İnsan / Birey / Kul / Homo Economicus / إنساني
By my on Eki 30, 2013 in Derin Lügat, İnsan
Hayvanların fayda-tehdit algısını aşamayan modern Batı düşüncesi birey kavramından daha derine inemedi. Bu yüzden:
- İnsan’ı birey / homo-economicus zanneden liberalizm,
- İnsan’ı üstün ırk / asker millet ilân eden faşizm,
- İnsan’ı kızıl bürokrasinin dişli çarklarına indirgeyen komünizm,
- İnsan’ı tektipleştiren, putsal devletin yedek parçası yapan kemalizm
zulümden başka bir şey getirmediler bize. Bunların hepsi pozitivizmin çocuklarıydı; allanıp pullanmış bir şirk’ten ibaret olan pozitivizmin. Birbirlerine rakip gibi görünen ideolojiler arasındaki çekişmeler hak mücadelesi olmadı hiç bir zaman. Çoğu sivil 80 milyon insanı öldüren ikinci dünya savaşı bile bir it dalaşı olmaktan öteye geçmedi. Dünyaperest güçler dünya malı için kan döktüler. Zira cepheler petrol yatakları etrafında kurulmuştu: Kuzey Afrika, Romanya, Azerbaycan ve Güney Doğu Asya…
İnsan nedir?
Yaşamaktan daha değerli bir değer uğruna ölebilen canlıdır İnsan. Hatta 2 yaşındaki çocuğunu yaşatmak için fahişelik yapıp hergün yeniden ölebilir. (Bkz. Derin insan kitabı, “Fahişelik, şehitlik, özgürlük” bahsi)
Uygar(?) Batı bile zamanında teslim etmiş; akıl sahibi olduğu için maymun olmayan, insan türü canlının biominal adı homo sapiens. Latince sapientia’dan geliyor yani akıl sahibi. (ing. wisdom, discernment) Akıl, problem çözmeye yarayan zekâdan farklı (ing. intelligence). Zekâ dediğimiz meleke maymunda, arıda, kuşta da var. İnsan ise ayırd etme kabiliyetiyle, FaRuKiyetile ayrılıyor hayvanlardan. Neyi neyden ayırd edebiliyor peki?
Gazâlî Hz’nin tabiriyle “hak ile batılı birbirinden ayırmaya yarayan ilâhî bir nûr” olan akıl ile donanmışız. Bu farkındalık insan için kulluk şuurunu doğuruyor. Doğum ile nereden geldiğini, Ölüm ile nereye gittiğini biliyor insan. Zira akıl feneri ile bakınca bilmek ile iman etmek arasında fark kalmıyor:
“… Sahipsiz değilim, mülkün bir Malik’i var, evvelsiz değilim, ahirsiz değilim. Canlıyım, demek ki Hayy’atsız değilim, ölümlüyüm demek ki hayatiyetin kaynağı değilim, biliyorum demek ki bilginin kaynağı değilim,…”
İnsan’ın kimyası?
İnsan varlığı üç varlığın birliğinden ibaret. Vücud, nefs ve ruh. Vücud yani insanın cismanî varlığı taş, su ve hava gibi cisimler ile ortak. Boşlukta yer kaplıyor, ağırlığı var; bölünüp parçalanabilir. Vücudun varlığı cüz-kül (parça-bütün) ilişkisi içinde akledilebilir yani “insan vücudu = kollar + bacaklar + iç organlar…” denilebilir.
Ancak biyolojik anlamda canlı olması sebebiyle insan hayvanlara da benziyor. Yani bir taşın veya bir bardak suyun aksine kendi varlığını muhafaza etmek istiyor. Tehlikeden kaçıyor, düşmanını kovalıyor, yemekten, içmekten, uyumaktan ve üremekten haz alıyor. Bu hazlar onun hayvanî arzularının motoru. Nefsin arzuları biyolojik hayatı muhafaza, evlat ya da kalıcı eser bırakma yoluyla süreklilik tesis etmek ile sınırlı değil. Sürü halinde yaşayan hayvanlarda olduğu gibi insan nefsi şeref, itibar, diğerlerine üstünlük kurmayı da istiyor. Nefs ve arzuları gözle görünmüyor ama azalara hükmediyor. Bir insanın söz ve hareketlerine bakarak nefsinin arzularını “okumak” mümkün.
Nefsin varlığı cüz-kül (parça-bütün) ilişkisi içinde akledilemiyor. Ancak hayvan tabiatına, dolayısıyla determinizme tabi olduğu için bilimlerin ve bilimsel disiplinlerin konusu olabilir. Psikoloji, psikanaliz, pedagoji, sosyoloji, ekonomi, siyaset, kriminoloji vs kendi teorilerini oluştururken insan nefsinin veçhelerini dikkate alıyorlar istisnası yok.
İnsanın üçüncü varlığı ruh. Biyolojik ölümle yok edilemez lâtif bir varlık. İman etmiş olsun ya da olmasın her insan kendi ruhunun varlığına ve birliğine, zaman içinde aynı kaldığına şahit. “Ben şurada doğdum, şu okula gittim..” diye konuşurken her hangi bir günde var olan vücudu değil ruhunu kastediyor. Saçları uzar, tırnakları kesilir. Hatta bir kazada kol, bacak kaybedilebilir. Ama bölünmez bir benlik hissi vardır. Batı lisanlarında da zaman içinde aşınmayan, değişmeyen “indivisible / individual” kalan bu “ben” algısı bizi şizofren olmaktan koruyor. Ancak unutmamak gerekir ki benlik özünde bir vehim, bir illüzyondur:
“Bu parça parça algıları sentezleyerek bir aynılık (sameness) oluşturuyoruz zihnimizde. Bütün yaptığımız benzerlik ve illiyetten istifade etmek. Benlik sadece hissedilen (feeling) ama 5 duyu ile algılanmayan bir şey. Netice olarak Benlik sözlerle ifade edilen zihni bir oluşum, bir ilişkidir. Bellek, kimliği (identity) üretmez, keşfeder. […] İlliyet (causality) yani sebep-sonuç ilişkileri, determinizm ve kimlik insanların hayata tahammül etmek için ihtiyaç duyduğu vehimlerdir (illusions). Dil katılığı sebebiyle Varlık’ın değişimine rağmen aynı kalan hakikî Ben’i anlamaya engeldir.” (David Hume, A Treatise of Human Nature, 1739)
Tavsiye okuma
Makale
- Kırık parçalar (Marilyn Monroe)
- Varlık bir harftir, sen onun anlamısın
- Liberalizmin kusurları(1): İnsan’ı birey zanneder
- Hayvan Serbesttir, İnsan Özgürdür
E-kitap
Kitap
- Mesnevî (Mevlânâ Hazretleri)
- Mesnevî Şerhi – Padişah Cariye Kıssası (M. Fatih Çïtlak)
- Hikem-i Ataiyye (Ataullah İskenderî Hazretleri)
- Peri Psûkhe / Περὶ Ψυχῆς (Aristoteles)
- Telhîsu Kitabi’n-Nefs (İbn Rüşd)
- Psikanaliz Dersleri (Sigmund Freud)
- Dokuz Yüz Katlı İnsan (Mustafa Merter)
- Ben Nesli (Jean M. Twenge)
… E-kitap okumak için…
Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır
Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?
Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” için. Buradan indirebilirsiniz.
Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.
Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.
Cumhuriyetin ilânından bu yana Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.
Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?
4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.
Dünyada da tuhaf şeyler oldu:
- Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
- Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.
“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:
- Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
- Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri çekmeye mi çalışıyor?
- Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?
Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.
Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.
Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik
Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.
Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.
Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!
“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”
Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.
İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.
1 Yorum
Yazan:m k Tarih: Eki 31, 2013 | Reply
insanin bu dunyada sinavda oldugunu iddia eden, kafasini hurafelerle, var olmayan seylerle dolduran, onlara gore hayatini bicimlendirmesin isteyen dinden ne haber derin dusunce.