Vatan Toprağı, Tehlike Seçmeden, Her Türlü Tehlikeden Korunmalıdır!
By Bahar Pinar on Kas 19, 2007 in Çevre
31 Ekim 2007 günü, Milliyet Gazetesi, bir haberi manşetten verdi. Yalnız o günlerden gündem, şehitlerimiz, kaçırılan askerlerimiz, PKK ve Irak’a girip girmeme konuları ile dolu idi. Bu yüzden, manşetten verildiği halde, bu haber, birçok kişinin dikkatini çekmedi belki de. Gündem yine sıcak, yine yoğun… Fakat bu konular da ertelenebilecek gibi değil aslında. Vatanımızın toprak bütünlüğü tabii ki çok önemli bir konu ama topraklarımızın sağlığı da bir o kadar önemli. Bizim olan ama sağlığını, verimliliğini tamamen kaybetmiş bir vatana sahip olmayı hiçbirimiz istemeyiz sanırım. Vatan toprağı sağlıklı olmazsa , üzerinde bitkiler, hayvanlar yaşayamazsa, bizler de yaşayamayız, unutmayın.
Şu dikkatlerden kaçmış olabilecek haberi hatırlayalım: “Antalya Belek Ormanları’nın turizm alanı ilan edilmesinin ardından, 2 yıl içinde, büyük bir doğa katliamı yaşandı; bölgeden 500 bin ağaç kesildi.” (1)
Turizmden bol para kazanma, en zengin turistleri ülkemize çekme hayalleri ile senelerdir yanıp tutuşuyoruz. Bunu tam olarak bir türlü başaramadıysak da, ülkeyi, bu uğurda talan etme yolunda çok yol katetmişiz anlaşılan. Baksanıza “2 yıl içinde 600-700 bin ağaçtan oluşan ormandan 500 bin ağacı”(1) kesmişiz. Hem de öylesine uyanık, öylesine hesapçı ki bazılarımız, “Halkın tepkisini çekmemek için yolun kenarında birkaç sıra ağaç”(1) bırakılmış. “Asıl kesim ormanın içlerinde” (1) gerçekleştirilmiş.
“600-700 bin ağaç vardı, bunun 500 binini kestiler.” (1)
Türkiye Tabiatını Koruma Derneği (TTKD) Antalya Şube Başkanı Hediye Gündüz, bölgenin ‘turizm bölgesi’ ilan edilmesiyle, katliamın yasal düzeneğinin hazırlandığını öne sürerek şöyle konuşmuş “ “18 bin dönümde fıstık çamı, 5 bin dönümde okaliptüs ağacı bulunuyordu. 600-700 bin ağaç vardı, bunun 500 binini kestiler. /…/ Bölgede 5 ayrı koruma statüsü var. Buna rağmen Belek Ormanları’nın bulunduğu alan turizm sahası ilan edildi. ‘Muhafaza Ormanı’ en değerli ormanlardan biri demektir. Anayasa’nın 169. maddesine göre ormanlar amaç dışı kullanılamaz. Turizme tahsis edilmesi zaten Anayasa’ya uygun değil. O bölgenin kıyıları Caretta caretta üreme alanı. Ayrıca uluslararası kuş göç yollarının üzerinde orman içi ve yakın çevresinde de endemik bitki türü var. Yapılan tahsislerin iptali için birçok dava açıldı. Antalya Barosu’nun açtığı dava sonunda Anayasa Mahkemesi Mayıs 2007’de ‘orman arazileri turizm amaçlı tahsis edilmemeli’ yönünde karar verdi. Karara rağmen inşaatlar tüm hızıyla devam ediyor.”(1)
Maalesef, gözlerimle gördüm. İnşaatlar, ormanların kimseye çaktırmadan yok edilme telaşı tüm hızı ile devam ediyor. Kadriye’de, Belek’de bir oldu bitti telaşı ile ormanlar içten içten yeniyor. Üstelik de Sayın Gündüz’ün söylediğine gore, açılan davanın, yapılanları Anayasa’ya aykırı bulmasına rağmen!
Golf sahası orman değildir!
Golf sahası dediğiniz alan orman değildir. Golf sahası öyle bir alandır ki, belirlenen aralıklarla ağaç bulunmalı, zemin, insanın gözünü okşayan cinsten, yemyeşil, yumuşak çimen olmalıdır. Ağaç aralıkları da öyle az buz değildir. Ayrıca suni tepecikler oluşturulmalıdır. Kuştan, kelebekten, öyle çok olmamak kaydı ile börtü böcekten başka da canlı bulunmamalıdır alanda. (Onca ağaç kesilince, hayvancıklar nerede yaşasın, beslensin. Görüldüğü üzere sadece bitkilere değil, hayvanlara da yaşam hakkı yok ülkemizde.) Zengin golfseverler oralarda rahat rahat spor yapabilsinler diye. Öyle canlı bir doğa, yaşayan bir orman, ağaçların, hayvanların, toprağın sesini duyabileceğiz bir tabiat hayal etmeyin. Canlılığı alınmış, yeşil renk ağırlıklı, kartpostal görüntüsünde suni bir yer düşünün. Görüntüye bir de şapkalı şık hanımefendileri, özel kıyafetleri ile golfcüleri ekleyin. Kısacası, golf sevgisi ya da getireceği para için yanıp tutuşan ve “Üç-beş ağaç kesiyoruz, aslında biz ormanı koruyoruz.” diyenlere inanmayın. Golf sahası orman değildir. Adı üstünde özel hazırlanmış bir spor sahasıdır.
Golf sahaları çok miktarda su tüketir!
Dahası da var ne yazık ki: WWF’nin 2004 Temmuz ayında açıkladığı raporda “/…/ Akdeniz sahillerinde bulunan 200 kadar golf sahasının her birinin, 12 bin kişilik bir yerleşim birimine eşit miktarda su harcadığı” belirtilmişti. Evet, maalesef, golf sahaları, orman yaşamanı engellediği gibi, suları da tüketiyor. “/…/ 100 hektarlık bir golf sahasının yılda tükettiği su miktarı yaklaşık 1 milyon metreküptür. Ayrıca golf alanlarında kullanılan ilaçlar nedeniyle akarsularda, yeraltı suyunda, denizde kirlenme meydana gelir. Suyun korunması için ormanlar şarttır. ” (1) deniyor Milliyet’in manşetten(4) verilen haberinde. Ormanları da golf sevgisi yiyip bitirdiğine göre, geçmiş olsun. Hem müsrifce su tüketiyor, hem de olan suyu tutamıyoruz. Geçen yaz susuzluk korkusu ile ne yapacağımızı şaşırmıştık, hatırlatırım.
“Yurt dışında yeşil yaratılarak golf sahası yapılıyor.” (2)
Şimdi sanmayın ki zengin düşmanlığı yapıyorum, zenginlerin yaşam alışkanlıklarını, spor yapmalarını engellemek istiyorum. Kimse zengin olmasın, golf oynamasın demiyorum. Tabii ki oynasınlar, istedikleri gibi hobilerini icra etsinler. Ama bu şekilde değil! “Belek’teki ağaç katliamını 2005 ve 2007 yılları arasında çektiği iki ayrı fotoğrafla ortaya koyduğunu söyleyen Vila-Int Uluslararası Hava Fotoğrafçılığı Şirketi ortağı ve TEMA Antalya Şubesi üyelerinden Timur Kara “Yurt dışında yeşil yaratılarak golf sahası yapılıyor. Türkiye’de ise yeşil katledilerek golf sahaları açılıyor. www.vila-int.com adresli sitemizde ağaç katliamının çarpıcı fotoğraflarını görmek mümkün” dedi.” (2) (İlgili fotoğraflar için buraya da bakılabilir. )
Boş arazilare, ormansız yerlere golf sahası yapalım, zengin turistler gelsin, para kazanalim. Jet sosyete nezdinde itibarımız artsın ama ormanları, doğayı bu amaçlar uğruna kurban etmeyelim. Bu amaçla doğayı yok etmeye ne demeli emin değilim. Aç gözlülük, bencillik, dar kafalılık, paragöz olmak, geleceği görememek? Hiç biri yeterli değil.
Türkiye Golf Federasyonu 2006 yılında, yurtdışından ilgili insanların katıldığı Golf ve Çevre Konferansı yapmış. Bu konferansta, golf sahalarının, çevreye, doğaya, hayvanlara zarar vermeden, kültürel mirasın, peyzajın korunarak nasıl inşa edileceği, nasıl işletileceği konusunda konuşmalar yapılmış. Doğa ile barışık, hayvanlara ve bitkilere en az zarar veren golf sahaları örnekleri verilmiş. Kirliliğin, su tüketiminin, doğaya etkilerin nasıl yönetilmesi gerektiği anlatılmış. Bu örneklerin ve anlatılanların, uzun vadeli olabilirliği tartışılabilir ama yine de iyi niyetli bir girişim olarak konferans yapılması iyi bir gelişme. Yalnız konferansa fazla katılım olmamış. Golf işletmecileri de STK lar da fazla itibar etmemiş konferansa. Ve görünen o ki, bu konferansta teorik olarak anlatılanlar gerçek hayata pek yansımamış.
‘Bölgenin sonu, Side antik kenti gibi olabilir’ (1)
“Akdeniz Üniversitesi Çevre Sorunları Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Tuncay Neyişçi, kıyılarda yapılaşma adına orman katledenlerden doğanın intikam alacağını belirterek, Side Antik Kenti’nin kumullar altında kaybolmasını örnek verdi. MÖ 7’nci yüzyılda kurulduğu tahmin edilen kentin büyük bölümünün bugün kumul altında olduğunu belirten Prof. Dr. Neyişçi’ye göre, Side’deki kum istilasının sebebi o tarihlerde Ege’den gelen Kyme göçmenlerinin denizle iç içe olabilmek için Side Yarımadası’ndaki fıstıkçamı ormanını kesip açtıkları alana kent kurmalarıydı. Ancak bir süre sonra serbest kalan kumullar Akdeniz rüzgârıyla kenti istila etti. O dönemin en ünlü ticaret merkezi olan Side limanı kum istilasıyla doldu. Kum istilasıyla baş edemeyen ünlü Roma İmparatoru Hadrianus, kumların doldurduğu limanı zorlukla temizletti.” (1)
Eh, böyle umursamazlık, böyle talan sonunda, ölmeden, mezara girmeden ağzımıza, gözümüze kum dolacakmış! Çok değil aslında. Ama bu gerçekleşmeden önlem alırsak, bunu engelleyebiliriz. Vatan toprağını seviyorsak ona sahip çıkmalıyız. Onu sadece bölünme tehlikesinden değil, her türlü tehlikeden, mesela çöl olmaktan da korumalı, kurtarmalıyız.
Kaynaklar:
1. http://www.milliyet.com.tr/2007/10/31/yasam/axyas01.html
2. http://www.haberler.com/belek-ormanlari-golf-sahasi-kurbani-haberi/
3. http://www.milliyet.com/2004/07/17/yasam/axyas02.html
4. http://www.milliyet.com.tr/2007/10/31/resim/birincisayfa.jpg
5. İnşaat resmi http://www.rotahaber.com/haber/20071030/Belek-Ormani-nasil-katlediliyor-.php adresinden alınmıştır.
Not: Milliyet 31 Ekim 2007 tarihli haberinden ve bu yazı yazıldıktan sonra 5 Kasım 2007’de bu konuda yeni bir haber daha verdi. Haberde “Kültür ve Turizm Bakanlığı Yatırım ve İşletmeler Genel Müdürü Şenol Aydemir’in, golf sahası izni verilen Belek ormanlarında 500 bin değil, 80 bin ağaç kesildiği ve ağaçların ekolojik değerinin bulunmadığını”(*) açıkladığını ama bu açıklamaya çevrecilerin sert tepki gösterdiği söyleniyordu. Haber aynı zamanda Milliyet Gökyüzü muhabiri Murat Öztürk’ün ormanın kesim öncesi ve sonrası çektiği fotoğraflar da yer alıyor. Keşke Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın açıklaması doğru olsaydı ama söylenenlere ve fotoğraflara göre doğru değil… L 5 Kasım 2007 de çıkan haber: http://www.milliyet.com.tr/2007/11/05/yasam/ayas.html(*) – http://www.milliyet.com.tr/2007/11/05/resim/birincisayfa.jpg Ayrıca, 17 Kasım 2007 de Radikal Gazetesi’nde konu ile ilgili bir haber daha çıktı. Haberde Türkiye Golf Federasyonu Başkanı Ahmet Ağaoğlu’nun, Belek’te golf sahaları uğruna ormanların yok edilmesi ile ilgili haberlerde kullanılan fotoğrafların ‘fotoşoplu’ olduğu iddiasına karşılık, Belek’in 2005 ve 2007’deki halini karşılaştıran hava fotoğraflarını çeken TEMA gönüllüsü Timur Kara’nın ‘Hodri meydan’ dediği belirtilmiştir. Haber “Belek’te fotoğraf düellosu başladı “ başlığı verilmiş. Haberde belirtildiğine göre, Ağaoğlu, kanıt olarak aynı bölgede kendisinin çektirdiği fotoğrafları dağıtmış. “İsteyen uçak ya da helikopterle dolaşsın. Belek’te beş yıldızlı 43 otel ve sekiz golf sahası var. Ağaç kesilen alanlar çimlendiriliyor. Her golf sahası yatırımcısı, periyodik olarak her yıl bin ile 2 bin arasında fidan dikiyor. Şimdi çekilen fotoğraflar iki yıl sonra çekildiğinde Belek’te çok daha farklı bir görüntü ortaya çıkacak” demiş. Ama fotoğrafları çeken Kara da şöyle konuşmuş: “Benim çektiğim fotoğraflar 8 – 12 bin fitten çekildi. Ağaoğlu’nunkilerse 4-5 bin fitten yatay çekilmiş. Açıdan kayanaklanan farktan dolayı kesilen ağaçlar net olarak anlaşılmıyor. Ben de yatay fotoğarafları çektiğimde aynı sonucu aldım. Fotoğrafları avukatlar aracılığıyla bilirkişi onayına sunduk. Fotoğrafta sadece çekilen sekiz fotoğrafı yan yana birleştirmek için fotoşop kullanıldı.” TEMA Vakfı Genel Müdür Uygar Özesmi ise “Asıl sorun golf sahalarına tahsis edilen yerlerin yanlış olması. Ayrıca kesilen ağaçların yerine yeni fidanların dikildiği söyleniyor. Dikilen fidanlar, kaybolan ekosistemin yerini dolduramaz. Belek’e giden birçok insan çıplak gözle dahi katliamı görebilir” diye konuşmuş. Özesmi haklı, gözle görülebilir bir yokolma var ne yazık ki. Konunun geldiği noktaya bakılırsa vatan toprağımız için endişelenmekte haklıyız. Hatta geç bile kaldık. (İlgili haberin adresi: http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=239038 )
İnsanlık endüstri devriminden bu yana doğayı şekillendirecek güce sahip. Ancak bu şekillendirme gücü yaşamı değil de maddî çıkarları koruyacak biçimde kullanılıyor. Fakir ülkeler, aynı ülke içinde yaşayan fakir insanlar, bitkiler ve hayvanlar “vahşi doğadan” bile daha vahşi bir kirletme özgürlüğünün(!) kurbanı oluyorlar. Gelecek asırda hep beraber keşfedeceğiz paranın yenip yenmeyeceğini. Yok ettiğimiz balıkların yerine Amerikan doları koyup koyamayacağımızı… Buradan indirebilirsiniz.
“Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?” (Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)
“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan, Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz.
Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları
Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor. Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
Müslüman’ın Zaman’la imtihanı
Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.
Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı” karşılaştırdığımızda hiç yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü. Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor. Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle, bağnazlıkla suçlanabiliyor. Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradan indirebilirsiniz.
17 Yorum
Yazan:snowqueen Tarih: Kas 19, 2007 | Reply
“Vatan toprağı sağlıklı olmazsa , üzerinde bitkiler, hayvanlar yaşayamazsa, bizler de yaşayamayız”
Ne kadar dogru.
Tahribat inanilmaz bir asamada
önce kafalarin degismesi gerekli, insanin doganin hakimi olmadigi,
onun bir parcasi oldugunu tekrar kavrayabilmeli.
Orman vasfini yitirmis 2B arazilerinden kazanilacak rant konusunda
Tema Vakfi’nin 1 milyonu bulmasini bekledigi söyle bir imza kampanyasi var,
http://www.tema.org.tr/2B/
Ayrica Kaz Madenlerininde üstü, altindan daha kiymetlidir,
Kaz Daglarinda maden arayislarina kesinlikle hayir!
Yazan:Bahar Pınar Tarih: Kas 19, 2007 | Reply
Yorumunuz için tesekkurler Sayın Snowqueen. 2B arazileri ile ilgili Atlas Dergisi de imza toplamakta. İlgili adres : http://www.kesfetmekicinbak.com/apps/proposal.app/view_m.php/4
“… insanin doganin hakimi olmadigi,
onun bir parcasi oldugunu tekrar kavrayabilmeli.”
demişsiniz. Haklısınız. İnsan doğaya hakim olmaya ve onunla barışmak yerine savaşmaya devame ettikçe, daha başına çok iş gelir, her zaman da zararlı çıkar. Zararlı çıktıkça bu gerçeği kavrayabilecek mi? Emin olamiyorum açıkcası. Yine de umutsuz olmayalım. İnsallah insaoğlunun aklı başına gelir, bu gerçeği kavrar. Günü kurtarırken, para peşinde koşarken geleceğinden olduğunu, olabileceğini farkeder.
Teşekkürler,
Bahar Pınar
Yazan:didem Tarih: Kas 19, 2007 | Reply
bahar hanim,
guzel bir yazi olmus cok tesekkurler!
kaz daglarindaki turkmen koylerinde sayisiz yaz gecirmis biri olarak, altin aramak icin cevre katliami haberleri beni endiselendiriyor. evet ulkemiz fakir, yeralti zenginliklerini degerlendirelim, ama kaz daglarini mahvetme ugruna deger mi? kamu yarari icin en degerli olan altin mi yoksa oradaki dogal guzellikleri mi?
cevre konusunda hassas insanlarin bir araya gelip bu konulari gundeme daha cok tasimalari lazim.
Yazan:Bahar Pınar Tarih: Kas 19, 2007 | Reply
Teşekkür ederim Didem Hanım.
Siz de Sayın Snowqueen gibi Kaz Daglari’ni da gundeme getirmişssiniz ve “kamu yarari icin en degerli olan altin mi yoksa oradaki dogal guzellikleri mi?” demişsiniz. Olaya sadece kısa vadeli para getirisi açısından bakanlar size tabii ki altın diyeceklerdir. Hele ki siz güzellik kelimesini de kullanmışsınız ki o anda sorunuzun cevabı kesinlikle altın olacaktır ve sizi doğa-çevre romantiği olmakla itham edeceklerdir büyük ihtimalle. Neden derseniz, böyle doğal güzellikler, peyzaj bozulmasın, o güzelim ormanları kaybolmasın dendiği anda gerçekçilikten uzak, ekonomiden anlamayan, kar-zarar analizinden bihaber kategorisine alınıveriyor insan. Öyle olsa da olmasa da, sakın üzerinize alınmayın. Ormanların gözden çıkarılmamasını gerektiren ekonomik ve yaşamsal sebeplerin ortaya çıkarılması lazım. Bir insanın çok para ediyor diye akcigerlerini satmaması gerektiğini, yoksa perişan olacağını onlara anlatmamız gerek. Yani onların anladığı dilden konusmak zorundayız. Kar-zarar, maliyet, uzun ve kısa vadeli getiri vs. Yoksa ne desek anlamayacaklar. Belek Ormanları için de golfün ne kadar çok para kazandıracağından, turizm gelirlerinden bahsediliyor. Ama uzun vadedeki tehlikeler görülmüyor, üstü örtülmeye çalışılıyor. Maden çalışmalarının da ormanlara zarar vermeden yapılması için gerçekten çaba harcandığına, ormanların kısa vadeli kazançlar için yok edilmediğine ve tabii ki oralarda gerçekten madencilik yapmanın şart olduğunu ispatlamak durumundalar. Orman zenginliğinin ekonomik, kültürel, psikolojik, turizm değerinin çok çok üstünde madencilik getirisi olması lazım ki madenler için ormanları feda edelim. Kaldı ki akcigerlerimizi para ediyor diye satmamamız gerektiğini hep aklımızda tutmalıyız. Nefes alamazsak zaten yaşayamayız. Yerine daha iyisini koyamayacağımız bir değeri hiç uğruna harcamamalıyız.
Yorumunuz ve desteğiniz için teşekkürler.
Bahar Pınar
Not: Para için akcigerlerimizi satmamalıyız sloganı yanlış hatırlamıyorsam TEMA nın bir tanıtımında vardı. Adresini bulamadim ne yazık ki.
Yazan:snowqueen Tarih: Kas 20, 2007 | Reply
@Bahar Hanim,
verdiginiz link ve imza kampanyasi için çok tesekkürler.
yazdiklariniza sonuna kadar katiliyorum.
özellikle doga-çevre romantikligi konusunda,
isin bir ‘romantiklik’ degil ‘yasama’ mücadelesi oldugu er ya da
geç anlasilicak ama bu gidisle epey geç olacak.
çevre aktivistleri, hayvan haklari savunuculari hep küçümsenir.
birde söyle bir dernek var, çesitli eylemleri, etkinlikleri de oluyor.
http://www.dogadernegi.org/
Yazan:didem Tarih: Kas 20, 2007 | Reply
bahar hn,
icten tesekkurler uzun cevabiniz icin. Keske cevre konulari cb., elit-halk cocugu gibi tartismalardan bagimsiz olarak her siyasi gorusten insani bir araya getirebilse. Ama benim gordugum kadariyla olamiyor. ucuncu kopru tartismasinda da (trafigi ancak kisa vadede cozecek bir yaklasim bu bence), kaz daglari tartismasinda da…
cogu kez algilarimiz diger tartismalardaki saflarimizla belirleniyor.
Yazan:didem Tarih: Kas 20, 2007 | Reply
Kaz daglarinda altin cikartma projesi hakkindaki su yaziyi da bilginize sunmak istedim:
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=236996
Haluk Sahin’in baska goruslerine katilirsiniz/katilmazsiniz, seversiniz/sevmezsiniz, elittir ya da halk cocugudur ama kendisi o cevreyi (canakkale) cok iyi bilir. Bozcaada’ya giderseniz yazin sik sik oradadir, kendisi keyifle gezdirir oralari. Bunu yazma ihtiyaci duyuyorum cunku bu siteye yazanlarda bir yazarlara tapma/igrenme refleksi var sanirim:) bu kose yazarlarinin yazdiklarina bu kadar onem verme tartismalarda benim pek anlamadigim bir sey.
Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Kas 20, 2007 | Reply
@Didem,
“Keske cevre konulari cb., elit-halk cocugu gibi tartismalardan bagimsiz olarak her siyasi gorusten insani bir araya getirebilse… algilarimiz diger tartismalardaki saflarimizla belirleniyor.”
Tamamen katiliyorum Didem Hanim, Bu site kuruldugundan beri karsilastigimiz en büyük sorun bu bence, herkes “aidiyet-saflasma” çerçevesinde düsünüyor veya en azindan KOL KIRILIR YEN içiNDE mantigi ile özelestiriden kaçiniyor.
Herhalde ülkemizin en büyük sorunlarindan biri bu. Fenerbahçe-Galatasaray meselesine dönüyor siyasi isler de.
Aslinda Türkiye’yi agaçlandirma gibi kimsenin itiraz edemeyecegi projeler yapilsa herkesin bir arada çalisabilecegi, hatirlayip gurur duyabilecegi isler çikar ortaya, birlestirici olur.
Yazan:didem Tarih: Kas 20, 2007 | Reply
evet birlestirici olur ama hayal:) “yobaz laik”i de “halk cocugu” da agac dikilmesine karsi cikmaz herhalde!
Belki safca ama ben chp’ye de akp’ye de oy veren insanlarin uc asagi bes yukari ulkeleri icin, cocuklari aileleri icin ayni kaygilari besledigine inaniyorum. sonucta sezer de olsak rte de ayni bayramlari ayni sevincle kutluyoruz, olulerimizin arkasindan ayni helvayi dokuyor, yeni dogan cocuklarimiza ayni nazar boncugunu takiyoruz ki zaten bizi biz yapan da bu ortak yasam alani. Ama gundemi her zaman marjineller, karikatur gibi adamlar ve medyadaki goruntuler/gundemler belirliyor maalesef. Bakin burada bile simgelerle ve kose yazarlarinin diliyle derdimizi anlatmaya calisiyoruz. Bunun icin de bir araya gelmek, beraber vakit gecirmek cok ama cok onemli. diyorum ya belki safca ama:)
Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Kas 20, 2007 | Reply
@Didem,
Söyledikleriniz safça degil, neden öyle olsun? çok sevdigim bir hadis vardir, “düsüncelerin zitligi bizler için rahmettir” seklinde.
Bir de o kadar karamsar olmayin 🙂
eski yazilara ve onlarin yorumlarina bir göz atin, kimlerin hangi degisimlerden geçtigini görünce sasiracaksiniz, insan ögreniyor, bu site hepimiz için bir okul oldu, hiç bir sey ögrenmeyen bile kendisi gibi düsünmeyenlerin varligini ögreniyor ki hiç de az bir sey degil.
160’dan fazla yazi ve 3600 civarinda yorum var, hepsini okursaniz 2012’de görüsürüz artik 😉
Not : Nazarboncugu ve helva demissiniz, ben de size bir çay ikram edeyim, afiyet olsun
Dostlukla
Yazan:Bahar Pınar Tarih: Kas 20, 2007 | Reply
Merhabalar,
Caylar da gelmis, muhabbet koyulasmis 🙂 Tesekkur ederiz Mehmet Bey. Sohbet mi cayla daha tatli, cay mi sohbetle daha tatli, cevabı bir zor soru bizler için. 🙂
Konuya dönersek,
Didem Hanım,
“Keske cevre konulari cb., elit-halk cocugu gibi tartismalardan bagimsiz olarak her siyasi gorusten insani bir araya getirebilse.” Keske getirebilse. Bu tip yasamsal konularda bile ideolojik saplantilar yuzunden bir araya gelinemiyor her zaman. Umarım bu kronik sorunu asabiliriz zamanla. Yalniz tek sorun ideolojik saplantilar değil. İnsanlar, Sayın Snowqueen’in dediği gibi, sadece doğa ile barışık olarak var olabilecekleri bilince ulaşmış değiller. Bu yüzden ideolojik saplantısı olmayan insanların ilgilerini çekmek de her zaman çok güç oluyor. Bir de yine bu bilincten uzak ama baskın özellik olarak sadece kendi rahatını düşünen, başka hiçbirşeyle ilgilenmeyen insanlar var. Bu grup da oldukça büyük bir grup ve çok sesleri çıkıyor. 3. köprü konusunu hatırlatmışsınız. 3. köprü’nün ekonomik, kültürel ve çevresel etkileri, artıları-eksileri ayrı bir inceleme konusu ama o konuda bir arkadaşım, “sadece kendi rahatını düşünen” zihniyeti açığa vuran cümleler kurmuştu: Arnavutköy’e köprü yapılmasına karşı çıkılması, İstanbul peyzajının ve doğasının bozulacağı ile ilgili şöyle demişti: “İstanbul kartpostal mı ki bozulacak diye korkuyoruz. Oturup seyredecek değiliz ya, işimize gidemiyoruz köprü trafiği yüzünden. Ne olursa olsun köprü yapılsın.” Tabii ki trafik yüzünden çaresiz, sinirli olabilir , bu yüzden böyle tepki veriyor olabilir ama konu üzerinde daha fazla kafa yorması, artı eksileri yan yana koyup konuşması daha mantıklı olurdu. Bu tip kestirme çözümler aslında çözüm olmuyorlar genelde. Daha büyük sorunlara sebep oluyorlar. Lafin kisasi, ister bencillik, ister bilincsizlik, ister ideolojik saplantilar yüzünden olsun, insanlara çevre bilinci aşılamak zor. Ama su akar yatağını bulur, öyle ya da böyle öğrenecekler. Öğrenmezlerse ya da geç kalırlarsa bedelini hep beraber ödeyeceğiz. Pahalı olmasa bari.
Sayın Snowqueen,
“çevre aktivistleri, hayvan haklari savunuculari hep küçümsenir.” demişsiniz. Haklısınız. Ama hepsinin de ayaklarını yere bastığından ben de emin değilim. Böyle olunca kurunun yanında yaş da yanıyor, doğru laflar da dinlenmiyor. Özellikle hayvan haklarını savunmaya soyunanlar arasında daha çok çıkıyor ayakları yere basmayanlar. Pittbull vahşeti yaşanan bir anda bile, ölümden dönen insanı bırakıp sadece hayvanla ilgilenenler olabiliyor. Hayvan haklarını evcil hayvanların hakları gibi algılayanlar, evinde kedi-köpek besleme hakkı olarak algılayanlar, sadece kendisinin ve evcil hayvanının rahatını sağlama hakkı olarak algılayanlar da var. Bir kafa karışıklığı mevcut. Bu işin içinde de bencillik var gibi. Kimsenin ilgisini çekmeyen, anlaşılması zor konularla ilgilenenlerin, ilgi çekmek için, söylediklerini duyurmak için gerçekçi zeminde ayrılmaması gerekir. Ayrıca dengeli olmak gerekir. Ne insandan ne hayvandan ne bitkiden vazgeçebiliriz. Ama sonuçta haklısınız, çevreden ve hayvan haklarından bahsedince hep müstehzi bir gülüşle karşılaşılır. Kelimeler de yerlerine pek ulaşmaz. Mevcut söylemlerin dışına çıkmak, yeni bir dil kullanmak gerek sanırım.
Yorumlarınız için teşekkürler, katkılarınızın devamı dileği ile.
Bahar Pınar
Yazan:snowqueen Tarih: Kas 23, 2007 | Reply
2/B ORMANLARIMIZI SATTIRMAYIZ ACIK HAVA TOPLANTISI
Bir İmzaya Karşı Bir Milyon İmza!
2/B Ormanlarımızı Sattırmayız Açık Hava Toplantısı
Taksim, Gezi Parkı
25 Kasım 2007 Pazar
Saat 14:00
Açık Hava Konserleri
BEATHA – AYYUKA- DANdadaDAN
Performans Grubu
ELKALEEMOM
Açıkhava Etkinlikleri
Daha fazla bilgi için:
http://www.tema.org.tr/2B
Yazan:Kamer Yalçın Tarih: Kas 23, 2007 | Reply
Sohbetin sonuna gelinmiş, çaylar içilmiş de olsa ben de düşüncelerimi yazmak istedim. Yukarıda ifade edilenlere katılmamak elde değil.
Tam da bizim yaşam koşullarımıza göre tertip edilmiş bir yeryüzüne sahibiz. Nebat ve mahlûkatıyla insana amade bir dünya… Orada yaşasınlar, hüküm sürsünler diye… Fakat insanoğlu ne yapmakta? Tek nefes alıp yaşayabileceği tek gezegen olan bu dünyayı, tıpkı bir elmanın içine musallat olan kurtlar gibi kemirmekte. Kendinden başkasına ait olmadığını düşünecek kadar bencil, yeryüzündeki diğer canlıların yaşam alanını tahrip ve yok edecek kadar acımasız ve düşüncesiz bir anlayışın neticesi. Dünyayı teknolojik çöplük yığını haline getirmek için var gücümüzle çabalıyoruz. Daha fazlasını üretip tüketmek için gelecek nesillerin hakkını yiyoruz. Onların suyunu tüketiyor, havasını, toprağını, denizlerini kirletiyor, doğal kaynaklarını kurutuyoruz. Hem de geri dönüşümsüz biçimde… Kendi nesline bundan daha fazla ihanet eden bir yaratılmış daha olabilir mi acaba?
Koskoca Yağmur Ormanları’nı mahvetmiş insanoğlu için Antalya Belek ormanları devede kulak! Onca sının arasında küçük bir numune. Bu hoyrat tavrın arkasında sorumsuzluk, umursamazlık, duyarsızlık ve duygusuzluk yatıyor. Basit ve kısa vadeli düşünmenin, elde edilecek üç-beş milyon $’ın hayali neticesinde ortaya çıkan tahribat sadece ağaç katliamıyla kalmıyor. Börtü, böceği, bitkisi ve ağaç çeşitliliği ile capcanlı bir eko sistem ve florası mahvediliyor. Kesilen her bir ağacın yerine 100 tane dikilse yüzyıllar sonrasında dahi oluşamayacak canlı ve bitki çeşitlerini ve üstelik sadece o bölgeye has türleri feda ediyoruz. Avrupa’da ormanlarının ancak %1’ini doğal ormanlar oluştururken, ülkemiz ormanlarının %93’ünü doğal ormanlar oluşturuyor. Anadolu coğrafyasının ekolojik açıdan paha biçilemez zenginliğinin altında bu kaynak yatıyor. Ve buna hiç tereddüt edilmeden kıyılabiliyor.
Bu katliamlar sadece ağaç kesimleri ile de olmuyor. Asıl ağır hasar yangınlarla veriliyor. Orman Bakanlığının verilerine göre 2006 yılında ülkemizde 2.227 adet orman yangını çıkmış ve 7.562 hektar orman alanı yok olmuş. Yani, 75.620.000 m2 orman arazisi ya da daha kavranabilir bir ifade ile yaklaşık 10.591 adet İnönü Stadyumu 2006 yılında kül olmuş. Geçen yıl meydana gelen bu yangınların 241’i kasten, 330’u doğal nedenlerden, 421’i de bilinmeyen nedenlerden ve 1235’i de ihmalden meydana gelmiş. İhmal nedeniyle meydana gelen yangınların sayısı diğerlerinin toplamından fersah fersah fazla. Ve bu alanlarda yaşayan canlılar, yaban hayvanları, böcekler, sürüngenler, kuşlar, bitkiler ve daha sayamadığım çeşitlilik yangınlarla birlikte yok olmuştur.
Bakınız, geçen yaz ülkemizde meydana gelen yangınlarla birlikte komşumuz Yunanistan’da da orman yangınları meydana geldi. Oların da bizim gibi çok acı kayıpları oldu. Fakat Yunan Halkı kendi devletine tepkisini göstermek için protestolar düzenledi. Topluca seslerini duyurarak daha fazla önlem alınması konusunda etki yapmaya çalıştılar. İşte o gün bu haberler yayınlandığında onca kaybettiğimiz ormanlarımız için nasılda kıpırtısız olduğumuzu düşündüm. Ve şimdi, yaşadığımız çevreye karşı duyarlılığımızın bir meziyet değil ahlaki bir düstur olması gerektiğine inanıyorum.
İnşallah bu dünyadan göçüp gitmeden önce çocuklarımıza emanetleri olan bu toprakları gönül huzuru ile teslim edebiliriz.
Bahar Hanım, her zamanki duyarlılığınızla bizlerin dikkatine sunduğunuz bu yazınız için teşekkür ederim. Emeklerinize ve ellerinize sağlık.
Yazan:Bahar Pınar Tarih: Kas 24, 2007 | Reply
Çok teşekkür ederim Kamer Hanım. İlave bilgilerle ve bağlatılarla konunun ciddiyetini belirginleştirdiniz.
Dediğiniz gibi orman denince akla sadece ağaç geliyor belki ama bu tamamen bir yanılgı. Orman ağacıyla, hayvanlarıyla, toprağıyla, suyuyla bir bütün. Bir parçasına zarar verince diğer parçaların hayatını da tehlikeye atmış oluyoruz. Devamında da kendi hayatımızı tabii ki. Bunu farketmek gerek. Ayrıca ormana zarar verince bir (ya da daha çok) canlıya zarar verdiğimizi de farketmemiz gerek.
Ormanlarımız yok oldu ve biz hiçbirşey yapmadık, değil mi? Öylece durduk. Oysa yok olmasınlar diye birşeyler yapabilirdik ya da yok olanların yerine ağaç dikebilirdik. Yine de tamamen geç kalmış sayılmayız. Daha fazla geç kalmadan ağaç dikebiliriz. Bundan sonra yok olmasınlar diye çaba harcayabiliriz.
” …yaşadığımız çevreye karşı duyarlılığımızın bir meziyet değil ahlaki bir düstur olması gerektiğine inanıyorum. ” demişsiniz. Kesinlikle katılıyorum.
Tekrar teşekkürler.
Bahar Pınar
Yazan:Kamer Yalçın Tarih: Kas 26, 2007 | Reply
Bahar Hanım, bu haberdeki gibi çocuklarımız oldukça geleceğe dair umutlarım dipdiri kalacak. Öğretmeler gününde öğretmenlerine bir orman hediye etmişler, bravo onlara! Ankara, Eryaman Şehit Abdülkadir Yüzbaşıoğlu İlköğretim Okulu 3. sınıf öğrencilerini bu örnek davranışlarından dolayı tebrik ediyor, onlarla gurur duyuyorum.
Yazan:gülcin kacar Tarih: Kas 28, 2007 | Reply
Neden savaşıyorsunuz
Dünyanın toprakları hepimize yeter
Bunu neden anlamak istemiyorsunuz
Sınır koymaya uğraşıyorsunuz
Bulunduğunuz yerlere
Sonrada
Sınır koymak için savaştığınızı unutup
Kaldırmak için sınırları
Anlaşmalar imzalıyorsunuz
Ya siz hepiniz aptal mısınız nesiniz
Allah hepimizi barındıracak yer
Doy ayacak kadar yiyecek yaratmış
Ama bunu bölüşmeyi beceremiyor insan oğlu
Savaşmasanız
Kardeş, kardeş yaşasanız
Nasıl olsa öleceksiniz zamanı gelince
Aceleniz ne ecele
Vaaz geçin bir,birinizin başını yemekten
Bakın çevrenize
Mutlu etmek için Allah bizleri
Neler yaramış
Ne güzellikler
Sulamayın insan kanınla bu güzellikleri
Yakmayın yıkmayın
Utanın
Yaşamak için geldiniz dünyaya bunu unutmayın
Yazan:fatih y. abbas Tarih: May 3, 2009 | Reply
Devlet,Siyaset ve Is Dunyasi: Piyasalarin Bozulmasi
KOBI’lerin diger tum sirketler gibi, vergi ve sigorta primleri disinda, devletci ekonomi disinda asil derdi, kendi alanlarinda, ar-ge yapmamalaridir. Kendi “ozel okullarini” kurmamalari, musteri duyarliklarina hitap etmemeleridir.
Bu anlamda gec uyanmis olmalari yada hic umursamazliklari asil dert.
Bunu ulkemiz siyasetindekiler, 80 yildir, asla gormuyorlardi. Ve Turkiye gibi ulkeler bunu 80 yildir malesef goremediler. Belki de gormek istemiyorlar. Cunku(devami…..)
http://kiltabletler-ii.blogspot.com/2009/05/devlet-siyaset-ve-is-dunyasi.html