ile buluşmanın farklı bir yolu olsun… Buradan indirebilirsiniz.
“…Benim öyküm bir rivayetten ibaret, bu yüzden benden miş’lerle bahsediyor diğerleri. Beni, yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılıyorlar. Sorsalardı bana, derdim ki, beni yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılayanlara, evinden ayrılmayan/ayrılamayan, öyküsünü değil, hayallerini anlatır elbet, ya da masalları. Oysa bilmek yaşamak değildir her zaman, yaşamanın bilmek anlamına gelmeyeceği gibi her daim. Gözlerimde; bir şeyler yaşamış olanların, yaşamadıklarını sandıklarına olan o kendini beğenmiş, o her şeyi bilen bakışına rastlayamazsınız bu yüzden…”
Son romanı Bela’dan da tanıdığınız DD yazarı Suzan Nur Başarslan’ın öykülerini derlediği bu kitabını ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları
Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor. Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
“Ötekilere” bakarken (Çeviriler)
“Ötekilerin” gözüyle dünyaya bakabilenler ilerliyor uygarlık yolunda. Geçmişte Bağdat’ı, Kurtuba’yı inşa eden, bugün ise Paris’i, New York’u, yaşatan “öteki” değil mi? Bugün içine kapanan ülkeler yine geriliyor. Dışa açılan, “ötekilerin” bilgisini, birikimini kendine katabilenler ilerliyor. Bu kitabın amacı da “ötekilere” küçük bir pencere açmak. “Almanlar, Amerikalılar, İranlılar, Filistinliler ve İsrailliler dünyada olup bitenlere nasıl bakıyor?” diye sormak. Çeviri metinlere adadığımız 125 sayfalık bu kitapta Ermenistan’dan tasavvufa, İran sinemasından Ateizme, Şeriat’tan Türkiye’deki Hristiyanlara uzanan çok değişik konularda çeviri metinler bulacaksınız. Buradan indirin.
Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…
”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”
Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.