Main Content RSS FeedYazılar

Çin”den Intel’e Sert Darbe! »

 

Küresel Yarı İletken Savaşında Yeni Cepheler

2025 yılı, Intel için zorlu bir dönem oldu. Çin’in Amerikan çiplerini kamu alımlarından dışlaması ve nadir toprak elementlerinin ihracatına sınırlama getirmesi, şirketin gelirlerinde ve küresel konumunda ciddi sarsıntılara yol açtı. Ancak bu süreçte, rakipleri TSMC, AMD, Samsung ve Huawei, kendi stratejik hamleleriyle öne çıkmayı başardılar.

Intel’in Çin Pazarındaki Kayıpları

Intel, 2024 yılında gelirinin yaklaşık %33,4’ünü Çin pazarından elde ediyordu. Ancak Çin hükümetinin Nisan 2025’te aldığı kararla, devlet kurumları ve kamu şirketleri artık Intel, AMD ve Micron gibi Amerikan üreticilerinden çip alımı yapamayacak. Bu kararın ardından, Intel hisseleri sadece iki gün içinde %18,3 düştü. Bu sadece gelir kaybı değil, aynı zamanda Amerikan yarı iletkenlerinin Çin pazarından sistematik olarak silinmeye başladığını gösteren bir işaretti.

TSMC: Teknolojik Liderlik ve Genişleme

Tayvan merkezli TSMC, 2025 Nisan ayında dünyanın en gelişmiş mikroçipi olan 2 nanometre (2nm) çipi tanıttı. Bu çipin seri üretiminin yılın ikinci yarısında başlaması bekleniyor ve TSMC, bu gelişmenin performans ve verimlilik açısından büyük bir adım olacağını belirtiyor. Ayrıca, TSMC’nin Arizona’daki gelişmiş çip üretim tesisi, 2025 yılında seri üretime başlayacak. Bu tesis, ABD’nin yarı iletken endüstrisindeki tedarik zincirini istikrara kavuşturma çabalarının Yazının devamı

Niçin Uyuruz? / Matthew Walker »

Matthew Walker’ın Why We Sleep (Neden Uyuruz) Kitabının Özeti

Son zamanlarda trende ve şehirde birçok kişinin elinde “Neden Uyuruz” adlı kitabı gördüm. Başta insanların kitap okuması hoşuma gitmişti ama “Uyku hakkında okumaya ne gerek var?” diye düşündüm. Uyku sıkıcı bir konu gibi geliyordu. Ama kitabı okuyanların sayısı artınca, kapağına göre yargılamamaya karar verdim ve sesli kitabını dinlemeye başladım.

İlk dikkatimi çeken şey, kitabın 5700’den fazla kişi tarafından değerlendirilmesine rağmen hâlâ 5 yıldız notuna sahip olmasıydı. Son üç yılda birçok kitap okudum ama böylesine yüksek puanı olan başka bir kitap görmemiştim. Kitabı hemen edindim ve dinlemeye başladım. Kısa sürede büyük bir hata yaptığımı fark ettim: bu kitabı yargılamamalıydım. Çünkü kitabın çok öğretici ve faydalı olduğunu anladım.

Uyku, Sandığımızdan Çok Daha Önemli

Kitabı okumadan önce, uyku bana doğal ama verimsiz bir aktivite gibi gelirdi. Oysa gerçek şu: Uyku, gün içinde yapabileceğiniz en üretken şey olabilir.

Uykunun hem bedenimiz hem de zihnimiz üzerindeki etkileri inanılmaz. Örneğin, düzenli olarak Yazının devamı

Kaput: Alman Mucizesinin Sonu / Wolfgang Münchau »

Almanya uzun yıllar boyunca stratejik olarak güvenliği, ticareti ve kaynak tedarikini farklı küresel güçlere dayandırarak “her şey dahil” bir ekonomik model izledi. ABD ile güvenlik için ittifak kurdu, Avrupa Birliği sayesinde iç pazarda avantaj elde etti, Rusya’dan ucuz enerji temin etti, Çin’i ise hem pazar hem de üretim ortağı olarak kullandı. Bu model, dışa bağımlı ama kontrollü bir ihracat gücüne dönüştü. Ancak bu sistem artık işlemiyor.
Oysa aynı dönemde Güney Kore, kendi teknolojik bağımsızlığını geliştirerek Samsung ve Hyundai gibi küresel devleri yarattı. Bunu devlet destekli Ar-Ge politikaları ve güçlü eğitim sistemiyle başardı.

Neo-Merkantalizmin Krizi

Almanya’nın dış ticarete dayalı, endüstriye hizmet eden devlet modeli, uzun süre Volkswagen, Siemens ve Bayer gibi markalarla başarı kazandı. Fakat zamanla bu sistem yozlaştı. Devlet, büyük sanayi şirketleriyle çıkar birliği kurdu, yeni teknolojilere kapalı hale geldi.
Aynı süreçte İsveç, küçük olmasına rağmen Spotify, Klarna ve Northvolt gibi şirketlerle dijital çağda kendine yer buldu. Bunun arkasında şeffaflık, dijitalleşme yatırımları ve yenilikçiliğe açık bir girişim kültürü vardı.

Enerji Bağımlılığı ve Nükleer Yanılgı

Rus gazına bel bağlayan Almanya, Ukrayna savaşıyla enerji krizi yaşadı. Nükleer santralleri kapatarak bu krizi daha da derinleştirdi. Bugün sanayinin enerji maliyetleri Yazının devamı

Bretton Woods’tan Dedolarizasyona: Değişen Para Hegemonyası »

1. Küresel Sistemin Doğuşu (1944 – 1971)

Temmuz 1944’te, Müttefik Devletler Nazi Almanyası’na karşı zafer kazanacaklarını öngörmeye başlamışken, başlıca ekonomik güçler ABD’nin New Hampshire eyaletindeki Bretton Woods’ta toplandılar. Amaçları; uluslararası ticareti istikrara kavuşturmak, rekabetçi devalüasyonları engellemek ve savaşta yıkıma uğramış ekonomileri yeniden ayağa kaldırmaktı. Bu konferansta Amerikan doları, sabit kurla 1 ons altın = 35 dolar olacak şekilde altına çevrilebilir tek para birimi olarak kabul edildi. Diğer tüm para birimleri dolara endekslendi.

Bu seçim rastlantısal değildi: O dönemde ABD, dünya altın rezervlerinin %70’inden fazlasına sahipti ve savaştan neredeyse hiç zarar görmemiş tek büyük ekonomiydi. Endüstriyel kapasitesi devasa boyuttaydı ve Marshall Planı gibi yeniden inşa programları doğrudan dolar üzerinden finanse ediliyordu. Böylece dolar, dünya ticaretinin, yatırımların ve merkez bankası rezervlerinin temel aracı haline geldi. Amerika Birleşik Devletleri ekonomik güç yoluyla küresel hâkimiyet kurdu.

2. 1971: Altına Dönüştürülebilirliğin Sonu

1960’lı yıllarda, uluslararası ticaretin büyümesi, Vietnam Savaşı gibi askeri harcamalar ve kapsamlı sosyal programlar (Great Society) ABD’yi altın rezervlerinden daha fazla dolar basmaya itti. Fransa ve Batı Almanya gibi ülkeler, ellerindeki dolarları altına çevirmeye başladılar.

15 Ağustos 1971’de Başkan Richard Nixon, bu dönüştürülebilirliği tek taraflı olarak askıya aldı: Bretton Woods sistemi fiilen sona erdi. Dolar artık maddi hiçbir varlığa dayanmayan, yalnızca “güven”e dayalı itibari bir para birimine dönüştü. Bu, dünya para düzeninde tarihsel bir kırılma anıydı: uluslararası sistem artık altın standardına değil, ABD’nin ekonomik ve askeri gücüne olan güvene dayanmaya başladı.

Yazının devamı

Çin’in deniz stratejisi »

Çin’in deniz stratejisi, 2049 yılına kadar küresel bir deniz gücü olma hedefi doğrultusunda şu beş temel sütun üzerine inşa edilmiştir:

1. Okyanus Aşırı Yüzey Filosu İnşası (Uçak Gemileri ve Taarruz Grupları)

  • Uçak gemileri inşa edilmekte ve hedef, 5 adet uçak gemisi taarruz grubu oluşturmaktır.
  • Hem niceliksel (gemi sayısı) hem niteliksel (elektromanyetik mancınık sistemleri, silah entegrasyonu) olarak güçlenme.
  • Nükleer denizaltılarla, mayın savaşıyla ve hava savunmasıyla tam entegreli bir filonun oluşumu henüz tamamlanmamıştır.

2. Denizaltı Gücünün Geliştirilmesi (Stratejik ve Caydırıcı Boyut)

  • Üç aşamalı bir strateji:
    • Birinci ada zinciri (Güney Çin Denizi) hâkimiyeti,
    • İkinci ada zinciri (Guam’a kadar yayılma),
    • 2049 vizyonu ile küresel deniz varlığı.
  • Üç denizaltı türü geliştiriliyor:
    • SSBN (nükleer füze denizaltısı),
    • SSN (nükleer saldırı denizaltısı),
    • Dizel-elektrikli denizaltılar.
  • Amaç: denizde nükleer caydırıcılığın sağlanması — Mao döneminden beri süregelen stratejik bir takıntı.

3. Hibrit Savaş ve “Gri Bölge” Stratejisi

  • Dört tip aktör sahaya sürülüyor:
    1. Klasik askeri donanma (PLAN),
    2. Askerileştirilmiş Sahil Güvenlik birimleri,
    3. Balıkçı milisleri (gerilla tarzı deniz taktikleri),
    4. Ticari gemiler (lojistik ve personel desteği).
  • Örnek: Güney Çin Denizi’nde yapay adalar inşa edilerek uluslararası deniz hukuku ihlal ediliyor.

4. Bölgesel Yıpratma ve Kuşatma Stratejisi

  • Tayvan’a yönelik sürekli baskı: hava sahası ihlalleri, denizden kuşatma.
  • Amaç: savaşmadan zafere ulaşmak — düşmanı yıldırmak, iradesini kırmak.
  • Güney Çin Denizi, bir deney laboratuvarı olarak kullanılıyor; gerçek koşullarda askeri yetenekler test ediliyor.
  • ABD varlığını itibarsızlaştırmak ve uzaklaştırmak temel hedef.

5. Sanayileşme ve Teknolojik Çinleştirme

  • Amaç: teknolojik bağımsızlık — motor, radar, silah sistemlerinde kendi kendine yetebilmek.
  • Rusya’dan teknoloji transferleriyle başlandı, fakat Çin artık sistemleri “Çinlileştirme” yolunda ilerliyor.
  • Yine de güvenlik, bakım, insan kaynağı gibi konularda ciddi altyapı zorlukları sürüyor.
  • Çin’in tersane kapasitesi, ABD dahil diğer ülkeleri geride bırakacak seviyede.

Bu beş sütun, uzun vadeli bir stratejinin temel taşları. Ancak Çin’in bu stratejisi:

  • Ekonomik ve demografik kırılganlıklar,
  • Operasyonel yetersizlikler,
  • ve bölgesel jeopolitik gerginlikler nedeniyle riskler barındırmakta.

 

Trump: Tutarsızlık mı, Gizli Strateji mi? »

Donald Trump, başkanlığa geldiğinden beri ekonomi politikalarında ilk bakışta çelişkili görünen kararlar aldı. Amerikan sanayicilerini korumak için gümrük vergilerini artırdı, yerel kaynakları (petrol, çelik, alüminyum) destekledi ve ülkeyi yeniden sanayileştirmeyi hedefledi. Aynı zamanda, iş dünyasına dostane bir lider olarak görünmeye çalıştı. Ancak, bu politikalar fiyatları artırarak Amerikalı tüketicilere ve ithalata bağımlı sanayilere zarar verebilir. Peki, bu kararlar gerçekten birbiriyle çelişiyor mu, yoksa bizim göremediğimiz daha karmaşık bir strateji mi var?

1. Trump’ın Ekonomik Politikalarının Görünürdeki Tutarsızlığı

Trump’ın ekonomi politikalarında birkaç önemli çelişki göze çarpıyor:

  • Sanayi Koruma Önlemleri vs. Enflasyon: Çelik, alüminyum ve otomobillere gümrük vergisi koyarak Amerikan üreticilerini koruyor, ancak bu ham maddeyi kullanan diğer sektörlerin (otomotiv, havacılık, inşaat) maliyetlerini artırıyor.
  • Vergi İndirimleri vs. Kamu Harcamaları: Trump, büyümeyi teşvik etmek için büyük vergi indirimleri yaptı, ancak askeri harcamalar ve sanayi teşvikleri nedeniyle bütçe açığı arttı.
  • Düşük Dolar vs. Doların Küresel Hâkimiyeti: İhracatı artırmak için doların değerini düşürmek istiyor, ancak ABD dolarının dünya ticaretindeki lider konumunu da korumak zorunda.
  • Yerel Enerji Üretimi vs. Yenilenebilir Enerji: Petrol, gaz ve kömür sektörlerini desteklerken yenilenebilir enerjiye de bazı teşvikler veriyor, ancak bu karmaşık bir mesaj oluşturuyor.

2. Trump’ın Üzerindeki Çeşitli Sanayi Gruplarının Baskısı

Trump, farklı sektörlerden gelen baskılar nedeniyle zaman zaman çelişkili politikalar uyguluyor: Yazının devamı

ABD F35’leri uzaktan düşürülebilir mi? »

Türkiye’deki savunma sanayi uzmanları F35 savaş uçağını öyle büyük bir aşkla savunuyorlar ve zaafları öyle bir gayretle gizliyorlar ki… insan “bu işte bir bit yeniği mi var?” diye sorguluyor.
F35 uçaklarının uzaktan bir sinyal ile Amerika tarafından düşürülebileceği iddiaları ortaya atıldı ve sosyal medyada bayağı tartışılıyor. Türkiye’de savunma uzmanı diye bildiğimiz isimler Bu iddialarla dalga geçtiler ve “Komplo Teorisi” deyip üstünü çizdiler ama bu acelecilik uzmanlıklarına yakışmadı.

Gelin meseleye farklı bir açıdan bakalım: Türkiye’nin Malezya’ya sattığı Atmaca füzeleri, düşman ülkelerin veya bir terör örgütünün eline geçerse Türk savaş gemilerine karşı kullanılabilir mi?

Savunma sanayii ile biraz ilgilenen herkesin tahmin edebileceği gibi, bu mümkün değil. Çünkü bu tür gelişmiş silahları satan ülkeler, yazılım ve donanım aracılığıyla çeşitli kısıtlamalar koyar. Bunun en basit örneğini Ukrayna’da gördük: Amerika, Kiev’e verdiği HIMARS füzelerinin menzilini ve hedefleme yeteneklerini uzaktan programlama yoluyla kısıtladı.

Silah üreten ülkelerin programlama yoluyla kontrolü elinde tutmasına “Arka Kapı” (back door) denir. Yeni bir durum veya komplo teorisi değil. Fransa Arjantin’e verdiği Exocet füzelerinin arka kapısını İngilizlere açmıştı meselâ. (Burada anlattık.) Yine Fransa Tayvan’a sattığı savaş gemilerinin arka kapısını da Pekin’e açtı.

Peki F35 özelinde durum ne?

  • Pilotlarımızın kimlikleri, parmak izleri biyometrik verileri, uçaklarımızın görevleri yakıt ve mühimmat durumları ve daha birçok gizli bilginin dostumuz(!) Amerika’nın bilgisayarlarında depolanacak. İsrail’in bu verileri okumasına ABD izin verebilir.
  • Ruslar yeni bir radar geliştirdikleri zaman biz elektronik harp kütüphanemizi güncellemek isteyeceğiz ama Amerika’ya izin vermeden bunu yapamayacağız.

F-35: ABD’nin Müttefikleri İçin Sınırlı Egemenlik

Günümüzde stratejik açıdan önemli sorulardan biri, ABD’nin müttefiklerine sattığı F-35 savaş uçaklarını uzaktan devre dışı bırakıp bırakamayacağıdır. Uluslararası ilişkilerin giderek daha fazla güç dengesi üzerine inşa edilmesi, özellikle bazı Amerikan yönetimlerinin tutumları nedeniyle bu soruyu daha da önemli Yazının devamı

Yüksek Gümrük Duvarları Ekonomiyi Boğar! »

Koruyucu Ekonomi Politikası: 19. Yüzyılda Stratejik Bir Avantaj, 21. Yüzyılda Ekonomik Bir Risk mi?

19. yüzyılın başlarında üretilen bir buharlı lokomotif 5.000 ila 8.000 arasında parçadan oluşuyordu ve birçok ülke bu parçaların tamamını kendi sınırları içinde üretebiliyordu. Oysa bugün, bir çamaşır makinesi, bir lokomotife kıyasla çok daha basit bir ürün olmasına rağmen 1.500 ila 3.000 arasında parçaya sahip ve en gelişmiş ülkeler bile birçok bileşeni dışarıdan ithal etmek zorunda. Bu durum, ekonomik bağımlılığın son iki yüzyılda olağanüstü derecede arttığını gösteriyor ve bu da koruyucu politikaların uygulanmasını daha karmaşık hale getiriyor.

Koruyucu ekonomi politikası (protectionism), ithalatı sınırlayıp yerel üretimi teşvik etmeyi amaçlayan bir yaklaşım ve 19. yüzyılda sanayileşen ülkeler için kritik bir kalkınma aracı olmuştu. O dönemde, yabancı rekabetin yerli sanayiyi ezmesini önlemek için mantıklı ve stratejik bir yöntem olarak görülüyordu. Ancak günümüzde, küreselleşmiş bir ekonomide, koruyucu ekonomi politikaları çok daha riskli hale geldi. Çünkü dünya endüstrileri birbirine çok bağımlı ve bir sektörü korumak, başka bir sektörü zayıflatabiliyor.

1. 19. Yüzyılda Koruyucu Ekonomi Politikası: Gelişmekte Olan Ülkeler İçin Bir Zorunluluk

1800-1850 yılları arasında birçok ülke, sanayileşme sürecini desteklemek için koruyucu ekonomi politikalarını uyguladı. Günümüzden farklı olarak, ekonomiler büyük ölçüde kendi kendine yetiyordu ve ülkeler ithalatı sınırlandırarak neredeyse tüm üretimlerini kendi topraklarında yapabiliyorlardı. Yazının devamı

Avrupa neden kendini savunamıyor? »

Ukrayna’nın 2022’deki 2ci işgalinden öncesinde Avrupa ülkelerinin toplam savunma bütçeleri 240 milyar $, Rusya’nın ise 60 milyar $ olduğu biliyor muydunuz? Bu bütçe farkına rağmen Avrupa’nın Rusya’ya karşı askeri caydırıcılığının düşük olması garip değil mi? ABD’nin Avrupa’daki askeri gücü olmadan Avrupa orduları etkisiz.

(Not: Rus ordusunun da başta lojistik olmak üzere yetersiz hazırlık, yolsuzluk, eğitimsizlik gibi birçok zaafları var. Lojistik için bu zinciri okuyabilirsiniz.)

Avrupa’nın Rusya karşısındaki ezikliğine gelince… sebepleri oldukça çok ve ilk bakışta fark edilmeyen kritik faktörler var:

1. Parçalanmış ve Koordinasyonsuz Savunma

  • Avrupa’nın toplam askeri harcamaları yüksek olsa da, bu harcamalar 27 farklı ülkeye dağılmış durumda. Tek bir birleşik ordu veya stratejik komuta yapısı yok.
  • Örneğin, Almanya, Fransa ve İngiltere gibi büyük ülkeler dahi farklı savunma doktrinlerine ve silah sistemlerine sahip.
  • Rusya ise merkezi, koordineli ve doğrudan savaş hazırlığına odaklı bir yapı içinde.

2. Savunma Yatırımlarının Dağılımı

  • Avrupa’nın askeri bütçesinin büyük bir kısmı personel maaşları, sosyal haklar ve lojistik harcamalara gidiyor.
  • Buna karşılık, Rusya doğrudan operasyonel kabiliyeti ve ağır silah üretimini finanse ediyordu.
  • Örneğin, Avrupa ülkeleri modern tank ve uçak alımlarını yavaşlatırken, Rusya sürekli yeni sistemler geliştiriyordu.

3. Düşük Savunma Harcamaları Politikası

  • Avrupa’da NATO şemsiyesi altında güvenlik garantisi olduğundan, birçok ülke savunma harcamalarını yıllarca minimumda tuttu.
  • Almanya gibi ülkeler silah sistemlerine yatırım yapmadı ve ordularını küçülttü.
  • Rusya ise 2008 Gürcistan Savaşı’ndan sonra büyük bir modernizasyon sürecine girdi ve özellikle nükleer kuvvetlerini ve hava savunma sistemlerini güçlendirdi.

4. Askeri Lojistik ve Operasyonel Hazırlık Eksikliği

  • Avrupa ülkelerinin çoğunda aktif savaş deneyimi ve tatbikat eksikliği vardı.
  • Rusya ise Suriye, Kırım ve Donbas gibi bölgelerde yıllarca operasyonel tecrübe kazandı.
  • Avrupa’da büyük birlikler hazır durumda değilken, Rusya anında harekete geçebilecek birlikler oluşturdu.

Yazının devamı

İngiliz ordusu neden batıyor? »

Görsellerle birlikte, zincir halinde okumak için…

  • İngiliz ordusu, son 10 yılda küçülen insan gücü ve stratejik değişimlerle genel bir güç kaybı yaşadı. Bu, Birleşik Krallık’ın değişen dünyadaki ekonomik, siyasi ve stratejik tercihlerini yansıtıyor.
  • Düzenli asker sayısı 2010’larda 100.000’den fazlayken, 2020’ye gelindiğinde 76.000’e düştü. Bu, 19. yüzyıldan bu yana en düşük seviye. Bütçe kesintileri bu düşüşte ana rolü oynadı.
  • İşe alımda büyük sorunlar var. Yüksek maliyetli reklam kampanyaları yetersiz kaldı. Teknik alanlarda özel sektörle rekabet eden ordu, nitelikli gençleri çekmekte zorlanıyor.
  • Yazının devamı