Değişen Dünyada Feminizm
By T.Suat Demren on Haz 25, 2007 in feminizm, Kadın, Toplum
T.Suat Demren
Düşünceler.org
Feminizm ve cinsel devrim kuşkusuz son 40 yılın en çok konuşulan konularından. Konunun Batı dünyası ile Türkiye’de tartışılma ekseni her ne kadar farklı da olsa ortak kökenden kaynaklanan bir mesele olduğu aşikar.
Ben bu yazıda bir Batılı müslüman entelektüelin Feminist akımdaki değişimleri irdeleyen makalesini özetlemek ve değerlendirmek istiyorum.
Bahsettiğim entelektüel (A.Hakim Murad) Tim J. Winter. Winter 1960 doğumlu bir İngiliz. Çeyrek asır önce Kahire’de Arapça ve İslamî ilimler tahsili sırasında ihtida etmiş. (Müslüman olmuş.) Cambridge Üniversitesinde öğretim görevlisi olan Winter bir İslam uzmanı.
Winter daha önce de İslam, kadın ve feminizm üzerine “İslam, Irıgaray ve Cinsiyetin yeniden tanzimi” başlıklı uzun bir makale yayımlamıştı. [Bunun yanında başka makalelerinin de bulunduğu bir kitabı “Postmodern Dünyada Kıbleyi Bulmak” adıyla Türkçeye çevrildi.]
Çevirisine Karakalem’in Kasım-Aralık 2006 sayısında rastladığım “İki Feminizm Arasında” başlıklı bu makaleyi üç bölüme ayırabiliriz.
Birinci bölümde Winter “en insaflı ve rikkatli feminist yazarlardan” diye tanımladığı Germanie Greer’in 1999′da çıkan “The Whole Woman” adlı kitabını ele alarak batılı feminist söylemin otuz yıllık süre içinde sosyal ve bilimsel bağlamda nasıl değişme uğradığını gözler önüne seriyor. Winter 1970′lerdeki feminizmin, daha ziyade erkeklerin ve kadınların cinsiyet farklılıklarını sosyal bir inşa kabul eden anlayışın kırılmasına yönelik “eşitlik feminizmi” iken, 1990′lardaki feminizmin erkek-kadın farklılığının şekillenmesinde kadın ve erkek “tabiatının” çok önemli olduğu inancına dayanan ” farklılık feminizmi” olduğunu ileri sürüyor.
İkinci bölümde ise feminizm bağlamında kadın ve erkek farklılıklarına ilişkin son bilimsel bulguları yorumlayan Winter son bölümde de tüm bunların İslamî açıdan bir değerlendirmesini yaparak makalesini bitiriyor.
Ben bu yazıda sırası ile bu bölümleri değerlendirmek istiyorum.
Winter, Germanie Greer’in kitabını önemli bulduğunu söylüyor ama bunu çok açmıyor. Fakat makalenin gidişatından bunun sebebi görülebiliyor. Aynı yazarın (Greer) otuz yıl önce basılan “The Female Eunuch” (İğdiş Edilmiş Kadın) kitabında dillendirdiği ilk (radikal) feminist argümanların, yaşanan 30 yıllık süreç sonunda yine Greer’in yazdığı başka bir kitapla çürütülmesi; feminizmin geçirdiği süreçleri, değişimi ve bugün geldiği noktayı -içeriden birisinin- göstermesi açısından oldukça önemli.
Winter eski Greer feminizm okulunun radikal feminist devriminin, demografik açıdan önem taşıyan bir seçmen topluluğu bulamadığını, kadınların büyük çoğunluğunun, feminist ‘kızkardeşliğe’ tam anlamıyla kaydolmadığını ve dahası, gitgide seküler eşitlikçi cinsiyet söyleminin şekillendirdiği bir dünyanın, genç Greer’in öngördüğü şekilde, ‘arz-ı mev’ud’ (vaad edilmiş topraklar) olmadığının artık kanıtlandığını söylüyor.
1990′lardaki feminizmin, erkeklerin ve kadınları davranış özelliklerinin şekillenmesinde kadın ve erkek tabiatının en azından beslenme kadar önemli olduğu inacına dayanan ‘farklılık feminizmi’ olduğunu düşünen Winter, politikacıların, eğitimcilerin, önemli işadamları ve eşlerinin çoğunun hâlâ eski feminizme göre düşünmekte olduklarını fakat Germaine Greer’in kitabının gösterdiği gibi, bu yeni feminizm düşüncesinin büyüdüğünü ve dünyayı sonuçları Müslüman topluluklar için özellikle dikkate değer olacak başka bir sosyal çalkantıya götürmeyi vaad ettiğini öne sürüyor.
Greer’in son kitabında yazdığı “İğdiş Edilmiş Kadın yazıldığında kızlarımız [güzellik için] kendilerini kesiyor veya aç bırakıyor değillerdi. Bir avuç dolusu kazanan için milyarlarca kaybeden üreten bir dünya sisteminde, suskun kadınlar her tarafta bitmeyen zorluklara, kedere ve acıya maruz kalmaktadırlar.” sözlerini alıntılayan Winter, Greer’in, cinsiyet devriminin beraberinde getirdiği cinsel özgürlüğün, çoğu olayda kadınlara erkeklerden daha çok zarar verdiğini öne sürdüğünü ve “Serbest bırakılmış olan cinsellik, erkek cinselliğidir” dediğini, rastgele yapılan cinsel ilişkinin kadını erkekten daha çok incittiğini erkeğin vücudunun bu durumdan etkilenmezken, kadınların hamileliğin mühim sonuçlarıyla yaşamaya devam ettiğini söylediğini kaydederek Greer’in bu tesbitlerinin önemine dikkat çekiyor.
Cinsel devrimin bir başka sonucu da aldatmaların çoğalması ve buna bağlı olarak da boşanmaların ve tek anne veya babadan oluşan ailelerin sayısının artması olduğuna değinen Winter, Greer’in kitabından bazı istatistikler aktarıyor. Buna göre 1971′de, oniki İngiliz ailesinden biri tek ebeveynin sorumluluğu altındayken bu sayı 1986′da yedi ve 1992′de beş aileden birine düşüyor. Diğer bir sonucun ise, yalnızlığın acısı olduğunu öne sürüyor Greer. Greer’e göre 2020 yılında İngiliz hanelerinin üçte birinde tek kişi oturacak ve bu bireylerin büyük kısmı da kadınlar olacak. Yine Greer’e göre cinsel devrimin en ısrarlı söylencelerinden biri olan, İngilizce’de ‘testing the waters’ deyimiyle tabir edilen evlilikten önce cinsel ilişkiye girmenin uyumluluğu belirlemeye yardımcı olduğu düşüncesi, kesin olarak çürütülmüştür. Buna göre en kısa süren evliliklerin geneli, uzun dönem birlikte yaşamayı takip edenlerdir.
Buradan da pornografiye geçiyor Winter. Pornografiyi “kadınların kendilerini yeni kültürel iklim tarafından özgürleştirilmiş hissetmek yerine küçük düşürülmüş hissettikleri başka bir alan” olarak tanımlayan Winter, kadınların insanlıktan uzaklaştırıldığı ve nesneleştirildiği fikriyle çoğu feministin karşı çıktığı bu kurumun, feminist devrim tarafından henüz yola getirilip çökertilemediğini, bilakis; yılda otuz milyar sterline mal olan, yüzsüz internet fahişeleri ve robo-bimbo ordularının oluşturduğu bir endüstriye yükseldiğini belirtiyor.
Greer’in “Otuz yıllık feminizmden sonra, pornografi daha önce hiç olmadığı kadar yaygınlaştı.” sözlerine atıfta bulunan Winter, “Pornografi, kadınların memnuniyeti için var olduğu iddia edilen moda endüstrisine kaynaştı. Ki aslında, Greer’in kaydettiği üzere, moda endüstrisi, çoğunlukla kadınları soyunmaya veya daha ziyade erkekler için oluşturulmuş umumî bir gösteriye dahil olmak için süslenmeye ikna etmeye çalışan erkekler tarafından yönetiliyor. (Dahası , birçok moda tasarımcısı eşcinseldir. Bu adamlar, en göze çarpan örnek olarak Versace gibi, kadınları yeni bir baskı biçimine dönüşen diyet ve egzersiz kalıplarına zorlayan çocukça bir moda normu oluşturmuşlardır.)” diyerek porno endüstrisi ile moda endüstrisinin kaynaştığını öne sürüyor.
Winter şöyle devam ediyor:
Greer ve başka feministler, moda endüstrisini günümüzde kadınların köleleştirilmesine katkı sağlayan başlıca unsur olarak tanımlarlar. Bu endüstrinin önde gelen yandaşı ise ilaç sanayiidir. Greer’in söylediği gibi, günümüzde eczacılık, doktorların, psikiyatristlerin ve elbette kozmetik cerrahların banka hesaplarını şişiren sözde Bedensel Dismorfik Bozukluk adı altındaki fiziksel kusurlarla, kasden bir saplantı kültürü oluşturmaktadır. Dolly Parton boşuna ” Benim kadar ucuz görünebilmek çok paraya mal olur” dememiştir. Dünyanın kaynakları, çıplaklaştırma kültürü ile beslenen bu yapaylığın sebep olduğu görüntü saplantısına hizmet etmek için, kısa zamanda tüketilmiştir. Bunun belki de en tiksindirici boyutu, ‘her derde deva anti-aging’ adına faturası çıkarılan yeni hormon yenileme terapisidir. Bu terapi için kullanılan hormon östrojendir ve kısraklardan temin edilir. Yalnızca Amerika’da, 80,000 hamile dişi at çiftliklerde, kafesler içinde, idrarlarının toplandığı hortumlara bağlanmış biçimde hapsedilmiş haldedir. Doğan taylar da, rutin olarak katledilmektedir.
Bu arada başka sorunlara da değiniyor; tabi bunların zaten bilindiğine ve bir önlem alınmadığına da. Eski ekole mensup feministlerin “(fakat) kadınlar bugün daha zengin bir hayat yaşamakta” söylemine “ama şu da bilinen bir gerçektir ki, bu hayatlar aynı zamanda daha kederli görünmektedir.” diye cevap veren Winter, Greer’in “1955′ten bu yana Amerika’da depresif hastalıklar beşe katlanmıştır. Sebebi her şeyden daha açıktır: Kadınlar, erkeklere nisbetle, acı çekmeye daha müsaittir” ve “İngiliz kadınların yüzde 17’si yirmibeş yaşından önce kendilerini öldürmeye çalışmışlardır.” sözlerini alıntılayarak, gelinen sonucun hiç de iç açıcı olmadığını, modern kadınlara musallat olan, ilk feministlerin beklentilerine tamamen ters düşen bu hüzün dalgasının, ilaç sanayiinin baronlarına yaradığını ve kadınlara, çok yaygın bir biçimde, ilaç olarak Prozac gibi ağır antidepresanlar verilmeye başlandığını söylüyor. [Winter burada Prozac’a ”faydasızlık ve tuzağa düşürülmüş olma duyularını yenmelerine yardımcı olmak için hayvanat bahçesindeki hayvanlara rutin olarak verilen anti-depresan bir ilaç” olarak vurgu yapıyor.]
Greer’in öfke yüklü kitabını birkaç ümitli notla tamamladığını söyleyen Winter, Greer’in kendisinin 1960′larda talep ettiği stratejilerin yaygın bir biçimde denendiğini ve uygulandığını ama sonuçların belirsiz ve bazen de feci olduğunu gördüğünü belirtiyor.
-Winter’in aktardığı biçimiyle- Greer’e göre açık olan şudur: “Kadınların özgürleştirmesi diye birşey vâki olmamıştır. Daha ziyade, bir bağımlılık modelini, yerine başka bir bağımlılık modelini koymak için atmak sözkonusudur. Koca vazgeçilebilir olmuş, yerini ilaç sanayii ve sürekli büyüyen psikiyatristler ve danışmanlar ordusu almıştır. Mutluluk ise, hiç olmadığı kadar uzak görünmektedir.”
Winter buradan sonra Batılı sosyal analizcilere neyin yanlış gittiğinin yorumunu barındıran bir bağlam sağlayan bilimsel araştırmalara ve bu araştırmaların sonuçlarına değiniyor.
Kadın-erkek farklılığı (cinsel roller) ile ilgili olarak feministlerce yaygın olarak kabul edilen argüman, bu farklılığın sosyal şartların ürünü olduğu bu sosyal şartlar yeniden düzenlendiğinde farklılığın da zamanla ortadan kalkacağı yönünde idi. [Winter bunu şöyle örnekliyor: -mealen- Bu argümana göre bu sosyal şartlar yeniden düzenlendiğinde zamanı gelince tüm mesleklerde çalışanların, senfoniler besteleyenlerin ve Nobel ödülü alanların yarısının kadınlar olacağı düşünülmüştü.]
Fakat yapılan son araştırmalar bu farklılığın sosyal şartların ürünü olmadığını, kadın ve erkeğin zeka açısından eşit ama hormonal yönlendirmelerle bu zekayı kullanım alanları açısından çok farklı ilgilere sahip olduklarını gösteriyor.
Ülkemize dönüp feminist söylemi incelediğimizde ise argümanlarının -birçok ideoloji gibi- özgün olmadığını 1960′ların feminizm ekolünden alındığını, aradan geçen onca yıla rağmen üzerine birşey konmadan aynı argümanlarla devam edildiğini rahatlıkla görebiliyoruz. Maalesef bizim feministlerimizin Batı’daki feminizm içi tartışmalardan da haberleri yok.
Femizinizm bir tepkidir, hatta ince düşünüldüğünde -Batı özelinde- haklı bir tepki bile denebilir. Kadının yüzyıllar boyunca bu kadar itilip kakılmasına ve insan yerine konmamasına tepkidir feminizm; çok uzun olmayan bir geçmişte kadının ruhunun olup olmadığını tartışan, insan yerine koymayan, bir asır öncesine kadar kadına birçok temel hakkı tanımayan Batı toplumunun geçirdiği süreçlerle, ifrat tefrit noktalarındaki sallantılarıyla şekillenmiş bir tepki. Biz böyle süreçler geçirmedik, yüzyıllarca medreselerde müderrislik yapmış, daha Hz.Peygamber zamanında mülkiyet hakkı mevcut olan, hemşirelik yapmış, biat etmiş (seçim yapmış), Hz.Ömer zamanında çarşı pazar denetmeni (bugünün zabıta müdürü) olmuş, cerrah olmuş kadınların bulunduğu bir medeniyetin bu ifrata ihtiyacı olmasa gerek.
Bizim feministlerimiz hadi bunun farkında değil ama bari taklit ettikleri feminist söylemin yerinde durmadığının, dönüştüğünün farkında olsalar..
Feminizm değişiyor ve kendisiyle hesaplaşıyor.
Ve şu açık olan şu ki fıtratla giriştiği savaştan metazori geri çekiliyor.
Winter’in makalesinin ikinci bölümüne geçelim.
Bu bölüm feminizm bağlamında daha çok kadın ve erkek farklılığına ilişkin son bilimsel bulguları kapsıyor.
Winter’e göre Feministler arasında yankıları olan en belirgin alan, cinsiyetleri ayıran fiziksel güç farklılıkları alanıdır. Hayatın fiziksel güç ve çeviklik gerektirdiği alanlarında erkeklerin avantajlı olmaları ve kadınların bu güçten yoksun olduklarının farkedilmesiyle, eşitlik çabası başarısız olmuştur.
Bu konuda bir örnek veriyor Winter.
İngiliz ordusunda kadınların ve erkeklerin benzer görevlere tabi tutulmasını garanti eden ve cinsiyet ayrımı yapmayan “seçme prosedürler” adı verilen 1998 kuralları uygulanmıştır. Sonuç, kadınların yaralanmalarında erkeklere nisbeten muazzam bir artıştır. Aşırı yüklenmeye bağlı yaralanmaların tıbbî yükü , mesela zorlamaya bağlı kırıklar, erkekler için yüzde 1.5 olarak hesaplanırken, kadınlar için yüzde 4.6 ve yüzde 11.1 arası herhangi bir değerdedir. Bu durum hakkında bir rapor derleyen ordu görevlisi Yarbay Doktor Gemmell, kadınların kemik büyüklüğü ile kas ağırlığı arasındaki farkın kadın iskeletine erkeklere oranla yüzde 33-39 daha fazla baskı uyguladığını belirtmiştir. Sonuç şudur: Sosyal değişimler kadınların aktif çatışmalardan hariç tutulmasını destekleyen geleneksel ahlakî gerekçeleri aşmış olsa da, yalnızca tıbbî deliller İngiliz ordusunu kadınları piyadelikten ve Kraliyet Zırhlı Birliği’nden uzak tutmaya zorlamaktadır.
Ordu alışılmışın dışında bir örnek ve olmaya da devam edecek gibi görünüyor. Winter’in değerlendirmesinden de anlaşılacağı gibi sonuç olarak bu ayrımcılığın üstesinden gelmek zor. Buna yönelik olarak yapılan ise aksi yönde kanunlar çıkarmak oluyor. “Tabiat Ana”nın cinsiyet ayrımcılığının üstesinden gelmek için Winter’in İngiltere’den verdiği örnek gayet net: “Bu yönde en bilinen girişim, 1997 yılında Savunma Bakanlığı nın çıkardığı, kadın erlerin erkeklerle aynı fiziksel testlere tâbi tutulmamasını öngören yönergedir.”
Tabi kadınların ilgi alanına giren mesleklerin büyük çoğunluğu üstün fiziksel kabiliyetler gerektirmiyor. Winter bunu gözönüne almasına rağmen cinsiyetler arasındaki farklılıkların, en az görünür oldukları yerlerde bile oldukça etkili olduğunu söylüyor.
Winter, Virginia VVoolfun sevenlerinin öncülük ettiği evvelki nazik eşitlik çağrılarını popülerleştiren ve radikalleştiren 1960′ların cinsiyet devrimcilerinin, cinsiyet farklılığının güç farkedilen yanlarını değerlendirmek noktasında donanımsız yöntemlerle çalıştıklarını belirtiyor ki çok doğru ve net bir tespit. Greer’in “İğdiş Edilen Kadın”ı yazmaya başladığında, genetik muayenede modern teknikler, kalıtımsal haritalar ve DNA’ya dair keşiflerin etkileri hakında hakkında sağlam bir fikir yoktu.
Marx ve VVeber’den, ayrıca Freud’dan sonra cinsel rollerin çoğunlukla, hatta belki tamamıyla, sosyal şartların bir ürünü olduğunun düşünüldüğünü belirten Winter, bu şartlar yeniden düzenlendiği takdirde, zamanı gelince bütün mesleklerde çalışanların, senfoniler besteleyenlerin ve Nobel Ödülleri kazananların yüzde ellisinin bayanlar olacağı düşünüldüğünü ama bugüne ve geçmişe bakıldığında bunun tuhaf bir teminat olduğunun ortaya çıktığını belirtiyor.
İsrail’deki büyük bir sosyal mühendislik projesine, “kibbutz”adı verilen “kollektif çiftlik” projesine de değiniyor Winter. 1910 yılında başlatılan bu proje, Winter’e göre, kadınların kurtuluşunun ancak sosyalleştirilmiş cinsiyet rollerinin çocukluğun en erken döneminde bertaraf edilmesiyle gerçekleştirilebileceği düşüncesine dayanmaktadır.
Gerçekten bu kibbutz projesi son derece ilginç. Winter’in anlatımına göre proje anne ilgisinin tamamen yok edildiği kollektif çiftliklerden ibaret. Çocuklar anne ve babanın yanında değil, özel yatakhanelerde yaşıyorlar. Kadınları ev işlerinin her zamanki angaryasından kurtarmak için umumî çamaşırhaneler ve mutfaklar yapılmış. Böylece hem erkekler hem de kadınlar istedikleri işi veya aktiviteyi seçmek konusunda özgürler ve haliyle her iki taraftan da güç gerektiren konumlara eşit katılım beklenmiş. Çocukların sosyalleştirilmesini tarafsız kılmak için oyuncaklar büyük sepetlerde tutulmuş, böylece erkekler ve kızlar cinsiyetle özdeşleşmiş oyuncaklar ve oyunlar hakkında bir baskıya maruz kalmadan kendi oyuncaklarını kendilerinin seçmeleri öngörülmüş.
Peki sonuç? Winter “Doksan yıllık bu tutarlı ve dikkatli toplum mühendisliğinin sonuçları, endişe verici olmuştur.” diyor.
Bakıcıları bu duruma öfkelendiği halde, çocuklar hiç şaşmadan kendi cinsiyetlerine göre oyuncaklar seçmişler, üç yaşındaki erkekler ortak sepetlerden tabancaları ve arabaları alırken, kızlar bebekleri ve çay setlerini tercih etmişler. Erkek çocukların organize ettikleri oyunlar rekabete dayanırken, kız çocuklarının meşgalesi iş birliğine dayanan oyunlar olmuş. Çiftlik yönetiminde liderlik konumlarına bayanların zorla katılımını gerektiren kontenjan, nadiren dolmuş. Birliği ve intizamı sağlamak üzere hazırlanan kıyafet kuralları sürekli ihlal edilmiş.
Winter kibbutz ile ilgili sözlerini şöyle bitiriyor: “Bugün İsrail’de kibbutz’lardaki cinsiyet ayrımcılığı, İsrail toplumunda umumiyetle görülenden daha katı olmasıyla ünlüdür. Deney yalnızca başarısız olmakla kalmamış, bir de geri tepmiştir.”
Winter, günümüzde böylesi toplum mühendisliği projelerinin başarısızlığını belgeleyen birçok bilim adamı ve antropologun, evrimsel biyoloji bağlamında, erkeklerin ve bayanların cazibesini davranışın ayrışan modelleri olarak sunduklarını belirtiyor. Tabi evrimsel biyoloji denince akla hemen yaşama dair darwinist açıklama gelebilir. Winter burada Darvvinizm ve neo-Darwinizmin günümüzde geçtiğimiz yüzyılda hiç olmadığı kadar ve özellikle felsefeciler ve fizikçiler tarafından gelen ciddi bir hücum altında olduğuna da vurgu yapıyor. Fakat bunu yaptıktan sonra da doğru bir şekilde kalıtım kanunlarının evrimsel biyolojiden bağımsız ve darwnist evrimin yaşam tarihine dair metafizik göndermelerine gerek olmadan da bizlere genetik bilminin labirentlerinde gezinme olanağı sağladığını söylüyor.
Gerçekten de darwinist biyologların genetik üzerine yaptıkları çalışmalarının yaşamın tarihine dair spekülasyonlarla direk alakaları yoktur. Sonuçların yorumlanması genellikle bu teoriye göre yapılsa da mesela yanlış bir şekilde “microevrim” olarak adlandırılan varyasyonları/türleşmeyi, ayrıca kalıtım kanunlarını ve “doğal seçilimin güçlü olanın hayatta kalmasını sağlaması” gibi olguları “darwinist evrim teorisi”nden tamamen bağımsız bir şekilde ele almak gerek.
Peki biyologlar ne diyorlar? Winter şöyle özetliyor: ”Görüşleri, biyolojik başarının sadece bir etkene eşit olduğu yönündedir: organizmanın genetik maddesinin en fazla miktarda yayılması . Doğal ortamına egemen olan bir yırtıcı, görünüşte ne kadar heybetli de olsa, kendi neslinin devamını sağlayacak kadar üreyemiyor ise biyolojik bir başarısızlığa uğrayacaktır.”
Biyologların erkeklerin ve dişilerin farklı üreme stratejileri olduğunu vurguladığını belirten Winter, Biyolog Robert Trivers’in “ebeveyn yatırımı” adını verdiği sorumluluğun, dişilerde erkeklere göre daha fazla olduğunu belirtiyor. Bunun sosyal şartlanma ile hiçbir ilgisi olmadığını, genetik ve biyolojik olarak verilmiş/edinilmiş bir özellik olduğunu söyleyen Winter ebeveyn yatırımına şöyle örnekliyor:
Meselâ, bir kadın çocuğuna çok büyük yatırım yapar. Bu yatırım dokuz aylık metabolik bir taahhüt ile başlar, çocuk sütten kesilene kadar devam eder. ‘Ebeveyn yatırımı’nda erkeğin payı ise çok daha azdır. […]
Biyoloji, östrojen ve oksitosinin egemen olduğu kadın hormonel yapısının çocukları bakıp beslemeye yönelik güçlü içgüdüler geliştirdiğini; buna karşılık, erkeklerdeki androjen salgısının ve adrenalinin, avcılık ve savaşçılık için faydalı oldukları halde, çocuk yetiştirme içgüdüsü geliştirme noktasında son derece zayıf kaldığını anlamamıza yardımcı olur. Basitçe söylemek gerekirse, anneler çocuklarını ihmal ettikleri takdirde çok daha fazla yatırım kaybına uğrarlar. Yetersiz hormonel rehberlik sebebiyle bakımsızlıktan ölen bir çocuk, babadan çok anne için büyük çapta bir başarısızlığı temsil eder. Gebelik ve emzirme sırasında anne üretkenliğini hemen hemen kaybetmişken, aynı dönemde baba tekrar baba olabilir.
Yine kadınlarda, besleme ve sevinç içgüdülerini üreten genetik kodlama erkeklerdekinden çok daha fazladır. ‘Besleme’ duygularının ileticisi olan oksitosin hormonu, erkeklerde kadınlardakinden daha azdır. Androjenler erkeklerin genç ve doğurgan görünen eşler seçmelerini sağlarken, östrojenler kadınları neslinin ihtiyacı olan yiyeceği ve korumayı sağlayacak iddialı ve güçlü eşler seçmeye sevkeder. Bu yüzden geleneksel toplumlarda çok eşlilik erkeklerde yaygınken, kadınlarda son derece azdır. Erkeklerin birçok eşe sahip olmaları genetik açıdan akla yatkındır, kadınların ise değildir. (1)
Erkek fizyolojisinin beslediği agresif içgüdülerin, binlerce yıldan beri atalarımıza hizmet ettiğini vurgulayan Winter, son birkaç neslin sahip olduğu çok farklı hayat tarzlarının erkeğin hormonel dengesinde önemli bir değişim meydana getirmek için yeterli olmadığına vurgu yapıyor. Winter neredeyse bütün toplumlarda hapishanede bulunanların yüzde doksanının erkeklerden oluşmasının, psikologların dünya çapında işlenen cinayetlerde katillerin ve kurbanların genellikle evlenmemiş genç erkekler olduğunu ortaya koymalarının sebebinin de erkeklerin fıtrî özellikleri olduğunu belirtiyor. Daha uzak bir sebep olarak da erkeklerin rekabete yönelik davranışlardan çok daha fazla etkilenmelerini göstererek, Kingsley Brovvne’un şu söznünü alıntılıyor: “Yarış erkeklerin motivasyonunu önemli ölçüde yükseltirken, kadınlar için böyle birşey sözkonusu değildir. Akademik bir program ne kadar rekabete dayanıyorsa kadınların performansı o nisbette düşmekte iken, bu orantı erkeklerde tam tersidir.”Bulguların erkekler ve kadınların mukayese edilebilir zeka seviyelerine sahip olduğunu gösterdiğini özellikle vurgulayan Winter, “ama erkek ve dişi zekasının tabiatı ve inkişaf ettikleri bağlam tamamen farklı olabilir.” diyerek ilgi alanlarındaki farkları gözönüne çıkarıyor.
Capucine La Motte adlı araştırmacının, yaklaşık üç yaşından itibaren çoğu çocuğun nasıl kendi cinsiyetinden çocuklarla oynamayı tercih ettiğini belgelediği, bu yolla çocukların hedeflerinde daha güvenli bir şekilde başarılı olabildikleri araştırmasına atıfta bulunan Winter, erkek çocukların oyunları rekabete dayalı ve çoğunlukla kavgacı iken, kız çocukların oyunlarının ise işbirliğine dayandığını ve daha bilgiç konuşmalar ve yeni fikirler içerdiğini belirtiyor. Çocuk psikologu Janet Lever’in, erkek çocukların oynadığı oyunların yüzde 65′inin resmî ve kurallı iken, kız çocukların oyunlarının sadece yüzde 35′inin kuralları olduğunu kaydettiği çalışmasına da bu bağlamda dikkat çekiyor.
Winter, kalıtım yoluyla aktarılan cinsiyet farklılıklarının başka bir veçhesin de, risk alma durumunda göründüğünü söylüyor. Rakamlar, tutarlı bir biçimde, riskli faaliyetlerin ve sporların kadınlardan çok erkekleri cezbettiğini gösteriyor. Kumar, motor yarışları ve bungee-jumping, karşı konulamaz bir biçimde erkek faaliyetleri olmaya devam ediyor. İstatiksel olarak, erkeklerin emniyet kemeri takma zorunluluğunu ihmal ettikleri saptandığını da belirten Winter kadınları tehlikeli sürücüler olarak tanımlayan yaygın kanaate karşılık, ölümcül trafik kazalarının çok büyük bir kısmının erkeklerin hatası sonucu meydana geldiğini; çünkü erkeklerin riskli ve agresif sürüş stillerine düşkün olduklarını belirtiyor. Tehlikeli oyunlar oynarken ölen erkek çocukların sayısının kız çocukların iki katından fazla olması; ve bu istatistiğin, dikkati çeken bir biçimde, dünyanın her yerinde aynı olması da Winter’in örnekleri arasında.
Bu bağlamda son husus olarak da kadınların fıtraten beslemeye daha meyyal olmasına vurgu yapıyor Winter. Dünyanın modernleşmesinden önce çocukların, hastaların ve yaşlıların bakımında sürekli olarak herkesten önce kadınlar görev aldıklarını belirtterek Feminist yazar Carol Gilligan’ın “Kadınlar kendilerini sadece insan ilişkileri bağlamında tanımlamakla kalmazlar. Bundan başka, bakım ve himaye konusundaki kabiliyetleriyle de kendilerini değerlendirirler.” sözlerini alıntılıyor ve “Erkek çocukları daha ziyade ‘nesnelere yönelme’ eğilimindeyken, kız çocukları daha ziyade ‘insan ilişkilerine yönelik’tir.” diyerek örneklerini bitiriyor.
Bütün bunlardan çıkan sonuç nedir?
Çıkan sonuç şu ki radikal feminist hareketin söylemleri modern bilimin kadın ve erkek tabiatı üzerine yaptığı bulgularla kesin olarak çürütülmüş görünüyor. Kadın ve erkeğin zeka olarak eşit ama bu zekayı kullanım alanları açısından farklı oldukları, çünkü -zaten aşikar olan- fıtraflarının farklı olduğu son bilimsel araştırmalar tarafından da teyid edilmiş olduğu açık.
Bu farklılığın binlerce yılın sosyal şekillendirmelerinden kaynaklandığını ve sosyal şartların/rollerin değişmesi durumunda da bunun giderileceğini iddia eden eşitlikçi radikal feminist argümanların çözülmesi çok önem arzediyor. Artık bu argümanlar yerine farklılığın fıtrî olduğunun kabul edildiği ve çıkış noktası olarak görüldüğü, isyankar bir eşitlik söyleminden ziyade “farklılık” feminizmi ilk söylemin yerini almaya başlıyor.
Bunun İslam’ın “kadın” tasavvuru ile çok uyumlu olduğunu düşünen Winter gelişmelerin son derece önemli ve memnuniyet verici olduğunu söylüyor.
Winter’in konuyu İslam açısından bağladığı bölümü makalesinin son kısmına bırakmış.
Winter son bölümün girişinde eski feminist polemiğin, erkeğin ve kadının doğuştan gelen kişilik özelliklerine duyulan inanç temelinde, İslâm’ın karşı artık daha fazla tutunamayacağını belirtiyor.
Müslüman dünyada yeni bilimsel bulguların ve yeni feminizmin henüz pek bilinmediğine vurgu yapan Winter, Türkiye’nin yönetici elitlerinden Bangladeş’teki Teslime Nesrin’e kadar, seküler kesimin, ısrarla cinsiyet farklılıklarının ve işyerlerindeki eşitsizliklerin toplum mühendisliği yoluyla ve yeni tavırların telkiniyle bertaraf edilebileceğini söylemeye devam ettiklerini belirtiyor.
“Batıda yaşayan ve bilimde ve sosyal teoride muasır trendlerle iç ice bulunan bizler, böylesine zayıf bir polemiğin nasıl oluştuğunu rahatlıkla görebiliriz.” diyen Winter, Greer gibi akıllı düşünürlerlerin, artık ‘eşitlik’ talep etmediklerini belirtiyor.
Bu, elbette onların eşitsizlik veya adaletsizlik istedikleri anlamına gelmiyor.
Winter’e göre Greer gibi düşünürler, eski eşitlikçi söylemin yerine, cinsiyetler arasında yaptığımız kategorik ayrımın farkında olmanın, ‘eşitlik’ kavramını oldukça basite indirgediğini farketmektedirler.
Winter “erkekler ve kadınlar arasında ne eşitlik, ne de eşitsizlik vardır. Yani, ‘Su topraktan daha iyidir’ denilemeyeceği gibi, “Erkekler kadınlardan daha iyidir” de denilemez.” dedikten sonra ‘Eşitlik’ kavramını eski ifadesiyle kullanmanın, bizleri filozof Wİttgenstein’ın ‘kategori hatası’ dediği hatanın bilfiil suçlusu yapmakta olduğunu belirtiyor.
Yeni anlayışları özümsemiş muasır Müslüman ilahiyatçıların ‘eşitlik’ talebinin imkân ve saygı talebi kadar yardımcı ve açıklayıcı olmadığını vurguladıklarına değinen Winter, “İşte burada, Greer’ın, Gilligan’ın ve sayıları gittikçe artan diğerlerinin yeni farklılık feminizmi ile İslâmî söylem arasında açık bir mutabakat mevcuttur.” diyerek aradaki söylem benzerliğine dikkat çekiyor.
Winter şöyle devam ediyor:
Burada bize düşen, şeriatın ve bilimin günümüzde birbirini haklı çıkartan yönlerinden bir kısmının kısa bir taslağını çıkartmaktır. İnsanda tabiî olarak, kendiliğinden şekillenen eşitlik kavramı, bir sünnetullah’tan başka birşey değildir. Türümüzün doğuştan günahkâr olduğu fikrini reddettiğimiz için, tabiatımızın, yani fıtratımızın, kalıtsal olarak doğuştan iyi olduğunu kabul ederiz. Augustine’in takipçisi olan Hıristiyanlık, onsekizinci yüzyıla kadar, doğuştan gelen günahla lekelenen günahkâr tabiatlarının onları ancak lânetlenmeye götürebileceği düşüncesiyle, vaftiz edilmeden vefat etmiş bebeklerin ve düşen ceninlerin sonsuza dek cehennemde acı çekeceklerine inanırdı. Jansenistler ve bazı evanjelistler bu rahatsız edici inanışı hâlâ sürdürmektedir.
Oysa bizlerin, Müslümanlar olarak insanın “en güzel kıvam”da yaratıldığı şeklindeki kanaatimiz, bedenlerimizin doğal endokrinolojisine saygısızlık eden tüm çabaları kınamayı gerektirir. Bizler, yaratıldığımız gibiyizdir; ve Allah yaratanların en güzeli, ‘ahsenu’l-hâlıkîn’dir!
İşte bu yüzden, bizim modası geçmiş ilk feministlerin protestolarını kibarca görmezden gelirken, Allah’tan korkan bir toplumdaki kadınların ve erkeklerin farklı düşüncelere ve farklı faaliyet alanlarına meyledeceğini söyleyebileceğimizi belirten Winter, “Unutulmamalıdır ki, bizim amacımız insanın mutluluğudur; ’siyaseten doğru’luk değil. Kur’ân, sünnet ve siyerin sunduğu veriler İslâmî sosyal tarihin süregelen kalıpları üzerine baştan savma eşitlikçi kalıplar dayatmaya kalkışmak, onların değerini hiç anlamamış olmaktır.” dedikten sonra şöyle devam ediyor:
Kur’an “Veleyse’z-zekeru ke’l-ünsâ” der: Erkek, dişi gibi değildir. Eşitlikçilik indirgemeciliktir; ve türümüzün her iki cinsiyetinin de mevcut haliyle değerli olduğu gerçeğini hiçe sayar.
Bu nedenle, bizim vahiy yoluyla bildirilmiş ve varsayımları yeni bilimsel gerçeklerle muhteşem bir biçimde teyid edilmiş şeriatımızın kadınların saygınlığını ve değerini sekülerliğin yapabileceğinden çok daha güvenilir bir şekilde desteklediğini vurguluyoruz. İnsanın değerini, güç ve statü kazanma ve cinsel verimlilik ile ölçen materyalist dünya görüşü, değişmez bir şekilde erkeği yüceltir. Erkek, rahimde neredeyse görülemeyecek kadar küçük olduğu zamandan itibaren androjenler ile şartlandırılmış olduğundan, kendisine fazla güvenir: Erkeğin sembolleri hedef, zafer ve hedefe-kilitlenmedir. Bilimsel gerçeklerin popüler kültüre inmesiyle ve eski moda eşitlik feminizminin darmadağın olmasıyla birlikte, erkeklik tarihte hiç görülmediği kadar göklere çıkartılacaktır. Uzun vadede, materyalist toplumlar erkeğin karakteristik özelliklerine iltimas geçecek ve hürmet göstereceklerdir.
Kısa vadede ise, modernitenin tebriklerinden gelen enerji sebebiyle, ve erkeğin kimliğinin ve özgüveninin karşılıklı olarak körelmesiyle, kadınlar erkekleri solluyor gibi görünebilirler. Ama uzun vadede, Adam Smith’in kapitalizm mantığı esrarengiz bir biçimde sona ermediği takdirde, gelecek androjen erkek genlerinindir.
Oysa bizlerin, Müslümanlar olarak, böyle bir erkek kayırmacılığını reddediğimizi, kaçınılmaz olarak, fıtratın doğası gereği, işlevsel, maddî açılardan İslam öğretisinin erkeği ve kadını fıtratlarına en uygun yere yerleştirdiğini belirten Winter, “Bizim dinimiz, mutlak adalet dinidir. Ama insanın değerini göze çarpan işlevsellik, veya iktidar, veya statü, veyahut tüketim ile açıklayan herhangi bir tanımı reddettiğimiz için, dinî bir bağlam dışında olması imkânsız bir şekilde, kadınların değeri üzerinde ısrarla durabilmekteyiz.” diyor.
Bunun açılımında da GQ ve Loaded gibi erkek dergilerinin sayfalarında tapınılan idoller için yaratılmadığımızı, dolayısıyla, kendi argümanlarını baştan sona takip ettiğinde seküler zihnin muhakkak geldiği/geleceği “erkeğin biyolojik avantajları” olgusunun, bizim nazarımızda bir üstünlük ifade etmediğini belirterek bunu anlamanın anahtarı olarak da, celâl ve cemal kutupları dahilinde, Allah’ın Güzel İsimlerine dair zengin teolojimizi adres gösteriyor.
Cinsiyet meselesinin dinin hemen her alanına yayılacağını ve hakkında çok daha fazlasının yazılabileceğini belirten Winter, bu makalede yapmaya çalıştığı şeyin, şeriata zıt olanın bilime de zıt olduğunu göstermek olduğunu; —ki günümüzde bilim, cinsiyetler arasında doğuştan bir ayrım olduğu tezini onaylamaktadır- ve bununda, Allah’ın bizi açıkça, bastırmak yerine kutlamaya davet ettiği bir tamamlayıcı yerleşim olduğunu belirtiyor.
İslâm’ın sosyal mimarisinin modern seküler Batınınkinden çok farklı olduğunu belirten Winter bunun bizim için bir güven ve onur kaynağı olması gerektiğini belirterek makalesini şu sözlerle bitiriyor:
Bununla birlikte, şimdilerde Batıyı ve başka yerlerdeki Batılılaşan sınıfları altüst eden yıkıcı sosyal problemlerin, uzun vadede, cinsiyet ve sosyal rollerin yeniden tanımlanmasını sağlayacak yeni bilimin nebevî sosyal modelin üstün hikmet ve merhametiyle mezcedilmesi sonucunu getireceğini öngörebilir.
Kuşkusuz son bulgular ışığında dönüşen Feminist ekol ve kadîm bir polemik olan “kadın” konusu daha çok tartışılacak.
Bugün İslam dünyasında kadınların büyük sorunları var. Ancak bu sorunların çözümü hangi temeller üzerinde gerçekleşecek?
Burada benim yapmaya çalıştığım şey birçok şeyde oduğu gibi kadın konusunda da kantarın topuzunu kaçırmış olan Batı medeniyetinin bu mesele bağlamındaki süreçlerini Winter’in makalesinden hareketle örnekleyerek itidali bulabilmek. Bu makaleyi “neyin yanlış gittiği”nden hareketle ayakları suya eren feminist söylemin değişim sürecinin fotoğrafını çekmesi ve son biyolojik bulguların İslam’ın kadın tasavvuruna ne kadar uyduğunu göstermesi açısından önemli buluyorum.Bugün hem pozitivist ideolojiler hem de feminizm gibi iddialı teorilerin söylemlerinde eski keskinlikler kalmadı. Yani yatağından taşan nehir artık yavaş yavaş yatağına çekiliyor. Feminizm konusu buna iyi bir örnek. Son yıllarda materyalist bilimin aldığı ağır eleştirilerde de aynı şeyi görüyoruz.
Bu kendinden oldukça emin pozitivist saldırı aşıldı, şimdi ise önümüzde ayakları suya ermiş bilimin, felsefenin, fırtatla savaşmaktan yorulmuş, yanılgılarını itiraf eden feminizm gibi akımların geçirdiği süreçler var.
Aklıma merhum Özal’ın “Her 300 yılda bir açılan hacet kapısı” sözü geliyor.
Ben önümüzde büyük bir fırsat olduğuna inanıyorum. Bugünden yarına hemen birşeyler olmasını beklemiyoruz ama gittikçe birçok konuda olduğu gibi kadın konusunda da sahih bir tasavvura kavuşacağımız ortada. İslam dünyasındaki kadınların sorunları da bu süreç içinde aşılabilecek sorunlar. Zaten modernizm küresel etkisi sürdükçe çözülmeyle birlikte bir takım ataerkil, dinle alakası olmayan geleneksel kabullerde ister istemez aşılacaktır.
Burada önemli olan dengenin nasıl sağlanacağı.
İşte buna çok dikkat etmek gerek.
Not:
(1) Karakalem. ( Kasım-Aralık 2006 sayısı s.55 )
… Bu makale ilginizi çekitiyse…
Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları
Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor. Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış
6 Yorum
Yazan:Haydar Tarih: Haz 25, 2007 | Reply
Keske zamanim olsada Tim J. Winter’in tum yazdiklarini okuyabilsem.
Belliki cok degerli bilimsel analizler yapmis ve konu uzerindeki calismasi buyuk kitleler tarafindan kabul goruyor. Takdir ettigimi belirtmek isterim.
Fakat, yapilan bu analizleri sentez haline getirirken secici davranarak ortadaki gerceklerin bazilarini gormezlikten gelmis. Enazindan yukaridaki kisaltilmis versiyonundaki yorumundan anladigim sonuc bu. Buna seciciligin arkasindaki sebep ise analizlerini dini projektorun altinda inceleme arzusu olsa gerek.
Birkac estantenede bu gayret farkediliyor ama sadece birini ornek vererek asil konu olan “Kadin ve Haklari” temasindan uzaklasmak istemiyorum. Ornegin:
——————–
(…) Gebelik ve emzirme sırasında anne üretkenliğini hemen hemen kaybetmişken, aynı dönemde baba tekrar baba olabilir.
(…) Bu yüzden geleneksel toplumlarda çok eşlilik erkeklerde yaygınken, kadınlarda son derece azdır. Erkeklerin birçok eşe sahip olmaları genetik açıdan akla yatkındır, kadınların ise değildir.
———————
…derken, her iki paragraftada son cumleye kadar yapilan analiz dogru fakat son cumledeki sentez islamiyetteki cok esliligi bilimsel temele oturma gayretinden baska birsey degil.
Soyleki; annenin gebelik nedeniyle gecici olarak uretkenligini kaybetmesi kayda deger bir gozlem ise, babanin ejakulasyondan sonraki gecici olarak uretkenligini kaybetmesi ve kadinin baska baska erkeklerle eslesmesine musait olmasi da kayda deger bulgu olmaliydi. Bu, tabiiki “secici sentez” yada ideolojiye uymadigi icin gozardi edilmis gibi geldi bana.
***
Bir onceki, Ece hanimin sundugu konuda bahsettigim…
http://www.derindusunce.org/2007/06/23/kadinlar-halk-firkasi-nezihe-muhittin%e2%80%99den-suna-vidinli%e2%80%99ye-siyasette-kadin-eli/#comment-2038
…bir meseleye burada bir kere daha vurgu yapmak istiyorum.
Milyonlarca yillik evrimin bicimlendirdigi kadin/erkek fizigi, psikolojisi, zihinsel ve fiziksel kaabiliyetleri (skills) son 10-20 bin yildir birdenbire erkek kurallarina, ihtiyaclarina ve zihniyetine gore sekillendirilmistir. Kadinlara reva goruleni ise bunu kabul etme ZORUNLULUGU olmustur.
Erkekler olarak kendi dunyamiza mahkum ettigimiz kadini anlamaya calisirken dahi erkek dunyasinin olculerini, yargilarini kullaniyoruz.
***
Dogadan toplama ile varligimizi surdurdugumuz gunlerden topraga dayali ekonomiye, oradan sanayilesmeye gectik. Butun bu ekonomik iliskiler erkek gucu, fizigi ve kaabiliyetleri ile olabilen uretim tarzlari idi. Bugun artik bilgi cagina gecilmekte ve zekaca ayni kaabiliyete sahip kadin; meclisten makama, banka hesabindan superguc ulke liderligine kadar olan her alanda varligini gostermektedir.
Zincirlerini kirmak isteyen kadinlara destek veriyorum.
Yazan:Ç-Z Tarih: Haz 25, 2007 | Reply
“Erkekler olarak kendi dunyamiza mahkum ettigimiz kadini anlamaya calisirken dahi erkek dunyasinin olculerini, yargilarini kullaniyoruz.”
Haydar bey,bu cümlenizi anlayarak tekrar edip,arkasında durabilen erkekler çoğaldıkça,ortada kırılmak istenen zincir kalmayacaktır.
Bir adım daha gayretle zincirlerin var olmasına sebep olanlar ile zincirleri kırmaya gayret gösterenler iki karşı güç gibi durdukça sorun çözülmeyecektir.Zincirleri var etmemek mi yoksa kırmak mı daha kolay?
Yazan:ayışığı Tarih: Haz 25, 2007 | Reply
haydar,
kadın’ a zincir vurmamayı öğrenebildin mi? hayata geçirmek zordur bu düşünceleri…
Yazan:gülcin kacar Tarih: Ara 23, 2007 | Reply
Türkiye de ferinizim nedir ?
Bana bunu açıklayacak bir kalem arıyorum.
Yazan:Büyükcan Tarih: Haz 21, 2008 | Reply
Türkiye’de feminizm nedir?diye sormuş bir bayan…Bir erkek olarak tahlil etmeye çalışayım!
Önce erkek bayanı – genelde – altına alarak ,onun ile cinsel ilişkiye giriyor.Fakat ikisinin o ilişkide haz alması bazen şöyle acı bir sonuca dönüşebiliyor…
Cinsellik ihtiyacı karşılanan bayan erkeğin sadık kölesi,erkekte bayanı her altına alışta efendisi oluyor!Toplumumuzda bilmem kaç bin yıldır bu iş süregeldiği için,efendilik – kölelik süregeliyor.(Ama her ilişki için söylemiyorum,aman ha!)
Şimdi siz diyeceksiniz ki,Türkiye’ye özgü yanı bu işin ne?
Şu:Bu işin erkeğin elinin kiri olması,kadının ise…Neyse!Kadınlar bence bu yüzden Türkiye’de feminist oluyorlar!
Size,bence,bunu nedenini de açıklayayım…
falan,filan…
Yazan:sadık Tarih: Eyl 26, 2008 | Reply
Abdulhakim Murat’tan neden sürekli Winter diye sözedildiğini anlayamadım.Dini ile birlikte adını da değiştirdiğine göre kendisinden bu tercihine uygun olarak bahsedilmesi gerekirdi.