Zaman / Time / Temps / الوقت
By my on Haz 18, 2015 in Derin Lügat, Kâinat, Zaman Nedir?
Olayları sarıp sarmalayan bir ambalaj değildir. Varlığa, cisimlere bulaşmayan tekdüze, homojen bir zarf değildir. Zaman, takvim ve ajandalarda mekân gibi kutucuk halinde gösterilen, ölçülebilir, objektif bir nesne değildir (Bkz. Fizikçilerin Zaman’ı). Kısacası Zaman Newton ve Kant’ın zannettikleri gibi ontolojik/kevnî bir çerçeve değildir.
Nedir?
Zaman görünmez, yaşanır. Biz yaşadıktan sonra “arkamızda” kalan zamanı mekân gibi tasavvur ederiz. Dikiz aynasından görünen yol sûreti yolun kendisi değildir. Güzergâh ile menzil tevhid edilmedikçe zaman mefhumu anlaşılamaz. Zaman İnsan’ın bilkuvve güzelliklerinin bilfiil hale geçmesini mümkün kılan bir tecelli; illiyet ve Ben’lik gibi gerekli bir vehimdir. Zaman İnsan’ın hayvanlığın aşağısından melekliğin üzerine giden yolu mümkün kılan ilâhî bir kudret tecellisidir. Ama her sahada olduğu gibi zaman konusunda da fehmedemediklerini vehmeden insanlar çoktur:
- Şans, Kader, Özgür İrade ve Zaman(1)
- Şans, Kader, Özgür İrade ve Zaman(2)
- Şans, Kader, Özgür İrade ve Zaman(3)
Fazla erken gelen adalet geciken adaletten daha tehlikelidir
Indiana Jones filmini hatırlayın; Harrison Ford’un “iman atlayışı” yaptığı o sahneyi. Bu sahne önemli çünkü gayba iman edip boşluğa adım atan her insan inançla bilkuvve haldeki nice köprüleri bilfiil hale geçirebilir. (Bkz. Derin Lüdat maddesi:İman / Faith / Foi / Bilgi / Knowledge / الإيمان ) İnsan’ın kimyasında “zaman” vardır ve bu zaman değişik sûretlerde tezahür eder: Hilm olur yani işlenen suçun cezasını hemen vermez, özeleştiriye, hatadan rücu etmeye fırsat tanır. Böyle terbiye edilir çocuk. RABB’i halîm olanın mürebbiliği de hilm üzere olur.
Zaman bazen iman olur yani henüz görmediği şeyi vahiyy ile “bilmeyi” ve o bilgiyle amel etmeyi kabul eder. (Bkz. Derin Lügat maddesi: Teslimiyet / submission / soumission / تسليم) Kimyamızdaki zaman sayesinde kusurlar setredilir. Bize bir süre tanındığı için nefsimizle mücahede imkânı buluruz. En kötü insanlar bile sabırla içlerindeki iyilik hazinelerini keşfedebilirler. Meselâ Victor Hugo’nun “Sefiller” romanında Jean Valjean’ın çaldığı gümüş takımlarla yakalandığı o ana geri gidelim. Eğer piskopos jandarmaya “o gümüşleri çalmadı, ben hediye ettim” diye yalan söylemeseydi ne olurdu? Piskopos o zaman dilimi için yoklukta olan bir hazineye inandı ve Jean Valjean’ın güzelliği bu imanın emniyetiyle kuvve’den fiil’e geçti. Piskopos insan fıtratının güzelliğine iman edip ona zaman vermeseydi Jean Valjean hırsızlıktan kurtulabilir miydi?
Zaman gerçeğinin hayatımızdaki yansımaları suyun kâh buz, kâh buhar olarak görünmesi gibidir. Kimyamızdaki zaman kâh sabır olur, kâh hilm. Bilkuvve olarak her insan halifetullahtır; fahişeler ve tefeciler bile. Ateşin haberini alanla yanına gidip ısınan bir değildir tabi, sûreti insan olanın sîretinin insan olması zaman ister. Gayba iman ile müşahede arasında zaman vardır. Adalet için de zaman gereklidir. Geciken adalet adil değildir ama fazla hızlı gelen adalet de iyilikleri yok eder. Neden?
Rüyaların, gizli arzuların ve günahların, hatta işlenecek suçların resmini çekebilen bir makinenin icad edildiğini düşünün. İnsanlar arasındaki ilişki bugünkü gibi devam edebilir miydi? Adalet, mahremiyet ya da sevgiden konuşabilir miyiz böyle bir makinenin yanında? Zannetmiyorum. Böylesi bir makine yalan söylemeyi imkânsızlaştıracağından dürüstlük ve bilimsel gerçekler arasındaki zamansal mesafe yok olurdu. Karı-koca arasındaki saygı veya ustanın çırağına duyduğu güven ölçülebilir/ test edilebilir bir göstergeye dönüşürdü. Aldatma, yalan söyleme imkânı bulunmayan bir cemiyette dürüstlükten de bahsedemezdik haliyle. Polisin her suçluyu hemen yakalayacağı bu ülkede hırsızlık, tecavüz ve cinayet yok olurdu belki. Ama insanlar iyi olduğu için değil sadece polisten korktuğu için. Vicdan azabıyla değil de polis korkusuyla suç işlemeyen insan ne aşağılık, ne tehlikeli bir yaratık! Evet… fazla hızlı gelen adalet geç gelen adaletten daha tehlikeli çünkü hızlandıkça objektifleşen, makineleşen adalet insanlardaki vicdan hissini tahrib eder. Kötülük yapmanın imkânsızlığı insanların “iyi / kötü” ayrımı yapmasına engel olur.
…Bu konuda okumak için…
Çocuklarımıza Ölüm’den daha çok bahsetsek ne olur? Meselâ evde besledikleri hayvanların, saksıdaki çiçeklerin ölümü üzerine yorum yapmalarını istesek? Mezarlık ziyaretleri yapsak onlarla birlikte ve sonra ne düşündüklerini, ne hissettiklerini sorsak? Çocuklara ölümden bahsetsek belki daha güzel bir dünya kurulur bizden sonra. Çünkü bugün Ölüm’ü TV’den öğrenmek zorunda kalıyor çocuklar. Gerçekten bir “problem” olan ve çözüm bekleyen kazalar, hastalıklar… Çocuklar ölüm sebepleriyle Ölüm’ün hakikatini ayırd edemiyorlar. Küçülen ailelerden uzaklaşan dedeler ve nineler de bizden “uzakta” ölüyor: Kendi evlerinde, hastahane ya da bakımevlerinde. Doğumlarına tanık olamayan çocuklar bir gün ölme “sırasının” onlara da geleceğini anlayamıyor. Ölümü bekleyen modern insan idam mahkûmu değilse eğer, kısa çöpü çekmekten korkan biri gibi. İstenmeyen bir “büyük ikramiye” ölüm… Bu kitap Ölümden bahsediyor. Ölüm denen o“konuşmayan nasihatçıdan”, o karanlık ışıktan. Kendisini göremediğimiz ama sayesinde hayatımızın karanlık yarısını gördüğümüz ölümün ışığı. Buradan indirebilirsiniz.
“Zaman nedir? Kimse sormazsa ne olduğunu biliyorum. Ama birisine açıklamaya kalkarsam artık bilmiyorum… Eminim ki geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasagelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise sonsuzluk olmaz mı? İyi ama şimdiki zaman var olabilmek için geçmişe karışması gerekiyorsa mevcudiyetini yok oluşuna muhtaç olan bir Şimdi‘ninVARlığından nasıl bahsedilebilir? Demek ki zaman yokluğa meylettiği ölçüde var olan şeydir.” (Aziz Augustinus, 354-430)
Zaman nedir? İnsan düşüncesinin en çok zorlandığı sorulardan biri bu. Zira Zaman’ın olmadığı bir yer, an, olay düşünmek imkânsız. “Hiç bir şey olmuyor şu an” derken bile zamansal bir cetvele ihtiyaç var. Saniyeler tık tık ilerleyecek ki “yaprak bile kıpırdamıyor” cümlesinin bir anlamı olsun. Zaman’ı anlamadan Yaşam, Hareket, Özgürlük kavramlar üzerine düşünmek de imkânsız.
Derin Göz isimli kitabımızda özellikle ünlü ressam Edward Hopper’dan bahsederken modern yaşamın özellikle de Sanat’ın biz insanlara Zaman’ı düşünmek için yeni kapılar açtığından bahsetmiştik. Derin İnsan adlı kitabımızın Korku Matkabı bölümünde de Korku-Zaman ilişkisinden ve Sinema Sanat’ından istifade ederek Zaman’ın NE’liğini bir parçacık sorgulamıştık. Kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediği sınırlarda yine Sanat’tan istifade ettik : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu.
Ama felsefeyi dışlamadık. Zaman hakkında çok isabetli tahliller yapmış olan Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl’den çok önce belki ilk defa Aristoteles (MÖ 300′ler) ile başlamış sorgulamalar var. 1800ler ve 1900lerdeki fikirler haliyle teknolojik ilerlemelerden ve yeni kurulan endüstriyel toplumdan istifade eden ama aynı zamanda bunların altında ezilen bir kuşağın ürettikleri. Bilim ve teknoloji ile zaman arasındaki ilişkiye gelince elbette Newton’dan Einstein’a ve Kuantum mekaniğine kadar uzayan, epistemolojiden fizik teorilerine kadar dallanıp budaklanan sorgulamalar söz konusu.
Peki bilimsel, objektif, tik-tak zamandan başka, daha insanî, sübjektif ya da bütün bunların üstünde, dışında MUTLAK bir Zaman kavramından bahsedilebilir mi? Zaman sadece bir çerçeve, aklı sınırlayan bir tür “yokluk” mudur? YoksaDerin İnsan ve Zaman’ın eklemlendiği bir Derin Zaman boyutu var mıdır? Tam da bu noktada Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açıyor. Zaman konusunu bütün derinliğiyle anlayabilir miyiz? Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.
6 Trackback(s)