RSS Feed for This Post

Rüzgâr nükleer enerjinin yerini tutabilir mi?

img_illustration1.jpg30 dakika içinde yeryüzüne ulaşan toplam güneş enerjisi insanlığın bir yıllık ihtiyacı kadar! (Danish Wind Energy Association) Bu enerjinin önemli bir kısmı rüzgâr ve fotosentez gibi doğa olaylarının oluşumuna yarıyor ama henüz çok fazla kullanmadığımız rüzgâr enerjisinin potansiyeli gene de büyük.

Rüzgâr enerjisinden üretilen elektrik şimdilik dünyadaki toplam üretimin sadece %1 ile %2’si arasında. Ülkemizdeki ilk endüstriyel projelerden biri olan Bandırma Rüzgar Enerjisi Santrali de Türkiye’nin toplam enerji üretimi içinde çok büyük bir yer tutmuyor. Peki rüzgâr potansiyelimizden tam olarak istifade edebilmiş olsak nükleer enerjiden vazgeçebilir miyiz?

Ucuz mu?

Rüzgâr ile üretilen elektrik aslında oldukça pahalıya geliyor. Rüzgâr türbinleri nükleer santrallere oranla çok daha düzensiz bir elektrik üretimi yaptıkları için esmeyen saatlerde termik veya nükleer santraller gibi düzenli biçimde elektrik üreten sistemlerle desteklenmesi gerekiyor. İşte bu düzensizlik sebebiyle Danimarka’da yeni rüzgâr türbinlerinin inşasının durdurulması, Hollanda’da ise sübvansiyonların kesilmesi söz konusu. Hiç bir gelişmiş ülke %20’nin üzerindeki bir elektrik üretimini rüzgâra bağlamak istemiyor. Zira termik veya nükleer santralleri sürekli “açıp kapatmak” teknik olarak mümkün değil. Ayrıca kurulum maliyetine katlanılmış bir santrali tam kapasite ile kullanMAmak da ekonomik kayıplar doğuruyor. Bu kesinti sorunu güneş enerjisinden üretilen elektrik için de geçerli. Rüzgâr türbinleri yıl içinde %16-35, güneş panoları %15, nükleer santraller ise %80 ilâ %95 kapasite ile üretim yapıyor.

Bir başka deyişle bu kesintili üretim sebebiyle kurulu güçten tam olarak istifade etmek mümkün olmuyor. En verimli rüzgâr türbinleri yılda 2000 saat civarında üretim yaparken nükleer ve termik santrallerde bu rakam 8000 saati buluyor. Buna ek olarak rüzgâr türbinleri kuruldukları yılın ilk 3 ilâ 9 ayını kendilerinin üretimi için harcanan enerjiyi “geri” üretmekle harcıyorlar.

“Electricity Supply in the OECDadlı raporun 9 numaralı ekinden alınan aşağıdaki  bilgilere göre rüzgâr elektriği nükleerin 2 veya 3 katı daha pahalı:

Elektrik üretim birim fiatları (US cent/kWh)

Nükleer 5.4 – 7.4
Kömür 4.7 – 6.1
Doğal gaz 4.6 – 6.1
Karadaki rüzgâr türbini (onshore) 4.7 – 14.8
Denizdeki rüzgâr türbini (offshore) 8.2 – 20.2

Basit mi ?

e_bondues1.jpgRüzgâr türbinleri her türlü rüzgârda çalışmıyor. Saate 10 km’nin altında sürtünme sebebiyle duran türbinlerin elektrik tüketmemeleri için bağlı bulundukları ağdan kesilmeleri gerekiyor. Saate 100 km’nin üzerinde ise pervanelerin kırılması söz konusu olduğundan pozisyonları değiştirilerek « rüzgâr almaz » hale getiriliyor ki elektrik üretimi bu halde de duruyor.

Araştırmacılar 200 km’de bile çalışacak biçimde yeni türbinler üretmeyi amaçlıyorlar ama tek sorun bu değil. Kesintili üretim sorununu dengelemek için rüzgâr ile üretilen elektriğin depolanması gerekiyor. Bildiğimiz akülere benzer kimyasal yöntemlerin kullanılması halinde cıva, kurşun gibi elemanlar yüzünden çevre koruma açısından hiç bir ilginç yönü kalmıyor rüzgâr türbinlerin.

Daha temiz depolama yöntemleri de araştırılıyor elbette. Bunlardan bir tanesi elektroliz yoluyla hidrojen üretmek. Bir diğeri ise hidroelektrik santrallerden istifade ederek düşük seviyede bulunan bir miktar suyu daha yüksek bir noktaya pompalamak. Fransa’da Grand’Maison barajında uygulanan bu yöntem sayesinde iki nükleer santrale eşdeğer (1800 MW’lık) bir depolama kapasitesi söz konusu.

Bir Amerikan firması olan Kite Gen Research ise doğrudan türbinin içinde basınçlı hava üretmek yoluyla elektrik üretimindeki düzensizliği gidermeyi amaçlıyor. Eğer amacına ulaşırsa rüzgârsız saatlerde basınçlı hava türbini döndürmeye devam edecek.

Kullanılan depolama yöntemi ne olursa olsun enerji çevrimi sebebiyle zaten düşük olan randımandan daha da büyük kayıplar veriliyor. Bu da rüzgâr enerjisinin birim fiatını iyice yukarılara çekiyor. Ayrıca hidroelektrik depolama coğrafi koşullara sıkı sıkıya bağlı. Düz ovalara kurulmuş büyük şehirler için kullanılması imkânsız. Enerji nakil masraflarını arttırması da cabası.

Güvenlik ve çevre kaygısı

accident_image012.jpgRüzgâr türbinleri sanıldığı kadar güvenli ve çevreci değil. Şiddetli rüzgâr pervanenin yerinden sökülmesine ve etraftaki insanlara, binalara zarar vermesine sebep oluyor. Danimarka’da, Fransa’da birçok kaza oluyor bu tipte. Artık kimse bu türbinlerin yakınında yaşamak istemiyor. Çevreci dernekler hem kazalar hem de aşırı ses nedeniyle mücadele veriyorlar bu konuda. Avustralya’da yapılan bir etüde göre türbinlerin gürültüsü insanlardaki stresin artmasına sebep oluyor. AB ve ABD’de meydana gelen kazalar ve şikâyetlerle ilgili videolar için buraya bakılabilir.

Aslında türbinleri veya nükleer santralleri suçlamak ya da aklamak yersiz. İnsanların ürettiği her sistem risk arz ediyor ve çevreye de zarar vermesi söz konusu olabilir. Bir boya veya kimyasal gübre fabrikası da endüstriyel riskler içeriyor. Uçaklar çevreyi kirletiyor. Ama yoğun tarımdan, uçaklardan veya renkli kıyafetlerden vazgeçmiyoruz.

Mesele bu risklerin ölçülmesi, önlem alınması ve krizlerin yönetilmesi meselesidir.

Toplam potansiyel ve Türkiye

Rüzgâr enerjisinin ulusal enerji politikasında bir ağırlığı olabilmesi için sürekli ve güçlü rüzgârlara ihtiyaç var. Dağlar bu tip rüzgârlara engel oldukları için en verimli türbinlere karada değil ancak denizde rastlıyoruz. Denizde kurulan ve offshore denen türbinlerin kurulma ve işletme maliyetlerinin düşük olması için ise deniz dibinin birden bire derinleşMEmesi, tersine sığ olarak açıklara devam etmesi gerekiyor. Bu tür coğrafî özellikler ise Baltık ve Manş denizlerinde ve Orta Amerika’nın bazı yerlerinde var.

turkiye-ruzgar.jpg

Stanford üniversitesinden Cristina L. Archer ve Mark Z. Jacobson’un hazırladıkları rapora göre offshore potansiyel açısından Türkiye rüzgâr fakiri bir bölgede bulunuyor. Raporun özet kısmında sunulan haritalara göre rüzgâr zengini ülkeler arasında Danimarka, Hollanda, İngiltere ve Fransa var. Bunlardan ilk ikisinin bu konuda en ileri ülkeler arasında olması şaşırtıcı değil. Meselâ Danimarka elektrik ihtiyacının %20’sini rüzgârdan sağlıyor. Son ikisi ise yatırımların en hızlı ilerlediği iki ülke. Yani çevrecilikten çok fırsatları değerlendirmek söz konusu.

Elektrik işleri etüt idaresi’nin hazırladığı Türkiye rüzgâr haritası offshore dışındaki potansiyel için daha ayrıntılı bilgi veriyor ülkemiz hakkında.

Gene Archer-Jacobson raporuna göre dünyanın teorik rüzgâr potansiyeli 72 TW yani insanlığın enerji ihtiyacının 15 katı. Ama yazarların da itiraf ettikleri gibi bu hesapta üretilen enerjinin nakli, türbin kurulacak alanların erişilebilirliği vb konular dikkate alınmamış. IPCC‘nin hazırladığı bir başka rapora göre ise kullanılabilir potansiyel teorik potansiyelin sadece %4’ü.

Sonuç

Rüzgâr enerjisi yeni yeni gelişmekte olan bir alan. Önümüzdeki 30-40 yıl içinde türbinlerin randımanı ve depolama teknikleri ilerledikçe Türkiye için tamamlayıcı ve temiz bir kaynak olabilir.

Hâlihazırda büyük yerleşim merkezlerinden ve enerji nakil hatlarından uzak yerlerde küçük ve orta boy rüzgâr türbinleri ucuz bir alternatif teşkil ediyor.

Ancak bugünkü teknoloji seviyesinde rüzgâr ile üretilecek elektriğin Türkiye çapında bir fayda sağlaması imkânsız. Rüzgâr enerjisi ile ülke ihtiyacının önemli bir kısmını karşılayan ülkelerin coğrafî avantajlara sahip olduklarını, buna rağmen bu tip üretimi ayrıca devlet sübvansiyonlarıyla destekleyerek ayakta tuttuklarını göz ardı edemeyiz.

Türkiye hem hızla gelişen hem de nüfus artan bir ülke. Kişi başına elektrik tüketimimizin gelecek on yıllarda AB ülkelerini yakalayacağını göz önüne alırsak rüzgârdan üretilen elektriğin ancak yerel ve tamamlayıcı bir rol oynayacağı, asla nükleer enerjinin yerini alamayacağı aşikârdır.

Avrupalıların yaptığı gibi rüzgâr elektriğini sübvanse etmek yerine kaynaklar :

  • 1) Randımanı yüksek rüzgâr türbini üretmenin yollarını araştırmak,
  • 2) Türkiye’deki binaların ısı yalıtımını iyileştirilmek,
  • 3) Nakil hatlarındaki kaçak ve kayıpların önüne geçmek,

İçin kullanılabilir.

 

Para Yenir mi?

İnsanlık endüstri devriminden bu yana doğayı şekillendirecek güce sahip. Ancak bu şekillendirme gücü yaşamı değil de maddî çıkarları koruyacak biçimde kullanılıyor. Fakir ülkeler, aynı ülke içinde yaşayan fakir insanlar, bitkiler ve hayvanlar “vahşi doğadan” bile daha vahşi bir kirletme özgürlüğünün(!) kurbanı oluyorlar. Gelecek asırda hep beraber keşfedeceğiz paranın yenip yenmeyeceğini. Yok ettiğimiz balıkların yerine Amerikan doları koyup koyamayacağımızı… Buradan indirebilirsiniz.

 

 

 Derin İnsan 

 “Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek  düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?” (Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)

“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan,  Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz. 

   Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları

Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne  kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor.  Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

 Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?
 Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz. ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor.

 Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

 Bir pozitivizm eleştirisi

Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı”  karşılaştırdığımızda hiç  yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü.  Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak  çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor.  Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle, bağnazlıkla suçlanabiliyor.  Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradan indirebilirsiniz.  

Trackback URL

  1. 22 Yorum

  2. Yazan:fehim Tarih: Ara 17, 2007 | Reply

    Deniz akımlarından enerji buyrun.
    Gulf Stream’in gelgit enerjisi Florida’nın enerji ihtiyacının üçte birini karşılayabilir.

  3. Yazan:fuatogl Tarih: Ara 23, 2007 | Reply

    Mehmet bey. Çevreye zararı konusunda bence eşit konumda değiller. Yeni yasalarla yerleşim yerlerine yakın yapılması önleniyor, onun dışında bir gürültü problemi yok. 70-80 metre uzaklığa koca bir türbin konulursa doğal olarak insanın kafasını ağrıtır 🙂 Onun dışında kirletici, ölümlü kazalar abartılı şeyler. Mesela o görüntüsünü verdiğiniz türbin tipi 15 yıl önceki bir model. Yani ilk modeller. bu tipten yaklaşık 80 tane var kalan. toplamda yaklaşık 5000 türbinden ise yılda 1-2 haber bile zor oluyor. Yeni yasalarla da yerleşim yerlerine konulamıyor. Çözümleri gayet basit ve yönetilebilir durumda. Bu konuda felaket senaryoları geliştirmek gerçekten zor 🙂
    Herhangi bir şekilde nükleer enerjinin riskleri ile karşılaştıramazsınız, bu ancak demagoji olur. Nükleer teknolojinin sadece 2 tane kazası yok. 2 tane büyük felaketi var, onun yanında yıllar içinde binlerce değişik ölçekte irili ufaklı kazaları var. Henüz bilinmeyen yönleri var, son almanyadaki kanser vakalarındaki artış raporu bir fikir verebilir. İsveçteki son kazalar aynı şekilde, adamlar 2 santrali kapattı.

    Kaynak gösterdiğiniz sitelerin olaya yaklaşımı çok objektif. Türbin yakan ejderhalar filan, çok eğlenceli 🙂 Ama bu teknolojinin en çok uygulandığı ülkeye bakalım. Toplumun desteği 90% oranında. Etrafda uçuşan kırılmış pervane kanatları devrilen patlıyan zehir saçan makineler yok pek.

    Ha birde şu çirkin görüntü meselesi var. Yani boş arazilerde tektük görebileceğin pervaneler çirkin, ama mesela fransa 200.000 tane elektrik aktarımında kulanılan birbirine bağlı dev “pilon” lar çirkin değil, üstelik enerji kaynağının merkezi olması sebebiyle çok noktalı topografisinin çirkinliği arttırması sorun değil. Gülünç karşılaştırmalar. Ve zaten kullanımın yaygınlaşması ile rüzgar-çiftlikleri söz konusu, derli toplu belirli alanlarda, denizde vesaire kuruluyor. İspanyada dağlarda bile kuruluyor.

    Bir önceki yorumumda anlatmaya çalışmıştım verimlilik ve bu alanın henüz çok yeni olduğundan, henüz tam potansiyeline ulaşılmadığını vs. Özellikle enerji ağının yönetilmesi konusunda çok gerçekçi çalışmalar var. Mesela şu andada bunların üzerinde çalışan Türkiyeli mühendis arkadaşlarım var bildiğim.
    Danimarkadaki durum da biraz farklı. 2 yıldır eski türbinler ile ilgili yenilemeler var, ve son yıllarda bu alandaki popülerleşmeden sonra birçok insanı yurt dışında, üretimin de büyük bölümü yurt dışına çıkıyor. Yaklaşık olarak 90% satış var. Şu ara Siemens yeni dev bir üretim tesisi açıyor. İngilteredeki yeni projenin çoğuna bunlarda katılacak başkaları ile beraber.
    Danimarka için hedef 2008 sonunda 25%, Hatta tam tarihi 1 mayıs 2009. Yeni döşenen kablolar o gün denizde yeni kurulan çiftlikleri dahil edecek enerji ağına. 2020 için 50%. Yapılan teknolojik yatırıma bakılırsa da gayet gerçekci, hatta yetersiz gören var. + bu konuda yeni yasal düzenleme var çıkan, durmuş filan değil yani. Yani 20% sınır gibi birşey yok. Eski teknolojiye bakarak deriz bunu ancak, ama teknoloji gelişiyor, ortadaki problemler insanın alışık olduğu optimizasyon problemleri. Problemlerin çözümü de belli. Daha önce çözülen problemlerin “large-scale” uygulamasından başka birşey değil. Mesela “Supergrid of interconnected windfarms” projeleri sizing bahsettiğiniz problemleri adresliyor, diğer alanlardan bildiğimiz bir yaklaşım, bilişim olsun genetic olsun istatistik vs. olsun. Ölçek genişledikce alttaki “variable”/değişkenlik pürüzleri çok daha kontrol edilebilir hale geliyor. Bu arada bu araştırma yapılan “Grid” ler sadece rüzgar enerjisi için değil, güneş ve denizden elde edilecek “değişken” enerjiler içinde planlanıyor. Enerji ağının da globalleşmesi söz konusu. Kaçınılmaz birşey. Bu tarz çözümler verimi katlayacaktır. Sizin ve başkalarının yaptığı değerlendirmeler aslında öngörüsüzlükten ve dinamiğin nereye gittiğini görmemekten kaynaklanıyor. Bu alanlardaki karar mekanizmalarına üniversiteleri vs leri katan ülkeler az önce saydığımız ülkeler, boşuna nükleer leri varken uğraşmıyorlar bunlarla. Almanya gibi bir ülke boşuna ~ 20GW lık türbin dikmiyor.

    Yani bugünün enerji ağının hantallığına bakarak bu yeni teknolojileri değerlendirir, hele hele buna dayanarak gelecek öngörüsü yaparsak bence önemli bir hata yapmış oluruz. Bu yeni teknolojiler eski ve hantal ağlarda çalışıyor, bu nokta çok önemli.
    Türkiye için de geçen yorumumda verdiğim rakamlar Gamesa ve Vestas şirketlerinin kendi raporlarındaki verilerdi. Mevcut bilinen potansiyel 80.000MW, kısa vadede 10.000MW olarak verilmişti. Dökümanları online bulamadım. Bildiğim kadarı ile de birtakım görüşmeler varmış Türkiye ile, ama ayrıntılı bilgim yok. Biz bu teknolojiler açısından yeşil zone içersindeyiz. Potansiyelimiz var yani.
    Ayrıca maaliyetler bakımından zararlı bir yatırım değil. Birkaç yılda kendisini ödüyor şimdiki türbinler şimdiki ağlarda. Geriye milyarlarca dolarlık söküm maliyeti kalmıyor, 20-25 yıl çalışabiliyorlar. Bitti mi ver hurdacıya.
    Şurada hesaplamalar ile ilgili genel yanılgılar ile ilgili bir açıklama var.
    Nükleer enerjinin birçok gizli sübvansiyonu, değişik hesaplamalardaki bazı kalemler çok bulanık olarak hesaplanır. Rüzgar enerjisi özellikle şu son yıllarda rekabet edebilecek güçtedir ve bu konuda sergilediği performans az buz değildir. Ve daha çok boşluk içeren bir alanda hareket ediyor. Sadece birkaç yılda maliyetin 4 kat azalması verimliliğin artması buna iyi örnektir. Bakkaldan günlük mal alımı yapmıyoruz. Geleceğe yatırım yapıyoruz, stratejik bir karar alma söz konusu. O yüzden bu teknolojilerin yıllar içindeki gelişimine bakmak lazım, bunlarla tecrübesi olan ülkelerin deneyimlerine bakmak, kendi üniversitelerimizin ne dediğine bakmak lazım.
    Dünyadaki eğilim bellidir, nükleer enerji kullanımı artacaktır, fakat genel pasta içersinde payı düşecektir. Yani sizin çizmeye çalışdığınız gibi herşey nükleer olacak ve yanına da süs için pervane – güneş panelleri konulmayacak. Nükleer, zorunluluktan kullanılıyor, ve bu şekilde bakmak gerekiyor. Nitekim bu tecrübe sahibi ülkeler de bu şekilde bakıyor.
    Akla gelebilecek mantıklı sorular:
    İsveç gibi bir ülke neden zamana yayılmış nükleer sönümlenmeden bahsediyor?
    İngiltere gibi 25 e yakın nükleer santral kurmuş bir ülke neden dev bir rüzgar türbini projesinin başlatıyor ve yenilenebilir enerjilerin ciddiye alınmasından bahsediyor?
    Almanya neden bazı projeleri durduruyor ve çok kısa sürede 10% lara varan paylarla yenilenebilir enerji kaynakları ile uğraşıyor?
    Aynı şekilde Fransa gibi bir ülke neden yenilenebilir enerjilerle uğraşıp 500-600 tane türbin dikiyor? Neden yapıyor bu adamlar bunu madem nükleer bu kadar iyi ve tek başına yeterli? Yada neden yapmak isteyenler var?
    İngiltere için örnek: http://www.bwea.com/media/news/071207.html Bu adamlar aptal mı?

    Tek başına türbin yeter mi? Şu aşamada ben yeteceğini iddia etmiyorum, fakat bu alandaki gelişmeleri es geçip sadece nükleer dersek zarar ederiz. Hele bizim gibi bir ülke. Teknolojiye hakim olma şansımız alternatif yöntemlere nazaran daha düşük. Nükleer zorunlu olarak başvurulacak birşey olarak görülmeli, açığı kapatan anlamında. Tersi değil.
    Bunlar ciddi alternatifler ve şimdiden buna ciddi ciddi ağırlık vermek gerekiyor. Nükleer tek çözüm olsaydı bu teknolojiye yatırım yapan ülkeler başka yerlere yönelmezlerdi. AB yukarıda bahsettiğim “Super Grid” projelerine para ayırmazdı.
    Bunları ciddiye almak lazım, çünkü bunların çoğu ciddi olarak nükleer e yatırım yapmış ülkeler dediğim gibi. Madem nükleer o kadar iyi ne diye türbinlerle uğraşıyorlar? Mesela ingiltere ne diye bu kadar büyük bir proje başlatıyor – bu adamların nükleer tecrübesi de var, ne diye koca türbin parkları kuruyorlar, deniz ile uğraşıyorlar? Herhalde birşeyleri öngörebildiklerinden dolayı, mevcut durumu sabit veri olarak almıyorlar karar süreçlerine. Biz ise ülke olarak öngörüsüz plansız programsız, işe duygularımızı da karıştırarak kararlar alıyoruz. Özellikle nükleer den güç,şan vs bağlamında bahsetmemiş bu alandaki kafamızın ne kadar gelişmiş olduğunu gösteriyor. Enerji politikaları bu tarz duygularla uygulanmaz.

    “Archer-Jacobson” raporu kendi deyimleri ile “conservative” bir rapor. En kötü ihtimalde şeklindedir. Hesaplamalarını yaparken şu an mevcut olan türbinleri kullanmaktalar! Rüzgar site ları olarak sadece class-3 alanları kullanıyorlar. Ona rağmen toplam enerji ihtiyacının 15 katı teorik olarak. Şu anki türbinler verimlilik anlamında hem üretim hemde dağıtım anlamında 60% artarsa 25 katı demek bu. Bunun 4% ü olan yaklaşık gerçekci oranı alırsak 1 katı çıkıyor toplamda. Tam ihtiyacı karşılıyor 🙂 Yani rakamlarla fazla oynamadan çok mantıklı şeyler çıkıyor. Haldeki durumu sabit kabul etsek bile 50% den fazlasını karşılıyor. Daha güneş yok, deniz enerjisi yok, bio enerji yok! Hatta nükleer de yok.

    “Cristina L. Archer ve Mark Z. Jacobson” un raporu Türkiye için hiçbirşey söylemiyor. Sizin yorumlamanız ise yanlış. Oradaki mavi noktalara bakıp sizler bu şekilde karar veriyorsanız 1.cisi tutar belki ama ikinci kararınız tutmaz. Hele enerji gibi meselelerde biraz daha ince eleyip sık dokumak gerekiyor. Verdikleri haritaya bakılırsa Türkiyeden pek fazla veri girişi olmamış. Yine aynı haritada İspanya için türkiye ile tıpatıp aynı bir tablo ortaya çıkmış. İspanyanın rüzgar enerjisi için çok verimli olduğunu ve bu alanda baya yol katettiklerini biliyorum şahsen 🙂 Sizin bilimsel veri okumanıza göre İspanyada da rüzgar seviyeleri yetersiz!? Böyle alelacele rapor okuması yapıp kestirmden sonuç çıkarmaktansa specifik olarak yapılmış araştırmalara bakarsak daha doğru kararlar alabiliriz.

    Mesela Global Energy Network Enstitute benim başka yerlerden aktardığım sonuçlara benzeri şeyler aktarmış Türkiyenin potansiyeli için:
    http://www.geni.org/globalenergy/library/national_energy_grid/turkey/index.shtml

    Aşağıda da kendi ülkemizin bilim insanlarının yaptığı birbirinden farklı 5 tane araştırma. Bunlardan yada başkasında okumuştum 1-2 yıl önce, yıllara yayılan istatistiklerle açıkca potansiyelimiz olduğunu gösteriyordu. Yani hiç sizin çıkardığınız sonuçları çıkartmıyor bilim insanlarımız.

    The wind power potential of the eastern Mediterranean region of Turkey Sahin, B. et al. Journal of Wind Engineering and Industrial Aerodynamics:link

    Wind energy potential in Antakya and İskenderun regions, Turkey:link

    Wind power potential in Turkey and Akhisar case study:link

    The wind power potential of the eastern Mediterranean region of Turkey:link

    An investigation on wind power potential of Nurdağı Gaziantep, Turkey:link

  4. Yazan:fuatogl Tarih: Ara 23, 2007 | Reply

    Mehmet bey. Çevreye zararı konusunda bence eşit konumda değiller. Yeni yasalarla yerleşim yerlerine yakın yapılması önleniyor, onun dışında bir gürültü problemi yok. 70-80 metre uzaklığa koca bir türbin konulursa doğal olarak insanın kafasını ağrıtır 🙂 Onun dışında kirletici, ölümlü kazalar abartılı şeyler. Mesela o görüntüsünü verdiğiniz türbin tipi 15 yıl önceki bir model. Yani ilk modeller. bu tipten yaklaşık 80 tane var kalan. toplamda yaklaşık 5000 türbinden ise yılda 1-2 haber bile zor oluyor. Yeni yasalarla da yerleşim yerlerine konulamıyor. Çözümleri gayet basit ve yönetilebilir durumda. Bu konuda felaket senaryoları geliştirmek gerçekten zor 🙂
    Herhangi bir şekilde nükleer enerjinin riskleri ile karşılaştıramazsınız, bu ancak demagoji olur. Nükleer teknolojinin sadece 2 tane kazası yok. 2 tane büyük felaketi var, onun yanında yıllar içinde binlerce değişik ölçekte irili ufaklı kazaları var. Henüz bilinmeyen yönleri var, son almanyadaki kanser vakalarındaki artış raporu bir fikir verebilir. İsveçteki son kazalar aynı şekilde, adamlar 2 santrali kapattı.

    Kaynak gösterdiğiniz sitelerin olaya yaklaşımı çok objektif. Türbin yakan ejderhalar filan, çok eğlenceli 🙂 Ama bu teknolojinin en çok uygulandığı ülkeye bakalım. Toplumun desteği 90% oranında. Etrafda uçuşan kırılmış pervane kanatları devrilen patlıyan zehir saçan makineler yok pek.

    Ha birde şu çirkin görüntü meselesi var. Yani boş arazilerde tektük görebileceğin pervaneler çirkin, ama mesela fransa 200.000 tane elektrik aktarımında kulanılan birbirine bağlı dev “pilon” lar çirkin değil, üstelik enerji kaynağının merkezi olması sebebiyle çok noktalı topografisinin çirkinliği arttırması sorun değil. Gülünç karşılaştırmalar. Ve zaten kullanımın yaygınlaşması ile rüzgar-çiftlikleri söz konusu, derli toplu belirli alanlarda, denizde vesaire kuruluyor. İspanyada dağlarda bile kuruluyor.

    Bir önceki yorumumda anlatmaya çalışmıştım verimlilik ve bu alanın henüz çok yeni olduğundan, henüz tam potansiyeline ulaşılmadığını vs. Özellikle enerji ağının yönetilmesi konusunda çok gerçekçi çalışmalar var. Mesela şu andada bunların üzerinde çalışan Türkiyeli mühendis arkadaşlarım var bildiğim.
    Danimarkadaki durum da biraz farklı. 2 yıldır eski türbinler ile ilgili yenilemeler var, ve son yıllarda bu alandaki popülerleşmeden sonra birçok insanı yurt dışında, üretimin de büyük bölümü yurt dışına çıkıyor. Yaklaşık olarak 90% satış var. Şu ara Siemens yeni dev bir üretim tesisi açıyor. İngilteredeki yeni projenin çoğuna bunlarda katılacak başkaları ile beraber.
    Danimarka için hedef 2008 sonunda 25%, Hatta tam tarihi 1 mayıs 2009. Yeni döşenen kablolar o gün denizde yeni kurulan çiftlikleri dahil edecek enerji ağına. 2020 için 50%. Yapılan teknolojik yatırıma bakılırsa da gayet gerçekci, hatta yetersiz gören var. + bu konuda yeni yasal düzenleme var çıkan, durmuş filan değil yani. Yani 20% sınır gibi birşey yok. Eski teknolojiye bakarak deriz bunu ancak, ama teknoloji gelişiyor, ortadaki problemler insanın alışık olduğu optimizasyon problemleri. Problemlerin çözümü de belli. Daha önce çözülen problemlerin “large-scale” uygulamasından başka birşey değil. Mesela “Supergrid of interconnected windfarms” projeleri sizing bahsettiğiniz problemleri adresliyor, diğer alanlardan bildiğimiz bir yaklaşım, bilişim olsun genetic olsun istatistik vs. olsun. Ölçek genişledikce alttaki “variable”/değişkenlik pürüzleri çok daha kontrol edilebilir hale geliyor. Bu arada bu araştırma yapılan “Grid” ler sadece rüzgar enerjisi için değil, güneş ve denizden elde edilecek “değişken” enerjiler içinde planlanıyor. Enerji ağının da globalleşmesi söz konusu. Kaçınılmaz birşey. Bu tarz çözümler verimi katlayacaktır. Sizin ve başkalarının yaptığı değerlendirmeler aslında öngörüsüzlükten ve dinamiğin nereye gittiğini görmemekten kaynaklanıyor. Bu alanlardaki karar mekanizmalarına üniversiteleri vs leri katan ülkeler az önce saydığımız ülkeler, boşuna nükleer leri varken uğraşmıyorlar bunlarla. Almanya gibi bir ülke boşuna ~ 20GW lık türbin dikmiyor.

    Yani bugünün enerji ağının hantallığına bakarak bu yeni teknolojileri değerlendirir, hele hele buna dayanarak gelecek öngörüsü yaparsak bence önemli bir hata yapmış oluruz. Bu yeni teknolojiler eski ve hantal ağlarda çalışıyor, bu nokta çok önemli.
    Türkiye için de geçen yorumumda verdiğim rakamlar Gamesa ve Vestas şirketlerinin kendi raporlarındaki verilerdi. Mevcut bilinen potansiyel 80.000MW, kısa vadede 10.000MW olarak verilmişti. Dökümanları online bulamadım. Bildiğim kadarı ile de birtakım görüşmeler varmış Türkiye ile, ama ayrıntılı bilgim yok. Biz bu teknolojiler açısından yeşil zone içersindeyiz. Potansiyelimiz var yani.
    Ayrıca maaliyetler bakımından zararlı bir yatırım değil. Birkaç yılda kendisini ödüyor şimdiki türbinler şimdiki ağlarda. Geriye milyarlarca dolarlık söküm maliyeti kalmıyor, 20-25 yıl çalışabiliyorlar. Bitti mi ver hurdacıya.
    Şurada hesaplamalar ile ilgili genel yanılgılar ile ilgili bir açıklama var.
    Nükleer enerjinin birçok gizli sübvansiyonu, değişik hesaplamalardaki bazı kalemler çok bulanık olarak hesaplanır. Rüzgar enerjisi özellikle şu son yıllarda rekabet edebilecek güçtedir ve bu konuda sergilediği performans az buz değildir. Ve daha çok boşluk içeren bir alanda hareket ediyor. Sadece birkaç yılda maliyetin 4 kat azalması verimliliğin artması buna iyi örnektir. Bakkaldan günlük mal alımı yapmıyoruz. Geleceğe yatırım yapıyoruz, stratejik bir karar alma söz konusu. O yüzden bu teknolojilerin yıllar içindeki gelişimine bakmak lazım, bunlarla tecrübesi olan ülkelerin deneyimlerine bakmak, kendi üniversitelerimizin ne dediğine bakmak lazım.
    Dünyadaki eğilim bellidir, nükleer enerji kullanımı artacaktır, fakat genel pasta içersinde payı düşecektir. Yani sizin çizmeye çalışdığınız gibi herşey nükleer olacak ve yanına da süs için pervane – güneş panelleri konulmayacak. Nükleer, zorunluluktan kullanılıyor, ve bu şekilde bakmak gerekiyor. Nitekim bu tecrübe sahibi ülkeler de bu şekilde bakıyor.
    Akla gelebilecek mantıklı sorular:
    İsveç gibi bir ülke neden zamana yayılmış nükleer sönümlenmeden bahsediyor?
    İngiltere gibi 25 e yakın nükleer santral kurmuş bir ülke neden dev bir rüzgar türbini projesinin başlatıyor ve yenilenebilir enerjilerin ciddiye alınmasından bahsediyor?
    Almanya neden bazı projeleri durduruyor ve çok kısa sürede 10% lara varan paylarla yenilenebilir enerji kaynakları ile uğraşıyor?
    Aynı şekilde Fransa gibi bir ülke neden yenilenebilir enerjilerle uğraşıp 500-600 tane türbin dikiyor? Neden yapıyor bu adamlar bunu madem nükleer bu kadar iyi ve tek başına yeterli? Yada neden yapmak isteyenler var?
    İngiltere için örnek: http://www.bwea.com/media/news/071207.html Bu adamlar aptal mı?

    Tek başına türbin yeter mi? Şu aşamada ben yeteceğini iddia etmiyorum, fakat bu alandaki gelişmeleri es geçip sadece nükleer dersek zarar ederiz. Hele bizim gibi bir ülke. Teknolojiye hakim olma şansımız alternatif yöntemlere nazaran daha düşük. Nükleer zorunlu olarak başvurulacak birşey olarak görülmeli, açığı kapatan anlamında. Tersi değil.
    Bunlar ciddi alternatifler ve şimdiden buna ciddi ciddi ağırlık vermek gerekiyor. Nükleer tek çözüm olsaydı bu teknolojiye yatırım yapan ülkeler başka yerlere yönelmezlerdi. AB yukarıda bahsettiğim “Super Grid” projelerine para ayırmazdı.
    Bunları ciddiye almak lazım, çünkü bunların çoğu ciddi olarak nükleer e yatırım yapmış ülkeler dediğim gibi. Madem nükleer o kadar iyi ne diye türbinlerle uğraşıyorlar? Mesela ingiltere ne diye bu kadar büyük bir proje başlatıyor – bu adamların nükleer tecrübesi de var, ne diye koca türbin parkları kuruyorlar, deniz ile uğraşıyorlar? Herhalde birşeyleri öngörebildiklerinden dolayı, mevcut durumu sabit veri olarak almıyorlar karar süreçlerine. Biz ise ülke olarak öngörüsüz plansız programsız, işe duygularımızı da karıştırarak kararlar alıyoruz. Özellikle nükleer den güç,şan vs bağlamında bahsetmemiş bu alandaki kafamızın ne kadar gelişmiş olduğunu gösteriyor. Enerji politikaları bu tarz duygularla uygulanmaz.

    “Archer-Jacobson” raporu kendi deyimleri ile “conservative” bir rapor. En kötü ihtimalde şeklindedir. Hesaplamalarını yaparken şu an mevcut olan türbinleri kullanmaktalar! Rüzgar site ları olarak sadece class-3 alanları kullanıyorlar. Ona rağmen toplam enerji ihtiyacının 15 katı teorik olarak. Şu anki türbinler verimlilik anlamında hem üretim hemde dağıtım anlamında 60% artarsa 25 katı demek bu. Bunun 4% ü olan yaklaşık gerçekci oranı alırsak 1 katı çıkıyor toplamda. Tam ihtiyacı karşılıyor 🙂 Yani rakamlarla fazla oynamadan çok mantıklı şeyler çıkıyor. Haldeki durumu sabit kabul etsek bile 50% den fazlasını karşılıyor. Daha güneş yok, deniz enerjisi yok, bio enerji yok! Hatta nükleer de yok.

    “Cristina L. Archer ve Mark Z. Jacobson” un raporu Türkiye için hiçbirşey söylemiyor. Sizin yorumlamanız ise yanlış. Oradaki mavi noktalara bakıp sizler bu şekilde karar veriyorsanız 1.cisi tutar belki ama ikinci kararınız tutmaz. Hele enerji gibi meselelerde biraz daha ince eleyip sık dokumak gerekiyor. Verdikleri haritaya bakılırsa Türkiyeden pek fazla veri girişi olmamış. Yine aynı haritada İspanya için türkiye ile tıpatıp aynı bir tablo ortaya çıkmış. İspanyanın rüzgar enerjisi için çok verimli olduğunu ve bu alanda baya yol katettiklerini biliyorum şahsen 🙂 Sizin bilimsel veri okumanıza göre İspanyada da rüzgar seviyeleri yetersiz!? Böyle alelacele rapor okuması yapıp kestirmden sonuç çıkarmaktansa specifik olarak yapılmış araştırmalara bakarsak daha doğru kararlar alabiliriz.

    Mesela Global Energy Network Enstitute benim başka yerlerden aktardığım sonuçlara benzeri şeyler aktarmış Türkiyenin potansiyeli için:
    http://www.geni.org/globalenergy/library/national_energy_grid/turkey/index.shtml

    Aşağıda da kendi ülkemizin bilim insanlarının yaptığı birbirinden farklı 5 tane araştırma. Bunlardan yada başkasında okumuştum 1-2 yıl önce, yıllara yayılan istatistiklerle açıkca potansiyelimiz olduğunu gösteriyordu. Yani hiç sizin çıkardığınız sonuçları çıkartmıyor bilim insanlarımız.

  5. Yazan:fuatogl Tarih: Ara 23, 2007 | Reply

    The wind power potential of the eastern Mediterranean region of Turkey Sahin, B. et al. Journal of Wind Engineering and Industrial Aerodynamics:link

    Wind energy potential in Antakya and İskenderun regions, Turkey:link

    Wind power potential in Turkey and Akhisar case study:link

    The wind power potential of the eastern Mediterranean region of Turkey:link

    An investigation on wind power potential of Nurdağı Gaziantep, Turkey:link

  6. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Ara 23, 2007 | Reply

    Fuat Bey,

    Görünenin aksine çok ayri düsündügümüzü sanmiyorum, esdeger olsalar herhalde rüzgar nükleerden iyidir.

    “Tek başına türbin yeter mi? Şu aşamada ben yeteceğini iddia etmiyorum, fakat bu alandaki gelişmeleri es geçip sadece nükleer dersek zarar ederiz.” (FUATOGL)

    Yazida belirttigim gibi rüzgâri es geçme taraftari degilim, bugün için tamamlayici olabilir. 30-40 yil sonra görürüz hangi seviyede olacak. Bu 30-40 yil zarfinda enerji lâzim gene de Türkiye’ye. Ama siz “Türkiye rüzgâr ve günes enerjisi konusunda arastirma yapmalidir” diyorsaniz altina imzami atarim.

    GRID konusunu ütopik buldum, tabi yaniliyor olabilirim. Veri islemek için GRID kurmakla enerji üretimi/nakli için GRID kurmak arasinda daglar kadar fark var. Enerji nakledilirken isiya dönüsmesinden kaynaklanan büyük kayiplar var.

    Eger GRID mantigindan bir medet umuyorsak cografi olarak uzak türbinler kullanmak gerekir ki birinde rüzgâr kesildiginde digerinde baslasin. Oysa Türbinler birbirlerinden ve enerjinin tüketilecegi yerlerden uzaklastikça bu kayiplar artar. Bakim onarim masraflarinin da artacagi süphesiz. Zira ayni bölgedeki 1000 türbinin bakim/onarim masraflariyla GRID montajindaki 5 X 200 türbinin bakim/onarim masraflari arasinda daglar kadar fark olur.

    Bu yaklasim bir ihtimal gene ofshore potansiyeli yüksek baltik ve Mans denizi gibi yerlerde kullanilabilir.

    Sübvansiyonlar konusuna girmemeye özen göstermissiniz nedense 🙂

    Ama sizin sorularinizi ben gene size yönelteyim : Fransa veya diger ülkeler deli mi? Rüzgâr gibi “ucuz” ve güvenli bir enerji kaynagi varken ille de nükleer diye tuttursunlar?

    Aslinda bu tartismada sizin hakli olmanizi ne çok isterdim, nükleer ile birlikte kömür ve petrol de adim adim terk edilsin ve yenilenebilir enerji kaynaklari bunlarin yerini alsin.

    Tabi lobiler vb konusunda çok haklisiniz, her bir enerji türü için üretici firmalar kendi lobi faaliyetlerini yapiyorlar. Rüzgâr türbini üretenler de yapiyor ayni seyi.

    Türkiye’nin potansiyeli konusunda ise offshore yapamadigimiz sürece ciddi bir alternatif olarak göremiyorum ben rüzgâri.

    Çünkü ne yazik ki rüzgâr elektrigini savunanlar “potansiyel” derken bir bölgenin atmosferinde her hangi bir andaki rüzgârin enerjisini kasdediyorlar. Oysa bu rüzgârin ne kadari yakalanabilir? Ne kadari enerjiye dönüsebilir? Bir anda %4-%5’lere iniyoruz TEORiK POTANSiYEL’den TEKNiK POTANSIYEL’e geçerken.

    Bir de Kurulu güç ile yillik üretim kapasitesi birbirine karistiriliyor. Yilin sadece 3 veya 4 ayi tam kapasite ile isleyecek diyelim 1000 MW’lik bir rüzgâr çiftligi ile yilin 11 ayi isleyecek 1000 MW’lik bir termik veya nükleer santral bir mi? Zaten birim maliyet analizleri bunu yansitiyor.

    Dedigim gibi (sizin de örneklediginiz gibi) çanakkale’de veya gaziantep’te su kasabanin, bu köyün ihtiyaçlarini rüzgâr karsilayabilir, ne kadar da iyi olur. Ama Türkiye’nin uzun vadeli planlarinda sanirim rüzgâr elektrigi en iyimser tahminle %5’i biraz geçebilir.

    Saygilarimla

  7. Yazan:fuatogl Tarih: Ara 24, 2007 | Reply

    GRID denilen şey, daha birbirine bağlı infrastructure. Zaten şu anda var. Avrupada birçok ülke birgün dışarıdan elektrik satın alıyor, diğer gün satılıyor. Sorun enerji ağınının daha “connected” olması ve bunun sayesinde belirli ortalamada sabit kalmak. Şimdi ki grid in inceliği yada granularitisi çok fazla değil, variable/değişken üreteçler düşünülmemiş. Takoz gibi yani. Geleneksel modelde sorun üretiyor bu hantallık. “Black-out” denilen olaylar hep bu hantallığın çökmesi. Hayal kısmına gelince, hiç de hayal değil. Daha yeni 500mil.dolarlık kablo döşemesi anlaşması yapıldı kuzey ülkelerinin bazılarını kapsıyan. Mesele toplamak ayırmak değil, varolan enerji üretim merkezlerinin birbirine bağlanması sorunu, esneklik yaratılması. Yeteri derecede karmaşa/dengesizlik belirli bir seviyede düzenlilik sağlıyor. Yeni nesil grid anlayışı bunu temel alıyor. Bildiğim kadarıyla AB nin yatırım yaptığı bir alan. Resmi rakamlarda 2010 için enerjinin 21% ini yenilenebilir kaynaklardan elde etmek istiyorlar. Dolaysıyla bu iddiaya erişmek için altyapıda gerekiyor.

    Sübvansiyona meselesine girip girmeme konusunda bir çekincem yok. Fakat bu kar-zarar şeklinde bakıp belirli kalemlere hesaplayıp tablo çizme işleri bana pek politik geliyor. Bu çapta birşeyi nasıl hesap edeceksiniz? 300Milyar dolar nükleer enerji araştırmaları için harcanan paralar neden hesap edilmez? Kazalarda ortaya çıkan sağlık masrafları, özel olarak teröre karşı korumak için harcanan masraflar bunlar ve uzun vadeli diğer hesaplamalar olmadan duran iki üretece bakıp hesap yapmakpek gerçekci değil. Şimdi açık örnekleri var. Bazı şeylerde pek aptalca karar almadıklarını bildiğimiz ülkeler bu işe yatırım yapıyor? Zararlı birşeye yatırım yapılır mı?

    Türkiye için hesaplanan potansiyel gerçekci sayılar. Teorik hesaplamalar değil. Teorik hesap için uzun vadeli rakamlarla saha çalışılması yapılmaz ki?

    Ayrıca yakından biliyorum, teknolojisi “public” dir ve “açık” standardlar geliştirilmektedir. Eklemlenmek bu sahada teknoloji geliştirmek ve buna bağlı olarak geniş bir kesimi aktiflerştirmek çok daha kolaydır.

    Bir de Kurulu güç ile yillik üretim kapasitesi birbirine karistiriliyor. Yilin sadece 3 veya 4 ayi tam kapasite ile isleyecek diyelim 1000 MW’lik bir rüzgâr çiftligi ile yilin 11 ayi isleyecek 1000 MW’lik bir termik veya nükleer santral bir mi? Zaten birim maliyet analizleri bunu yansitiyor.

    Zaten o şekilde hesaplanmıyor. Yoksa örneğin DK için 3-4 değil 7-8 nükleer santrale eşit olmasından bahsedirlirdi. Öyle olsaydı almanyadaki kurulu güç 20 nükleer santral yapardı. Danimarkalılar elektrikli arabalarla gezerdi ellerindeki türbinlerle 🙂 Buna rağmen o kadar yüksek düzeyde enerji elde edilmesi, türbinlerin verim olarak kısa sürede 4 kat artması, şu andaki ortalama kapasiteden 4-5 kat fazla üreten yeni modellerin çıkması – prototiplerin çalışıyor olması, enerji ağının bu tip enerji kaynaklarını kabul etme yeteneğini arttıracak yatırım ve imkanlar… işi daha stratejik düşündürmeye itiyor bu özellikler. Büyük resimden bakınca bu elemanların neden bu kadar hevesli olduğu anlaşılıyor aslında.

    Dedigim gibi (sizin de örneklediginiz gibi) çanakkale’de veya gaziantep’te su kasabanin, bu köyün ihtiyaçlarini rüzgâr karsilayabilir, ne kadar da iyi olur. Ama Türkiye’nin uzun vadeli planlarinda sanirim rüzgâr elektrigi en iyimser tahminle %5′i biraz geçebilir.

    O birkaç linkte yazılanlar sadece birkaç kasabadan bahsetmiyor 🙂 Akdenizden Çanakkaleye kadar değişik yerlerde 300-500W/m2 lik potansiyellerden bahsediyorlar.
    Yüz ölçümü açısından bizden 17 kat küçük bir ülke bizim ihtiyacımızın yaklaşık 7-8% ini karşılıyor oranlarsak. Ve aynı üreteçler enerji dağıtım şebekesinin(Grid) daha iyi planlanmasıyla verim olarak artıyor.

  8. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Ara 24, 2007 | Reply

    @FuatOgl,

    Nükleer santraller için gizli maliyetler olabilir, haklisiniz (terörizm vb) özellikle Türkiye için daha da yüksek olacaktir.

    “Akdenizden Çanakkaleye kadar değişik yerlerde 300-500W/m2 lik potansiyellerden bahsediyorlar.” (FUATOGL)

    Eger öyleyse neden yerli ve yabanci firmalar bu alana yatirim yapmiyorlar? Su anda yüzlerce türbinin dikiliyor olmasi gerekmez mi? Bilmiyorum, yasal engeller mi var?

    Grid konusuna gelince…

    Grid var, grid var. AB’de su an uygulanan bir tür LOAD BALANCING tipki Kuzey Amerika’daki gibi.

    Tüketicilerin taleplerindeki dalgalanmayi EMECEK/ABSORBE edecek bir grid yapmak nispeten “kolay”. Neden? Avrupa’nin neresinde olursaniz olun kis geldiginde enerji tüketmi artacaktir. Ayrica okullarin açik oldugu aylarda ulasim ihtiyaci yükselir vb. Genel ekonomik aktivite enerji ihtiyaci konusunda aylar hatta yillar öncesinden tahmin yapmayi saglar.

    Bunlar enerji nakil hatlarini planlayan mühendisler için nispeten öngörülebilir seyler. Ayrica GRANULARITE ihtiyaci da çok hassas degil kanaatimce. “Kabaca” kis dönemi X hafta vb düsünülebilir.

    Oysa bu tüketimdeki dalgalanmalarin üzerine bir de üretim dalgalanmasi eklerseniz GRID çok daha “kaliteli” olmali. Belki de saat bazinda??? (bilmiyorum, benimkisi sadece bir tahmin) ama rüzgâr açisindan verimli olmasi beklenen bir günün ikinci yarisi verimsiz geçerse ne olacak?

    “Danimarka bizden çok küçük” diyorsunuz ama bildiginiz gibi en sürekli rüzgârlar da bu ülkede. Ayrica deniz dibi yapisi offshore için elverisli. Bizde en çok rüzgâr alan yerler (Enerji bakanliginin haritasina göre) çankkale bogazi. Deniz trafiginden tutun da turizme kadar bir çok “ortak kullanim” engeli olabilir.

    Fransa’da çok gündemde rüzgâr elektrigi. Ama Nükleerin üç misli pahali. Belki teknolojik ilerlemeler sayesinde 1.5 kati filan olursa güvenlik de göz önüne alinarak ciddi bir dönüs olabilir.

  9. Yazan:Ç-Z Tarih: Ara 24, 2007 | Reply

    “Ama sizin sorularinizi ben gene size yönelteyim : Fransa veya diger ülkeler deli mi? Rüzgâr gibi “ucuz” ve güvenli bir enerji kaynagi varken ille de nükleer diye tuttursunlar?”Mehmet bey’in Fuatogl’a yönelttiği bu sorusuna hak vermemek elde değil.

    Nükleer enerjiden vazgeçtiği söylenen ülkelerin doğal kaynakları arasında “Türkiye’nin sahip olduğu gibi neredeyse 400 yıllık enerji ihtiyaçlarına cevap verecek Toryum gibi bir madde olsaydı acaba vazgeçerler miydi” diye de sormaktan insan kendini alamıyor.

    Nasıl olacak?Boryum’u 0,30$ dan ham satıp işlenmiş olarak 300$ dan almak,Toryum gibi enerjiye dönüşebilir bir kaynağı teknoloji ve yatırım imkansızlığı nedeniyle yer altında bırakmak!

    Sıcak istihbarat için ABD nin uydularını kullanmasını beklemek,Türkiye olarak uzayın “uydu çöplüğüne” dönmesine “çevreciyiz” bilinci ile karşı çıkıp katılmamak!
    Bu durumları anlatacak güzel atasözlerimiz var;”ayranı yok içmeye tahtırevanla gider ..”
    “malını bilmez çulunu yırtar”..

    Terörü önleyelim doğuya ekonomik yardım yapalım da % kaç faizle dış borç alalım,savaşarak pardon askeri operasyonla terörü durduralım ama savaş silahını borç aldıklarımızdan alalım…nokta atışı yapan füzelerimiz varmış(!) biz mi yapmışız?

    “Ve ahlak/moral değerler biiir sürü şeyin sonucunda “oluşan” birşey. Paket yapıp belli kalıplarla verilecek birşey değil gibime geliyor. Vitamin hapı ile sağlıklı olunmaz :)”Fuatogl(Atamın hapishaneleri başlığı altına yaptığınız bir yorumdan.)Merak etmeyin siz ne demişsiniz diye aramadım ,sadece nükleer enerjiye karşı yorum yapanların “terör” sorunu karşısındaki yorumlarını merak edip birkaç başlığa bakarken denk geldim.

    Bazılarımız için insanın içinde yaşamını sürdürdüğü “çevre” kadar bile değeri olmadığını görmek çok acı.

    Ahlak ve moral değerler gibi çevre bilincinin de gelişebilmesi biiirr sürü şeyin sonucunda olabiliyor.Bir köylünün kışın kar altında evinde ısınmak için yakacak odunu kömürü yokken yakınındaki ormandan ağaç kesmesini çevre bilinci ile hangi yasa kapsamında yasaklarsanız yasaklayın önleyemezsiniz.

    Doğu kar altında kaldığında at arabaları ile hastalarını doktora yetiştirmeye çalışanlar kendileri ile “çevreci oldukları” ve doğayı kirletmedikleri için ne kadar özvünüyorlardır kim bilir?

    Kalkınmasını ithal ettiği vitamin hapları üzerine inşa eden ülke asla bir yere varamaz.
    Karnı tok,sırtı pekkken insanın talkım vermesi çok kolay.

  10. Yazan:fuatogl Tarih: Ara 24, 2007 | Reply

    Oysa bu tüketimdeki dalgalanmalarin üzerine bir de üretim dalgalanmasi eklerseniz GRID çok daha “kaliteli” olmali. Belki de saat bazinda??? (bilmiyorum, benimkisi sadece bir tahmin) ama rüzgâr açisindan verimli olmasi beklenen bir günün ikinci yarisi verimsiz geçerse ne olacak?

    Mehmet bey, super-grid dedikleri tamda buna yönelik birşey. Şurada bir özet var:
    European Wind Energy Association

    Bizde olmayan şey çok Mehmet bey, hiçbirisinin olmaması bir gereklik değil eksiklik. Rüzgar enerjisi konusunda da girişimleri olan firmalar var, ama bizden de bir irade gerekiyor sanırım. İşin sadece enerji kısmına da bakmamak gerekiyor. (Kapitalist gibi düşünüp:) Biraz bu konudaki iş olanaklarını teknolojiyi ivmelendirici özelliklerine de bakmak lazım. Enerji alanında en hızlı gelişen sektör ve önümüzdeki 30-40 devam edecek gibi bu şekilde. Sadece kuzey avrupa da değil, yanıbaşımızda bulgaristanda hatta iran da bile girişimler var. Çin, hindistan vs…

    @Ç-Z;
    Tam olarak ne demek istediğinizi anlamadım. Kürt sorunu hakkında benim gibilerinin savunduğu yıllarca bölücülük olarak görüldü. Kürt denmesinin “sakat” olduğu zamanlarda ben Kürtçe türkü çekenlere bağlama çalardım. Biz kürt sorunu olarak gördük. Terör sorunu olarak görenler işleri bugüne kadar getirdi. Rant kapısı oldu, büyük masaların konusu oldu. Bugün de kendileri itiraf ediyor hatalarını yavaş yavaş.

    İnsan ve çevreyi ayırıp çevreyi kutsamış da değilim. Türkiyede teknoloji olmasın da demedim. Türkiye de bilim ve teknoloji istiyorsak, üniversitelere kaynak aktarıp özgürleştirmek gerekiyor, YÖK gibi yapıları komple çöpe atmak gerekiyor. Biz daha mayalanma aşamasında işi bozup Almanyada eğitim görmüş bir mühendisin başarılarını ilkel duygularla birinci sayfa yapacak kadar sefil düşünüyoruz. ERKE gibi bir saçmalığı üniverste seviyesinde insanlarımız bile yutabiliyor, biyoloji de yaratılış okutturabiliyoruz. Dünyadaki stratejik değeri deterjan kadar olan Bor maddesi hakkında efsane yaratmakla uğraşıyoruz. Bu kafalarla olmaz bu iş diyoruz. Bizde herşey varla hiç olmaz. Japonyada hiçbirşey yok ama çalışkanlık ve kafa var, topluma karşı sorumluluk duygusu var. Madenle bilmemneyle hiçbirşey olmuyor.

    Kalkınmasını ithal ettiği vitamin hapları üzerine inşa eden ülke asla bir yere varamaz.

    Toknolojik bağımlılığın yönetilebilirliğine vurgu yaparken biraz da bundan bahsediyorum.

    Boşuna Türkiye için birileri “sömürge-tipi-faşizm” den “yarı-bağımlılıktan” bahsedip hapisleri boylamadı bu ülkede.

  11. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 25, 2007 | Reply

    Bazılarımız için insanın içinde yaşamını sürdürdüğü “çevre” kadar bile değeri olmadığını görmek çok acı.

    insan, çevrenin efendisi degildir. onun bir parçasıdır. kuşlar, agaçlar, bitkiler, hayvanlar sizin hizmetinize sunulmak için yaratilmadi bunu anlasaniz iyi edersiniz.

    Ahlak ve moral değerler gibi çevre bilincinin de gelişebilmesi biiirr sürü şeyin sonucunda olabiliyor.Bir köylünün kışın kar altında evinde ısınmak için yakacak odunu kömürü yokken yakınındaki ormandan ağaç kesmesini çevre bilinci ile hangi yasa kapsamında yasaklarsanız yasaklayın önleyemezsiniz.

    Bir köylünün isinmak için kestigi agaç, bir sibiryalinin giydigi kürke benziyor. Nişantaşi’nda giyilen kürkle ayni kefeye koyamazsiniz.
    Bu hedef saptirmadir.
    Çevrecilere bu kin neden? Neden hayvan haklari savunucalari
    hep menopoz, piskopat teyzeler gibi gösterilir? Neden vejetaryenlerle
    dalga geçilir? Merak etmeyin sizden çok düşürünür çevreciler köylünün kestigi agaci, çünkü kapitalizme hizmet degildir amaçlari.

    Doğu kar altında kaldığında at arabaları ile hastalarını doktora yetiştirmeye çalışanlar kendileri ile “çevreci oldukları” ve doğayı kirletmedikleri için ne kadar özvünüyorlardır kim bilir?

    Saglik hizmetini bu hale çevreciler mi getirdi?
    Hastalari doktora yetiştirmek için doga katliamlari mi gerekiyor?
    Nükleer karşitlarinin eminim saglik için daha parlak fikirleri vardir…
    Hemde küçücük bir azinlik için degil, insanlik için, bilmem farki anlatabildim mi?


    Karnı tok,sırtı pekkken insanın talkım vermesi çok kolay.

    Elbette, ekmegi olmayanlara pasta da verelim.

    Buraya da alintilayim,
    “Son nehir kuruduğunda, son ağaç kesildiğinde, son balık tutulduğunda, beyaz adam paranın yenmeyecek birşey olduğunu anlayacak.”

  12. Yazan:Ç-Z Tarih: Ara 25, 2007 | Reply

    @ Snowwqueen,
    insan, çevrenin efendisi degildir. onun bir parçasıdır. kuşlar, agaçlar, bitkiler, hayvanlar sizin hizmetinize sunulmak için yaratilmadi bunu anlasaniz iyi edersiniz.
    Sizde efendi ve hizmetli saplantısı oluşmuş sanırım 🙂

    İnsan,ancak içinde var olabildiği çevreyi neden korur?

    Merak etmeyin sizden çok düşürünür çevreciler köylünün kestigi agaci, çünkü kapitalizme hizmet degildir amaçlari.

    Elbetteki merak ediyorum..düşünme eylemimi “benden çok düşünür ve bilir “diye birilerine teslim edecek halim yok!

    Bu nedenle de Greenpeace adlı çevreci örgütle ilgili bir iki sayfaya baktım ve bakın neler yazılmış:

    1970’li yılların başından bu yana dünyanın dört bir yanında gerçekleştirdikleri çevresel eylemlerle adından söz ettiren ve 40 ülkedeki varlığıyla dünyanın en etkin çevre kuruluşu olan Greenpeace’in kurucularından Patrick Moore, Temiz ve Güvenli Enerji Koalisyonu’nun (Clean and Safe Energy Coalition) kuruluşunda yer alarak eşbaşkanı oldu.
    http://www.cleansafeenergy.org sitesinde yer alan habere göre, Kuruluş, ABD’nin enerji talebini dengeleyecek ve çevreyi koruyacak, temiz, güvenli, güvenilir, makul fiyatlı bir yol olarak nükleer enerjinin sivil amaçlı kullanımına destek toplamayı amaçlıyor. Greenpeace Kanada’nın Başkanı ve Greenpeace International’ın Direktörü olarak da görev yapan Dr. Moore, koalisyonla ilgili olarak, “Bilimsel deliller göstermiştir ki nükleer enerji çevresel açıdan uygun ve güvenli bir enerji kaynağıdır. Eğer ABD nükleer enerji üretimini 2 kata çıkarırsa, enerji arzımızı arttırırken, aynı zamanda sera gazı emisyonunu önemli ölçüde azaltmamız mümkün olacaktır” dedi.Greenpeace’in kurulmasına yardım ederken, bir çok arkadaşı gibi nükleer enerjinin nükleer felaketle eş anlamlı olduğuna inandığını belirten Moore, “Aradan 30 yıl geçti, görüşlerim değişti ve çevresel hareketin diğerleri de görüşlerini güncellemek zorundalar, çünkü nükleer enerji gezegenimizi bir diğer olası felaket olan katostrofik iklim değişikliklerinden koruyacak enerji kaynağının ta kendisi olabilir. Şu yönden bakalım, ABD’deki 600 adetten fazla kömüre dayalı termik santral, iklim değişikliğinden sorumlu en önemli sera gazı olan karbondioksit gazının, ABD genelindeki emisyonun yüzde 36’sını, dünya genelindeki emisyonun yüzde 10’unu üretiyor. Nükleer enerji ise bir yandan büyüyen enerji talebini karşılarken, diğer yandan bu emisyonları azaltabilecek tek, büyük ölçekte makul fiyatlı enerji kaynağıdır ve bu günlerde bu güvenli yapılabilmektedir” şeklinde konuştu. Nükleer Enerji Enstitüsü tarafından da fon sağlanan koalisyon, nükleer enerji üretiminin arttırılmasını destekleyen gruplar için bir şemsiye görevi görecek. Koalisyonun şimdiden, ABD’nin her tarafından halk yararına dernekler, işçi birlikleri ve politikacılardan üyeleri bulunuyor.
    http://www.petrogas.com.tr/modules.php?name=News&file=article&sid=2559

    gelelim bizim ülkemizden bir bilim adamının bakışına:

    Ülkemizde radio-izotoplar, hastanelerde, araştırma laboratuvarlarında, üniversitelerde ve endüstride kullanılmaktadır ve bunlar radiaktif elementlerdir ve hacim bakımından da bazı ülkelerde reaktör yakıt, atıklardan gelen düşük aktiviteli radioaktif elementlerden daha fazladır.

    Kullanılmış yakıt çok değerlidir ve U-285 ve PU-239 karışımı olup, değerli, yeni, karışık bir yakıttır. Tanınmış Rus bilim adamı ve şahsi dostum Prof. Robert I. Nigmatulin, Rus meclisi üyesi (DUMA) iken, arkadaşları ile yapmış olduğu bir kanun teklifi ile Rusya’nın kullanılmış yakıt ithal etmesini kabul ettirmiştir.

    Bu kanuna göre, Rusya kullanılmış yakıtın teknolojik depolaması için iki nükleer tesis kuracak, bu tesislerde yüksek aktiviteli yakıtları ithal ederek 30-40 sene depolayacak ve sonra bunlardan karışık yakıt (U235 – PU 239) imal edecektir.

    Fransa (COGEMA) ve İngiltere’de (BNF) halen bu tip karışık yakıt imal etmektedirler. Fransa ve İngiltere bunu ticaret için yapmakta, Rusya planını daha geniş tutmuş olup, dünya çapında bir ticareti hedeflemektedir. Amerika Birleşik Devletleri dünyada kullanılmış nükleer yakıtlarının %80’nini toplamış ve kayalık maden ocaklarında depolamış durumdadır.

    Küresel ısınma, elektrik enerjisi ihtiyacının artması, fosil yakıt fiyatlarının hızla yükselmesi sonucu, ABD de aşırı yesilciler olarak tanınan Whole Earth Catalog kurucusu Stewart Brand, Greenpeace kurucularından Patrick Moore ve bilim adamı James Lovelock bir zamanlar onlar için tabu olan nükleer enerjiyi temiz ve güvenilir bir enerji kaynağı olarak onaylamaktadırlar (Time, June 20, 2005)
    http://www.tuba.gov.tr/habergoster.php?haber=bdgorus_14

  13. Yazan:T.Suat Demren Tarih: Ara 25, 2007 | Reply

    @Ç-Z,

    Boşuna uğraşmayın, onlar alışmış herşeyi 30-40 yıldan geriden takip etmeye; ne deseniz boş.

  14. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 25, 2007 | Reply

    Patrick Moore destek olsa da şu anda Greenpeace ‘nükleersiz ortadogu’ kampanyasini yürütüyor yani degisen birsey yok.
    Görüş farkliliklari elbette olacaktir.
    Nükleere karşi durusun bir ayagi da nükleer silahlanmaya dayaniyor.
    Moore’un bu konuda çözüm önerisi var mi? O zaman için ‘tabu’ olan
    bu zaman için ‘tabu’lugunu nasil yitirmiş, nükleer silahlamanin önüne mi geçildi?

  15. Yazan:blue Tarih: Ara 26, 2007 | Reply

    ‘Nükleersiz ortadoğu’ kulağıma tanıdık geldi. Patenti G.W.Bush’a ait bir projeydi galiba di mi? Hani şu ‘nükleer silah üretiyor, gidip engel olalım’ diye Irak’ı işgal eden Bush.
    Greenpeace’in dünyadaki nükleer silahların %90’ına tekabül eden dünyanın diğer kısmıyla, ve Ortadoğuda da kalan yüzde 10’un %99’unu elinde bulunduran İsrail’le uğraşması gerekmiyor mu?
    Ortadoğu fazla geniş tutulmuş; herhalde İsrail nükleer ve kimyasal silahlarını imha etse İran da, Suriye de, nükleer çalışmalar konusunda daha rahat ikna edilir, yanlış mıyım?
    Ama İsrail’in elinde tüm bu silahlar varken, ve pervasızca nasıl kullandıkları gözümüzün önündeyken ‘nükleersiz ortadoğu’ söyleminden buram buram Bush’un ayak kokusu gelmiyor mu?
    Ben zaten bu amerika’lıların dünyayı batırırsak biz batırırız, kurtaracak da biziz yaklaşımlarına hastayım. Problem de, çözümü de orada. İsrail nasıl İsrail oldu? Ortadoğu nasıl Ortadoğu oldu her şey ortada.
    Bu greenpeace de ordunun lağımcı kolundan başka bir şey değil.

  16. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Ara 26, 2007 | Reply

    Aaaa? Israil Ortadogu’da mi? Ben onlari Oklahoma’nin kuzeyinde zannediyordum 🙂

    Nükleersiz ortadogu tipki Türkiye’nin de imza attigi NON-PROLIFERATION gibi bir komedi. ABD, AB ve Rusya’nin elindeki nükleer basliklarin sayisi binlerle ölçülürken adamlar Iran veya Pakistan ile ugrasiyor.

    Bir de Iran’a nükleer teknolojiyi özgürlükler ülkesi Fransa’nin sattigini hatirlatalim, tipki Saddam’a verdigi gibi. Kimyasal ve biyolojik silahlar ise ABD ile Almanya’dan!

    Ayrica nükleer silah ile nükleer elektirigi iliskilendiren SnowQueen’i tebrik etmeden geçecemeyecegim 🙂

    Dostlukla

  17. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 26, 2007 | Reply

    Ona bakarsak, küresel isinma söylemlerinin ve temiz-çevre hareketlerinin Çin’in yükselisini engellemek gibi planlari olan ABD’nin
    agzinin suyunu akittigini belirtmeye de gerek yok.

    Peki bunlarin farkinda degil mi anti-nükleerciler?
    hadi eksik teknik bilgileri var deseniz amenna tartisilir
    ama ABD’nin ortadogu politikasini öne sürdügünüzde
    biraz aptal yerine koymuş olmuyor musunuz?

    Nükleer silah ile nükleer enerjiyi ilişkilendiren ben degilim.
    ilişkilendirenlerin yalancisiyim:)

    “Demokratik kitle örgütlerine gelecek olursak, bunların, yani militarizme karşı mücadele eden demokratik kitle örgütlerinin nükleer enerjiye de karşı olmaları gerekir. Nükleer enerji ile nükleer silahlar Siyam ikizleri gibidir. Yani bir madalyonun birbirinden çok da ayrılamayacak olan iki yüzüdür. ABD bunu gayet iyi anlar mesela. O nedenle İran’ın barışçıl olduğunu iddia ettiği nükleer enerji programına müdahale etmek istiyor. O nedenle Kuzey Kore’nin nükleer programına müdahale etmek istedi.

    Demokratik kitle örgütlerinin bence bu açılardan, yani hem çevreye zararlı olduğu için, hem Türkiye’nin dışa bağımlılığını artıracağı için, hem de Türkiye’nin militarist yönelimlerine katkı sunacağı için, yani üç temel sebepten nükleer santrallere karşı çıkması gerekir.”

    Boğaziçi Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Makina Mühendisliği bölümü öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Nuri Ersoy

  18. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 26, 2007 | Reply

    “Daha çok enerji tüketmek yaşam kalitesini artırmıyor, tam tersine düşürüyor, yaşadığımız atmosfer kirleniyor, şehirlerde özel araç kullanımı nedeni ile yoğun bir şekilde egsoz soluyoruz, saatler trafikte harcanıyor. Tüm bunları düşündüğümüz zaman aslında, daha farklı bir toplum, enerjiyi daha az tüketen ama nitelikli tüketen bir toplum tahayyül etmek gerekiyor. Yani gündelik politikalar geliştirirken aslında kısa vadede enerji kullanımına ve alternatif enerjilere ilişkin öneriler getirmemiz, uzun vadede daha farklı bir toplumun nasıl olabileceği konusunda tahayyüllerde bulunmamız gerekiyor….”

  19. Yazan:blue Tarih: Ara 26, 2007 | Reply

    “Daha çok enerji tüketmek yaşam kalitesini artırmıyor, tam tersine düşürüyor, yaşadığımız atmosfer kirleniyor, şehirlerde özel araç kullanımı nedeni ile yoğun bir şekilde egsoz soluyoruz, saatler trafikte harcanıyor. Tüm bunları düşündüğümüz zaman aslında, daha farklı bir toplum, enerjiyi daha az tüketen ama nitelikli tüketen bir toplum tahayyül etmek gerekiyor. Yani gündelik politikalar geliştirirken aslında kısa vadede enerji kullanımına ve alternatif enerjilere ilişkin öneriler getirmemiz, uzun vadede daha farklı bir toplumun nasıl olabileceği konusunda tahayyüllerde bulunmamız gerekiyor….”

    Çok somut bir çözüm hakketten !

  20. Yazan:Mustafa FAZLIOĞLU Tarih: Haz 19, 2008 | Reply

    Otomasyona Rüzgar Çağrısı…
    Otomasyon,otomatik kontrol.Evet her şeyimiz otomatik kontrol edildiği için
    rüzgarımızı bile kontrol
    edemiyoruz.Otomasyon teknolojilerinin bu denli geliştiği zamanımızda,
    enerjinin ise vazgeçilemez bir
    gereklilik ve karlı bir yatırım alanı olmasına
    rağmen,bağımsızlığımızla paralel bağımsız bir enerji
    stratejilerimizi,plan ve programlarımızı geliştiremiyoruz.Bunu
    yapamadığımız gibi,kendi kendimizi de
    engelleyerek,enerjide bağımsızlığımız ile yüksek maliyet girdilerinin
    temel araçlarından birinin açık
    sonucu olarak bir de kişi başına düşen milli gelirimizi arttıramamaktan
    yakınarak hayali GSMH
    rakamları arkasına ve hayali enflasyon açıklamalarına kalkışıyoruz.
    Neden kendi kendimizi yönetemiyoruz?Neden kendi topraklarımız üzerinde
    kendi refahımızı
    ve gelişmemizi kendi kendimize engelliyoruz ve bunu yaparken de kişisel
    çıkar ve şahsi
    menfaatlerimizi savunduğumuzu kabulleniyoruz.Bu mu bulunduğumuz mevkii ve
    makamları
    savunmak.Bu mudur kişisel çıkar ve şahsi menfaatlerimizi müdafaa adına
    birilerinin stratejilerini
    savunmayı temel stratejimiz haline getirmek.Yahu bizler daha çok çok daha
    çok zengin olmak
    istemiyor muyuz?Köşeyi dönmek,4×4’lere binmek, milyarlarca dolar sahibi
    olmak ve hatta kişi başına
    milyonlarca dolar düşürmek,herkese bir yazlık bir kışlık daire ,iki üç
    tane araba,borsada oynayacak iki
    yüz üç yüz milyarcık kağıt,üç beş külçe altın,bir iki yastık
    avro-dolar ve her istediğimizi istediğimiz kadar
    alabilecek imkanlar istemiyor muyuz?Eee bu ne biçim bir menfaatperestlik ve
    kişisel şahsi çıkarları
    koruma mantığı.Ne o elimize verdikleri üç beş kuruşlukla mı menfaat
    sahibi olduğumuzu kabul
    ediyoruz.
    Bu mu uyanıklık bu mu kişisel çıkar ve menfaatleri koruma açık
    gözlülüğü.Kullan kullan bitmez altın,bor
    madenlerimiz.Üç bin yıl yetecek petrol kuyularımız,hidrojen gazı dahil
    doğal gazlarımız say say
    bitmez.Bu enerji kaynaklarımız varken bu ne biçim bir strateji
    uyanıklığı da birilerinin bize ihsan
    edeceği üç beş kuruşu kapmayı menfaatperestlik sayıp hiçbir
    zenginliğimizi kullanamazken yahu
    durmadan esen rüzgarımızdan para kazanmamıza bile müsaade etmiyorlar.Tamam
    enerjiyi üretip
    satmak Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunun iznine tabii.Sanki bu kurulumuz da
    rüzgar enerjisi ile
    üretim izni vermeyi,rüzgar enerjisi üretimini teşvik ve yönlendirme yerine
    adeta bunu erteleme
    geciktirme ve önleme kurulu gibi mi çalışıyor anlayamıyorum.Enerjiyi
    üretip satmak belki EPDK iznine
    tabii olabilir fakat,Rüzgar enerjisi üretecek olan rüzgar türbinleri
    üretim ve satış izni herhalde EPDK
    iznine tabii değildir.İşletme halindeki 146.25 MW kurulu güç
    için,enercon,GE,Vestas firmalarından
    rüzgar türbini, almışız ya. Nordex,Fuhrlander,Venys,Conergy AG firmaları
    inşa halindeki tesislere kendi
    rüzgar türbinlerini satmışlar ya.
    Öyleyse bizdeki büyük,küçük bu alanda faaliyet gösterebilecek bir çok
    firmalar neden bu alana yatırım
    yapıp rüzgar enerjisi türbinleri imalatına başlamıyorlar.En büyük pazar
    kendi ülkemiz ve kendi
    topraklarımız ki kullanım kapasitemizin daha yüzde ikisini bile
    kullanamıyoruz.Kaldı ki üreteceğimiz
    kendi rüzgar türbinlerini yurt dışına da rahatlıkla satıp
    ihracatımızı iki yüz milyar doların da üstüne
    çıkartabiliriz.Sanayi Bakanlığı,Enerji Bakanlığı ve diğer bakanlıklar
    ile Başbakanlık ve Ulusal Strateji
    dairelerimiz neden Rüzgar enerjisi türbinleri üretebilecek olan sanayici ve
    yatırımcılarımızı teşvik
    etmiyor,proje,kredi ve yatırım destekleriyle yol göstermiyor?Bu işin
    ülkemizde gelişerek enerji
    ihtiyacımızı çok ucuz ve artan miktarlarda karşılamamızı kimler
    istemiyor veya kimler engelliyor?

  21. Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Ara 9, 2008 | Reply

    Çağımızda en ideal enerji kaynağı Nükleer enerjidir termik ve doğalgaza göre çok daha çervecidir.Onca santrelden şimdiye kadar biri sızıntı yaptı.Bir sürüde enerji üretir.Güneş,Rüzgar bunlar daha emekleme aşamasında belki gelecekte.Hidro elektrik türkiye için baya ideal ancak Nükleer kaçınılmaz.Tam cahil yorumu gibi olmuş ama özü bu.

  22. Yazan:Güneş-Pilleri Tarih: Nis 7, 2009 | Reply

    Güneş-Pilleri elektriğe ve ışığa ihtiyaç duyulan alanlarda ekonomik çözümler sunmayı amaçlıyor.
    Güneş pilleri , rüzgar tribünü ve tasaruflu aydınlatma ürünlerini bulabileceğiniz , ayrıca kaynak niteliğinde bir site.
    Konuyla alakalı videolar ve resim galerisi mevcut.
    Sınırsız Temiz Enerji sizde tanışın.

  23. Yazan:melek Tarih: Nis 7, 2009 | Reply

    Biofuels, Evolution, Synthetic Biology |
    Venter Outlines Progress in Engineering Microbes to Make Fuels

    http://www.xconomy.com/san-diego/2009/04/03/venter-outlines-progress-in-engineering-microbes-to-make-fuels/

    Bir de bunlar var. Bilen bilir, nukleer enerji artik dunyada bu yazida iddia edildigi olcude el ustunde tutulmuyor.
    Ama tabi postmodernizm adi altinda bilim dusmanliginin gitgide yayginlastigi, yaradilis teorilerinin sanki bilim dunyasinda bir tartisma varmis gibi dinciler tarafindan pazarlandigi ulkemizde bu isler bizim icin ancak hayal. Durmak yok, yobazliga devam!

  1. 15 Trackback(s)

  2. Nis 17, 2008: Küresel ısınma bitti… İkinci dalga geliyor! : Derin Düşünce
  3. Haz 12, 2008: Derin Düşünce’nin Geleceği : Derin Düşünce
  4. Eyl 22, 2008: Yeni Nükleer Enerji Kanunu, Hatalar, Sorunlar : Derin Düşünce
  5. Ara 12, 2008: En çok “sevilen” yazılar… : Derin Düşünce
  6. Oca 12, 2010: En çok okunan ve tartışılan konular : Derin Düşünce
  7. Mar 24, 2011: 101 bin kez okunan yazı için 101 bin kere teşekkür : Derin Düşünce
  8. Eyl 4, 2015: Çernobil Komplosu / Ahmet Yüksel Özemre | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!
  9. Kas 20, 2015: Rusya, Çin ve ABD’nin yeni pokeri: Düşük yoğunluklu sürekli savaş | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!
  10. Oca 19, 2016: Gladio-Stay Behind Aforizmaları | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!
  11. Oca 25, 2016: Büyük Devlet Aforizmaları | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!
  12. May 10, 2016: Taktik ve Strateji Aforizmaları | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!
  13. Ağu 25, 2016: Komünist Rusya’yı İngilizler mi kurdu? | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!
  14. Eki 8, 2016: Savaş, Cihad ve Şehadet aforizmaları
  15. Oca 9, 2017: Denizlere hâkim olanlar nasıl dünyaya hâkim oldular? | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!
  16. May 5, 2017: Sohbet: Enerji - Terör ilişkisi

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin