Kürt Tarihi Üzerine (1)
By Emre Paksoy on Tem 6, 2013 in Kürtler, Ortadoğu, Tarih
Malumunuz PKK 8 Mayıs’tan itibaren sınır dışına çekileceğini ilan etti. Daha öncesinde sınır dışına çekilmenin önemli bir eşik olduğunu, ancak benzer bir durumun, bazı farklarla birlikte daha öncesinde de yaşandığını ifade etmiştik. Umarız süreç içerisinde barındırdığı handikapların etkisine maruz kalmadan sağ salim ilerler ile çözüm sürecinde önemli bir eşiği aşmış oluruz.
Dediğimiz gibi her ne kadar süreç kırılgan ve handikaplarla birlikte yürüse de, aslında tarihi bir ana tanıklık ettiğimizi unutmayalım. 30 yıllık zaman diliminden toplumun tüm kesiminin bu kadar ümitlendiği bir dönem yaşandığını zannetmiyorum.
Diğer taraftan, bu süreç her ne kadar tarihi bir anlama sahip olsa da büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması yere basması ve geleceğe yöne vermesi için sorunun ve daha da ötesi Kürtlerin tarihine bir göz atmak gerektiğini kabul edersiniz. Bu nedenle güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmanın, bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacağı kanaatindeyim.
Bu çerçevede elimizden geldiğince, kalemimiz yazdığı kadar bu alanda yazılmış olan kaynaklardan derlediğim bir anlamda “Kürt Tarihi’ni sizinle paylaşmak istiyorum. Tabi konu tarih olunca ve özellikle siyasi tarih olunca kaynakların çok da objektif olamayacağı malumunuz. Bu nedenle elden geldiği kadar objektif ve hakkaniyetli davranmaya çalıştım.
Diğer taraftan Kürt tarihini tek bir yazıya sığdırmak da mümkün olmayacak. Bu nedenle ilk yazıda Cumhuriyet dönemine kadar olan süreci ele almak ve ardından bir yazı dizisi halinde, ardından günümüze kadar gelmeyi amaçlıyorum.
***
Kürtlerin kökeni hakkında farklı görüşler ortaya sürülmekte. Bazı Türk milliyetçileri tarafından Kürtlerin aslında bir Türk boyu olduğu iddia ediliyor. Ancak bu konuyla ilgili ciddi bir akademik kaynak mevcut değil. Aynı zamanda bahse konu kaynaklarda Kürtlerin kökeni hakkında da ortak bir görüşe de yer verilmemiş.
Diğer taraftan Kürtlerin kökeni Asurlulardan Gürcülere kadar birçok farklı topluluk ve medeniyete atfedilmiş. Kökenleri hakkında çok net bilgi mevcut değil. Genel kabul gören bilgilere göre, köken olarak İranî oldukları ve Kürt topluluklarının homojen bir yapıdan uzak olduğu ve linguistik bütünlüklerinin ötesinde, etnik anlamda çok çeşitli oldukları kabul ediliyor. Aynı şekilde yapılan sistemli araştırmaların Kürt adıyla örtülen bir tabaka altında birçok eski kavmin varlığının ortaya çıkacağını iddia etmekte.
Kürtler için önemli bir dönüm noktası da İslam dinine geçmeleri. Kürtlerin İslam dinini seçmelerinin Kürt tarihinin tarihsel gelişiminde belirleyici bir rol oynadığı kabul edilir. Kürtlerin İslam dinini seçmesi ise Hz. Ömer ve Hz. Ali’nin halifeliği dönemine denk gelir. Sasanî İmparatorluğu hâkimiyeti altındayken 639 ve 644 yıllarında Arapların bölgeye ulaşması neticesinde Müslüman olmuşlar.
Rus oryantalist ve Kürdolog Bazil Nikitin, Kürtlerin İslâm’ı seçmesinden sonraki dönemi üç ana başlığa ayırmakta. Birincisi 6-15. yüzyıllar arasını kapsayan Arap ve Moğol istilaların yaşandığı dönem. İkincisi 16. yüzyılın başından 19. yüzyıla kadar olan Kürtlerin İran ve Osmanlı devletleri içerisinde, birkaç Kürt beyliğinin var olmasıyla birlikte, devletlerarası sınırların ve egemenliklerin net olarak göründüğü dönem. Üçüncüsü ise, 19. yüzyıldan itibaren feodal beylerin ortadan kalkması, Jön-Türk ve İran devrimlerine kadar süren dönem. Nikitin’e göre Kürt ulusal hareketinin ilk filizleri bu üçüncü dönemde ortaya çıkmaya başlamış.
Kürt ve Kürdistan terimleri ise ilk olarak Selçuklular döneminde ortaya çıkmış. 12. yüzyılda Kürtlerin yaşadığı bölge Selçuklular tarafından “Kürdistan” olarak adlandırılmış.
Selçuklu öncesi 990’da kurulan Mervanî Beyliği dönemi de Kürtlerin en parlak dönemleri olarak görülmekte. Ancak bu dönem uzun ömürlü olmamış Mervanî Beyliği 1085 yılında Büyük Selçuklular’a bağlanmış.
Bununla birlikte, yaşanan Moğol istilalarının bölgedeki sosyal ve demografik yapıda önemli değişikliklere sebep olduğu ve tarihsel süreçte önemli bir mihenk taşı olduğu kabul ediliyor. Ancak Moğol istilalarının etkileri konusunda farklı görüşler mevcut.
Bir görüşe göre, bölgedeki Kürt varlığı Moğol istilalarıyla zayıflamış. Ancak bu istilalar sadece Moğol istilası olarak değil, Türklerin de istilası olarak görülmekte. Bu istilalar ile Kürtlerin yıllardır süregelen iç ve dış çatışmalardan büyük oranda zarar gördükleri kabul edilir.
Diğer taraftan Nikitin, Moğol istilasının o dönem içerisinde Kürtlerin tarihsel süreçteki rolünü silikleştirse de, daha sonrasında Kürtlerin kaybettiği topraklardan bazılarını aldıklarını ve hatta Bağdat’ı işgali sırasında bazı Kürt beylerinin Moğollarla işbirliği yaptığını iddia eder. Aynı şekilde Modern Kürt Tarihi isimli kitabın yazarı David McDowall Kürtlerin Moğollara yardım da etmesine örnek olarak Sultan Ulcaytu’nun Hazar Denizi kıyısındaki Gilan Eyaleti’in ele geçirmesinde Kürtlerin de destek verdiğini iddia eder.
Mustafa Akyol ise, Moğol istilalarının hem Türkler hem de Kürtler, daha genel bir ifadeyle bölgedeki İslam medeniyeti, için yıkıcı bir süreç olduğunu kabul eder. Bununla birlikte Moğol istilası öncesi ve sonrasında yaşanan dönemlerde Türk, Kürt ve Arap toplumlarının iç içe geçmiş sosyal ve kültürel bir yapıya sahip oldukları kabul edilir.
Diğer taraftan Kürt milliyetçisi Mehrdad Izady ise, Moğol istilası ile başlayan bu sürecin Kürtler için 20. yüzyıla kadar süren bir gerileme dönemi olduğunu iddia eder.
Kürtler için tarihsel süreçte dikkat çeken bir nokta da yine dönemin güçlü devletleri arasında seçim yapma zorunluluğu yaşamış olmaları. 14. yüzyılda bölgede Safevî ve Osmanlı Devleti’nin tabiiyetine girme konusunda seçimde bulunmuşlar ve mezhep benzerliğinin de önemli derecede etkisiyle Osmanlı Devleti’nin tabiiyetine girmişler.
Bununla birlikte Nikitin, Kürtler için İslam’ın her ne kadar medenî anlamda gelişmesinde katkı sağlasa da ulus bilincinin kaybolmasına neden olduğunu iddia eder. İslam’ın kabulünden sonra İranlılar ile Türkler arasında sıkışıp kalan Kürt halkı döneme ve konjonktüre göre taraflar her iki taraf arasında gelip gitmişlerdir. Izady bu dönemde Kürtlerin varlığını ortaya koyamamasında Kürtler arasında yer alan “uğursuz anlaşamamazlığın” etkisi olduğunu ileri sürer. Bu etkinin farklı veçheleri mevcut. Aşiretlerin coğrafi dağınıklığı, aşiretlerin daha geniş bir çıkar anlayışı geliştirememeleri, disiplin ve birlik yokluğu, ortak bir Kürt bilinci bulunmayışı ve İslamlığın ulusallıktan uzaklaştırıcı etkisi şimdiye kadar Kürtlerin ulusal bir devlet kurmalarını alıkoyan sebepler.
Ancak her ne kadar Nikitin, Kürtlerin ayrı bir millet olarak tarih boyunca ulus devlet bilincine sahip olamaması konusunda eleştirilerde bulunsa da, bu tarihsel süreçte Kürtlerin Türkler ile ortak değerlere sahip olduğunu ve hatta kan bağlarına sahip olduğunu da kabul eder. Kürt milliyetçileri ve Kürt sosyalistler tarafından bir referans kaynağı olarak kabul bir ismin böyle bir tespitte bulunması da aslında dikkate değer bir unsur.
Yine Kürt tarihi üzerine bir kitabı bulunan Kemal Burkay da, Kürtlerin geri kalmışlığı 16. yüzyılda Osmanlı ve İran arasında gerçekleşen savaşlarla başladığını ve bu dönemden günümüze kadar savaşların devam etmesi nedeniyle de bu geri kalmışlığın devam ettiğini ileri sürer.
Ancak Kemal Burkay’ın aksine McDowall, 16. Yüzyılda Safevî İmparatorluğu’nun ortaya çıkması ve Osmanlı İmparatorluğu ile arasında kurulan dengenin Kürtler için istikrarlı bir siyasal yapının oluşması konusunda etkili olduğunu iddia eder.
Mustafa Akyol ise, Kürtlerin bu dönemde bir devlet kurmaktan ziyade bölgedeki güçlü devletin tabiiyetine girme konusunda tercihte bulunmalarında yaşadıkları coğrafyanın dağlık, yerleşimi yerlerinin dağınık olması nedeniyle aşiret yapılanması halinde olmalarının önemli etkisi olduğunu belirtir. Yine aşirete dayalı olarak kurulan beyliklerin bu dönemde sürekli savaş halinde olmaları birlik içinde hareket etmelerini engellemiştir.
Kürtlerin bu dönemde Osmanlı’yı tercihlerinde önemli rol oynayan isimlerden birisi İdris Bitlisi’dir. Her ne kadar adı şimdiye kadar sadece Piyer Loti Tepesi’ne isim verilmesi konusunda gündeme gelse de İdris Bitlisi yaklaşık 20 yıl Akkoyunlu Devleti’nin hizmetinde çalışmış, dönemin önemli Kürt âlimlerinden birisi. Bitlisi, Osmanlı Devleti ile ilişkiye girmeden önce Akkoyunlu Sarayında bakanlık noktasına kadar gelmiş, ancak Akkoyunluların Safeviler tarafından ortadan kaldırılması ve Şiiliğin bu bölgede hâkim mezhep haline getirilme çalışmaları ile birlikte, bu ülkeden ayrılmak durumunda kalmış. Özellikle Şah İsmail’in Şiiliği şark beldelerinde yaymaya çalışması karşısında, bu durumu hayati bir tehdit olarak algılayan Bitlisi ve diğer Kürt beyleri, Safeviler’e karşı cephe almışlar.
İdris Bitlisi hem Kürtler tarafından hem de Osmanlı Devleti tarafından güven temin bir isim olması nedeniyle o dönem yaşanan isyanların bastırılmasında ve huzurun sağlanmasında önemli bir rol oynamış. Bu dönemde Bitlisi, Osmanlı Devleti’nden aldığı yetkiyle Kürt aşiretleri ile görüşmüştür. Görüşme neticesinde daha öncesinde Safevî İmparatoru Şah İsmail tarafından tüm yetkileri alınan Kürt liderlerine Osmanlı Devleti’nin tanımaları şartıyla bu yetkileri tekrardan verilmiş.
İyi derecede Türkçe de bilen Bitlisi daha sonra Sultan 2. Beyazıd döneminde Osmanlı Sarayı’nda vakanüvis olarak görevlendirilmiş. İdris Bitlisi’nin öncülüğünde Kürt Beylerinin bir araya gelerek hazırladığı ve padişaha sunulan “ariza” ile Kürtler Osmanlı tebaası olmayı talep ettiklerini belirtmişler. Bu çerçevede Kürtlerin Osmanlı yönetimine girmeleri, hem Kürt bir din ve devlet adamının önderliğinde olmuş, hem de bölgedeki Kürt aşiretlerinin rızasıyla gerçekleşmiş.
Uzun yıllar Osmanlı hâkimiyetinde kalan Kürtler bu dönemde Osmanlı’nın bir yönetim birimi olarak “Diyarbakır Vilayeti” altında bulunan sancaklarda yaşamlarını sürdürmüşler. Aynı zamanda bu dönemde Kürtlere otonomi de tanınmış. Böylece Osmanlı yönetimi Kürtlere kimliklerini koruma imkânı verdiği gibi, feodal düzenin sürmesini kolaylaştıran bir hukuki düzen de sağlamıştır.
Bitlisi’nin katkılarıyla sağlanan Osmanlı Devleti ve Kürt aşiretleri arasındaki uzlaşı 19. yüzyıla kadar devam etmiş. 19. yüzyıla kadar geçen süreç her ne kadar tam bir barış ortamı sağlamasa da, mevcut durumu güçler dengesini göz önüne alan, faydacı bir çözüm olarak değerlendirilir.
Bu döneme kadar yaşanan isyanların ise genellikle aşiretlerin hem devletle hem de diğer aşiretlerle egemenlik mücadeleleri neticesinde ortaya çıkan isyanlar oldukları kabul edilir. Yaşanan bu çatışmalar etnik kimlikten ziyade yaylaların kullanılması, aşiret reisliği için yaşanan çekişmeler ve bunlara benzeyen konular sebebiyle çıkmıştır.
Bu bilgiler ışığında genel olarak baktığımızda 19. yüzyıla kadar yaşanan bu süreç içerisinde Osmanlı’da kayda değer bir Kürt milliyetçiliği bulunmadığı herkesçe kabul edilir. Bu tespit bir taraftan Kürt milliyetçiliğini savunanlarca Kürt aşiretlerinin kendi aralarındaki mücadelelerin ortaya koyduğu bir “eksiklik” olarak görülür. Diğer taraftan ise bölgedeki etnik yapıların birlikteliği ve iç içe geçmişliği ve o dönemde milliyetçilik fikrine duyulan yabancılığın da etkili olduğu kabul edilir. Bu dönemde ortaya çıkan ayaklanmalar etnik kökenli değil ileriki süreçte parçalanacak olan Osmanlı devleti toprakları üzerinde aşiretlerin hâkimiyeti ele geçirme niyetiyle ortaya çıkan isyanlardır. Bunun yanında 19. yüzyılla birlikte Avrupa yakasında Sırp, Bulgar ve Yunanlılar arasında başlayan milliyetçilik hareketleri Kürt milliyetçiliğinin de doğmasına temel teşkil eder. Örnek olarak David McDowall, Kemal Burkay ve Bazil Nikitin 1880 yılında gerçekleşen Şeyh Ubeydullah isyanının milliyetçi saiklerle ortaya çıkmadığını iddia ederler. Bununla birlikte bu isyanlarda sadece Kürt değil, aynı zamanda Türkmenlerin de olduğu görülür. Burada dikkat edilmesi gereken nokta Kürt milliyetçiliğinin Avrupa yakasında başlayan milliyetçi hareketlerle değil, geç dönemde Türk milliyetçiliği ile eş zamanlı olarak başladığıdır.
20. yüzyılda ise Kürtler arasında ortaya çıkan milliyetçilik fikirlerinin oluşum ve gelişim süreci daha çok ve merkez yönetime duyulan tepki ile şekillenmiş. Elit Kürt aydınlarının ve yöneticilerinin faaliyetleri ve örgütlenme çalışmaları ile de temelleri atılmış. Genel olarak aşiret mensubu Kürtlerin tarihteki ve yeni dönemdeki isyanlarda üç unsurun kabullenilememesinin etkisi olduğu iddia edilir. Bunlar mecburi askerlik, gümrük ve vergi.
Dönemin gelişmeleri karşısında Kürt aşiret reisleri ve bölge genelinde etkin olan şeyhler, yaşanan gelişmelere tepki göstermişler. Şeyhler yaşanan gelişmelere gösterilen tepki ve devamında ortaya çıkan isyanlarda hem aşiret reisi rolü hem de şeyhliğin verdiği gücü meşrulaştırıcı etken olarak kullanmışlar. Aynı zamanda şeyhlerin aktif rol aldığı bazı önemli isyanlar ve hareketler, şark beldelerinde ve Kürtler arasında İslamiyet’in ve aşiret asabiyetinin işlevsel rolünü de bize gösterir.
Mustafa Akyol da bu dönemde çıkarılan isyanlardan çıkarılması gereken iki sonuç olduğunu söyler:
1) Bu isyanlar Kürt kimliğine dayalı, etnik bilince bağlı değildir. İmparatorluğun başka bölgelerinde ve aslında tüm dünyada da görüldüğü gibi feodal birer reflekstir. İsyanlar daha çok devletin merkezileştirme çabalarına karşı, Kürt aşiret reislerinin birer tepkisinden öte anlam taşımamakta.
2) Tanzimat Reformu bölgede merkezileşmeyi başaramamış, Kürtlerin aşiret yapısını değiştirememiştir. Bölge insanı kendini yeni Osmanlı yönetimin öngördüğü vatandaşlık profiline göre değil, aşiret kimliğine göre tanımlamaya devam etmekte. Bölgede feodal yapının daha epey süre devam etmesinin temel sebebi ise, bunu kırmaya yönelik gösterilen tepki.
Kemal Burkay ise, 19. yüzyılda görülen isyanların bir ulusal bir kimliğe sahip olmadığı, bunun yerine “feodal kişiler”, diğer bir ifadeyle aşiret ya da şeyhlerin öncülüğünde gerçekleşen bir ayaklanma olduğunu kabul eder. Ancak Kemal Burkay’a göre böyle bir olgu bu isyanların gerçek nedenlerini açıklamak için yeterli değildir.
Bu dönemde yaşanan ayaklanmalarda dikkat çeken bir diğer nokta ise ayaklanmayı başlatanların Sultan ve halifeye olan bağlılıklarını dile getirmeleri. Bu ayaklanmalarda ayaklananlar genellikle sultana halife olarak bağlılıklarını açıkça dile getirmişlerdir. Yalnızca batı etkilerinin öncüsü olduğunu düşündükleri bürokratik yapıya karşı tepkilerini koymuşlardır.
Nikitin ve Burkay’ın aksine McDowall, Kürt isyanlarının başarılı olamamasını aşiret yapılarının geçmişten beri zayıf olmasına bağlar. Bu durum Kürtlerin kendi aralarında koordine olamamalarına ve devlete karşı verilen silahlı mücadelenin zayıf kalmasına neden olmuştur. Ancak McDowall tüm bunlardan daha önemli etkenin Kürt aşiretlerinin devletin yaptığı teklifleri kabul etmeleri ve devletle uzlaşmalarının isyanların başarısız olmasında etkili olduğunu ifade eder.
Kısacası, Tanzimat döneminde başlayan reform hareketleri bu dönemde yaşanan isyanların temel sebebini teşkil eder. Buna rağmen yapılan reformlar Kürt aşiretleri feodal düzensizlikten modern bir yönetime taşıma konusunda başarılı olamamıştır. Bu nedenle, Osmanlı döneminde etnik kimlik kaynaklı yaşanan bir Kürt sorunu yoktur.
Kürt milliyetçisi hareketlerin ilk çıkış dönemi ise 20. yüzyılın başlarına rastlamakta. Bu dönemin somut bir gelişmesi olarak Kürt entelektüeller ve yine milliyetçi Kürtler arasında öncülük rolü üstlenen Bedirhan ailesinin de desteği ile 1897 yılında Kürdistan isimli gazetenin çıkarılması gösterilebilir.
Kürdistan gazetesinde yer alan yazılar ile ilgili olarak ise Kemal Burkay, bu yazıların ağırlıklı olarak yurtseverlik vurgusunu yaptığını ileri sürer. Hatta bu yazılarda Kürtlerin Türk yönetiminden kurtulması konusu açık bir şekilde dile getirilir. Ancak aynı zamanda Osmanlılık vurgusu da yapılmaktadır. Mesela, Osmanlı devletinden bahsederken “devletimiz”, imparatorluktan bahsederken “ülkemiz” ifadelerine yer verilir. Osmanlı Devleti tarafından kaybedilen topraklar üzüntüyle karşılanmıştır.
Yine bir diğer yayın organı olarak Kürdistan gazetesi ile aynı dönemde Şeyh Abdülkadir tarafından 1908 yılında Hetav-i Kurd (Kürt Güneşi) gazetesi çıkarılmış. Ayrıca 1910 yılında da bir grup Kürt öğrenci ve hukukçu tarafından Heviya Kurd (Kürt Umudu) isimli bir dernek kurulmuş ve bu dernek çatısı altında Roj-i Kurd (Kürt Günü) isimli aylık bir dergi çıkartılmış.
Kürt örgütlenmelerinin ilk ortaya çıkışı ise Osmanlı’da 2. Meşrutiyet’in ilanı sonrasına tekabül eder. Bu dönem içerisinde Bedirhan ailesinin ve Osmanlı ordusunda üst rütbelere ulaşmış olan Süleymaniyeli Kürt Şerif Paşa’nın öncülüğüyle Kürdistan Teali Cemiyeti kurulmuş. Bu hareket ilk başlarda kültürel bir milliyetçiliği amaçlarken daha sonraları siyasi milliyetçiliğe yönelmiş. Fakat bu hareket Kürt halkı içerisinde çok fazla destek bulmamış, hatta tepkiyle karşılanmış.
Bu örgütlenmelerden bir diğer dikkat çekeni ise Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti. Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti 2. Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte yurtdışından geri gelen Kürtler tarafından kurulmuş. Örgütün amacı nizamnamesinden şöyle açıklanmış:
“İslamiyet’in ulu hükümlerine uygun ve ulusun mutluluğu ile vatanın güvenliğini güvence altına alan Kanun-i Esasi’nin kural ve faydalarını bu gerçeklere vakıf olmayan bir takım Kürtlere anlatmak ve Osmanlılık yüce sıfatını her zaman korumakla birlikte din ve milletin başlıca ilerleme ve yaşama nedeni olan meşrutiyet sistemini koruyup ilerlettikçe yüce hilafet ve saltanat makamına Kürtlerin bağlılıklarını arttırmak; vatandaşları olan Ermeni, Nesturi ve diğer Osmanlı halkları ile iyi geçinmek ve ilişkilerini daha da geliştirmek ve kabile ve aşiretleri arasındaki düşmanlıkları ve çekişmeleri gidermek ve tümünün birden meşru bir merkez çerçevesinde ilerleme ve gelişme koşullarını yaratmak ve eğitim, sanayi ticaret ve tarımı yaratmak ve düzenlemek…”
Kemal Burkay, bu dönemde kurulan bu yapılanmaların Kürt ulusal hareketinin başlamasında önemli bir yeri olduğunu kabul eder. Ancak nizamnamede yer alan Halifeliğe ve Osmanlılığa bağlılık fikirlerinin derneğin meşrutiyet kazanması amacıyla konduğunu iddia eder. Ancak David McDowall, Hilafetin Türkler ve Kürtler arasında önemli bir bağ olduğunu, hilafetin kaldırılmasının Kürtler arasında etnik milliyetçilerin ortaya çıkmasını ve Türkler ile Kürtler arasındaki bağın azalmasına neden olduğunu ileri sürer. Abdülmelik Fırat da, hilafetin kaldırılmasıyla Kürtler için Türkiye Cumhuriyeti’nde kalmanın hiçbir anlamı kalmadığını ifade eder.
Diğer taraftan yine Kemal Burkay tarafından o dönemde kurulan derneklere verilen örneklerde hemen hemen büyük bir çoğunluğunun halifelik ve Osmanlılık vurgusu yaptığı da dikkat çekmekte.
1920’li yılların başına gelindiğinde ise Türkiye için hala kayda değer bir Kürt sorunu bulunmamakta. Hatta Mustafa Akyol’a göre Kürtler, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünün inanmış destekçileri olarak, Türklerle omuz omuza, işgalcilere karşı savaşmaktalar.
Bu durumun iki sebebi mevcut. Birincisi bu dönemde Türkler ve Kürtler arasındaki ortak kimliğe değer verilmiş olması. İkincisi ise Kürtlerin varlığının tanınıp onlara saygı gösterilmesi.
Cumhuriyetin kurulması dönemine kadar Kürt tarihi kısaca bu şekilde. Bu dönemden den sonra Türkiye Cumhuriyeti ile Kürtlerin ilişkisinin başladığı ve günümüzde yaşanan Kürt sorununun temelinin atıldığı dönemler gelmekte. Bu dönemde yeni bir ulus meydana getirme çabaları, yaşanan isyanların yeni kurulan devlette oluşturduğu travmalar ve devletin Kürtlere yaklaşımının meydana getirdiği travmalar ile şekillenen bir süreç ile karşılaşıyoruz.
Bu dönemi de yeni bir çalışmada ele alacağız.
Yararlanılan Kaynaklar:
Akyol, Mustafa, (2006), Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek, İstanbul: Doğan Yayınları.
Beşikçi, İsmail, (1991), Hayali Kürdistan‟ın Dirilişi, İstanbul: Aram Yayınları.
Burkay, Kemal, (1992), Kürtler ve Kürdistan, İstanbul: Deng Yayınları.
Cemal, Hasan, (2007), Kürtler, İstanbul: Doğan Kitapçılık.
Demirel, Emin, (2005), Geçmişten Günümüze PKK ve Ayaklanmalar, İstanbul: IQ Yayınları.
Göktaş, Hıdır, (1991), Kürtler-1, İstanbul: Alan Yayıncılık.
Hilmi, Refik, (1995), Anılar-Şeyh Mahmud Berzenci Hareketi, İstanbul: Nüjen Yayınları.
Jwaideh, Wadie, (1999), Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi: Kökenleri ve Gelişimi, Alper Duman ve İsmail Çekem (çev.), İstanbul: İletişim Yayınları.
Kirişçi, Kemal ve Winrow, Gareth (2000). Kürt Sorunu, Kökeni ve Gelişimi, Ahmet Fethi (çev.), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Kutlay, Naci, (2006), Kürtlerde Değişim ve Milliyetçilik, Ankara: Dipnot Yayınları.
Lagueur, Walter, (2001), History of Terrorism, New Jersey: Transaction Publishers.
Limbert, John, (1968), The Origins and Appearance of the Kurds in Pre-Islamic Iran, Iranian Studies, 1(2), ss.17-21
Marcus, Aliza, (2010), Kan ve İnanç: PKK ve Kürt Hareketi, Ayten Alkan (çev.), İstanbul: İletişim Yayınları.
McDowall, David, (2004), Modern Kürt Tarihi, Neşenur Domaniç (çev.), İstanbul: Doruk Yayınları.
Nikitin, Bazil, (1994), Kürtler Sosyolojik ve Tarihi İnceleme, Hüseyin Demirhan ve Cemal. Süreyya (çev.), İstanbul: Deng Yayınları.
Yiner, Abdulnasır, (2007), “İdris-i Bitlisi”, Köprü Dergisi, Bahar, ss. 98.
Zeki Bey, M. Emin, (2005), Kürd ve Kürdistan Ünlüleri (Meşahire Kurd ü Kurdistan), M. Baban, M. Yağmur ve S. Kutlay (çev.), Ankara: Özge Yayınları.
… Bu konuda okumak için …
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?
İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle.Buradan indirin.
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisinihukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm”demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
1 Yorum
Yazan:my Tarih: Tem 6, 2013 | Reply
su baris sürecinde amigolar çok ama bilgi alan/veren az. Bu tür bir yazi dizisi bir kere teklif edilmesi açisindan önemli.
yani sana katilsin ya da katilmasin, bu yaziyi okuyan bir genç Kürt “ben kimim? nereden geldim” sorularinin cevabini
kitaplada arayacak. Polise tas ve molotof atarak kimlik insaa etmenin saçmaligini gözler önüne sermis oluyorsun. ALLAH razi olsun.
“Sen Kürtsün, ben bunu biliyorum, sen de benim gibi bir insansin, ben sana saygi duyuyorum, merak ettim, senin tarihini açtim okudum” demek kadar güzel bir mesaj olabilir mi?