Gazali, İbn-i Rüşd’ü Döver mi?
By T.Suat Demren on Ara 9, 2007 in Hz Gazâlî, İbn-i Rüşd
Birçok yerde bu durumla karşılaşıyorum. Nedir bu durum? Gazali ve İslam felsefecileri arasındaki ihtilaf, İbn-i Rüşd’ün ünlü savunması ve neticede ortaya saçılan bir takım önyargılı düşünceler.
Epey önce bir tartışma sırasında yapılan atıf ile Erdal Şafak’ın Papa konusu gündemde iken yazdığı bir yazısını okumuştum. Orada Şafak’ın yazısında aynı konu ile ilgili oldukça bilinçli yapılmış olduğunu düşündüğüm bir hata vardı. Şöyle diyordu Erdal Şafak:
Gazali’nin “Filozofların Yıkımı” kitabına “Yıkımın Yıkımı” eseriyle meydan okuyan İbn Rüşd.
Bu kadar cehalet tahsille olur diyeceğim ama burada cehaletten öte bir kasıt var. Ama bu kasıt Erdal Şafak’ta değil.
Erdal Şafak’ın ne Gazali’yi ne de İ.Rüşd’ü okuduğunu sanmıyorum. Muhtemelen biryerlerde okuduklarını yazısına yansıtmış. Bir kere Gazali’nin kitabının adı “Filozofların Yıkımı” değil “Filozofların Tutarsızlığı”dır. Orjinal adı “Tehafüt-ül felasife” dir. İ. Rüşd’ün kitabının adı da “Yıkımın yıkımı” değil “Tutarsızlığın tutarsızlığı”dır. Bu kitabın orjinal adı da “Tehafüt-üt Tehafüt” dür. Erdal Şafak’ın yazısının diğer kısımlarında yazdıkları ayrıca tartışılabilir, ama bu hata ya da kasıt yenilir yutulur birşey değil. Bu kitaplara bu isimleri “takanlar” bizim pozitivist felsefecilerimizdir. Bu kasıtlı hata üzerinden güya “Gazali fesefeyi yıkmak istedi” gibi bir intiba uyandırılmak isteniyor.
Bu hatayı görmezden gelirsek, Şafak özetle İ.Rüşd’ün akılcılığı temsil ettiği, Gazali’nin ise felsefenin “inanç bozduğu” gerekçesiyle insanlar için kötü birşey olduğunu savunduğundan dem vurarak İslam tarihindeki akılcılık konusunda -Gazali konusunda haksız da olsa- Papa’ya haklı bir ders veriyor.
Yani bir kesim İ.Rüşd’ü katıksız bir Aristo’cu, akılcı ve rasyonalist olarak gösteriyor, -ki aslında İ.Rüşd hiç de katıksız bir Aristocu değildir ama Aristo ile İslam’ı uzlaştırmaya çalıştığı da doğrudur- diğer bir kesim de İ.Rüşd’ün fikirlerini tehlikeli buluyor, Gazali’nin neye itiraz ettiğini bile bilmeden Gazali yanında safını sıklaştırıyor ve İ.Rüşd’e feveran ediyor. Üstüne üstlük Batı dünyasının İ.Rüşd’den işine yarayanları alması ve onu yıllar sonra güya “Averroes” diye adlandırmasını İ.Rüşd’ün suçu imiş gibi göstermeye çalışıyor. Bu anlamlı olmadığı gibi son derece de haksız bir söylem. (Hem Batı sadece İ.Rüşd’den birşeyler almadı, aynı oranda Gazali’den de aldıkları var Batı’nın.)
Hakikatte ne Gazali felsefeyi yıkmak istemiştir, ne de İ.Rüşd salt rasyonalist bir akılcı olarak İslam dairesinden çıkmıştır. Aksine Gazali ile İ.Sina / İ.Rüşd dünyevî ilimlerde tam bir ittifak içindedirler. Yani akıl ve müspet ilimler noktasında çoğunlukla aynı düşünürler.
Ayrı düşündükleri konuların hemen tamamı metafizik alandaki birtakım hususlar, yani teolojik bazı konulardır.
Aynı tartışmada yine aynı okur, yazısında Erdal Şafak’tan yaptığı alıntının altına, güya gelenekten yana tavır almak için bir siteden şu alıntıyı yapıyor:
İbni Rüşd, İspanya’nın hristiyan tarafına geçerek, İspanya kralının önünde diz çöküp İslam’dan çıkmıştır.
Bu da bir iftiradan başka birşey değil. (“Ama Gazali İ.Rüşd’ü tekfir etmişti” denmesin, Gazali öldüğünde İ.Rüşd daha doğmamıştı.)
Bu satırları yazanın İ.Rüşd’ün felsefesinden zerre kadar birşey okuduğunu bile düşünmüyorum. İ.Rüşd sağlam bir müslümandır. İ.Rüşd’ün felsefesinde Peygamberlik haktır, ona göre hakikate ulaşma yolunu kitlelere benimsetmek ancak nübüvvet ile olur. İ.Rüşd nübüvvetin yanında bazı havvas kimselerin akıl ile ve nefs ile mücahede ederek, tefekkür yoluyla da hakikate ulaşacaklarını söyler. Herhalde bazıları bu “faal akl” olgusunu bizim zihnimizde bulunan kişisel akıl sanıyorlar. Bunu bile anlayamıyorlar. Derinliğine vakıf olabilecek kabiliyete sahip olmayan insanlar, felsefenin çetrefilli meselelerini ancak böyle anlayabiliyor demek ki.
Hakikate ulaşmanın farklı yollarını anlatan, İ.Tüfeyl’in Hayy bin Yakzan adlı bir felsefi romanı var, şurada onun kısa bir özetini yapmıştım. Oradan okunduğunda da görüleceği gibi Felsefe ile Din, doğru yorumlandığında aynı Hakikat’e ulaşmak için farklı yöntemler uygular ve nihayetinde aynı Hakikat’e ulaşır.
Din evrensel ilkeleri koyar ve hudutları çizer. Hakikat’e ulaşmak ise bireyin kendi çabası ile olur. İlgili hikayedeki ana kahraman “Hayy” Hakikat’in bilgisine, önce gözlem ve akıl, sonra da müşahede ile varırken yine hikayedeki diğer kahraman “Absal” da, Peygamber’in tebliği ile varır. Peygamber’in getirdiği bilgilerin anlam ve hikmetlerini araştırırarak Hakikat’ın bilgisine ulaşır.
Sanıldığı gibi Gazali ile Farabi ve İ.Sina arasındaki ihtilaf derin değildir. Başka hususlar olsa da asıl üç önemli noktada Gazali onlara karşı çıkmıştır; bunlar da alemin kıdemi, cismani haşr ve Allah’ın ilminin kapsayıcılığı konularıdır. Gazali bunların tamamında da haklıdır, ama İ.Rüşd’de Gazali’nin ölümünden yıllar sonra “Tehafüt-üt Tehafüt”ü ile çok iyi bir savunma yapmıştır.
Felsefenin ateşin zekaları arasındaki bu müthiş tartışmalara akılları yetmeyenler pervasızca İ.Rüşd’e saldırıyorlar. Herşeyden önce bu suçlamayı yapanların İ.Rüşd’ün “Tehafüt-üt Tehafüt” ünü alıp sindire sindire okumaları lazım ki, bu ağır suçlamalarının ne kadar anlamsız bir şey olduğunu kavrasınlar.
Haddime değil fikrimi beyan etmek ama bu tartışmada Gazali’yi haklı görürüm. Fakat Gazali filozofları bu ihtilaf yüzünden tekfir ederken haksızdır. Bu tekfirde Gazali El-İktisad’da kendi koyduğu ölçüye riayet etmemiştir. Bu ölçüyü şöyle ifade eder Gazali: “İki şahadeti dili ile söyleyip, kalbi ile iman eden bir kişiyi tekfir etmekten daha zor ne olabilir?” İşte Gazali kendi koyduğu bu ölçüye uymayarak tekfirini yapmıştır. Gazali bir peygamber değildir, hata yapabilir; burada hata yaptığı gibi. (Ayrıca hepimiz biliyoruz ki İslam dünyasında bir tekfir hastalığı vardır.)
İslam semasının yıldızlarının arasındaki bu son derece verimli ihtilaftan dolayı etiketleme yapmak neden? Bir taraf akıl uğruna İ.Rüşd’e sarılıyor, diğer taraf buna reddiye olarak İ.Rüşd’ü İslam dairesinin dışına atmaya çalışıyor. Bir yazar, İHL’de hocasının İ.Rüşd’den İ.Puşt diye bahsettiğini, bu önyargı ile yıllar yılı İ.Rüşd’den mahrum kaldığını yazmıştı. Hayret birşey. Gazali yaptığı tekfire rağmen kendisine dayanarak İslam felsefecilerine ve onları savunan İ. Rüşd’e böyle cahilce suçlamalar yapıldığını görüyorsa herhalde mezarında ters dönüyordur.
Bir yazı aktarmak istiyorum; müslüman felsefecilere, bir İslam aliminin nasıl baktığına güzel bir delil.
Benim uzun uzun anlatamayacağım bir şeyi Mustafa İslamoğlu bir köşe yazısında çok daha güzel anlatmış:
YÖK’ün yasakçılığıyla ünlü başkanı “Gazzali’nin İbn Rüşt’ü yenmesine bir kez daha izin vermeyeceğiz” gibisinden oldukça garip bir şeyler söylüyordu. Farabi ve İbn Sina’yı da diline dolayan aynı şahsın özel “görevi” ve kamuoyundaki imajı gözönüne alındığında, böyle ilmi konuların ağzına hiç yakışmadığı takdir edilecektir.
[…]
Sahi sizce YÖK’ün başındaki zat Gazzali’yi, ya da safında taraf tuttuğu İbn Rüşd’ü okumuş mudur? Gazzali’nin İbn Rüşd’ü yenmesinden söz ederken, sakın onları rakip takımlarda top koşturan futbolcu, ya da birbirine rakip iki boksör falan sanıyor olmasın?!
Olur a! İslam semasının iki felsefe devinin (Gazzali’yi okuyanlar onu neden “felsefe devi” olarak nitelendirdiğimizi de anlarlar) arasındaki oldukça verimli ilmi tartışmayı “yenmek-yenilmek” sözcükleriyle anlıyorsanız, sizin maksadınızın başka olduğu ortaya çıkar.
Peki İbn Rüşd’den, YÖK’ün tepesindeki zatın ve o kafadakilerin istismarına elverişli bir şeyler çıkar mı?
Hiç ama hiç sanmıyorum. Yine bilmeden, öylesine edilmiş bir laf bu. Görüldüğü kadarıyla bu lafı eden kişi, daha Gazzali’nin (öl. 1111) İbn Rüşd’le (doğ. 1126) aynı çağda yaşamadığını bile bilmiyor. [..]
Gazzali ne kadar İslam’ın ürünüyse, İbn Rüşd de, Farabi ve İbn Sina da o kadar İslam’ın ürünüdür. Laikçi kafa kendisi için kullanmaya elverişli isim ararken dahi, İslam ümmetinin dağarcığına başvurmaktan başka çıkış yolu olmadığını, kendisi de görüp utanıyor mu acaba? Bu gerçekten ibretlik bir durum.
Oysa ki bu kafa, ille de kendisine bizim diyarlardan kök arayacaksa, bunun yaşı üç çeyrek yüzyılı aşamaz. Ve bu kafanın bu topraklardaki geleceği de pek parlak görünmüyor. Çok değil bir çeyrek yüzyıl sonra bu kafayı müzelerde tarihe karışmış gayr-ı tabii bir “ürün” olarak ibret-i âlem için sergilenirken görürseniz, şaşırmayınız.
İbn Rüşd’den bu kafa için malzeme çıkmaz, demiştik. Mesela İbn Rüşd’ü İbn Rüşd yapan hacmi küçük fakat değeri sırf kendi literatürümüzün değil, tüm dünya ilim literatürünün baş yapıtlarından biri olacak kadar büyük olan Faslu’l-Makal’inin tam adı nedir biliyor musunuz:
Faslu’l-Makâl fî-mâ Beyne’l-Hikmeti ve’ş-Şeriati mine’l-İttisal
Bu ismi Türkçe’ye, biraz serbestçe şöyle tercüme edebiliriz: “Felsefe ile İslam Şeriatı Arasındaki Kopmaz İlişkiye Dair Sözün Kesilip Tartışmanın Bitirilmesi”
İbn Rüşd’ün başyapıtının sadece ismi bile, YÖK’ün başındaki zatın ve o kafadakilerin kanlarını beyinlerine sıçratması gerekmez mi?
Ne diyordu: “Gazali’nin İbn Rüşd’ü yenmesine bir kez daha izin vermeyeceğiz!”
Şu haydarane naraya, şu hiddet ve celadete bakınız!..
“Breh!.. breh!..” mi, yoksa “Vah…vah…”mı çekelim?
Bir numaralı eseri Şeriat’la akıl arasındaki ilişkinin koparılamazlığına dair olan İbn Rüşd’ün yanına ne kadar yakışır bu kafa? Ya da bu kafanın İbn Rüşd’ün yanında yer alıyor görünmesi ne kadar samimidir?
Bütün bunların “samimiyet”le değil “cehalet”le ilgili olması da ihtimal dahilindedir. [..]
Bu nasıl bir şaşkınlık ki “Felsefe ile İslam Şeriatı Arasındaki Kopmaz İlişkiye Dair Sözün Kesilip Tartışmanın Bitirilmesi” adlı bir eseri bulunan bir İslam filozofuna bu şekilde -daha yukarıda alıntıladığım- ağır sözler söyleniyor, o da yetmiyor İslam dairesinin dışına atılıyor?
İslam düşünce semasının yıldızları böyle harcanmaya kalkılmamalı. İslam düşüncesi durağan bir düşünce değildir; bu düşüncenin üç ana ekolü her daim birbirlerini reddetmeden varolagelmişlerdir. Bir önceki dönemde Diyanetten sorumlu bakanlık görevinde bulunan ve İslam felsefesi konusunda yetkin bir uzman olan Prof. Mehmet S. Aydın Hoca geçtiğimiz günlerde verdiği bir röportajda “İslam ötekilerle (diğer dinlerle) aynı süreci yaşamadı” sorusuna şöyle cevap veriyor:
Ernest Gellner “İslam’ın üzerinden tarih geçmedi” diyor. Bu, İslam’ın tarihi yok demek değil. Tarihte bazı olaylar ortaya çıkıyor, din onlarla hesaplaşıyor ama çok kere geri adım atarak kendisini kurtarıyor. Veya kurtardığını zannediyor. Bir tek İslam kendisine sunulan her yeniliği kabul etmiyor. Ben ilkelerimle yenileşmeyi sürdürmek istiyorum diyor. Bu Batı için anlaşılması kolay olan bir şey değil.
İslam’a bu özgüveni veren İslam düşünce geleneğidir. Değerli araştırmacı-yazar Mustafa Akyol da bir yazısında “ABD’nin önde gelen Hıristiyan liderlerinden biri olan — ve aslında İslam’a da pek sıcak bakmayan — Patrick Buchanan’ın “Vakti Gelmiş Bir Fikir” başlıklı yazısında enteresan teşhisler var.” dedikten sonra P.Buchanan’ın ilgili yazısından şu alıntıyı yapıyor:
Hıristiyanlık Avrupa’da ölür gibi dururken, İslam 21. yüzyılı, daha önce başka yüzyıllara yaptığı gibi, sarsacak şekilde yükseliyor… [İslami savaşçıları görünce] Victor Hugo’nun sözlerini hatırlamamak mümkün değil: “Hiç bir ordu, vakti gelmiş bir fikir kadar güçlü değildir.” Karşıtlarımızın çoğunun uğrunda savaştığı fikir, ikna edici bir fikir. Tek bir Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in onun elçisi olduğuna, İslam’ın yani Kuran’a teslimiyetin cennete giden tek yol olduğuna ve Allah’a bağlı bir toplumun şeriata göre yönetilmesi gerektiğine inanıyorlar… Milyonlarca Müslüman insan [onlara sunulan] Batılı alternatifleri kabul etmişti. Ama bugün onmilyorlarca Müslüman bunu reddeder gözüküyor ve daha saf bir İslam’daki köklerine dönüyorlar. Açıkçası, İslami inancın dayanıklılığı, hayranlık verici.
İslam, Osmanlı İmparatorluğu’nun iki yüzyıl boyunca yaşadığı yenilgi ve aşağılamaların ve hilafetin kaldırılmasının üstesinden gelmiş durumda. Nesiller boyu süren Batı hakimiyetinden de sağlam çıktı. Mısır, Irak, Libya ve İran’daki Batı yanlısı krallıkları aştı. Komünizmi kolayca püskürttü, 1967’de Nasırizm’i safdışı etti ve Arafat’ın veya Saddam’ın milliyetçiliklerinden de daha dayanaklı olduğunu gösterdi. Şimdi de dünyanın son süper gücüne direniyor.
İslam şüphesiz bu direnişi aslî kaynaklarına borçlu, ama 1400 yıllık büyük geleneğin de bunda çok önemli bir payı var. Bugün teolojik argümanlarımızla kozmolojik bilgilerimizi karşılaştırdığımızda Gazali’nin “varlık felsefesine” yakınlaşıyorsak, kulaklarımızda “Gökkubbenin altında söylenmemiş bir şey yok” sedası yankılanıyorsa, Astrofizikçi Robert Jastrow ünlü eseri “God and the Astronomers” in girişinde “Aklın gücüne olan inancıyla yaşayan bilim adamı için hikaye, kötü bir rüya gibi son buluyor. Bu bilim adamı bilinmeyen o dağa tırmanmaktadır, zirveyi ele geçirmek üzeredir, son kayaya tutunup kendini yukarı çektiğinde ise orada yüz yıllardır oturmakta olan bir grup din adamıyla karşılaşır.” diyorsa öğretimizin tüm boyutlarını sahiplenmemiz gerekmez mi?
İnşaallah geleneğimizin tüm düşünce ekollerini benimser, farklılıkları zenginlik olarak görür ve yeni bir ivmeyle bu öğretiyi geleceğe taşımayı becerebiliriz..
Zaman kısa, yol uzun.. Bunun farkında olmak dileğiyle..
“Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?” (Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)
“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan, Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz.
Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları
Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor. Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
Müslüman’ın Zaman’la imtihanı
Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.
Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı” karşılaştırdığımızda hiç yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü. Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor. Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle, bağnazlıkla suçlanabiliyor. Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradan indirebilirsiniz.
13 Yorum
Yazan:abdullah Tarih: Ara 11, 2007 | Reply
Allah ve Rasulünün yolunda kurban olamamış bir aklın işe yaraması söz konusu olmamıştır olamayacaktır…..
Yazan:rafet Tarih: Ara 12, 2007 | Reply
Hocam elinize sağlık. Harika bir yazı olmuş, çok istifade ettim.
Yazan:H.Basri Tarih: Ara 22, 2007 | Reply
Suat bey bu güzel yazınız, birleştiri ve uyarıcı mesajınız için çok teşekkürler..
Bir vesile “Faslu’l-makal” ve “el-keşf” ini okuma fırsatını bulmuştum. Gerçekten, İbn Rüştü okumuş olanalar tespitlerinize hak verecektir zaten.
Şöyle özet mahiyetinde bir iki cümle kurarsak, “İbn Rüşt’ün Gazali’ye eleştirisi temelde felsefenin aslını ehil olmayanlan geniş kitlelere izah etmeye çalışmakla hata etmiş olduğu hususundadır. Yoksa, İbn Rüşt’ün anlaşılmasını hedeflediği şey şudur; felsefe şeriata, şeriat da felsefeye muhalif değildir. Eğer aksi bir görünüm varsa, şeriattaki görüş yanlış bir yorum, sonradan uydurulumuş bir hurafedir, yada felsefedeki görüş hatalı bir görüştür. Yada bir diğer ihtimal, bir zıtlık var gibi görmemzin sebebi, bizim ne şeriat, ne de felsefedeki bilgimiznin kapsamlı ve tam olmayışıdır.”
İlgilenenlere, Dergah Yayınları’ndan, Sülayman Uludağ’ın hazırladığı “FELSEFE-DİN İLİŞKİLERİ – İbn Rüşd” adlı kitabını öneririm. (Yalnız benim gibi genel bir okuyucu için dilinin ağır olduğunu belirtmeliyim.)
Hayırlı bayramlar dilerim..
Yazan:geri ibni rüşt Tarih: Oca 14, 2008 | Reply
saçma bence bende okuyorum
Yazan:şadan Tarih: Ağu 9, 2008 | Reply
İbni Rüşd’ün sözü edilen kitabını ben de okudum. Çok etkilendiğimi söylemek isterim. Ayrıca Gazali ile olan fikri mücadelesinde kendisine çok haksızlık edildiğini öte dünyada pekçok insanın kendisinden helallik almak durumunda kalacağını düşünüyorum. Bir kere İbni Rüşd’ün imanını ve inancını sorgulayabilecek kapasitedeki insanların bu toplumda çok sınırlı olduğunu düşünüyorum.
Bugünkü çağdaki ifadeleri kullanacak olursak İbni Rüşd o zaman için “tredy” olmayan yani tasavvuf ağırlıklı sünni düşünce geleneğinin dışında kalarak bir düşünce modeli geliştirmiştir. Akıl ile vahyin anlaşılabilirliğini savunmuş ve nakilci geleneğe karşı durmuştur. Ama kimi çevreler nerdeyse tabu olarak gördükleri Gazali’yi haklı çıkartmak için Cenab-ı Allah’ın çok seçkin kulları arasında olduğuna inandığım İbni Rüşd’e büyük zulüm yapmışlardır. Daha fazla uzatmak istemiyorum. Hani Mevlana’nın bir sözü vardır:” düne dair söylenenler dünde kaldı cancazım, bugün yeni bir gün; yeni şeyler söylemek lazım!” Ben İbni Rüşd’ün söylediklerinin, bu çağın müslümanlarının hararetle beklediği”yeni şeyler” olduğuna inanıyorum. Bunu yaparken de hiçbir taassuba düşülmesine gerek yok. Aynı şey tabi ki İbni Rüşd için de geçerli. Bugün Gazali’nin değil İbni Rüşd’ün profilini çizdiği müslüman tipi başat olabilseydi, müslüman coğrafyasında her alanda yaşanan gerilik ve pespayelik belki de gerçek olmayacaktı. Çünkü neden-sonuç ilişkisini yani bilimi ve aklı önemseyen bir toplumda vahyin daha bir anlam kazanacağına ve insanların Allah adına daha üretken ve O’na daha yakışır işler yapacağına inanıyorum. Tüm kardeşlerime naçizane, Allah’ın bu güzel kulunu daha yakından tanımalarını tavsiye ediyorum.
Yazan:enver gülşen Tarih: Ara 15, 2008 | Reply
siteye yazmaya (maalesef okumaya da)başlayalı çok da uzun bir süre olmadığı için eski yazıları arada böyle denk gelince fark ediyorum. cehaletleriyle sadece dikatomiler üretebilen, yapabildikleri başka birşey olmayan (yine gazali -ibni rüşd dikatomisinden ibni rüşd’e destek veren bir ‘akılcı’zat, bir zamanlar, gazali, ibni rüşd’ün yazdığına cevap bile verememiştir, o kadar tıkanmıştır, gibilerinden birşey yumurtlamıştı bana. gazali öldüğünde ibni rüşd daha doğmamıştı bile dediğimde buna da inanmayıp benimle iddialaşmıştı. )insanların entellektüel olarak nitelendirildiği bir ülkede yaşıyoruz maalesef. hele bu cehalet sokaktaki sıradan insan cehaletine de hiç benzemiyor. tahsilli bir uzman cehaleti olduğu için, uzmanlık alanını tüm dünyayı algılamak için tek nesnel dayanak yaptığı için de bu insanlara laf anlatabilmek çok zordur. çünkü zaten biliyorlardır. zaten aşmışlar, bilmişler ve başka şeylere ihtiyaçları bile yoktur. bilgileri de birtakım gazete haberlerinde duydukları iki üç kelimeden ibarettir: “islam tarihinde gazali değil ibni rüşd kazansaydı islam dünyası bugünkü gibi geri kalmazdı” gibi yumurtlamaları sıkça duyarsınız bunlardan, ama altını deşip derinliğinde ne demek istediğini sorduğunuzda koskoca bir tısss alırsınız.
velakin çok güzel bir yazı olmuş. sitede çok değerli mücevher gibi yazılar var gerçekten
Yazan:Mustafa Tarih: Ara 15, 2008 | Reply
Müstesriklerden de Boer ve Max Horten bundan yüz yillar kadar evvel yazmislardi Imam Gazaliye haksizlik edildigini. Imam Gazali fen ilmine tecrübeye dayanan fen ilmini ilim olarak görmekte ve Ibni Rüsd aristo felsefesine dayarak bunu ilim olarak görmemekte. Kurani Kerimde tabiatdan müsahede ve fikir ile ilime varmamiz yazmakta. Francis Bacon ile baslayan batida empirik ilimi zihniyet bizde bastan beri var idi. Bize nice yillar aristonun tabiat felsefesini ilim diye yuttururlardilar ve aristoculuga gecmedigimizi “gericilik” olarak görürlerdi. Halbuki eflatuncu hiristiyan dünyasinda Augustinden gelen eflatunculugu asmak icin aristoculuk “bir ilerleme” kabul edilebilinir belki.
Felsefeye gelince Prof.Horten yaziyorki felsefi bilgileri asil yayanlar Gazali ve Razi gibi alimlerdi diyor. Kelamda karsi tarafin tezlerinicürütmek icin önce o tezleri yazmak lazim izah etmek lazim. Bunda müslüman alimler cok dürüst idiler hiristiyanlar gibi asiri polemikci degildiler. Hem yeni-eflatuncu karma aristo felsefesinin felsefenin sadece 3 noktasinda reddiyesi var Gazalinin ve 17 konuda itirazi diger sayisiz konular ya kabul edilir yada en azindan red edilmesinde gerek yok o ana kadar.
Daha cok yazilacak sey var bu konuda…
Yazan:necmettin Tarih: Haz 24, 2010 | Reply
yazı çok güzel okudum ama kafama takılan konu ibn rüşd ad kavminin helakı hakkındaki düşüncelerini nasıl buluyorsunuz
Yazan:İsmet Tunç Tarih: Haz 24, 2010 | Reply
Ülke olarak İslam felsefesine uzak bir bilinçle yetiştirildik. 725’ten sonra başlayan Bağdat çeviri hareketi, -öncesini de hesaba katarak- bu sistemin yıkılıp İspanya’ya sıçramasından sonra Avrupa’yı aydınlatacak bir bütünün toplamı olduğu bizlere hiç öğretilmedi. Zaten bizdeki iktidar da hep iyi-kötü ikelimi arasında sıkıştırdı bizi. Bu nedenle İslam felsefesi cuhuriyetin ilanından sonra bizlerin topyekün uzak kaldığı bir mesele oldu. Halbuki Farabi, İbn Sina, Gazali, İbn Rüşd ile doruğa ulaşan -aradakileri unutmadan, Bacce,el kindi, Maverdi gibi- bu birikim bizleri bugün daha farklı noktalara ulaştırabilirdi. Maalesef bu toplum bunlardan ayrı kaldı. Deve sırtında bile tıp kitapları çevirmekten kendini alıkoymayan bir İbn Sina da bizim değerimizdir, Gazzali de bizim değerimizdir. Avrupa’da 14. yüzyıla dek bir İbn Rüşdcülük ekolü sahibi İbn Rüş de bizim değerimizdir. Yeterki ideolojik bağnazlığa kapılmadan objektif duruş sergilemeyi ilke edinelim.
Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Haz 24, 2010 | Reply
İsmet Bey çok haklisiniz. Dil devrimi zaten büyük bir yikim oldu. Köklerimizden kopunca bir iki kusakta uzaydan gelmise döndük. Memleketteki bir çok derdin kaynaginda da bu kopukluk var kanaatindeyim.
Saygiyla
Yazan:Alp Tarih: Ağu 20, 2010 | Reply
Gazali ibni sina ve diğer müslüman felsefecilere kafir dememiştir. Gazali şu şu hususlarda küfre girmişlerdir demektedir. Şu halde bu sözü Gazalinin şehadet getiren birine kafir denemeyeceği sözü ile birleştirir isek daha anlamlı olur.
Yazan:Özgüray AYDIN Tarih: Eyl 14, 2010 | Reply
sadece google dan 2 isim yazıp çeşitli yerlerdeki yorumları okumaya gayret ettim. ağzınıza, elinize sağlık. yaşadığınızı bile bilmek mutluluk sebebi..
Yazan:Mustafa Serpil Mersinoglu Tarih: Eki 20, 2018 | Reply
Bu yazı Turkiye Cunhuriyetini dağıtmak isteyen ABD ideologları ağzı ile yazılıp ustaca sanki ABD karşıtı gibi yüzeysel bir ABD eleştirisi ile bu asıl derin kafa bulandırma gizlenmiş…