Yeni Başlayanlar İçin Mesnevî
By Mehmet Yılmaz on Ağu 19, 2012 in Hz Mevlânâ, İnsan, Kitap Sohbeti, Mesnevî, Tasavvuf
- – Baba, Aşk’ı da ALLAH mı yarattı?
- – Evet kızım.
- – O Aşk’ı yaratmasaydı biz birbirimizi sevemezdik değil mi?
Afallamıştım. Ruhanî ve cismanî alemlerden kim bahsetmiş olabilir kızıma?
Mesnevî’yi okudukça ellerimin arasında tuttuğum şeyin bir öğrenme değil hatırlama kitabı olduğunu fark ediyorum. Ufacık kızımın henüz unutmadığı akdini hatırlama kitabı. 5-6 yaşında pırıl pırıl bir akla sahip olan bizler büyüdükçe nasıl da körleşiyoruz. Ölçülebilir, alınıp satılabilir şeylerle uğraşmaktan Aşk gibi, Vicdan gibi kavramları görmez oluyoruz.
Mevlânâ Hazretleri’nin Mesnevî’sini ilk elime aldığımda bu körlükten dolayı hiç bir şey görememiştim. Okul kitaplarında görmeye alıştığımız fabl tarzı hikâyelere bakıyorum, kıssadan hisse yok. Gaddar bir hükümdar var, hikâyenin sonunda başına kötü bir şey gelmiyor. Bir sürü metafor, okyanuslar, boyalar, papağanlar… Boğulanlar ve evi yıkılanlar kurtuluyor! Bir de dilim devrilmiş ben altında kalmışım ki “eski” kelimeleri hiç anlamıyorum.
Aradan yıllar geçti. Şefik Can’ın tercümesini buldum. Daha “çağdaş” bir Türkçe. En azından benim gibi 20ci yüzyılda doğup da Dil Devrimi’nin altında yamyassı olanların bile anlayacağı kelimeler. Tabi bu yeterli değil. Açıklayıcı dip notlar var.(2) Beyitlere ilham olan ayet ve hadisler, bu konularda Şefik Bey’in düşünceleri, aynı konuda yazılmış başka eserlerden küçük alıntılar… Azimli okuyucular için iyi bir başlangıç.
Ama yine yeterli değil. Neden?
Tabi önce “neden okuyayım Mesnevî’yi madem bu kadar zor?” diye sorulabilir. Bu soruya en kısa cevap (bence) yaşamayı ve ölmeyi öğrenmek için….
Zira yaşamak zannettiğim şeyin yaşamak, ölmek zannettiğim şeyin de ölmek olmadığını bu kitaptan öğrendim. “Ben” hakkında en ufak bir fikir sahibi olmadan öteki “benler” hakkında teoriler hatta ideolojiler üretmenin çok sakıncalı olduğunu da Mesnevî’yi okuduktan sonra düşünmeye başladım.
Peki Mevlânâ Hazretleri bu kitabı neden yazdı? Öyle ya, biletle girilen Semâ Gösterisinden(?) Kozmik insan kardeşliği satan sahte peygamberlere kadar herkes Mesnevî’yi kendi masasına meze yapma gayretinde. Siyasetçiler “Hümanizmi Vahşi Batı’dan evvel biz icad ettik” diyerek Mesnevî’ye sarılıyor. Kimi “Anadolu’da İslâm’ı yaymak için icad edilmiş soft/sevimli bir felsefeden” bahsediyor. Akademik ünvan sahibi uzmanlar(?)“Yok! Yok! Olsa olsa Neo-Platonizm’in etkisi bu” diyorlar.
Zannediyorum Mesnevî’nin birinci cildine Hz. Mevlâna’nın yazdığı önsözünü okumuş olsalardı bu kadar zahmete girmezlerdi:
“Bu kitap, Mesnevî kitabıdır. Mesnevî, hakîkate ulaşmak ve ALLAH‘ın sırlarına âgâh olmak, akıl erdirmek isteyenler için bir yoldur. Mesnevî, din asıllarının asıllarının asıllarıdır. ALLAH‘ın en büyük şaşmaz şerîati, hakîkate giden nûrlu yoludur. Mesnevî, içinde kandil bulunan kandilliğe benzer. Sabahlardan daha nûrlu bir sûrette parlar. Hakîkati arayan gönüller için bir cennettir. Mesnevî’nin pınarları var, dalları var, budakları var, bu pınarlardan bir tanesine “Selsebîl” derler. Burası makâm sahiplerince, kalpleri uyanık insanlarca en hayırlı duraktır. En güzel dinlenme yeridir. Hayırlı insanlar, iyi kimseler, orada yerler, içerler, neşelenirler, ferahlanırlar. Mesnevî imanlılara şifâ, imansızlara hasrettir. Nitekim, HAKK: “Kur’ân-ı Kerîm ile çoğunun yolunu azıtır, çoğunun yolunu doğrultur. Hidâyete eriştirir.” demişlerdir. Şüphe yok ki Mesnevî, temizlenmiş kişiler için gönüllere şifâdır. Hüzünleri giderir. Kur’ân’ı açıkça anlamaya yardım eder. Huyları güzelleştirir. Gönülleri temiz insanlardan, hakîkati sevenlerden başkalarının Mesnevî’ye dokunmalarına müsâade yoktur…”
Bazı kısımları özellikle koyu harfle yazdım zira en çok bu noktaların göz ardı edildiğini görüyorum:
1° Kur’an’ı açıkça anlamaya yardım etmesi,
2° imanlılara şifa, imansızlara hasret olması,
3° Huyları güzelleştirmesi,
4° Gönlü temiz ve Hakikat’i seven insanlar dışındakilerin Mesnevî’ye dokunmalarına müsâade olMAması.
Şimdi bu noktaları biraz irdeleyelim: Öncelikle Mesnevî Kur’an’ı anlamaya yardım etmek yazılmış. Yazarın kendisi söylüyor bunu. Yani “dert etmeyin ateist bile olsanız, hepimiz Cennet’e gideceğiz nasılsa” demek için yazılmış bir kitap değil. Okudukça zaten kendiniz de göreceksiniz, Hadislere, Sahabeye ve peygamberlerin yaşamlarına dayandırılıyor neredeyse her harfi. Sünnî İslâm’a alternatif üretmek ya da İslâm’ın “Ortodoks” yorumlarını yumuşatma çabası da yok Mesnevî’de.
Ama (bence) çok ciddî bir anlaTma ve hissetTİRme gayreti var. Bir başka deyişle “naklen” iman edilmiş bir çok şeyin aklen ve kalben tasdik edilmesi var. Bu tasdiki mümkün kılacak argümanlar var. Buna ek olarak kelimelerle ANLATILAMAZ bazı şeyleri KALBEN hissettirecek teşbihler çok. Bu bakımdan özellikle yeni başlarken Kur’an’ı da masaya koymak lâzım. Hatta mümkünse bir kaç tefsir. Artık internet sayesinde çok kolay bu tabi. Arapça, Osmanlıca vb sözlük, ALLAH ne verdiyse. Ağır toplarınızı hazırlayın.
Kur’an’ı anlamaya yardım ediyor mu peki? Eh, Mevlânâ Hazretlerine kusur bulacak değiliz ya. Soruyu şöyle soralım: Benim gibi sıradan bir Müslüman, ilâhiyat vb doktorası yapmadan Mesnevî sayesinde Kur’an’ı daha iyi anlayabilir mi? Tek kelimeyle EVET. Ancak bunun bazı koşulları var. Bunlar da yukarıdaki önsözde verilmiş zaten. Ben şahsi tecrübeme dayanarak konuyu biraz açmak istiyorum sadece.
Nedir? İmanlı olmak. Yani ALLAH’a inanmayan birisi için Mesnevî şifa olmuyor. Yazar öyle buyurmuş. Ateist imanı haiz okuyucularımız bu sebeple Mesnevî’nin şifasından mahrum kalacaklar ama dürüst agnostikler için durum biraz farklı. Onlar için biraz umut var. Tecrübeyle sabit. Neden?
Mesnevî’yi okuyup Platoncu, varoluşçu, fenomenolojik arayışlara girmiş bir sürü dostum oldu. Bu insanlarla her tartıştığımızda şöyle bir tez savundum(3):
“Bizim dünyamızda omlet yapma bilgisi bilinir, Güzel bir kadına(erkeğe) karşı aşk hissedilir ve ALLAH’a inanılır. İyi insan olunur, kötü insan olunur. Bilmek, Aşık olmak, İman etmek ve Olmak 4 ayrı fiildir. Oysa anladığım kadarıyla İslâm’da Bilgi, Aşk ve İman mertebelerinde ilerledikçe aynı körfeze açılan 3 ırmağın birbirine yaklaşmasına benzer bir durum çıkıyor ortaya. Siz inandıkça bildiklerinizi hissetmeye, hissettiklerinizi bilmeye, iman ettiklerinizi anlamaya başlıyorsunuz. Bilgi, Aşk ve İman karışarak AYNI-TEK(?) bir şeye dönüşüyor: OLMAK. Samimi bir gayret ile ALLAH’ın emrettiği gibi OLmaya çalıştıkça bazı bilgiler size doğru geliyor. Yani hiç bir kitap okumadan bazı şeyleri bilmeye başlıyorsunuz.”
Sözlerimi agnostiklere yakışır bir şüphecilikle karşıladılar.Önce deli olduğumu düşündüler. Ben de onlara asıl deliliğin “görmediğim/ölçemediğim şey yoktur” şeklindeki pozitivist amentü olduğunu söyledim ve “denemesi bedava” dedim. Bazı (eski)agnostik dostlarım başarılı çıktılar bu denemeden. Artık Mevlânâ Hazretleri’nin kasdettiği şifayı buldular.
Mesnevî’yi okuyup anlama konusunda son bir nokta daha var ama bu konuya girmek için Mesnevî’den bir alıntı yapalım:
“…Sen iki parmağının ucunu götür de iki gözüne koy. Dünyadan bir şey görebilir misin? İnsaf et de söyle.İşte sen, gözünü kapadığın için bu dünyayı görmesen de, bu dünya yok değildir. Dünyayı görmemek ayıbı, hakîkati göstermemek kabahati, ancak uğursuz nefsin parmağına âittir. Sen aklını başına al da, önce gözlerinden parmaklarını çek, ondan sonra dilediğine bak, gör. […] İnsan, gözden ibârettir. Geri kalan deridir, ceseddir…”
Evet, insanın kendi nefsine karşı mücadele etmesi, kötülüklerden uzaklaşması zaten ALLAH’ın emri. Ama Mevlânâ Hazretleri burada bir müjde veriyor, nefse karşı mücadele ederek daha ölmeden bazı şeyleri görmek, idrak etmek mümkün olabilir diyor. Hatırlayın önsözdeki ifadeyi: “Huyların güzelleşmesi ve gönlün temiz olması”. Aslında bu iki şey birbirini besleyen, destekleyen iki sebep-sonuç gibi görülebilir. Ne demek? ALLAH’a yönelen, “doğru” yönde ufacık bir adım atana ALLAH bunun misliyle yanıt veriyor. Baştan beri yaptığım gibi bu paragrafta da kişisel tecrübelerime dayanarak yazıyorum. Elbette eli kanlı bir katil ya da çalıp çırpan bir hırsız olmadım hiç. Ancak bir gün Gazalî Hazretleri’nin bir kitabında (mealen) şunu okudum: “ALLAH ilmini hak edene verir, kıymetli şeylerin temiz yerlere konması gibi”. Bu sözler Mevlânâ Hazretleri’nin önsözüyle nasıl da örtüşüyordu. Aslında bunu daha önce de anlayabilirdim belki ama her şeyin bir zamanı var demek ki. Geçelim. İlmine talip olduğum âlimlerin ahlâkına da talip olmalıydım. En azından benim hissiyatım buydu.
Düzenli olarak Mesnevî okumaya ama bu arada hayatıma da biraz çeki-düzen vermeye başladım. Meselâ İhya gibi bir eserde ziyadesiyle bulabileceğiniz, özetle her inanan insanın yapması gereken şeyler. Ama nedense ihmal ettiğimiz, ertelediğimiz mevzular. İşte benimkisi biraz daha dikkat etmekten ibaretti. Bu “bahar temizliği” neticesinde ilmî mevzularda bir çok şeyin netleştiğine tanık oldum. Olur olmaz şeylerle “enerji” kaybetmek yerine daha sakin, rüzgârsız ve bulutsuz bir kalp!
Doğal olarak temizlik yapma isteğim daha da arttı. İşte “birbirini besler” derken kasdettiğim bu. Tabi tertemiz kalpli, mertebe sahibi, süper bir gönül adamı olmak ile meraklı ve iyi niyetli sıradan bir Müslüman olmak arasında çok fark var ama Hacca (?henüz) gitmemiş bir insanın yüzünü Kıble’ye dönüp bir kaç adım atması da güzel bir şey.
Kitap okuyarak futbol oynamayı öğrenmek mümkün müdür? Çamurun, suratınıza çarpan topun “lezzeti” kelimelerle anlatılabilir mi? Bütün derinliğine rağmen Mesnevî bir teori kitabı değil. Uygulayarak, yaşayarak öğrenilecek bir eser bu.
Evet, Mesnevî’yi okuyup anlamak mümkün. Ama bitirmek? Mesnevî kanaatimce bir hayat projesi. Hayatımın değişik dönemlerinde elime aldığımda bulduklarım da değişiyor. Bir kaleidoskop gibi değişken, onunla kurduğum ilişki üzerinden bana beni yansıtıyor Mesnevî. Zannediyorum ki bu kitaptan öğrenilecek şeylerin hepsi kelimeye dökülebilir, objektif bilgiler değil. Aşk da İman da ilim öğrenmenin birer kanalı, penceresi. Haliyle Mesnevî ile onu okuyanlar arasında kurulacak öznel, sübjektif bir ilişki var.
Sizin için yazılan beyitleri keşfedip doyasıya yaşamanız duasıyla…
Dip notlar
1° Gazalî Hazretleri’nin Mişkat-ül Envar adlı kitabından istifade edelim:
“Bil ki iki âlem vardır, ruhanî ve cismanî. İstersen bunlara hissî ve aklî veya ulvî ve suflî diyebilirsin. Bunların hepsinin mânâsı birbirine yakındır. Farklılık sadece bakış açısıyla ilgilidir. (ikinci faslın başlangıcı) […]Ayrıca sana gizli kalmaz ki izhar edilen, izhâr edilenle beraber olmakla birlikte ondan önce ve onun üstündedir. Ancak onunla beraberliği bir yönden ve ondan önceliği bir başka yöndendir. Bu sözün çelişik olduğunu zannetme. […] Elin hareketinin nasıl hem elin gölgesinin hareketiyle beraber hem de ondan önce olduğunu düşün. Artık kimin idraki bunu anamaya kâfî değilse ilmin bu çeşidini terk etsin. Nitekim her ilmin kendine göre adamları vardır ve her şey ne için yaratıldıysa o onun için kolaylaştırılmıştır.” (Birinci faslın sonuç bölümü)
2° Ne yazık ki Şefik Can bile pozitivizmden ve ulus devletin millî eğitiminden yakasını kurtaramamış. Az da olsa bazı dip notlarda dini “rasyonalize” edici arayışlar, bazen de Süleyman Nazif’in “benim dinim kinimdir” sözüne atıf yapıldığı yer gibi milliyetçi/militarist kokular olabiliyor. Dikkat etmek lâzım.
3° Bu tezin üç ilham kaynağı Mesnevî, Gazalî Hazretleri’nin Mişkat-ül Envar’ı, İbn Arabi Hazretleri’nin Füsus’u oldu. Bu yaklaşım MUTLAKA anlaşılması gereken TEK bir YOL olarak görülMEmeli. Her insan bu eserleri okuyup kendi sonuçlarını, tezlerini üretmeli ve gerektiği gibi yaşamalı.
42 Yorum
Yazan:eg Tarih: Mar 22, 2010 | Reply
eline sağlık mehmet. çk gerekli bir yazıydu bu. bir ara – sanırım cemalnur sargut’tu- bir şey okumuştum. “kur’an-ı kerim’i okumaya başlamak için yüz görümlüğü vermek lazım, o yüz görümlüğü de edeptir” demişti. sanırım aynı şeyler mesnevi için de geçerli. her eser kendi cinsince bir yüz görümlüğe ihtiyaç duyuyor. kur’an-ı kerim okyanusunun derinlerine dalmaksa amaç, mesnevi bu derinliklere talip olanların elinde tutabilir. ama senin de dediin gibi “ne olsa gider; ateist olsan da, mecusi olsan da gel”ci bir şey değildir mesnevi..olsa olsa “gel” der; ama geldiğin gibi kalma sözünü de ilave etmeyi unutmaz. ben ne zamandır divan-ı kebir üzerine bir yazı yazmayı planlıyorum ama nereden başlayabileceğimi bir türlü belirleyemediğim için mümkün olmuyor. belki bu yazın, o yazı için bir ilham olur bana…çok teşekkürler güzel yazın için. muhabbetle
Yazan:eg Tarih: Mar 22, 2010 | Reply
girişteki diyalog bana kieslowski’nin dekalog’undaki birinci bölümdeki bir diyalogu haturlattı.
çocuk halasına “tanrı nedir?” diye soruyor ve “gel, bana sımsıkı sarıl” cevabını alıyordu. ardından da “peki, şimdi ne hissediyorsun?” diye soran kadına, “seni çok sevdiğimi hissediyorum” diye cevap veriyordu çocuk. halası “işte, tanrı budur” diye cevap veriyordu.
Yazan:MY Tarih: Mar 23, 2010 | Reply
Selam Enver,
Kizlarimin gözüyle dünyaya bakmaya bayiliyorum, bizim “büyük insan usulü” ve modernist körlüklerimizi kabak gibi çikartiyorlar meydana 🙂
Büyük kizimin bir baska lafi “ALLAH kelimeleri yaratmadan önce bizimle nasil konusuyordu?”
Dekalog’daki dialog çok iyi, ben de neredeyse böyle ögrettim çocuklara, eh aklin yolu bir… çok sordular dualari, Kur’an’i, ölümü… Dedim önce vicdan. Kalbinde iyi-kötü hissedeceksin. Bir de güzellik. Hayvanlardaki determinizmi bile anlattim. Simdi bizim kedilere kizdigimi görürlerse “baba onlar hayvan, akillari yok, iyi-kötü ayird edemezler” diye bana akil ögretiyorlar :))
Biraz da Kant’tan kopya çektim tahmin edebilecegin gibi. Yani iyi olmak için bir ögrenme süreci beklenemez. Hemen, simdi. Yoksa üniversite profesörleri çobanlardan daha erdemli olurdu ki bizde tam tersi :))
“yüz görümlüğü” lafi da çok iyiymis, zaten Mesnevî okumakla Kur’an okumak çok da ayri seyler degil, Hz. Gazalî’nin kitaplari da öyle. iyi tarafi belli bir konu etrafinda bizim aklimiza gelmeyecek baglari kuruyorlar yoksa yazdiklari hep Kur’an ve hadislere dayaniyor. Kur’an tabi bir okyanuslar okyanusu. Her damlasi yeniden bir okyanus. Ömürler yetmez. ALLAH’tan böyle kitaplar var da nasipleniyoruz.
Senin yazini merakla bekliyorum, böyle “iyi” yazilar kendi kendini yaziyor zaten, sen basla gerisi gelir :))
Dua ile
Yazan:cb Tarih: Mar 23, 2010 | Reply
bazen daha yazılara bakmadan sürekli okuduğum kalemlerin yazıya düştüğü yorumları görünce önce yorumları okuyorum.açıkçası enver beyin,kur’an-ı kerim’i okumaya başlamak için yüz görümlüğü vermek lazım, o yüz görümlüğü de edeptir” demişti. sanırım aynı şeyler mesnevi için de geçerli. cümlelerini görünce,yüz görümlülüğüm olmadığından yazıyı okumayı erteledim.bir yazının okunmasında tek yazarın söylediği yokki,okuyanın da özellikle bu tarz yazılarda, o yazıyı sindirecek ruh haline sahip olması gerekiyor.aksi halde yazıya zulmetmiş oluyoruz.zulmetmemek için okumayı erteliyorum,yorum hakkım saklı kalsın.
bir şey daha ekleyeyim,çok sevimli bir kız çocuğu olan arkadaşıma,evladına neler öğrettiğini soruyordum,bana çok ilginç bir cevap verdi ‘ ondan o kadar çok şey öğreniyorum ki ‘…
Yazan:cb Tarih: Mar 23, 2010 | Reply
(my)
ne güzel…
geçen yıldı,hiç unutamıyorum,8-10 yaşlarında bir gurup çocuğa,anne ve babaya iyiliğin,itaatin önemini anlatıyorum,bir ders önce yalanın çok çirkin bir davranış olduğunu anlatmışım.içlerinden biri ‘ ama ama benim annem alış veriş yaparken,satıcıya diğer mağazada daha ucuzdu ‘ diyor. ama ama ucuz değildi ki,yalan söylüyor,ben de ucuz değildi anne,diyorum.bana ‘sus’ diyor,ben ne yapacağım şimdi?
ne acı değil mi?
* * *
ek olarak;mesela Mevlana hazretleri,bunları yaşamasaydı,yazabilir miydi ?ya da o yaşamasa biz model alabilir miydik?model yok ise söz neylesin?model (anne) yamuk ise,çocuk neylesin,söz neylesin?
Yazan:789 Tarih: Mar 23, 2010 | Reply
Mesnevî Şerif i okuma konusunda önsözden almış olduğunuz, “temiz kişiler” e şöyle bir parantez açmak doğru olur mu emin değilim? Üzerinde düşünmek üzere yazıyorum.
Temiz olma iddiasında olan kaç kişi vardır? Ya da tamamen temiz diyebilecemiz kişi sayısı. Bu ancak gene bizim bir başkası için, içini bilemediğimiz halde, yapabileceğimiz bir iddia olur. Bir iddiadır; bugüne, karşımızdakinde görebildiğimize dayalı olduğu için. Temiz olma meselesi bu kadar karışıkken o zaman Mesnevî Şerife kim talip olacak sorusu ise ortada duruyor. Buna verilecek cevap herhalde kendini eleştirme, eksiklerini görme konusunda samimi bir gayret içine girendir demek uygun olur, kanatimizce.
Fusus üzerinden Mesnevî okumak ise problemli bir konu. İnsanı algılayışları farklı, insanının yetişmesi için öngördükleri yollar farklı vs. Şems-i Tebrizi hz. üzerinden Mesnevî okumak daha makul ve yolu anlamaya uygun diye düşünüyoruz
Yazan:MY Tarih: Mar 23, 2010 | Reply
Katiliyorum, Hz Isa’nin bir sözü var, “kalplerin içindekini bilemezsiniz, yargilamayin” diye. Temizligin Insan-i Kâmil’e kadar yolu var, ondan sonra da yol bitmiyor. Üstelik yeniden “kirlenmek” tehlikesi de var!
Kulluk mertebesinde olanlarin iyi niyetle, ihlas ile yola çikmalari, kendilerine çeki düzen vermeleri, iyiligi mükafat beklemeksizin yapmalari zaten basli basina güzel. Hadiste buyuruldugu gibi “ne mutlu o kisiye ki kendi kusurlari onu baskalarininkilerle ugrasmaktan ali koyar”
Yazan:MY Tarih: Mar 23, 2010 | Reply
unutmadan, dinin tekniklesmesine karsiyim.
“temizlik” (en az) iki boyutlu, objektif ve sübjektif. Bir tür check-list yapip “bunlari yapan temizdir” diyemeyiz. Din ve ahlak konulu tartismalar bu tür objektivasyon çabalari yüzünden kilitleniyor genellikle. zannediyorum Pratik Usun Elestirisi adli kitabinda olacak, Immanuel Kant adeta cebirsel örnekler verir. Akan suya karsi giden geminin harcadigi güç sadece geminin hizina bakarak hesaplanmaz. Ters yöne akan suyun hizina da bakmak lazim. Yani bir insanin nefsine, vehmine “güç veren” dis etkenler ve onun determinizmi. Açlik sefalet içinde veya asiri lüks bir yasamin etkisindeki insanlar disaridan bakildiginda “ayni” seyi yapsalar da kalplerinde kopan firtinalari bilemeyiz 🙂
Bilmiyorum 789 bunu da mi düsünüyordu ama onun sözlerine destek veren bir baska argüman da bu oluyor.
Yazan:789 Tarih: Mar 23, 2010 | Reply
Temizlik mevzuunu hakikat derdi ile beraber düşünyoruz. Hakikat ise ele geçirilesi bir şey değil. Bu yüzden her seferinde yolcusunu, temkin/tevazu sahiline fırlatan bir girdap gibi sanki. Verdiğimiz yargılarda hiç bir zaman zamanın sonundan bakma şansına sahip değiliz. Bu muğlaklık bir yerde bizi tevazu üzerinden hoşgörüye bağlıyor. Tabii bunun mekanik olduğu söylenebilir. Henüz gelebildiğimiz yer burası, bu mekaniklikten aşka geçişin bağını bulabilmiş değiliz.
Kant ın şartlı/şartsız eylemlerinin Mesnevî üzerinden değerlendirilmesi güzel olurdu.
Ama buna vakit yok belki ilerde.
Esasen iletişim ve ufukların kaynaşmaları üzerinden Hebermas ve Gadamer Mesnevî ye çok yakın şeyler söylüyor. İnsanın insanla öğrenmesi, çocuğun oyunla öğrenmesi gibi. Sanıldığından çok malzeme var. Fususla farkıda burda çıkıyor. Bilirsiniz çile sistemi bile insanla yaşanıyor. Arabinin yolu uzlet üzerinden gidiyor.
Yazan:789 Tarih: Mar 23, 2010 | Reply
Çilenin şiddeti üzerine Mesnevî den mealen akla ilk gelen şu oldu.
Allah Firavun’a eşler, çocuklar, sağlık verdi/ Bir gün bunalıp da Allah demesin diye
Zenginin çilesi olmaz mı? Olabilir, hasta bir evlad ile ona rahmet edilmiş olabilir. Ya da başka bir derdle. Ama şahsi fikrimiz İbrahim Hakkı Hz. kıssasında olduğu gibidir : Damda zürafa aranmaz. Fakirlik övüncümdür hadisi, içinde batın bir mana taşısa da, zahir manası göz ardı edilmeyecek kadar kuvvetlidir. Keza Hz. İsa nın yoksulluğu, Peygamber efendimizin mirasının üç beş kap kacak olmasıda dikkate değerdir. Mecalis-i Saba da efendimiz öldüğünde sırtına hasır izleri olduğundan bahsedilir.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Mar 23, 2010 | Reply
Benim ilk deneyimim de Abdülbaki Gölpınarlı tercümesiydi, tam bir hayal kırıklığıydı. Şefik Can hoca, Allah rahmet eylesin, bahsettiğin gibi bazen pozitivm etkileri yansıtıyor ama bir dönem herkeste aynı şey var. Çünkü pazarda rağbet gören din’in mantıkla izahıydı, bu yüzden böyle izahlara girmek zorunda kalıyorlardı. Amil Çelebioğlu’nun tercümesi de iyi ama Mesnevi’yi öyle tek başına okuyup anlamak mümkün değil. Anlatılamayacak şeyleri kelimelere dönüştürmüş, biz insancıklara sırların sırların sırlarını açmış Hazret. Kolay değil. Bir bilenin anlatması, manaları açması şart. Bu konuda özellikle iki üstad biliyorum: Emin Işık hoca ve Fatih Çıtlak hoca. Fatih hocanın Pazartesi günleri Burç FM’de Mesnevi programı da var, galiba 21’de başlıyor. Önceki programlarını internetten dinleyebiliyormuşsunuz.
Tahir-ül Mevlevi şerhi ve Bursevi şerhini de mutlaka okumak lazım. Tabi önce bu laşe hayatı terketmeye niyet etmek lazım.
Yaş oldu 35, daha türbeyi ziyaret edeceğiz. Yüz görümlüğüne sıra gelene kadar…
Yazan:MY Tarih: Mar 23, 2010 | Reply
Ekrem Hocam ALLAH razi olsun, unutmustum, Mesnevî sohbetlerinden bahsedecektim yazida. Hiç gidemedim istanbul’da ama son zamanlarda oldukça artmis ve giden dostlarim çok memnun idi. Tabi herkesin beklentisi, anlamasi farkli olur. Sen zaten isim de vermissin. Evet, her gûn biraz okuyup düsünmek, dostlarla tartismak ve tabi “bir bilen” ile ögrendigimi zannettiklerimizi teyid etmek lazim.
Yazan:otomatik mandalina Tarih: Mar 23, 2010 | Reply
Selamlar,
Mehmet Bey, öncelikle bu güzel yazınız için sizi tebrik ediyorum. Evlatlarınız, sizin gibi bir babaya sahip oldukları için çok şanslılar; ve sorulardan anlaşıldığı kadarıyla siz de en az onlar kadar şanslısınız.
Mesnevi’nin birçok tercümesi yapıldı. Okuduklarım içinde Gölpınarlı haricinde hepsini önerebilirim. Veled İzbudak’ın, Şefik Can’ın ve Adnan Karaismailoğlu’nun tercümeleri birbirlerine tercih edilemeyecek kadar iyiler. Ama yine de ben Adnan Bey’in tercümesini daha akıcı bulduğumu söylemeliyim.
Öte yandan zarfın sıkıcılığını bir yana atıp mazrufun görkemliliğine dalmak isteyenler için benim tek önerim Ahmed Avni Konuk’un Mesnevi-i Şerif Şerhi’dir. Ahmed Avni şerhini çok ağır bir dille kaleme almış ve üstelik Mevlana’yı değerlendirirken İbn Arabi’nin çok fazla etkisinde kalmıştır. (hatta Gölpınarlı, zamanında bu şerhin latince transkripsiyonunun yazılmasına sırf İbn Arabi’nin çok etkisi var diye engel olmuştur. yazık.) (bir parantez daha. Abdülkerim Süruş ise Mevlana’nın şerhinin İbn arabi ışığında değil Gazali ışığında yazılması kanaatindedir. Bediüzzaman Füruzanfer de öyle. Ben dahi aynı kanaatteyim). Demem o ki, ağır bir dili ve yoğun bir İbn Arabi vahdet-i vücudçuluğunu sorun etmeyecekse insan (ki neden sorun etsin değil mi), Ahmed Avni’nin şerhi bir numaralı şerh gibi gözüküyor Türkçe’de yazılmış olan ve Türkçe’ye çevrilmiş olanlar arasında. Tahirül Mevlevinin şerhi kapsamlı değil. Bursevi’nin şerhi de harikadır ama o da tamamını şerhetmemiştir. Yine ne varsa Ahmed Avni’de var. Kaldı ki, Ahmed Avni bir Mesnevi ve Füsus aşığı olmaktan da öte mühim bir İslam alimidir kanımca, bir Bediüzzaman da odur gözümde.
Mevlana olunca çenesi düşüyor benim gibilerinin. Bunca zamandır siteyi takip eden, hatta gün içinde birkaç kez siteyi ziyaret eden, ama ulusalcılar hakkında yazı yazmaktan Mevlana’yı unutan yazarlara da bir parça sitemkar olan bir okuyucunun uzun zamandır muhafaza ettiği suskunluğunu bir seferde bozması olarak telakki edin bu gevezeliği, oldu mu.
Ayrıca Ekrem Bey’in daha fazla yazı yazması dileğiyle.
Yazan:MY Tarih: Mar 23, 2010 | Reply
Selamlar Otomatik Mandalina,
Walla sasirttiniz beni, ben de size birazcik sitem edeyim, daha çok yorum yazsaniz da biz de sizden istifade etsek ;))
neyse, haklisiniz tabi, günlük politika vb ile ugrasmaktan Hayat’a dair mevzulara yeterince zaman ayirmiyoruz,
muhabbetle
Yazan:MY Tarih: Mar 23, 2010 | Reply
@789,
Elbette Füsus ve Mesnevî arasinda ortak ve gayri-ortak(?) seyler var ancak beni çok etkileyen, adeta çarpan okumalar oldu ki sadece Mesnevî’de degil Taoculukta da ortak bunlar:
Özemre’nin bir çevirisinden okuyalim
Taoculuktaki anahtar kavramlar, Toshihiko Izutsu
Yazan:MB Tarih: Mar 23, 2010 | Reply
Gerçekten çok etkileyici…
“Huyların güzelleşmesi ve gönlün temiz olması”. Buna mukabil “ALLAH ilmini hak edene verir, kıymetli şeylerin temiz yerlere konması gibi”. açıklamalarınızla konuya açıklık ve derinlik getirmeniz çok hoş…
Kanatimce, Mesnevinin önsözü dahi, bir reçete gibi… Şifa veren, hayat veren bir ilacın prospektüsü adeta.
Bir konuya açıklık getirirken hem mesneviden hem, Gazali Hz.lerinden hem de batılı düşünürlerden örnekler vererek açıklamanız, yazıyı doyumsuz kılmış yüreğinize sağlık.
Yorumlar da bir o kadar öğretici…
Katkısı geçen herkesten Allah razı olsun…
İnsan bazen günün meşakatinden sıyrılıp, gönüle ve ruha hitap eden yazılarla, oksijen almak istiyor. Ben bu tip yazılara, Oksijen çadırı diyorum 🙂
Tekrar yüreğinize ve kaleminize sağlık…
Muhabbetle…
Yazan:S.M Tarih: Mar 24, 2010 | Reply
Mesnevi’yi ilk kez elime alıp aralardan okumaya başladığımda aklımda oluşan düşüncelerden dolayı yolun büyük kısmı kapalıydı ve ben de okumayı bıraktım…….
Bir zaman sonra çeşitli vesilelerle Mesnevi sohbetlerine yol açıldı 🙂 …….
Belki de Mesnevi’nin yazılı olduğu kitabın kapağını bir kez açmak, size ait olmayan bir evin aralık duran kapısından içeri merakla kaçamak bir göz atmaya benzetilebilir. …
Kapıda tereddütle durana, içerideki misafirperver bir ses, “ Gel, buyur! “ diyor….
İlk kez katıldığım sohbetten çıktığımda bir gölün/okyanusun (doğru tarifi bilmiyorum) kenarına gelmiş yaz sıcağında serin bir suyla abdest almış gibi hissetmiştim. Uzun bir yolculuk için hazırlık yapmak gibi…ya da önsözde ifade edildiği gibi ; hayırlı bir yolculuğun durağında bulunmak !..
Mehmet bey yine her okunduğunda gönüldeki bir boşluğu dolduran zengin olduğu kadar da güzel olan bir yazı kaleme almışsınız. İyi ki varsınız ve yazıyorsunuz.
Rüzgârsız… kalp..(MY)
Rüzgar’ın A.Y.Özemre’ye şu satırları yazdırmış olduğunu hatırda tutarak zaman zaman tavsiye ettiğiniz kitabı 121. sayfasından itibaren tekrar okuma ihtiyacı duydum;
..Gerçekten de kovukların çın çın ötmelerini sağlayan Rüzgâr’dır…Ama bunlar(kovuklar) ancak Rüzgâr’ın olumlu etkisiyle kendilerinin var olduklarını izhar edebilmektedirler… (sf.123)
Resim seçiminiz ise ayrı bir güzel..sanki uzun tahta iskelede gözleri ufukta yürüyen biri bir süre sonra gördüğü güzelliğin de etkisiyle farkına varmadan su üzerinde yürümeye devam edebilirmiş gibi hissettiriyor..oldukça davetkâr 🙂
Kızınıza bir kez de benim için sımsıkı sarılır mısınız lütfen!
Yazan:konuk Tarih: Mar 24, 2010 | Reply
Yazı için elinize sağlık.
Mesneviyi okumayı denemiştim zamanında ancak, açık söylemek gerekirse hiçbir şey anlamamıştım, ve bu yüzden de belki çok da itibar etmedim ya da peşine düşmedim.
Ama yazınız yeniden yönelmem gerektiğini gösterdi bana, ön yargılı davranmışım sanırım Mevlana’ya
Hayırlısı…
Yazan:MY Tarih: Mar 24, 2010 | Reply
Selamlar Konuk,
Beni mutlu ettiniz, yazinin maksadi da buydu iste. Sahsen “Mesnevî MUTLAKA böyle okunmali, böyle anlasilmali” gibi bir mesaj vermek istemem. Her insan kendi kaderi ve kendi hikâyesi dogrultusunda nasiplenir. Dün aksam bir hanim kardesime CopyRight Hû dedim 🙂
Kendimi kurtarmak için bir seyler ögrenmeye çalisiyorum, kardeslerime faydasi olabilecek seyleri de paylasiyorum. istifade edilen seylerin kaynagini hiç akildan ve kalpten çikarmamak, dilden düsürmemek gerek 🙂
ALLAH bize Kur’an’i indirmis ve her kavime peygamberler göndermis. Üstelik de ilâhî mesaji günlük hayatimiza yansitalim diye ilimlerine, sirlarina âgâh olalim, Ahiret’e hazirlanalim diye nice âlimler vasitasiyla bizi aydinlatmaya devam ediyor.
Bu yazida ve yorumlarda adi geçen âlîmlerin eserlerini okursaniz (ins) ayni Nûr çesmesinden içtiklerini de göreceksiniz. Öyleki alakali konularda Ibn Arabi, Mevlânâ ve Gazâlî Hazretlerinin yaptiklari tesbihler bile benziyor. Ayni kavramlar üzerinde ayni hassasiyeti göstermisler, çekindikleri, “bu sirlari açiklamam dogru olmaz” dedikleri yerler ayni. Bütün bu güzellikler ise sürekli olarak ayetler ve Hz Muhammed’in (SAV) hadisleriyle destekleniyor ki kul yolunu sasirmasin.
eh, bize de okumak düsüyor, O’nun ilk emri, “Oku! RABB’inin adiyla oku!” Okumak ve hamd etmek.
Yazan:konuk Tarih: Mar 24, 2010 | Reply
Aslinda HAKİKATİ ARAMA değil mi tüm bunlar…
Bana soracak olursanız sizin yaşadığınız şey yani ALLAH bağışlasın kızınızın size sorduğu belki de kızınıza sordurulanlar en değerliler bu bahiste…
Sonra merak ettim Mevlana’nın da bir kızı olsa, aralarında boyle bir diyalog geçse ve bu duyguları o yasamıs olsaydı nasil anlatirdi?
Ama bu mu onemli olan?
yoksa;
Tüm bunları Mevlana’nın nasıl anlattığından da önemlisi; sizin bunları, hayatınızdakileri, bu “ANLARI”, yakalanması gerekenleri yakalayabiliyor olmanız mı?
Peşine dusebiliyor olmanız mı?
Yesertebiliyor olmanız mı?
Belki de algıları açmak Mesnevi’nin görevi, okumadım emin değilim, sadece tahmin benimkisi…
— Sen kendindekini gorup once sana demelisin.
— Ben kendime baktım bunları gordum bana dedim.
Nerelere bakılacagını gostermek belki de?
Gorme ve parmak bahsi…
Bakılacak yer olmazsa gormek ne demek?
Haddi mi aşmak istemem inanırım ki ALLAH bambaşka bir anlatım vermistir Mevlanaya, ve daha bircok sey…
Okumak demissiniz acaba diyorum okunmasi gerekenler esasinda bunlar mı, yani bir goz acip kapamada olan kim bilir cogumuzun hatırlamadigi bizim olan ama bizden cok cok buyuk ifadesi/anlamı olan seyler…
En basında bir bizim bildigimiz, bizden sadece bizden caba bekleyen seyler, bir basımıza uzerine titrememiz gereken dusunce ya da hisler…
Belki Mevlana’nin da vermek istedigi bir mesaj vardi insana, ya da anlaşılmama olarak gorunen bana…
“Sende de var tum bunlar, sen de her an yasıyorsun tum bunları ancak kendin eşersen, didiklersen, alır yeşertir büyütürsen bu seyleri, kendinde olanları okumaya calisirsan anlarsın beni, anlarsın diyorsam benim bana yazdıklarımın ne anlama geldigini değil, “Mevlana’yı”!
Yazan:Mustafa Tarih: Mar 25, 2010 | Reply
Kiyamete kadar Kuran ve hadisler ayri tutarak insanoglunun yazmis oldugu zirve eserlerin basinda Mesnevi ve Mektubat-i Rabbani oldugundan eminim.
Mesneviden nasibliler ne nasibliler…
Yazan:Mustafa Aslan Tarih: Mar 30, 2010 | Reply
Ellerinize sağlık Mehmet Bey.
Evet, işte aradığım cümle buydu ne zamandır. Ne güzel ifade etmişsiniz…
Yazan:fatma kartal Tarih: Ara 22, 2010 | Reply
Merhaba, Mevlana.nın mesnevisini okumak, anlamak, anladıklarımı düşünmek ve hayatıma geçirmek istiyorum. Lütfen bana anlayabileceğim kadar sadelikte mesnevinin şerhini önerebileceğiniz yazarıyla birlikte bir eser yazın. Teşekkürler. Başka nerden iletişim kuracağımı bilemedim, yardımcı olursanız sevinirim.
Yazan:MY Tarih: Ara 22, 2010 | Reply
Fatma Hanim Selam,
Şefik Can’ın tercümesi çok iyidir baslamak için. “çağdaş” bir Türkçe. Açıklayıcı dip notlar var.(2) Beyitlere ilham olan ayet ve hadisler, bu konularda Şefik Bey’in düşünceleri, aynı konuda yazılmış başka eserlerden küçük alıntılar… Herkes için iyi bir başlangıç.
kitapçilarda da kolaylikla bulunuyor
Yazan:gülay Tarih: Ara 1, 2011 | Reply
Mevlana.nın mesnevisini okumak, anlamak, anladıklarımı düşünmek ve hayatıma geçirmek istiyorum. anlayabileceğim sadelikte b bir kitap yazabilirmisiniz nerden nasıl başlamalıyım ..şimdiden teşekkürler
Yazan:Efe Menderes Tarih: Şub 5, 2012 | Reply
ne yazacağımı daha doğrusu nasıl yazacağımı bilmiyorum. yüz görümlüğü verilmeyen bir yazının intikamı olsa gerek nutkum tutuldu, önceden var olduğunu sandıklarım terkettiler beni. Akşam bir ruya görmüştüm uzun süredir istediklerimi elde edeceğim söyleniyordu. Merakla bekledim bu saate kadar, saçma bir konuya bilinçsizce takılıp peşinden gittim. Önce sembolizm ile ilgili konuları araştırdım, ardından okültizm gedi, dünyada okültist inanışları araştırrıken de tasavvufa savrulduk bir anda, ardından İmamı azam ahmet yesevi mevlana derken burda bulduk kendimizi, merak ediyorum varmıdır bir hikmeti, yıllarca üstadını aramış bir kişi tekrardan ümit edebilir mi bazı şeyler için. beni anlayıp anlamadığınızı bilmiyorum, Mesnevide olduğu gibi, mevlana da diyorya özüm ne kadarda herşeyi tüm çıplaklığıyla ortaya koymamı istesede 1-dilin yetersizliği 2- kapalı olursa manalar daha güzel anlatılacağı 3 (tam olarak anlayamadım ama) açık anlatıldığında hiçbirşeyin ehemmiyetinin kalmaması gibi birşey herhalde
Yazan:MEHMET Tarih: May 7, 2012 | Reply
ÖN SÖZDEKİ BİR TAKIM KELİMELERİN YANINA KURANDAN DELİL KONULMUŞTUR.BAKMANIZI TAVSİYE EDERİM …
Bu kitap, Mesnevi kitabıdır. Mesnevi, hakikata ulaşma ve yakin sırlarını açma hususunda din asıllarının asıllarının asıllarıdır. Tanrı’nın en büyük fıkhı, Tanrı’nın en aydın yolu, Tanrı ‘nın en açık bürhanıdır. Mesnevi, içinde kandil bulunan kandilliğe benzer(24Nur, 35). Sabahlardan daha aydın bir sûrette parlar. Kalplere cennettir; pınarları var, dalları var, budakları var. O pınarlardan bir tanesine bu yol oğulları Selsebil derler. Makam ve keramet sahiplerince en hayırlı duraktır, en güzel dinlenme yeri. Hayırlı ve iyi kişiler orada yerler, içerler… Hür kişiler ferahlanır, çalıp çağırırlar. Mesnevi, Mısır’daki Nil’e benzer: Sabırlılara içilecek sudur, Firavun ‘un soyuna, sopuna ve kafirlere hasret. Nitekim Tanrı da “Hak, onunla çoğunun yolunu azıtır, çoğunun da, yolunu doğrultur(17İsra, 9)” demiştir.
Şüphe yok ki Mesnevi gönüllere şifadır(17İsra, 82), hüzünleri giderir, Kuranı apaçık bir hale koyar(6En’am, 114), rızıkların bolluğuna sebep olur, huyları güzelleştirir. Şanları yüce, özleri hayırlı katiplerin elleriyle yazılmıştır(80Abese, 13-16), temiz kişilerden başkalarının dokunmasına müsaade etmezler(56/79). Mesnevi, alemlerin Rabb ‘inden inmedir(56Vakıa, 80 2Bakara, 79 3Al-i İmran, 78 5Maide, 13): Batıl ne önünden gelebilir, ne ardından(41Fussilet, 42). Tanrı, onu korur, gözetir(15Hicr, 9); Tanrı, en iyi koruyandır, merhametlilerin en merhametlisidir. Mesnevi ‘nin bunlardan başka lakapları da var, o lakapları veren de Tanrı ‘dır. Fakat biz, bu az lakapları anarak sözü kısa kestik. Az çoğa, bir yudum su göle, bir avuç tane büyük bir harmana delalet eder.
Yazan:mehmet Tarih: Nis 10, 2014 | Reply
bunların islamla kuranla sünnetle ne kadar örtüştüğünü söyler misiniz ?
Yazan:my Tarih: Nis 10, 2014 | Reply
mesneviden once kimya i saadet okumanizi tavsiye ederim. Gazali hz yazmis
Yazan:mehmet Tarih: Nis 10, 2014 | Reply
mehmet yılmaz bey siz önsöze ve bu cinsel içerikli +18 lik hikayelere ne diyorsunuz? düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız. dinin aslının aslının aslı nedir söylermisiniz? bizim bildiğimiz dinin aslı kurandır onun aslı levhi mahfuz dur. onun da kaynağı Allahtır.
Yazan:my Tarih: Nis 10, 2014 | Reply
tasavvufu henüz anlamamış olanlar ile bazı münafık takımı bu türlü taarruz ederler. asırlardır var bu iftiralar.
esas olan tevhid Kur’an ve sünnettir
tasavvuf dini sevmektir ahlakı muhammediye ile ahlaklanmaktır
Yazan:mehmet Tarih: Nis 10, 2014 | Reply
m.yılmaz bey ben size mevlananın sözlerini alıntıladım. ben bunu nasıl tevil ettiğinizi merak ettim. burda her hangi bir saldırı yok. yoksa siz bu sözler mevlanaya ait değil mi diyorsunuz?. kabul etmiyorsanız size kaynaklarını da verebilirim. ama bu sözler gün gibi ortada ve tevil götürmüyor. itham etmek yerine sadece ne anladığınızı söylerseniz daha faydalı olur.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Nis 10, 2014 | Reply
Mehmet bey,
Mesnevi bir tedavi kitabıdır. Nefsin en büyük hastalıklarından biri olan şehveti de apaçık anlatır. Mesnevi çocuk hikayesi değildir, zaten +18’e, belki +40’a hitap eder. Dini anlatmakta ayıp olmaz. Bu ayıpçı kafadır asıl tuhaf olan. Zamanında Yusuf Suresi’nde çok ayıp şeyler anlatılıyor diye Kur’an’ı sansürlemeye çalışan tiplerdir asıl acayip olan.
İkinci sorunuza cevaben dinin aslının, aslının aslı aşktır, aşk.
Mesnevi okursanız Kur’an’ı da, levh-i mahfuzu da anlarsınız. Çünkü aşkla bakarsınız.
Mesnevi Kur’an’ın tefsiridir. 3700 kadar ayet ve yine yüzlerce hadis şerh edilmiştir.
Osmanlı’da medreselerde Mesnevi okutulurdu. Hatta sadece bunun için dar-ül mesneviler kurulmuştu.
Mevlana Celaleddin Rumi, aynı zamanda büyük bir fıkıh alimidir. Telif ettiği fıkıh eseri vardır.
Amaç Kur’an’ı anlamak ve Allah’a yakınlaşmaksa insan her yolu denemeli. Amaç Allah velilerine bühtan etmekse, o büyük velinin dediği gibi “Allah bir insanın kötülüğünü murad ettiyse önce ona salih kişilere zemmettirir”. Böyle olmaktan Allah’a sığınmak lazım.
Yazan:my Tarih: Nis 29, 2015 | Reply
Nazan Bekiroğlu
Aşk artık bir hikâyedir
“Küntü kenzen mahfî” (Ben gizli bir hazine idim bilinmek istedim), Aşk Hadisi, sahihliği tartışmalı olsa da sufi geleneğin etrafında döndüğü mihveri verir. Gelenek aşk etrafında döner çünkü.
Onun varlığı, müfredatı, sanatı, estetiği aşk olmaksızın izah edilemez.
Gerçi burada söz konusu edilen ve Kur’an’da adı ya da müştaklarının geçmediğine zahidlerce sürekli dikkat çekilen aşk, ruhun, dünyevi gerçekliğin kayıtlarından alabildiğine sıyrılarak maveraî gerçekle yüz yüze geldiği cezbe halini işaret eder. Böyle bir aşk insanı ancak kendi ezel gerçeğiyle yüzleştirir, sılasından bir hatıra verir. Bu itibarla da dünyevi olması mümkün değildir.
Ancak dünyevi aşkın da, sıradan insanı bile gündelik gerçeğinden, görünür hacminden, genelgeçerinden geçirerek başkalaştırdığı, kendi ruhuna tanık tuttuğu gerçeğine binaen içerdiği anlam o denli yüce, gösterdiği şey o denli hakiki, tecrübe ettirdiği şey o denli aşkın’dır ki. Bir ucu göklerde ama bir ucu da yerde olsa bile, üzerinde daima bir günah bulaşığı taşısa, daima bir sicil bozukluğu, ciddi bir şaibe içerse de. Beşeri aşkın da cezbenin ilk adımı, ilâhi aşka açılan yolun başlangıcı, o kıyametin küçük çapta bir tecrübesi olarak sufi gelenekte belli bir anlayışla karşılandığı, bir tebessüm, hiç olmazsa manalı bir sükûtla geçiştirildiği de muhakkaktır. Kalp talim etmektedir handiyse. Nasip ve gayret yolun geri kalanını nasılsa belirleyecektir. Çünkü aşk, güzellik karşısında ilgisiz kalamama halidir.
Aşkın güzellikle kaynayan ondan neşet eden bir hal olduğu da “Küntü kenzen mahfî” hadisinde zahirdir. Gizli Güzellik görünmek bilinmek istemiştir madem. Zât’ın kendisine duyduğu aşktır bu. Öyleyse güzellik esastır, aşk, onun görünür kılınabilmesi için bir vasıta. Bir bakıma mutlak güzelliğin işlevsel kılınabilmesi aşkla sağlanmıştır.
Hal böyleyken dünyevi lisanda aslolan hangisidir? Aşk mı güzellik mi?
Güzellik olmazsa aşk olmaz. Ama güzellik de ancak aşkla ol’ur. Veysel’in “Güzelliğin on par’etmez/ Bu bendeki aşk olmasa” dizelerinin “Anılmazdı Veysel adı/ O sana âşık olmasa” dizeleriyle tamamlanması tesadüfî değildir.
Aşk mı güzellik mi?
Aşkın, kaza menziline varması kaçınılmaz olan ve pek çok feda durağına uğrayan yolunda geriye ne kalırsa odur aslolan.
Bu yolculukta, küçük sandalı fırtınalı denizde savrulan kazazede batmamak için safralarını atmaya başlar. Önce kıymetsizleri gözden çıkarır, kaybı fazla eksiklik doğurmayacak olanları. Ardından fedası biraz can yakanları. Ardından fedası ciddi ciddi zor olanları. Sandal hafifler biraz. Ama kaza işte. Şakası yok. Yetmez. Bu kez kendi içine döner kazazede. Gözlerini kendi ağırlıklarına çevirir. Sıra asıl safralara, asıl ağırlıklara gelir. Hangi yanlarını sakatladığını, hangi cihetinden eksileceğini, köreleceğini düşünmeksizin bile, kendisine en ağır gelenleri bir bir fedaya başlar. Benliğinin en büyük parçalarını, ben’ini ben yapan asıl uzuvları gözden çıkarır, sıralı sırasız değil, sırasıyla.
Büyük hesaplaşma! Çünkü feda ettikleri, ben zannettiği ne varsa, onlardır aslında. An gelir: Belâ aşktan büyüktür, Allah hepsinden, hisseder. O zaman, aşka dair yitirdiği inancın bütün öfkesi ve zilletiyle, aşkı, fırtınalı denizin karanlık sularına, olabildiği kadar derine fırlatır atar. Sözde bir feda değildir bu. Öyle bir yere gelip dayanır ki orada, Safiye Erol’un kanla yazdığı gibi, artık kendimi affetsem, diyebilirse ruhunda bir aff-ı umumi fırtınasının koptuğunu hissedecektir. İşte o anda bile feda edilemeyen ne varsa, geriye ne kalmışsa, “O benim işte”.
Feda edemediği, vaz geçemediği tek duygu, kala kala kendisine saf güzellik duygusu kalmıştır. Lâkin ağırdır güzelliğin “bi başına” taşınması, bu sandal batacaksa güzellikle, güzellikten batacaktır. Şimdengerü ona da razıdır.
Belki de güzellik, çirkinlikten şikâyeti, o feryâdı kesme hâlidir “Kahrın da hoş lütfun da hoş” algısı, masum bir cehaletin işareti değilse böyle bir ıztırabın görkemli neticesidir. Ve orada artık aşk da sadece bir hikâyedir.
Yazan:Sevgi Tarih: Tem 31, 2017 | Reply
S.a..Rica etsem sizden sefik canin tercümesini nerden siparis edebilecegime dair bilgi verirmisiniz…tesekür ve Selmametle
Yazan:Hk Tarih: Eyl 21, 2018 | Reply
Teşekkürler, mesnevinin hakedenlere yol gösterici olmaya devam etmesi açısından yazınız aydınlatıcı.
Yazan:Abdurrahimtr Tarih: Kas 28, 2018 | Reply
merhabalar,
yazilanlarda bahse konu olan Mesneviyi bir turlu okumaya baslamamak veya ilk okuyuslarda kitabin sarmamasi veya kitabin acilmamasi vb durumlari yasayan biri olarak yorumlarla birlikte makaleyi okudum. Evdeki mesnevimin Sefik Can’in tercumesi oldugunu da farkettim ama nedense 100 sayfadan fazla okuyamadim. tum beyitler yok. tum beyitlerin olmamasi da okumaya sevkimi azaltmisti. simdi tekrar baslayayim. Mesneviden matlup “olma”yi Cenabi Hak kolaylastirsin
Yazan:Denisa Tarih: Şub 18, 2019 | Reply
Ne olursan ol yinede gel diyor. Sen kalkmış işkembeden atıyorsun. Bu kitabın hafızıda olsan bence lutfuna erişemezsin. Belki islam ile hiç tanışmamış biri okuyup hayatına güzel şeyler katabilir, belki biri başka güzel bişey bulabilir. Yazınız mesneviyi değil radikal islamın kullanılarak kötü niyetli siz gibilerin insanları ayrıştırıp kendinizce Allah rolüne bürünüp bitmek bilmeyen din savaşlarının körükleyicisi gibi olmuş. Bari saf çocukları alet edip de masumlaştırmayın.
Yazan:Ferhat Tarih: Şub 21, 2019 | Reply
Selamun aleyküm. Yaklaşık 1,5 senedir vahabilikteyken tam bir tasavvuf düşmanı olup çıkmıştım. Mevlana hazretlerine kötü sözler söyler ve onu hiç sevmezdim. Fakat bunların yanlış olduğunu geç de olsa anlardım. Hikayeniz gerçekten çok güzel ve anlamlı. Tasavvufa yeni adım attım. Evde mesnevim var. Ama ben değerli tavsiyelerinizi almak istiyorum. Vahabilik hastalığından yeni kurtulmuş biri olan bana tavsiyeleriniz nelerdir?
Yazan:my Tarih: Şub 21, 2019 | Reply
Ferhat Bey Selâm
Kur’an ve Sünnet’e 4 elle sarilin. Tavsiyemiz budur.
Selam ve dua ile
Yazan:Aykut Yasin Tarih: Eyl 26, 2019 | Reply
Sayın derindusunce.org sizlere bu satırları İzmir’den saat 04:33 sularında yazıyorum. Hayata gözlerimi İzmir’de açtım. Müslüman bir anne ve babanın çocuğu olarak Allah tarafından, Dünya gezegenine 1990 yılında gönderilmiş bulunmaktayım.:) Yıllardır kendimi arıyorum. Benliğimi bulmakta zorluk çekiyorum. Neresinden tutarsam Şeytan yakamı bırakmıyor. Sınav içeri sınav yaşıyorum. E tabi zor olacak ki (Zahmette Rahmet vardır.) sınav olduğu belli olsun. Hayatımda türlü türlü kitaplar okudum.(Roman, biyografi, Tarih, Felsefe, vs… Fakat ilgimi uyandıran benliğimi şahlandıran kitaplar benim için çok özel (Risale)… Mesnevi’yi anlamak derya deniz içerisinde kaybolmak onu hissetmek, yaşamak… Ben de sizler gibi mana aleminden pırıltılara dalmak istiyorum. Şimdiden yazdıklarınız için yazacaklarınız için sizlere şükranlarımı sunuyorum. Sözlerimi alttaki dizelerle şimdilik devam etmek üzere bitiriyorum.
– Aşk’a uçma kanatların yanar. (Sadi Şirazi)
– Aşk’a uçmadıktan sonra kanatlar neye yarar? (Hz. Mevlana)
– Aşk’a vardıktan sonra kanadı kim arar? (Yunus Emre)
Yazan:ahmet kemal yıldız Tarih: Mar 2, 2020 | Reply
efendilik sizde kalsın, istemeyiz de, merhum şefik can’ın türkçülüğünü tenkit etmek haddinize mi düşmüş? milliyetçi olmak size ağır mı geliyor? güle güle kullanın bu kafayı…