Main Content RSS FeedYazılar

Trump: Tutarsızlık mı, Gizli Strateji mi? »

Donald Trump, başkanlığa geldiğinden beri ekonomi politikalarında ilk bakışta çelişkili görünen kararlar aldı. Amerikan sanayicilerini korumak için gümrük vergilerini artırdı, yerel kaynakları (petrol, çelik, alüminyum) destekledi ve ülkeyi yeniden sanayileştirmeyi hedefledi. Aynı zamanda, iş dünyasına dostane bir lider olarak görünmeye çalıştı. Ancak, bu politikalar fiyatları artırarak Amerikalı tüketicilere ve ithalata bağımlı sanayilere zarar verebilir. Peki, bu kararlar gerçekten birbiriyle çelişiyor mu, yoksa bizim göremediğimiz daha karmaşık bir strateji mi var?

1. Trump’ın Ekonomik Politikalarının Görünürdeki Tutarsızlığı

Trump’ın ekonomi politikalarında birkaç önemli çelişki göze çarpıyor:

  • Sanayi Koruma Önlemleri vs. Enflasyon: Çelik, alüminyum ve otomobillere gümrük vergisi koyarak Amerikan üreticilerini koruyor, ancak bu ham maddeyi kullanan diğer sektörlerin (otomotiv, havacılık, inşaat) maliyetlerini artırıyor.
  • Vergi İndirimleri vs. Kamu Harcamaları: Trump, büyümeyi teşvik etmek için büyük vergi indirimleri yaptı, ancak askeri harcamalar ve sanayi teşvikleri nedeniyle bütçe açığı arttı.
  • Düşük Dolar vs. Doların Küresel Hâkimiyeti: İhracatı artırmak için doların değerini düşürmek istiyor, ancak ABD dolarının dünya ticaretindeki lider konumunu da korumak zorunda.
  • Yerel Enerji Üretimi vs. Yenilenebilir Enerji: Petrol, gaz ve kömür sektörlerini desteklerken yenilenebilir enerjiye de bazı teşvikler veriyor, ancak bu karmaşık bir mesaj oluşturuyor.

2. Trump’ın Üzerindeki Çeşitli Sanayi Gruplarının Baskısı

Trump, farklı sektörlerden gelen baskılar nedeniyle zaman zaman çelişkili politikalar uyguluyor: Yazının devamı

ABD F35’leri uzaktan düşürülebilir mi? »

Türkiye’deki savunma sanayi uzmanları F35 savaş uçağını öyle büyük bir aşkla savunuyorlar ve zaafları öyle bir gayretle gizliyorlar ki… insan “bu işte bir bit yeniği mi var?” diye sorguluyor.
F35 uçaklarının uzaktan bir sinyal ile Amerika tarafından düşürülebileceği iddiaları ortaya atıldı ve sosyal medyada bayağı tartışılıyor. Türkiye’de savunma uzmanı diye bildiğimiz isimler Bu iddialarla dalga geçtiler ve “Komplo Teorisi” deyip üstünü çizdiler ama bu acelecilik uzmanlıklarına yakışmadı.

Gelin meseleye farklı bir açıdan bakalım: Türkiye’nin Malezya’ya sattığı Atmaca füzeleri, düşman ülkelerin veya bir terör örgütünün eline geçerse Türk savaş gemilerine karşı kullanılabilir mi?

Savunma sanayii ile biraz ilgilenen herkesin tahmin edebileceği gibi, bu mümkün değil. Çünkü bu tür gelişmiş silahları satan ülkeler, yazılım ve donanım aracılığıyla çeşitli kısıtlamalar koyar. Bunun en basit örneğini Ukrayna’da gördük: Amerika, Kiev’e verdiği HIMARS füzelerinin menzilini ve hedefleme yeteneklerini uzaktan programlama yoluyla kısıtladı.

Silah üreten ülkelerin programlama yoluyla kontrolü elinde tutmasına “Arka Kapı” (back door) denir. Yeni bir durum veya komplo teorisi değil. Fransa Arjantin’e verdiği Exocet füzelerinin arka kapısını İngilizlere açmıştı meselâ. (Burada anlattık.) Yine Fransa Tayvan’a sattığı savaş gemilerinin arka kapısını da Pekin’e açtı.

Peki F35 özelinde durum ne?

  • Pilotlarımızın kimlikleri, parmak izleri biyometrik verileri, uçaklarımızın görevleri yakıt ve mühimmat durumları ve daha birçok gizli bilginin dostumuz(!) Amerika’nın bilgisayarlarında depolanacak. İsrail’in bu verileri okumasına ABD izin verebilir.
  • Ruslar yeni bir radar geliştirdikleri zaman biz elektronik harp kütüphanemizi güncellemek isteyeceğiz ama Amerika’ya izin vermeden bunu yapamayacağız.

F-35: ABD’nin Müttefikleri İçin Sınırlı Egemenlik

Günümüzde stratejik açıdan önemli sorulardan biri, ABD’nin müttefiklerine sattığı F-35 savaş uçaklarını uzaktan devre dışı bırakıp bırakamayacağıdır. Uluslararası ilişkilerin giderek daha fazla güç dengesi üzerine inşa edilmesi, özellikle bazı Amerikan yönetimlerinin tutumları nedeniyle bu soruyu daha da önemli Yazının devamı

Yüksek Gümrük Duvarları Ekonomiyi Boğar! »

Koruyucu Ekonomi Politikası: 19. Yüzyılda Stratejik Bir Avantaj, 21. Yüzyılda Ekonomik Bir Risk mi?

19. yüzyılın başlarında üretilen bir buharlı lokomotif 5.000 ila 8.000 arasında parçadan oluşuyordu ve birçok ülke bu parçaların tamamını kendi sınırları içinde üretebiliyordu. Oysa bugün, bir çamaşır makinesi, bir lokomotife kıyasla çok daha basit bir ürün olmasına rağmen 1.500 ila 3.000 arasında parçaya sahip ve en gelişmiş ülkeler bile birçok bileşeni dışarıdan ithal etmek zorunda. Bu durum, ekonomik bağımlılığın son iki yüzyılda olağanüstü derecede arttığını gösteriyor ve bu da koruyucu politikaların uygulanmasını daha karmaşık hale getiriyor.

Koruyucu ekonomi politikası (protectionism), ithalatı sınırlayıp yerel üretimi teşvik etmeyi amaçlayan bir yaklaşım ve 19. yüzyılda sanayileşen ülkeler için kritik bir kalkınma aracı olmuştu. O dönemde, yabancı rekabetin yerli sanayiyi ezmesini önlemek için mantıklı ve stratejik bir yöntem olarak görülüyordu. Ancak günümüzde, küreselleşmiş bir ekonomide, koruyucu ekonomi politikaları çok daha riskli hale geldi. Çünkü dünya endüstrileri birbirine çok bağımlı ve bir sektörü korumak, başka bir sektörü zayıflatabiliyor.

1. 19. Yüzyılda Koruyucu Ekonomi Politikası: Gelişmekte Olan Ülkeler İçin Bir Zorunluluk

1800-1850 yılları arasında birçok ülke, sanayileşme sürecini desteklemek için koruyucu ekonomi politikalarını uyguladı. Günümüzden farklı olarak, ekonomiler büyük ölçüde kendi kendine yetiyordu ve ülkeler ithalatı sınırlandırarak neredeyse tüm üretimlerini kendi topraklarında yapabiliyorlardı. Yazının devamı

Avrupa neden kendini savunamıyor? »

Ukrayna’nın 2022’deki 2ci işgalinden öncesinde Avrupa ülkelerinin toplam savunma bütçeleri 240 milyar $, Rusya’nın ise 60 milyar $ olduğu biliyor muydunuz? Bu bütçe farkına rağmen Avrupa’nın Rusya’ya karşı askeri caydırıcılığının düşük olması garip değil mi? ABD’nin Avrupa’daki askeri gücü olmadan Avrupa orduları etkisiz.

(Not: Rus ordusunun da başta lojistik olmak üzere yetersiz hazırlık, yolsuzluk, eğitimsizlik gibi birçok zaafları var. Lojistik için bu zinciri okuyabilirsiniz.)

Avrupa’nın Rusya karşısındaki ezikliğine gelince… sebepleri oldukça çok ve ilk bakışta fark edilmeyen kritik faktörler var:

1. Parçalanmış ve Koordinasyonsuz Savunma

  • Avrupa’nın toplam askeri harcamaları yüksek olsa da, bu harcamalar 27 farklı ülkeye dağılmış durumda. Tek bir birleşik ordu veya stratejik komuta yapısı yok.
  • Örneğin, Almanya, Fransa ve İngiltere gibi büyük ülkeler dahi farklı savunma doktrinlerine ve silah sistemlerine sahip.
  • Rusya ise merkezi, koordineli ve doğrudan savaş hazırlığına odaklı bir yapı içinde.

2. Savunma Yatırımlarının Dağılımı

  • Avrupa’nın askeri bütçesinin büyük bir kısmı personel maaşları, sosyal haklar ve lojistik harcamalara gidiyor.
  • Buna karşılık, Rusya doğrudan operasyonel kabiliyeti ve ağır silah üretimini finanse ediyordu.
  • Örneğin, Avrupa ülkeleri modern tank ve uçak alımlarını yavaşlatırken, Rusya sürekli yeni sistemler geliştiriyordu.

3. Düşük Savunma Harcamaları Politikası

  • Avrupa’da NATO şemsiyesi altında güvenlik garantisi olduğundan, birçok ülke savunma harcamalarını yıllarca minimumda tuttu.
  • Almanya gibi ülkeler silah sistemlerine yatırım yapmadı ve ordularını küçülttü.
  • Rusya ise 2008 Gürcistan Savaşı’ndan sonra büyük bir modernizasyon sürecine girdi ve özellikle nükleer kuvvetlerini ve hava savunma sistemlerini güçlendirdi.

4. Askeri Lojistik ve Operasyonel Hazırlık Eksikliği

  • Avrupa ülkelerinin çoğunda aktif savaş deneyimi ve tatbikat eksikliği vardı.
  • Rusya ise Suriye, Kırım ve Donbas gibi bölgelerde yıllarca operasyonel tecrübe kazandı.
  • Avrupa’da büyük birlikler hazır durumda değilken, Rusya anında harekete geçebilecek birlikler oluşturdu.

Yazının devamı

İngiliz ordusu neden batıyor? »

Görsellerle birlikte, zincir halinde okumak için…

  • İngiliz ordusu, son 10 yılda küçülen insan gücü ve stratejik değişimlerle genel bir güç kaybı yaşadı. Bu, Birleşik Krallık’ın değişen dünyadaki ekonomik, siyasi ve stratejik tercihlerini yansıtıyor.
  • Düzenli asker sayısı 2010’larda 100.000’den fazlayken, 2020’ye gelindiğinde 76.000’e düştü. Bu, 19. yüzyıldan bu yana en düşük seviye. Bütçe kesintileri bu düşüşte ana rolü oynadı.
  • İşe alımda büyük sorunlar var. Yüksek maliyetli reklam kampanyaları yetersiz kaldı. Teknik alanlarda özel sektörle rekabet eden ordu, nitelikli gençleri çekmekte zorlanıyor.
  • Yazının devamı

Avrupa’nın ortak FCAS savaş uçağı projesi neden çuvalladı? »

Giriş: Avrupa Savunmasında SCAF Çıkmazı

Avrupa savunma sanayisinin en iddialı projelerinden biri olan SCAF (Geleceğin Hava Muharebe Sistemi), Fransa, Almanya ve İspanya’nın ortak çabalarıyla 2017 yılında başlatıldı. Bu program, altıncı nesil bir savaş uçağı olan NGF’nin (Yeni Nesil Savaş Uçağı) yanı sıra insansız hava araçları, havadan erken uyarı ve komuta sistemlerini içeren, tamamen entegre bir savunma sistemi geliştirmeyi hedefliyordu. Ancak aradan geçen yedi yılın ardından, SCAF projesi, ülkeler arasındaki stratejik, doktrinsel ve endüstriyel farklılıklar nedeniyle ciddi bir çıkmaza girmiş durumda.

Fransa’nın çok yönlü operasyonlar ve bağımsız stratejik caydırıcılık odaklı yaklaşımı ile Almanya’nın NATO’ya bağlı, kara tabanlı ve uzun menzilli savunma ihtiyaçları, projenin temel tasarım aşamasında dahi büyük çatışmalara yol açtı. Bu farklılıklar sadece teknik detaylarla sınırlı kalmayıp, siyasi, ekonomik ve uluslararası düzeyde de derin etkilere neden oluyor.

Bu makalede, SCAF projesinin neden işlemediğini, taraflar arasındaki uyumsuzlukları ve projenin geleceği için olası senaryoları ele alacağız. Avrupa savunma iş birliğinin kaderi, SCAF’in başarısında veya başarısızlığında önemli bir rol oynayabilir. Bu nedenle, bu proje sadece bir savunma teknolojisi geliştirme girişimi değil, aynı zamanda Avrupa’nın stratejik özerklik hedefleri için bir sınav niteliği taşımaktadır.

Fransız doktrini ile Alman doktrini, stratejik, tarihsel ve coğrafi önceliklerdeki temel farklılıklar nedeniyle uyumlu değildir. İşte başlıca nedenler:

Yazının devamı

Avrupa’nın Hasta Adamı: Almanya »

Almanya, günümüzde önemli bir enerji kriziyle karşı karşıya. Bu krizin başlıca nedenleri arasında Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve bunun ardından Avrupa Birliği’nin Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar yer alıyor. Rusya, Avrupa’nın önemli bir doğal gaz tedarikçisi olması nedeniyle, bu yaptırımlar Almanya’nın enerji tedarikine ciddi bir darbe indirdi.

Enerji Krizi

1. Doğal Gaz Tedarik Kesintileri: Rusya’nın doğal gaz tedariklerini azaltması veya tamamen kesmesi, Almanya’nın enerji güvenliğini ciddi şekilde tehdit etti. Almanya, doğal gazı ısıtma, elektrik üretimi ve sanayide kullanıyor.
2. Fiyat Artışları: Doğal gaz ve petrol fiyatlarındaki artış, enerji maliyetlerini yükseltti. Bu, hem ev kullanıcılarını hem de sanayi sektörünü etkiledi.

Yazının devamı

Altın Piyasalarında Garip Şeyler Oluyor! Çünkü ABD ve Avrupalı vasalları güvenilirliklerini kaybetti. »

Altın piyasaları dünya çapında tarihi rekorlara ulaşıyor ve altın fiyatlarının iç yapısı, en azından Batı finans merkezlerindeki endüstri uzmanları için karışık. Altın fiyatları, ekonomik temellerin öngördüğünden daha hızlı ve daha yüksek artıyor. İlginç olan da, altın fiyatlarının sadece yükselmesi değil, altının kendisinin de hareket etmesi. Özellikle Çin ve Hindistan, altın rezervlerini Batı bankalarından Asya’daki kasalara taşınıyor.

Singapur’daki Yeni Kasa

Bloomberg, Singapur’daki devasa yeni bir kasaya özel bir yer ayırıyor: The Reserve. Bu Singapur grubu, yıllık merkez bankalarının altın ticaret hacminin yarısı olan 500 ton altını barındırabilecek altı katlı bir tesisi inşa etti. Ayrıca gümüş için de büyük kasaları var. Müşterilerin geri bildirimi, Singapur’da yeni kasalara ihtiyaç duydukları yönünde. Altın tarihi rekorlara ulaşıyor ve gümüş de %20 yükseldi. OTC (Over The Counter) piyasada alım, en az 25 yıldır en yüksek seviyede. OTC, egemen fonlar, kurumsal yatırımcılar ve yüksek yatırımcıların fiziki altın aldığı yer ve buradaki ticaret hacmi geçen yıl 450 ton rekor kırdı. Bu yıl daha da yüksek olacak.

Karmaşık Piyasa Dinamikleri

Mesele aslında olduğundan daha karmaşık ve her gün altın piyasalarında olan insanlar bile şaşkına döndü. Bloomberg yazarları, altın uzmanlarının kendi piyasalarında ne olduğunu açıklayamadıklarını söylüyorlar. Altının neden şimdi yükseldiğini sorguluyorlar. Daha önce enflasyon oranı ve para basımı daha yüksek olduğunda yükselmiyordu. Bloomberg, farklı kişilere sorarak farklı cevaplar aldı: Merkez bankalarının doların silah gibi kullanılmasından endişeli, yatırım fonlarının büyük bir faiz kesintisiyle daha fazla enflasyon yaratacağına dair bahisleri, para birimlerinin zayıflaması, seçimler… Böylece, daha iyi ticaret verilerine erişimleri olmasına rağmen, hala aktörlerin ne peşinde olduğunu anlamadıkları sonucuna vardılar. Yazının devamı

Trump’ın Başkanlığı ve Kısa Vadede Türkiye’ye Etkileri »

Trump’ın başkanlığı, “Önce Amerika” dış politikası nedeniyle Türkiye üzerinde önemli etkiler doğuracaktır. ABD ve Avrupa’da yayınlanan makalelerden derlediğimiz analiz eksenleri şöyle:

  1. Ukrayna, Rusya ve Suriye ile Dinamikler: Trump, Ukrayna’ya Amerikan desteğini sınırlayabilir ve Rusya ile uzlaşma arayabilir. Bu yönelim, Moskova ve Ankara arasındaki bağları güçlendirebilir, özellikle Türkiye’nin belirli toprak ve güvenlik hedeflerini sürdürdüğü Suriye gibi bölgelerde. Ukrayna’ya azalan Amerikan desteği, Türkiye’nin Rusya ile kendi ilişkilerinde daha esnek pozisyonlar almasını teşvik edebilir ve aynı zamanda bölgede bir aracı olarak konumlanmasını sağlayabilir.
  2. İkili Yaklaşım ve NATO üzerinde Baskı: Trump’ın başkanlığı, ABD’nin NATO’ya olan bağlılığının azalmasına yol açabilir, bu da Batı birliğini zayıflatabilir. Bu durum muhtemelen Türkiye’yi ittifaklarını yeniden değerlendirmeye ve stratejik özerkliğini güçlendirmeye zorlayacaktır. Ankara ile diğer NATO üyeleri arasındaki mevcut sürtüşmeler göz önüne alındığında, bu durum Türkiye’yi NATO desteğindeki olası bir azalmayı telafi etmek için bölge ülkeleriyle veya Çin ve Rusya gibi diğer güçlerle ikili anlaşmaları artırmaya itebilir.
  3. Ekonomik Politika ve Yaptırımlar: Trump, korumacı uygulamaları yoğunlaştırabilir, bu da Türkiye’nin ABD ve Avrupa’ya ihracatını etkileyebilir. Ayrıca, iki ülke arasındaki ilişkiler kötüleşirse, geçmişte Türkiye’ye karşı kullanılan ekonomik yaptırımlar yeniden gündeme gelebilir. Bu senaryo, Türkiye’yi Asya ile bağlarını güçlendirerek veya daha özerk ulusal ekonomik politikalar izleyerek ekonomik ortaklarını çeşitlendirmeye itebilir.

Trump’ın Ukrayna’ya Amerikan desteğini azaltması ve barış anlaşmasını hızlandırması, Rus birliklerini serbest bırakabilir. Bu birlikler, Türkiye’nin kendi stratejik çıkarlarının olduğu Yazının devamı

Türkiye-İsrail Savaşı… »

✡️Komplocular(!) ‘Büyük İsrail’ konusunda başından beri haklıydı.
✡️Her zaman plan buydu.
✡️Siyonizm’in kurucusu Theodore Herzl, Complete Diaries, Cilt II, sayfa 711’de Yahudi Devleti’nin alanının ‘Mısır Nehri’nden Fırat’a kadar’ uzandığını söylüyor.
✡️Filistin Yahudi Ajansı üyesi Haham Fischmann, 9 Temmuz 1947’de BM Özel Soruşturma Komitesi’ne verdiği ifadede şunları söyledi: ‘Vaat Edilen Topraklar Mısır Nehri’nden Fırat’a kadar uzanır, Suriye ve Lübnan’ın bazı kısımlarını içerir.’
✡️Hatta 1980’lerde Yinon Planı olarak kanunlaştırılıp yayınlandı.
✡️Yinon Planı, Oded Yinon tarafından İbranice yazılmış bir belgeydi. 1982’de Siyonizm karşıtı aktivist Israel Shahak tarafından İngilizceye çevrildi. Şahak önsözde şöyle diyor: Dünya Siyonist Örgütü’nün Kivunim dergisinde yayınlanan son derece açıklayıcı makalesinde Oded Yinon, İsrail’in 1980’lerdeki stratejisinin Ortadoğu haritasını yeniden çizmeyi, Arap devletlerini parçalamayı ve fiilen bölgesel bir süper güç olmayı hedeflediğini savunuyor. Belgenin tamamı burada: Shahak-Association_of_Arab-American_University_Graduates,_Inc_-_The_Zionist_Plan_for_the_Middle_East-Association_of_Arab-American_University_Graduates,_Inc_(1982)