Good Bye Atatürkçülük
By Mehmet Yılmaz on Ağu 4, 2007 in atatürkçülük, CHP, Kemalizm
Berlin Film Şenliği’nin dünya sinemalarına en büyük katkılarından biri şüphesiz Good Bye, Lenin adlı film oldu. Yönetmenliğini Wolfgang Becker’in yaptığı bu enfes film şubat 2003’te gösterime girdi ama senaryosunun evrenselliği zamanımızı, Doğu Almanya dekoru ise Türkiye’mizi kapsıyor. Zira Backer bu filmiyle politik filmlerin çok ötesine geçiyor, insanın özünde bulunan bazı vasıflara ışık tutuyor.
Filmin kahramanı Alex (Daniel Brühl) Berlin Duvarı yıkılmadan önce Doğu Almanya’da yaşayan bir genç. Tam bir Lenin hayranı ve madalyalı bir komünist olan annesi (Katrin Saß) Alex yüzünden komaya girdikten kısa bir süre sonra Berlin Duvarı yıkılıyor ve yaşadıkları mahalle Doğu Almanya’nın geri kalan kısmı gibi hızla “batılılaşmaya” başlıyor : Meydanlardan sökülen Lenin heykelleri, her köşede açılan Mc Donald’s , duvarlara asılan dev Coca Cola reklamları…
Komünizm rüyasından uyanan Doğu Almanlar gibi Hürriyet yazarı Emin Çölaşan da, AK Parti’nin seçim zaferi üzerine şöyle diyordu :
Demek ki biz uzayda, başka bir gezegende yaşıyormuşuz. Türkiye’nin ve toplumun hiçbir şeyini bilmiyormuşuz! Demek ki insanlar durumdan, gidişten memnunmuş. Seçim günü uzay gemisinden paraşütle, hiç bilmediğimiz bir ülkeye indik. Burasının Türkiye olduğunu öğrendik.
22 Temmuz’da da bir duvar yıkıldı insanların kafasında ve CHP ile birlikte Atatürk’ün isminin ardına sığınan Atatürkçüler’de bu duvarın altında kalanlar arasında. “Atatürk düşmanı, öcü” partiler oyların %80’ini alırken bir zamanlar Atatürk’ün kurduğu ama bugün laikçi, milliyetçi ve devletçiliğin şiarı olan CHP %20lerde kaldı.
Daha önceki yazılarımızda 1930’ların siyasi havasını yansıtan bazı Atatürk ilkelerinin
bugünkü dünyada anlamını yitirmiş olduğunu anlatmış, milliyetçiliğin bölücüğe dönüşme riskinin olduğunu ve o zamanlar belki gerçekçi olsa da bugün devletçiliğin fakirleştirici olduğunu anlatmıştık. Türk halkının günlük hayatına tekabül etmeyen ve Atatürk’ün ölümünden sonra onun adını kullanarak oluşturulan totaliter ideolojilere (ki Atatürkçülük de buna dâhildir) itibar etmeyeceğini birçok aydın, yazar, gazeteci ve akademisyenle birlikte savunduk.
Türkiye’nin seçmenleri en uygar bir biçimde ne istediklerini ve ne isteMEdiklerini ortaya koydular.
Atatürkçülük o kadar folklorlaştı ki Atatürkçüler bile bu ideolojinin tarifini yapmaktan acizler. Meselâ milliyetçilik ve halkçılık ilkelerini ayırd etmek söyle dursun, 6 ilkeyi tam olarak sayabilecek Kemalist dahi çok az. Bu şekliyle Atatürkçülüğün içi boşaldı, her fikre meşruluk sağlayan bir kılıf haline geldi. Yazarlarımızdan Tarık Suat Demren de bu konuyu ocak ayında tartışmaya açmıştı.
22 Temmuz öncesi koparılan fırtınada birlik ve beraberlik adına bayrağımızın alet edildiği “Cumhuriyet Mitingleri” yapıldı. Bu mitinglerde milliyetçilik söyleminin nedenli ötekileştirici olabileceği daha da iyi gözüktü. Bu bayraklı mitingleri “Kırmızı Bayraklı Kız” başlıklı yazısı ile yazarlarımızdan Ekrem Senai de hicvetmişti.
Doğu Alman komünistlerin, bir davaya gönül vermiş bu “yoldaşların” Good Bye, Lenin filminde anlatılan bu şoku atlatması ne kadar zorsa CHP’ye oy vermiş milyonların da herşeyin kılıfı haline getirilmiş Atatürkçülüğün bittiğini anlamaları o derecede zor.
Seçimden sonra konuştuğum CHPli arkadaşlarım her eve kömür ve makarna dağıtıldığını, Güney Doğu’da yaşayan seçmenlere 1000 YTL aylık ödendiğini söylediler. Bu iddiaların yüzlerce Boğaz Köprüsü yapmaya yetecek kadar yüksek meblağlara tekabül ettiğini elbette ki aklı dumura uğramış ve bunu “çüs/oha” nidalarıyla itiraf eden Atatürkçüler düşünemezdi. Deniz Baykal sanki 22 temmuz hiç olmamış gibi “kriz olur, çatışma olur” diye konuşuyor, bazı gazeteler “öcü islâm” imajı vermek için İran’daki idamlarda çekilmiş fotoğraflar yayınlıyorlar. Sanki CHPli azınlığın komadan uyanmasına mani olmak ister gibi.
Good Bye, Lenin siyasî değil insanî bir film. Komünizmin çöktüğünü annesinden gizlemeye çalışan Alex işi o kadar ileri götürüyor ki televizyoncu bir arkadaşıyla sahte TV programları bile hazırlıyor. Bu sahte programlardan birinde annesinin kazayla gördüğü Coca Cola reklamına kılıf uydurmak için aslında çok gizli tutulan formülün bir komünist tarafından icad edildiğini iddia edecek kadar ileri gidiyor.
Kanal Türk, Emin Çölaşan, Bekir Coşkun, Mine Kırıkkanat, Oktay Ekşi, Güngör Mengi’nin seçim öncesinde oluşturdukları Türkiye imajı 22 Temmuzda kağıttan bir şato gibi çöktü. Tıpkı Doğu Alman Alex’in yalan söyledikçe sıkışması, annesine daha büyük yalanlar söylemek zorunda kalması gibi.
Atatürkçülüğün tartışılmazlığı
Ahmet Necdet Sezer ve Yaşar Büyükanıt gibi isimler bu ideolojiyi savunurken “laiklik adam olmaktır” veya “ ‘Ne mutlu Türküm diyene’ demeyen vatan hainidir” mealindeki sözlerle Atatürk ilkelerinin tartışmaya açık olmadığını belirttiler. Bu ilkeleri tartışmaya açmanın dahi rejime dönük bir saldırı olacağını bir çok Atatürkçü beyan etti. Oysa bu altı ilkenin dördü 1927 yılında kabul edilmiş, diğer iki tanesi 1935’te eklenmiştir.
Küller Altında Yakın Tarih adlı kitabın yazarı Mustafa Armağan’dan dinleyelim:
1923’e kadar bu böyle geldi. Meclis’in özellikle Cuma gününe rastlatılan açılışı sırasında Peygamber Efendimiz’in (sas) sakal-ı şerif’inin ve Osmanlı’nın sembolü olan sancak-ı şerifin heyetin önünde taşınması, yurt geneline hatimler okunması, Buhâri-i Şerif hatmi için talimat verilmesi gibi uygulamalara rastlıyoruz. Bu talimat 22 Nisan 1920 tarihli İrâde-i Milliye gazetesinde yayınlanmıştır. Hatta TBMM’de 20 Ocak 1921’de alınan kararda, Meclisin Şeriatın korunması ve uygulanmasını üstlendiği belirtilir. Yani payitahtta bile rastlanmayacak ölçüde “dinci” bir meclis ve İslamcı bir devletin kurulması söz konusudur Ankara’da.
Atatürk Müslüman görünüp sonradan bir gizli ajanda mı koydu yürürlüğe? Yoksa İngiltere ve Fransa’nın baskısıyla İslâm alemine liderlik yapmaktan vaz mı geçti? Her halükârda o bir siyasetçiydi. Gücü elinde tutmak için koşulların gerektirdiği gibi davrandı.
Tartışılmaz ilkeler ihdas etmek elbette devletleri faşizme götürür. Bu faşizm din kisvesi altında olabileceği gibi ırk veya ideoloji kisvesi altında olabilir. Bu bağlamda Humeyni’nin İran’ı, Hitler Almanya’sı ve Stalin Rusya’sı büyük benzerlikler göstermektedir. Üçünde de bir tür üst-akıl ve kutsal devlet mekanizmasıyla devlet halkın üzerine vesayet kurmuştur.Şükrü Hanioğlu anlatıyor :
“… karşı karşıya bulunduğumuz, siyasî sistemimizi derinden etkileyen, toplumsal çatışma zemini hazırlayan mesele kamusal yorum alanında bir tekel ihdas edilerek bu yorumun kavramın aslı olduğunun savunulması ve bunu eleştirenlere “bizzat bu kavramlara karşı olma” suçlamasının getirilmesidir. Bununla da yetinilmeyip, toplumdaki her bireyin Nazi ideologların Nietzsche’den etkilenerek yarattıkları, kutsallık boyutu ağır basan “Staatsideologie” ve bazen bununla eşanlamlı olarak kullandıkları, hikmet-i hükûmet vurgusu daha kuvvetli (Meinecke’nin isim babalığını yaptığı), Staatsräson ya da Japon militarizminin meşhur “Sekaikan to kokkan (Dünya Görüşü ve Ulusun Görüşü)” kavramlarını andıran bir “Devlet İdeolojisi”nin yorum tekeline mutlak itaatinin gerekli olduğunun ileri sürülmesi sorunu daha da çetrefilleştirmektedir.”
Atatürk çökmekte olan bir imparatorluğun tebaası olarak dünyaya geldi. Teknik olarak mutlak üstünlüğe sahip Batı karşısında aşağılık kompleksine kapılan gençler arasında yer alması elbette normaldi. Oysa o yetişkin iken “uygar Batı” 1930’ların faşist Avrupa’sıydı. Bu çılgınlık dünyayı 2 nci Dünya savaşına kadar götürdü. ABD’de de akıl hastalarının öldürülmesi ve kısırlaştırılması yoluyla “ırkın saflaştırılması” gündeme gelmişti. ABD’de zenci veya Yahudi olmak sıradan bir şey değildi. Gene de Atatürk’ün diğer dünya liderleri gibi genel akıma uymasından daha normal ne olabilir? Ama 2007’de Atatürk’ü izlemek 1930’ların “uygar Batı” kavramını izlemekten başka bir şey değil. Şimdiki Atatürkçülerin tutarsızlığı karşısında Engin Ardıç her zamanki üslubuyla soruyor:
“Niçin devrimler “taksit taksit” yapılmışlardır? Ne beklenmiştir? “Halkın olgunlaşması” mı? 1924 yılında cumhuriyeti gönülden destekleyen ama iki karısı olan bir vatandaş, 1927 yılında şapka giyen ve fakat eski yazı kullanan bir vatandaş, 1933 yılında hem şapka giyen hem yeni yazı kullanan ve fakat soyadı olmayan bir vatandaş, 1934 yılında tayyör-etek giyen, tek kocayla evli, mektuplarını Latin alfabesiyle yazan, tango yapan ve fakat meclise seçme ve seçilme hakkı bulunmayan kadın vatandaş, bu tabloda nereye oturacaklardır? Bunlar vatan hainleri midir? Öyle olmalarına “Ankara’dan emir gelmekte gecikmesi” mi yol açıyor?
Ya bugün CHP’ye oy vermeyen yüzde 80 oranında vatandaş nereye sokulacaktır?”
CHP Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü temsil ediyor mu?
Bugünkü CHP’ye eleştirel gözle bakmayı becerebilen Atatürkçüler bir tür nostalji içindeler. “ah simdi hayatta olsaydı böyle olmazdı” diye başlayan yakınmaların ardı arkası kesilmiyor. Halbuki CHP kesinlikle Atatürk’ün “o yıllardaki” çizgisinden ayrılmış değil.
Sabah gazetesinde, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin geçmişiyle ilgili bir yazı dizisi hazırlayan yazar Emre Aköz’den dinleyelim :
“…
[CB seçimi için] Önce Meclis’e seçim kararı aldırıyor. Sonra seçime katılacak adayları tek tek kendisi belirliyor. Ardından Vatana İhanet Kanunu’nu öyle değiştiriyor ki, kendisine karşı bir siyasi oluşum artık imkânsız oluyor. Çünkü Halk Fırkası’nın fikirlerine aykırı siyaset yapmak hainlik addediliyor ve tek parti sistemi böylece getirilmiş oluyor. Mustafa Kemal cumhuriyeti ilan etme ve dolayısıyla cumhurbaşkanı seçilme tarihi olarak da 29 Ekim’i seçiyor. Kısacası, cumhurbaşkanı seçilirken kendisine muhalefet etme olasılığı bulunan Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, Adnan Adıvar gibi isimlerin Ankara’da bulunmadıkları bir günü tercih ediyor. Çünkü o öyle bir dönem ki… Bunlar orduda prestijli olan, İttihatçı gelenekten gelen, savaşı ve siyaseti bilen, silahlı, sert adamlar.
…
Çünkü bir Meclis var ve ona müdahale edip duruyor. Mustafa Kemal birinin başbakan olmasını istiyor, Meclis ‘Hayır, biz onu istemeyiz’ diyor. Her konu, içişleri bakanının kim olacağı bile Meclis’te tartışılıp karara bağlanıyor. Mustafa Kemal’in bu meseleyi halletmesi gerekiyor. Güçler birliği ilkesiyle çalışan Meclis’i ekarte edip kendisi her şeye karar veren ‘tek adam’ olmak istiyor. Zaten bundan sonra da Mustafa Kemal’in çok sık uyguladığı bir taktik var. O da kriz çıkarmak. Nitekim hükümetle Meclis arasında bir kriz yaratıyor ve seçimlere gidiliyor.”
Yani kriz ve çatışma üretmeye çalışan Baykal aslında Atatürk’ün yolunu izliyor. Ona yardımcı olmaya çalışan kurumların da aynı ideolojiyi aynı yöntemlerle savunduklarını söylemenin fazla riskli olmayacağı kanaatindeyiz.
CHP bozuldu mu?
Şimdilerde CHPlilerin bir kısmı Baykal’ı suçluyor ve yeni bir parti kurma hazırlığına giriyor. CHP’nin halktan ve sosyal demokrasiden uzaklaştığını gitgide daha çok duyuyoruz. Gerçekte Atatürk’ün kurduğu ve onun yolundan hiç ayrılmayan bu parti kurulduğu gün neyse 2007’de de o.
Mustafa Armağan anlatıyor:
“…Tek Parti devri, malum. 1946 seçimleri ise tam bir rezalet. Halk Demokrat Parti’ye oy verdiği halde yine CHP’yi seçmiş gibi gösteriliyor. CHP hiçbir çok partili seçimi kazanmış değil, Ecevit’in 1977’deki yüzde 42’si hariç…1946’dakine seçimi kazanmak diyemeyiz zaten 1950’de ilk serbest seçim yapılınca durum bütün açıklığıyla ortaya çıkıyor. İşte halkın o hıncı bence bugün de devam ediyor. Topluma rağmen bir şeyler yapma, topluma dayatma tavrına karşı halk da o zamanlardan beri tavrını koyuyor CHP’ye.
Türkiye 1935-1938 arası parti devletidir adeta. Her ildeki CHP il başkanı valinin üzerine çıkarılır. İlçelerde kaymakam ona bağlıdır. Böyle olunca da devlet adına yapılan olumsuz icraatın da faturası CHP’ye çıkıyor. Aslında CHP, Milli Mücadele’nin rüzgârını arkasına alarak kurulmuş olmasına rağmen bu ödünç destek hariç hiçbir zaman halktan destek görmedi.
CHP Genel Sekreteri Recep Peker, Atatürk’e partinin genel sekreterinin cumhurbaşkanından daha yetkili olduğu Rusya modelini teklif ediyor ve ima yollu şunu söylüyordu: Sen artık sembolik başkan olarak kalacaksın. CHP genel sekreteri Komünist Parti genel sekreteri gibi olsun. Bu, aslında ciddi bir tehdittir. Atatürk bu tüzük değişikliğini kabul etmediği gibi Peker’in bakanlıktan da istifa etmesini istemiştir (15 Haziran 1936). Ancak bu derece ciddi bir tehditte bulunmasına rağmen Recep Peker Parti’den istifa ettirilmiyor, hatta İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde Başbakan yapılarak ödüllendiriliyor bir manada…”
CHP’nin geleceği
CHP’nin hiç bir geleceği yok Türkiye’de. Ne geçmişte ne de bugün halkıyla bütünleşememiş bir siyasî parti’nin hiç bir zaman iktidar olamayacağını görmek için siyasetbilimci olmaya da gerek yok. Deniz Baykal’ın bizzat Diyanet-Sen Genel Başkanı Ahmet Yıldız’a aktardığına göre : Trabzon’da 3 Kasım seçimlerinde milletvekili adaylarının yolu bir köye düşmüş. Köyün girişinde elinde su kaplarıyla yürüyen yaşlı bir kadına rastlamışlar. Adaylar, kadının kaplarını taşırken kadın ‘Siz kimsiniz?’ diye sormuş. CHP’li olduklarını söyleyince kadın hışımla su kabını geri almış ve ‘O benim abdest suyumdu.’ diyerek dökmüş.
Sonuç
Türkiye’de yaşayan insanlar üzerinde etkili olabilecek siyasî söylemler sadece onların sorunlarını çözecek olanlardır. Artık halkımız tarifi belirsiz “çağdaş uygarlık hedefi” veya “rejim tehlikesi” gibi masallara karnı doymuş vaziyette. Kendisini “baba, bacı” ilân eden kasaba politikacılarının son kullanma tarihi geçti. İnsanlar adeta bilinçli bir yatırımcı gibi parti liderlerinden açıklama bekliyor :
1) Vizyonunuz var mı?
2) Projeleriniz nelerdir?
3) Hangi yöntemlerle hedeflerinize ulaşacaksınız?
4) Benden ne bekliyorsunuz?
5) Riskler nelerdir?
Atatürkçülük ideolojisi Berlin Duvarı’nın altında kalan komünizm gibi devrini kapattı. Bu ideoloji artık doğduğu 1930’ların düşünce akımlarıyla birlikte değerlendirilmeli, bir kurtuluş yolu veya bir sihirli değnek gibi gösterilmemeli. Mustafa Kemal Paşa’nın ise layık olduğu biçimde anılmasının zamanı artık gelmiştir. Bir Osmanlı Paşası, başarılı bir asker, hatasıyla, sevabıyla bir siyasetçi. Bir tanrı gibi gösterilmeye çalışılan bu insanın hatırası da maruz kaldığı haksız saldırılardan bu şekilde kurtulmuş olacaktır.
Memleketimiz için hayırlı işler yapmış olan bu kulu için O’ndan rahmet dilemek ve günahlarının affedilmesini niyaz etmekten başka bir şey gelmez elimizden.
Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
Maymunist imanla nereye kadar?
Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.
43 Yorum
Yazan:ridvan Tarih: Ağu 4, 2007 | Reply
sevgili Mehmet Bey, teşekkür ederiz. dilerim bu gerçekleri insanlarımız anlar.yazı ve alıntılar çok gerçek ve açıklayıcı örnekler, olaylarla dolu idi. Son paragrafta yazdığınız kelimeler ne kadar yerinde ve o değerli rahmetliye uymuş. bizlerin terbiyesini aynen aktarmış
“Mustafa Kemal Paşa’nın ise layık olduğu biçimde anılmasının zamanı artık gelmiştir. Bir Osmanlı Paşası, başarılı bir asker, hatasıyla, sevabıyla bir siyasetçi. Bir tanrı gibi gösterilmeye çalışılan bu insanın hatırası da maruz kaldığı haksız saldırılardan bu şekilde kurtulmuş olacaktır.
Memleketimiz için hayırlı işler yapmış olan bu kulu için O’ndan rahmet dilemek ve günahlarının affedilmesini niyaz etmekten başka bir şey gelmez elimizden.”
Allah’a emanet olun.
Yazan:Mehmet Edebali Tarih: Ağu 4, 2007 | Reply
Mehmet Bey elinize sağlık.
Yazınızın milliyetçilikle ilgili kısmına bir temasta bulunmak istiyorum.
Aslında milliyetçilik, milli olmak ülke insanını bir arada tutan tutkallardan biridir.
Bu dönemde bu kavramın üzerine gidilmesinin en önemli sebebi, aslında ulusalcı dediğimiz “milli olmayan” unsurlara hizmet eden, ülkenin birlik ve bütünlüğünü tehdit eden eylemleri gerçekleştiren insanlar.
Bizim sorunumuz is AB konusu gibi, Kıbrıs konusu gibi hassa meseleleri “milli kanaldan” insanlara anlatmakta zorluk çekmemiz.
Çünkü bu meselelerin istismarı çok kolay oluyor.
Seçim sonuçları ise şimdilik halkın bu durumu ekseriyetle analiz edebildiğinin bir göstergesi.
Önümüzde bir 5 yıllık fırsat daha var bütün olması gerekenleri anlatabileceğimiz.
Muhabbetle…
Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Ağu 4, 2007 | Reply
Sayin Edebali,
Samimi olarak size sormak ve sorgulamak istedigim bir nokta var :
“milliyetçilik, milli olmak ülke insanını bir arada tutan tutkallardan biridir.”(M.EDEBALI)
sözünü biraz açar misiniz?
“Millî” nedemektir? Türkiye’ye çok yararli bir kisi/kurum/proje/dava millî olmasa bundan ne çikar?
Yazan:Haydar Tarih: Ağu 5, 2007 | Reply
Siemens ne yapar?
Siemens asansor insaa eder.
Sonrada bir kullanma kilavuzu yazar.
Bu kilavuzda “Birmarck’cılık ilkelerine gore dugmeye basınız” diye birsey yazarmi?
Yazmaz.
***
Anayasa nedir?
Anayasa; Bir devletin kullanma kilavuzudur.
Bu kadar.
Kim kullanir?
Bireyler.
Yani: bireyler bir araya gelip devletini insaa eder, sonrada bu mekanizmanin nasil calisacagini bir kilavuza yazar.
***
Dunyada 200 ulke vardir. Bu ulkelerin hepsinin oyle veya boyle birer anayasasi veya onun yerine gecen bir tur belge yani kullanma kilavuzu vardir.
Bu anayasalardan sadece 3 unde bir sahis ismi gecer; biri Humeyni, digeri Kim-il Sung… digerinide iyi tahmin ettiniz.
***
Turkiyenin Kim-il Sung ve Humeyninin bulundugu ligden cikmasinin zamani coktan gecmistir.
Yazan:flea Tarih: Ağu 5, 2007 | Reply
Haydar baba, büyüksün:)
Yazan:arif Tarih: Ağu 5, 2007 | Reply
Mehmet bey, 1920 koşullarında bir imparatorlu
ğun dünya egemenlerince dağıtılmasına, o günün
koşullarının elverdiğince direnmiş; Ve adeta
bir enkazdan yeni bir başlangıç yaratmış bir
liderden sözediyoruz. Bugünkü gelmiş olduğumuz
nokta ve demokratik kazanımlarda da ogün atılan
temellerin katkısı olduğunu unutmayalım. Bugün
geldiğimiz noktada Kemalizm denen ve Atatürk
sonrası İnönü, Peker vd. gibi şahsiyetlerin
çabası, biraz marksist, biraz faşist bir ideolo
jiyi Atatürkle ilintilendirmekten özenle kaçınılmalıdır.Bu ideolojiyi Türkiyenin atılım
yapmasını engelleyici bir vesayet düzeninin payandası olarak kurgulayanların locaları, ancak Atatürk zamanında kapatılabilmiştir unutmayalım. Anadolu mayası denebilecek Selçuk ve Osmanlı mirasının yeniden yükselebil
meside bu özeni kaçınılmaz kılıyor. Osmanlının
dağılmasındaki Vahabi etkisi hatırlanırsa bunun
mahiyeti anlaşılabilir. Horasan erenlerinin pak
dini yorumlarının tecellisi olan bu Türk medeniyetini tarihe gömme misyonunda; Latin-Hristiyan damar ile Vahabi-Selefi damar ortak
rol oynamışlardır. Atatürkün Anadolu tarikatlarına yakın, ancak selefi aşırılığa uzak tavrıdırki bazı yanlış reform arayışlarını
tetiklemiştir. Ancak bunlar pragmatik bir liderin bağımsız bir devlet yaratma çabalarıdır
Hatalarıyla, sevaplarıyla Türklerin haytının en
değerli liderlerinden biridir Atatürk. Alpaslan
Fatih silsilesinden sayılmalıdır. Dikkatinizi
bu vesile ile güncel bir gelişmeye çekmek isterim. Son derece pragmatik ve ilerlemeci bir
parti olarak AK Partiye asıl taarruz bundan böyle Tekfirci selefi bir çizgiden gelebilir.
Atatürkle illiyeti olmadığı sırıtan, halkına yabancı, monşer tabiatlı bir ideoloji haline gelen Kemalizm, AKP nin ve Türkiyenin önünü kesmek için etkili bulunmayabilir önümüzdeki süreçte. Asıl engellemenin tekfirci bir aşırı
‘dincilik’ marifetiyle yürütülmeye çelışılacağı
ndan endişe ederim. İsraile karşı kurulduğunu
iddia edip, bugüne kadar İsraile karşı tek bir eylemi olmayan El-Kaide benzeri şer ile karşılaşmayız umarım. Kemalist ideoloji ile Atatürkü ilişkilendirmek, tevhidi tedrisat dışı
eğitimle kodlanmış zihinleri tahrik etmekten başka hiçbir fayda getirmez.
Yazan:bercenay Tarih: Ağu 5, 2007 | Reply
oncelikle,yazınızın baslıgı hosuma gitmedi.
yazınızın iceriginde dogru olan taraflar var ancak dogru olmayan taraflarda az degil.
turkiye cumhuriyeti varoldugu surece ataturkculukte varolacaktır.ataturk’un bir cok soylemi evrensel nitelik tasır ve her zaman gecerlidir.
gidecek olan birileri varsa ataturkculugu kendine malzeme olarak kullananlardır.
Yazan:Mehmet Edebali Tarih: Ağu 5, 2007 | Reply
Mehmet Bey,
Belki yanlış anlaşılmış olabilirim.
Benim kastettiğim “milli” lik, samimiyetle bu ülkeye sahip çıkan, bu millete sahip çıkan, bu ülkenin aydınlık geleceği üzerine hayal kuran vb. daha bir çok sıfatla sayabileceğimiz vatandaş, kurum, dernek, projedir.
Ben derim ki Tayyip Erdoğan ne kadar milli ise, Hrant Dink, Mehmet Altan (bu isimler sadece örnektir) da o kadar millidir.
İlhan Selçuk, Emin Çölaşan gibiler ise ne kadar gayrı milli ise, Haydar Baş, bilmemneler de o kadar gayrı millidir.
Verdiğim isimler üzerinden benim “milli” yorumumu tekrar değerlendirirseniz sevinirim.
Yine açıklayıcı olmadıysa tekrar bir yorum yazıyım.
Ha ayrıca, milliyetçiliğin bir tutkal olduğu konusunda ise diyeceğim şudur:
Kesinlikle ırkçı, etnik bir düşünceden bahsetmiyorum ben.
Bu topraklar üzerindeki her unsuru bir arada toplayabilecek ortak değerler, vatan sevgisi, bayrak sevgisi gibi.
Saygı ve Muhabbetle…
Yazan:aydın vatandaş Tarih: Ağu 5, 2007 | Reply
Sn Bercanay,
Türkiye Cumhuriyeti var oldukça varolmaya devam edecek olduğunu iddia ettiğiniz “Atatürkçülük” nedir? Ben bu soruyu yıllardır kendime ve çevremdekilere soruyorum inanın daha “Atatürkçülük” olarak altı ilkenin adından başka birşeyin zikredildiğini duymadım. Laiklik denir ama laikliğin ne olduğu konuşulmaz. Zaten Türkiye Cumhuriyetinde laikliğin eseri yoktur. Bir tarafta laiklikten sözedilir öbür tarafta devlet tarafından maaşları ödenen 70 binden fazla ruhban.
Örneğin devrimcilik ilkesi. Bu nedir, ne anlama gelir. Bahsi geçen Kemalist devrimin desteklenmesi, benimsenmesi ve kabulümüdür, yoksa sürekli bir devrim döngüsümü söz konusudur? Söz konusu altı ilkenin tümüne yönelik olarak benzer sorular sorulması mümkündür.
Kanımca esas olan Atatürk’ün bu altı ilke ile neye ulaşmak istediğinin anlaşılabilmesidir. Zaten kendisi de ulus için hedef (amaç) olarak muasır medeniyetler seviyesi ve ötesini göstermiştir. Bu altı ilke olsa olsa bu amaca ulaşabilmek için bir araçlar listesidir. Bu araçların evrensel olduklarını iddia etmek son derece saçma olacaktır. Örneğin devletçilik ilkesi eninde sonunda merkezi planlamacılığa götürür ki bu da kaynak tahsisi konusunda serbest piyasa mekanizmaları kadar esnek veya verimli değildir.
Atatürk’ü tabulaştırmanın yolu onun söylevlerini ve davranışlarını tabulaştırma ile başlar. Ne zamanki bir birey olarak Mustafa Kemal Atatürk’u her daim mutlak olarak en doğru, en iyi, en güçlü, en zeki, en… en……. hale getirirseniz bu sefer onu ilahlaştırmış olursunuz. Kendisi bir beşerdir. Her beşer gibi hata yapma yetisine ve lüksüne sahipti ve nitekim yaşamı boyunca hatalar da yapmıştı…. Atatürkçülüğün Türkiye Cumhuriyeti varolduğu sürece varolacağı konusundaki kabülünüz bir tarafa bence düşünülmesi gereken birşey var, o da Atatürkçülük üzerinde bu kadar ısrarlı olunmasının Türkiye Cumhuriyeti devletinin bekası konusunda ne tür bir etkisi olacağıdır.
Yazan:Haydar Tarih: Ağu 6, 2007 | Reply
Evrensellik kelimesinin tezati nedir?
Dar alan
Limitli
Hudutlu
Kısıtlı…
***
Ataturk ilkeleri nedir?
Milli Kutuphane sitesi yazmis.
1-Cumhuriyetcilik
2-Halkcilik
3-Laiklik
4-Devrimcilik
5-Milliyetcilik
6-Devletcilik
Yani CHP nin 6 oku.
Yani bir siyasi partinin parti cizgisi.
Birbaska parti bu cizgiyi oldugu gibi aliyormu?
Hayir.
Bu ilkeler bir Anayasada var birde CHP nin programinda… bu kadar kısıtlı.
Kısıtlı olan birsey evrensel olabilirmi?
***
Anayasa Madde 42:
Evrensellige buyrun!
Boyle egitim birakin Evren’i, Dunya tarafindan kabul edilmedigi gibi, Avrupada, hatta Ortadoguda hic bir ulke tarafindan ilgi gormuyor.
…ama yinede “Evrensel”.
***
Bir Turk Dunyaya bedeldir gibi bisey vesselam.
Yazan:Haydar Tarih: Ağu 6, 2007 | Reply
Sayin Mehmet Yilmaz sadece can alici tartisma konularini, ogretici meseleleri bize getirmekle kalmiyor bunlari sarkastik bir makamda icra ederek mesajini okunur hale getiriyor.
Bir kere daha tesekkur etmek isterim.
Haaa, bu arada; resimdeki Baykal’in goz stresini yeni farkettim.
Allah iyiliginizi versin… nereden akliniza gelir bu detaylar.
Yazan:MY Tarih: Ağu 6, 2007 | Reply
Sayin Edebali,
Ne mutlu bana ki sizi yazilarinizdan taniyorum ve savundugunuz degerlere büyük ölçüde katiliyorum. Ama verdiginiz isimlerle pozisyonunuzu bildirmeniz iyi olmus, yeni gelen arkadaslar da vakit kazanir.
Bu milli kelimesini “gidiklamak” istemekteki amacim da sizin (ve diger arkadaslarin) bilginizden ve tecrübenizden istifade etmek. Farkli bakis açilarina ihtiyacim var. Zira MiLLiYETÇiLiK konusundaki fikirlerim “mermere kazinmis” kadar kesin fikirler degil.
Aklima takilan meseleler sunlar :
1) Bir müslüman olarak Türkleri diger milletlerin ne kadar üzerinde tutabiliriz?
2) Veda Hutbesi’nde Peygamberimizin bizi kavimcilige karsi uyardigi yerler var. Bu uyarilari dikkate alarak da milliyetçi kalmak mümkün mü?
3) Bediüzzaman’in ‘bir salih Kürt’ü binler fasık Türk’e, bir salih Türk’ü binler fasık Kürt’e tercih ederim’ seklindeki sözü ile “ne mutlu Türk’üm diyene” nasil bagdasacak?
4) Sizin deyiminizle “samimiyetle bu ülkeye sahip çıkan, bu millete sahip çıkan, bu ülkenin aydınlık geleceği üzerine hayal kuran” insanlara neden bir isim/etiket koymak zorundayiz? Bu zaten herkesin ödevi ve hakki degil mi?
Bu ETiKET meselesi özellikle önemli. Zira bu ülkenin ekmegini yiyen herkes zaten bu ülkeyi seviyor ve asgari bir vefa duygusu içinde. Meselâ sizin de dediginiz gibi Hirant Dink’in vatan sevgisine hepimiz sahidiz. Tabi PKK militanlari veya fanatik Türk irkçilari gibi cinnet içinde olan insanlari bu “herkes” in disinda tutuyorum.
Bazi Türkler diger Türklerden daha iyi “Türk” olabilir mi ki biz “milliyetçiyiz” diyerek bunu belirtmek gerekiyor? Mesela annemizi, babamizi sevdigimizi herkese ilân ediyor muyuz?
Vakti gelince onlara hizmet ederiz, hallerini hatirlarini sorariz. Ama Anneci/babaci veya Aileci diye bir kavrama gerek var mi?
Bu etiket konusu bence ters tepiyor. Meselâ bir arkadasimiz yerli yersiz “benim karim çok namuslu, bu mahallenin en ahlakli kadini benim karimdir ” demis olsa bir zaman sonra insanlar alinmaya baslamaz mi? “Ne demek istiyorsun kardesim?” diye sormazlar mi? Biz “Türkler akilli, çaliskan vb” dedikçe Kürtler “bizim basimiz kel mi?” diyorlar. Birlik ve braberlik isterken bölücü oluyor millî söylemler. Meselâ Kürt millyetçiligini kiskirtiyoruz.
Istanbul’a son geldigimde agzim açik kaldi. Inanilmaz büyüklükte o Türk bayraklarina hayretle baktim. Istanbul 1453’ten beri zaten bir Türk sehri degil mi? Kime neyi ispat etmeye çalisiyoruz? PKK bu bayraklari görünce korkacak mi? AB veya ABD bize baski yapmaktan vaz mi geçecek?
Bu bayraklardan 20 tane filan gördüm. Bilmiyorum kaça dikiliyor bir tanesi. Bana yerli yersiz dikilen Atatürk heykellerini hatirlatti.
Fakir insanlarimiza yardim etmek gerekirken bu heykel ve bayrak fetisizmi yüzünden harcanan paralara acidim. Ya ben Türkiye’yi yeterince sevmiyorum ya da toplumumuzda bir hastalik bas gösteriyor diye düsündüm.
Buraya neden “milli” ve “milliyetçi” olmamiz gerektigini anlatan bir yorum yazarsaniz sevinirim.
Muhabbetle
Yazan:bercenay Tarih: Ağu 6, 2007 | Reply
aydın vatandaş ve Haydar bey’e;
sizlerden ricam asagıda verdigim linkleri okumanız ve anlamaya calısmanız.ataturkculuk evrensel nitelikler tasır.hatta zahmet edip okursanız,bugun bile gecerli olan sozleri,dusunceleri,idealleri oldugunu gorebilirsiniz.sorun ataturkculukte degil,yukarıda soyledigim gibi ataturkculugu kendi cıkarına kullananlarda.
size kendimden bir hikaye anlatayım.gecmis yıllarda bir yılbası oncesinde takvim bastırmaya karar vermistik.surekli manzara resmi bastıran ben,bu defa ataturk resmi koymak istemistim ancak babam buna izin vermemisti.
neden diye sordugumda,bana boyle seyleri solcular yapar demisti.bizlere empoze edilen seylere bakarmısınız,gecmiste bizleri ortak degerlerimiz uzerinden kutuplastırdılar.ama artık bunları astık.
ben sag goruslu,muhafazakar biriyim.ancak aynı zamanda ataturkcuyumde.benim gibi olan cok insan var hatta bizler ezici cogunlugu olusturuyoruz.
ortak degerler uzerinden kutuplasma olusturmayalım.sorunu iyi analiz edip,cozumu dogru yolda aramak gerekir.
ataturk ilkerine buradan bir bakın.
http://www.ataturk.net/cumh/index.html
bizzat ataturk’un kendi agzından bu ilkeler nelermis anlarsınız.
evrensel soylemlerine de buradan bakın.
http://www.onderataturk.com/ozdeyisleri.html
bugun hala gecerli olan sozlerine belkide sasıracaksınız.
son olarak ataturk’u gercekten anlamayı deneyin.
ataturkculugun ne demek oldugunu anlayacaksınız,umarım.
Yazan:ahmet yavuz Tarih: Ağu 6, 2007 | Reply
Good Bye Lenin filmini bir avuç insanla İstanbul’da köhne bir salonda 2003 yılında izlemiştim.. devrini iyi yansıttığı, o parçalanmişlığı derin tahkiye ettiği muhakkak..
ancak, böylesi bir filme atıf yaparak Türkiye üzerine yorum geliştirmek, maksadını aşan bir durum oluşturmuş.. bu nedenle yadırgadığımı ifade etmeliyim..
Köklü bir devleti tek bir insanla yad etmek, hem tarihe, hem devlete, hem de millete haksızlık olduğunu da eklemeliyim.. Bu nedenle Atatürk Türkiyesi tabirinin yanlışlığı vakidir ve sıklıkla tekrar edilmektedir.
Evet, kurulduğu dönemde dünyada etkileşim içinde olduğu devletlerin siyasi rejim tercihlerinin bizim buraları da etkilemiş olduğunu unutmayalım.. yaşadığımız sorun ne Atatürk ne de devamedegelen devlet sorunudur.. sorun rejim sorunudur.. adı Cumhuriyet olarak konsa da Oligarşik monarşik meşrutiyet olan rejimin kelimenin tam anlamıyla cumhuriyet kılınması sorunudur.. tebadan vatandaşa geçilmesi diye nitelendirilse de, tebadan kula geçilmesi sorunudur, ve bu sorun teba olmaktan daha tehlikelidir.. halkın devlet için varolması sorunudur.. insan merkezli olmayan yapı sorunudur..
Anayasa bir devlet kullanım kılavuzu değildir.. Anayasa tek tek fertlerin, aynı çatı altında yaşama iradesinin ortak yansımasıdır.. Anayasa tüzel kişiliğe devredilecek hakların niteliği ve niceliği sorunudur.. bu konuda bireylerin gönüllülüğü sorunudur.. ortak çatı bulma sorunudur.. Bunun için Anayasalar öncelikle temel hakları kapsarlar ve yazarlar.. sonra devlete bırakılan yetkileri ve bunların kullanım usulünü.. Benim sizinle aynı çatıda bulunmam için ortak olan değerlerimizin ön plana çıkarılmasıdır ve buna karşı benim şahsi rızamdır..
Bye Bye Atatürk yanlıştır.. çünkü Atatürk hepimizin saygı duyduğu bir insandır.. Atatürk’ü diğer iki liderle mukayese etmek haksızlıktır… Bu yazarın çok iyi anlayacağı gibi tipik bir “la tete turque” fenomenidir.. bouc emissaire arama çabasıdır ve sorunun esas müsebbibini ihmal etmektir.. Atatürk’ü şahsi emellerine alet eden ve asıl sorunu gözden kaçırmayı deneyenlerin ekmeğine yağ sürmektir.. Başlık atılacaksa eğer, ve başlık atılmayı gerektirecek bir mantalite değişikliği göreceksek eğer Türkiye’de bu Bye Bye İnönü ve tayfasıdır..
Mekanın darlığından ve zamanın noksanlığından açamıyorum, az kelam çok düşünme..
Bir de yaşanılanlara bu gözle bakılsa ve Atatürk rahat bırakılsa.. Neticede o tarihi bir şahsiyet olarak tarihin şeref levhasında yerini almıştır.. kabul edilsin veya edilmesin
Yazan:Mehmet Edebali Tarih: Ağu 6, 2007 | Reply
Mehmet Bey,
Teşekkür ederim.
Dünkü yorumumda beyan ettiğim üzere benim “millilik”,”milliyetçilik” anlayışımda kesinlikle kavimcilik, ırkçılık, Kürkçülük veya Kürtçülük yoktur.
Hrant Dink’i, Ahmet Altan’ı sizi ki bu örnekleri çoğaltabiliriz, bir çok rengi bir arada tutan vatan sevgisi vb. kavramlar vardır.
Bu ülkenin gayrı milli unsurları bitmek bilmek tükenmez oyunlarla, Hrant Dink’le benim arama, Ahmet Türk’le sizin aranıza, Ahmet Altan’la Tayyip Erdoğan arasına şeytanı kıskandıran fitneler soktular.
Bugün ise bu insanlarla ortak noktalarda, saphiplendiğimiz ortak değerler üzerinde birleşebiliyoruz.
Milliler olarak…
Ne mutlu bize:)…
Muhabbetle…
Yazan:Haydar Tarih: Ağu 7, 2007 | Reply
Bugunku Radikal Gazetesinin bas haberini ibretle okuyun derim.
Dun bahsettigim gibi
Anayasa Madde 42:
***
Olacagi bu!
Yazan:MY Tarih: Ağu 7, 2007 | Reply
Sayin Bercenay, Sayin Yavuz,
bizim Atatürk ve Atatürkçülük hakkindaki bilgilerimizin çogu Nutuk’a indekslidir. Bunun aksinde yazilan kitaplar yasaklanabilir, yazarlar üniversiteden atilabilir.
Gene bildiginiz gibi Yurt disinda Atatürkilkelerine aykiri bir ders almis olanlarin master veya doktoralari geçersiz sayilabiliyor.
Haliyle Atatürk bizzat ne yapti, baskalari onun adina ne yapti? Bunlar çok iyi bilinemiyor.
Mesela Kazim Karabekir’in Kurtulus Savasi anilari basildigi yillarda (ki Atatürk hayattaydi) toplatilmis ve yakilmis. Bu kitap su anda serbestçe satiliyor. Karabekir’e göre Nutuk’un en az yarisi yanlis.
gene Atatürk’ün sagliginda Mimar Sinan’in mezarinin açilip kafatasinin ölçüldügünü de biliyoruz.
Yani okul kitaplarimizdaki Atatürk ile gerçek Atatürk arasinda bazi farklar olabilir.
Saygilarimla
Yazan:MY Tarih: Ağu 7, 2007 | Reply
Bütün kemalist arkadaslarin bu yaziyi okumalarini tavsiye ederim.
Mehmet Altan, Star
05.08.2007
Yazinin tamami için : http://www.ikincicumhuriyet.org/arsiv/arsiv7919.htm
Yazan:arif Tarih: Ağu 7, 2007 | Reply
Mehmet bey asıl olan Kemalist ideolojinin ne
maksatla formüle edildiğini kavramak. Bu sözde
ideoloji: Türkiye’nin potansiyel gücünü sınırla
mak ve lider ülke değil, Egemen ülkeler mandası
pasif,milli ve kültürel değerlerinin inkarı ile özüne yabancılaşmış problemlerini çözemeyen
bilakis psikolojik bunalımlarla sürekli krizler
yaşayan bir ülke haline gelmesini hedefliyor.
Yalnız bunu Atatürkle ilişkilendirirken; bu ucubeyi yaratanların bunu etkin kılmak adına,
gerek Kemal isminden hareketle, gerekse Vahabi
aşırılığa karşı o günkü tepkilerle düşülmüş kimi yanılgılarında öne çıkarılması marifetiyle
Kemalizm ile Atatürk arasında illiyet kurulabi
liyor. Kemalizm İnönü-Peker çizgisidir. Teslimi
yetçi karekterlidir. Her dönemde her taktiği de
neyebilir. Çok partili demokrasiye geçişi de
sahiplenir, milli şefliğide. Bence kavranması
gereken Türkiyenin bu ideoloji kullanılarak egemenlere ilişkilendiriliyor olması. İslamın
Türkleri geri bıraktığı ana teması ile besleni
yor. Göz boyamak maksadı ile milliyetçilik,
bağımsızlıkçılık sloganlarına sarılıyor. Cumhuriyet mitinglerinin finansmanı aydınlanır
ise birgün, bu ideolojinin foyasıda ortaya çıkar. Yalnız Sami Selçuk’da dünkü yazısında
değindi. Atatürk’ün manevi etkisi milletin
sinesinde geniş yer tutuyor. Atatürk üzerinden
bu sahte ideoloji ile hesaplaşmak yarar getirmez. Atatürkün son dönemde İnönü, Peker
ekibini tasfiye etmeside bunları durduramamıştı
Zira dayandıkları güç tamda Kurtuluş savaşında
alt edilen güçlerdir ve hiçde hafife alınmaya
gelmezler. Nasılki bir Fatihizm yoktur Kemalizmde olmayacaktır. Kardeşlerin katli fermanı nasılki büyük Fatihi küçültmez ise, bazı dava arkadaşlarının tasfiyeside Atatürk’ü
küçültmez. Osmanlıda buna: Mülk için böyle olur
derler. Bu mülk şişlideki apartıman değil elbet
alemlerin Rabbini temsilen yeryüzündeki adaletin tesisini sağlayan Devlet mülkü.Yinede
özün özü, Kemalist kodlama vesayet sisteminin
sürmesini sağlıyor ve bu Atatürkün tamda uğrunda savaştığı milli bağımsızlığın askıya alınması
halidir ve buna karşı çıkmak en azından Atatürk’e saygıyı gerektirir. Hürmetlerimle.
Yazan:MY Tarih: Ağu 7, 2007 | Reply
Arif Bey, tesekkürler, önemli noktalara temas etmissiniz. Özellikle asagidaki sözünüzün altini çizmek isterim :
“Atatürk üzerinden bu sahte ideoloji ile hesaplaşmak yarar getirmez.” (ARiF)
Heyhaat haklisiniz. Katlanmak zorunda kaldigimiz zorluklarin ne kadarinin bizzat Atatürk’ten geldigi, ne kadarinin ise Inönü-Peker çiftinin isi oldugunu paylastirmak zor su an.
Harf devrimi konusu basli basina bir tartisma konusu meselâ.
Gerek Anadolu’da gerekse Fransa’daki gurbetçilerde büyük bir Atatürk saygisi var. Bunu konustugumuzda esasen “vatani kurtardi” seklinde bir vefa duygusu ortaya çikiyor. Ama iyi ki “sapka giydik” veya “tango yapmayi ögrendik” gibi “çagdaslasma” hareketlerini destekleyen bir söylem duymadim :))
Sanirim halkimiz komutan Atatürk’ü seviyor. Devrimci Atatürk’ü ise o kadar tanimiyor.
Bilmiyorum katiliyor musunuz?
Yazan:arif Tarih: Ağu 7, 2007 | Reply
Mehmet bey geçmiş önemli elbette. Mesela Çelebi kardeşlerden Musa’ya karşı, bizans Mehmet çelebiyi destekliyor. Mehmet Çelebide
Bu destekle Musa çelebiye galebe çalıyor.Ancak
Mehmet çelebidirki Osmanlıyı tekrar derliyor ve Torun Mehmet Bizansı feth ediyor. Yani geçmiş didiklenirken hatalar sevaplar mutlaka
olmuştur. Harf inkılabı mesela pekçok alimi bir
gecede cahil durumuna düşürmüştür. Ancak bugün
ilim ve fende batı ile yarışır duruma yeniden
gelmemizde bu devrimin payını unutmayalım.
Tedrici bir geçiş olabilirmiydi? Maalesef olamıyor. Toplumsal yeniden yapılanmalar yıkıcı
etkilerde barındırıyor. Geleceğe bakmalı, Atatürk’ten sonra ayağa
sarılan prangadan kurtulmanın gerçekçi yolunu
bulmalıyız. Sadık Yalsızuçanlar Zamanda yazdı,
Anadolu damarı adını verdiği bir çizgiden bahisle, bu çizgiye gönül rahatlığıyla Atatürkü
de oturtabiliriz. Haksızlıklarla mücadele refleksi bu muazzez dinle tanıştıktan
sonra artarak karekteri olmuştur milletimizin.
Bir partiye yapılan haksızlığa, kaynağı belli
olmayan paralarla organize edilen mitinglere,
azdırılan teröre, muhtıramsı garabetlere karşı
millet sandıkta akil bir cevap verdi. Tüm dünya
ilgiyle izliyor AKP liderliğini. İslam adınada,
barış ve demokrasi adınada adeta bir siyaset laboratuvarındayız. 1 Mart tezkeresi. AB ile
müzakere süreci, yerel yönetim başarıları,
seçim kazanımları, İslamla barışık ama islamcı
olmayan yaklaşımın yarttığı şaşkınlık. AKP eliy
le İslamcıların sisteme entegre edildiği kuşkusu. Güçlü bir siyasi figürün Cumhurbaşkan
lığını nasıl etkileyeceği. Bu etkinin iç ve dış yansımaları. Mutlak liderliği adım adım
yaklaşan Ekonomik alanda ilk on, siyasetten
uzaklaşmış ve profesyonelleşmiş güçlü bir ordu,
öyle çok yakın gelecek açılımı önümüzde duruyorki. Atatürk’ü yattığı yerde huzur içinde
bırakıp bu açılım fırsatlarını ve risklerini nasıl yönetiriz ona bakmalıyız. Kemalist ideoloji bu açılımları okuma adına hiçbir katkı
sunamıyor. Sadece çatışma ve yol kesme adına
ses veriyor o kadar.
Yazan:Haydar Tarih: Ağu 7, 2007 | Reply
Sayin Bercenay,
Gazetelerde TV ekranlarinda gordugunuz bir Afganistan var.
Aslinda orada, ornegin Kandaharda gordugunuz seyler 1920 lerin Turkiyesinden, Samsunundan hicde farkli degildi.
Bugunku Samsun ile Kandahar arasindaki fark akil almaz boyutta.
Sebep?
Ataturk!
***
1920 lerdeki Ispanya, Barcelona ile Samsun arasinda pek fark yoktu.
Bugun Samsun Barcelonanin yaninda…
-Ekonomik olarak
-Kulturel olarak
-Teknolojik olarak
-Demokrasi ve insan haklari olarak
-Egitim olarak
-Sanat olarak
-…
cuce kalir.
Sebep?
Ataturkculuk!
***
Ataturkun 1920 lerden 37-38 lere kadar yaptigi atilim ve o atilimlarin surukleyici gucu olan mentalite, ondan sonra gelen ve kendine Ataturkcu diyenler tarafindan…
-Anlasilmamis
-Ozumsenmemis
-Istismar edilmis
-Hatta suclari kapatma araci olarak kullanilmis.
-Ve en nihayet tapinilmasi gereken, Anayasa maddesi olacak kadar katilasmis hale getirilmis.
Sebep?
Ataturk ile Ataturkculuk arasindaki farki anlamayan, merak etmeyen insanlarimiz!
***
Sizce Ataturk ve Ataturkculuk aynimidir?
Yazan:bercenay Tarih: Ağu 7, 2007 | Reply
Haydar bey;
bugun bu satırları yazabilmenizi,once Ataturk’e sonra onun getirmis oldugu laiklige,demokrasiye ve son olarakta Recep Tayyip Erdogan’a borçlusunuz,buradaki herkes gibi.
Ataturk soylemlerinde laikligi ve demokrasiyi on plana cıkarmıstır.Ama sonrasındakiler Ataturk adına oligarsiyi uygulamıslardır.Bugun bunları tartısabiliyorsak,demokrasimizde bir gelisme var demektir.
dikkar ettiniz mi bilmiyorum,Ataturk’e saldıranlar Atatturkculugu degil,Kemalizmi hedef alıyorlar.
buradan soyle bir sonuc cıkıyor.
Ataturk=Ataturkculuk=laiklik=demokrasi
Kemalizm=oligarsi
anlayacagınız uzerine bir kavram kargasası yasıyoruz.
ancak bunlar bizim gibi gelismekte olan toplumlar icin son derece olagan.
su an yarı demokratik yarı oligarsik sistemden tam demokratik sisteme gecmenin sancılarını yasıyoruz.
tam demokrasi Turkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Ataturk’e ve onun ilkelerine saldırmakla olmaz.
konuya daha akılcıl yaklasmak gerek.
nasıl ki bugun islamiyet egilip bukulerek cesitli gruplar ortaya cıkarılıyorsa,bugun laiklik ve demokrasi adına da cesitli gruplar ortaya cıkıyor.
burada araclardan cok amaclar onemlidir.
nedir bunlar;
turkiye cumhuriyeti vatandaslarının refahı,huzuru ve mutlulugudur.
bunun icinde bugun baz alınan kriterler gelismis ulkelerdeki kriterlikdir ki;ataturk bunları yıllar oncesinden hedef gostermistir.
Yazan:Haydar Tarih: Ağu 8, 2007 | Reply
Sayin Bercenay,
Sanirim ayni seyleri soyluyoruz ama etiketler kafa karistiriyor.
Ataturk; Cok iyi bir Asker, daha onemlisi Turkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu, dahada onemlisi ABD nin bugun milyarlar dokerek Afganistanda yapamadigini milletini taniyarak gerceklestiren ve dunyaca itibar goren devlet ve siyaset adami.
Ataturkculuk; Ondan sonra gelen burokratlarin onu anlamak yerine kendi hesaplarini realize etmek uzere ortaya attigi ve ideoloji gibi gostermeye calistigi bir tur oligarsik metod.
Kemalizm; Ozellikle uluslarasi literaturde Ataturculuk sozunu tarif etmek icin kullanilan terim. Ataturkizm pek fonetik degil. Ayni sekilde turkcede Kemalcilik de pek anlamli degil.
***
Ataturkun yasadigi tarih kesitinde bugunku anlamdaki Demokrasi bilinmiyordu. Olsaydi eminim Ataturk bize bambaska bir tarih yasatirdi ve bu tartismalar gerekmezdi. Ama demokrasi anlayisinin temel taslari olan pek cok konu ornegin; secme-secilme hakki, kadin-erkek esitligi, medeni kanunun temel felsefesi, yurttaslik bilinci vs gibi meseleleri empoze ederek halkini belli duzeyde transforme etmeyi becerdi.
O devirde; tum tablonun merkezine demokrasiyi bir baska deyisle insani koymak bilinmedigi icin DEVLET tablonun agirlik merkezi olarak kaldi.
70 senedir Devleti ele gecirenlerin ise insani odak noktasi yapmaya pek niyetleri olmadi.
***
***
Ataturke saldiranlara gelince:
1-Ataturkun ismini cikarlari icin kullananlar.
2-Ataturkun ismi cikarlarina uymayanlar.
olarak bakmak lazim.
Birinci gruptaki sivil, uniformali, cubbeli devletci-elit tabaka ve ondan avantaJ saglayanlari biraz olsun bir onceki paragrafta anlattim.
Ikinci gruptakiler ise marjinal iki grup oldugu halde, birinci gruptaki tiplerin abartmasi ve propagandasi ile COK BUYUK TEHLIKELER olarak gosterilmeye calisiliyor… Seriatcilar ve Boluculer.
***
1980 Eylulune kadar var olmayan boluculuk eger darbe ve darbeciler olmasaydi bu boyutlara ulasirmiydi? 9 kisilik Apocular darbeciler tarafindan “darbesini mesrulastirmak icin” oylesine abartildiki bugunlere geldigimizde her Kurt bolucudur diyenler azimsanmayacak noktaya geldi.
Aslinda boluculuk arzusunda olanlarin sayisi PKK nin dagdaki adam sayisindan bile daha azdir inancindayim.
***
Ayni sekilde 3-5 Aczimendi, Muslum-Fadime vs yi paparazilerle takip edip neredeyse naklen yayin yapan borazanci medya durumu oylesine abartti ve bunu dolandira dolandira her basortulu, her Musluman bunlar gibidir baglamina getirdiki 70 milyon insanimiz bile kendinden suphe eder gibi oldu.
***
isin kotu tarafi: Borazanci medya dahi kendilerinin sirca saraylarda yasayip Anadolu insanini tanimadigini itiraf ettigi halde yillardir verdikleri hasar buyuk.
isin iyi tarafi: Millet butun bunlara ragmen neyin ne oldugunu farketmis durumda. Dolayisi ile AKP yi net bir sekilde iktidara getirdi.
Dunyada artik AKP yi “islamci parti” olarak degil, AB deki Hiristiyan Demokrat Partilerin Turkiye versiyonu… yani Musluman Demokrat Parti olarak goruyor.
Yazan:MY Tarih: Ağu 8, 2007 | Reply
AKP’nin Türkiye’miz için sadece bir araç oldugunu düsünüyorum ve sanirim %47 gibi bir oran da bunu ispat ediyor. Bütün kusurlarina ragmen SiMDiLiK elimzdekinin en iyisi bu 🙂
Askerin devlet üzerindeki ve devletin halk üzerindeki vesayetinin sona ermesi birinci derecede önemli.
2010’larda gerçekten sosyal demokrasiyi hazmetmis “SOL” kelimesine layik partiler çikarsa ortaya ülkemiz daha da iyi yönetilecektir.
Atilla Yayla mitinglerle ilgili güzel bir analiz yapmis :
http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=573526
Muhabbetle
Yazan:bercenay Tarih: Ağu 8, 2007 | Reply
Haydar bey;
guzel ozetlemissiniz.bir nokta daha var ki,konu baslıgındaki asıl sorunu irdeliyor.
sizin ataturkculukten anladıgınız sey farklı,ataturkculugu kullananların ataturkculukten anladıgı sey farklı,toplumun ataturkculukten anladıgı sey cok farklı.
bir tartısma yapılacaksa bu ataturkculuk uzerinden degil.oligarsi ve demokrasi uzerinden yapılmalı.yoksa ortak bir noktada birlesmek yerine uc baslı bir kutuplasma olusturursunuz ki,tek olan aklın yolunu bulamayız.
Yazan:MY Tarih: Ağu 8, 2007 | Reply
Cumhuriyet olgusuna ve Kemalizm’e orjinal bir bakis Alvin Toffler’in mercekleriyle (I. II. ve III. Dalga) Murat Karun tarafindan yapilmis.
Konuyu derinlestirmesi açisindan okunmaya deger bir yazi :
Yazinin tamami için :
http://muratkarun.blogspot.com/2007/05/iii-dalga.html
Yazan:Haydar Tarih: Ağu 9, 2007 | Reply
Sanirim Bercenay’in dikkat cektigi konuyu Ferhat Kentel toplumsal cercevede analiz etmis.
***
“Atatürkçülük” ne işe yarar?
Zafer Üskül’ün “Kemalizmin ve Atatürk milliyetçiliğinin Anayasa’dan çıkarılması” gerektiği yönünde yaptığı açıklamalar bazı kesimleri oldukça rahatsız etti. “Affedilmez bir aymazlık”, “gizli emellerini ortaya çıkaran son derece tehlikeli bir tezgah”, “açık saldırı”, “işbirlikçi komplo” gibi daha ziyade “gaz verme” dilinden nümuneler eşliğinde tepki gördü…
Tepkiler normal tabii… Herkesin bir ucundan tutup faydalandığı bir sembol ve söylemden öyle kolay kolay vazgeçmek mümkün değil…
Bu işin neden kolay olmayacağını TESEV’den çıkan araştırmamızdan (“Milletin Bölünmez Bütünlüğü” – Demokratikleşme Sürecinde Parçalayan Milliyetçilikler) bir bölümü kısaltıp aktararak anlatmaya çalışayım…
Türkiye Cumhuriyeti’nin izlemiş olduğu modernleşme politikalarında ve milliyetçilik stratejisinde, devlet, temel olarak halkın “organik ifadesi” ya da “mitolojik”, neredeyse “yarı-dinsel” karşılığı olarak tanımlanmaya ve sosyalleştirilmeye çalışıldı. Halkın bu şekilde “organik bir cemaat” olarak görülmesi, büyük ölçüde, bu cemaatin içinden çıkan farklı unsurların da büyük tepkiyle, “ihanet korkusuyla” karşılanmasına neden oldu. Bu anlayışın dayandığı iki varsayım vardı: İlk olarak farklı kanaatlere, partilere, çıkarlara gerek duymayan uyumlu bir halk olacaktı. İkinci olarak ise bir olumsuzluk –düşman– tanımlanmalıydı.
Düşmanlara ve farklılık yaratanlara sürekli ceza vermek üzerine kurulu olan bu strateji için şiddet içeren eylemler (ya da daha üst düzeyde darbeler), bir türlü zapt-ı rapt altına alınamayan toplum üzerinde kontrol sağlamanın trajik girişimleri olarak hep var oldu. Kutsallaşmış bu devlet ve onunla organik ilişkide olan gövde için “kurban etmek” (kurban vermek, kurban almak) hep meşru oldu.
Bugün modern milliyetçiliğin bir arada tutamadığı insanlara ve sağlayamadığı ortak tahayyüle yeni ve “çoğalmış milliyetçilikler” cevap veriyor; yalnız ve çaresiz kalan insanlar “kendi milliyetçiliğini” kuruyorlar. İşte bu çaresizlik içinde, erkeklikle ve sembollerle beslenen linçler ve cinayetler devreye giriyor. Ya da basitleştirmenin aracı olarak semboller devreye giriyor; karşı semboller aracılığıyla, ötekilik her yerde kurulabiliyor.
Ortaklık duygusu yaratması öngörülerek üretilen sembollerin farklı tüketimleri, dolayısıyla farklı “ikinci üretimleri” onların strateji tarafından “denetlenmesi” gereğini de sürekli kılıyor. Toplumsal hayatta tekrarlanan ve sembolik öneme haiz “ulusu kurucu” ritüeller (ilköğretim okullarında sabahları içilen antlar, İstiklal Marşı törenleri vb.) ve kamusal alana serpiştirilmiş ya da yerleştirilmiş semboller (Atatürk heykelleri, bayraklar, vb.) “panoptik bir gözetleme” mekanizmasının işaretleri olarak işlev görüyorlar. Bunlar her zaman her yerde görülmeseler de varlıkları biliniyor ve bireylerin strateji altında “uyum” sağlamasını; “karmaşık açıklamalara”, “gerekçelere” gerek kalmadan, gerekli davranışları sergilemek için, harekete geçmelerini sağlıyor.
Dolayısıyla semboller “otorite” etkisi yaparken, bireyler o otoriteye uygun harekete geçiyorlar. Buna bağlı olarak, karmaşıklık karşısında aranan çare, “yoğunlaştırılmış” ve “en özet” şekilde kendini gösteren sembolleri taşıyan bir otoritede aranıyor ve “bulunuyor”. Atatürk otoriteyi en yüce referans olarak somutlaştıran kişilik olarak kullanıma sokuluyor ve “kullanılıyor”…
Modernliğin ürettiği “karmaşıklığın” ortadan kaldırılması için başvurulan pratiklerden genel olarak en yaygını, “karmaşıklığa dâhil olma” gerekçelerini ortadan kaldırmak ve karmaşıklığa izin vermek istemeyen otoriteye teslim olmak ve o otoritenin sunduğu “tek” yoruma “ikna olmak” en geçerli yol gibi görünüyor.
Öğreten sert otoriteyle kurulan içselleşmiş ilişki bir eksen üzerinde düşünüldüğünde, bir uçta “geri çekilme” / “pasifize olma” tavrı varsa, diğer uçta kendini “otorite yerine koyma” var. Arada ise farklı şekillerde algılanan “kurtarıcı” beklentileri var. Kurtarıcılar arasında akla gelenlerden biri tabii ki “ordu”…
Adeta dört başı mamur dinselleşmiş, ulus kurucu milliyetçi retoriğin arkasından üretilen çözümlerde de “dinsellik” çıkıyor. Atatürk “kurtarıcı”, bir “peygamber”, bir “mesih” özelliğine bürünebiliyor ya da tarihsel miras, “tarihten alınan ders” bugüne taşınıyor. “Kurtarıcı” özlemi yaşamaya devam ediyor; kurtarıcı üzerine kurulan dinsel retorik “haber veriyor”, “müjdeliyor”…
Bu yeniden üretim sırasında bazı kesimler Atatürk’ü açıkça “peygamber” olarak tanımlarken, başkaları, “peygamber” olarak nitelemeseler de, bir “dinî figüre” yapılabilecek ritüelleri tekrarlıyorlar. Örneğin her Cumhuriyet bayramında “Atatürk’ü çok sevdikleri için” malak kurban ediyorlar..
Herkes Atatürk’ün “kullanıldığını” söylerken, herkes onu “kullanmaya” devam ediyor. Ancak semboller aynı zamanda stratejinin hesaplamadığı şekillerde de kullanılabiliyor. Örneğin, İstanbul Topkapı’da, ayakta yolcu alınmaması kararına karşı direnen minibüsçülerden birinin “Atatürk ne demiş: ‘Birinci vazifen Türkiye Cumhuriyeti’ni korumaktır’. Bunlar (yöneticiler) koruyor mu? Hayır!” demesinde olduğu gibi ya da Bilecik’te bir işyerini soyanların, kaçarken Türk bayrağına “kurtarıcı” olarak başvurmaları gibi… Başka bir deyişle, Türk bayrağı, Atatürk ya da başka bir sembol taşıdığı içerikten bağımsızlaşıyor, “atfedilen” önemini kaybediyor; bir tür “görüntü”ye, “savunma kalkanı”na, hatta tam tersine “saldırı aracına”, “kamuflaj”a dönüşüyor.
Stratejinin kendini görünür kıldığı en güçlü semboller “yaptırım” gücüne de sahipler. “Laik bir ülkeyiz, laik olmak zorundayız yani. Bizimkisi laikçilik yani, laik olmak. Ülkemizde laik olayı var” diyen bir inşaat işçisinin söylediği gibi, bizim ülkemizde Atatürkçülük olayı var; Atatürkçüyüz yani…
Yani bu yüzden, bence Anayasa’da Atatürkçülük dursun… Yerini korumak isteyenlere, önemli kalmak ya da olmak isteyen okumuş yazmışlara, sesini başka türlü duyuramayan garibanlara, kısaca millete faydası dokunuyor hiç yoktan…
F KENTEL
Yazan:MY Tarih: Ağu 10, 2007 | Reply
Hadi Kemalist olalım…
…….
Basit bir şartımız var.
Kemalizm’in altı okundan “devletçiliği” çıkartalım yerine “demokrasiyi” koyalım.
Madem ki laikliğe bu kadar tutkunlar ve asıl sorunları sadece ve sadece laiklik, laikliğe karşı çıkmayan böyle bir değişiklikten gocunmamaları gerekir.
Kemalistler, altı oka “demokrasiyi” eklemeye varlar mı?
Sanırım bu soru onların sahtekar mı yoksa samimi mi olduğunu ortaya koyacak.
Kemalizm’e demokrasiyi ekleyeceğiz, ordu siyasetten çekilecek, halkın iradesi tek ölçü olacak ve hepimiz Kemalizm’i benimseyeceğiz.
Başta CHP yönetimi ve ordu olmak üzere bütün Kemalistlere sorun.
Bu değişimi kabul ediyorlar mı.
…..
(Ahmet Altan) http://www.gazetem.net/ahmetaltan.asp
Yazan:bercenay Tarih: Ağu 11, 2007 | Reply
DEVLETCİLİK
konu hakkında Ataturk ne demis;
Prensip olarak, devlet ferdin yerine geçmemelidir. Fakat ferdin gelişmesi için genel şartları göz önünde bulundurmalıdır.(1930)
bu sozu bana bugunku TRT’yi hatırlattı.memnun olmayan var mı?
Kesin zaruret olmadıkça, piyasalara karışılmaz, bununla beraber, hiç bir piyasa da başıboş değildir.(1937)
bu sozude bugunku merkez bankasını.memnun olmayan var mı?
bence su altı oku yedi ok yapalım.en sonuna demokrasiyi ekleyelim.
gerci Cumhuriyetcilik ilkesinde demokrasi var ama sizi mi kıralım.
Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir(1933).
Bugünkü hükümetimizin, devlet teşkilatımızın doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet ve hükümet teşkilatıdır ki onun adı Cumhuriyettir. Artık hükümet ile millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millet ve millet hükümettir. (1925)
Yazan:arif Tarih: Ağu 11, 2007 | Reply
Kemalizme yüklendikçe Atatürke sevgi ve saygı
besleyenler alınıyor. Kendi payıma bende hazetmiyorum. Çünkü bu tartışma bağcı dövmek maksatlı olmamalı. Kemalizm Türkiye yi güden övendere gibi kullanılıyor zira. Ve bu değnekten kurtulmak insan olmanın ilk adımı. Vesayet sisteminin olmaz ise olmazı bu ideoloji. Anlayamadığım Mehmet Altanın şecaat ve cesaretinin bu denli yüksek
oluşuna karşılık, askeri vesayet sisteminin
çalışma dinamiğini bir türlü açıklamıyor olması. Hasan Cemal asker abiler kızar cümlesiyle özetleyiverdi bu muazzam karmaşık
sistemi.
ÖSS sınavlarında ilk beşyüze giren kaç öğrencinin, askeri okulları tercih edip etmediğinin bu sistemin sürmesiyle bir alakası olabilir mi? OYAK satışına hangi kaygıyla celallenildi? Neden yatıştı bu kaygı, hangi güvenceler alındı?
Ülkenin kaderini elinde tutanların en akıllılarımız mı? Yoksa en zenginlerimiz mi olduğunu doğrusu merak ediyorum.
Mehmet Altan çok gürlüyor hiç yağmıyor.
Vesayet sistemi “Kemalist” ideolojiye dayanıyor ve Türkiyeyi küçük tutmak, bloke etmek için çalışıyor. Bu sistemin çalışması için dünyanın doğru okunamaması gerekiyor. Her
alanda liyakat esas alınmalı, en layık olanlar
hak ettiği yerlere gelebilmeli. Millet
seçtiğinde bu işi iyi beceriyor, bakalım milletin seçtikleri de bu işi becerebilecek mi?
Gül iyi bir gösterge olabilir kanısındayım.
Mehmet bey Milli olmak önemli mi diye sormuştunuz bir yorumunuzda. Bu vesayet sisteminin milli olmadığını, ancak milli soslu
bir düzenekle çalıştığını söyleyebilirim rahatlıkla. Yoksa AB ile ortaklık projesi bu
sözde milli düzeneğin yanında zemzemle yıkanmış sayılır.
Yazan:MY Tarih: Ağu 13, 2007 | Reply
Atatürk ilkelerinden hangisi ayakta ?
Bana kalirsa Atatürkçülük çoktan bitti ama biz kabul edemiyoruz 🙂
— ALINTI —
Yazinin tamami için :
http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=87269,10,2
Yazan:Haydar Tarih: Ağu 13, 2007 | Reply
Arif Bey,
Aslinda cevabi “asker abiler kizar” sozuyle vermissiniz. Asker abilerden birisi bilgisayarin basina gecip bir iki satir yaziyor ve ulke CB secemiyor, akabinde en yuksek mahkemeler anayasayi bile “tercume ediyor”.
Asker abiler bu kadar muhim ve gizemli.
Ama yinede, suc isleyen asker abileri elestirenlerin basinda M Altan ve arkadaslari vardir.
Bir iki ornek;
http://www.mehmetaltan.com sayfasina girin ve “lockheed” yada “asker” “bomba” “generaller” vs kelimelerini arama bolumune yazin.
Ayrica;
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=229714
http://www.gazetem.net
http://www.ikincicumhuriyet.org/
Altan kardeslerin ortalama ayda bir savciliga ifade verdigini umarim biliyorsunuzdur.
Yazan:Haydar Tarih: Ağu 18, 2007 | Reply
Yukarida 8 Agustos tarihli yazimin son paragrafini Financial Times yazari David Gardner farketmis, turkce ogrenmis ve ertesi gun tutmus o da benzeri bir yazi yazmis. 🙂
(şaka).
David Gardner in makalesi Radikalde yayinlanmis (Financial Times) okumanizi tavsiye ederim.
Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Ağu 21, 2007 | Reply
GOOD BYE NECDET SEZER
Emre Aköz’den güzel bir elveda yazisi,
mutlaka okuyun derim 🙂
Sezer’i sevdiniz mi?
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Ankara’daki dairesini kiraya verecek. Eve müşteri bulacak olan emlakçı, ” Türbanlıya vermeyeceğiz ” diyor.
Mal yani daire, ev sahibinin. İstediğine kiraya verir, istemediğine vermez. Ancak diğerlerinin yanı sıra böyle bir ölçüt daha konulduğuna ve apaçık söylendiğine göre, biz de birkaç kelime edebiliriz.
Bildiğiniz gibi Cumhurbaşkanı Sezer ” kamusal alan ” kavramını ortaya atarak, daha doğrusu siyaset biliminin bu kavramını kendince tanımlayarak, mesela eşi türbanlı olan milletvekillerini Köşk’e ‘ damsız’ olarak çağırdı.
Niye? Çünkü türban ‘kamusal alana’ giremezmiş.
Sezer 2000 yılının Mayıs ayında Cumhurbaşkanı seçilmişti. O tarihten 2002’ye kadar eşi türbanlı olan milletvekilleri Köşk’teki resepsiyonlara karılarıyla birlikte katılmışlardı.
Ama Kasım 2002’de seçimleri AKP kazanınca tavrını değiştirdi. ‘Kamusal alan’ kavramını ortaya attı. Ardından da yukarıda sözünü ettiğim uygulamaya başladı.
Özetle: ‘Kamusal alan’ Sezer’in baştan beri savunduğu değil, değişen şartlara göre, davranışlarını meşru kılmak amacıyla sonradan ortaya attığı bir kavramdı.
Aynı Sezer, kamusal alan kavramını konuşmalarında kullanırken, inançların (yani dinin) ‘ özel alana’ ait olduğunu da ifade ediyordu. Özetle, ” Özel alanınızda ne giyerseniz giyin ama kamusal alanda başınızı örtmeyin ” diyordu.
Sezer’in kurduğu ve uyguladığı bu sistemin çelişkili, hatta saçma olduğunu defalarca yazdım:
‘Kamusal alan’ derken ‘ mülki’ alanı, yani ‘devlet’ alanını mı kastediyordu? Eğer işaret ettiği mülki alansa, o zaman türban takmak, mesela özel üniversitelerde niye yasaktı? Buna karşılık devlet hastanesine başvurmuş bir türbanlı nasıl oluyordu da tedavi edilebiliyordu?
Yoksa Sezer, ‘kamusal alan’ derken özel alan ‘ haricindeki’ tüm alanı mı kastediyordu? Eğer öyleyse, mesela camilerin konumu neydi? Özel alan olmadığı apaçık olan camiler, nasıl oluyordu da kamusal alanda ‘faaliyet’ gösteriyordu?
Dedim ya… Sezer’in kullandığı kamusal alan kavramının iler tutar bir yanı yoktu. Sadece Cumhurbaşkanlığı makamının saygınlığına dayanarak bunu dayatıyordu.
Şimdi, bu ev kiralama vesilesiyle, şunu da görüyoruz: Aslında Sezer, türbana özel alanda da karşıymış. Yani ” dini ve vicdani tercihler, özel alana aittir ” diye konuşurken doğruyu söylemiyormuş.
Belli ki Sezer’in zihninde olayın, “kamusal alan-özel alan” karşıtlığının ötesinde anlamları var.
Ben burada işleyen mekanizmanın ” cemaatçilik ” olduğunu düşünüyorum… Cemaatçilikten kastım şu:
Hani bazı anketlerde şu tip sorular vardır: “Komşunuzun…
Alevi … Çingene … Kürt … Eşcinsel … Yunan … Alman olmasını ister misiniz?”
Cemaatçi zihniyet bu tip anketlerde gayet güzel ortaya çıkar: Birçok kişi ” öteki ” olarak gördüğü gruplara dahil insanların komşusu olmasını istemez.
İşte Sezer’inki de böyle bir cemaatçi anlayış: ” Bizim cemaatten olmayan uzak dursun! ”
Daireyi kiralayacak adamın, türbanlı eşiyle birlikte kontrat yapmaya Sezerlerin evine geldiğini düşünebiliyor musunuz?
Medyanın bu kişiyle röportaj yaptığını, görüntü aldığını hayal edebiliyor musunuz?
Siz etmemiş olabilirsiniz ama Sezer ailesinin bütün bunları da aklından geçirdiğine ben adım gibi eminim. Kiracılar kapıdan içeri adım attığı anda evlerinin kirlendiğini, kutsallığının yara aldığını düşünürler. Buna asla tahammül edemezler.
Hani poposunu kaşıyan cinsten bazı köşe yazarları ” Abdullah Gül benim cumhurbaşkanım olmayacak ” diyor ya…
Ne yalan söyleyeyim Sezer de ‘benim’ cumhurbaşkanım olmadı. Bir yerde görsem, konuşsam; saygıda, nezakette kusur etmezdim elbette. Ama o saygı ‘ kişiye’ değil, ‘ makama’ gösterilen saygı olurdu.
‘Sevgi’ derseniz.
O hiç yok. Hiç de olmadı.
Halkına karşı sevgi, ilgi, anlayış göstermediğini düşündüğüm bir insanı nasıl seveyim?
Yazan:snowqueen Tarih: Ağu 21, 2007 | Reply
Emre Aköz, ucuz popülizm yapiyorsun.
Yazan:MY Tarih: Ağu 22, 2007 | Reply
Degerli yorumcumuz SnowQueen,
Daha önce de dedigimiz gibi köse yazarlari hergün yazdiklari için gerçek entellektüel seviyelerinin biraz altinda yazmak zorunda kaliyorlar. Okuyacak, tartisacak vakitleri yok. Ama onlarin açtigi konulara siz ve biz tartisarak daha derinlemesine girebiliriz.
Yani alinti yaptigim zaman amacim onlara son sözü söyletmek degil sadece zihinleri biraz gidiklamak 🙂
Emre Aköz gibi popülist takilan ama matrak yazan bir kisi de Engin ardiç :
Tamami için : http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=88138,10,2
Yazan:Haydar Tarih: Ağu 23, 2007 | Reply
Yusuf Halacoglu (YH) kendisinin ve haleflerinin omurlerini vererek silmeye calistigi, silerkende hep kotuledigi, asagiladigi, yok saydigi “Anadolulunun kimlikleri” meselesi tam bir fiyasko oldu.
Isin igrenc tarafi YH bu aciklamayi yaparken saldiri maksatliydi. Ama olaylar oylesine gelisiyorki, cok yakinda on binlerce ve on binlerce insanimiz;
“Evet benim 3 dedem oncesi Ermenidir, Rumdur, Araptır 43 dedem onceside Asurludur, Bitinyalidir, Uygurdur, Bizanslidir, 93 dedem onceside Hititlidir, Lidyalidir, Hundur, Iyonyalidir ve bunda gocunacak birsey yok” diyeceklerdir.
Bunu idrak ettigimiz gun birbirimize daha sıkı sarilmaya basliyacagiz.
YH nun bu aciklamasi Kart-Kurt Turkleri fiyaskosundan sonraki ikinci buyuk “Toplum Muhendisligi” fiyaskosudur.
***
Neydi bu konunun basligi?
Good Bye Ataturkculuk!
Yazan:Haydar Tarih: Ağu 23, 2007 | Reply
Cemisgezekli Hidir’in bu konuda ne dusundugunu dogrusu merak ediyorum.
Ferhat Kentel konuyu uzun uzun anlatmis…
Yazan:Arzum Onan Tarih: Eyl 26, 2007 | Reply
Atilla Yayla’dan “Good Bye Atatürkçülük” dersi
Çünkü Kemalizm, eğer böyle bir ideoloji varsa, mevcut haliyle, barışçıl bir ortak var oluş çerçevesi üretmeye ve demokratik bir sistem tesis etmeye ne hevesli ne de yeterlidir. Kemalistlerin lisanına ya anlamsız ve anakronik ya da demokratik değer ve kurumlarla taban tabana ters kavramlar egemendir. Ne yazık ki, kimi Kemalistler, çoğu zaman akıl ve mantıkla, bilgi ve teoriyle değil, öfke ve nefretle konuşmaktalar. Bu yüzden, ülkenin en mühim ihtiyaçlarından biri Kemalizm’in normalleşmesidir. Bunun iç içe geçen iki ayağı vardır. İlki Kemalizm’in egemen ve tartışılmaz bir ideoloji olmakta ısrar etmek yerine normal bir fikir akımı olmaya çalışmasıdır. Kemalizm hasımlarını tehdit etmek, fiziki saldırı ve yargısal tacizlerle korkutmaya çalışmak yerine kuvvetli fikirler geliştirmeli, eskiyen tezlerini yeni gelişmelerin ışığında değerlendirerek ya revize etmeli veya terk etmelidir. Diğer fikirlerden fikir olarak daha kuvvetli olmaya çalışmalıdır. Bunun için büyük Kemalist fikir adamları yetiştirmeli, ciddiye alınacak fikir dergileri yayınlamalı ve fikir mücadelesine silahlı savaş muamelesi yapmaktan uzaklaşmalıdır. İkinci olarak Kemalizm kendine 1930’lardaki gibi devlet payandalı resmî bir statü talep etmeyi bırakmalı ve diğer ideolojilerle eşit şartlarda serbestçe yarışmayı kabul etmelidir. Kemalizm’i uzun vadede ayakta tutabilecek tek şey, silah gücüne sahip olması değil, diğer fikirlerden daha ağır basmasıdır. Rekabet her alanda geliştiricidir. Kemalizm’in diğer fikirlerle rekabet etmesi hem onun gelişmesini sağlayacak hem de ülkenin fikir hayatına katkıda bulunacaktır.
Bazı Kemalistlerin kimi kişilere ve kesimlere yönelik lisanları ve tezleri, onlara varoluşsal karşıtlık noktasına ulaşmaktadır. Bunlar bu kişi ve kesimlerin adeta fiziki olarak elimine edilmesini istemektedir. Kemalist olmayanların, özellikle liberallerin Kemalizm’e bakışı böyle olamaz. Kemalizm tarihi bir tecrübe ve zayıf ve dağınık-çelişik bir fikir demeti olarak tarihimizin bir parçasıdır. Bu parçayı yok etmeyi düşünmek veya yok olmasını arzulamak doğru değildir. Keza insanların Kemalist olmaya ve hayatlarının ana çizgilerini, Kemalizm’e göre belirlemeye, bu fikre göre partiler kurup siyasi yarışa katılmaya ve iktidara gelirlerse demokrasinin genel ilkeleri çerçevesinde bu programları uygulamaya da hakları vardır. Kemalizm, tarihimizin ve kültürümüzün ve Kemalistler, toplumumuzun birer asli parçasıdır. Ancak, yapılamayacak olan ve bir demokrasinin kaldıramayacağı şey devlet zoruyla herkesin onlar gibi yapılmak istenmesidir. Bu zaten denenmiş ve olmamış, toplum tarafından reddedilmiş ve faydadan çok zarar vermiştir. İşte bu yüzden yeni anayasa Kemalizm’e dayanmamalı; ama elbette diğer akımlar gibi Kemalizm’e de yaşama alanı tanımalıdır. Mehmet Altan, “Kemalizm’de demokrasi yok; ama demokraside Kemalizm’e yer var” derken haklıdır.
Yazan:G.A. Tarih: May 17, 2008 | Reply
Atatürk gibi dev bir lideri algılayabilmek çok da kolay değil.. Atatürk’e saldıran küçük beyinlilere acıyorum.. Bugün dünyanın en gelişmiş ülkelerinin 200 senede yaptığı devrimleri 2 senede yaptı ama ne yazıkki hepsini yok ettik birer birer. Atatürk döneminde Belçika’ya bile uçak satan Türkiye’nin şu anki durumuna bak.. Fransa’da ya da İngiltere’de ulusalcı olmak, tüm kurumların milli olması, diline,kültürüne sahip çıkmak tamam da bize gelince niye suç oluyor? O ülkeler sizin algılayamadıklarınızı çok önceden algıladıkları için şuan bu noktadalar. Bizim halkımız Atatürk’ü anlayamasın diye yıllarca propoganda yaptılar ve sanırım amaçlarına ulaşmışlar.. Yazık..
Yazan:turan çevik Tarih: May 21, 2008 | Reply
tüfeğin dürbününü atatürkçülüğe çevirdiğimiz zaman kuvvetle muhtemel, atatürkçülerin düştüğü hataya düşeceğiz..
isimler üzerinden hareketle eleştiri tarzı; daha ziyade alt komşusunu eleştirirken bir yandan da yaprak sarması yapan kadının şikayetlerinden farklı bir metot taşımaz..
atatürkçülüğü tayyip erdoğan düşmanlığına indirgeyen insanlar, yatsın kalksın tayyip erdoğan’a dua etsinler..
yok hizmetleri vs vs demiyorum.
tayyip erdoğan olmasaydı enerjimizi nereye harcardık diye düşünmüyorlarsa onları dürtüp uyandırmayı kutsal vazife addediyor ve aha buradan; kazançlı olduklarını ilan ediyorum.
geçelim..
atatürkçülerin ivedilikle yapması gereken şeyler:
1-tarih kitabı formundan kendilerini kurtarmalılar.(daha teknolojik olacak olursak: bozuk plak)
2-atatürk’ü savunmanın sağa sola,ona buna saldırmak olmadığını kavramalılar.
3- bu memleketteki her kıpırtı bizden habersiz olamaz paranoyasını terketmeliler.
4- ülkedeki demografik yapıyı etli patates yemeği gibi değil de pirinç pilavı gibi görmeliler.
5- insanları kılık kıyafetine göre yargılamamalılar… (diyecektim ama benden başka milyonlarca insan, sabah akşam bunların kulağına bu nasihatı verdikleri halde ürün meydanda)
6- laboratuvar,sınıf,pazaryeri,tarla,fabrika gibi yerler de yaşam alanıdır.
buraları da görmeliler.
7- memleketin nasıl ilerleyeğine kafa yorarlarken,horoz öttü diye sabah olmaz,sabah olduğu için horoz öter gerçeğini akıllarından çıkarmamalılar.
8- …….
9- ……..
bak gene bildiğini okuyor………
vazgeçtim yazmaktan…..
Yazan:Mustafa Akbas Tarih: Ara 1, 2008 | Reply
Carsafa siginan Atatürkcü Baykali görünce 4. Agustos 2007 yazilan makalenin cok dogru isabetli oldugunu görüyoruz.