“Demokrasi” Demişken…
By Talha Can on Mar 9, 2007 in Makale
Talha Can
pakvizyon.com
Kriminal vakalar olarak adlandırılıp gündemin ve gündelik hislerin çerçevelerini belirleyen ve özellikle nabzı son günlerde iyiden iyiye artan olaylara yapılan entelektüel yorumlardan ve yaklaşımlardan çıkaracağımız son nokta zannımca “demokrasi”nin gözüktüğü ufuk olacaktır. “Demokrasi”yi abartıp ilahi vahiylerle temellenmiş bir sistem olduğunu savunacak değilim. Ancak şunu itiraf etmek gerek; alternatifleri göz önüne alındığında demokrasi insan aklının ürettiği, insani vasıfların en ön planda olduğu sistem ve aynı zamanda düşünce yapısıdır. Demokrasi toplumların “çoğulculuk” ve “insan hakları” unsurları üzerine kurulup meşrulaşan bir sistem olmakla birlikte bireylerin kafalarında “insan”a olan saygıyı temel alan bir vizyonun adıdır.
Günümüz insanlığının belki de en çok kanayan yarası, “insan”ı anlayamamak, dar kalıplarla tanımaktır. “İnsan hayatı o kadar karmaşık, öylesine renkli ve o derece çeşitlidir ki, tek boyutlu bir yaklaşımla hiçbir şekilde kavranamaz ve açıklanamaz. Çok boyutlu düşünmek gerekir. Hayat (insan) her hangi bir ideolojinin kalıplarına sığdırılmayacak kadar geniş, çeşitli ve öngörülmezdir.”(*) Tarih boyunca yaşanan bütün cinayetler, katliamlar, sömürüler “insan” hayatı üzerindeki dar bakış ve cehaletin ürünüdür.
Kanayan yaralarımıza ve ulaşamayan ellere baktığımızda iki elin parmağınca insanın “demokrasi” adı altında yazıp çizmesi, düşünüp değerlendirmesi aslında “insan”a olan bakışımızı yenilememiz gerektiği üzerine bir ünlem niteliğini alıyor. Çıkar ilişkilerinin insani vasıfları ezdiği otoriter ve totaliter mekanizma ve düşünce yapılarının egemenliğini hiçe sayıp “demokrasi”nin “hürriyet”, “adalet” ve “barış” kavramlarını “derin”den ele alan “düşünce”nin zaferi için düşmanın icat edilmemiş olması zannımca demokrasinin tam anlamıyla temellendirildiğinin bir simgesi olacaktır.
“Demokrasi” demişken… Yola çıkıldığına göre demokrasinin her yönüyle ne demek olduğuyla da yükümlüyüz herhalde. Demokrasinin mekanizma olarak ne olduğunu kısaca deyinip zihinlerde oluşan demokrasi üzerinde biraz yoğunlaşalım.
“Demokrasi sanıldığı üzere halk iradesinin yansıması esasına dayanmaz. Hayatın her alanını kucaklayıp kuşatamaz. Demokrasinin alternatiflerinden üstünlüğü, güç birikimini sınırlaması ve gücü parçalayıp dağıtmasıdır. Demokrasi, barışçıl birlikte varoluşu ve kötü yönetimlerden barışçıl bir yolla kurtuluşu mümkün kıldığı için kıymetli ve mühimdir.”(*) Muhalefetin varlığı yalnızca demokrasiyle sağlanır.
İnsanların demokrasiyi yaşamaları ise zihinleri ve davranışlarının demokrasiyi nasıl tanımlayıp uyguladıkları tasarrufudur. Demokrasinin ne olduğu sözden çok şahısların bakış açılarıdır. Demokrasinin teminatı, durdukları konumlar itibariyle sürekli “demokrasi”yi dillerinden düşürmeyip koruma vazifesini üzerine alan insanlar değil demokrasiyi yaşatan zihinlerin sahipleridir. Teminat “saygı”dır, “hürriyet”tir, “adalet”tir. Demokrasiyi benimseyen insan, benliğini ortaya koymaktadır. “İnsan”a olan bakışı, tanımlaması noksansızdır. Muhalif sesler kulak tıkamak bir yana, fikirlerin buluşmasından doğacak kıvılcımın peşindedir. Otorite ve totaliter tutumlardan uzaktır.
Demokratik duruşu ön plana çıkaran “derin düşünce”nin yolu tabiî ki kolay ve rahat değildir. Öncelikle unutmaması gereken şey, demokratik mücadelenin verileceği ilk yer şahısların kendileri ile olan demokrasi sınavlarıdır. Dayanağı demokrasi olmayan fikirleri demokrasi için yapacakları, demokratik duruşları faydadan çok zarar getirir.
Demokrasi demişken, verilecek demokrasi sınavına değinmekte fayda var. “Militan demokrasi” kavramını ele alalım. Çıkış noktası demokrasinin tahammülüyle ilgilidir. Demokrasi acaba demokratik olmayanlara da aynı hoş görüyü göstermeli midir? Eğer demokrasiyi benimsememişlere de demokrasiyi içselleştirenlere karşı gösterilen muamelenin aynısı gösterilmiyorsa bu militan demokrasidir. Yani demokrasiyi ele alırken, özellikle demokrasinin demokratik olmayanlara karşı korunması gerektiğine inanan düşüncedir. Mekanizma olarak militan demokrasi hukuksal alanda hakların istismarı ile sonuçlanır. Bireylerin bunu gütmesi ise demokrasinin vazgeçilmezi olan insani vasıfların istismarı ve muhalif fikirlere saygısızlıkla noktalanır. Tabi militan demokrasinin başlıca vasıtası üsluptur.
Demokrasiyi ne kadar anladığımız “militan demokrasi”ye ne kadar uzak olduğumuzla ilgilidir. Takınacağımız üslup bunun bir göstergesi olacaktır. Muhalif seslere gösterilecek saygı ve değer kendimizin demokratik duruşunu sergileyecektir. Gerek yaşanan olaylara gerekse ele alınan fikirlere hafakan dolu sert yaklaşımlar, demokrasiden uzak totaliter ve otoriter unsurların ürünü olacaktır. Demokraside zafer için düşman icat etme yerine muhalif seslere verilecek değer yeterlidir.
Demokrasiyi derinden ele almak için çıkılan yolda vereceğimiz en büyük sınav kendimizle. Demokrasiyi nasıl tanımlayıp benimsememiz, gerçek bakışımızı ve davranışımızı şekillendirecektir. Demokrasi demişken… Yalnızca bir değerlendirme yapmak ve henüz işin başında iken sağlam bir özeleştiriye gitmek gerektiğimizi düşündüm.
(*) Atilla Yayla, Demokrasiyi Koruma Kılavuzu, 2001
Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz.
Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var. Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.
Kendi ülkesini işgal eden ordu
Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
6 Yorum
Yazan:ahmet tunahan Tarih: Mar 9, 2007 | Reply
Beşeri hiç bir sistemin insanlığın yaralarına kesin merhem olacak diye birşey söylemek mümkün değil.Evet demokrasi teorisi itibari ile kulağa hoş gelen söylemlere sahip.Fakat bu ne yazık ki gerçek anlamı ile hiç bir yerde uygulama alanı bulamamıştır.Halkın yüzde 80 ‘nin verdiği kararın demokratik olamaya bileceğini söyleyen bir mantığın demokrasiden ne anladığını ve fırsat verildiğinde nasıl bir uygulama yapacağını kestirmek mümkün değil.
Yazan:m Tarih: Mar 9, 2007 | Reply
Sevgili Talha Bey,
Her akilli grup gibi Derin Düsünce grubu da kisa tarihinden gereken dersleri çikaracaktir ALLAH’in izniyle 🙂
Yazinizda hakli olarak savundugunuz Özelestiri ve farkli düsünceye saygi ilkeleri zaten kendisini “akilli” kabul eden kisi ve gruplarin ortak özelligi. Bunlarin oldugu bir ülkede demokrasi olmasa bile adalet ve refah olur.
Demokrasi konusuna gelince. Bu konuda kemalistlerin düstügü tuzaga düsmemekte fayda var. Çünkü “gözlerimi kaparim, Atatürk’ün dediklerini yaparim” tarzindan bir anlayis demokrasiye uygulanirsa sonuç gene hüsran olabilir. Yani sirf “demokrasinin ilkesidir” veya “anayasamiz böyle buyurmus” diye geçmisten veya baska kültürlerden ödünç alinmis bir takim normlari insanlara dayatmak eninde sonunda alternatif bir dine hatta bir zorbaliga dönüsebiliyor. Zira “ben bu isi bilirim, sizden daha kidemliyim” gibi söylemlerle bir ruhban sinifi olusacaktir bu kaçinilmaz. Bu ruhban sinifi da bir anda “demokrasinin koruyucusu, rejimin yilmaz bekçisi” ilân edebilir kendisini.
Sözünü ettigim tarzda bir “yobazlasmayi” hem küçük dernek ve platformlarda hem de siyasî partilerde görmek olasi. Aklima gelen yakin örnekler var : Parti baskanligi için Ecevit’e rakip çikan bir hanimin parti kongresinde yumruklanmasi, Atatürkçü Düsünce Dernegi’nde Necdet Sezer’i elestirenlerin yaka paça kürsüden indirilmeleri…
Bu bakimdan daha çok ”gözlerimi açarim, gerekeni yaparim” tarzinda bir demokrasi yanlisiyim. Ileride tarihçiler buna istedikleri –izm’i taksinlar. Gönlüm Islâm dini ve Türk geleneklerinin içinden çikacak bir demokrasiden yana. Buraya yeniden yazmaya gerek görmedigim ayet ve hadislerin isaret ettigi temel ilkelerin sizin son paragrafta isaret ettiginiz noktalarla örtüsmesi ise sevindirici :
1) Özelestiri,
2) Sözel de olsa siddeti reddetmek,
3) Aklin ve bilimin siddete, hakarete, savasa üstünlügü,
4) Sadece farkli degil zit düsünceye dahi saygi,
5) Içerik kadar üsluba da özen göstermek.
Bazen neyin “yanlis” oldugunu söylemek “dogrunun” anlasilmasini kolaylastiriyor sanirim. Bu umutla fasizmden korunmanin bizi demokrasiye yaklastiracagini düsünüyorum. Onun için HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. MUSTAFA ERDOĞAN’in geçen yaz ZAMAN’da yayinlanan “Büyüyen sinsi tehlike!” adli makalesinden alintilarla bitiriyorum yorumumu.
Dostlukla
m
Yazinin tamami için : http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=311811
Yazan:levent Tarih: Mar 9, 2007 | Reply
Talha bey, elinize sağlık. Demokrasinin, mutlak ve tartışılmaz bir doğrunun tahakkümü olmadığını idrak edebilmeliyiz. Farklı doğruların
yada yanlışların -bu yanlışlar cezai sorumluluk taşımamak kaydıyla-
bir arada barınabileceği bir plarform, asgari bir zemin olarak algılanabilir
ise, demokrasinin; İdeal bir “doğrunun” dayatmacı cenderesinden
çok daha ehven olduğu görülür. Sosyalizmin, bireyden çok toplumu
düşünen, diğergam bir iyi olduğu halde, zorlayıcı ve dayatmacı bir
karekterle nelere yol açabildiğini hep birlikte yaşadık.
Demokrasi ve çoğulcu yaklaşımlar, tekilci ve dayatmacı sistemlere
göre İnsanın imtihan sürecine de daha uygundur kanaatimce. İdeal olan, ancak Rabb’imizin rızasını kazanabilmektir. Gerçek başarı budur ve
bunun karşılığı Rabb’in katındadır. Allah bizleri zalimlerin zulmüyle imtihan etmesin.
Saygılar Levent.
Yazan:Talha Can Tarih: Mar 10, 2007 | Reply
Yorumlarınız için teşekkürler arkadaşlar,
Yazıda anlatılanları İkbal Bey’in “Keyfi Demokrasi” adlı yazısıyla birleştirerek analiz etmek çok doğru olur diye düşünüyorum. Nitekim Ahmet Bey söylediklerinde kısmen haklıdır da. Fakat bahsettiği “keyfi demokrasi” ideal ve gerçek tanımında olan sistem ya da düşünce değildir. Demokratik düşüncenin hiç bir yerde uygulama alanı bulamadığını söylemek çok da doğru olmaz. Nitekim, ünlü siyasetçilerin Devlet-i Aliye’de uzlaşmacı siyasetin uygulanabildiği, demokratik tabanlı uyulamalara dahi gidildiği yönünde açıklamaları vardır. Sayın Tunahan’ın söylemek istediğini çok iyi anlıyorum hatta bahsettiği durum hakkında kendi sitemde yazılar da yazmıştım. İkbal Bey’in yazısı da bu konuya işaret ediyordu.
Mehmet Bey, “gözlerimi açarim, gerekeni yaparim” hareketinize gönülden destek veriyorum. Bahsettiğiniz tabanlı demokrasi ile saydığımız hususlar, insana, bilgiye, barışa ve özgürlüğe verilen değerler bakımından birebir uyuşmakta ve desteklemektedir.
Levent Bey, çok güzel bir açıklamada bulunmuşsunuz. Şu an Türkiye’de demokrasinin en çok kimin gönlüne su serpeceğinin sinyalini de vermişsiniz. Bahsettiğiniz platform, demokrasinin ve anayasal devletin vazgeçilmez özelliklerinden biri olan siyasal tarafsızlıkla sağlanmalı. İdeal bir “iyi” değil herkesin (konusu suç unsuru olmayacak) “iyi”sinin birlikte yaşayabileceği bir zemin, buna gerçekten ihtiyacımız var.
Yazan:fatih demir Tarih: Mar 11, 2007 | Reply
Talha bey,
Bu guzel yazi icin tesekkurler…
Demokrasi sonucta dediginiz gibi gokten zembille inmedigi icin ve turlu turlu haller icine girip kabuk degistirebildigi icin iyi yada kotu yonlere ilerleyebilmektedir…
Adalet ise o sistem fasist bir sistem olsa dahi hak hukuka riayet etmektir. Kisiden kisiye dagismemesidir.
Bence demokrasiden once adalet en lazim olan seydir ulkemize… Sonucta en demokrat yasalari da getirseniz “gerekirse hak ve ozgurluklere kisit getirilebilir” diyen birilerini seyredersiniz….
Yazan:haydar Tarih: Kas 1, 2007 | Reply
“Bu, demokrasiye inanan gayri müslimlere değil,demokrasiye bağlanan müslümanlara bir uyarıdır.”Zira demokrasi islam ile çelişmekte ve müslümanların O’na bağlanması, iman ettikleri Rablerince yasaklanmaktadır.
“Ey iman edenler ! Allah’a itaat edin. Resule ve sizden olan emir (yönetim) sahiplerine de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah’a ve Resul’e götürün. Allah’a ve Ahiret’e iman ediyorsanız, bu hem hayırlı hem de netice bakımından daha iyidir. Sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Zira tağutla (Allah’ın şeriatı dışındaki hükümlerle) muhakeme olmak istiyorlar. Halbuki onu inkâr etmeleriyle emr olunmuşlardı. şeytan ise onları büsbütün saptırmak istiyor. Onlara; Allah’ın indirdiğine ve Resul’e (yani İslâm şeriatı’na) gelin, denildiği zaman münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün. (Nisa : 59,60,61)
Bu ve bunun gibi onlarca ayet müslümanlara ancak Allah’ın hükümlerine tabi olmayı emretmektedir.Bazı kardeşlerimizin anladığı gibi demokrasi salt seçimden ibaret değil,kapitalist ideolojinin benimsediği bir yönetim biçimidir.Kapitalist ideolojinin üzerine kurulduğu fikir ise dini hayattan ve devletten ayırma akidesine(laiklik) dayanır.
Bu nedenle demokrasiyi almak veya uygulamak veya ona çağırmak, müslümanlara kesinlikle haramdır.