Seçim Maratonunda Son Düzlüğe Girdik
By Kamer Yalcin on Tem 18, 2007 in Makale
SEÇMEN MİLLİ İRADESİNE SAHİP ÇIKMALI
22 Temmuz 2007 seçim maratonunda son düzlüğe girildi, partilerin vaatleri de birbirleri ile diyalogları da hayli ilginç boyutlara ulaştı. Vaatlerde yok yok! Tıpkı karşılıklı atışmalarında olduğu gibi. İş karikatür, pankartlardan, meydanlarda gövde gösterilerinden çıktı, uluorta ip atmaya kadar vardırıldı. Alabildiğine vaatler ve eleştiriler… Bunlar siyaset meydanlarının olmazsa olmaz şovları, olacak elbette. Partilerin seçim öncesi birbirleri ile yakınlıkları da birleşmeler kadar ilginç tablolar oluşturdu. Düne kadar kanlı bıçaklı sayılabilecek sol ve sağ koldan partilerin birbirlerine adeta evlilik tekfinde bulunurcasına yaklaşmaları, seçim sonrası ittifaklarının göstergesi olarak seçmeni olumlu veya olumsuz bir şekilde etkiledi ve etkilemeye devam ediyor.
Ancak şecerelerini unutup geçmişin hesabını birbirinin üstüne yükleme gayretleri de halkın gözünden kaçmadı, kaçmıyor, kaçmayacak.
Basında yer bulan bazı anket sonuçları ise seçmene ve partilere şimdiden seçim neticesi hakkında önemli ipuçları vermekte. Öyle ki bu anketlerden gayret alarak şu günlerde değişik koalisyon ihtimalleri üzerinde durulmakta, kafa yorulup bunlarla ilgili hesap kitap yapılmakta. Meydanları dolduran seçmenin sandıktaki yansımasının ne olacağı elbette merak konusu. Bunu 23 Temmuz sabahı hep birlikte göreceğiz.
Böylesi önemli bir seçim arifesinde seçmene de çok iş düşüyor. “Oy”unu kullanmak, yaşanan siyasi “oy”unlara” cevap vermek sırası şimdi halkta. 23 Temmuz’da Meclis koltuklarına oturtacağımız, millet iradesini kullanmaları için vekâletimizi vereceğimiz partileri de adaylarını da çok dikkatli seçmemiz gerekmekte. Çünkü, geçtiğimiz bir kaç ayda Türkiye’nin gidişatını tepe taklak değiştiren, biranda meclis çalışmalarını kilitleyen isimler halkın huzurunda yeniden oy istemektedirler. Şimdi seçmen olarak bizler, eğri oturup doğru düşünme günlerindeyiz.
Gelin oy verelim ve meclisteki irademize sahip çıkalım, 23 Temmuz sabahı hep birlikte huzurla uyanalım.
Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
Maymunist imanla nereye kadar?
Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.
12 Yorum
Yazan:blue Tarih: Tem 18, 2007 | Reply
Oyum en Cumhuriyetçi, Halkçı, Demokrat, Milliyetçi, Genç, Faziletli, Adaletçi ve Kalkınmacı partiye…
Yazan:Ece Tarih: Tem 18, 2007 | Reply
Sevgili Jane Do,
mevcut durum tahliliniz için teşekkürler, zihninize sağlık..
Hakikaten çok ilginç bir seçim arefesi yaşadık..
Sürprizlere gebe sonuçları da merakla bekliyoruz..
Hayırlısı için de dua ediyoruz..
Benim kendi adıma en çok takılı kaldığım nokta,
Süleymancılar olarak adlandırılan, Süleyman Hilmi Tunahan Hocaefendi cemaati mensuplarının, DP yi destekleme kararı almış olmaları..
Bunu dile getiren diş hekimi bir ağabey, AKP nin İstanbul da kaçak olduğu gerekçesiyle bir yurt binalarını yıktığını ve çok değer verdikleri ağabeylerinin AKP yerine DP den aday olduğunu, bu yüzden topluca DP ye oy vereceklerini söyledi..
DP barajı aşamaz ise, bunun bedelini nasıl ödeyecekler doğrusu merak ediyorum..
Keşke biraz daha basiretli olabilseler ve istikrar adına böylesi saçma bir karardan geri adım atsalar..
sevgi ve saygılarımla
Yazan:T.Suat Demren Tarih: Tem 18, 2007 | Reply
JaneDo, teşekkürler..
“Oy kullanmak” konusunda birşeyler yazmıştım birara, bir kısmını buraya almak istiyorum:
Nihilist bir tavırla “amaaann” diyenleri hariç tutarsak, ilkesel olarak “oy kullanmamak” da demokratik bir tepki olarak görülür.
Bunun sebebi oy verecek uygun bir parti bulunamaması elbette. Ben bu düşünceyi anlasam da doğurduğu sonuçlar bakımından verilen bu güzel mesajın boşa çıktığını ve silahın geri teptiğini düşünüyorum.
Oy kullanmaya gitmemek ya da gidip “boş” ya da “geçersizleştirilmiş” oy kullanmak sistem gereği sadece “tepki” olarak kalmıyor. Verilmeyen her “oy” toplam dağılımla orantısal olarak, tepki gösterdiğimiz siyasi partilere yarıyor.
Siyaseti ve bunun aracı olan partileri “ehven-i şer” olarak görmek diye bir alışkanlığımız yok bizim. İstiyoruz ki bir parti olsun, tüm siyasî (ve felsefî) görüşleri bize uysun, takım tutar gibi onu tutalım, liderine, kadrolarına hayran olalım..
Tabii ki bu davranışın sebebi demokratik olgun(suz)lukla alakalı. Daha önce başka bir yazımda da bahsettiğim gibi ne ekonomik ne de siyasal sistemlerde “mükemmellik” diye birşey yoktur. Tamamı ehven-i şerdir; yani kötünün iyisidir.
Siyasetçiler ve programları da aynı. Bir siyasetçiye taparcasına bağlanmak ne kadar yanlışsa tam teşekküllü bir kafa denkliği bulamadığı için “oy kullanmamak” da bana göre aynı biçimde yanlıştır.
“Oy verip, bunun sorumluluğunu taşımak” kaygısı olanlara da oy verilmediğinde oluşacak tabloya olan katkılarından ve bunun sorumluluğundan bahsetmek yerinde olur herhalde.
Bu açıdan siyasi -ve tabi ekonomik- görüşleri açısından en yakın (dikkat; görecedir) bulduğumuz partiye “Kafama tam olarak yatıyorsun, her yapacağın icraat kabulümdür” diyerek değil “programına baktım, ehven-i şer olduğun ve vermemem durumunda hiçbir ortak paydam olmayanlara yarayacağı için oyum sana” diyerek oy kullanalım diyorum.
Buraya kadar klasik “oy kullanalım, iyi vatandaş olalım” mesajını almışsınızdır umarım. 🙂
Tüm bunlar bir yana bir de bugünkü gibi özel durumlar vardır.
Gözümüzün önünde bir tiyatro oynandı şu 15-20 günde. Elimizde -hala mahiyetini tam olarak anlayamadığımız- bir muhtıra ve hukukun ayak oyunlarına kurban edildiği bir Anayasa Mahkemesi içtihadı var.
Sonuç; -Yeni Şafak’ın manşetiyle söylersem- Abdullah Gül’ün hukuk yoluyla gaspedilmiş Cumhurbaşkanlığı..
Oyunun ortasında kural değiştirildi ve arkası sağlam olmayan “çevreli”ler hükmen mağlup sayıldı. Meseleyi gıpta ettiğim bir safiyanelikle hala laiklik hassasiyeti sanan akl-ı evveller hariç herkes olan bitenin oligarkların hakimiyeti kaptırmama mücadelesi olduğunu biliyor.
Muhtıraya karşılık “ama.. ama.. ama..” ların havada uçuşmasına, 28 Şubat zamanındaki gibi olmasa da medyadaki kalemlerin -demokrat ve/veya liberal bildiklerimizin bile- savruluşlarına şahitlik ettik.. Şu geçen kısa zamandan hem kendimize çıkarılacak, hem de sandıkta bu tiyatronun senaristlerine verilecek derslerimiz var.
Şu iyi kavranmalı ki; bu mücade artık demokrasi ve normalleşme mücadelesi haline gelmiştir; aynen -AKP’yi biti kadar sevmediğini ama ilk ve son kez AKP’ye oy vereceğini deklare eden- Metin Ağabey’in dediği gibi:
[Yazımdan dolayı beni AKP militanı sanacaklara not: Yazıyı uzatmamak için AKP konusuna hiç değinmedim. Pek çok noktada AKP’ye yönelik eleştirilerim var. Ama şunu da belirteyim ki AKP’nin 4.5 yıllık icraatlerini başarılı buluyorum. Özellikle AB, ekonomide izlenen liberal politikalar ve -yetersiz de olsa- demokratikleşme çalışmaları gibi.]
Yazan:T. Suat Demren Tarih: Tem 18, 2007 | Reply
Sevgili Ece,
Bahsettiğin cemaat ve yönelişi ile alakalı olarak şurada (özellikle yorumlarda) birşeyler söyledim, dikkatini çekebilir.
Birde aynı cemaat tarafından dillendirilen “Kur’an Kursu’nu yıktılar” söylemi tam bir şehir efsanesi haline geldi.
Oysa işin aslı hiç öyle lanse edildiği gibi değil.
Selamlar.
Yazan:blue Tarih: Tem 18, 2007 | Reply
Ben bu toplu cemaat oylarını anlamakta güçlük çekiyorum. Herkesin kendi muhakeme gücü ve karar alma kapasitesi var. Birilerinin benim yerime karar vermesi kadar saçma bir şey olabilir mi? Yeni Asya grubu yıllarca Sülü’yü destekledi. Aleviler yıllardır CHP’yi destekliyor. Ne zaman “biz” yerine “ben” demeye başlarız, o zaman bireysel haklar, sivil insiyatif konusunda bir yerlere gelebiliriz. Aileler içinde bile “oyunu XXX’e ver yoksa hakkımı helal etmem” tartışmaları yaşanıyor. Bunun anlamı şudur: “Sen bu işlerden anlamazsın, salaksın, senin hakkında en doğrusunu ben bilirim”. Gidip kendisine dikte edileni yapan da salaklığını tescil ettirmiş oluyor dolayısıyla.
Yazan:blue Tarih: Tem 19, 2007 | Reply
Nurcular DP desteği konusunda bölünmüşler:
http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=256893
Yazan:Bahar Pınar Tarih: Tem 19, 2007 | Reply
Sevgili JaneDo,
Kısa ve öz yazınız için teşekkür ederiz. Seçim olacağı açıklandığından bu yana olanları güzelce özetlemişsiniz. Son bir hatırlatma olarak “Haydi seçime!” davetiniz de yerinde olmuş. Suat Bey’in değindiği üzere, oy kullanmamak haklı bir tepki olsa da, mevcut seçim sisteminde pek bir anlamı kalmıyor. Kesinlikle oyumuzun gitmesini istemediğimiz parti ya da kişilerin işine yarıyor. Geçtiğimiz bir kaç ayda olanları işaret ederek, hafızalarımızı tazelememizi ve oyumuzu o günlerde olanları düşünerek kullanmamamızı tavsiye etmişsiniz. Bu da çok yerinde bir tavsiye. Yalniz geçtiğimiz aylarda olan biten çok çok enterasan olsa da, bu tavsiyenize bir ekleme yapmak istiyorum izninile: Son birkaç ay ile yetinmeyip geçtiğimiz yılları da hatırlayarak oy kullanmak daha da iyi olur. Şu anda oy talep edenler geçtiğimiz yıllarda hırsızlık mı yapmış, uğursuzluk mu yapmış, memlekete faydası mı olmuş zararı mı olmuş, yoksa fayda zarar demeden kendi çıkarı peşinde mi koşmuş şöyle geçmişe uzanıp düşünelim. Milleti temsil etmek üzere oy talep edenler bugüne kadar ne söylüyorlardı, ne yapıyorlardı, meclise gidince ne söyler, ne yapar biraz kafa yoralım. Bu insanların şu anki parlatılmış imajları ile yetinmeyelim. Ne de olsa reklamcılar seçilmek isteyenlerin emrinde… Her bir parti haklı üne sahip profesyonel reklamcılarla çalışıyor. Bildiğiniz üzere, reklamcılar da -içlerinde istisnalar olsa da çoğu-, pazarlamasını yaptıkları “şey” her ne ise, onu en iyi şekilde pazarlamak için her türlü yolu denerler… Pazarlamak istedikleri “şey” bir insan da olabilir, herhangi bir ürün de. Bu seçim parti ya da kişilerin milleti temsil etmek üzere seçildiği bir seçim yerine, reklamcıların performanslarının değerlendirilip oylandığı bir seçim olmasın. Olmaması bizim elimizde. Reklama odaklanmayalım.
Blue Bey,
Toplu cemaat oylarını anlamakta zorluk çekmeniz çok normal. Çünkü siz kendi başınıza düşünebilen, düşünme sonucu verdiği kararın sorumluluğunu alabilen bir insansınız. Oysa cemaat oylarında kararı siz vermediğiniz için sorumluluk da sizde olmuyor. Kimde oluyor onu da tam olarak bilmiyorum. Hep beraber mi düşünüp karar veriyorlar, en baştaki biri mi herkes adına karar veriyor bir fikrim yok. 1. söylediğim gibi ise eğer, en azından hep beraber düşünüp karar vermeleri de bir şeydir. Sorumluluğu başka birine devretmek yerine,paylaşmış olurlar böylece. Hayat içinde önünüze çıkacak sorunlarla tek başınıza mücadele etmek zorunda değilsiniz bir cemaat içinde iseniz.
Geleneksel kapalı bir cemaat içinde olmak, orada verilen kararlara düşünmeksizin itaat etmek, insanların güven duyma, aidiyet ihtiyaçlarını karşılıyor. İnsanlar cemaat içinde kendilerini daha rahat ve güven içinde hissediyorlar, sorunları kendi içlerinde çözüyorlar, yalnız kalmıyorlar. Hayatınız ve kendinizle ilgili çok az şey düşünmek zorundasınız. Bu sadece oy vermek konusunda olmuyor büyük ihtimalle. Hayatın içindeki her türlü karara, işe, harekete yansıyor. Okul seçiminde tutun da kıyafet seçimine, ev, iş bulmaktan, eş bulmaya kadar her türlü konuda, cemaatin kendi içindeki kurallara, eğilimlere göre çok daha kolay karar verebilirsiniz. Rahatlığı düşünsenize. Bir açıdan bakınca, insanlar cemaat içinde birbirilerine dayanıp hayatın zorlukları ile beraberce mücadele ediyorlar diyebiliriz. Ülkemizde yaşanan ekonomik zorluklar çerçevesinde düşününce, bu dayanışma, fakirlikten doğacak gerilimleri eritiyor diyerek cemaate olumlu bakabiliriz. Ülkemizde toplumsal patlamalar olmaması ya aile bağlarına ya cemaatlerin varlığına bağlanıyor. Bu bakış açıları çerçevesinde cemaatler insanlar için iyi oluşumlar diyebiliriz. Yalnız, bu rahatlığın bedeli kişisel özgürlüğünüzden, kendi başınıza karar vermekten, aslında en uç noktada kendi kişiliğinizden feragat etmek olabilir! Cemaatin kapalılığına, otoritesine göre feragat derecesi artıp azalabilir. Tersi durumda özgür ama tek başına olma ihtimaliniz var. Bu toplumun bireyleşmesi ile ilgili gerçekten. Taha Akyol ‘Tarikat ve Birey‘ isimli yazısında bu konuyu işlemişti. Oradan konu ile ilgili kısmı sizinle paylaşmak isterim:
“/…/ Sık dokulu topluluklar”, yani bireyin kişiliğini, serbestliğini, haklarını yok edip onu sımsıkı bağlayarak makinenin şahsiyetsiz bir parçası haline getiren bütün oluşumlar, ister dini olsun, ister seküler olsun aynıdır.
/…/ İslam tarihinde tarikatların ‘şeriat’ı yumuşatıp daha hoşgörülü, daha deruni ve sosyal işlevi yüksek yapılanmalar oluşturduğu dönemler oldu. Mevlevilik, Bektaşilik, Halvetilik gibi… Köprülüler zamanında Kadızadeliler denilen yobazlarla açık mücadeleye giren Halveti tarikatını ve Şeyh Abdülmecid Sivasi Efendi’yi binlerce örnek arasında zikredebiliriz.
Fakat keramet beklentileriyle “şeyh”in putlaştırılması, hoşgörü ve özgürlük havasının yerine “sık dokulu” bir bağımlılığın egemen olması, üç, dört yüzyıllık sosyal ve ekonomik çöküntünün bu ağır atmosferi büsbütün koyulaştırması, tarikatların genelde yozlaşmasının temel sebepleridir.
Liberalizmin ‘birey’i felsefi bir soyutlamadır; reel hayatta ise kişilerin aidiyetleri olur. Örgütler, dini veya felsefi topluluklar ‘birey’in bu ‘aidiyet’ ihtiyacını karşılamada yararlı olabilir ama bunların “sık dokulu” olup olmadıklarına çok dikkat edilmelidir.
“Sık dokulu” her oluşum insan özgürlüğüne ve sosyal gelişmeye karşı bir tuzaktır!”
Taha Akyol’un “sık dokulu” tabiri çok güzel. Tehlikeli oluşumların derecelerini tam anlamı ile canlandırıyor insanın kafasında. Ne kadar “sık dokulu” ise bir topluluk, o topluluğun bireyleri o kadar kendileri olmaktan, şahsiyetlerinden vazgeçmiş oluyorlar demek ki. Topluluklar “sık dokulu” olmayıp, kişileri özgür bırakırlarsa, hem toplum için hem de insan için, daha anlamlı, faydalı cemaatler oluşabilir belki. Derin bir konu. Lafın kısası Blue Bey, cemaat içindeki kişiler, cemaat oyuna düşünmeksizin uyuyorsa ya kolaya kaçıyor, rahatlığı tercih ediyorlar, ya da karşı çıkamıyorlar. Bir de iyimser ihtimal var: Cemaatin fikrine kendi düşüncesi ile samimi olarak inanıyor da olabilir. Laf lafı açtı konuyu nerelere getirdim. Sevgili JaneDo, yazınız için yeniden teşekkürler. Bu konuları konuşmamıza vesile oldunuz, sağolun.
Selamlar,
Yazan:JaneDo Tarih: Tem 19, 2007 | Reply
Arkadaşlar yorumlarınız için teşekkürler.
T.Suat Demeren: “Buraya kadar klasik “oy kullanalım, iyi vatandaş olalım” mesajını almışsınızdır umarım. :-)”
JaneDo: “eyvallah!”
Oy kullanma’ma kararsızlığında, bana göre tam da bu noktada bağımsızlar devreye girmeli. Adı üstünde “bağımsız”. En anlamlı tepki oyu onlar olmalıdır bence. Seçmenin kafasına ve gönlüne göre bir parti bulamadığı noktada onlar devreye girmelidir. Demokratik seçme/me ve tepki gösterme’den anladığım budur.
T.Suat Demeren: “Şu iyi kavranmalı ki; bu mücade artık demokrasi ve normalleşme mücadelesi haline gelmiştir”
JaneDo: Bingo!
Bu arada Sayın Metin Bey; size de eyvallah!
T.Suat Demeren: Yazımdan dolayı beni AKP militanı sanacaklara…
JaneDo: Memlekette sazan çok, hhemde zulada hazır vazityette 🙂
Yazan:JaneDo Tarih: Tem 19, 2007 | Reply
Sayın Ece ve Blue,
Ben bu cemaat, tarikat, grup vb. oluşumlardan bir şey anlamam. İçinde bulunduğum tek grup DD’dir. :))
Belki de toplum olarak düşünce tembelliğimizin sebebi budur, bizim yerimize hep başklarının düşünüp karar veriyor olması. Bu da işimize geliyor olmalı ki onca sene hep birilerinin dediği yere gittik. Dedemiz, babamız kime oy verdi ise onlara oy verdik. Bir aile nasıl 4 nesil CHP’li olur ya da 3 nesil DP’li veya 2 nesil DSP’li vs… Dede, oğul ve torun hepside aynı görüşte, aynı partiye oy veriyorlar. Tıpkı baba Fenerli ise oğulunda öyle olması Allah’ın emriymiş gibi. 🙂 İnsan hiç mi sıkılmaz? Ya da bu partiler hep mi iyi icraat yaparlar, arada tökezledikleri, duvara tosladıkları olmaz mı? “Biz ailece Ecevitciyiz”, partizanlık bu olsa gerek.
Yazan:JaneDo Tarih: Tem 19, 2007 | Reply
Sayın Bahar Pınar, ben teşekkür ederim. Yaptığınız yorum ile bakış açısını genişlettiniz, zenginleştirdiniz. Söylediklerinizde sizinle hemfikirim.
Aslında sizin ifa ettiğiniz biçimde düşünmek ve buna göre oy vermek “vasıflı seçmen” olmakla ilintili. Bu da bana göre, güncel politikayı takip eden, bilinç ve iradesi açık, siyasi gelişmelere eleştiri ve yorum yapabilen, hür iradesiyle sandık başında hiç çekinmeden oyunu kullanan kişileri ifade etmekte. Vasıflı seçmen olmak kimi politikacıların hiç de işine gelmeyen seçmendir. Zira o grup politikacılar, kendi tabirleriyle “balık hafızalı” halkın oylarına muhtaçtırlar. Geçmişte yaptıkları ve söyledikleriyle bu günün çelişkiye düştükleri noktada “dün dündür, bugün bu gün” tavrını hiç çekinmeden takınabilen cinsten politikacılardır. Siyaseti kişiliksizleştiren, sevimsizleştiren de onlardır.
O devir artık kapanmalı, bitmeli diye düşünüyorum. Yeni bir sayfa açılmalı ve en temizinden başlanmalı. İşte bu noktada balık hafızalı olmadığımızı, vasıflı seçmen olduğumuzu göstermeliyiz. Gün bu gündür, diye düşünüyorum…
Yazan:JaneDo Tarih: Tem 19, 2007 | Reply
Son yorumumun ikinici paragrafının ilk cümlesinde “ifa” olarak yazdığım kelime eksik yazılmıştır, doğrusu “ifade” olacaktır.
Akşam yorgunluğuna denk geldi. Düzeltir, yanlış yazım için hepinizden özür dilerim.
Yazan:Arife Tarih: Tem 20, 2007 | Reply
Şu an için seçimden sonraki tabloyu görmeye çalışmak önümüzde duranları gözden kaçırmamıza neden olabilir diye düşünüyorum. Kaygılarınızda haksız değilsiniz ama inşallah o raddeye gelmeyecektir.
Bakın ortalıkta bu günlerde iki anket sonucu tartışılmakta. Bunlardan birinin neticesi AK Parti’nın %48’leri, diğerinin ise %35’leri bulacağını ifade ediyor. Hangisinin gerçeği yansıttığı ise bilinmez. Enteresan olan ise bu iki büyük araştırma şirketinin sahiplerinin ikisinin de CHP’li oluşu. Aralarında %13 gibi bir fark var ki bu akıllara soru işaretleri getiriyor. Planlı bir seçmen yönlendirmesi olduğu gibi bir düşenceye bile kapılmak söz konusu.
Ortada, dengeleri değiştirebilecek kararsız seçmen kesimi mevcut. Burada oyu her an AK Partiye gidebilecek hazır bir kesime, AK Partinin oranını %45 gibi yüksek ve tek başına iktidar olabilcek bir netice sunması ile “AK Parti nasılsa birinci olacak, hiç değilse xxx parti de meclise girsin” düşüncesini vermekte. Bunlar etrafımızda konuşulanlar, tartışılanlar. Yani bir kısım seçmede bu düşünce yerleşmiş bile. Oranını yüksek göstermek sureti ile o partinin oyunu düşürmenin bir yönetimi de bu olablir mi? Durup biraz düşününce hiç de olamayacak bir şey değil gibi görünüyor. Oylar çok önemli, “Atam, izindeyiz” diyenler “izne” bile çıkmadı. Aman dikkat, gevşemeye tahammülü olmayan bir seçim yaşayacağız.
AK Partinin tabandaki havasının kadrolarına yansımadığı görüşü ise elbette endişe verici. Bahsettiğiniz durumlarda parti içinde dağılma mı yoksa kenetlenme mi olacağını ancak o noktada belli olacak. Fakat, Ak Partinin başından bir Erkan Mumcu vak’ası geçmiştir. Bundan ders alınmış ise tedbiri de mutlaka alınmıştır diye varsayıyorum.
Milletimiz için hayırlısı ne ise o olsun. Ve sizin duanızı bir kez daha tekrar ediyorum; Allah bu ülkeyi her ne sebeple olursa olsun kaosa sürüklemek isteyenlere fırsat vermesin.