RSS Feed for This Post

Tarkovsky ve Andrey Rublyov

Ancak, doğru anlayışla özü kavrayabilirsin…” 

Modern san’atı geleneksel san’attan ayıran nokta için kabaca, arka planlarındaki dünya görüşü veya felsefeye bağlı olarak dayandıkları gerçeklik anlayışı ve bu gerçekliğin dile getiriliş yöntemidir denilebilir. Doğal olarak kutsal san’atı da ihtiva eden geleneksel san’at kavrayışı, aşkın bir hakikate dayanır ve bu hakikatin dile getirilmesinin yolu olarak sembole başvurur. Modern san’at ise modern felsefenin doğruları ile biçimlenmiştir ve geleneksel olanın tersine soyutu somuttan türetir, buna uygun olarak imgeyi de maddenin nedenselliği ile inşâ eder. Bu kısa ifadeden modern san’atın ön kabullerinin pozitivizm ve determinizm olduğu pekâla anlaşılabilir.

Bu iki farklı san’at kavrayışının belirgin bir biçimde ayrılmalarını sağlayan unsur, kullandıkları dil ya da yöntemleri diyebileceğimiz işâret sistemleridir. Algılama ve kavramayı “doğrudan” ve “dolaylı” şeklinde ikiye ayırdığımızda, hislerle duyulabilen şeylerin dışında anı, rüya, hayal gibi ya da atomun etrafında dönen elektron gibi izafî anlatımlar için insanoğlu muhayyileye (imgelem) başvurur. İnsana gerçeğe yakın bir tarzda sunulan bu dolaylı anlatımda kullanılan işâret de imge adıyla anılır.

Bu konu üzerinden sembol, alegori, imge, simge, işâret, figür gibi kavramlara açıklık getiren Gilbert Durand (Sembolik İmgeleme, İnsan Yay., 1998), dolaylı yoldan, muhayyile ile kavrama ve anlatımın da temelde iki yolu olduğunu yazar: Bu iki yol; tasvir edilebilme olanağına sahip olan işâretler için kullanılan alegorik anlatım ve bu imkâna sahip olmayan ve algılanması imkânsız olan bir şeyi çağrıştıran sembolik anlatımdır. Anlaşılacağı üzere sembol ve alegori, birbirlerinin zıddıdır: Çünkü alegori, bir figür oluşturabilmek adına bir fikirden yola çıkarken, sembol zaten kendisi bir figür olarak fikrin kaynağıdır. Alegorik anlatım, iletilmek istenilen fikrin ekonomik bir yolla somutlaştırılmasıyken; sembolik anlatım, algılanması imkânsız olanı figürler üzerinden hatırlatır. Bu iki farklı dolaylı anlatım tarzı, geleneksel ve modern san’atların birbirinden ayrılmasına sebep olur: 

Sembolik imgenin geçerliliğini yitirdiği bir toplum ortaya çıkaran Rönesans’ın “geniş ve iddialı alegorilerinden sonra XVII. ve XVIII. asrın sanatının genel olarak saf bir “eğlenceye”, saf bir “süse” dönüştüğünü görmekteyiz.” Artık, “‘Kilise zaferinin’ ressamı, André Roublev veya Rembrandt değil Rubens’dir.“(a.g.e:.28)

* * *

Bir ortaçağ kilise ressamı olan Andrey Rublyov’un san’atına sırt çevirmiş modernlikle arasına her zaman mesafe koyan ve modern san’atı “eksantrik kişilerin garip bir çabası” diye niteleyen Tarkovsky, “San’at, olgucu-faydacı bir pratiğin bizden gizlediği, mutlak tinsel gerçekle iç içe geçmiş bu dünyanın bir simgesidir.” diye yazar. (Mühürlenmiş Zaman, Afa Yay., 1986) 1966’da çektiği yarı biyografik bir film olan Andrey Rublyov, yönetmenin san’at üzerinden geleneğe bakışını sunması sebebiyle karmaşık ve ilginç bir yerdedir. Filmin mevcut iki katmanı hemen dikkat çeker: Birinci katmanda, ortaçağ Rusya’sındaki toplumsal düzen; ikinci katmandaysa Andrey Rublyov’un san’at yaklaşımından kaynaklanan sıkıntıları ele alınmaktadır. Yönetmenin kurgusal inceliği sâyesinde katmanlar birbirleriyle soyut bir tarzda ilişkilendirilirken, iki söylem böylece iç içe sunularak film, salt biyografik bir anlatımla sınırlanmaktan kurtulduğu gibi tarihî bir belgesel olmaktan da kurtulmuştur.

Topluma Dair

San’atkârın tutkusunu, onu saran dönemiyle birlikte sunması, Tarkovsky’nin kendi çağına dışarıdan bakma gayretinin izlerini taşıdığını düşündürür: Çünkü onun da Rublyov’un da ön adı olarak bir “müşterek imge” biçiminde sunulan “Andrey” ismi, filmin en kritik bölümü olan Andrey’e Göre Tutku“da da anılmaktadır. Bu bölümü kritik yapansa, yukarıda anılan her iki katmana birden gönderme yapması ve filmin finalinde çözümlenecek olan düğümlerin burada atılmasıdır. Andrey ismi üzerinden yapılan bu bağdaştırma/özdeşleştirme ile Tarkovsky’nin kendini Rublyov ile dile getirdiği söylenebilir. “Manen duyarlı bir insanın bir san’at eserinden algıladıklarıyla katıksız dinsel bir deneyim arasında paralellikler” olduğunu düşünen Tarkovsky (a.g.e.:46) birçok anlamın peşindedir. San’atını şüpheli bulan -ve köhnemiş Rus yapısını ön plana alarak kaynak israfı yaptığı gerekçesiyle bu filmini de yasaklayacak olan -Sovyet hükümeti onu takip etmekte ve o da dini kargaşa -kıyâmet beklentisi-, iktidar savaşı ve sefâleti anlatırken mevcut Sovyet rejiminin zor günlerini seyirciye tarihsel bağlam içinde arz etme gayretindedir denilebilir.

Farklı başlıklar altında, bölümlerden oluşan filmin her parçası ayrı bir hikâye gibi dursa da nihâyete erdiğinde hepsi bütünlenir. Bu yönden Tarkovsky, sanki Rublyov’un parçalarla oluşturduğu san’atına, fresklerine öykünmektedir. Yazdıklarından anladığımıza göre san’atçının içinde yaşadığı toplumun ve zamanın etkilerinden ve koşullarından bağımsız olamayacağını düşünen Tarkovsky, böylelikle başkarakter olan Rublyov üzerinden Rus toplumuna ve ortaçağa bakabilmektedir.

Ki Tarkovsky için san’atın toplumsallığı mühimdir: “Sanatın etkisi, töresel ve ahlaksal sarsıntılarla yakından ilgilidir. Kim sanatın duygusal tezlerinden etkilenmez, onlara inanmazsa o, radyoaktif bir hastalığa -bilinçsizce ve hiç farkına varmadan- yakalanma tehlikesiyle karşı karşıyadır… Hem de, dünyanın bir tepsi olduğuna ve üç balinanın üstünde durduğuna inanan insanlara has o huzur dolu, geniş yüzdeki aptal tebessümle…” (s:57)

Sosyo-ekonomik olarak, ortaçağ Rus toplumundaki feodal öğeler filmde yorumlanmaksızın görselleştirilir. Merkezî bir iktidarın olmaması ve sürekli tekrar eden Tatar istilaları arasında Prensin emrindeki halk, ürettikleri karşılığında aldıklarını prense vermekte ve neredeyse aç biilaç yaşamaktadırlar. Kameranın halka her yönelişinde göze batan sefâletin bir örneği kardeş prenslerin saray yaptırmak ve azâmetlerini sergilemek için en pahalı taşları getirtip en meşhur sanatçıları tutmalarındadır. Diğer örneğiyse yapılan devâsa çan için halkın elindeki tüm gümüşlerin toplanması ve herkesin köle olarak bu işlerde çalıştırılmalarıdır. Kilise kurumu da prenslerle işbirliğinde çalışmakta ve bu, cemaat içersinde de çatlaklar oluşturmaktadır. Rublyov ile birlikte boyama yapacak olan Kirill isimli bir diğer san’atkar keşiş, İsa’nın tapınakta ticaret yapan Ferisîleri eleştirisini örnek verir ve buna isyan ederek manastırı ve arkadaşlarını terk eder.

Güvercin satıcılarına, “Bunları buradan kaldırın” dedi. “Babam’ın Evi’ni pazar yerine dönüştürmeyin.” Öğrencileri Kutsal Kitap’ta O’na ilişkin şu sözü anımsadılar: “Evin için gösterdiğim çaba beni yiyip tüketecek.” (Yuhanna,2:16-17)

Zamanın bir gereği olarak köle ve prensin olduğu yerde eksik olmayansa soytarıdır: Soytarının film içerisinde işlevsel olarak göründüğü söylenebilir. Onun işi, taklittir. Bir anlamda o, ideal olandan uzak, sistemi meşrulaştıran san’at ehlini temsil eder. Gerçeğin doğasını taklit ederek onu gülünçleştirirken kabul edilebilir bir hâle getirir. Ama bazan ileri gidip “Hacivat-Karagöz” misâli, tehlikeli sularda yüzer. Filmin başlarında çevresindekileri güldürürken rahiplerin azgınlığından bahsettiği sırada içeri giren keşişlere sunulan ikramı reddetmelerinden hareketle bir gülmece var eder:

Islanmışsınız, bira içer misiniz?” diyen bir köylüye, “Teşekkürler, bira içmeyiz.” diye cevap veren keşiş, az evvel rahiplerin azgınlığından bahseden soytarının taklidiyle karşılaşır: “Ve kadınlarla oynaşmayız…”

Soytarı böylece eğlenmekte ve çevresindekileri güldürmektedir ama bu eğlence aynı zamanda halkın ses edemediği rahiplerden bir intikam alma biçimidir de. Bir süre sonra, onu ihbar edecek olan Kirill, ihbarın gerekçesini de bu diyaloga bağlarcasına, “Tanrı rahipleri, şeytansa soytarıları gönderir.” der ve yürüyüşe çıkar. Biraz sonra askerler gelip soytarıyı alırlar ve halkın eğlencesi olan bir de enstrüman bulup parçalarlar ve giderler… Keşişler girdiğinde neşe dolu görülen mekân, onlar çıkarken hüzün dolu bir hâle gelmiştir. Soytarının yokluğunda “gerçek hayat”, sıkıcılaşmıştır…

 

San’ata dair

Diğer katmanda san’at mes’elesini ele alan hikâyede; ideal olanı temsil eden Yunan ikon sanatçısı Theophanes, Kirill ve Rublyov’a bir kilise boyama işi teklif eder. Ancak yola çıkacakken Kirill, bir diğer arkadaşları olan Danil ile beraber Rublyov ile bir rekâbete girdiğinden ve ona öncelik verilmesinden ötürü kıskançlıkla öfkelenir ve laik dünyaya geri döneceğini söyleyerek cemaatten ayrılır.

Andrey’e Göre Tutku” bölümü iki tür gönderme yapmaktadır. Birincisi Andrey ismi ile Rublev ile Tarkovsky’nin bir benlikte buluşmaları, ikincisiyse “tutku” (passion) kelimesinin özellikle seçimin de ortaya çıkan bir gönderme. Tutku kelimenin Hıristiyanlık açısından en önemli çağrışımı, İsa’nın çarmıhı ile dile getirilir. (Ki zaten bir sonraki bölümde bayram yapan paganlar tarafından Rublyov da çarmıha gerilecektir.) Bu bölümde Theophanes ile diyalogunda Rublyov, eziyet çeken bir kadın -sanki Meryem- olarak tasvir eder Rusyayı. İsa’nın İncil’deki Golgotha’ya çıkarılış anlatımının Rusya üzerinden temsilinde, her yer kar altındayken halka, insan olduğunu daha sık hatırlatmanın, çektiği acıya rağmen Mesih gibi gerçeğin önünde eğilmenin gerekliliğini vurgular. Mesih tanrıdan gelmişti ve acı çekip çarmıha gerileceği önceden belliydi. Ama önemli olan bu değildi, önemli olan tanrıyla insanları barıştırmak, aralarında bir köprü kurmaktı! Bu yorum, Hıristiyanlığın Ortodoks çizgisinden çıkıp mistik tecrübeyle, Logos’la ilişkilendirilebilecek bir bakış açısını barındırır. Zaten onunla birlikte cemaati de imandan uzaklaştıkları gerekçesiyle terk eden arkadaşı Kirill de onun bu düşünceleri nedeniyle gerçeği yitirdiği için eleştirmiş ve “onda korkunun ve derinlerden gelen bir imanın” olmadığını söylemiştir.

Bu yaklaşım, Rublyov üzerinden Tarkovsky’nin san’ata ilişkin kendi bakış açısını sunmasına olanak sağlar: “Sanatsal im, umudu dile getirir.” der Tarkovsky bir söyleşide. Nitekim Rublyov da, Kiliseye çizmesi istenilen kıyâmet ikonlarını çizmek istemez. Uzun süre oyalanır. Çünkü bu korkunç tablo insanlara bir umut vermeyeceği gibi onların tanrıyla barışmalarına da imkân tanımayacaktır. Danil’in de gelmesine rağmen boyamamakta direnmesi mezhebini de inkâr anlamına geldiği için bir iman sınaması olarak görülmektedir. Geçmişin izlerinde hocasının san’atındaki inceliğe rağmen nasıl zalimce kör edildiğini anımsar. Üstelik bunun gerekçesi, Prens’in kibrinden başka bir şey değildir. Ona göre merhamet yoksa, insan da iman da bir hiçtir. Theophanes, “Ben san’atı insanlar için değil tanrı için yaparım.” derken Rublyov, san’at ile insanlara ileteceği bir mesajı olduğundan ve bunun merhametle ilgili olduğundan bahseder. Ki Tarkovsky için de san’at bir yakarıştır, duadır; buna bağlı olarak umudun sembolizmini taşıdığı ölçüde işlevsel ve güzel olabilir.

Bu yüzden Tatar istilası başladığında aklî muvazenesi olmayan bir kızı kurtarmak için bir askeri öldürünce suskunluk yemini eder, san’atı da bırakır. Artık ölmüş olan Theophanes’le yeniden konuştuğunda san’atını insanlar için yaptığından dolayı pişman olduğunu imâ eder. Sessizlik yeminin bir başka anlamı, Tarkovsky’nin de Rusya’yı terk ettiğinde düşündüğü ile aynıdır: “Artık insanlara söyleyecek bir şeyi kalmamıştır.” Günahlarını hatırında tutabilmek için kutsal deliyi de yanını alır ve Manastıra tekrar döner. On beş yıl boyunca kimseyle konuşmaz…

Filmin, bütünlüğünden apayrı bir hikâye lezzeti taşıyan son bölümünde çan yapan çocuk, bu işin ustası olmamasına rağmen, babasından çan yapmanın sırrını öğrendiği yalanıyla işe başlar ve mucizevî bir şekilde bunu başarınca Rublyov, sürekli ağlayan çancı çocuğun yanına gider ve “Her şey yanlış, görüyorsun” der, “beraber gideceğiz, sen çanı çalacaksın ben de ikonları çizeceğim…”

Rublyov, yeminini bozmuştur artık. Sebebiyse, terk ettiği san’atın mucizevî gücünü yeniden görme imkânına kavuşmasıdır. Devâsa çanın çalmaya başlamasıyla birlikte, -film boyunca hep acı ve hüznüyle görülen- halkta daha önce görülmemiş bir umut havası yayılmaktadır.

Bu umut, Tarkovsky’nin san’attan anladığıdır…

 

 

… Sanat üzerine e-kitap okumak için…

 

  Baudolino (Umberto Eco)  Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir.  İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın

 

Derin Göz

  İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir  Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, … Buradan indirebilirsiniz.

 

Şiirlerim, Öykülerim / Cemile Bayraktar

İnsan ya zevkten yazar ya dertten yazar. Ama insan bazen dertli olduğunu kendi bile bilmez, derdini ve zevkini kendi yazar ama farkında değildir, derdini de, şevkini de bazen kendi yazmamışçasına, yazdığından okur, insanın kendinde bilmediği yansımıştır yazıya, insan dertten yahut zevkten yazarken herkes kadar kendini okur. İnsan önce kendi için yazar. O vakit yazdığı aynası olur. Buradan indirebilirsiniz. 

 

  

Kitap tanıtan kitap 3

İnsanları birleştiren, engelleri ortadan kaldıran bir eylem yazmak… ve tabi okumak. Heinrich Böll, Sadık Yalsızuçanlar, Jean-Paul Sartre, Leyla İpekçi, Samuel Beckett, Peyami Safa, Immanuel Wallerstein, Marilyn Monroe veya Baudelaire… Farklı ülkelerde yaşamış, farklı kaygılarla yazmış olsalar da bütün yazarlar bir iz bırakmak, günü gelince başka insanlarca okunmak isterler. Evet… Yazmak vermektir. Kitap tanıtan kitaplarımızın üçüncüsünü ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz. 

 

 

 

Söz yıkar şiir imar eder

İncitmeden söylemek istersin ama söz incitir bazen. Ağlatmak istersin bazen ama söz ağlatmaz. Bazen sesini sözle duyurmak istersin ama duyulmaz. Bazen birsindir, bin olmak istersin söz yetmez. Sözün söz; kelimenin kelime olarak kaldığı anlar bazen yetmez, bazen tam aksine düşer, öyle zamanların sihri sadece şiirdir… Tahran’dan, Washington’a; Beyrut’tan, Tokyo’ya; İstanbul’dan Şam’a; Paris’ten Kazablanka’ya; Filistin’den Keşmir’e kadar uzatabilir kollarımızı şiir, tel örgülere, mayınlı topraklara, kırmızı çizgilere mahkûm etmeden beşeri, uzanır uzanabildiğince…Buradan indirebilirsiniz. 

 

 

İnsan’sız Sinema Olur mu?

Elinizdeki bu kitabı Sinema’nın programlanmış ölümüne karşı bir direniş olarak görebilirsiniz. İnsan’dan vaz geçmeye yeltenen, Güzel’i, Sanat’ı,İnsan’ı kâr-zarar tablolarına sıkıştırmaya çalışan endüstriye “Hayır!” demenin nazik bir yolu. Sinema bütün “teknik” karmaşıklığına rağmen insansız olmaz. Sinema insanlar tarafından yine insanlar için yapılan bir sanattır.

Derin Düşünce yazarları izledikleri 28 filmi anlattılar. İnsanca bir perspektiften, günlük hayatlarındaki, iç dünyalarındaki yansımalara yer vererek… İran’dan Arjantin’e, Fransa’dan Afganistan’a, Rusya’dan Türkiye’ye uzanan bir yolculukta, İnsan’dan İnsan’a… Umulur ki bu kitap Andrei Tarkovsky, Semih Kaplanoğlu, Mecid Mecidi, Nuri Bilge Ceylan ile buluşmanın farklı bir yolu olsun… Buradan indirebilirsiniz.

Öyküler (Suzan Nur Başarslan)

“…Benim öyküm bir rivayetten ibaret, bu yüzden benden miş’lerle bahsediyor diğerleri. Beni, yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılıyorlar. Sorsalardı bana, derdim ki, beni yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılayanlara, evinden ayrılmayan/ayrılamayan, öyküsünü değil, hayallerini anlatır elbet, ya da masalları. Oysa bilmek yaşamak değildir her zaman, yaşamanın bilmek anlamına gelmeyeceği gibi her daim. Gözlerimde; bir şeyler yaşamış olanların, yaşamadıklarını sandıklarına olan o kendini beğenmiş, o her şeyi bilen bakışına rastlayamazsınız bu yüzden…” 

Son romanı Bela’dan da tanıdığınız DD yazarı Suzan Nur Başarslan’ın öykülerini derlediği bu kitabını ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları

Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne  kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor.  Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz. 

 

 

“Ötekilere” bakarken (Çeviriler)

“Ötekilerin” gözüyle dünyaya bakabilenler ilerliyor uygarlık yolunda. Geçmişte Bağdat’ı, Kurtuba’yı inşa eden, bugün ise Paris’i, New York’u, yaşatan “öteki” değil mi? Bugün içine kapanan ülkeler yine geriliyor. Dışa açılan, “ötekilerin” bilgisini, birikimini kendine katabilenler ilerliyor. Bu kitabın amacı da “ötekilere” küçük bir pencere açmak. “Almanlar, Amerikalılar, İranlılar, Filistinliler ve İsrailliler dünyada olup bitenlere nasıl bakıyor?” diye sormak. Çeviri metinlere adadığımız 125 sayfalık bu kitapta Ermenistan’dan tasavvufa, İran sinemasından Ateizme, Şeriat’tan Türkiye’deki Hristiyanlara uzanan çok değişik konularda çeviri metinler bulacaksınız.  Buradan indirin. 

 

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin. 

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin