Ramazan İzlenimleri
By Fethi Sipahi Tan on Eyl 30, 2007 in Makale
Ramazan müslümanlar açısından önemli bir ay. İnanlar bu ayda oruç tutarak ve bazı ilave ibadetleri yerine getirerek hem yükümlülükten kurtulmaya, hem de sevap elde etmeye çalışırlar. Bu esnada özellikle Türkiye insanına ve toplumuna mahsus ilginç hadiseler cereyan eder. Bu yazıda kısaca çevremde gözlemlediğim Ramazan izlenimlerini aktarmaya çalışacağım. Konu dini bir ibadetle bağlantılı olduğu için Türkiye’de islam diniyle ilişkili insan tipleriyle ilgili düşüncemi de belirtmek isterim. Çevremde, izlenimlerime göre üç tür insan var. Bunların bir kısmı alenen dinle ilgisinin olmadığını beyan eden ve dolayısıyla Ramazanla bir alakası olmayan insanlardır. Diğer kesimler ise müslüman olduklarını söylerler, bunlar da dine yaklaşımlarıyla ikiye ayrılırlar.
Standart Müslüman Topluluğu
Birinci grup müslüman olduğunu söyleyen ve bunun gerekleri olan namaz, oruç, zekat, hac gibi ibadetleri yerine getiren kitledir. Bunların sayısı ile ilgili bir şey söylemek mümkün değil ama tahmini gözlemlerim nüfusun %30-40 kadarı olabileceği yönünde. Bu kitleye aslında ibadeti yapma gereğine inanan ama tembellik sebebiyle namaz kılmayan bir grubu da dahil edebiliriz. Kağıt üzerinde bu grubun Ramazan ayıyla doğrudan bir ilişkisi olduğu aşikardır. Bu insanlar orucu diyet ya da sağlık amaçlı bir eylem olarak görmez. Bu ibadeti salt emredildiği için yerine getirir. Bu büyük kitlenin dini ibadet kılavuzu büyük ölçüde çocukken okunan ilmihaller ve cami hocasından Cuma vaazında işitilen şeylerden ibarettir. Kitlenin bir kısmının yeraltı faaliyeti yürüten tarikatlere yakınlığı veya mensubiyeti vardır.
Bu grubun büyük kısmı düzenli teravih namazına devam eder. Yalnız, vakit namazı kılmayan ciddi bir kesimin sadece ramazan ayında sünnet bir ibadet olan cemaatle tervaihe yüklenmesi hayrete şayandır. Teravih namazı konusunda ilginç olan bir nokta da, çoğu müslüman Türk vatandaşının “jet imam” sıfatlı din görevlilerinin camilerini araştırıp, gerekirse uzun yollar teperek bu camileri tercih etmeleridir. Jet imamın hızı 33 rekatı 15 ila 20 dakika aralığında bitirecek düzeydedir. Normal imamlarda bu süre 45 dakikaya kadar çıkabilir. Görüldüğü gibi müslüman Türk vatandaşı 25 dakikalık bir fark için ciddi arayışlara yönelecek şekilde zamanına önem vermektedir.
Teravihle ilgili bir diğer gözlemim, namaz sırasında ciddi görüntülü, sert bakışlı ve genelde yaşlı müslüman Türk vatandaşlarının camilerde küçük çocukları azarlaması konusudur. Bu kesime göre camiler ağırlıklı olarak bunamaya yaklaşmış ihtiyarlara ait mekanlardır ve gülüp koşturdukları, gülüp koşturmayanlar da sadece küçük oldukları için camiye girmeye, girseler de ön saflara geçmeye layık değillerdir. Nitekim, daha sonra camiye asla ayak basmayan bir çok gencin çocukluğunda cami imamı veya işgüzar vatandaşlardan fırça yemiş olması muhtemel bir hakikattir.
Bu kesimin içindeki tarikat grupları açısından da Ramazan finansal açıdan önemli bir aydır. Genelde fermuarlı bir koltuk altı çantasıyla dolaşan tarikat mensubu gönüllüler, cami yaptırma dernek yöneticileri, vakıf mensubu hocalar piyasada çokça arzı endam ederler. Bu esnada bir günde 8-10 cami derneği, tarikat mensubu ve bir grup gezgin dilenci tarafından ablukaya alınan esnaf da bunalır ama Ramazandır, ne yapalım der geçerler. Hasılı, Ramazan müslümanlar açısından zekat ve yardımlarıyla da önemli bir devredir.
“İçi temiz” Müslümanlar
İkinci grup, sözle müslüman olduğunu ifade etmekle beraber dinin temel ibadetlerle ilgili emirlerini yerine getirmeyen ve bunu da tembellik yerine garip savunma mekanizmalarıyla açıklamaya çalışanlardır. Bunların ağzından sıkça “içinin temiz olduğu”, “aslında büyük dedesinin müftü olduğu”, “namaz kılanların aslında çoğunun üçkağıtçı olduğu”, “elbette Müslüman olduğu ama çağın değiştiği” gibi argümanlar işitilir. Muhtemelen bu kısmın içinde Müslüman olmadığını söylediği takdirde tepki çekeceğini düşünen bir grup da vardır. Bu kesimin dini ibadetler içeren Ramazan ayıyla ilişkisi de enteresandır. Bir ölçüde İslama inananları diğer ibadetleri yapmadıkları halde oruç tutarlar. Anladığım kadarıyla, bu kişilere göre oruç namaza göre daha önemli bir ibadettir. Diyet için tutulmadığı düşünülürse, muhtemelen “varsın yılda bir ay tutalım, öbürü ne öyle her gün beş vakit, kim uğraşacak bunca işin arasında” mantığı da geçerli olabilir.
Bu grup açısından Ramazan dini olmaktan ziyade geleneksel bir anlam içerir. Bunlar için Ramazan demek davulcu, pide, pastırmalı, coca colalı, cola turkalı, sadece yaşlıların başının örtülü, gençlerin “modern” kıyafetli olduğu, yaşlıların da bu modern gençlere sevgi dolu gözlerle baktığı reklamlardaki gibi iftar sofraları, meddah, direklerarası, Nurhan Damcıoğlu ve kanto gibi unsurlardan ibarettir.
Muhtelif Konular
Ramazan ayında TV ve yazılı basında ilginç değişiklikler görülür. TV’lerde iftara doğru, sahura doğru gibi programlar ve birinci grup teravihte iken ikinci grubu hedefleyen ve Ramazana hürmeten dansöz sansürü uygulayan eğlenceler tertip eder. (Gerçi son dönem dizi furyası yüzünden “nerde o eski ramazan eğlenceleri” diyecek hale geldik ya). Televizyon ekranları, marjinal ilahiyatçılar, moruklamış “bizim zamanımızda direklerarasında karagöz oynardı” muhabbeti yapan tipler; aslında dindar olduğunu belirten homoseksüeller, şarkıcılar, dansözler, futbolcularla dolar. Her kanalda Hz.Ömer’in adaleti, Hz. Ali Hayber kalesinde, Yusuf ile Züleyha gibi kelek Türk filmleri arzı endam eder. Bazı “çağdaş” kanallar evliya türbelerini tanıtır ve gizemli hikayelerle reyting toplamaya gayret ederler.
Sürekli irtica tehdidi, bizi kesecekler haberleriyle dolu gazetelerde de bu ay içinde geçici olarak dangalakça hazırlanmış Ramazan sayfaları peydahlanır. Bu sayfalarda orucu bozan ve bozmayan şeyler, güllaç nasıl yapılır, sahurun faziletleri, Kastamonu evliyaları, Prof. Falancanın ramazan diyeti, Hz. Yuşanın boyu kaç metreydi gibi bilgiler verilir. Bir çok gazete güllü yasin, torbalara sarılıp duvara asılmak üzere Kuran, rafları süslemek için ilmihaller dağıtır. Emekli vaizler ve popüler ilahiyat profesörleri köşelerde akmaz kokmaz laflardan oluşan yazılar yazarlar. Hasılı Ramazan ayında medyaya önemli bir hareketlilik gelir.
Ramazan ayının ülkemize özgü bir diğer özelliği de üniversitelerde bu ay içinde oruç tutmayan solcu ve bazı alevi öğrenciler ile oruç tutsa da tutmasa da milliyetçi ve oruç tutan islamcı öğrenciler arasındaki kavgalardır. Genelde bu tür kavgalar Ramazan ayında kantinlerde aleni yiyip içen solcu öğrencilere diğer grubun laf atması, solcu grubun da karşılık olarak yerine göre “gerici” yerine göre “faşist” diyerek tepki vermesiyle ortaya çıkar. Aslına bakılırsa bir grup saygısızdır ve büyük ölçüde provokatif bir tavırla bu yola başvurur, diğer gruplar da üstlerine vazife olmadığı halde inanç savunuculuğuna girişirler. Mesela diğer dini ibadetleri yerine getirmeyenlere saldıran bir milliyetçi ya da islamcı grup ben hatırlamıyorum. Namaz kılmıyor, vurun, misali. Laik medya daima bu tür haberleri zavallı solcu öğrencilerin barbar, gerici ve faşist sağcılar tarafından dövüldüğü, aslında solcuların çok iyi niyetli melekler olduğu şeklinde yansıtır. İslamcı medya ise genelde olayı oruç yerine “kız ve namus” davasına bağlar. Hasılı, Ramazan ayı Türkiye’ye özgü ideolojik dangalaklıkların da arttığı bir dönemdir ve eğlenceden anlayanlar için seyri komik olaylar boldur.
Birçok açıdan garabet olan memleketimiz görüldüğü gibi mübarek Ramazan ayında da tuhaf görüntülere sahne olmakta, “Türk Müslümanlığı” her yere damgasını basmaktadır. Bu millet adam olur mu sorusunun cevabını düşünerek zaman geçirmemize yol açacak tuhaflıklar işte.
“Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?” (Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)
“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan, Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz.
Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları
Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor. Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
Müslüman’ın Zaman’la imtihanı
Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.
Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı” karşılaştırdığımızda hiç yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü. Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor. Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle, bağnazlıkla suçlanabiliyor. Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradan indirebilirsiniz.
18 Yorum
Yazan:freedom Tarih: Eki 1, 2007 | Reply
Fethi bey,
Oruç tutmayan birinin kantinde gizli gizli mi yemek yemesi gerekiyordu? Tabiki aleni yiyecek. Bunda garip birşey mi var?
Yani oruç tutmadığı için kantinde yemek yiyen saygısız ve provakatif oluyor ama buna tepki gösteren sadece “üstlerine vazife olmadığı halde inanç savunuculuğuna girişmiş” oluyor. İnanılmaz demokratik ve özgürlükçü bir bakış açısı. Pes doğrusu.
Yazan:FST Tarih: Eki 1, 2007 | Reply
Freedom,
Evet, bu aleniliğin de türleri vardır, mesela sigara dumanını ekstradan püskürterek, çayı ilaveten höpürdeterek içmek gibi. Yazıda amacı saygısızlık, alaycılık olanlar kastediliyor, bir genelleme yok. Kaldı ki saygısızlık yapmalarına da birşey demiyorum, bunlara saldırıyı kınıyorum. İsteyen istediğini yapar. Polis bunları içeri tıksın demiyorum. Saygısıza saygısız da denmeyecek diyorsan kendin bilirsin.
Kaldı ki, oruç tutmayanlara saldırı da artık gündemde olan birşey değil, bu yazıyı 2004 yılında son saldırgan ülkücüler devrinde yazmıştım, şimdi artık ne kışkırtan ne de kışkıran kaldı.
Boşuna “pes doğrusu” türü alınganlıklar etmeyin, ben militan sağcılardan da militan solculardan da hoşlanmam, bunların budalalıklarını da eleştiririm. Faşist sağcılar genelde cahildir ama faşist solcular kendilerini alim zanneder daha da gülünç olurlar. Her iki grup da doğru zannettikleri şey için adam dövmeyi, öldürmeyi mübah gören potansiyel zorbalardır. Şerlerinden uzak olmayı dilerim.
FST
Yazan:Tuncay Yılmazer Tarih: Eki 2, 2007 | Reply
Fethi Bey’in bu güzel yazısını okurken aklıma rahmetli Cem Karaca’nın bir anısı geldi. 10 yaşlarında, bir caminin önünden geçerken duyduğu ezan sesinden etkilenip abdest almak , namaz kılmak istemiş. Ancak şadırvanda abdesti yanlış aldığını söyleyen sakallı bir amca tarafından bayağı azarlanmış. Bu olayın kendisini çok etkilediğini belirtmişti.
Eminim hepimizin küçükken yaşadığı bu şekilde anısı vardır.
Çocukların gözüyle ibadetlere bakamazsak bu azarlamaların sonu gelmez. Namaza gelmiş miniklere bağırıp çağıran amcaların İslami duyarlılığından şüphe ederim. Bırakın nasıl istiyorlarsa öyle kılsınlar, neşelensinler. Eninde sonunda öğreneceklerdir zaten. Camide gözlerinin içi gülen, mutlu oldukları her hallerinden belli olan çocukları görmek kadar güzel bir şey var mı?
Yazan:freedom Tarih: Eki 2, 2007 | Reply
Fethi bey,
İyi de yazınızda böyle demiyorsunuz. Eğer belirtmek istediğiniz buysa okuyucularınızı müneccim yerine koymak yerine gerçekte ne demek istiyorsanız onu yazarsanız böyle durumlar olmaz. Yazınızda “kantinlerde aleni yiyip içen” diyorsunuz. Aleni, “açık, ortada, meydanda, herkesin içinde yapılan” anlamındadır. Kantinde gizli saklı yiyecek halleri yok elbette aleni yiyecekler.Yazınızda sadece aleni diyorsunuz ve hiçbir özel tavıra vurgu yapmıyorsunuz, sonra bir de genelleme yoktur diyorsunuz. Genelleme yapmak için “bu bir genellemedir” yazmanız gerekmiyor sadece “aleni yiyenler” derseniz ve başka hiçbir ayrıntı vermezseniz tüm aleni yiyenleri genellemiş olursunuz.
Yok canım daha neler. Niye denmesin? Ama genel anlamda aleni yemek yemek bence saygısızlık değildir. Tam tersine aleni yemenin saygısızlık olduğunu söylemek saygısızlıktır. “Ben oruç tutuyorum sen de açık açık yemek yeme git gizli saklı bir yerlerde kimseye gözükmeden ye” demek bence asıl saygısızlıktır.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eki 2, 2007 | Reply
Fethi bey,
Çok güzel bir fotoğraf çekmişsiniz. Bayramda da izlenimlerinizi bekliyoruz.
Yazan:BirDost Tarih: Eki 2, 2007 | Reply
Freedon sen daha saygı ile hakaretin arasındaki farkı bimiyorsun. Hakaret ayrı saygısızlık ayrıdır. Ramazan günü oruçlu insanınların gözü önünde yiyip içmek hakaret değildir ama saygısızlıktır.
Bak Serdar Turgut’tan biraz saygı dersi al:
http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=93494,10,104
Yazan:freedom Tarih: Eki 2, 2007 | Reply
@BirDost
Yani sen diyorsun ki oruç tutmayan birinin kantinde oruç tutanlar olabileceğini düşünerek kantinde yemek yememesi gerekir saygı gereği. Bu mudur? Beklediğiniz saygı bu mu?
Benim beklediğim saygı ise şöyle. Oruç tutan birinin tutmayan kişi için “adamın kendi tercihidir ister tutar ister tutmaz, bu beni ilgilendirmez” demesi ve “benim yüzümden rahat rahat yemek yiyemeyip bir yerlerde gizli saklı yemeye çalışmasına neden olacak birşey yapmamalıyım, oruç tutmadığı için kendisini baskı altında hissetmesine neden olabilecek şeyler yapmamalıyım” diye düşünmesini beklerim.
İşte bu da benim beklediğim saygıdır.
Yazan:FST Tarih: Eki 2, 2007 | Reply
Freedom,
Benim temel düşüncem sizin son yazınızın son paragrafıdır, yani isteyen yer içer, kimse de buna karışamaz. Öte yandan benim yazımda sadece bir durum tesbiti yapılmaktadır. Yani, 2004 yılında bizzat şahit olduğum olaylar genelde tarafların birbirlerini kışkırtmasıyla ilgili şeylerdir.
Kantinde “aleni” yenmesindeki aleni kelimesine takılmayın, koca yazıda bu tür şeyler olabilir, akademik dergiye makale yazmıyorum, bazen çalakalem gidiliyor, bir de bu yazı 2004 yılında ilk yazdığım yazılardan, üslup olarak da yeni oturuyormuş. Kelime, hece, gizli mana avına çıkmaya gerek yok. Bu bir tespittir, kimseyi yargıladığım yok diye açıklama yapıyorum, hala kılla tüyle uğraşıyorsunuz. Beğenmediyseniz ne anlıyorsanız o olsun. Kırk yıldır izlenimlerde ne yazdığım malum, tutup yeniden izahat verecek halim ve vaktim yok.
Selamlar
FST
Yazan:freedom Tarih: Eki 2, 2007 | Reply
Fethi bey,
Yazınızda sadece o kısım biraz garibime gittiği için onun hakkında yazma gereği duydum. Ayrıca daha sonra yaptığınız açıklamalar benim yeterli.
Yazan:Ç-Z Tarih: Eki 2, 2007 | Reply
Freedom’un takıldığı şu yeme içme ve saygı kısmı üzerine bir iki şey yazmak istedim.
Sizleri bilemem ama biz çocukken dahi annem elimize bir meyve,çukurlata yada yiyecek herhangi bir şey verip “çıkın bu sokakta yiyin”demezdi.Üstelik biz oyundan kopmadan aynı anda bir şeyler yemeyi çok istediğimiz halde buna engel olurdu.Bu konuda ne ısrarımıza ne de gözümüzün yaşına bakardı.Yasaktı.Bu yasak açıklamasının da bizim iyiliğimizle hiç alakası yoktu.Aksine annem diğer çocukları düşünürdü,ya onların aileleri bizim yediklerimizi onlara alamıyorsa onların karşısında “alenen” yani sakınmasız göstere göstere bir şeyler yemek aksine ayıp ve bir çeşit teşhircilikti,bu bize yakışmazdı.
Çocuk olduğumuz halde sokakta yalaya yalaya dondurma yememiz bile yasaktı.Yemek istediğimiz şey diğer çocuklarla paylaşılacak kadar çok ise “paylaşmamız şartı” bize verilirdi ve “paylaş”emri de sıkı sıkı tembih edilirdi.
Büyüklere masallar gibi oldu farkındayım ama ben hala sokakta “alenen” bir şeyler yiyemem,alışkanlık.Bunu da bu yaşıma kadar hiç “hak ihlali” olarak hiç düşünmedim.
Oruçluyken karşımda bir şeyler yiyene hiç orucuma saygısızlık ediyor diye de bakmadım ama bir insanın yemek yiyiş şekline bakıp aile terbiyesi ve hatta kişiliği hakkında fikir yürüttüm.
İşi ideolojilere yamamaksa sağ elle,sol elle,çatalla yada çıplak elle yemek yemek bile “sataşma” konusu olabilir tabii ki.
Yazan:freedom Tarih: Eki 3, 2007 | Reply
Sayın Ç-Z,
Peki sizce kantinde birşeyler yemek “alenen” diye nitelenebilir mi?
Yazan:izlenimler Tarih: Eki 3, 2007 | Reply
Freedom,
O takdirde mesele yok, bu açıklama da benim için yeterli.
Yazan:Ç-Z Tarih: Eki 3, 2007 | Reply
@freedom,
Yukarıdaki açıklamayı yapan biri olarak bu soruyu neden bana sorduğunuzu pek anlamadım!!Tavrımı bu kadar “aleni” yazdıktan sonra yine de”kantinde yemek” aleniyet mi sorunuza cevap vereyim.;
Kantin, sadece yemek yemek üzere bir lokanta gibi yapılmış ve mevcut masalarda yemek yemeden oturma ihtimali yoksa “bir oruçlunun orda ne işi var”diye düşünürüm?
Yok,kantinde oturmak yemek yemeyi zorunlu kılmıyor,dinlenme,buluşma,masa kenarı sohbetleri yapılan bir yer olarak da kullanılıyorsa bir oruçlu da bu imkanlardan yararlanmak için orada bulunabilir.
Yazdığım gibi,Ramazan ayı boyunca oruçlu olması muhtemel insanların bulunduğu ortamlarda “özen” göstermeksizin yemek şeklini “aleniyet” olarak tanımlarım.
Buradaki özen‘e de “aleni” kelimesi gibi her açıdan kafa yorabilirsiniz;kendine,karşısındakine..vs.gibi varyasyonlarını da düşünerek.
“Neden göstereyim ki o nasılsa “kendi” için oruç tutuyor ve ben de “kendim”için yiyorum,o oruçlu ise neden ben onun nefsini harekete geçirmeyecek davranışlarda bulunmaya özen göstereyim ki, onun oruçlu olmasında benim hiçbir sorumluluğum yok ki” diye düşünüp istediğiniz yerde yemek yeme hakkınızı dile getrebilirsiniz ve böyle düşünmekte yerden göğe kadar haklısınız da derim.
FST beyin, yazısında bu özeni göz önünde bulundurarak “aleni” kelimesini kullandığını düşünüyorum.
Oruç tutanın ben oruçluyum diye bunu aleni etmesi ve herkesi kendine tabi kılması da mümkün değil çünkü o da bu şekilde oruç tutmanın adabını yerinen getirmeyerek kendi orucuna karşı “özenli” bir davranış sergilememiş olur..
Niyet ve özen.!
Biz de üniversitede oruçlular olarak kantinde otururduk.Yakın arkadaşlarımız dışında kim oruçlu yada değil anlamazdık dikkat de etmezdik.Bazı arkadaşlarımız ellerinde yiyeceklerle sohbetimize katılır ve sohbet boyunca da yemeye devam ederdi,karnını doyurmasını bekler ve neredeyse elindeki yiyecekler bitmek üzereyken içimizden biri takılırdı “sayende yemiş kadar olduk”,kişi biraz mahcup ( ama suçlu değil) “söyleseydiniz ya!”derdi.
I ıh söylemezdik.Belki bilirsiniz bir oruçlu,orunu unutup yemeğe başlarsa kendi kendine oruçlu olduğunu hatırlayana kadar ses etmemen söylenir .-)))
Yazan:freedom Tarih: Eki 3, 2007 | Reply
Sayın Ç-Z,
İşin aslı zaten böyle ama bu nedense saygısızlık olarak algılanıyor. Mesela yukarda BirDost’un yazdılarına bakarsanız bunu açıkça görebilirsiniz.
Yazan:Ç-Z Tarih: Eki 3, 2007 | Reply
@freedom
Ramazan günü oruçlu insanınların gözü önünde yiyip içmek hakaret değildir ama saygısızlıktır.Bir dost
“Çevremde, izlenimlerime göre üç tür insan var. Bunların bir kısmı alenen dinle ilgisinin olmadığını beyan eden ve dolayısıyla Ramazanla bir alakası olmayan insanlardır.”FST
“ Bana yanlış bir şey yapıyor olduğum işaretini veren bakışlar atıldığını düşünürüm. Bu birçok durumda bir hayalden ibarettir, bu selektif bir algılamadır.”Serdar Turgut
Burada bizi saygı ve aleniyet kelimelerine kilitleyen bu “selektif algılamanın” sebebi nedir sizce?
Yazan:Ç-Z Tarih: Eki 3, 2007 | Reply
@ freedom,
Selektif algı örneklerini çoğaltayım dedim..
Yazan:Ç-Z Tarih: Eki 6, 2007 | Reply
@ freedom,
“Burada bizi saygı ve aleniyet kelimelerine kilitleyen bu “selektif algılamanın” sebebi nedir sizce? “diye sormuştum ama sanırım bir yanıtınız yok,Düşüceler’de Suat bey’in kaleme aldığı yazının cevap bulmanıza yardımcı olacağını sanıyorum.
http://www.dusunceler.org/tarih/2007/10/05/arasokaklarin-tarihi/#more-443
Yazan:knz Tarih: Eki 6, 2007 | Reply
Hayda ,
Bütün bunlar içten gelen duygulardır. “Bir dost” serdar turgutun yazısı bence FTS ye cevap niteliğinde., o cevap FTS ye.
yanınızdaki bir insanın sigara üfürmesine sinirleniyorsanız, siz de oruç tutmayın.,
size inadına gibi geliyor olmaz mı ?
oruçluyken bir de bir de yanlış zanda bulunma ihtimaliniz var.,
adamın belki büyük sıkıntısı var., sizin farkınızda bile değil.
hem sizin oruçlu olduğunuz nerden belli, oruçlu değilse ramazanı bile unutmuştur belki.
veya imama kızıp abdest bozan bir vatandaştır.
Türkiyede siyasileşen islam yüzünden bunların bu tür psikolojik reaksiyonların sayısı gitgide artabilir.
ne olursa olsun, adamın fiili bir saldırganlığı yok bence, sizin yüzünüze orucunuz kaçsın diye üfürmesi imkansız.
hem oruç gibi çok yüce amaçları olduğuna inandığınız bir eyleme kalkışıyorsunuz, hem de bu eylemi insanlarala didişme meselesi yapıyorsunuz.
ben bütün dindar olarak bişey yapan kim varsa sadece allah versin diyorum.
yine çok yazdığım nasreddin hoca fıkrası,oruçlu olmayı eğer bir getiri meselesi haline getirdiğinizde, getiris olan bir eyleme dönüştürüseniz, oy, itibar, ticari kazanaç,
kazanın ölmesinden şikayet etmemeniz lazım.
siz o insana şimdi daha tahamüllü olmanız lazım, çünkü insanlar orucu kazana çevirdi.
Eskiden insanlar kazanın doğurmasına itiraz ederlerdi, onun için mahallemde kazanlar ölmezdi.,.
dünkü posta gazetesinde bir fotoğraf vardı,
iki yüzü tamamen peçeli kadın, kaykılmış bir şeklide masada oturan adamın önünde iki elini açmış dua ediyor. kadınlar ayakta adam kaykılmış. masanın üzerinde iki poşet var.
bunlar yardım poşetiymiş. kadınlar bu yardımı
alabilmek için o vakfın ölmüşlerine dua etmek zorundaymış. haber yalan olsa, fotoğraf mı yalan ? herşey yalan diyorlar da? fotoğraf yalan mı ?
Bu kazan ölmüyorsa hala, siz yine de buna şükredin FTS bey.