RSS Feed for This Post

Kurban Bayramı Noel Baba’ya Karşı

kurban-bayrami.jpgMurat Çokgezen
Ben küçükken, yani bundan yaklaşık otuz sene önce, en alafranga kutlamamız Yılbaşı idi. Ancak hatırladığım kadarıyla şimdiki gibi Noel Baba’lar etrafta dolanmaz, çam ağaçları süslenmez, ‘Jingle Bells’ tarzı Noel şarkıları bilinmezdi. En azından biz bilmezdik. Yılbaşlarına ilişkin tek hatırladığım yakın akrabaların bir evde toplanıp eğlenmesi, babalarımızın bir-iki duble rakı içmesiydi.
Biz çocukları heyecanlandıran daha çok Şeker ve Kurban Bayramlarıydı. Çünkü bu bayramlarda hem bize yeni giysiler alınır hem de el öpüp para toplardık. Hatta her bayram öncesi ortalama kaç para toplayacağımı tahmin eder, bu para ile ne yapabileceğimi düşünürdüm. Çoğunlukla da bütün parayı eğlencelik patlayıcılara, lunaparka, şekere ve çikolataya yatırırdım. Bir de mahallemize çingeneler at getirilerdi. Ona da çok binmek isterdim ama korkardım. Ancak bir ‘Tarkan’ edasıyla o ata binen abileri hayranlıkla seyrederdim.

Artık büyüdüm. Şimdi benim çocuklarım var. Onların tercihi benimkinin tam tersi. Ben fazla önemsemesem de onlar Yılbaşını, Kurban Bayramı’ndan daha heyecanla bekliyorlar. Yılbaşından önce eve bir plastik çam ağacı alınıyor ve süsleniyor. Noel Baba bir anda kendi babalarından daha fazla sevdikleri bir şahsiyet olarak karşıma çıkıyor. Tabii hediyeler beklendiği için, mecburen hediyeler de alınıyor. Ancak Kurban Bayramı’ndan önce aynı heyecanı göremiyorum. Hâlbuki her bayram, çocuğa akrabaları ziyaret ettiriyorum. Lunaparka götürüyorum, hediyeler alıyorum. Para da topluyorlar (Anneannelerinden yakınıyorlar. Çünkü bayram harçlığı vermiyor, ‘nasılsa benim param sizin paranız’ diyerek çamura yatıyormuş). Ama yine de Yılbaşı öncesi heyecanı yok.

noel-baba.jpgBu görüşü birçok kişi paylaşıyor benimle. Hatta bazıları benden daha da endişeli ‘Dinimiz, kültürümüz elden gidiyor’ diyorlar. Aslında haksız da sayılmazlar. Gerçekten de yerel kültürler, batının kültürel değerlerin ciddi rekabeti ile karşı karşıya. Peki, kültürümüzü korumak için ne yapmalı? İlk olarak, bunu dinler ya da kültürlerin savaşı olarak değil, bir pazarlama savaşı olarak görmek daha doğru. Noel ve Yılbaşı, batı piyasalarının en hareketli dönemlerinden biri. Bu günler ne kadar coşkulu kutlanırsa, kapitalistler o kadar çok satış yapabilecekler. O yüzden içlerinde Müslümanların, Yahudilerin ve diğer Hristiyanlık dışındaki dinlere mensup kişilerin de bulunduğu kapitalistler daha fazla mal satabilmek için Noel ve Yılbaşı ile ilgili her türlü sembolü sonuna kadar kullanıyorlar. Onun daha coşkulu kutlanması için ellerinden geleni yapıyorlar.

Aslında, biz sadece kendimizin bu konudan muzdarip olduğunu düşünüyoruz ama bazı batı ülkeleri de bu kültürel rekabetten şikâyetçi. Örneğin birçok Avrupalı bizim de yeni yeni duymaya başladığımız (ama ileride daha fazla duyacağımız) Cadılar Bayramı’na çok sert eleştiriler yöneltiyorlar. Oyulmuş ve aydınlatılmış balkabakları, korkunç kostümler giymiş, kapı kapı dolaşıp şeker toplayan çocuklar ve her türlü korkutucu süsleme ile özdeşleşen Cadılar Bayramı kutlamalarını Amerikan kültürel yayılmacılığının bir parçası olarak görüyorlar. Vatikan, Katolikleri, şeytan ve cehennem adına yapılan bu kutlamalara katılmamaları için uyarıyor. Ancak ne kadar direnirlerse dirensinler Cadılar Bayramı tüm Avrupa’da giderek yayılıyor. Çünkü Cadılar Bayramı da kostümleri, süslemeleri, şekerleri, partileri ile en az Yılbaşı ve Noel kadar tüketim potansiyeli yaratıyor.

halloween.jpgTeşhisi basit bir rekabet sorunu olarak koyunca çözümü de bulmak kolay gibi gözüküyor: Nasıl Çin’den gelen malların rekabeti ile karşılaşınca bu malların gümrüklerden girişini engelleyici önlemle alıyoruz. Burada da benzer şeyleri yapabiliriz. Maalesef bu o kadar kolay değil. Çin’den gelen malları gümrükte durdurmak kolay ama iletişim tekniklerinin bu kadar yaygınlaştığı bir dönemde ülke dışından gelen enformasyonu sınırlamak çok zor. İran, Küba gibi nispeten dışa kapalı ülkeler bile bunu beceremiyorlar. O zaman tek çare ‘rekabet etmek’. Zaten korumacılık kaçınılmaz sonu geciktirmekten başka işe yaramıyor, rekabet ise güçlendiriyor geliştiriyor.

Rekabetin yolu Bayramlarımızı kapitalizmin hizmetine sunmak, onun ürünleri ile birlikte pazarlamaktan geçiyor. Zaten uzunca bir zamandır Ramazanlar daha eğlenceli hale getirilmeye çalışılıyor ama bu daha da geliştirilip ve üst sınıfları da kapsayacak şekilde genişletilebilir (onların harcama kapasiteleri daha fazla). Kurban Bayramları’nda çocuklar için cazip olmayan kanlı görüntüler yerine, çocuklara küçük sevimli oyuncak kuzular hediye edilmesi geleneği başlatılabilir. İlahilere daha popüler ritimler katılıp ‘ilahi starlar’ yaratılabilir (Ramazan Bayramında ülkemizi ziyaret eden Amerikalı İslami Hip-Hopçıları hatırlayın) vs. Bunlar ilk etapta aklıma gelenler. Kararlı kapitalistler benden daha yaratıcı fikirler ortaya koyacaklardır. Yeter ki rekabetin önemi anlaşılsın. Aksi takdirde kültürel rekabetin Çin’den gelen rekabetten daha yıkıcı etkileri olacağı aşikâr.

 

 

 Derin İnsan 

 “Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek  düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?” (Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)

“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan,  Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz.

   Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları

Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne  kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor.  Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

 Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?
 Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz. ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor.

 Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

 Bir pozitivizm eleştirisi

Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı”  karşılaştırdığımızda hiç  yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü.  Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak  çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor.  Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle, bağnazlıkla suçlanabiliyor.  Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 11 Yorum

  2. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 18, 2007 | Reply

    Yılbasi, Noel, Ramazan Bayrami, Hanukkah vb.vb.vb. bayramlarin kapitalizm tarafindan sömürüldügü bir gerçek.

    Peki bu yazi kaleme alinirken Noel ve Halloween’in gerçek kökenleri
    biliniyor muydu?
    Neden Vatikan Katolikleri Cadilar Bayrami karsisinda uyariyor?
    Tek suçlu kapitalizm mi?

    ————-
    Peki Noel ne kadar Hristiyan?

    İsa’nın doğumu olarak kutlanan Noel, 24 aralığı 25 aralığa bağlayan geceye tekabül eder. Bugün biliyoruz ki antik dönemlerde de insanlar hemen hemen bu tarihlerde aynı şekilde(Noel çöreklerinden ökse otuna kadar) kutlamalar yapıyordu. İsa henüz doğmadığı için Hristiyan inançlarıyla ilgisi yoktu elbette…

    http://sosnowqueen.blogspot.com/

  3. Yazan:birbaşkasefere Tarih: Ara 18, 2007 | Reply

    bu bardağı kim kırdı??
    kapitalizm..
    bu adam neden öldü?
    kapitalizm yüzünden..

    insanların meydana gelen acı sonuçlar karşısında her ipin ucunu kapitalizm denilen ‘şeye’ bağlaması bana artık çamuru başkalarına atan insanların arttığı yolunda bir izlenim veriyor.

    kapitalizm eşekten daha zararsız bir ‘şey’emin olunuz.sizler çocuklarınızın durumuna üzülürken,bu suçta ne kadar çok payınız olduğunu es geçiyorsunuz anlaşılan.ve çocuktan daha da çocuk olarak ortada bir suçlu arıyor ve koltuğa,çorapa suç atmak kadar saçma olacak bir ‘şey’bulup suçu kapitalizm denilen cansız ‘varlığa’atıveriyorsunuz.böylece suçluyu bulmanın vermiş olduğu vicdani rahatlıkla plastik çam ağacınızı alıyor,yılbaşı için hediyeler seçmek için mağaza kuyruklarında sıraya giriyorsunuz.Yılbaşı gecesi hediyeniz takdir bulduğunda da huzurlu bir uyku çekip rüyanızda noel denilen babayı(!)görüyorsunuz.

    ilk önce modern olmamakla suçlanacağım endişesinden kurtulup,acaba kültürüme sahip çıkarsam batı düşmanı milliyetçi damgası ye miyim korkularının pençesinden sıyrılırsanız o zaman çocuklarınızın iç burkan haline çözüm için bir adım atmış olursunuz.ben inek sevmem ama sütünü içerim demek şu sorun karşısında yeterli bir mazeret kabul edilemez.

    evet yobaz(!)olacağız,dıştan gelen her çiçeğe acaba içinde hapşuruk tozu var mı diyerek bakacağız şu halde.bu hallerime kızanlar genel duruşum hususunda bana çok imreniyorlar emin olunuz.hiç değilse arkalarından vah vah diye diz dövdüğüm huyları olan çocuklarım yok.ben yobaz bir Türk milliyetcisiyim!!!!

  4. Yazan:fuatogl Tarih: Ara 18, 2007 | Reply

    Şimdi kapitalizm içersinde yaşıyoruz. Dolaysıyla hayatta ne var ise öyle yada böyle mutlaka kapitalist uzamda bir varlığı da oluyor. Fakat eğlenceli olan bizde herzaman çok çarpık olması. Bulamaç şeklinde. Mesela ne alakası var yılbaşı ile noelin? İkisi birbirinden tamamen farklı, hiçbir şekilde ilintili değil, ve ayrı kutlanır. Yılbaşına kadar ağaçlar atılıyor, biz ise ağaç alıyoruz başkaları atarken. Yılbaşı ağacı diye birşey uydurmuşuz. Komik doğrusu. Ama muhtemelen benzeri düzeyde bir komikliği hristiyan toplumlarda yaşamış. Yoksa İsa ile hristiyanlık ile ne alakası var kutuplardan kızaklarla gelip baca deliğinden hediye dağıtan, şu ara coca-cola dan maaş bordrosu olan sakallı amcanın 🙂

    Şöyle bir alaka olabilir bu işlerde. Mesela bizde cin bir ticaret adamı yılbaşı için mağazasına televizyonlardan gördüğü şeyleri doldurmuştur, süslemiştir avrupada bilmem nerelerde öyle oluyor diye. Haberi bile yoktur o ağaçların yılbaşı ile alakasız olduğundan. Tv den öyle görmüştür. Bir sonraki yıl bir başkası yaptı derken yayılıp gitmiştir. Öyle şeylere pek hevesliyizdir…Kapitalizmin güzelliği işte, kendiliğinden oluveriyor 🙂 Kimbilir bi 200 yıl sonra ne anlamı olacak şimdi kültürsüzlükten doğan bir tüketim/kutlama biçimi. Belki birisi ağacın tepesine yıldız yerine bir ay-yıldız takıp 500 yıl sonra türklerin öz bir geleneği filan olarak görülecek. “Baba niye ağaç dikiyoz eve? Bak yavrum, işte atalarımız buraya ilk geldiğinde bu ağacı dikmiş, buralar o zamanlar bozkır imiş, hiç ağaç yokmuş. Şimdiki ormanları onlara borçluyuz. Ardından da yoruldukları için rakı içerlermiş. Bizde atalarımıza saygı için her yıl ay-yıldızlı ağaç dikiyoruz üstüne de rakı içiyoruz. Bende türküm bende içebilirmiyim baba? Büyüyünce sende içersin yavrum.”

    Bu arada türk milliyetçisi dostuma bir hatırlatma; Ülkemizde Türk milliyetçilerinin temsilcisi konumundaki hareketin gençlik yeminine bakarsanız, orada kapitalizmi yıkmaya and içtiklerini görürsünüz.
    Kapitalizme evet, noel ağacına hayır! gibi şeyleri çok gördüm gençleri arasında. Eskiden kapitalizme evet, gominizme ölüm dediklerinde biraz daha tutarlıydı sanki.

    kapitalizm eşekten daha zararsız bir ‘şey’ emin olunuz.
    Bunun telif hakkı var mı?

  5. Yazan:snowqueen Tarih: Ara 18, 2007 | Reply

    @fatogl

    Zaman, işine geldigi gibi yontuyor.
    Bugün Christmas dedigimiz kutlama, eskilerin Yule kutlamasidir ve herşey birebir aynidir. Degisen tek sey, İsa’nin o gecede dogduguna inanilmasi.
    Bunu kim yapti(veya kim göz yumdu?)= Kilise.
    Simdi de kapitalizm, Christmas’i Hollywood filmleri, reklam kampanyalari vs. ile dünyaya yayiyor. Noel Baba o kirmizi kostumü, bir Coca Cola ilaninda giydi.

    Noel Baba kostümü ne kadar Hristiyansa, Christmas’ta o kadar Hristiyan. ‘dini bayramlarimiz’ da o kadar islami. Orjinallik aramak yersiz, çünkü degiller, altlari kazilinca pagan gelenekleri gün isigina çikiyor. Bu bayramlarin kökenleri gündönümlerini, ekinokslari karsilar. Gündönümü tarihi İsa’nin dogum tarihine dönüstüyse,
    yilbasinin Christmas’a dönüsmesi şaşirtici degil demek istedigim.
    Bu durumda iki seçenek var:
    1- Güç kimin elindeyse, propaganda aygitlari öyle işliyor.
    2-Dogal süreçler, kültür dedigimiz statik bir yapi olmadigi için,
    degisiyor, başkalasiyor, katman katman üzerine biniyor ve içinde bulundugu ekonomik, sosyal, siyasi düzenden bolca etkileniyor.

  6. Yazan:fuatogl Tarih: Ara 19, 2007 | Reply

    “katman katman üzerine biniyor”..aynen dediğiniz gibi. Bindiren bindirene.
    Kuzey avrupa da hala “Jul”/”Jule” derler Christmas için.

  7. Yazan:Gökhan Talas Tarih: Ara 19, 2007 | Reply

    Hıristiyanlık içinde özel günler herkes tarafından kabul görür gibi bir kanı varsa bu yanlıştır. Bazı kiliseler bu tür günleri bir “zorunluluk” olarak dayatır ve İncil bu anlayışı onaylamaz. Bakınız İncil’in Galatyalılar kitabı 4. bölüm 9 ve 11. ayetler arasında ne diyor: “Şimdiyse Tanrı’yı tanıdınız, daha doğrusu Tanrı tarafından tanındınız. Öyleyse nasıl oluyor da bu değersiz, etkisiz ilkelere dönüyorsunuz? Yeniden onların kölesi mi olmak istiyorsunuz? Özel günler, aylar, mevsimler, yıllar kutluyorsunuz! Sizin için korkuyorum. Yoksa uğrunuza boş yere mi emek verdim?”

    Bu açıdan bu tür günleri dini bir kural gibi görmek İncil açısından günahlı bir tutumdur. Toplumsal bir hoşluk bir paylaşım günü olarak ve salt hatırlamak için kutlanıyorsa bu iyi niyetli ama bireysel bir tercihtir. Ancak tekrar tekrar belirtiyorum Tanrı buyruğu açısından böyle bir dini emir yoktur.

  8. Yazan:ömer Tarih: Oca 1, 2008 | Reply

    asdasd

    EDiTÖR : Ömer Bey, sitede moderasyon uyguluyoruz. Yazdiginiz yorumlar en fazla bir kaç saat içinde yayinlanir.

    Saygilarimla

  9. Yazan:alperen gürbüzer Tarih: Mar 2, 2008 | Reply

    KUTSAL TUZAK

    Alperen GÜRBÜZER

    Noelle girdiler dünyamıza, sonrada anneler günü, babalar günü ve sevgililer günü gibi bir dizi günler sıralandı. Batı birkere inanmış Tanrının evreni altı günde yarattığına, haşa diğer bir günde ise istirahata çekildiğine.. Onun için batıda haftanın altı günü dünyevi hayat, Pazar günü ise devletçe mecbur edilen kilisede günah çıkarma ayinine zaman ayrılan şölendir. Bizde ise Pazar günü tatil olarak biçim değiştirerek dinlenmeye dönüşmüştür. Yani batıda hafta sonu tatil değil devletçe zorunlu kılınan birtür ibadet günüdür. Oysa İslamiyette her an, her zaman dilimi, her ay ya da her yıl veya bir ömür Allahı anmaktır. İbadet bir güne, bir zaman dilimine hapsedilemez.
    Kutsal günlerimiz çoğaldıktan sonra Hiristiyanlığı dünyevileştiren batı, şimdi bizim dinimizide dünyevileştirerek ibadetimizi belli günlere hapsederek Hiristiyanlaştırmaya dönüştüreceklerini sanıyorlarsa yanılıyorlar. Çünkü Allahın vaadi var; bu dini ben indirdim kıyamete kadarda koruyacakda benim buyuruyor.
    Cumartesi günüde yahudilerce kutsaldır. Yolunuz yahudi yerleşim alanlarına düşerse sıcak çorba içemezsiniz. Neden mi? Çünkü inançları gereği cumartesi günü ateş yakmak yasaktır da ondan. Biz hem Hiristiyanların hemde Yahudilerin gönlünü yapmak adına cumartesiyi de hatta pazarı da tatil yapmışız. Bizim dinimizde Cuma bile tatil değildir. Sadece Cuma vakti girdiğinde alışveriş yasak edilmiştir. Cuma namazının ardından yine herkes işinin başındadır. Günlerin kutsallığı ayların kutsallığ ya da senelerin kutsallığı diye bir şey yok. Bazı mübarek günler ve aylarımız olsa da bunlar sadece olsa olsa yeniden kendimize dönmek adına fırsat olarak algılanıp, daha çok Allah’tan istiğfar olarak algılanır. Bunun ötesinde anlam çıkarılmaz. Herdem, her an, her nefeste Allah’ı unutmamaktır esas olan.
    Önceleri kutlu doğum diyanetin basit duyurmasıyla geçiştirilen ve birkaç müslümanın idrakiyle geçen kutlu doğum haftaların ve kandiller, artık İslamiyetle ilgisi olan olmayanda haftalar öncesinde büyük reklâmlarla haberdar edilerek büyük bir kampanya yarışına dönüşülmesi ve kutlanması ister istemez akıllara kuşku bırakıyor, acaba dinimizi sekülerleştirme planının devreye girdiğini düşündürüyor insanımıza.
    Bu uygulamaların her geçen gün artması İslamiyet’i hergün yaşanan din olmaktan çıkarıp belli günlerde yaşanır dine dönüştürme endişesi doğuruyor. Ayrıca kandillerde çekilen mesajların telefon şirketleriune bıraktığı gelirin biryılda bıraktığı gelire eş durumda olmasıda işin cabası.. Bundan anlaşılan dinimizin ticari hesaplara alet edilmesi ise ortada korkunç bir duygu sömürüsününde olduğu netlik kazanıyor sanki…
    Anneler ve babalar günü bizim değerlerimize göre her beş vakit namazın ardından dualarımıza ortak kıldığımız ve unutamadığımız her vakit, bizim için anneler ve babalar günüdür.. Kaçırmadığımız her sabah namazı ise sevgililer günüdür. Çünkü asıl sevgili Allahtır..
    Saadatlar kendilerinden önceki büyüklerin doğum ve ölüm günlerini kutlamak için özel çaba sarf etmiyorlar, acaba niye, hiç düşündünüz mü? Cevabı basit; her Hatme-i Hacegan duasında, her virdin başlangıcında ya da rabıtada yanımızlarda da ondan. Günlük Hatme-i Hacegan’ı kaçırmayan, aynı zamanda başta Rasulullah olmak üzere Al-u ashabı ve Sadat-ı Kiramı anıyor ve onların manevi tasarruf şemsiyesi altına girmiş oluyor demektir.
    Velhasıl; her gördüğünü hızır bil her geceyi kadir bil diyorlar büyüklerimiz.. Vesselam.

  10. Yazan:Filiz Konca Tarih: Haz 19, 2008 | Reply

    Yılbaşını Kutlamak mı?

    Yılbaşını kutlama gibi bir niyetiniz var mı? Bir şeyi yapmadan önce
    durup düşünmek gibi bir adetimiz olmalı değil mi? Hayvanlar bile önüne
    bir yiyecek konduğu zaman hemen yemez. Önce durup bir kokusuna bakar. Nedir,
    ne değildir? Biz de nedenine niçinine bir bakmalı değil miyiz?

    Bu güne kadar yapılanları, işlenen günahları, taklitçiliğin bizi ne
    hallere düşürdüğünü, insanlıktan nasıl çıkardığını, maymun
    ettiğini, şahsiyet, kişilik diye birşey bırakmadığını, katlanarak
    günahların nasıl arttığını sayabiliyorsanız şöyle bir durup sayın.

    Nisa Suresi 85- Kim güzel bir işte aracılık ederse, ona o işin
    sevabından bir pay vardır. Kim de kötü bir şeyde aracılık yaparsa, ona
    da o kötülükten bir pay vardır. Allah her şeyi gözetip karşılığını
    verir.

    Rasulüllah (SAV) şöyle buyurdu:

    “Kim islamda iyi bir çığır açarsa açtığı çığrın ecri ve
    kendisinden sonra, onunla (o çığırla) amel edenlerin ecirleri,
    sevaplarından hiçbir şey eksilmeden ona aittir. Kim de islamda
    (müslümanlar içinde) kötü bir çığır açarsa, açtığı çığrın
    günahı ve kendisinden sonra onunla amel edenlerin günahları,
    günahlarından birşey eksilmeden ona aittir.”

    “Yılbaşının nasıl kutlanmasını istersin?” diye şeytana sorsalar
    günümüzdeki günahları söylemez mi?

    Peygamberimiz (S.A.V.) buyurmuşlardır ki “Bir kavme benzemeye
    çalışanlar o kavimdendir.”(İmam-ı Ahmet ve Ebû Davud)

    Peygamberimiz (S.A.V.), diğer bir hadis-i şerifte buyurmuşlardır ki:
    “Bizden başkalarına benzemeye özenenler bizden, bizim milletimizden
    değildir.”(El-Cami’üs-Sağîr)

    “Küfür ehlinin ve isyankarların yaşayış ve adetlerinde onlara
    benzemek, onlar gibi hareket etmek, ya küfre ya isyankârlığa, ya da her
    ikisine birden götürdüğü için İslâmda yasaklanıp haram
    kılınmıştır.” (Frenk Mukallitliği Ve Şapka- İskilipli Atıf Hoca)

    İslam uleması, din kitaplarında buyururlar ki:
    “Noel günü ve gecesinde, kâfirlerin paskalya ve yortularında, onlar gibi
    bayram yapan küfre girer.”

    “…Müslümanlar bu yılbaşını takvim başlangıcı yaparlarsa,
    yılbaşı gecesinde yapılan âyin veya eğlencelere iştirak ederlerse ne
    olur?

    Yılbaşı dolayısıyla yapılan dinî âyine katılan (Hristiyanlarla
    beraber bu toplu ibâdeti yapan) müslümanlar en azından haram (büyük
    günah) işlemiş olurlar. Bu hükmün akla ve vahye dayalı delîllerini
    zikretmeye bile gerek yoktur.

    Dinî âyîne katılmadan yılbaşı dolayısıyla toplantı ve eğlence
    yapan müslümanlar, bu eğlencelerde ayrıca hiçbir haram işlemeseler dahi,
    kökeni dinî (İslâm’dan başka ve ona göre bugün mûteber olmayan bir
    dîne dayalı) olan bir faâliyete katıldıkları ve başka dinden olanlara
    -dinle ilgili bir konuda- benzer hale geldikleri için günah işlemiş
    olurlar. “Bir din ve kültür topluluğuna kendini benzetenler onlardan
    sayılır” meâlindeki hadîs bu davranışı yasaklamaktadır.

    Yılbaşı, takvim, tarih, tatil, eğlence, şenlik ve bunlarla ilgili
    âdetler bir milletin kültürüdür. Kültür din ve ideolojinin bedenlenmesi,
    ete kemiğe bürünmesidir. Bu ikisini birbirinden ayırmak mümkün değildir.
    Eğer birileri din ile kültürü birbirinden ayırmaya, aralarındaki bağı
    koparmaya kalkışırsa -zor olmakla beraber bunu yapabilirse- kültür ile
    beraber dîni de değiştirme yoluna girmiş olur. Bedenini parça parça
    kaybeden din gider (milletin hayatından çıkar) onun yerine yeni kültürün
    dîni veya dinsizliği gelir. Kültür ile din arasında böyle bir bağ
    bulunduğuna göre; kültürün değişmesi dîni yakından ilgilendirir.
    İslâm’ın beş temel amacından biri dîni (müslümanların hayatında
    İslâm’ı) korumaktır. İslâm’ın korunmasını olumsuz etkileyen bir
    davranış, bir kültür değişimi, bir kültür taklidi haramdır, bazan
    bununla da kalmaz dinden çıkma sonucunu doğurur.

    Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Medine’ye göçünce, burada öteden beri iki
    bayramın bulunduğunu ve bu bayramlarda kutlama yapıldığını öğrendi.
    Bayramlar, dînin etkilenmesi bakımından önemli kültür unsurları olduğu
    için bunları değiştirdi ve yerlerine Ramazan ile Kurban bayramlarını
    tebliğ etti. Daha pek çok hadîste, başka dinlerle ilişkisi veya sembolik
    değeri/fonksiyonu bulunan âdet ve uygulamaları müslümanlara
    yasakladı.”(Hayrettin Karaman)

    “…Taklidin, mantığı zehirlediği açık. Zaten, bu yüzden taklit ya.
    Taklitçilik bir hastalık, hem de kişiliğe arız olmuş bir hastalık. O
    yüzden bu hastalık, taklitçinin özgüven yokluğuna dayanıyor, bu bir.
    İkincisi, iddialarından arındırılmış olduğunu gösteriyor.
    Üçüncüsü,taklit ettikleri karşısında mağlup olduğunun tescili
    anlamına geliyor.

    İbn Haldun’un Mukaddime’de yaptığı o muhteşem tesbit, bu ülkenin
    yaşadığı yüz yıllık dramın tek cümlelik özeti: “Mağluplar galipleri
    taklit ederler.”

    Mağlubiyetin de onurlusu vardır, onursuzu vardır. Onurunu yitirmeyen
    mağluplar, fiziken mağlup görünürler. Dişe diş mücadele etmişler,
    mağlup olmuşlardır. Elbet her mağlubiyetin bir çok sebebi vardır.

    Onurlarını koruyanlar, mağlubiyeti içselleştirmezler. Fakat, sadece
    değerler için mücadele edenler, yenildiklerinde dahi onurlarını
    koruyabilirler. Yenilgilerinin faturasını kendi değerlerine kesmezler.
    Aksine, yenilgilerini bir bilinç yenileme, yani bir “tevbe” ve “istiğfar”
    vesilesi olarak bilirler. Sorunu, kendi değerlerinde değil, değerleriyle
    ilişkilerinde ararlar. O ilişkileri sağlıklı hale getirmek için,
    mücadele meydanından çekilip, mücahede meydanına atılırlar. Bu,
    mağlubiyeti içselleştirmeme savaşıdır. Onurlu mağluplar için, galipleri
    taklit etmek, düşman saflarına geçmekle eş değerdedir. Asıl mağlubiyet
    işte odur.

    Onurunu yitirenler, mağlup olunca kelimenin tam anlamıyla mağlup olurlar.
    Onlar, fiziken galip gelseler bile mağlupturlar. Mağlubiyet onların
    karakteri olmuştur. Çünkü, mütecavizine aşık olan ahmak kız rolüne
    soyunmuşlardır.

    Mağlubiyetlerinin faturasını kendi değerlerine keserler. Tez elden o
    değerlerden kurtulmanın yollarını ararlar. Kendilerine “ben idraki” veren o
    değerleri her görüşte mağlubiyetlerini hatırlarlar. Bu da onları kendi
    değerlerine düşmandan fazla düşman olmaya iter. Değerlerinden kurtulunca,
    kendilerinin de galiplerden olacağına inanırlar.
    Mağlubiyetin faturasını kendi değerlerine kestikleri için, kendilerinden
    nefret ederler. Bu nefret, galiplere karşı marazi bir aşka dönüşür.
    Kendilerini gerçekleştirmek yerine, galipleri taklit etmek gibi ucuz bir yolu
    benimserler. Bu taklit onları galip yapmaz elbette. Sadece “maymun” yapar.
    Bunun anlamı, galiplerin maskarası ve soytarısı olmaktır.
    Hiçbir galipten, mağlupları içerisinden başkalaşım geçirerek
    maskaralaşan birilerini, kendisiyle eş değerde görmesi beklenemez. Hiçbir
    efendi, soytarısını, kendisiyle eşit haklara sahip bir partner olarak
    benimsemez.Değil mi ama: Hiçbir maymun, ne kadar iyi insan taklidi yaparsa
    yapsın, insanlar sınıfına dahil edilmez?”(Mustafa İslamoğlu)

  11. Yazan:Hatice Tarih: Ara 10, 2009 | Reply

    Alperen Gürbüzler bey yorumunuz harika sizi alkışlıyorum saygılar.

  12. Yazan:nazan Tarih: Mar 29, 2011 | Reply

    bu biraz işgale karşı eylemde,savaş çığırtkalığı yapmak gibi olmuş.şiddet içerikli her eylem filleri biraz daha hareketlendirir ve olan çimene olur.rekabete çağrı bu işin çığrından çıkmasına neden olabilir.selamlar

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin